1. Sûrelerin Tertibi İçtihâdîdir.
3. Kısmen Tevkifi Kısmen De İçtihâdîdir.
"Sûre" kelimesi sözlükte, "yüksek makam", "üstün derece", "şan", "şeref", "binanın kısım veya katlan" anlamına gelmektedir. Çoğulu, "suver" dir[1]. Istılahda ise, "âyetlerden meydana gelen başı ve sonu bulunan müstakil Kur'ân bölümü" demektir[2].
Kur'ân'da 114 sûre bulunmaktadır. Bunların en kısası, 3 âyetten ibaret olan "el-Kevser", en uzun sûresi de 286 âyetten oluşan "el-Bakara" Sûresi'dir.
Sûreler isimlerini, kıssalarda geçen şahıslardan yahut konu edindikleri topluluklardan veya ilk kelimesinden almaktadırlar. Her sûrenin bir ismi olduğu gibi bazı sûrelere birden fazla isim verilmiştir. Insan-Dehr, Fâtır-melâike, İsrâ-Ben-i İsrail gibi. Burada şunu da belirtelim ki, Kur'ân sûrelerine verilen isimlerin hem tevkifi hem de içtihâdî olduğunu ifade eden beyanlara rastlamak mümkündür[3]. Ancak tevkifi olduğunu söylemek daha isabetli olsa gerektir. Çünkü içtihâdî olduğunu kabul ettiğimizde, bu olgunun hâlâ devam ettiğini düşünürsek o takdirde, her müfessire sûrelere isim koyma şansını tanımış oluruz.
Kur'ân sûreleri, ihtiva ettikleri âyet sayısı bakımından bir tasnife tâbi tutulmuştur. Buna göre âyet sayısı yüzden fazla olanlara "tuveî", âyetleri yüz dolayında olanlara yahut biraz geçenlere "miûn" , sayı bakımından âyetleri yüzün altında bulunanlara "mesânî", âyetleri kısa ve besmeleli fasılaları çok olan sûrelere de "mufassal" denilmiştir[4].
Sûreler meşhur şekliyle Mekkî ve Medenî diye iki kısma ayrılır. Bu ayırım konusunda İslâm âlimlerinin ittifakından söz etmek mümkün değildir. Çünkü onların bir kısmı, söz konusu taksimde mekânı, bir kısmı, zamanı/hicreti bir kısmı da hitabı esas almıştır. Ancak daha çok tercih edilen, zamanı esas alanların görüşüdür. Buna göre hicretten önce nazil olan sûreler, Mekkî, ondan sonrakiler ise. Medenî olarak kabul edilmiştir[5].
İslâm âlimleri sûrelerin Kur'ân'daki sıralanışı konusunda görüş birliği içinde değillerdir. Bu konuda ileri sürülen görüşleri üç grupta toplamak mümkündür: [6]
Bu gruptaki âlimlerin başında İmam Mâlik (ÖI.179/795) gelmektedir. Ona göre sahâbîler, Hz. Peygamber'den işittikleri Kur'ân'ı kendi içtihadlan doğrultusunda tertip etmişlerdir[7]. Aynı görüşte olan el-Bâkillânî (01.403/1012) de, Mushaflardaki tertibin, sahabe içtihadına dayandığını ifade etmektedir[8].
Bu konuda fikir beyan eden Ebu'l-Huseyn Ahmed b. Fâris'in görüşü de şöyledir: Kur'ân için iki tertip söz konusudur. Birisi, sûrelerin tertibidir. Yedi uzun sûreyi öne alıp, ardından miûn yani âyet sayısı yüz civarında olan sûreleri getirmek gibi. İşte bu taksim sahabenin yapmış olduğu bir taksimdir. Kur'ân'm ikinci tertibine gelince o da, âyetlerin bir kısmının diğerine eklenmesi, bir kıssanın diğer bir kıssayı takip etmesidir ki Cebrail, bunu Allah'tan aldığı emir üzerine Resûlullah (sav)'a tebliğ etmiş, o da bu emri yerine getirmiştir[9].
Sûre tertibinin içtihâdî olduğunu savunanlar, bir taraftan Hz. -Osman'ın Kur'ân'ı istinsah ederken sûreleri yeniden tertip ettirmesini[10], diğer taraftan da Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ûd ve Ubeyy b. Ka'b gibi hususi Mushaf yazan sahâbîlerin söz konusu Mushaflarmı farklı tertipte yazmalarını görüşlerine dayanak yapmışlardır,
Bilindiği gibi Hz. Osman Kur'ân istinsah heyetini oluşturduktan sonra onlara, çoğaltmada esas alacakları prensipleri de söylemişti. İşte bu prensiplerden biri de, Kur'ân sûrelerinin yeniden tertibi meselesi idi. Demek ki, istinsahda öngörülen sûre tertibi, derlemede yapılandan farklıydı. Ayrıca yukarıda zikrettiğimiz husûsî Mushaflardaki sûre tertibi de birbirinden farklı bir şekil arzediyordu. Meselâ Hz. Ali (ra)'nin Mushafı, İkra' Sûresi ile başlıyor[11], Müddessir, Nûn, Müzzemmil süreleriyle devam ediyor, Mekkî sûreler bittikten sonra da Medenî sûreler sıralanıyordu. İbn Mes'ûd'un Mushafı ise, Bakara Sûresi ile başlıyor, Nisa, Âl-i İmrân ile devam ediyordu. Ubeyy b. Ka'b'ın Mushafmdaki ilk sûre de Fatiha Sûresi idi ve ardından da Bakara ve Al-i İmrân sûreleri geliyordu[12]. İşte bu görüşü savunan âlimlere göre, şayet sûrelerin Kur'ân'daki sıralanışı tevkifi olsaydı, o takdirde ne Hz. Ebû Bekr'in cem ettirdiği Kur'ân'la Hz. Osman zamanında çoğaltılan. Kur'ân arasında sûre tertibi açısından herhangi bir farklılık olurdu, ne de hususi Mushaf yazan sahâbîler, sûre sıralamasını kendi içitihadları doğrultusunda yapabilirlerdi. İçtihâdî olduğu içindir ki böylesine farklılıklar ortaya çıkmıştır. [13]
Bu görüşte olan âlimlerden biri, İbnu'l-Enbârî (01.328/ 940)'dir. Ona göre sûreler genellikle meydana gelen bir hâdise, âyetler de soru soranlara cevap vermek üzere nazil oluyordu. Cebrail vahiy getirdiği zaman
Hz- Peygamber'e her sûrenin yerini bildirirdi. Sûrelerin tertibi de, âyet ve harflerin tertibi gibiydi. Bunların hepsi de Nebi (sav) tarafından yapılıyordu. Bu yüzden kim bir sûreyi öne alır yahut geriye bırakırsa Kur'ân'm tertibini bozmuş olur[14].
en-Nehhâs (öl.338/949) da şunları söyler: "Bu hususta tercih edilen görüş, sûre tertibinin bizzat Resûlullah Muhammed (sav) tarafından yapılmış olmasıdır"[15].
el-Kirmânî (öl.502/1108)'nin görüşü de şöyledir: "Eğer iniş açısından Bakara Sûresi, Kur'ân'm ilk sûresi değildir denilirse, ben de derim ki, Kur'ân'ın ilk sûresi, Fatiha Sûresi'dir. Sonra Bakara, ÂI-i İmrân ve Nisa olmak üzere bugünkü tertipde devam etmektedir. Allah Taâlâ tarafından Levh-i mahfûz'a böyle yazılmıştır. Hz. Peygamber her sene nazil olan âyetleri bu tertip üzere Cebrail (as)'e arzetmiş, vefatından önceki Ramazan ayında da söz konusu arza iki kere vuku bulmuştur[16].
Sûre tertibinin tevkifîliğini savununanlardan birisi de el-Âlûsî (öl.l270/1853)'dir. Ona göre de Resûlullah (sav) âyet ve sûrelerin yerlerini ya bizzat açıklayarak ya da işaret yoluyla bildiriyordu. Sahabe de bu tertip üzere icmâ etmişti[17].
Bir kısım İslâm bilgini de, Kur'ân sûrelerinin kısmen tevkifi kısmen de içtihâdî olduğunu iddia etmek suretiyle her iki görüşü uzlaştırıcı bir yaklaşım içerisine girmiştir. Bu görüş sahiplerine göre de, Kur'ân'daki bir kısım sûrelerin tertibi bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılmış, bir kısmı da ümmete bırakılmıştır. Nitekim büyük müfessir İbn Atiyye (Öİ.546/Î151): "es-Sebu't-tuvel"[18], "Havâmîm" (yedi hamim) ve "el-Mufassal"[19] gibi birçok sûrenin Hz. Peygamber tarafından tertip edilip,'" diğerlerinin tertibinin ise ümmete bırakılmış olduğunu[20] söylemektedir.
îbn Hacer (öl.852/1448)'e göre de, Sûrelerin bir kısmının ictihâdî bir tertip arzetmesi, bir kısmının tertibinin tevkifî olmasına engel değildir[21].
Sonuç olarak şunu ifade edebiliriz, âyetlerin tertibinin tevkifi olduğu konusunda ümmetin icmaı vardır. Zira kesin olarak biliniyordu ki Kur'ân âyetleri, Hz. Peygamber'in şahsî tasarrufundan tamamen uzak olarak ilâhî vahyin gözetiminde yazılmış ve tertip edilmiştir. Ancak sûrelerin tertibi konusunda ileri sürülen farklı görüşler ihtilafa sebep olmuştur. Bizim şahsî kanaatimize göre konuyla ilgili iddia edilen görüşler içerisinde en tutarlı olanı, içtihadı olduğunu savunanların görüşüdür. Çünkü onların ortaya atmış oldukları iddiayı destekleyen iki önemli unsur vardır. Bunlardan birisi, Hz. Osman'ın Kur'ân'ın çoğaltılması esnasında ileri sürmüş olduğu sûre tertibinin yeniden yapılması prensibi, diğeri de husûsi Mushaf sahiplerinin her birinin yazmış oldukları Kur'ân nüshalarının farklı tertipte olmasıdır. Zira, Kur'ân sûrelerinin dizilişi şayet tevkifi olsaydı, o durumda Hz. Ebû Bekr'in Kur'ân'ı derlemesi esnasındaki tertip, sözü edilen bu tevkifî esasa göre olacağından, daha sonra Hz. Osman'ın bunu değiştirmesi, ayrıca husûsi Mushaf yazan sahâbilerin ona uymamaları söz konusu olabilir miydi? Ancak burada akla şöyle bir soru gelebilir. Madem ki sûrelerin tertibi içtihâdi idi ve husûsi Mushaf yazanlar da söz konusu tertibi kendi içti-hadlarına göre yapmışlardı. O halde Hz. Osman'ın Kur'ân'ı istinsah ettirmesinden sonra neden kendi husûsi Mushaflarmı yakarak bu tertibe tâbi oldular? Hemen belirtelim ki, onların bu davranışı, kitabet ve kıraat bakımından olduğu gibi tertib açısından da ümmetin icmâma mazhar olacak ve mevcut ihtilafları ortadan kaldıracak bir nüshanın ortaya çıkarılmasına katkıda bulunmaktan başka birşey değildi. Yâni husûsi Mushaf sahipleri bir anlamda, ümmetin bu konudaki birliğini temin için kendi içtihadlarmdan vazgeçmişlerdi. Dolayısıyla bu, sûre tertibinin tevkifî olduğu anlamında yorumlanmamalıdır. Burada şu da söylenebilir. Eğer sûrelerin tertibi tevkîfi olmuş olsaydı bu durumda husûsi mushaf yazan söz konusu sahâbîler kendi mushaflarında farklı bir tertibe nasıl gidebilirlerdi. Ayrıca onların tevkîfilik meselesinden haberdâr olmadıklarını ileri sürebilir miyiz? İşte bütün bunlar göz önünde tutulduğu zaman sûre tertibinin ictihâdî olduğunu kabul etmek, muhtemel problemlerin çözümü açısından daha pratik bir yol olarak görünmektedir. [22]
[1] Sûre kelimesinin çeşitli anlamlan için bkz.
el-Cevherî, es-Sthah, II, 690; İbn Manzûr, Lisânu'harab, IV, 386; ez-Zerkânî,
Menâhil, I, 343.
[2] Yıldırım, Suat, Kur'ân İlimlerine Giriş, s. 52.
[3] Yıldırım, Suat, Kur'ân İlimlerine Giriş, s. 53.
[4] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s. 58.
[5] Geniş bilgi için bkz. Mennâu'l-Kattân, Mebâhİs, s.
51-64.
Doç. Dr. Muhsin
Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları: 78-79.
[6] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 79.
[7] ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 257.
[8] el-Kurtubî, el-Câmi', I, 59; ez-Zerkeşî, el-Burhân, I,
257.
[9] ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 258-259; es-Suyûtî,
el-İtkân, I, 82,
[10] Geniş bilgi için bkz. Demirci, Muhsin, Kur'ân Tarihi,
İstanbul 1997, s. 155 vd.
[11] İbn Kesîr, Tefsir, (Zeyl), IV, 25.
[12] Bkz. es-Suyûtî, el-İtkân, I, 85-86. Ayrıca tnushaflann
sûre tertiplerindeki farklar için bkz. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, s.
79-88.
[13] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 79-80.
[14] ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 260; es-Suyûtî, el-İtkân, I,
82-83.
[15] ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 258; es-Suyûtî, el-İtkân, I,
83.
[16] El-Kirmani el-Burhan fi tevcihi müteşabihi’l-Kuran
(thk Abdulkadir Ahmed Atâ), 5
[17] el-Alûsî, Rûhu'l-me'ânî, Bulak 1301, I, 27.
Doç. Dr. Muhsin
Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları: 80-81.
[18] Fatiha suresi hariç Kur’an’ın baş tarafında yer alan yedi uzun sûreye verilen bir Bkz. Cerrahoğlu, ismail, Tefsir Usûlü,s. 58
[19] el-Mufassal, Kur'ân'daki kısa sûrelere isim olarak
verilmiştir. Bkz. Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 58.
[20] ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 257; es-Suyûtî, el-îtkân, I,
83.
[21] İbn Hacer, Fethu'l-bârî bi şerhi sahihi'l-Buhâr t. Kahire 1398/1978, IX, 42.
[22] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 81-83.