1- Kur'ân'ın Hz. Peygamber Devrinde Yazılması Ve
Ezberlenmesi
2- Kur'ân'ın Hz. Peygamber Devrinde Kitap Haline
Getirilemeyişinin Sebep ve Hikmetleri
3- Kur’an'ın Hz. Ebû Bekir Devrinde Toplanması
4- Kur'ân’ın Hz. Osman Zamanında Çoğaltılması
5- Kur'ân’ın Harekelenme Ve Noktalanması
6- Yedi Harf Ve Kıraat Meselesi
7- Kur’an’ın Bölüm Ve Parçalarıyla İlgili Bilgiler
Olaylara uygun olarak zaman aralıklarıyla inen ve 23 senede tamamlanan Kur'ân'ı, Hz. Peygamber vahy kâtiplerine yazdırmıştır. Kendisi okuma yazma bilmeyen, ümmî Peyganiber'in, Kur'ân'ı yazdırdığını bir çok belge ve bilgiler ortaya koymaktadır. Bunların bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:
1- Hz. Peygaber'in okuma yazma bilmediğini ve yazı yazmadığını ve ümmiliğini ifade eden âyetler [1]
2- Kur'ân'a ancak temiz olanların dokunabileceğini belirten Vâkı'a sûresi 77-79. âyetler. Kur'ân'ın ayrı zamanda birşeyler üzerinde yazılı olmasının gereğini vurgulamaktadır.
3- Gerek hadis gerekse tarih mecmualarında yazım olayına ve kullanılan malzemelere dair çeşitli haberler yer almaktadır.[2]
4- Hz. Ebû Bekir Devrinde, Kur'ân'ın cem'i sırasında âyetlerin" yazılı olarak iki şahitle birlikte getirilmesinin istenmesi de yazım olayının açık delilidir.
5- Hz. Ömer'in îslâma girişi sırasında, kız kardeşinin elinde Taha sûresinin yazılı bulunduğu bir sahifeye rastlaması[3], sefer sırasında düşman toprağında mushaflann taşınmasının yasakîanması[4], yazım olayını teyid etmektedir.
6- Hz. Peygamber'in, Kur'ân'ın dışında hadisler dahil her şeyin yazılmasını yasaklaması[5], yazma işinin sâdece Kur'ân'a hasredil-diğini vurgulamaktadır.[6]
Sayılan hususlar ve benzeri bir çok rivayetlerden anlıyoruz ki bütün Kur'ân Hz. Peygamber'in hayatında yazılmıştır. Yalnız vahy devam ettiği için sırayla, toplamaya imkân olmadığından bu yazılanlar dağınık halde idi. Âyetler yazılırken Hz. Peygamber'in yanında kalmak üzere bir nüsha kendisine veriliyordu. Bazı Ashâb da kendileri için özel Mushaf yazmışlardı. Yalnız bu yazma işi belirli bir kaideye ve tertibe dayanmıyordu. Kaynaklar Kur'ân'ı toplayan (cem' eden) Sahâ-bîlerin isimlerine yer vermişlerdir. Bunlar içinde özellikle Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel, Ubey b. Kal), Ebû Zeyd, Ebu'd-Derdâ, İbn Mes'ûd, Hz. Ali ve Hz. Osman temayüz etmişlerdir. Anılan Sahâbîlerin bir kısmı, Kur'ân'ın tamamını Hz. Peygamber hayatta iken toplamayı gerçekleştirirken bir bölümü de Peygamber'in vefatından sonra tamamlamıştır. Bu kaynaklar, Mushaf ı özel olarak toplamaya girişen Sahâbenin sayısını 4'ten başlatıp 7 ve daha yukarısına çıkarmaktadırlar.
Bu arada yazılan Kur'ân tümüyle ezberlenmişti. Hz. Peyganı-ber'in Kur'ân'ı öğrenmeye ve öğretmeye teşvik eden hadiseleri, bu yöndeki gayretlere hız katmıştı. Ashâb arasında Kur'ân'ı ezber bilenlere "Kurrâ" adı verilirdi. Sahabeden meşhur olan 29 Kurrânın isimleri sayılmaktadır.
Erkeklerden:
1- Abdullah b. Mes'ûd
2- Salim
3- Muaz
4- Ubey b. Ka'b hafız Sahâbîierdendir.
Kadınlar arasında da:
1- Hz. Aişe
2- Hafsa
3- Ümmü Seleme de Kur'ân'ı ezberlemişlerdir.[7]
Hz. Peygamber hayatta iken yazılan ve ezberlenen Kur'ân'ın resmen bir cilt halinde kitap haline getirilmeyişinin sebep ve hikmetlerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Hz. Peygamber hayatta olduğu sürece vahy devam etmişti. Bazı âyetlerin neshedilme ihtimali mevcuttu. Kitap haline gitirilmesi bir takım karışıklıklara sebep olabilirdi,
2- Aralıklı olarak indiği bilinen âyetler, bir cilt halinde toplansaydı, bu durum yazmaya, ezberlemeye ve neşre çalışanlara bir takım zorluklar getirecekti.
3- Sûreler nuzûl tarihine göre tertip edilmediği için inen âyetlerin daha önce inen bir sûreye ilâve edilmesi gibi durumlar söz konusu olduğundan kitap haline getirme girişimi karışıklıklara sebep olabilirdi.
4- Allah Resulünün müslümanların başında bulunduğu bir çok hafız Sahâbînin de Kur'ân'ı ezberlediği Peygamber döneminde, böyle bir ihtiyaç da duyulmamıştır.
5- Vahyin tamamlanmasıyla Hz. Peygamber'in vefatı arasındaki süre 81 günü, âlimlerin çoğunluğuna göre de 9 gece gibi çok kısa bir zaman dilimini kapsamaktadır. Bu kadar kısa sürenin Kur'ân'ı bir kitap halinde toplamaya yetmeyeceği de aşikârdır.[8]
Hz. Peygamber'in vefatından sonra halifeliğe seçilen Hz. Ebû Bekir Devrinde bir takım yalancı peygamberler türemiş, irtidat ve irtica hareketleri baş göstermişti. Halife Ebû Bekir bu karışıklıkları önlemek için bazı teşebbüslerde bulunmuş, bu arada sahte peygamber Müsey-leme üzerine de bir ordu göndermişti. Yemâme'de (12/633) yılında yapılan savaşta 70 Kadar hafız şehit düşmüştü. Hatta bu savaştaki şehit sayısının 500, 700 ve daha fazla olduğunu söyleyenler de vardır.[9]
İşte bu durum Hz. Ömer'i telaşlandırmış, endişesini belirtmek üzere Halife Hz. Ebû Bekir'e gitmiş ve Kur’an’ın toplanmasını teklif etmiştir. Hz. Ebû Bekir ilk anda Hz. peygamber'in yapmadığı bir işi yapma durumuyla karşı karşıya geldiği için çekinmişse de daha sonra, gönlü bu işe ısınmış ve Hz. Ömer'in düşündüğü gibi düşünmüştür. Hemen Zeyd b. Sâbit'i çağırmış ve ona Kur'ân'ı inceleyip toplama görevini vermiştir. Zeyd b. Sabit ilk anda bu görevi yapmaktan çekinmiş ise de halifenin telkin ve tavsiyelerine uyarak hemen Kur'ân'ı toplamaya koyulmuştur.[10]
Kur'ân'ı toplama görevi kendisine verilen Zeyd b. Sabit, Hz. Peygamber'in vahiy kâtibiydi. Kur’an’ın tamamını Hz. Peygamber'in sağlığında toplamıştı. Akıllı, zekî ve yetişkin bir genç olarak tanınmıştı.
Zeyd b. Sabit'in Kur'ân'ı toplama işiyle görevlendirilişinden hemen sonra, durum Hz. Ömer tarafından halka duyuruldu ve Hz. Peygamber'den alman Kur'ân'a dair bilgi ve belgelerin getirilmesi istendi. Getirilen âyet ve sûrelerin kabul edilebilmesi için şu şartlar aranıyordu:
a) Getirilen âyetlerin ezberlenmiş Olması
b) Peygamberimizin huzurunda yazılmış olması
c) Bunun da en az iki şahidin şehâdetiyle isbat edilmesi.
Aranan prensiplere son derece riayet ederek yazılı metinleri bir araya getiren Zeyd b. Sabit bu işi yaklaşık bir yılda tamamlamıştır. Toplanan bu sayfalar Hz. Ebû Bekir'e teslim edilmiş, vefat edinceye kadar onun yanında kalmıştır. Böylece Resûlüllah tarafından okunan, tebliğ edilen, yazılan ve ezberlenen Kur’an Hz. Ebû Bekir Devrinde, başta Zeyd b. Sabit olmak üzere Sahabenin gayretleriyle toplanıp tek kitap haline getirilmiştir. Toplanan Mushaf m Hz. Peygamber Devrinde yazılan ve bilinenlerden hiç farkı yoktur.
Toplanıp kitap haline getirildikten sonra Mushaf adını alan bu nüshayı şu özellikleriyle tanımak mümkündür:
a) En ince ilmî tesbit usulleriyle toplanmıştır.
b) Nüshaya ancak tilâveti mensûh olmayan âyetler alınmıştır.
c) Nüshanın doğruluğu, tevatür yoluyle sabittir ve icmâ'-ı ümmet vardır.
d) Bu nüsha "7 harfi" içine almaktadır.[11]
Hz. Ebü Bekir'e teslim edilen bu Mushaf, onun vefatından sonra, Hz. Ömer'e, Hz. Ömer'den sonra da kızı Hafsa'ya teslim edilmiştir. İstinsah sırasında Hz. Osman istemiş, sonra iade etmiştir. Hafsa'nın vefat etmesinden sonra Medine valisi Mervan b. Hakem tarafından da yaktinlmıştır. Bunun sebebi, istinsah edilen nüshalarla bu nüsha arasında muhalefet olabileceği iddialarını ve bu yönde doğacak fitneyi ortadan kaldırmaktır.
Hz. Osman Devrinde İslâm Devleti sınırlan Arabistan'ı aşmış, fetihler sebebiyle insanlar grup grup İslâm'a girmiş, her şehir halkı Kur'ân-ı Kerîm'i o beldedeki kurrâ Sahabenin okuyuşuna göre okumaya başlamıştı. Çünkü Sahabenin Kur'ânl-ı Kerîm'deki bazı kelime ve harfleri Peygamberimizin ağzından farklı şekilde rivayet etmeleri farklı kıraat vecihlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Başlangıçta ümmete kolaylık olmak üzere Peygamberimizin uyguladığı bu farklı okuyuş, daha sonra bir takım tereddüt ve şüpheleri beraberinde getirmiş, her belde insanları, başka kıraatları görünce şaşırmışlar kendi kıraatlannm daha doğru ve fasih olduğunu iddia etmişlerdir. Öyle ki, farklı okuyuş sebebiyle nisanlar birbirlerini günahkârlık ve hatta küfirle itham edecek kadar ileri gitmişlerdir.
Nitekim Ermenistan ve Azerbeycan fetihlerine (25/646) katılan kumandan Huzeyfe b. Yemân, bu durumu açıkça görmüş ve derhal halife Osman'a müracaat ederek, bu işin çaresine bakmasını istemiştir. Bunun üzerine Hz, Osman Hafsa'ya haber göndermiş, Mushaf'ın sonradan iade edilmek üzere kendisine gönderilmesini istemiştir. Hz. Hafsa da Mushaf ı halife Osman'a göndermiştir.
Hz. Osman, gönderilen Mushaf ı istinsah edip çoğaltmaları için sşu dört kişiyi görevlendirmiştir:
1-Zeydb. Sabit
2- Abdullah b. Zübeyr
3- Said b. As
4- Abdurrahman b. Haris
Bunlardan Zeyd Medîne'li Ensâr'dan, diğerleri ise Mekke'li Kureyşliler,di. Bazı haberlerde bu heyetin 12 kişiden oluştuğu bildirilmektedir.
İstinsah heyetine halife tarafından ihtilâf halinde Kureyş lehçesinin esas alınması talimatı verilmiş, heyet de aşağıdaki prensipleri göz önünde bulundurarak çoğaltma İşlemini gerçekleştirmiştir:
1- İstinsah, Hz. Ebû Bekir zamanında toplanan Mushaf esas alınarak yapılacaktır.
2- Son arzadaki durum gözetilerek, tilâveti mensûh olan âyetler alınmayacaktır.
3- İhtilâf halinde Kureyş lehçesi tercih olunacaktır.
4- Mushafm istinsahı bir kaç nüsha halinde yazılarak gerçekleştirilecek ve muhtelif beldelere gönderilecektir. Gönderilen Mushaf-lara uymayan ve tashihi mümkün olmayan sayfa ve Mushaflar imha edilecektir.
5- Sûreler, bugün elimizde bulunduğu şekliyle tertıb edilecektir.
6-Bu Mushaflara, daha önceki Mushaf veya sayfalara yazılmış, açıklama mahiyetindeki ibareler yazılmayacaktır.
Komisyon belirtilen esaslar çerçevesindeki çalışmasını bir rivayete göre beş sene zarfında tamamlamış, çoğaltılan nüshalardan birisi Medine'de bırakılmış, diğerleri Küfe, Basra ve Şam'a gönderilmiştir. Bu arada çoğaltılan nüshaların sayısının 5 veya 7 olduğu söylenerek, Mekke, Yemen ve Bahreyn'e de Kur'ân nüshalarının gönderildiği belirtilmiştir.
İstinsah işlemi tamamlanınca esas Mushaf, Hz. Hafsa'ya iade edilmiş, çoğaltılan Mushaflar üzerinde Ashâb ve Tabiîlerin icmâ'ı gerçekleşmiştir. Sonuç olarak Hz. Osman'ın gerek kendisinde bulundurduğu ve gerekse diğer şehirlere gönderdiği bu Mushaflar derhal benimsenmiş, kısa zamanda bunlardan istinsahlar yapılarak, birçok müslünıamn elinde Kur'ân nüshaları görülmeye başlamıştır. Bugün taşıdığımız ve okuduğumuz Kur'ân-ı Kerîm nüshaları Hz. Osman’ın çoğalttığı nüshaların ayrısıdır.[12]
Hz. Osman zamanında çoğaltılan Mushaflar, harekesiz ve noktasız olarak yazılmıştı. Bunun gerekçesi de Kur’an’ın çeşitli kıraat ve-cihlerine göre harekesiz ve noktasız metinde okunabilmesini sağlamaktı.
Fakat arap olmayanların İslâm'a girmeleri ve bunların Arapçaya vâkıf olmamaları sebebiyle Kur'ân-ı Kerîm'i yanlış okuma olaylarına sık sık rastlanılır olmuştu. Dolayısiyle Kur'ân'ı sağlıklı ve kolay okumayı sağlayacak nokta ve hareke gibi bir takım düzenlemelere gitmek gereği belirmişti.
Kur'ân'ı ilk defa harekeleme yoluna giden Ebu'l-Esved ed-Düelî (69/688)'dir. 'Bu zat başlangıçta Basra valisi Ziyad b. Ebîh'den gelen teklifi kabul etmemiş, daha sonra bir şahsın, Tevbe sûresinin 3. âyetinde yer alan "Ve resûlühü" kelimesini "Ve resûlihi" şeklinde okuduğunu duymuş, hemen vali Ziyad'a başvurarak harekeleme işine girişmiştir. Çünkü geçen âyetin "Allah ve Rasûlü müşriklerden beridir." şeklindeki anlamı, duyduğu okuyuşa göre "Allah müşriklerden de Rasûlünden de berîdir." şekline dönüşmüştü. Bu yüzden Mushaf yazısındaki renkteki farklı renkteki bir mürekkeble fetha hareke için harfin üstüne bir nokta, kesre için altına bir nokta, zamme için önüne bir nokta koymak suretiyle bu işi tamamladı. Tenvin için de iki nokta kullanılmıştı.
Harekeleme işinden hemen sonra da harflerin noktalanması işi gerçekleştirilmiştir. Bu işi de Irak valisi Haccac b. Yusuf (95/713)'un emriyle Düelî'nin talebesi Nasr b. Asım (89/708) yapmıştır. Bazı rivayetlerde de bu noktalama işini Yahya b. Ya'mer (129/746)'in gerçekleştirdiği belirtilmektedir. Şu var ki Basra'da bu iki zatın başlattıkları noktalama hareketi, daha sonra Medine'ye ve diğer îslâm beldelerine yayılmıştır.
îlk dönemlerde uygulanan ve noktalarla gösterilen harekelerle, benzer harfler için uygulanan noktalar Mushaflarda farklı renklerle işaretlenmiştir. Bir süre devam eden bu uygulama Halil b. Ahmed (175/791)'in bildiğimiz hemz, teşdid, sıla , revm ve işmam gibi diğer noktalama işaretlerini tamamlamasıyla son şeklini almıştır.
Kur'ân-ı Kerîm'e hareke ve nokta konulması meselesi başlangıçta tartışma konusu olmuş aralarında Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Mes'ûd ve İmam Maîik'in de bulunduğu bir grup selef âlimleri bu hareketi hoş karşılamamışlardır. Fakat sonraki dönemlerde, hareke ve noktalama hareketinin Kur'ân-ı Kerîm'e herhangi bir zarar değil, yarar getireceği düşüncesi ağırlık kazanmışır. Bu yüzden nokta ve harekelemeye ruhsat verilmiş, hatta müstehab olduğu söylenmiştir.
Kur'ân'ın nokta ve harekelenmesiyle ilgili bir çok eser yazılmıştır. Bunlar arasında ed-Dânî (444/1053)'nin "el-Muhkem Fi Naktil-Mesâhif adlı eseri meşhur olanıdır.[13]
Kur'ân-ı Kerîm'in kıraatiyle doğrudan ilgili meşelerden olan yedi harf ve kıraat meselesi ilgili âlimlerin en çok üzerinde durdukları konular arasında yer almıştır. Bu iki konu birbirine karıştırılmış, bazan ayrı şeyler olduğu söylenmiş, bazan da ayrı ayrı şeyler oldukları belirtilmiştir. Kanaatimizce birbirinden ayrı olan bu meseleleri anahatla-rıyla tanıyalım:
Bize ulaşan ve sayısı 46'yı bulan hadislerde rivayet edildiğine göre Kur'ân-ı Kerîm yedi harf üzere inmiştir. Özellikle Ubey b. Ka"b ve Hz. Ömer'den rivayet edilen hadislerde bu durum vurgulanmıştır. Nitekim Ubey b. Kaş'ın rivayet ettiği hadiste belirtildiğine göre Cebrail Hz. Peygamber'e 3 defa gelmiş ve her gelişinde Kur'ân'in bir, iki ve üç harfle okunuşuna ilişkin ilâhî emri tebliğ etmiştir. Hz. Peygamber, Kur’an’ın üç harfle okunuşunun bile ümmete zor geleceğini Cebrail'e bildirmesi üzerine melek dördüncü gelişinde şöyle demiştir: "Allah sana ümmetinin Kur'ân ı yedi harf üzere okumalarını emrediyor, hangi harfle okurlarsa doğruyu bulmuşlardır."[14]
Hz. Ömer'in rivayet ettiği hadiste ise, Hişam b. Hakim'in Furkân sûresini okuyuşuna ilişkin olarak Hz. Ömer'in gösterdiği tepki anlatılmış, karşılıklı tartışan bu iki Sahâbînin Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek anılan sûreyi farklı biçimde okudukları nakledilmiş, sonunda Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu kaydedilmiştir. "... Bu Kur'ân yedi harf üzere indirilmiştir. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse onu okuyunuz."[15]
Yedi harfin ne anlama geldiği ve neye delâlet ettiği hususunda âlimler farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Konuyla ilgili görüşleri 40'a kadar çıkaranlar varsa da bunların belli başlıları şunlardır:
1- Yedi Harf (el-Ahrufu's-Seb'a) tabiri kendi başına müşkil bir terimdir. Bu kapalılık hem "Harf", hem de 'Yedi" kelimesinden gelmektedir. Çünkü "Harf' kelimesi, bir çok anlamlara- gelen müşterek bir lâfızdır. "Yedi" rakamı ise, bilinen sayı olduğu gibi, çokluktan kinaye olarak kullanılabilir.
2- Yedi Harf, meşhur Yedi Lehçedir. Bu lehçeler ise, Kureyş, Hüzeyl, Sakif, Hevâzin, Kinâne, Temim ve Yemen kabilelerine aittir.
3- Yedi Harf, Yedi Vecihtir. Yani bir şeyin ayrı anlama gelen çeşitli lâfızlarla söylenmesidir. "Akbil, Helümme, Teâl" lâfızlarının "Gel" anlamını ifade etmesi gibi.
4- Yedi Harf, yedi çeşit Kelâmdır. Emir, Nehiy, helâl, haram, muhkem, nüteşâbih ve emsal gibi.
5- Yedi Harf, Kur’an’ın, mutlaka Yedi Lehçe ile değil, yer yer farklı lehçelerle okunabileceğinin ifadesidir. -
6- Yedi Harf, kıraat imamlarına nisbet edilen Yedi Kıraat değildir.
7- Yedi Harf, Kur’an’ın okunuşu hususunda yüce Allah'ın, Peygamber'in isteğini kabul ederek kullarına tanıdığı bir ruhsat, kolaylık ve genişliktir.
8- Yedi Harf, Kur'ân'daki bazı kelimelerin okunuşlarında görülen bir tür çeşitliliktir. Bu çeşitlilik hiçbir zaman, anlamda herhangi bir çelişkiye ve farklılığa sebeb olmamaktadır. Şimdi de Yedi Harf uygulamasına ilişkin bazı örnekler verelim:
Enes b. Mâlik, ayetini şeklinde okuyarak: kelimelerinin ayrı anlama geldiığini belirtmiştir. Hz. Ömer kelimesini biçiminde okumuştur. Ebu'd-Derdâ. kelimelerini bir türlü okuyamayan kimseye okumasını söylemişti.
Âyette geçen kelimesinin yerine îbn Mes'ûd'un kıraatine rastlanmıştır.
Sonuç olarak Yedi Harfle ilgili şunu söyleyebiliriz: Birinci asrın ilk yansından itibaren Kureyş lehçesinin ve eğitir minin yaygınlaşması üzerine Yedi Harf meselesi, önemini kaybetmiştir. Zaruretten dolayı, kısa bir süre için ruhsat olarak getirilen bu uygulama artık sona ermiştir. Bugün ise, ilmî bir mesele olarakince-lenrhekten başka bir değeri yoktur.[16]
Kur'ân kelimeleri üzerinde med, kasr, hareke, sükûn, nokta ve i'râb yönünden farklı okuyuşlara kıraat denmiştir. Hz. Osman zamanında çoğaltılarak belirli merkezlere gönderilen Mushafların hereke-siz ve noktasız oluşu muhtelif kıraatlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Hicrî I. asrın ikinci yarısından itibaren Medine, Mekke, Küfe ve Basra'da kıraat mektepleri açılmaya başlanmış, II. asrın başlarından itibaren de çok çeşitlenen kıraatler içinde tercih edileni belirtmek üzere Yedi Kıraayt (Kıraati Sefa'a) tabiri yaygınlaşmıştır. Konuyla ilgili çalışmalar yapılmış, yazılan eserlerle kıraat bir ilim olarak tesbit edilip uygulanmıştır. Nihayet Ebû Bekr b. Mücâhid (324/925) yazdığı "Kitâ-bu's-Seb'a" isimli eseriyle kıraatlan yedide sınırlarken sahih kıraatlan da toplamıştır. Yalnız bu yedi kıraatin Yedi Harften ayrı olduğu, aralarında bir ilginin kurulmaması gerektiği unutulmamalıdır. Daha sonra İbnü'l-Cezerî (833/1429) başta olmak üzere bir grup âlim. Yedi îmama üç meşhur imamın da kıraatlann eklenmesini uygun bulmuşlar, dolayısıyla kıraatlann sayısı ona (Kıraat-ı Aşere) yükselmiştir. Böylece Yedi harfin yedi kıraatla açıklamasına yönelik arayışlar da sona erdirilmiştir. Bu on kıraate dört kırâaün da ilâve edilmesiyle 14'ü bulduğu görülmektedir.
Belirtilen ve sayısı 14'ü bulan sahih kıraatlarda müslümanlar içiyn ezberleme, anlama ve hüküm çıkarma gibi kolaylıkların söz konusu olduğu bilinmelidir. Kıraat uygulaması sünnettir. Farklı kıraatlere Hz, Peygamber tarafından müsaade edilmiştir. Kıraatler sahih ve şazz olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Tevatür derecesine ulaşan sahih kıraatlere mütevatir, tevatür derecesine ulaşmayan veya gramer ölçülerine göre ortaya konan kıraatlara da şazz denir. Kıraat imamlarının aralarındaki ihtilâf1 "kıraat" adını alırken, ravilerinin ihtilâflarına "Rl-vâyet" denilmiştir. Diğer ihtilâflara ise "Vecih" denilmiştir. Kıraat imamlarına "Kâri, Kurrâ" veya "Mukri, Mukrİûn" denilirken, rivayet edenler de "Râvi, Ruvfit" diye isimlendirilmişlerdir.
Kur'ân kelimelerinin madde ve lâfızda değil, sadece şekil ve suretinde beliren kıraatle ilgili bazı örnekleri şöye sıralayabiliriz:
1- Harflerin tek veya çift noktalarının, harflerin üst veya altında yerini alması (Ya, Ta, Bâ ve Nûn harflerindeki gibi.)
2- Hareke değişmeleriyle olabilir, kelimesinin şeklinde okunuşu gibi.
3- zamiri
harekelendirilir gibi.
4- Lehçe farkları gözetilebilir gibi.
Mütevatir sayılan on
kıraatin imamları ise şunlardır:
1- Ebû Abdurrahman Nâfi (169/785) Nâfi'nin râvileri, Kalûn ve Verş'tir.
2- Abdullah b Kesîr (120/738) 3-Ebû Amr (154/771)
4- Abdullah b. Âmir (118/736)
5- Asım b. Ebi'n-Necûd (127/745). Asımın râvisi Hafs'dır.
6- Harrıza b. Habib (156/773)
7- Ali b. Hamza el-Kisâî (189/805)
8- Halef b. Hişam (229/844)
9- Ebû
Ca'fer el-Ka'ka (130/748)
10- Ebû Muhammed Ya'kub b. İshak
Sayılan on mütevatir kıraatin bugün üç tanesi fiilen kullanılmakta olup diğerleri bir ilim olarak tetkik edilmektedir. Pratik olarak uygulanan üç kıraat şunlardır:
1- Ebû Amr kıraati, sadece Sudan'ın bir kısmında kullanılan bu kıraat yaygın değildir.
2- Nâfi1 kıraati, Mısır hâriç.Kuzey Afrika'da tutunmuş bir kıraattir,
3-Asım kıraati, yeryüzündeki müslümanların büyük çoğunluğu Asım kıraatini ve Hafs rivayetini kullanmaktadır. Mushaflar da bu kıraata göre basılmaktadır.[17]
Kur'ân-ı Kerîm'in 114 sûre ve 6666 (veya 6236) âyetten meydana geldiğini görmüştük. Şimdi de Kur’an’ın bölümleri ve parçalara ayrılışına ilişkin bazı bilgileri verelim:
1- Kur'ân'dakİ kelime sayısı: 77.934 veya 77.437'dir.
2- Kur'ân'dakİ harf sayısı: 326.048 veya 323.67l'dir kelime ve harf sayısındaki farklılık, imlâ ve kıraattaki ihtilâftan ileri gelmektedir.
3- Cüz : Mushaflar 30 cüze ayrılmıştır. Her cüz 20 sayfadan oluşmaktadır. Mushafların sol tarafındaki sayfa kenarına konan işaretlerle gösterilmiş, içine cüz yazısı ve sayısı yazılmıştır.
4- Hizib : Cüzün dörtte birini oluşturan beş sayfalık bölümün adıdır. Toplam hizib sayısı 120'dir. Bunlar sayfa kenarlarına konulan ve içine hizb yazılan işaretlerle gösterilir.
5- Kur'ân ilk ve ikinci yarısı, birinci, ikinci ve üçüncü üçte birleri, birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü dörttebirleriyle, beş, altı ve yedide birleri çeşitli eserlerde gösterilmiştir.[18]
6- Duraklar : Âyetleri birbirinden ayırmak için konulan işaretlerdir. İlk zamanlarda Mushaflarda bulunmayan duraklar, daha sonra daire meyilli çizgiler halinde yapılmıştır. Daha sonraları yalnız daire halinde gösterilmiştir. Zamanla bu daireler gül şeklini almış veya içi süslü daireler olarak kalmıştır.[19] Zamanımızda basımı yapılan Mushaflarda çeşitli şekillerde durak işaretlerine rastlanmaktadır. Çoğunlukla da bu durakların içinde âyet numaraları yazılıdır.
7- Secâvendler : Okunan yerin anlamı göz önünde bulundurularak konulmuş bir tür noktalama işaretleridir. Secâvendler, işaretlerin büyük bölümünü ilk defa uygulayan Muhammed b. Tayfur Secâvendî (560/1165)'nin ismiyle anılmışlardır. Her biri vakf ve vasılın çeşitli durumlarıyla, konuları ifade eden bu işaretler "Mim, Tı, Cim, Sâd, Kâf' gibi harfler, "Kıf' ve "SıT gibi kelimeler veya üçlü noktalarla gösterilmiştir.[20]
8- Tahmis ve Ta'şir : Sûrenin her beş âyetinin sonuna "Hams" kelimesinin yazılmasına "Tahmis", her on âyetin sonuna da "Aşr" kelimesinin yazılmasına "Ta'şir" denilir. Bunların "Ha" ve "Ayrı" harfleriyle işaretlendiği de görülmektedir.[21] Türkiyede basılan Mushaflarda bu işaretlere rastlanmamaktadır. Ancak bu Mushaflarda görülen "Aşr" işaretinin ise konu başlangıç ve bitimini ifade eden "Rükû alâmetleri" olduğu bilinmelidir.
9- Sûre Başlıkları : Her sûrenin başında o sûrenin adının, nerede nazil olduğunun ve âyet sayısının belirtildiği kısımdır.
10- Secdeler : Kur'ân'da 14 yerde geçen secde âyetini belirten işaretlerdir. Bu işaretler secde âyetinin hizasına konulmuş ve içine "Secde" yazılmıştır.
[1] el-Ankebut 29/48 ; el-A'raf, 7/157.
[2] bkz. Buhâri, Sahih 6/60, 9/93 ; Mûsned, 5/185.
[3] İbn Hişam, es-Siretû'n-Nebeviyye, Kahire, 1375/1955,
1/343-344.
[4] Müslim, Sahih, 3/1491; Ebî Davud, Sünen, 2/35 ; îbn
Mâce, Sünen, 2/961 ; Mûsned, 2/6,10,55,63,76.
[5] Müslim, Sahih, 4/2298.
[6] Ayrıntı için bkz. Cerrahoglu, Tefsir Usûlü, 62-66.
[7] Kur'ân'ın Hz. Peygamber Devrinde toplanışı ve
ezberlenişiyle ilgili ayrıntı için bkz. Fethu'l-Bârî, 9/43 ; Ibn Nedim,
el-Fihrist, Mısır, 1348 ; 41 ; İbn Hacer el-Askalâirî, el-tsâbefi
Temyîzi’s-Sahâbe, Mısır, 1358/1939, 2/281, 3/240 ; el-Burhân, 1/241 ; el-İtkân,
1/71 ; Müslim, Sahih, 4/1913 ; Duhârî, Sahih, 6/230 ; Müsned, 3/233,277 ; İbn
Sa'd, Tabakât, 2/112-113 ; İbnü'1-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe fi Marifeti's-Sahâbe,
Mısır, 1289 ; 4/216 ;Zencânî, Ebû Abdillah, Tarihu'l-Kur'ân, Beyrut, 1388/1969,
46 ; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 66-69.
[8] Bu konuda ayrıntı için bkz. Bağavî , Ebû Muhammed
Hüseyn b. Mes'ûd, Şerhü's-Sünne, Tan., Şuayb Amavud-Muhammed Zuheyr Saviş,
Dimeşk 1397/1977, 4/519 ; İzmirli, Tarihi Kur'ân, İstanbul, 1956, 10 ; Menâhû,-
1/248 ; Şehhâte, Abdullah Mahmud, Tarihu'l-Kur’an ve't-Tefsîr, Mısır, 1392/1972, 36 ; îsmail Karaçam, K. Kerim'in
Nuzûlü ve Kıraati, İstanbul, 1974, 163-165
; K. Kerim'in Faziletleri ve Okunma kaideleri, İstanbul, 1980, 34-35 ; A. Çetin,
K. KerimTarihi 92-93.
[9] Ayrıntı için bkz. el-îtkân, 1/71 ; Şehhâte, Tarihu'l-Kur’an, 32 ; İbnü'l-Cezeri, en-Neşr
fı'l-Kıraati'l-Aşr, Tah: Ali Muhammed Debba1, c. 2, Mısır, ts, 1/7 ; Kurtubi,
Muhammed b. Ahmed, el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur’an, c. 20, Mısır, 1386/1966, 1/5O ;
Fethu'l-Bârî, 9/9 ; Ayrıî, Bedruddîn
Mahmud b. Ahmed, Umdetü'l-Kârî li şerhi Sahihi'l-Buhâri, 20/16 ; Râfıî,
İ'câza'l-Kur’an, 35.
[10] Zeyd b. Sabit tarafından anlatılan ayrıntı için bkz.
Buhâri, Sahih, 6/225 ; 9/92-93.
[11] Kur'ân-ı Kerim'in toplanışı ve toplama usulleriyle
ilgili ayrıntı için bkz. Fethu'b Bârı, 9/12,13,17 ; el-Burhân, 1/281-282 ;
el-îtkân, 1/58 ; Menâhil, 1/252-254,402 ; Kattan, Mebâhîs, 127 ; İzmirli,
Tarih-i Kur’an, 11 ; Karaçam, K. Keiim'in Nuzülü, 171-175 ; K. Kenm'in
Faziletleri, 40,42 ; Şiblî Mevlânâ, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul,
İstanbul, 1974 ; 4/90 ; Buhâri, Sahih, 6/98-99 ; Mekkî b. Ebi Talib el-Kaysî,
el-tbâne an Meâni'l-Kvaat, Nşr. Abdülfettah îsmail Şelebi, Mısır, 1379/1960,
23-26 ; Keskioglu, Kur’an Tarihi, 157 ; Büyük Tefsir Tarihi, 1/23 ; Ebû Şâme
Abdurrahman b. ismail el-Makdisİ, el-Mürşidu'l-Vecîz, Tah: Tayyar Altıkulaç,
Beyrut, 1975, 52 ; İbn Kesir Ebu'1-Fida İsmail, Fedâilü'l-Kur'ân /Zeylü Tefsiri
İbn Kesîr), Mısır, ts., (trc. Mehmed Sofuoğlu, Kur'dn'ın Faziletleri, İstanbul,
1978), 10-12 ; Danî, Ebû Amr Osman b. Said , el-MuknîFİ Ma'rifeti Mersûmi
Mesâhifî Ehl-i'l-Bnsâr, Tah: Muhammed Ahmed Dehman, Libya, ts., 121-122.
[12] İstinsah olayı ile ilgili ayrıntı için bkz. Buhârî,
Sahih, 6/99 ; Müslim, Sahih, 1/560-562 ; Men&hÜ, 1/256,260-261 ; İbn Haldun
Abdurrahman Mağribî, Mukaddime, Beyrut, ts., trc. Kadir Zâkiri Ugan, İstanbul,
1967, 437 ; Taberî Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerir, Cami'u'l-Beyan an Te'vûi
ÂyÜ-Kur’an, Mısır, 1388/1968, 1/26-28 ; Kurtubî, el-Cami; 1/51-52 ; Şehhâte,
Tarihu'l-Kur'an, 47,55-57 ; Râfıî, fcâzu'l-Kur’an, 36-39 ; Dânî, Muknî, 120-121
; Bağavî, Şerhıt's-Sünne, 4/523 ; el-Kâmû, 3/112 ; İbn Kesir, Zeyl, 10;
İbnü'l-Cezerî, Gaye, 1/7; el-ltkân, 1/59,-60 ; Büyük Tefsir Tarihi 1/24-25 ;
Mebâhis, 78 ; Kattan, Mebâhis, 124,129 ; Mekkî, İbâne, 29 ; Ebû Şâme,
el-Mürşidil-Vecîz, 60,73 ; Keskioğlu, Kur'ân Tarihi, 159, 161 ; î. Karaçam, K.
Kenm'in Nuzûlü, 191-192,195, K.K. Faziletleri, 49 ; İbnü'l-Cezerî, en-Neşr, 1/7
; İzmirli, Tarih-i Kur'ân, 13 ; Ö. Rıza Doğrul, Asr-ı Saadet, îstanbul, 1974,
Şibli'den trc. 5/263,267 ; A. Çetin, K. KerimTarihi, 103-110.
[13] Kur'ân'ın hareke ve noktalanmasıyla ilgili ayrıntyı
için bkz. İbn Nedîm, el-Fihrist, 60 ; Dânî Ebû Amr Osman b. Said, el-Muhkem Fi
NakÜ'l-Mesâhif, nşr. îzzet Hasan, Dımeşk, 1379/1960, 3-10; el-Muknt 124-126;
Menâhil, 1/408-409 ; Mebahis, 92 ; Kattan, Mebahis, 150-151 ; Vefeyat, 2/32 ;
Keşfıızzunûn, 1/712 ; el-ltkân, 2/170-171 ; izmirli, Tarihi Kur"ân, 16 ;
Kurtubî, et-Câmf, 7/63 ; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 88-95 ; el-Burhan, 1/376-379
; Zencanî, Tarihu'l-Kur’an, 87-88 ; Zehebî, Tarthul-İslâm, 4/68.
[14] Müslim, Sahih 1/562-563, no: 274.)
[15] Buhârî, Sahih,
5(6/100; Müslim, Sahih, 1/560, no: 270 ; Ebû Davûd, Sünen, (1/340).
[16] Yedi Harf meselesiyle ilgili olarak bkz. Taberî,
Cami'u'l-Beyân, 1/11-32 ; Ebû Şâme, el-MürşidCl-Vecîz, 77-145 ; Kurtubî,
el-Câmi', 1/41-49 ; Ibn Teymiyye, Mecmuu Fetevâyi Şeyhülislâm îbn Teymiyye,
Tah: Abdurrahman b. Muhammcd Asımı, Riyad, 1381, 13/389 vd. ; İbnü'l-Cezerî, en-Neşr,
1/21-23 ; İbn Kesîr, Zeyl, 16-23 ; Fethu’l-Bâri, 9/20-36 ; el-Burhân, 1/211-227
; el-İtkân, 1/45-50 ; Kasımı, Muhammed Cemâlleddin, Mehâsinu't-Te'vü, Tah:
Muhammed Fuad Abdülbâkî, Mısır, 1376/1957, 1/284-289 ; Menâhil, 1/137-191 ;
Mebahis, 101-116 ;Abdussabûr Şahin, Tarihu'l-Kufon, Kahire, 1966, 23 vd. ;
Kattan, Mebahis, 156-169 ; İzmirli, Tarihi Kur’an, 16 vd. ; Keskioğlu, Kur’an
Tarihi, 100-107 ; Ccrrahoğlu, Tefsir Usûlü, 95-102 ; 1. Karaçam, K. Kenm'in
Nuzûlü, 40-140 ; K. Kenm-inFazûetleri, 14-18 ; A. Çetin, K. KenmTarihi,
158-163.
[17] Kıraat meselesi. Kıraat ilmi. Kıraat ihtilâfları ve
imamlanyla ilgili olarak bkz. Menâhil, 1/403,417,441 ; Rafii, İ'câzu'l-Kufan,
51-53 ; Mekkî b. Ebû Tâlib, el İbâne, 48 ; Îbnü'l-Cezerî, en-Neşr, 1/34, 41-46
; Gaye, 1/261-263; 288-292, 346-349,423-425, 443-445. 502-503, 535-540,
615-616, 2/330-334, 382-384 ; 386-389 ; el-Burhnr\ 1/318-330 ; î. Karaçam, K.
Kerim'in Nuzülü, 245-247, 312 ; K. Kerîm'in FazÛetleri, 474-477 ; Vejeyat,
2/216; 3/9,41-42, 295-297,466-470; 5/368-369, 6/274-276,390-392 ; Alam, 2/308 ;
3/72 ; 4/12, 228, 255, 366 ; 5/93-94 ; 297 , 8/317-318 ; 9/241, 255; İzmirli,
Tarih-i KuKân, 18 ; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 102-114 ; Keskioğlu, K. Kerîm
Bilgileri, 159-164 ; A. Çetin, K. Kerîm Tarihi, 158-171 ; Suat Yıldırım,
Kur"ân-ı Kerim ve Kur'ân ilimlerine Giriş, İstanbul, 1983.
[18] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Dâni, Ebû Amr Osman b.
Said, el-BeyânjİAddi âyi'l-Kurân, Süleymaniye, ktp. Hamidiye ktp. no: 18, vr.
211 a-220b ; İbn Kesîr, Zeyl 26 ; Kurtubî, el-Câmi; 1/64 .
[19] Keskioğlu, K. Kerim Tarihi, 268 ; Mehmed
Sofuoğlu, Tefsire Giriş, İstanbul,
1981, 88 ; A. Çetin, K. Kerim Tarihi 149.
[20] Suat Yıldırım, Kur'ân İlimlerine Giriş, 83-86.
[21] îbn Kesir, Zeyl, 26 ;
Menâhil, 1/410 ; Sofuoğlu,
Tefsire Giriş, 89 ; Kurtubî, el-Cami’,
1/63 ; el-Burhân, 1/251 ; A. Çeün, K. KerimTarthi, 151-152.