a. Sünnetin Kur'ân Karşısındaki Fonksiyonu
b. Hz. Feygamber'in Tefsirine Vesile Teşkil Eden Hususlar
c. Hz. Peygamber'in Kur'ân'ı Tefsir Tarzları
d. Resûlullah'ın Yaptığı Tefsirin Miktarı
da. Kur'ân'm Bir Kısmını Tefsir Ettiği İddiası
db. Kur'ân'ın Tamamını Tefsir Ettiği İddiası
Hz. Peygamber'in ihtiyaç nisbetinde Kur'ân'ı tefsir ettiğini daha Önce ifade etmiştik. Bu hususu çeşitli hadis mecmualarında yer alan ve Resûlullah (sav)'a kadar ulaşan rivayetlerde de görmek mümkündür. Ancak Hz. Peygamber'in yaptığı bu tefsirin değerini ortaya koyabilmek İçin sözü edilen tefsirin fonksiyonunu, hangi şartlar altında gerçekleştirildiğini ve miktarını tesbit etmek gerekmektedir. Şimdi bu hususları sırasıyla ele almaya çalışalım. [1]
Büyük müfessir el-Kurtubî (Öİ.671/Î273) tefsirinin mukaddimesinde, İslâm bilginlerinin ekseriyetinin fikirlerine tercüman olarak sünnetin Kur'ân karşısında iki fonksiyon icra ettiğini belirtmektedir. Bunlardan biri sünnetin, açıklanması gereken Kur'ânî nassları tefsir etmesidir ki buna beyân, diğeri de bazen helâl ve haram noktasında bazen de değişik konularda Kur'ân'da yer almayan bir hükmü koymasıdır ki, buna da teşri' (hüküm koyma) fonksiyonu denilmektedir[2]. Sünnetin Kur'ân'ı tefsir etmesi, onun mutlakmı, takyid, müphemini beyân, mücmelini tafsil, müşkilini tavzih ve umûmunu tahsis etmekten ibarettir. Bu meseleye daha sonra müstakil olarak değineceğimiz için burada üzerinde durmak istemiyoruz. Sünnetin teşri fonksiyonu da az önce de ifade ettiğimiz gibi Hz. Peygamber'in, Kur'ân'da herhangi bir hüküm bulunmayan hususlarda hüküm koymasıdır. Sünnetin bu fonksiyonu elbetteki, Allah'ın Hz. "eygamber'e vermiş olduğu teşri yetkisinin bir neticesidir. Esasen hüküm koyma yani sâri sıfatının yegâne sahibi Allah'tır. Ancak Allah'ın verdiği yetkiye dayanarak Hz. Peygamber de Kitabın hükmünün bulunmadığı yerde hüküm koyabilir[3]. Buna göre Allah mutlak manada sâri,
z- Peygamber de mecazî anlamda sâri demektir. Nitekim bu husus
ur'ân'da şu şekilde ifadesini bulmuştur:
"...Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, -eğer gerçekten Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız- onu Allah' ve Resulüne götürün..."[4].
"Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman müminlerin sözü ancak: "işittik ve itaat ettik" demeleridir ..."[5].
"Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdikten sonra artık inanmış bir erkek ve kadının kendileriyle ilgili konularda tercih serbestisi yoktur..."[6].
Allah Resulü Muhammed'e teşri görevinin verildiğini "Biliniz ki, Resûlullah'ın haram kıldığı Allah'ın haram kıldığı gibidir"[7] hadisi de pekiştirmektedir. Söz konusu âyetlere ve hadise dayanarak İmam Şafii de Allah'ın, Resulüne Kur'ân'in hükmünün bulunmadığı yerde hüküm koyma yetkisi verdiğini ve ona itaati ezelde farz kıldığını[8] ifade etmektedir, Bundan dolayıdır ki, Hz. Peygamber bazı konularda önce bir müddet vahiy beklemiş, gelmeyince kendi içtihadına göre veya Kur'ân dışında almış olduğu bir vahiyle herhangi bir meselede hüküm vermiştir. Onun verdiği hükümler de hiç şüphesiz vahyin kontrolü altında gerçekleşmiştir. Bu yüzden hüküm vermede Resûlullah (sav)'ın bazı küçük hatalar yapacağı düşünülse bile, bunlar vahiyle düzeltilmiştir[9]. Yani Resûlullah'ın verdiği her türlü hüküm, bir nevi vahyin onayından geçmiş hüküm demektir[10]. Bu noktadan hareketle, İslâm âlimleri hüküm koyma açısından sünnetle Kur'ân arasında herhangi bir fark gözetmemişlerdir. Onları bu görüşe sevkeden yegâne âmil, Resûlullah (sav)'ın ismet sıfatının bir uzantısı olarak devamlı surette vahyin kontrolünde bulunmasıdır[11].
Hz. Peygamber'in kendisine tevdi edilen mecazi anlamdaki sâri sıfatıyla öngördüğü hükümlere örnek olarak bir kadının, halası, teyzesi, kızı ve kardeşinin kızı üzerine nikâhının haram oluşu[12], ehli eşeklerin[13], köpek dişli yırtıcı hayvanların etlerinin haram kılınması[14], diyet, müslümanm kafire karşı kısas yoluyla Öldürülmemesi[15], nesep açısından haram olan şeyin süt emzirme yoluyla da haram oluşu[16], çoğu sarhoş eden şeyin azmin da haram olacağı[17] ve besmele ile gönderilen av köpeğinin yakalamış olduğu avın helal olması[18] gibi hususları sayabiliriz.
Ayrıca beş vakit namazın vakti, nasıl kılınacağı, vitir namazının vacip oluşu, namazlarda Kâbeden önce Beyt-i makdis'e yönelme, orucu bozan ve bozmayan şeyler, kimlere zekâtın farz olduğu, şer'i boşamanın şekli, hayızlı kadının namaz kılmaması, oruç tutmaması, büyük annenin mirası gibi hususlar da bu konuda örnek olarak zikredilebilir[19].
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Hz. Peygamber (sav)'in ashabına açıklamış olduğu Kur'ânî hakikatler, tamamen onları irşâd maksadına yönelikti. Allah Resulü bu irşâd fonksiyonunu, öğrencilerine bir program dahilinde ders veren öğretmen tarzıyla değil, bir takım vesilelerle gerçekleştiriyordu. Bu vesileleri şöyle sıralamak mümkündür:
1. Herhangi bir âyeti okuyarak kendiliğinden tefsir etmesi Bu durumda Hz. peygamber ya bir âyeti, nüzulünü müteakip açıklar yahut kıraat esnasında veya hutbe irad ederken tefsir ederdi[20].
2. Bir âyet hakkında soru sorduktan sonra açıklamada bulunması
Bu da, Hz. Peygamber'in zaman zaman herhangi bir âyet hakkında soru sormak suretiyle muhatapların dikkatlerini çekerek açıklaması şeklinde ortaya çıkardı. Soru, bazen âyette geçen bir kelimeyle ilgili olur, bazen de bir meseleyle alakalı olarak sorulmakla birlikte herhangi bir âyetin açıklanmasına vesile teşkil ederdi[21].
3. Hz. Peygamber'in, sözünü delillendirmek kasdıyla âyet okuyup açıklaması
Hz. Peygamber bazen de, bir hükmü belirttikten sonra yahut bir nasihatin ardından veya ashâb için lüzumlu olan bir hususu beyan ederken mana bakımından ilgili gördüğü bir âyeti okur ve onu açıklardı ki buna, "Resûlullah'ın âyeti temessül etmesi" denilmektedir. Bu tefsir tarzı, Hz. Peygamber'in Kur'ân'ı açıklamada en çok kullandığı bir tarz olarak görülür[22].
4. Sahâbilerin sorusu üzerine açıklama yapması
Kaynakların belirttiğine göre sahâbiler daha ziyade ne şekilde amel edecekleri konularında Resûlullah (sav)'tan soru soruyorlardı. Ancak bazen de, iki veya daha çok ihtimalin bulunduğu hallerde onlardan birinin tercihi yahut meraklarının tahrik etmesi sonucunda gaybî veya uhrevî bir meseleyi öğrenme konularında Resûlullah (sav)'a sorular yöneltiyorlardı[23], işte bu durumlarda da Allah Resulü onların anlayışlarını dikkate alarak açıklamalarda bulunuyordu. [24]
Resûlullah (sav)'a gelen vahiyler çoğu zaman ashab tarafından anlaşıldığı için hiçbir açıklamayı gerektirmezdi. Böylesi durumlarda o, inen âyet veya âyetleri tebliğ etmekle yetinirdi. Ancak bazen de bunun tersi olur, açıklama zarureti doğardı. İşte o zaman da genellikle Hz. Peygamber ihtiyaç kadar tefsir ederdi. Meselâ, Allah Taâlâ namazı, orucu, haccı, zekâtı farz kılmış ancak bunların nasıl yapılacağını, şartlarını, mânilerini, sebep ve sonuçlarını açıklama işini sünnet üstlenmiştir[25]. Ayrıca avlanma, usûlüne göre hayvanları boğazlama, nikâh hükümleri ve buna bağlı olarak "talak", "zihar", "Han", "alış-veriş",. ve "ceza hukuku" ile ilgili birtakım hükümler, aynı şekilde sünnetle açıklığa kavuşturulmuştur[26].
Hz. Peygamber'in Kur'ân'ı tefsir şekli de daha önce de ifade ettiğimiz gibi ya mücmeli tebyîn ya mübhemi tafsil ya mutlakı takyîd ya da müşkili tavzih şeklinde olurdu. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. Mücmelin tebyîni
"Haklı olmadıkça
Allah'ın haram kıldığı cana kıymayın ..."[27]
âyetindeki mücmelliği Hz. Peygamber (sav)'in: "Allah'tan başka tanrı
olmadığına ve benim Allah'ın Resulü olduğuma imân eden hiçbir müslüman kişinin
kanı helal olmaz. Ancak şu üç şeyden birini yaparsa (o zaman helal olur): Adam
öldürmek, evli iken zina etmek ve dinden çıkıp (irtidât) müslüman-lardan
ayrılmak"[28] şeklindeki hadisi
açıklamıştır.
2. Mübhemin tafsili
Namazlara (özellikle) Orta namaza devam edin ..."[29] âyetindeki orta namazdan maksadın ne olduğu açık değildir. Yani cins bir isim olan "namaz" ve onu sifatlayan "vustâ" lafzından dolayı âyette anlam yönüyle bir mübhemiyet söz konusudur. Ancak Resûlullah (sav)'ın: "Orta namaz ikindi namazıdır"[30] sözü, bu durumu ortadan kaldırıp âyeti anlaşılır hale getirmektedir.
3. Mutlakm takyidi
Sünnet bazen de, Kur'ân'ın mutlak olarak zikrettiği bir hükmü takyid etme yani sınırlarım belirleme cihetine gitmiştir. Meselâ, "Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin Allah izzet ve hikmet sahibidir"[31] şeklinde mutlak bir hüküm ortaya koyan Kur'ân âyetini, Hz. Peygamber: "Elin bilekten kesileceğini" zikretmek suretiyle kayıtlamış olmaktadır[32].
4. Müşkilin tavzihi
"İçinizden oraya (cehenneme) girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu Rabbin üzerine (almış olduğu) kesinleşmiş bir hükümdür"[33] buyurularak, istisnasız herkesin cehenneme gireceği belirtilmekte, birçok âyette ise, "Allah, inanan ve iyi işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır"[34] denilmektedir. Tabiatıyla bu da bir çelişkiye yol açmış olmaktadır, işte Hz. Peygamber: "(Âyette geçen) vurûd lafzı, girmek manasınadır. Ne günahsız ne de günahkâr, cehenneme girmeyen hiçkimse kalmayacaktır. Ancak cehennem müminlere, Hz. İbrahim'e olduğu gibi serin ve selâmet olacak, hatta cehennem ateşi onların serinliğinden dolayı feryaa edecektir. Sonra Yüce Allah müttakileri kurtaracak, zâlimleri ise öyle diz üstü çökmüş olarak bırakacaktır"[35] hadisiyle bu müşkil durumu halletmiş yani âyetler arasındaki çelişki zannını ortadan kaldırmış olmaktadır[36].
Hz. Peygamberin Kur'ân'a dair beyanlarının miktarı konusunda âlimler farklı görüşler ortaya atmışlardır. Bazıları, Resûlullah (sav)'m Kur'ân'a yönelik izahlarının, çerçeve itibariyle onun bir kısmını oluşturduğunu ileri sürerken bazıları da, söz konusu beyânların, Kur'ân'm tamamını içerdiğini iddia etmiştir. Bu yüzden konuyla ilgili görüşleri iki ayrı başlık altında ele almamız uygun olacaktır. [37]
Bu görüşü ilk defa el-Gazzalî (Öİ.505/1111) ortaya atmış, daha sonra da es-Suyûtî (öl.911/1505) onu savunmuştur. Son dönem alimlerinden Ahmed Emin[38] ve Kasım el-Kaysî[39] nin de aynı görüşü paylaştıkları ifade edilmektedir. Hz. Peygamber'in Kur'ân'dan çok az bir kısmı tefsir ettiğini ileri süren bu bilginlerin dayandıkları delilleri şöylece sıralamak mümkündür:
1. Hz. Âişe'den nakledilen: "Hz. Peygamber, Cebrail'in kendisine öğrettiği belirli âyetlerden başka Kur'ân'dan bir şey tefsir etmezdi"[40] hadisi, söz konusu tefsirin mahdut âyetlerle ilgili olduğunu ifade etmektedir.
2. Hz. Peygamber'in Kur'ân'a dair beyanları onun, sadece manası anlaşılmayan âyetleriyle ilgilidir. Dolayısıyla manaları açık olan ayetlerin Resûlullah (sav) tarafından tefsir edilmesinin bir anlamı yoktur. Çünkü bu, "malûmu i'lâm" demektir.
3. Bugün elimizde bulunan hadis kitaplarında, Kur'ân'm ancak bir âyetlerini tefsir edici mahiyette, Hz. Peygamber'e isnâd edilebilecek müsned ve merfû haber bulunmaktadır[41].
4.
Resûlullah (sav) Kur'ân'daki her âyetin manasını açıklamış olsaydı, o zaman, İbn Abbâs için, "Allah'ım
onu dinde fakih kıl ve ona te'vili öğret"[42] diye
dua etmesinin bir anlamı olmazdı[43].
Çünkü bu dua, kendisinden sonra İbn Abbâs'ın, gerektiğinde Kur'ân'ı tefsir
etmesi konusundaki temennisini ifade etmektedir.
5. Kaynakaların bildirdiğine göre Ahmed b. Hanbel (Öİ.241/855) gibi rivayete önem veren bir zat bile, "megâzi"[44], "melâhim"[45] ve "tefsir" gibi üç şeyin ash yoktur" demiştir. Eğer Hz. Peygamber Kur'ân'ın tamamını tefsir etmiş olsaydı Ahmed b. Hanbel tefsiri, asıl-sız olarak nitelendirdiği megâzi ve melâhimin yanında saymazdı[46].
Bu iddiayı da ilk olarak İbn Teymiyye (öl.728/1328)'nin ortaya attığı, daha sonra da bazı âlimlerin aynı kanaati paylaştıkları ifade edilmektedir. Bu iddia sahipleri de görüşlerini şöyle delillendirmek-tedirler:
1. "İnsanlara, kendilerine İndirileni beyan etmen için sana da Kur'ân'ı indirdik..."[47] âyeti, Hz. Peygamber'e Kur'ân'ı tefsir etme sorumluluğu yüklemektedir. Ayrıca âyetteki "beyân" lafzı, Kur'ân'm bütününü içine alan bir lafızdır. Buna göre Hz. Peygamber Kur'ân'ın lafzılarım olduğu gibi manasını da beyan etme durumundadır. Eğer o böyle yapmamış olsaydı, o zaman Allah'ın kendisini sorumlu tuttuğu "açıklama" görevinde kusur işlemiş olurdu.
2. Ashabın Resûlullah (sav)'tan on âyet öğrendiklerinde manalarını kavrayıp onlarla amel etmedikçe, başka âyetlere geçmediklerini ifade eden rivayetler, Hz. Peygamber'in sahâbilerine bütün âyetlerin anlamlarım açıkladığını göstermektedir.
3. Herhangi bir ilim dalında yazılmış bir kitabın bile izaha muhtaç olduğu düşünülürse, insana dünya ve âhiret saadetinin yollarını gösteren Kur'ân'ın bir bütün olarak tefsire ihtiyacının olmadığını ileri sürmek âdeten mümkün değildir[48].
Her iki tarafın delillerini serdettikten sonra şunu hemen belirtelim ki, sahih hadis mecmuaları incelendiği zaman görülür ki, Resûlullah'm Kur'ân'a dair beyanları, itikâd, ibâdet ve amelî hükümlere ait âyetler yanında, âhiret ahvâliyle ilgili nassları da ihtiva etmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber terğib ve terhib ifade eden âyetlerle beraber, bazen muğayyebâta dair âyetleri de tavsif ve tasvir ederek, zaman zaman da temsil yolunu kullanarak tefsir etmiştir. Yani ne Allah Resulü Muhammed (sav) Kur'ân'ın pek az âyetini tefsir ederek onu, kendi görüşleri istikametinde açıklamak isteyenlere meydanı boş bırakmıştır, ne de tamamını kafi bir tefsire kavuşturmak suretiyle, lafızlarını olduğu gibi manalarını da sırf nakledilen konumuna getirerek aklı dondurmak istemiştir[49]. O halde ilk görüş sahiplerinin ileri sürdüğü Hz. Aişe hadisi, Resûlullah (sav)'m Kur'ân'a dair yapmış olduğu beyanların tümünü değil, bazı âyetlerle ilgili olarak Cibril'e soru sorması üzerine gelen açıklamaları ifade eder. Çünkü, Hz. Peygamber'in manasını bilmediği bazı âyetleri Cibril'den sorması mâkul görünmektedir[50].
ikinci görüşte olanların nas olarak ileri sürmüş oldukları en-Nahl 16/44. âyeti de, aynı şekilde Kur'ân'ın tüm âyetlerini içermeyip, mücmel, müphem, mutlak, müşkil ve bazı gaybî konulara ait âyetleri ihtiva etmektedir. [51]
[1] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 281.
[2] el-Kurtubî, el-Câmi', I, 39.
[3] Bkz- eş-Şâfü, er-Rİsâle, s. 52; İbn Hazm, el-lhkâm,
1,114.
[4] en-Nisâ 4/59.
[5] en-Nûr 24/51.
[6] el-Ahzâb 33/36.
[7] İbn Mâce, Mukaddime, 2.
[8] eş-Şâfii, er-Risâle, s. 52.
[9] eş-Şâtibî, el-Muvâfakât, IV, 19.
[10] Erdoğan, Mehmet, Ahi Vahiy Dengesi Açısından Sünnet,
İstanbul 1995, s. 69,dp;313.
[11] Erdoğan, Mehmet, Sünnet, s. 191.
[12] el-Buhârî, en-Nikâh, 27; Müslim, en-Nikâh, 37-39.
[13] el-Buhârî, ez-Zebâih, 28; el-Megazî, 38; Müslim,
en-Nikâh, 39.
[14] e l-Buhârî, et-Tıb, 57; Müslim, es-Sıyâm, 11; Ebû
Davûd, es-Sünnet, 5
[15] el-Buhârî, el-İlim, 39.
[16] el-Buhârî, eş-Şehâdet, 7; en-Nikâh, 2; Müslim,
er-Rıdâ', 1, Ebû DavÛd, en-Nikâh, 6.
[17] Ebu davûd, el-Eşribe, 5; et-Tirmizî, el-Eşribe, 3.
[18] El-Buhârî, ez-Zebâih, 2-3; Müslim , es-Sayd, 1-2; Ebû
Davûd, el-Edâhî, 22.
[19] Güngör, Mevlüt Kur’an’ın Hz.Peygamber’in Sünnetine Verdiği Değer,( Basılmamış
makale)Ankara 1995,s.13.
Doç.
Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Vakfı Yayınları: 281-283.
[20] Örnekler için bkz. Yıldırım, Suat, Peygamberimizin
Kur'ân'ı Tefsiri, s. 139-148-
[21] Örnekler için bkz. Yıldırım, Suat, Peygamberimizin
Kur1'ân'VTefsin, s. 148 vd.
[22] Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri,
s.180.
[23] Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri,
s.151.
[24] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 283-284.
[25] eş-Şâtıbî, el-Muvâfakat, IV, 19.
[26] Bkz. eş-Şâfii, er-Risâle, s. 2, 52, 79-96, 103-104;
eş-Şâtıbî, el-Muvâfakât, IV, 19.
[27] el-En'âm 6/151.
[28] el-Buhârî, el-Kasâme, 6.
[29] el-Bakara 2/238.
[30] et-Tirmizî, et-Tefsîr, sûre, 2.
[31] el-Mâide 5/38.
[32] Bkz. eş-Şâfii, er-Risâle, s. 104; eş-Şâtıbî,
el-Muvâfakat, IV, 17.
[33] Meryem 19/71.
[34] Bkz. el-Hacc, 22/14, 23; el-Ahkâf 48/12.
[35] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 328-329.
[36] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Yıldırım, Suat,
Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s.246-278; Gümüş, Sadreddin, Kur'ân
Tefsirinin Kaynakları, s. 52-56.
Doç.
Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Vakfı Yayınları: 285-287.
[37] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 287.
[38] Bkz. Ahmed Emin, Fecru'l-İslâm, Kahire 1965, s. 199.
[39] Bkz. el-Kaysî, Kasım, Târîhu't-tefsîr, Bağdad
1385/1966, s. 49-50.
[40] Mukaddimetân, s. 263; İbn Kesîr, Tefsir, I, 6.
[41] el-Gazzâlî, İhyâu ulûmi'd-din, Kahire 1306, I, 225.
[42] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 214, 269, 314.
[43] el-Kurtubî, el-Câmi', I, 33; ez-Zehebî, et-Tefsîr
ve'i-müfessirûn, I, 51.
[44] Kahramanlık kıssaları.
[45] Harp tarihi
[46] Ahmed Emin, Fecru'l-İsiâm, s. 199. Konuyla ilgili
geniş bilgi için bkz. Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s.
53-60.
Doç.
Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Vakfı Yayınları: 287-288.
[47] en-Nahl 16/44.
[48] Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân't Tefsiri, s.
61 vd.
[49] Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur'ân't Tefsiri, s.
70-71.
[50] Mukaddimetân, s. 191.
[51] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 288-289.