1. Tefsirin Hadisle Birlikte Tedvini
2. Tefsirin Müstakil Olarak Tedvini
Tedvin sözlükte, "bir araya getirmek, toplamak ve cem etmek" gibi manalar ifade etmektedir. Terim olarak anlamı ise: "İlk devirlerde nakledilen sözlü tefsir rivayetlerini düzenli bir şekilde kitaplarda toplamak" demektir[1].
Daha önce de zaman zaman belirttiğimiz gibi tefsir, yazıya geçirilinceye kadar sözlü nakil yoluyla aktarılmıştır. Bu sürecin ilk halkasında Hz. Peygamber, ikinci halkasında da vahyin nüzul ortamını müşahede eden ve meydana gelen hâdiseleri bizzat yaşayan ashâb vardır. Ashâb bir taraftan Hz. Peygamber'den işittiklerini ve çeşitli şekillerdeki müşahedelerini, diğer taraftan da kendi içtihâd ve kavilerini yine aynı yolla tabiilere nakletmişlerdir. Ama ne yazikki tefsir bu dönemde de sözlü nakilden kurtulamamıştır. Ancak tabiilere şifahî olarak nakledilen bu bilgiler, ikinci hicri asrın ikinci yarısında yavaş yavaş yazıya geçirilmiş, böylece İslâmî ilimlerin diğer şubelerinde olduğu gibi tefsirde de ilk dönemin özelliğini taşıyan bazı eserler ortaya çıkmaya başlamıştı. Söz konusu dönemde tefsir, tedvin edilmesine edilmişti belki ama, sözlü nakil dönemi hesaba katılırsa yaklaşık 150 senelik bir sürede geride bırakılmıştı. Şayet bunu İslâmî ilimlerin, özellikle de tefsirin tedvini açısından bir gecikme olarak kabul edersek, tabii ki bunun için birtakım sebepler aramamız gerekecektir.
Kaynakların bildirdiğine göre Kur'ân indirilmeye başladığı andan itibaren Hz. Peygamber, vahyi yazdırmak üzere görevlendirdiği bazı kâtiplere Kur'ân parçalarını kaydettiriyordu. Ancak başlangıçta Kur'ân'la karışma endişesiyle hadislerin yazılmasına müsade etmemişti. Bildiğimiz kadarıyla bu durum, sahabenin belli bir olgunluğa erişmesine kadar böylece devam etmiş ve söz konusu endişesi ortadan kalktıktan sonra Hz. Peygamber: "Kayyidu'l-ilme bi'l-kitâbfilmi yazıyla tesbit ediniz"[2] diyerek öncelikle hadislerin yazılmasına izin vermişti. Ancak bu izin, bildiğimiz kadarıyla Resûlullah (sav)'ın hayatının sonlarına doğru vermiş olduğu bir izindi[3]. Dolayısıyla bu müddet içinde sahâbîler Kur'ân'dan başka bir şeyin yazımıyla pek uğraşma imkânına sahip olamamışlar, bunun tabii bir sonucu olarak da ne Hz. Peygamber'in Kur'ân'a dair beyânlarını, ne de vahye sebep teşkil eden olayları yazabilmişlerdi. Kendilerine verilen izinden sonra da öyle anlaşılıyor kî ashâb öncelikle, zayi olur endişesiyle hadisleri yazmaya başlamıştı.
Bu konuda ileri sürülebilecek ikinci bir sebep de, Kur'ân'm ilk muhataplarının ümmî bir topluluk olmasıdır. Nitekim Kur'ân,
"Ümmilere içlerinden kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti Öğreten bir peygamber gönderen O'dur"[4] diyerek bu hakikati ortaya koymakta, Resûlullah (sav) da: "Ben ümmî bir topluluğa gönderildim"[5], "Biz ümmî bir topluluğuz, okuma-yazmayı ve hesabı bilmeyiz"[6] demek suretiyle Kur'ân'm bu bağlamdaki beyânını teyit etmektedir. Dolayısıyla başlangıçta hâkim vasfı ümmîlik olan söz konusu toplum, İslâm'ın gelişinden sonra ancak okuma yazmaya ehemmiyet vermeye başlamıştı. Çünkü İslâm dini kitabeti zaruri kılan âmilleri de beraberinde getirmişti, Böylece İslânun gelişiyle beraber yazı, sosyal nizamın en Önemli tesbit, tescil, telkin ve neşir vasıtası olarak işlendi, geliştirildi ve hicreti takip eden yarım asır içerisinde, daha Önce geçen üç asırlık dönemden daha büyük bir ilerleme kaydetti[7]. Ama ne yazık ki kitabetteki bu seyir, daha sonra tedvini söz konusu edilecek ilimlerin ve bu arada da tefsirin yazıya geçirilmesini bir müddet geciktirmiş oldu. İşte yazınm istenilen seviyeye gelmesine kadar geçen bu dönem içerisinde ashâb tefsire dair Hz. Peygamber'den işittiklerini, âyetlerin inişiyle ilgili müşahedelerini ve Resûlullah'ın vefatından sonra da ihtiyaç hissedilen konularda yapmış oldukları içtihâd ve yorumları hep sözlü nakil yoluyla aktarmışlardı. Bu yüzden de İslâmî ilimlerin özellikle de tefsirin tedvini bir müddet gecikmişti. [8]
Usûl kaynaklarının verdiği bilgiye göre tefsir, ilk defa hadis ilminin bir şubesi olarak tedvin edilmiştir. Bu husustaki bilgiler şöyledir. Yezîd b. Hârûn b. es-Sülemî (Öİ.117/735), Şu'be b. el-Haccâc (Öİ.160/776) ve Süfyân es-Sevrî (öl.161/777) gibi bazı muhaddisler, hadisleri tedvin etmek maksadıyla çeşitli İslâm beldelerini dolaşarak Hz. Peygamber'e isnâd edilen sahih rivayetleri toplamaya çalışırken, bu arada Resûlullah (sav) ve sahabeden nakledilen tefsirle ilgili nakilleri de bir araya getirmişlerdi[9]. Tabii ki bu zatların maksatları, öncelikle hadisleri tedvin etmekti. Ancak topladıkları hadisleri yazıya geçirirken, tefsire dair rivayetleri de hadisleri yazdıkları kitapların içerisine bir bölüm olarak kaydettiler. Böylece tefsir de hadis ilminin tedvin aşamasında onunla birlikte aynı kaynakların içerisine girmiş oldu[10]. Bu şekilde tedvin edilen Kur'ân tefsirine dair bilgiler, söz konusu hadis mecmualarında "kitâbu't-tefâsır" başlığı altında yer alıyordu[11]. Tabiatıyla yazıya geçirilen bu nakiller Kur'ân'in tamamını ihtiva edecek nitelikte değildi. Çünkü daha önce de ifade ettiğimiz gibi ashâb, Kur'ân'm belki çok az bir kısmı hariç tamamını anlıyordu. Anladıkları kısımlarla ilgili hususularda Hz. Peygamber'den açıklama beklemelerinin bir manası yoktu. Bu yüzden denilebilir ki, yukarıda isimlerini saydığımız bir kısım hadis âliminin tefsire dair topladığı malzeme müstakil tefsir kitabı oluşturacak bir hacme sahip değildi. Bunlar daha ziyade Hz. Peygamber (sav)'in herhangi bir vesile ile yapmış olduğu tefsir, ya da âyetlerin iniş sebepleriyle ilgili sahabenin müşahede ve semâlarına dayanan rivayetlerden ibaretti. [12]
İlk defa hadis ilminin bir kolu halinde tedvin edilen tefsir, çok kısa bir süre sonra müstakil bir ilim haline getirildi. Öyle anlaşılıyor ki, bu bir zaruretin sonucuydu. Çünkü tâbiûn döneminin sonlarına kadar sözlü nakil yoluyla gelen tefsir rivayetleri yanında, insan tefekkürünün gelişmesi ve yeni yeni birtakım hâdiselerin meydana gelmesi sonucu aklî/içthâdî tefsir de ortaya çıkmaya başlamıştı. Rivayet tefsiri, Hz. Peygamber ve ashabtan nakledilen rivayetlerin hadis kitaplarına girmesiyle bir anlamda muhafaza altına alınmıştı. Aklî tefsir için de eğer aynı şey yapılırsa, söz konusu bu malzeme de korunmuş olacaktı. Bunun için yapılması lazım gelen şey, başlanmış bir geleneği devam ettirmekti. Bunda da herhangi bir zorluk söz konusu olmadığına göre bunun bir an önce başlamasında sayısız faydalar vardı. İşte muhtemelen bu anlayıştan hareket eden ilk dönem müfessirleri, bir taraftan hadis ilmiyle birlikte tedvin edilen malzemeyi vakit geçirmeden kendi alanına taşımak, diğer taraftan da daha sonra bir açılım göstererek devam edecek olan tefsirin temellerini atmak maksadıyla müstakil telif hareketini başlattılar. Elimizdeki dokümanlar Kur'ân'a dair nakilleri bir araya toplayarak onu bir bütün olarak baştan sona tefsir eden ilk şahsın, Mukâtil b. Süleyman (51,150/767) olduğunu göstermektedir[13]. Gerçi ilk müfessir olarak Ali b. Ebî Talha (01.143/760)'nın ismine de yer verilmektedir. Ancak şunu hemen ifade etmek gerekir ki, Ali b. Ebî Talha'ya nisbet edilen tefsir sahifesi, Kur'ân'm bazı âyetleriyle ilgili İbn Abbâs'tan nakledilen birtakım rivayetlerden ibarettir. Yani tam bir tefsir değildir[14].
İlk tefsirlerden olduğu ileri sürülen bir diğer tefsir de Zekeriyya Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ (öl,207/822)'nm "Maâni'l-Kur'ân" ı dır[15]. Ancak bunu da tedvin döneminin ilk eseri olarak görmek mümkün değildir. Zira, böyle bir şeyi iddia etmek ya el-Ferrâ'dan yarım asır Önce vefat eden Mukâtil'in tefsirinden habersiz olmak, ya da onun yazdığı eseri tefsir olarak kabul etmemek demektir. Mukâtil b. Süleyman bir tefsir kaleme aldığına göre, bundan çok sonra yazılan bir eseri onun Önüne geçirmek, pek isabetli olmasa gerektir. Kaldı ki el-Ferrâ'mn "Meâni'l-Kur'ân" adıyla kaleme almış olduğu tefsir, Kur'ân'm her âyetini ele alan bir tefsir de değildir. O, genellikle Kur'ân'm müşkil ve garip kelimelerini açıklayan bir eserdir. Yani el-Ferrâ bahis konusu eserinde herhangi bir âyetin tek veya birkaç kelimesini sarf ve nahiv yönünden izah etmekle birlikte, ne ele aldığı âyetin tüm olarak manasını ortaya koymakta, ne de aynı ameliyeyi her âyet için söz konusu etmektedir. Bu bakımdan onun bu kitabını ne tam bir tefsir, ne de ilk tefsir olarak nitelendirmek mümkün değildir[16]. Çünkü Mukâtil b. Süleyman'ın tefsiri her iki yönden de el-Ferrâ'nın tefsirinin Önündedir. Buna göre ilk yazılan tefsirin, Mukâtil'in kaleme aldığı tefsir olduğu söylenebilir.
Müstakil olarak tedvin edilen ilk tefsiri böylece tesbit etnikten sonra bu hususta yazılan eserleri tarih itibariyle şöyle sıralamak mümkündür
1. Mukâtil b. Süleyman (Öİ.150/767), et-Tefsîru'l-kebîr, (Eser henüz yazma halindedir)[17].
2. Süfyânu's-Sevrî (öl.161/778), Kitâbu't-tefsîr, (Bu tefsir Hindistan'ın Rampor şehrinde bulunarak 1385/1965 senesinde bir cild halinde tab edilmiştir)[18].
3. Yahya b. Sellâm (01.200/815), Tefsîru Yahya, (Bu eserin birkaç yazma nüshasının Tunus'da bulunduğu ifade edilmektedir)[19].
4. el-Ferrâ, Ebû zekeriyya Yahya b. Ziyâd (Öİ.207/822), Meâni'l-Kur'ân, Kahire 1374/1955[20].
5. Ebû Ubeyde Ma'mer b. el-Musennâ (Öİ.2Î0/825), Mecâzu'l-Kur'ân, Mısır 1374/1955[21].
6. Abdurrezzâkb. Hemmâm (Öİ.211/827), Tefsîru'l-Kur'ân, (Bu tefsir de henüz tab edilmiş değildir)[22].
[1] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, II, 132.
[2] Bkz. İbn Abdilberr, Câmiu beyâni'l-ilm. I, 72; el-Hatîb el-Bağdâdî,
Takyıdu'l-ilm, (nşr. Yûsuf el-Aş) Dimaşk 1949, s. 69.
[3] Bkz. Subhî es-Sâlih, Hadis İlimleri, s. 18.
[4] Bkz. el-Cumâ 62/2. Ayrıca bkz. Âl-i İmrân 2/20, 75.
[5] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 132.
[6] el-Buhârî, es-Savm, 13; Müslim, es-Sıyâm 15; Ebû
Davûd, es-Savm, 4.
[7] Çetin, M.Nihad, "Arap Yazısı", DİA., III,
277.
[8] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 304-306.
[9] Kaynaklar saydığımız bu isimlerin dışında Veki b.
el-Cerrah (öl.196/811), Sufyân b. Uyeyne (öl. 198/813) ve İshâk b. Rlhûye
(öl.238/852) gibi hadis bilginlerinin isimlerini de saymaktadırlar. Ancak ilk
tedvin edilen tefsirin yazarının olum tarihi göz önünde bulundurulduğu zaman
tarih itibariyle bir çelişki ile karşılaşmış olmaktayız. Çünkü ilk müfessir
olarak takdim edilen Mukâtil b. Süleyman hicrî 150 de vefat etmiştir. Ancak
onun yazmış olduğu tefsir müstakil bir tefsirdir. Halbuki burada isimlerini
saydığımız zatlar ondan çok zaman sonra yaşamışlardır. Üstelik onların,
tefsirin tedviniyle ilgili fonksiyonları anlatılırken, tefsire dair malzemeleri
hadis kitaplarının içerisine koydukları yani tefsiri hadisin bir bölümü olarak
tedvin ettikleri söylenmektedir. Bu yüzden söz konusu ettiğimiz bu şahısları
ihtiyatla karşılayarak yukarıda zikretmek istemedik.
[10] ez-Zehebî, et-Tefsîr
ve'l-müfessirûn, I, 141; Cerrahoğlu, İsmail, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu, s. 110-111; Tefsir
Tarihi, I, 174 vd.
[11] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, II, 133.
[12] Doç. Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi,
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları: 306-307.
[13] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, I, 175; II, 133
[14] Ali b. Ebî Talha hakkında geniş bilgi için bkz.
Cerrahoglu, ismail, Tefsir lartn, 180-191.
[15] Ahmed Emin, Duha'l-Ulâm, Mısır 1371/1952, II, 140.
[16] Bu konudaki tartışmalar için bkz. Cerrahoğlu, ismail,
Tefsir Tarihi, I, 175-176.
[17] Yazma nüshaları için bkz. Hâmidiyye Ktp., No: 58;
Feyzullah Efendi Ktp., NO: 79. Kur'ân'm, başından sonuna kadar âyet sırasına
göre yapılmış bir tefsiridir. Müfessir bu eserinde muğlak olan kelimelerin
izahlarını yapmış, ehl-i kitabı tavsif eden âyetlerde ise bol bol şahıs ismine
yer vermiştir. Söz konusu tefsir hakkında geniş
bilgi
için bkz. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, I, 208-215.
[18] Söz konusu tefsirin mukaddimesinden onun hicri III.
asırda Süfyân es-Sevrî'nintalebesi Ebû Huzeyfe Musa b. Mes'ûd en-Nehdi el-Basrî
(Öİ.220/835) tarafındannakledildiği anlaşılmaktadır. Daha fazla bilgi için bkz.
Cerrahoğlu, İsmail, TefsirTarihi, I, 228-240.
[19] Yazma nüshaları için bkz. Tunus, Abdaliyya Ktp., NO:
134. Bu eser hakkında genişbilgi için bkz. Cerrahoğlu, İsmail, Yahya b. Seliâm
ve Tefsirdeki Metodu, Ankara1970.
[20] Bu eserin birinci cildi Ahmed Yusuf Necati ve Muhammed
Ali en-Neccâr tarafındantahkik edilerek neşredilmiş, II. cildi daha sonra
Muhammed Ali en-Neccâr, III. Cüsü ise Abdulfettah İsmail Şelbi tarafından 1973
yılında Mısır'da tahkikli bir şekilde tab edilmiştir.
[21] Söz konusu eser, Fuad Sezgin tarafından Beyrut'ta
1401/1981 senesinde tahkikli
olarak
iki cild halinde neşredilmiştir.
[22] İsmail Cerrahoğlu, söz konusu tefsirin
Dâru'l-kütübi'l-Mısriyye, NO: 242 ve AnkaraDil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Ktp., İsmail Saib
Sencer Kolleksiyonu 4216numarada kayıtlı olduğunu belirtmektedir.
Bkz. Tefsir Tarihi, I, 260.
Doç.
Dr. Muhsin Demirci, Tefsir Usulü ve Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Vakfı Yayınları: 307-309.