Hz. Yusuf (a.s.)'un Kuyuya Atılması:
Mısır Azizi'nin Hanımının Hilesi:
Hz. Yusuf (a.s.)'un Hapse Atılması ve Orada Dine Davet
Etmesi:
Hz. Yusuf (a.s.)'un Zindandan Köşke Gelişi:
Hz. Yusuf (a.s.)'un Kardeşlerinin Ondan Buğday
İstemeleri:
Hz. Yusuf (a.s.)'un Kardeşini Yanında Alıkoymak İçin
Yaptığı Hile:
Hz. Yusuf (a.s.)'un Asılsız Hırsızlık Olayı:
Kardeşlerin Tanışması ve Ailenin Buluşması:
Hz. Yusuf (a.s.) Kıssasından Alınacak İbret ve Öğütlen
Kur'an-ı Kerimin Arapça Oluşu, Kur'an Kıssasının Önemi
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Hz. Yusuf (A.S.)'Un Rüyası Ve Hz. Yakup (A.S.)'Un Bu
Rüyayı Tabir Etmesi
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Yusuf u Kuyuya Atmak İçin İttifak Etmeleri
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Hz. Yusuf (A.S.)'un Kurtulması Ve Vezirin Evinde İkrama
Lâyık Olması,
Hz. Yusuf (A.S.)'ın Kovaya Tutunması Ve Kafileyle Yola
Çıkması
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Hz. Yusuf (A.S.)'un Mısır Sarayına Varması Ve Kendisine
Peygamberlik Verilmesi
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Hz. Yusuf (A.S.) Ve Vezirin Hanımı
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Hz. Yusuf (A.S.)'un Zindanda Hak Dine Davet Etmesi
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Hz. Yusuf (A.S.)'un Kralın Rüyasını Tabir Etmesi
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Ayetten Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Yusuf (A.S.)'ın Yöneticiliğe Ve Maliye Bakanlığına
Getirilmesi
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Yusuf (A.S.)'In Kardeşlerinin Bünyamin'i Kendileriyle
Göndermesi İçin Babalarıyl Görüşmeler
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Yakup (A.S.)'In, Çocuklarına Mısır'a Değişik Kapılardan
Girmelerini Tavsiye Etmesi
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Yusuf (A.S.)'In Kardeşi Bünyamin'i Tanıması Ve Yanında
Kalması İçin Tedbirler Alması
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Kardeşlerin Yusuf'u Tanımaları Ve Hatalarını İtiraf
Etmeleri; Yusuf (A.S.)Tn Da Onları Affetmes
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Yakub (A.S.) Ailesinin Mısır'da Buluşması
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Muhammed (S.A.) Peygamberliğinin İspat Edilmesi
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Kur'an Kıssalarından Alınacak İbretler
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
Yusuf
suresi Mekkî (Mekke'de inen) sure olmasına rağmen üslûbu gayet sade ve mana
dolu, ünsiyet, rahmet ve letafet hususiyetleri taşıyan bir suredir. Diğer Mekkî
surelerde hakim unsur olan uyarı, korkutma ve tehdit damgası taşımamaktadır.
Atâ
diyor ki: Üzgün bir kimse yoktur ki, Yusuf suresini dinleyip de huzura
kavuşmasın.
Beyhakî'nin Delâil'de İbni Abbas'tan rivayet ettiğine göre Yahudilerden bir grup Rasulullah (s.a.)'ın bu sureyi okuduğunu işittiklerinde, ellerindeki kitaba uygunluğu sebebiyle İslâm'ı kabul ettiler. [1]
Hz.
Yusuf, Hz. İbrahim oğlu Hz. İshak oğlu Hz. Yakub'un 12 erkek evladından
biridir.
Hz.
Yakup (a.s.)'un çocukları, Kenan diyarında dünyaya gelen Bünyamin hariç,
(Filistin'de) Aram köyünde dayısı Laban'ın iki kızını kendisine nikahlaması
karşılığında koyunlarını güttüğü yıllarda dünyaya gelmişlerdi.
İmam
Ahmed ve Buharî'nin İbni Ömer'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte
Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurdu:
"Değerli
kişinin oğlu, değerli kişinin oğlu, değerli kişinin oğlu, değerli kişi: İbrahim
oğlu îshak'ın oğlu Yakub'un oğlu Yusuf tur."
Hz.
Yusuf (a.s.), kardeşlerinin kinini toplayacak ve tuzak kurmalarına sebep
olacak kadar babasının nezdinde sevimli ve gözalıcı bir güzelliğe sahipti.
Henüz 17 veya 18 yaşlarında iken rüyasında 11 yıldız, Ay ve Güneş'in kendisine
secde ettiklerini görmüş, bu rüyayı babasına anlatmıştı. Babası da ona peygamberlik
ve rüya tabiri etme kabiliyeti verileceğini müjdelemişti. [3]
Kardeşleri
onu alıp gezmek ve oyun oynamak için kıra götürmüşler, sonra da kuyuya
atmışlardı. Babalarına da "Onu kurt yedi" diyerek yalan söylemişlerdi.
Salih
bir zat olan babaları Hz. Yakup (a.s.) onların sözleriyle ikna olmamış, onları
Hz. Yusuf (a.s.)'a plan tertip etmekle suçlamıştı. Bundan sonra Allah kuyuya
atılan bir kovanın zincirine sarılmak suretiyle Onu kurtarmış, onu bulup
alanlar da Mısır'da ucuz bir fiatla satmışlar, sahibinden satın aldıklarını
iddia etmişlerdi. Onu Menzile gölünün yakınındaki Doğu Bölgesi Azizi olan
Futayfar veya Utayfar ismindeki Emniyet İşleri Başkanına satmışlardı.
Mısır
Azizi onu sevmiş, hanımı Züleyha'ya da "Ona ikramda bulun" diye
tenbihde bulunmuştu. Mısır Aziz'i Hz. Yusuf (a.s.)'a köşkünde bazı görevler
vermiş, hizmetçilerin reisi ve köşkün işlerinin amiri yapmıştı. Allah da Hz. Yusuf
(a.s.)'u hidayetiyle terbiye ve tevfiki ile himayesine almıştı. [4]
Hz.
Yusuf (a.s.)'un gözalıcı güzelliği imtihan sebebi oldu.
Müslim
Sahih 'inde Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Yusuf u gördüm. Bir de ne göreyim, güzelliğin yarısı ona verilmiş."
Aziz'in
hanımı Yusuftan hoşlanmış, Yusuf a aşık olmuştu. Yusuf ise Allah'a iman
ettiği, emrine uyduğu, haramlarından kaçındığı ve kocasının lütuf-larını
takdirle karşıladığı için kadının tekliflerini reddetmişti: "Ben Allah'a
sığınırım. Efendim olan kocan, bana iyilikte bulunmuştur. Şüphesiz ki zalimler
hiçbir zaman kurtuluşa eremezler." (Yusuf, 23).
Hz.
Yusuf (a.s.) Rabbinin burhanını gördüğü, yani taate gayret ettiği ve
babalarının edeplerine sarıldığı için o kadının arzusuna uymadı.
"Levlâ"
kelimesi "olmasaydı" manasındadır. Yani Rabbinin burhanı olduğu için
onun arzusuna uymadı demektir. Meselâ bir ayette "Musa'nın annesinin
gönlünde evladından başka bir şey yoktu. Eğer müminlerden olması için kalbini
pekiştirmeseydik, neredeyse Musa'nın kendi çocuğu olduğunu açığa vuracaktı.
" (Kasas, 28/10) buyuruluyor. Yani "kalbi pekiştirildiği" için
onun kendi çocuğu olduğunu açıklamaktan çekindi demektir. [5]
Züleyha
arzusunu gerçekleştiremeyip eli boş dönünce, emri altında olanlardan birisinin
kendisine muhalif hareketlerde bulunduğu efendiler, hanımefendiler gibi o da
Yusuf a kin beslemeye başladı.
Kocasını
içeriye girmek üzere kapıda görünce hemen bir suç uydurdu. Yusuf un kötülük
niyetinde olduğunu anlattı. Doğru sözlü Yusuf bunu yalanladı. Akıllı koca
delillere başvurdu. Yusuf un gömleği yırtılmıştı. Eğer gömleği önden
yırtılmışsa hanımının doğru, arkadan yırtılmışsa Yusuf un doğru söylediği anlaşılacaktı.
Çünkü kadına hücum eden kişiye karşı kadının karşı koyması ve savunması ön
taraftan, kaçan kimseye arkadan yetişen kadının hücumu ise normalde arkadan
olurdu.
Sonunda
Yusuf un suçsuz olduğu ortaya çıkmış, kadının suçlu olduğu anlaşılmıştı. Mısır
Azizi Yusuf a bu durumu gizlemesini, kadına da günahı için Allah'tan af
dilemesini emretti.
Bununla
beraber Mısır Azizi'nin hanımı Züleyha'nın ve delikanlının haberi şehirde
yayılmış, kadınlar Mısır Azizi'nin hanımını ayıplamışlardı. Züleyha hanımları
davet etmiş, onlara bıçakla kesilecek meyveler hazırlamış, her birine birer
bıçak vermişti. Yusuf a kadınların huzuruna çıkmasını emretmişti. Yusuf un
güzelliği kadınların gözlerini kamaştırmış, ellerini kesmişlerdi. Kadınlar
"Bu beşer değildir, olsa olsa değerli bir melektir" demişler,
Züleyha'yı mazur görmüşlerdi.
Züleyha
Yusuf a, arzusunu kabul etmezse hapse atılacağı tehdidinde bulundu. Bu durum
insanlar arasında yayılmıştı. Efendisi de hanımının şerefini korumak için Yusuf
u hapse koymayı uygun gördü. [6]
Yusuf
hapse konulmuş, onunla birlikte iki genç de hapse girmişti: Biri Kralın
fırıncılar başkanı, diğeri ise su işleri başkanı idi. Birincisi rüyasında başında
ekmek taşıdığım ve kuşların da bundan yediklerini, ikincisi ise rüyasında
kendisini kralım kadehine şaraplık üzüm sıkarken görmüştü. Her ikisi de Yusuf
tan rüyalarının tabirini istemişlerdi.
Yusuf
rüya tabiri üzerindeki kabiliyetini ortaya koyacaktı. Fakat o önce mahpus
arkadaşlarına "Allah'ın birliğine davet" konusunu açarak şöyle dedi:
"Birbirinden ayrı uydurma tanrılar mı hayırlı, yoksa bir ve her şeye galip
olan Allah mı?" Birincisine, asılacağını ve başından kuşların yiyeceğini,
ikincisine de kendisinin krala içki vereceğini söyledi. Yusuf hapisten
kurtulmayı düşündü ve bu ikisinden kurtalacağını umduğu kişiye "Efendinin
yanında benden söz et" dedi. Ne var ki şeytan o kişiye efendisinin
huzurunda Yusuf u hatırlatmayı unutturdu. Yusuf böylece bir kaç yıl zindanda
kaldı. [7]
Kral
bir gece rüyasında yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini ve tek bir
gövdede yedi güzel olgun başağı yedi kuru başağın yediğini görmüştü. Bu rüyayı
tabir etmek için bütün sihirbazları çağırdı. Sihirbazlar "Bunlar karışık
rüyalardır. Biz böyle rüyaların tabirini bilmeyiz." dediler.
O
anda kralın şarapçısı zindandaki Yusuf u hatırladı, durumu krala arzet-ti. Kral
da zindana birini gönderip bu rüyanın doğru yorumunu getirmesini uygun gördü.
Elçi zindana geldi ve aldığı cevabı krala iletti. Kral, Yusuf u bana getirin,
dedi. Yusuf suçsuzluğu ve davet edilen kadınlara karşı gerçek tavrı ortaya
çıkmadan zindandan çıkmayı reddetti.
Kral
kadınları çağırttı. Onlara bu durumu sordu. Kadınlar "Haşa, Allah için biz
onda kötü bir niyet görmedik" dediler. O zaman Mısır Azizi'nin hanımı
Züleyha Yusuf un suçsuz olduğunu itiraf etti ve şöyle dedi:
"Şimdi
gerçek ortaya çıktı. Ben, onu baştan çıkarmak istemiştim. Şüphesiz o, doğru
söyleyenlerdendir. Onun gıyabında kendisine ihanette bulunmadığımı bilmesi için
(böyle davrandım). Zaten Allah hainlerin tuzağını başarıya ulaştırmaz. Ben
nefsimi temize çıkarmak istemem. Çünkü nefis kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin
merhamet ettiği kimse müstesnadır. Şüphesiz ki Rabbim Gafurdur (çok
affedicidir), Rahimdir (çok merhametlidir)."
"Ben
nefsimi temize çıkaramam" ayeti, yanlışlıkla bazı müfessirlerin zikrettikleri
gibi, Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü değil Aziz'in hanımının sözüdür. [8]
Hz.
Yusuf iftiradan arınmış suçsuz olarak zindandan çıktı. Kral kendisine hangi
işten memnun olacağını sordu. Yusuf "Beni ülkenin hazinelerinin başına
getir" dedi. Kral da onu bütün memlekette her türlü yetkiye sahip kılarak
ticaret işlerine bakan yaptı, hatta başkanlığı da ona tevdi etti. Henüz otuz
yaşında bulunan Yusuf un eline kendi mührünü teslim etti. [9]
Verimli
geçen yedi senenin ardından kurak yedi sene gelmişti. Hz. Yusuf verimli
yıllarda depolarca buğday biriktirmişti.
Bundan
sonra Filistinliler geldiler. Hz. Yakup (a.s.) oğullarını buğday getirmek
üzere develer ve merkeplerle birlikte Mısır'a gönderdi.
Kardeşleri
gelince Yusuf onları hemen tanımış, ama onlar Yusuf u tanımamışlardı. Zira
Yusuf o sırada 40 yaşındaydı. Onlardan ikinci defasında kardeşlerini de
getirmelerini istemişti. Paralarını buğday çuvallarının içine koydu ve onlara
verdikleri parayı iade ettiğini bildirmeden, kardeşlerini getirmeleri için
buğdayı bedelsiz vermiş oldu. Zira kardeşleri yine geleceklerdi ve hakları olmayan
şeyi kabul etmezlerdi.
Filistin
halkı şiddetli kıtlıkla karşılaşınca Hz. Yakup (a.s.) oğlu Bünya-min'in de
kardeşleriyle birlikte yola çıkmasına müsaade etti. Mısır'a geldiklerinde
Yusuf onları gayet güzel karşılamış ve bir öğle yemeğinde onlara gayet güzel
misafirperverlikte bulunmuştu. Fakat İbranilerle beraber yemek yemeyi kötü
sayan Mısırlıların âdetine uyarak Yusuf onlarla beraber yemek yememişti. Hz.
Yakup (a.s.)'un oğulları Yusuf un hizmetçisine hem önceki buğdayın bedeli, hem
de yeni alacakları buğdayın bedeliyle geldiklerini söylediler. [10]
Yusuf
(a.s.) kardeşlerinin buğday yüklerinin hazırlanmasını emretmiş, her birinin
yüküne parasının konulmasını ve kardeşi Bünyamin'in yüküne de kralın su
kabının konulmasını emretmişti.
Tam
yola çıktıkları esnada, "Kralın su kabını çalmışsınız, kim çalmışsa kralın
kanununa göre fidye olarak alıkonulur" diye bir nida duydular. Bütün
yükler arandı. Kralın su kabı Bünyamin'in yükünde çıktı. Kral'a tavassutta
bulunarak kardeşleri onu çok seven yaşlı bir babası olduğunu, onun yerine içlerinden
birini alıkoymasını istirham ettiler. Kral bunu kabul etmedi. Kardeşleri
"Eğer o hırsızlık yapmışsa bundan önce onun öz kardeşi de hırsızlık
yapmıştı" dediler. Yusuf onların bu sözlerini sineye çekti. Kendi kendine,
"Siz bu hırsızlık yapandan daha kötü durumdasınız" dedi. [11]
Yusuf
küçükken annesi ölmüş, onu halası kefaleti altına almıştı. Babası Yusufu
halasından almak istediğinde halası Yusuf a Hz. İbrahim (a.s.)'e ait yanında
bulunan bir kemer giydirmiş ve bunu elbisesinin içine gizlice koymuş, sonra da
kemerinin kendisinden çalındığını söylemişti. Bu kemeri Yusuf un elbisesinin
içinden çıkarınca yaptığı bu harekete ceza olarak Yusuf un kendisine hizmet
için kendi yanında kalmasını istemişti. Kardeşlerinin Hz. Yusuf (a.s.)'a isnat
ettikleri asılsız hırsızlık olayının aslı bu idi.
Nihayet
Yusuf un kardeşleri en küçükleri Bünyamin ve en büyükleri hariç olmak üzere
babalan Hz. Yakup (a.s.)'un yanına gelip olanları haber verince Hz. Yakup
(a.s.) daha fazla üzülmüş, üzüntüden ve ağlamaktan dolayı gözlerine ak düşmüş,
görmez olmuştu. Bir yandan da Yusuf un acısını hatırlamıştı. [12]
Bundan
sonra Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşleri üçüncü defa Mısır'a geldiler ve karşılaştıkları
kıtlık ve yokluk sebebiyle "Az bir sermaye ile geldik" diyerek buğday
yardımı ve ayrıca kardeşlerinin serbest bırakılmasını istediler.
Hz.
Yusuf (a.s.) onlara eskiden yaptıkları kötülüğü hatırlatarak "Siz cahil
iken Yusuf ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz?" dedi. Kardeşleri
O'nun Yusuf olduğunu anlamışlardı: 'Yoksa sen gerçekten Yusuf musun?"
dediler. Yusuf "Ben Yusuf um, bu da kardeşim. Allah bize lütufta
bulundu..." dedi.
Hz.
Yusuf (a.s.) kardeşlerine babasının yüzüne koymaları için ve bütün aile
halkını alıp getirmeleri için gömleğini verdi. Filistin'e ulaştıklarında
gömleği Hz. Yakup (a.s.)'un yüzüne koydular. Gözleri açılmıştı. Müjdeci, Yusuf
ve kardeşinin selâmette olduğu haberini vermişti.
Hz.
Yakup (a.s.) ve aile halkı Mısır'a geldiler. Hz. Yusuf, babası Hz. Yakup ile
hanımını (annesi öldüğünde küçük yaşta kendisine annelik yapan teyzesini)
himayesine aldı. Babası, annesi, 11 kardeşi Hz. Yusuf (a.s. )'a hürmet ve tazim
secdesi yaptılar. Bu secde ibadet secdesi değildi. İşte bu, 11 yıldız ile Ay ve
Güneş'in secde etmesi şeklindeki rüyanın tabiri idi.
Bu
buluşma Hz. Yakup (a.s)'un başkanlığındaki bu aile için büyük bir sevinç
vesilesi idi. Bu sebeple Allah'ın kendisine verdiği ilim ve mülk sebebiyle Hz.
Yusuf (a.s.)'un, Allah'a şükrünü ilan etmesi vacip olmuştu. Hz. Yusuf (a.s.)
Cenab-ı Hak'tan dünya ve ahirette yardımcısı olmasını, müslüman olarak yani
Allah'a isyankâr olarak değil, itaatkâr olarak canını almasını ve kendini
salih-lere, peygamber olan dedelerine ilhak eylemesini niyaz etmişti. [13]
Hz.
Yusuf (a.s.) kıssasından pek çok ibretler, çeşitli öğütler, yüce ahlak ve
fazilet örnekleri çıkarılabilir. Bunlardan birkaçını zikredelim.
1- Sıkıntılar nimete sebep olabilir. Hz. Yusuf (a.s.) kıssası önce kuyuya
atılması, köle olarak satılması gibi üzücü ve dehşetli olaylarla başladı. Sonra
da kadınlarla zorlu bir imtihan geçirdi. Ardından zindana atıldı. Nihayet şartlar
(Allah'ın izniyle) O'nu Mısır'ın fiilen idarecisi durumuna getirdi.
2- Kardeşler arasında ölüme veya
helak olmaya sebep olabilecek şekilde kin ve kıskançlık olabilir
3- Hz. Yusuf (a.s.)'un peygamber evinde yetişmesi güzel bir yetişme tarzı
idi. Orada yüce ahlak, yüksek hasletler üzerinde terbiye görmüş, babalan ve
dedeleri olan peygamberlerden miras kalan kâmil vasıflarla yetişmişti. Bu durum
karşılaştığı büyük olaylardan kendisine fayda sağlamış, mihnetlerde yardımcı
olmuş. Hz. Yusuf (a.s.)'a zorluktan sonra rahatlık, zillet ve gönül kırıklığından
sonra izzet ve ilâhî yardım gelmişti.
4- İffetli olmak, güvenilir olmak,
Hak yolda devam etmek hem erkekler, hem de kadınlar için aynı şekilde bütün
hayrın kaynağıdır. Dine ve fazilete sarılmak saygınlığın ve güzel itibar
sahibi olmanın kaynağıdır. Gerçek bazan gizli kalsa bile bir müddet sonra
mutlaka ortaya çıkar.
5- Fitnenin sebebi erkeğin kadınla yalnız kalmasıdır. Bunun için İslâm bunu
haram kılmıştır. Kadının, (80 km. gibi) uzun bir mesafeye, meydana gelebilecek
zorluklar sıkıntılar, yolculukta devamlı rastlanan problemler sebebiyle, modern
süratli vasıtalarla bile olsa, mahremsiz yolculuk yapmasını yasaklamıştır.
Tirmizî
ve Nesaî'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte "Bir erkekle bir kadın yalnız
başına kapalı bir yerde (halvette) kalırlarsa üçüncüleri şeytan olur"
buyu-rulmaktadır.
6- Ulvî prensiplere iman ve sarsılmaz inanç, zorlukları aşmanın, basitliklerden
kurtulmanın yoludur. İşte Hz. Yusuf (a.s.)'u temiz bir ruh sahibi, şehevî
arzular ve aldatıcı zevkler karşısında yumuşamayan sessiz bir azimet sahibi, değerli
bir kişi kılan da budur.
7- Zorluk anında Allah'a sarılmak, darlık anında O'na yönelmek:
Hz.
Yusuf (a.s.) Züleyha'nm "zindana attırmak" tehditlerine aldırmamış,
'Ya Rabbi! Onların beni davet ettikleri şeyi yapmaktansa zindan benim için daha
hayırlıdır" diyerek Allah'a iltica etmişti.
8- Zorluklar mümini Allah'a davet vazifesinden caydıramaz. Zira Hz. Yusuf
(a.s.) zindanda olmasına rağmen kendisiyle birlikte olan iki mahpusun rüyalarını
tabir etme fırsatını değerlendirdi. Belki onunla beraber bulunanlar onun
davetine iman ederler diye, hemen tevhide ve Allah'ın dinine davete başladı.
Gerçekten de kral, rüyasının tabirini isteyen kralın şarapçısı ve bir rivayete
göre kadının ailesinden şahit olan biri (Yusuf, 36) İslâm'ı kabul ettiler.
9- Hadiseleri değerlendirme basireti, izzet ve vakar (ağırbaşlılık)
sahibi olmak. Hz. Yusuf (a.s.) ileride suçlu olduğu ve suçu sebebiyle zindana
konulduğu şeklinde itham edilmemesi için suçsuzluğu ilân edilmeden, manevî
temizliği kabul edilmeden ve şerefli olduğu ortaya çıkmadan zindandan ayrılmak
istemedi.
10- Sabrın fazileti (bu kıssa ile) açıkça ortaya çıkmıştır. Hz. Yusuf
(a.s.) uğradığı zorluklar ve engelleri aşabilmek için eziyetlere karşı sabır
zırhını giymiş bir kimse idi. Sabır huzurun anahtarı, imanın yansı, zaferi
gerçekleştirmenin yoludur. Allah diğer peygamberlere, ümitsizliğe
düştüklerinde nasıl yardım ettiyse ona da yardım etti. Onun başarısını,
nesiller boyu söylenecek bir söz haline gelen kardeşlerini affedip, ikramda
bulunmak tacı ile taçlandırdı. Hz. Yusuf (a.s.) şöyle diyordu: "Artık
bugün sizin için kınanacak bir durum yoktur. Allah sizleri affetsin."
11- Hz. Yusuf (a.s.) kıssası, kurdun, onun kanını dökmediğini beyan etmiş
olduğu gibi Hz. Yusuf (a.s.)'un mutlak olarak olduğunu da ortaya çıkarmıştır.
Razî'nin belirttiği gibi pek çok şahit onun suçsuz olduğunu göstermiştir.[14]
Birincisi: Âlemlerin Rabbi Allah'ın şahitliği. Cenab-ı Hak Hz.
Yusuf (a.s.)'un günahtan uzak olduğuna şu sözüyle şehadet etmektedir.
"Yusuf u ihanetten ve fuhuştan alıkoymak için biz ona böyle yaptık. Çünkü
o ihlâslı kulları-mızdandı." (Yusuf, 24).
Bu
ayetle Cenab-ı Hak onun temizliğine dört defa şahitlik etmiştir:
"Alıkoymak için..." buradaki "lâm" tekit ve mübalağa
manasını ifade eder; "Fuhuştan" kelimesiyle;"O bizim kullarımızdandı"
cümlesiyle;"İhlâslı" kelimesiyle.
İkincisi: Şeytan'm onun suçsuzluğuna şahitliği. "Şeytan
"Ey Rabbim! Senin izzet ve şerefine yemin olsun ki içlerinde kendilerine
ihlâs verilen kullar hariç bütün insanları yoldan çıkaracağım" dedi.
(Sad, 38/82]. Şeytan bu sözüyle ihlâslı kullan yoldan çıkarmasının mümkün
olmadığını ikrar etti. Hz. Yusuf (a.s.) da az önce geçen ayet sebebiyle
Allah'ın ihlâslı kullanndandır. Dolayısıyla onu baştan çıkaramamıştır.
Üçüncüsü: Hz. Yusuf (a.s)'un "Beni o baştan çıkarmak
istedi." (Yusuf, 26) ve "Ya Rabbi! Zindan benim için bunların teklif
ettiklerinden daha hayırlıdır." (Yusuf, 33) sözleriyle yaptığı şahitliği.
Döndüncüsü: Vezirin hanımının şahitliği. Çünkü kadın Hz. Yusuf
(a.s.)'un suçsuzluğunu ve masum olduğunu itiraf etmiş, kadınlara, Ben onu
baştan çıkarmak istedim, ama o günahtan kendini korudu." (Yusuf, 32) ve
ayrıca "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onu baştan çıkarmak istemiştim.
Şüphesiz ki O doğru söyleyenlerdendir." (Yusuf, 51) demişti.
Beşincisi: Vezirin ailesinden olan kimselerin şahitliği: Kadının
ailesinden bir şahit "Eğer Yusuf un gömleği ön taraftan yırtılmış ise
kadının söylediği doğrudur, Yusuf yalancılardandır. Şayet Yusuf un gömleği
arkadan yırtılmışsa kadın yalancıdır. Yusuf doğru söyleyenlerdendir" diye
hakemlik etti. (Yusuf, 26-27).
Altıncısı: Ellerini doğrayan kadınların şahitliği. "Haşa!
Biz ondan bir kötülük görmedik" dediler. (Yusuf, 51).
Bütün
bu şahitlikler Hz. Yusuf (a.s.)'un suçsuzluğunun kesin delilleridir. Kim onu
kötülüğü arzu etmekle itham ederse -ki kötülüğü arzu etmek nefsî bir olay olup
cezası yoktur- o kimse kötü davetçilerdendir, cahil ve ahmaktır, Hz. Yusuf
(a.s.)'un masumiyetine -açıkladığımız gibi- şahit olan Şeytandan da aşağıdır.
12- Hz. Yusuf (a.s.) kıssası Allah'ın kazasına mani olacak, takdirine
engel olacak hiçbir gücün bulunmadığına ve O bir insana hayır ve ikram takdir
etmişse bütün cihan bir araya gelseler bile hiçbir kimsenin buna engel olamayacağına
irşad etmektedir.
13- Bu kıssa hasedin neticede rezil olmaya, hüsrana uğramaya sebep olduğuna
delâlet etmektedir.
14- Sabır, huzurun anahtarıdır. Hz. Yakup (a.s.) sabredince muradına ermiş,
Hz. Yusuf (a.s.) da sabredince daha önce açıklandığı gibi, arzularına kavuşmuştur. [15]
1-
Elif, Lâm, Ra. Bunlar apaçık kitabın ayetleridir.
2-
Biz, muhakkak bu kitabı okuyup anlamanız için Arapça bir Kur'an olarak
indirdik.
3-
Biz sana bu Kur'an'ı vahyetmek suretiyle, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz.
Halbuki daha önce senin bunlardan haberin yoktu.
Bu
surenin başlangıcı Yunus suresinin başlangıcına benzemektedir. Ancak Yunus
suresinde Kur'an "hakim (hikmet dolu)" vasfıyla, burada 'mübîn (apaçık)"
vasfıyla zikredilmiştir. Bunun sebebi ise bu surede değerli ve sabırlı bir
peygamberin uğradığı büyük ve önemli olayların anlatılmasıdır. Onun için bu
surede Kur'an'ın "beyan (açıklayıcı olma)" vasfıyla tavsifi münasip
olmuştur. Halbuki Yunus suresinin konusu Allah'ın birliği, vahiy ve
peygamberliğin ispatı, öldükten sonra dirilme ve amellerin karşılığının
verilmesi gibi dinin esasları konularıdır. Bu sureye münasip olan Kur'an'ın
hikmetle tavsif edilmesidir.
Ayetlerin
manası şu şekildedir: Sana indirdiğimiz şu ayetler Arapları aciz bırakma
hususunda durumu gayet açık olan bu surenin ayetleridir. Bu ifade Zemahşerî'nin
tefsiridir.
Ebu
Hayyan diyor ki: Açıkça görülen şudur ki "Kitap "tan murad
Kur'an'dır. "el-Mübîn" ya apaçık olan, Arapları aciz bırakmak ve
susturmak hususunda durumu açık olan ya da helâl-haramı, hadleri ve hükümleri
ve dinin emirlerinden ihtiyaç duyulan hususları açıklayan, yahut hidayet
yolunu, hakkı ve bereketi açıklayan demektir.
Hangi
manada olursa olsun, "Kitab" ismi Kur'an'ın bütününe veya bir kısmına
verilen cins isimdir. İster bundan murad bu sure olsun, isterse tamamı olsun;
maksat Kur'an'ın bu sıfatının ispatıdır. Kur'an'ın sıfatları ise bütün sureler
arasında farklılık arzetmez. Kur'an'ın bütün sureleri kapalı hususları
açıklayan gayet açık ve net ifadelerle doludur. Kur'an ayetleri kapalı durumları
açıklamakta ve tefsir etmekte, şeriatın hükümlerini izah etmekte, dünya ve
ahirette en hayırlı olanı göstermektedirler.
Kurtubî
ve İbni Kesir diyor ki: Bunlar kitabın, Kur'an-ı Mübîn'in yani kapalı şeyleri
açıklayan, tefsir eden ve beyan eden açık, apaçık bir kitabın ayetleridir.
Kitab-ı Mübîn ile Kur'an-ı Mübîn yani helâli haramı, hadleri ve hükümleri,
hidayet ve bereket yolunu açıklayan Kur'an kastedilmektedir.
Biz
muhakkak bu Kur'an'ı, daha önce bilmediğiniz kıssa ve haberleri, âdap ve
ahlâkı, hüküm ve şeriatı, siyaset, sosyal hayat, iktisat ve devlet işlerinde
tutarlı huzurlu hayat programlarını öğrenmeniz için, bu kitapta bulunan ve hem
insan unsurunu hem de toplumu en sağlam esaslar üzerine kuran mana ve
hedefleri düşünmeniz için, Arap neslinden gelen Muhammed'e dillerin en fasihi,
en açık ifadelisi, en genişi, gönüllerde olan manaları ifade etmekte en bol
imkâna sahip olanı ile yani Arapça olarak indirdik.
İbni
Kesir diyor ki: Bu sebeple kitapların en şereflisi, dillerin en şereflisiy-le,
Peygamberlerin en şereflisine, meleklerin en şereflisinin elçiliğiyle indirilmiştir.
Bu yeryüzün en şerefli topraklarında olmuş, Kur'an'm inzaline yılın en şerefli
ayında başlanmıştır. Böylece Kur'an her yönüyle mükemmel bir kitap olmuştur.
Bunun
içindir ki Cenab-ı Hak "Biz sana tam ve mükemmel olan ve her şeyi
tafsilatıyla açıklayan bu Kur'an'ı vahyetmek suretiyle haberlerin en güzelini
bildiriyoruz" demektedir. Hz. Yusuf (a.s.) kıssası tam, mükemmel ve yüce
hedefleri, pek çok ibretleri tafsilatıyla açıklayan bir kıssa olmuştur.
Halbuki bunu sana vahyetmemizden önce sana bildirdiğimiz bu kıssadan habersiz
ve bilgisiz idin, bunun hakkında senin hiçbir malumatın yoktu. Bu konuda senin
durumun, eskilerin kıssalarından ve haberlerinden hiçbir şey bilmeyen kavminin
durumu ile aynı idi. [16]
4-
Hani bir zaman Yusuf "Babacığım! Rüyamda on bir yıldızla, Güneş'in ve Ay'ın
bana secde ettiklerini gördüm" demişti.
5-
Babası da ona şöyle demişti: 'Yavrum!.
Bu rüyanı sakın kardeşlerine anlatma.
Yoksa sana bir tuzak Ararlar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır."
6- I?te böylece Rabbin seni seçecek, sa- na
rüyaların tabirini öğretecek, daha
önceki ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve
Yakup ailesine de nimetini tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alîm'dir (her
şeyi gayet iyi bilendir), Hakimdir (hüküm ve hikmet sahibidir).
Ya
Muhammed! Kavmine Yusuf (a.s.) kıssasını anlat. Hani Yusuf (a.s.) babası Yakup
(a.s.)'a "Ben rüyamda on bir yıldızın, güneş ve ayın bana ibadet secdesi
olmayıp saygı, eğilme, boyun eğme ve tevazu secdesinde bulunduklarını
gördüm" demişti.
Bu
rüyanın karışık ve anlamsız rüyalardan ibaret olmayıp "ilham rüyası"
olduğuna delâlet etmek için, akıllı olmayan varlığın fiili, akıllı olan
varlığın fiili olan "secde" ile tavsif edildi.
İbni
Abbas diyor ki: Peygamberlerin rüyası vahiydir. Salih rüya da peygamberlik
alâmetlerinden biri ve gaybden haber vermenin bir çeşididir. Zira bu rüyayı
salih bir kul görmüş, salih bir kul da tabir etmiştir. Böyle rüyalar olayların
saf ruha resim gibi intikal etmesidir. Umumiyetle de "nefis hadisi"
ne uygun tecelli etmektedir.
On
bir yıldız Hz. Yusuf (a.s.)'un on bir kardeşidir. Yıldızlar kardeşler, Güneş
ile Ay ise babası ve annesidir. Bu müfessirlerden bir grubun görüşüdür. Çünkü
yıldızlar gerçekte secde etmezler. Dolayısıyla "gördüm" sözü rüyaya
ait olmaktadır. Ayrıca Hz. Yakup (a.s.)'un "Rüyanı kardeşlerine
anlatma" sözü buna delildir.
İbni
Cerîr et-Taberî Cabir'den naklediyor: Yahudilerden Bustanetu 1-Yahu-di (Yahudi
bahçıvan) denilen bir adam Peygamberimiz (s.a.)'e geldi Ona:
-
Ya Muhammed! Bana Yusuf un kendisine secde ettiğini söylediği yıldızların
isimleri nelerdir, haber verebilir misin? dedi.
Cabir
diyor ki: Peygamberimiz (s.a.) bir vakit sustu. Yahudiye hiçbir şey söylemedi.
O sırada kendisine Cebrail (a.s.) indi.
Bu
yıldızların isimlerini bildirdi. Rasulullah (s.a.) Yahudiye haberci göndererek
şöyle buyurdu:
- Ben sana bu yıldızların isimlerini büdirirsem
sen iman eder misin? Yahudi:
-
Evet, dedi. Efendimiz (s.a.):
- Bu yıldızların isimleri şunlardır: Cereyan,
Tank, Zeyyal, Zül-kenafat, Kabis, Vessab, Amûdan, Fulayk, Musabbih, Zarun,
Zül-ferağ; Ziya (Ay), Nur (Güneş).
Yahudi
dedi ki:
- Evet, vallahi bu yıldızların isimleri
bunlardır. [17] Hz. Yakup (a.s.), oğlu
Hz. Yusuf (a.s.) kardeşlerinin kendisine boyun eğecekleri manasını ihtiva eden
bu rüyayı gördüğünü anlattığı zaman, oğlu Hz. Yusuf (a.s.)'a
"Kardeşlerinin sana kıskançlıkla davranmamaları ve seni sıkıntıya
düşürecek bir tuzak kurmamaları için gördüğün bu rüyayı kardeşlerine anlatma
dedi. Çünkü şeytan Adem'in ve Ademoğullarının düşmanıdır. O'nun âdetlerinden
biri insanlar arasında fitne çıkarmaktır. Nitekim bizzat Yusuf (a.s.) şöyle
demişti: "Şeytan kardeşlerimle aramı açtıktan sonra..." (Yusuf,
100).
Sünnette
Rasulullah (s.a.)'tan nakledildiği "Sahih" rivayetle sabit olduğuna
göre, Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Sizden biriniz hoşuna giden
bir rüya gördüğü zaman onu anlatsın. Hoşuna gitmeyen bir rüya gördüğü zaman
diğer tarafa dönsün. Sol tarafına üç defa tükürsün. Bu rüyanın şerrinden
Allah'a sığınsın ve bu rüyayı hiç kimseye anlatmasın. Çünkü bunun kesinlikle
zararı dokunmaz." [18]
İmam
Ahmed ve bazı Sünen müelliflerinin Muaviye b. Hayde el-Kuşey-rî'den rivayet
ettikleri hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Rüya
tabir edilmediği müddetçe bir kuşun ayağındadır. Tabir edildiği zaman aynen
gerçekleşir."
Rabbinin
seni seçip de sana bu yıldızların, Güneş ve Ay'ın secde ettiklerini gösterdiği
gibi, O seni kendi zatı için seçecek, peygamberlik hususunda seni kendi ailene
ve başkalarına karşı tercih edecek ve sana rüya tabir etmeyi öğretecektir.
Rüya
tabiri, rüyanın varlıkta meydana gelecek şekliyle yorumunun yapılmasıdır.
Allah'ın
Hz. Yusuf (a.s.)'a yorumu öğretmesi: Bu hususta doğru olan O'na ilham etmesi
veya onu basiret sahibi kılmasıdır.
Nitekim
Hz. Yusuf (a.s.) babasına "İşte daha önceki rüyamın tabiri budur. Rabbim
bunu gerçekleştirdi." (Yusuf, 100) demişti. Yine zindandaki arkadaşlarına
"Gönderilen yemekler size ulaşmadan, rüyanızın tabirini size bildireceğim.
Bu Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir." (Yusuf, 37).
Seni
"rasul" olarak göndermek ve sana vahiy indirmekle sana ve Yakup ailesine
(yani babana, kardeşlerine ve zürriyetine) nimetini tamamlayacaktır.
Bir
insanın âli, ailesidir. Bu, şeref ve izzet sahibi olanlara has bir ifadedir.
Rasulullah (s.a.)'ın âl-i beyti gibi.
Nitekim
bu nimeti daha önce deden İshak, babanın dedesi İbrahim (a.s.)'e tam olarak
vermişti.
(Burada
İbrahim (a.s.) daha şerefli olduğu için daha önce zikredilmiştir).
Şüphesiz
ki Rabbin yarattıklarını ve bunlar arasında kimin seçkinliğine, imtiyazına hak
kazandığını en iyi bilenidir. (Bir başka ayette olduğu gibi) O peygamberliği
kime vereceğini en iyi bilendir. Yaptıklarında ve idaresinde hikmet sahibidir.
Her şeyi en uygun şekilde yapmaktadır. [19]
7-
Muhakkak, Yusuf ve kardeşlerinde (kıssasında) bunu soranlar için pek çok
ibretler vardır.
8- Hani kardeşleri (kendi aralarında) şöyle
konuşmuşlardı: 'Yusuf ve öz kardeşi (Bünyamin) babamızın yanında bizden daha
sevgilidir. Halbuki biz bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız gayet açık bir
yanlışlık içindedir."
9-
Yusuf u öldürün veya onu (uzak ve ıssız) bir yere atın da, babanızın sevgisi
yalnız size kalsın. Bundan sonra da sa-lih kimselerden olursunuz."
10- İçlerinden biri de şöyle dedi: 'Yusuf u
öldürmeyin. Onu ıssız bir kuyunun derinliklerine atın. Oradan geçen bir yolcu
kafilesi onu alsın. Eğer (bu işi mutlaka) yapacaksanız böyle yapın."
Allah'a
yemin olsun ki, Hz. Yusuf (a.s.) ile kardeşlerinin kıssasında bunu soran
kimseler için pek çok ibretler ve öğütler vardır.
Bu
kıssa bunu soran herkes için Allah'ın kudretine ve her şeyde hikmeti
bulunduğuna delâlet etmektedir. Bu kıssa peygamber olan Hz. Yusuf (a.s)'un
doğruluğuna ve Allah'ın bu kıssada ortaya koyduğu şekilde Hz. Yusuf (a.s.)'a
yapılan haksızlığın akıbeti, Hz. Yusuf (a.s.)'un rüyasının doğruluğu ve
rüyaları doğru tabir etmesi, nefsini dizginleyip ezmesi ve nihayet emaneti
hakkıyla yerine getirmesi gibi gerçeklere işaret etmektedir.[20]
Bu
kıssa anlatılması gereken gayet ilginç ve gerçekten ibretli bir haberdir. Bir
zaman kardeşleri şöyle demişlerdi: Allah'a yemin olsun ki Yusuf ve öz kardeşi
Bünyamin babamızın yanında bizden daha sevgilidir. Babamız sevgide bu ikisini
bize tercih etmektedir. Halbuki bu ikisi küçük, biz ise on kişilik bir grubuz.
Bu su-i zan içinde yemin ettiler, "ehabbü" kelimesi ism-i tafdil için
kullanılır ve "ef alü" veznindedir. Yani, bizden daha çok sever
demektir. el-Usbe" bir ile on kişi arasında insandan oluşan grup demektir.
Şüphesiz
ki babamız sevgide Yusuf u ve kardeşini bize tercih etmekle sevgide adalet ve
eşitliği bırakma hususunda doğruluktan ayrılmış olup gayet açık bir yanlışlık
içindedir. Nasıl olur da babamız muhtaç olduğu her çeşit geçim temini ve
müdafaa işlerini yerine getiren bizim gibi güçlü kuvvetli yiğitlere karşılık
yeterliliği olmayan ve faydası da dokunmayan güçsüz iki kişiyi tercih edebilir?
İki kişiyi nasıl cemaatten daha çok sevebilir?
Bu,
gerçekte babalarının değil, onların hatası idi. Çünkü Yusuf ve kardeşi anneleri
ölmüş küçük ve yetim çocuklardı. Ayrıca babalan Yusuf ta peygamberliğin ilk
alâmetlerini müşahede ediyor, onun akıl ve hikmet sahibi olduğunu görüyordu.
Rüyasından anladığı hususlar da beklediği neticeyi tekit ediyordu.
Bununla
birlikte evlada muamele ederken ihtiyatlı olmak, sevgi ve muamelede hatta
öpmekte bile eşit davranmak, çocukların aralarında birbirini kıskanmalarını,
birbirine buğzetmelerini tahrik edecek davranışlardan sakınmak istenmektedir.
Nitekim
Buharî, Müslim ve İbni Mace hariç Sünen sahiplerinin Nu'man b. Beşir (r.a.)'den
rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle
buyurmaktadırlar: "Allah'tan korkun ve çocuklarınız arasında adaletle
davranın. "
Taberanî'nin
yine Numan b. Beşir (r.a)'den rivayet ettiği hadis-i şerifte "Aranızda
iyilik ve lütuf hususunda adil olmalarını istediğiniz gibi onlara yaptığınız
bağışlarda da adil olun" buyurulmaktadır.
Bundan
sonra Cenab-ı Hak kardeşlerinin Yusuf un aleyhine kurdukları ittifakı
zikretti.
Yusuf
un kardeşleri birbirine şöyle dediler: Ya problemi tamamen kaldırmak için
Yusuf u öldürün, veya onu tekrar babasına dönemeyeceği, şehirden uzak
bilinmeyen ıssız bir yere atın. Böyle yaparsanız ondan kurtulmuş olursunuz;
babanızın sevgisi de yalnız size kalır, siz babanızla başbaşa kalmış olursunuz.
Burada maksat babalarını sevmekte kendilerine ortak olacak ve bu sevgiyi
paylaşacak kimseden kurtulmuş olmaktır. Yusuf tan sonra veya O'nu öldürdükten
sonra, yahut onu ıssız bir yere attıktan sonra işlediğiniz bu cinayetten dolayı
Allah'a tevbe edenlerden olursunuz. Yahut ileri süreceğiniz bir mazeretle babanızla
aranız düzelir, veyahut babanızın sevgisinin yalnız size ait olması sebebiyle
dünyanız düzelir. Onlardan sonra da işleriniz düzene girer. Böylece babanız da
Rabbiniz de sizden razı olur.
İçlerinden
biri -kardeşlerin en büyüğü olan Yahûza, bir rivayete göre Rû-bîl- dedi ki:
O'nu öldürmeye kalkışmayın. Çünkü adam öldürmek büyük bir suçtur. Ayrıca O
sizin kardeşinizdir. Bence onu bir kuyunun dibine atın. Oradan geçen tüccar
kafilelerden biri onu alsın, bu şekilde siz de ondan kurtulmuş olursunuz, onu babanızdan
uzaklaştırma amacınız da böylece gerçekleşir. Eğer bu söylediğinizi yapmaya
kesin karar vermişseniz yanlış yoldasınız; doğru olanı yapmak isterseniz
isabetli görüş budur, onu öldürmeye hacet yoktur.
9.
ayetin başında (içlerinden biri dedi ki) cümlesi hazfedilmiştir. [21]
11- (Kardeşleri Yusuf hakkında karar
verdiklerinde, babalarına) şöyle dediler: "Ey babamız! Sana ne oluyor da
Yusuf u bize emanet etmiyorsun! Halbuki biz onun iyiliğini isteriz."
12- "Yarın onu bizimle birlikte (kıra)
gönder de bol bol yesin ve oynasın. Biz onu elbette koruruz."
13- Yakup "Onu alıp götürmeniz beni üzer.
Sizin haberiniz yokken onu kurdun yemesinden korkarım" dedi.
14- Yusuf un kardeşleri "Yemin ederiz ki,
biz kuvvetli bir topluluk iken eğer onu kurt yerse o takdirde biz hüsrana
uğrayan kimselerden oluruz" dediler.
15- Yusuf u alıp götürdüklerinde, onu kuyunun içine
atmaya ittifakla karar verdiler. Biz de Yusuf a "Kardeşlerinin hiç
farkında olmadan sen onlara bu yaptıklarını haber vereceksin" diye
vahyettik.
16-
Akşam ağlaya ağlaya babalarına geldiler.
17- (Babalarına) dediler ki: "Ey Babamız!
Biz yarış yapıyorduk. Yusuf u da (beklemesi için) eşyalarımızın yanına
bırakmıştık. Bir de ne görelim. Onu Kurt yemiş! Ne kadar doğru sözlü olsak da
sen bize inanmazsın."
18-
Yusuf un gömleğine yalan bir kan bulaştırarak getirdiler. Yakup (şöyle dedi):
"Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp bu işe sürüklemiştir. Artık bana düşen
güzel bir sabırdır. Sizin şu anlattığınıza karşılık yardımına sığınılacak
ancak Allah'tır."
Kardeşleri
Yusuf u götürüp -büyükleri Yahûz'a veya Rûbîl'in işaret ettiği şekilde- kuyuya
atmak üzere anlaştıkları zaman babalan Hz. Yakup (a.s.)'a gelip şöyle dediler:
Sana ne oluyor ki Yusuf u bize emanet etmiyor, ona zarar verebileceğimizden
korkuyorsun? Halbuki biz de onun iyiliğini isteriz, yani onu seviyor, ona
şefkat duyuyoruz. Onun hayrını istiyoruz, samimiyetle onun iyilik içinde
olmasını istiyoruz.
Gerçekte
ise kardeşleri Yusuf un rüyasını öğrenip de Yusuf ta beliren büyük hayır ve
peygamberlik alâmetleri sebebiyle babasının ona olan sevgisini idrak ettikten
sonra, Yusuf a olan kıskançlıklarından dolayı onun hakkında bu söylediklerinin
aksini murad ediyorlardı.
Yarın
âdetimiz üzere sahradaki vadiye gittiğimizde Yusuf u da bizimle gönder, orada
hoşuna giden meyve ve sebzelerden yesin, koşsun, oynasın, dinlensin, ok
yarışlarında bize katılsın. Biz, onu her türlü felâket ve musibetlerden
koruruz, senin hatırın için onun üzerine titreriz, dediler.
Hz.
Yakup (a.s.) oğullarına şu şekilde cevap verdi: Onu alıp götürmeniz beni üzer;
hangi şekilde olursa-olsun. Onun benden ayrılması bana elem verir. Siz ok
atmakla ve koyun gütmekle meşgul iken bir Kurt'un gelip O'nu yemesinden
korkarım.
Bu
ifadeden Hz. Yakup (a.s.)'un iki mazeret ileri sürdüğü anlaşılmaktadır:
1- Yusuf un kendisinden ayrılmasına üzülmesi.
2- Kardeşlerinin Yusuf a önem vermeyerek oyun oynamakla veya koyun
gütmekle meşgul oldukları ve bu sebeple gaflette bulundukları bir sırada
kur-tun onu yemesinden korkması.
Sanki
Hz. Yakup (a.s.) bu ifadesiyle oğullarına yol göstermekteydi. Son derece
ihtiyatlı olması onun bu sözü söylemesine sebep olmuştur.
Oğulları
Hz. Yakup (a.s.)'a derhal cevap verdiler: Allah'a yemin olsun ki, biz kendimizi
savunacak kuvvetli bir topluluğuz. Buna rağmen eğer Onu kurt yerse biz hüsrana
uğrayan, kendilerinde hiçbir hayır bulunmayan, hiçbir faydası olmayan, aciz ve
helak olmaya mahkûm kimselerden oluruz.
Bundan
sonra da planı bilfiil icra etmeye başladılar. Babalarına başvurup da onun
yanından Yusuf u alıp götürünce muratlarına kavuştular. Hiç tereddüt
göstermeden ve azi nle Yusuf u kuyunun dibine atmaya karar verdiler. Bu kuyu
kendi aralarında bilinen manasıyla büyük bir kuyu idi. Böylece ya dilediği yere
gitsin, ya da helak olsun da ondan kurtulsunlar diye düşünüyorlardı.
Fakat
kâmil bir kudret, etkin bir irade, rahmet ve lütuf sahibi olan; zorluktan
sonra kolaylığı, sıkıntıdan sonra huzuru indiren Allah vahiyle Yusuf un kalbini
mutmain kılmak ve içinde bulunduğu durumdan üzülmemesi hususunda kalbini
takviye etmek için, tıpkı "Rabbin arıya vahyetti. <Nahl, 16/68) ve
"Biz Musa'nın annesine vahyettik." (Kasas, 28/7) ayetlerinde olduğu
gibi, "ilham" şeklindeki vahiyle Yusuf a vahyederek şöyle buyurdu:
Senin için mutlaka bir huzur ve çıkış kapısı vardır. Allah onlara karşı sana
yardım edecek, sana yaptıkları bu kötülüğü senin Yusuf olduğunu anlayıp
hissettirmeden onlara haber verecektir.
Bu
aynı zamanda Yüce Allah'ın Hz. Yusuf (a.s.)'a bu çetin imtihandan kurtulma,
onlara karşı ilâhî yardıma kavuşma ve kardeşlerinin ileride Onun hakimiyetinde
olacağı şeklinde bir vaadidir.
Bundan
sonra da babalan Hz. Yakup (a.s.)'a asılsız mazeretlerle özür beyan etme
sırası geldi. O günün sonunda yatsı vakti karanlıkta babalarına döndüklerinde
ağlar gibi görünmeye ve Yusuf a olanlara üzüldüklerini göstermeye çalıştılar.
Kardeşleri
özür diler gibi bir tavır içerisinde şöyle dediler: Biz yarış yapmaya, ok
atmaya gitmiş ve Yusuf u da elbiselerimizin ve diğer eşyalarımızın yanında
bekçi olarak bırakmıştık. O sırada onu kurt yedi. İşte Hz. Yakup (a.s.)'un
endişe edip tenbihte bulunduğu husus da buydu. Biz gayet iyi biliyoruz ki -durum
böyle iken- biz doğru söyleyen ve senin yanında güvenilir kişiler olsak bile
sen bizi tasdik etmeyeceksin. Sen nasıl bize ithamda bulunabilirsin?
Sen
meydana gelen olayın garipliği ve bu hadisenin acaipliği sebebiyle mazur
sayılırsın. Hasılı biz doğru sözlü olsak da sen bizi doğrulamazsın. Zira sen Yusuf
u aşırı derecede sevmen ve bizim yalan söylediğimizi sanman sebebiyle bu
hususta bize ithamda bulunursun.
Aslında
bu ifadeleri, söylediklerine tam kanaat getiremediklerini ima etmekte,
yalancılıklarını ihsas ettirmektedir.
Bu
hile ve desiselerine ilâve olarak Yusuf un gömleğini başka bir kana bu-layarak
getirmişlerdi. Kestikleri bir kuzunun kanından alıp Yusuf un gömleğine
sürmüşler ve onun da kurdun Yusuf u yediği esnadaki gömleği olduğunu ileri sürmüşlerdi.
Bunun için ayette "Onungömleğine..." ifadesi kullanılmıştır.
Fakat
Allah'ın iradesi onların suçlarının izlerinin ortaya konulmasını mu-rad
etmişti. Bundan dolay gömleği yırtıp parçalamayı unutmuşlardı. Zira kurdun
saldırısı olsaydı gömlek yırtılırdı. Bu sebeple Hz. Yakup (a.s.) gönlünde
oğullarının gizlediği bir şeyler olduğu inancı doğması sebebiyle onlardan ve
sözlerinden yüz çevirdi, onları doğrulamadı ve şöyle dedi: Hayır, nefisleriniz
sizi aldatıp bu işe sürüklemiştir. Yani sizin kötü nefisleriniz sizi bu
anlattığınız ve söylediğiniz durumdan başka çok çirkin bir işi size güzel
göstermiş ve bu işi size yaptırmıştır. Ben anlaştığınız bu olay üzerine güzel
bir sabırla sabredeceğim. Yardımı ve lütfuyla bu musibeti, bu sıkıntıyı
kaldınncaya kadar Allah'ın yardımını talep edeceğim. Benim için en uygun şey
güzel bir şekilde sabretmektir.
Rivayet
olunduğuna göre Peygamberimiz (s.a.)'e "sabr-ı cemil (en güzel sabır)"
nedir? diye sorulmuş, O da, "Şikayet etmeden yapılan sabırdır"
buyurmuştur.
Hz.
Yakup (a.s.) devamla şöyle dedi: Sizin şu anlattığınız yalanlara karşı
yardımına sığınılacak ancak Allah'tır. O, sizin anlattığınız acıklı olayın
kötülüğüne karşı en güzel yardımcıdır.
Rivayete
göre Hz. Yakup (a.s.) alaylı bir tarzda şöyle demişti: Ne kadar yumuşak
huylusun ey Kurt! Oğlumu yiyorsun da gömleğini yırtmıyorsun?! [22]
19-
Bir kafile geldi. Sucularını kuyuya
gönderdiler. Sucu kovasını kuyuya sar-kıttı. müjde!
i^ bir o&anl diye ba. girdi. Yusuf u bir ticaret malı gibi sakladılar.
Halbuki Allah onların ne yapacaklarını gayet iyi biliyordu.
20-
Nihayet onu (Yusuf u) düşük fîatla birkaç dirheme sattılar. Bunlar ona karşı
isteksiz idiler.
Yusuf
(a.s.) atıldığı kuyuda üç gün kalmış, bu sırada kardeşi Yahûza kendisine
gizlice yemek getirmişti.
Medyen'den
gelip Mısır'a gitmekte olan -Hz. İsmail neslinden gelen Araplardan oldukları
rivayet edilen- bir yolcu kafilesi bu kuyunun yanından geçmişti.
Muhammed
b. İshak'ın rivayetine göre kardeşleri Yusuf (a.s. )'u kuyuya attıktan sonra
bu kuyunun civarına oturdular. Allah da Yusuf (a.s.) için bir kafile gönderdi.
Kafile sucularını suya gönderdi. Sucu kuyunun yanına gelip kovasını kuyuya
sarkıtınca Yusuf (a.s.) kovaya sımsıkı sarılıp kuyudan çıktı.
Sucu
kafilede bulunanlara müjde vererek "A, müjde! İşte bir oğlan.. Gelin bu
tam müjde zamanıdır. Bu gayet güzel, yakışıklı, gözalıcı ve zarif bir çocuktur.
Müjdeler olsun size... Bu, tam satılacak bir uşak" dedi.
Yusuf
u görenler onu Mısır halkına satacakları bir ticaret malı kabul ederek,
kafiledeki diğer insanlardan gizlediler. Halbuki Allah onların ne yapacaklarını
gayet iyi biliyordu. Onların ve diğerlerinin davranışlarından hiçbir şey O'na
gizli kalmaz.
O,
Yusuf un kardeşlerinin de, Yusuf u satın alacakların da ne yaptığını çok iyi
bilendir. O, yaşanan gerçekleri değiştirmeye ve kaldırmaya da kadirdir. Ancak
Onun hikmeti ve daha önce tespit ettiği bir takdiri vardır. Her şeyi takdir
ettiği ve hükmettiği şekilde yürümeye bırakmıştır.
"İyi
bilin ki, yaratmak ve emretmek O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah
yüceler yücesidir." (A'raf, 7/54).
İbni
Abbas'tan rivayet edildiğine göre Yusuf u satan Yusuf un kardeşleridir. Tüccar
ise Yusuf u satın alanlardır. Onu bir ticaret eşyası gibi gizleyenler de Yusuf
un kardeşleridir. Yusuf kuyudan çıkarılınca onu gizlemişlerdi.
Yahut
Yusuf u satanlar ticaret kervanında bulunanlardır. Satın alan ise Mısır
halkından birisidir.
Bu
ayetlerde Rasulullah (s.a.) müşrik kavminden gördüğü eziyete karşı teselli
edilmekte ve kavminin kendisine yaptığı eziyeti Allah'ın bildiği, Allah'ın bu
durumu değiştirmeye kadir olduğu bildirilmektedir. Fakat Yusuf un kardeşlerinin
hile ve eziyetlerine karşı sabrettiği gibi sabret. Ben kardeşlerine karşı nasıl
Yusuf a yardım ettiysem, onu onların üzerine hakim ve reis kıldıysam sana da
onlara karşı yardım edeceğim, hitabı verilmektedir.
"Onu
sattılar." Yani kardeşleri Yusuf u sattılar. İbni Kesir Bu mana daha
kuvvetlidir" demektedir.
Yahut
oradan geçip Yusuf u alan kafile onu Mısır'da düşük bir fiatla, mislinin
fiatından noksan bir fiatla, tartı ile değil sayı ile birkaç dirheme sattılar.
Onlar ukıyye (40 dirhem) ve daha fazlası için tartı kullanıyorlardı. Yusuf u 20
veya 22 dirheme sattılar.
Burada
"düşük fiaf'tan murad noksan veya ayıplı demektir. Yani onu en düşük bir
fiatla satmışlardı.
Diğer
bir rivayete göre bundan murad hür bir kimsenin satılması olduğu için bu
davranış bir zulüm ve haramdır, demektir.
Tercih
edilen görüş İbni Kesir'in de dediği gibi birinci manadır. Çünkü haram
bellidir, herkes haramı bilmektedir. Hür kimsenin bedeli her çeşit durumda ve
herkese haramdır. Ayrıca o Halilurrahman oğlu, İshak oğlu, Yakup oğlu Yusuf
tur. Nebi oğlu, nebi oğlu, nebi oğlu nebidir. Değerli oğlu değerli oğlu, değerli
oğlu, değerli oğlu bir şahsiyettir.
Onlar
Yusuf hakkında ve onun satılması anında isteksiz idiler. Onun Allah katında
değerini bilmeden ondan her ne şekilde olursa olsun kurtulmak istiyorlardı.
Yusuf
u Mısır Azizi, satın aldı. Daha sonra bu zat Hz. Yusuf (a.s.)'a iman edecek ve
Hz. Yusuf (a.s.) hayatta iken iman edecektir.
Özetle:
Allah Tealâ Hz. Yusuf (a.s.)'a verilen fiatı üç sıfatla zikretmektedir.
a) Düşük bir fiat oluşu.
b) Sayılı bir kaç dirhem oluşu.
c) Satıcıların bu hususta isteksiz oluşu. [23]
Mısır'da satın alan (vezir) hanımına "Ona iyi davran, belki
bize faydalı olur ya da onu evlat
ediniriz" dedi. Böylece biz Yusuf u
Mısır'a yerleş tirdik. Ona rüyaların tabirini öğrettik. Allah bütün emirlerinde
en üstündür. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Yusuf olgunluk çağına
girince ona hüküm ve ilim verdik. İşte biz güzel hareket edenleri böyle
mükâfatlandırırız.
Yusuf
un kuyuya atılmasının ardından köle gibi satılması ve satın alınması şeklinde
gelişen üzüntülü olaylardan sonra, Allah onu Mısır'da satın alacak birini
takdir etti. Burada ismi zikredilmemiştir. Ancak daha sonra, Mısır hazi-neleriyle
görevli "Mısır Azizi" şeklinde tavsif edilecektir.
Tarihte
anlatıldığına göre bu zatın ismi Kutayfir olup Mısır Emniyet Reisi ve Vezir
idi. Yahut Utafir bin Ravhîb olup Maliye İşleri Veziri idi. Vezir Yusuf ta
göze çarpan hayırlı ve salih vasıflan görünce, O'na ilgi göstermiş, değer
vermiş ve ailesine güzel muamele tavsiyesinde bulunmuştu.
Vezir,
hanımı Zeliha'ya (yahut Ruâbil kızı Ûrabîl'e) "Bu çocuğa iyi davran, ona
güzel muamele et" dedi. Yusuf taki olgunluğu sezmişti.
Ebu
İshak, Ebu Ubeyde'den Abdullah b. Mes'udun şöyle dediğini nakletmektedir:
İnsanlar arasında en ferasetli, en zeki üç kişi vardır:
1- Mısır Azizi: Hanımına Hz. Yusuf (a.s.) için "Ona iyi
davran." (Yusuf, 21) demişti.
2- Hz. Şuayb (a.s.)'m kızı: Hz. Musa (a.s.) için, "Babacığım, onu
ücretli olarak yanına al." (Kasas, 28/26) demişti.
3- Hz. Ebubekir es-Sıddik (r.a.): Halifeliğe Hz. Ömer (r.a.)'i tayin
etmesi sebebiyle.
Rivayete
göre Hz. Musa (a.s.)'ya karşı çıkan ve 400 sene yaşayan Firavun Yusuf u satın
alan kişiydi. "Yusuf daha önce size apaçık deliller getirdi." (Gafir,
40/34) ayeti buna delildir.
Beyzavî
diyor ki: Meşhur olan rivayet Hz. Yusuf (a.s.)'u satın alanın Firavun
neslinden olduğudur. Ayet babalarının ahvalini bildirmekte ve çocuklarına hitap
etmektedir.
Mısır
Azizi hanımına yaptığı Yusuf a iyi davranma tavsiyesine sebep olarak şu
ifadeyi kullandı."Belki bize faydalı olur ya da onu evlat ediniriz."
Yani hususi işlerimizde, manaimızı değerlendirmemiz \vususurvda yahut kamu.
yararı ile ilgili işlerde bize faydalı olacağı hakkında ümidim vardır. Yahut
onu evlat ediniriz, Onunlagözümüz-gönlümüz aydınlanır.
Çünkü
Mısır Azizi'nin çocuğu olmuyordu, artık iyice yaşlanmıştı.
Ayet
Mısır Azizi'nin çocuğunun olmadığına ve ince anlayışına delâlet etmektedir.
Bundan
sonra Cenab-ı Hak Hz. Yusuf (a.s.)'a maddî yönden yardımcı olacak birini
takdir ettikten sonra ona yaptığı edebî ve manevî lütuflarını da açıkladı:
Biz
ona kuyudan salimen kurtulmak suretiyle lütufta bulunduğumuz ve ona
kardeşlerinin şerrinden kurtardığımız ve ona bir ev, değerli hoş bir yuva
hazırladığımız gibi, Mısır Azizi'nin kalbinde ona karşı bir şefkat hissi
verdik, Mısır ülkesinde ona Mısır Azizi'nin evinde bulunması sebebiyle
etrafındakilere emir verme, yasaklama, malî işlerin idaresi, devlet ve hükümet
işlerinde yetkili kılıp ona yüksek bir makam verdik.
Sonra
zindan... Ama bu da kralın şarapçısını tanımaya, daha sonra da bizzat kralla
irtibat kurmaya sebep olmuştu. Hatta hükümdar Hz. Yusuf (a.s.)'a "Bugün
senin bizim yanımızda önemli bir yerin vardır. Sen emin bir kimsesin"
demişti. (Yusuf, 54). Hz. Yusuf (a.s.) da hükümdara "Beni ülkenin
hazinelerinin başına getir. Çünkü ben iyi muhafaza eden ve iyi bilen
biriyim." (Yusuf, 55) demişti.
"Mükemmel"
olabilmek iki vasıfla, kudret (yetki) ve ilim yönüyle mümkündür. Hz. Yusuf
(a.s.)'un kudret sıfatında mükemmel oluşuna şu ayetle işaret edilmişti:
"Böylece biz Yusuf u yeryüzünde makam ve yetki sahibi kıldık."
(Yusuf, 56).
Hz.
Yusuf (a.s.)'un ilim sıfatında mükemmel oluşuna ise şu ayetle işaret edilmişti:
"O'na olayların ve rüyaların yorumunu öğrettik.."
"Te'vilü'l-ehâdis",
rüya tabiri, olayların gerçek yönünün bilinmesi, çeşitli mahlûkatın Allah'ın
kudreti, hikmeti ve celaline delil olma şekilleri...
Daha
sonra Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Allah bütün emirlerinde en üstündür."
(Yusuf, 21). Hiçbir şey O'nu aciz bırakamaz. Dilediği şeye engel olunmaz.
Murad ettiği bir şeyde kimse O'nunla çekişemez. Bir şeyi dilediği zaman o
reddedilemez, engel olunamaz, muhalefet edilemez. Bilakis O daima en üstündür.
O dilediğini mutlaka yapandır.
Nitekim
Said b. Cübeyr şöyle diyor: "Fakat insanların çoğu O'nun mahlû-katı
hakkındaki hikmetini, lütufta bulunuşunu ve dilediğini yaptığını bilmiyor,
olayların sadece görünen kısmını alıyorlar. Yusuf (a.s.)'un kardeşleri de böyle
zannetmişlerdi. Yusuf (a.s.) uzaklaştınlırsa babalarının rızasının yalnız kendilerine
ait olacağını, sonra da salih bir topluluk olacaklarını sanmışlardı."
"İnsanların
çoğu bunu bilmezler" ifadesi insanların azının -meselâ Allah'ın dilediği
şeyi mutlaka yapacağını bilen Hz. Yakup (a.s.) gibilerinin- gerçekleri
bildiğine delildir.
Bundan
sonra Cenab-ı Hak kardeşlerinin kendisine yaptıkları kötülüğe ve bütün bu
uğradığı sıkıntı ve zorluklara sabretmesi sebebiyle Hz. Yusuf (a.s.)'a verdiği
mükâfatı beyan etti. Yüce Allah onu yeryüzünde yüksek bir mevki sahibi
kılmıştı. Bu az önce işaret ettiğimiz kudret (yetki) sahibi olmasıydı. Rüşdüne
ecrine de Allah ona "hüküm ve ilim" tabirleriyle ifade buyurduğu
peygamberliği vermişti. Bu, ilim derecelerinin en üstünü idi. Şöyle
buyuruyordu:
Yusuf
rüşdüne erince yani cismî ve aklî kuvvetleri tamamlanınca O'na hüküm ve ilmi
verdik. Yani bu sıkıntılara sabretmesi ve güzel amellerde sebat etmesinin
karşılığı olarak bütün insanların arasından O'nu seçerek peygamberlik nimetini
ona verdik.
Rüşdün
tamamlanması 30 ile 40 yaşları arasındadır. Bir grup alim, 33 yaşında yahut 30
küsur yaşında demiş, Hasan-ı Basrî ise 40 yaşında demiştir. İk-rime ve bir
grup, 35 yaşında olur demişlerdir.
"Biz
güzel hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız." Yani güzel amel işleyen
kimselere bu şekilde bir mükâfat veririz.
Bu
ayet Hz. Yusuf (a.s.)'un güzel amel işlediğine, Allah Tealâ'ya itaatle amel
ettiğine ve Allah'ın kendisine verdiği hakimiyet ve yetki, ilim ve hikmetin,
nübüvvet ve risaletin amelinde güzel bir davranış içinde olmasının, genç
yaşında takva sahibi olmasının karşılığı olduğuna delildir. Zira "güzel
amel sahibi" olmanın akılların safiyetine tesiri vardır, "kötü amel
sahibi" olmanın da gönüllerin bulanmasına ve hadiselerin yanlış anlaşılmasına
tesiri vardır. [24]
23-
Yusuf u, evinde yaşadığı kadın baştan çıkarmak istedi. Kapıları sıkı sıkıya
kapattı ve "Haydi gel!" dedi. Yusuf "Allah'a sığınırım. Doğrusu
o (kocan) benim efendimdir. Bana iyilik yapmıştır. Şüphesiz zalimler (nefsine
uyanlar hiçbir zaman) kurtuluşa ermezler" dedi.
24- Şüphesiz o kadın Yusuf u arzu etmisti. Eğer
Yusuf, Rabbinin burhanını görmeseydi kadının arzusuna uyabilir-Yusufu
(efendisine ihanet gibi) kötülük ve fuhuştan alıkoymak için böyle yaptık. Çünkü
o, kendisine ihlas verilmiş kullarımızdandı.
25- Kapıya doğru koştular. Kadın Yusuf un
gömleğini arkadan boydan boya yırttı. Kapıda kadının beyi ile karşılaştılar.
Kadın (hemen kocasına) "Ailene kötülük yapmak isteyenin cezası ancak
zindana atılmak veya acıklı bir azaba uğratılmak olmalıdır" dedi.
26-
Yusuf "Beni o baştan çıkarmak istedi" dedi. Kadının ailesinden bir
şahit hakemlik etti: "Eğer Yusuf un gömleği ön taraftan yırtılmış ise
kadın doğru söylemektedir. Yusuf yalancılardandır."
27-
"Eğer Yusuf un gömleği arkadan yır-tılmışsa kadın yalan söylemiştir. Yusuf
doğru söyleyenlerdendir" dedi.
28- (Kadının kocası) Yusuf un gömleğinin arkadan
yırtıldığını görünce (karısına) "Bu siz kadınların tuzaklarından-dır.
Doğrusu sizin tuzağınız büyük olur" dedi.
29-
Yusuf a dönerek "Yusuf, sen bu hadiseyi görmemiş ol" dedi. Hanımına
da "Sen de işlediğin günahtan dolayı tevbe et. Şüphesiz sen günah
işleyenlerden oldun" dedi. /
Hz.
Yusuf (a.s.) son derece güzel ve yakışıklı idi. Mısır Azizi hanımına Yusuf a
iyi bakmasını ve güzel davranmasını tavsiye etmiş, kadın da güzelliği, yakışıklılığı
ve göz alıcı oluşu sebebiyle Yusuf u son derece sevmişti. Bunun üzerine
süslenmiş ve Yusuf u birlikte olmaya çağırmış, onu zina etmeye davet etmişti.
Köşkün kapılarının tamamını -7 kapıyı da- sıkıca kapatmış ve Yusuf a "Haydi
gelsene!" demişti.
"Heyte
leke" haydi gel, haydi gelsene, çabuk ol, senin için hazırlandım demektir.
"Sukyen leke" "ra'yen leke" gibi muhatabın bildirilmesi
için (leke) kelimesi ilâve edilmiştir. Bu son derece nazik bir üslûptur.
Hz.
Yusuf ise bu teklifi şiddetle reddetmiş ve "Senin benden istediğin bu
şeyden Allah'a sığınırım, O'na iltica eder, O'nun himayesini niyaz ederim. O beni
cahillerden olmaktan korur. Doğrusu o kocan Kutfîr benim efendim ve
sahi-bimdir. Bana iyilik yapmıştır. Ona hıyanette bulunmak ve ailesiyle fuhuş
yapmak suretiyle karşılık veremem. Şüphesiz iyiliğe kötülükle karşılık veren
zalimler iflah olmazlar, zalimler arzularına kavuşamazlar. İyiliğe kötülükle
karşılık veren hainler de zalimlerden sayılır" demişti.
Kadın,
Hz. Yusufun emrine isyan etmesi, arzusunu yerine getirmemesi, kendisi
hanımefendi ve o köle olduğu halde onun isteğine avkırı hareket etmesi
sebebiyle Yusuf tan intikam alıp onu cezalandırmayı düşünmüş yahut onu baştan
çıkarmak istemişti.
'Yusuf
Rabbinin burhanını görmeseydi kadının arzusuna uyabilirdi." Bu ayetin
manası hakkında çok sözler söylenmiştir. Halbuki durum gayet açık ve anlaşılırdır.
"Ve
hemme bihâ" buyruğunun, cümlenin geri kalan kısmından ayrı olarak yalnız
başına tefsir edilmesi doğru olamaz. Cümle bir arada topluca tefsir edildiği
zaman Hz. Yusuf (a.s.)'un kadının arzusuna kesinlikle uymadığı anlaşılmaktadır.
Çünkü Hz. Yusuf (a.s.)'un Rabbinin burhanını görmesi buna engel olmuştur.
"Levlâ" kelimesinin bir şeyin meydana gelmesinin imkânsız olduğunu
beyan eden ve cevabı daima mahfuz olan bir kelime olması buna delildir. Cümlenin
takdiri şöyledir: Yusuf Rabbinin burhanını görmemiş olsaydı, o kadının arzusuna
uyabilir, onunla birlikte olabilirdi. "Ve hemme bihâ" ifadesi buna delâlet
etmektedir. Bu cümle, "Onu öldürmeye teşebbüs ederdim, Allah'tan
kork-masaydım" cümlesi gibidir. Bunun manası, Allah'tan korkmasaydım Onu
öldürürdüm demektir. Cümlede takdim ve tehir vardır.
Ayrıca
"el-hemm" kelimesinden murad, gönülden geçen arzular ve beşeri
tabiatın gereği olarak kadınla birlikte olmaya meyletmektir. Şer'an bunda muaheze
edilecek hiçbir şey yoktur. Yani "Nasıl Allah'ın peygamberinin günaha arzu
duyması ve ona kasdetmesi caiz olabilir" denemez.
Günaha
azmetmek ve günahı işlemeye karar vermek derecesinden daha düşük bir mertebede
olan "el-hemm (arzu)" sebebiyle muaheze olunamayacağının delili
Begavî'nin Abdurrezzak'tan naklettiği ve Buharî ile Müslim'in Sahihlerinde Ebu
Hureyre'den naklettikleri şu Hadis-i kudsîdir.
Peygamberimiz
(s.a.) buyurdular ki: Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Kulum bir iyiliğe
niyet ettiği, onu arzu ettiği zaman ona bir hasene yazın. Eğer bu ameli yaparsa
kuluma on misliyle karşılık yazın. Kulum eğer bir kötülüğe niyet etmiş ama bu
kötülüğü istememişse onu bir hasene olarak yazın. O bunu sırf benden kaçındığı
için terk etmiştir. Eğer bu kötülüğü yaparsa onu bir kötülük olarak
yazın."
Hz.
Yusuf (a.s.)'un gördüğü burhan Allah'ın her mükelleften aldığı haramlardan
kaçınmak burhanıdır, yahut Allah'ın zinayı haram kılması hususundaki hücceti ve
zina edenlerin tabi olacağı cezayı bilmektir. Bir başka görüşe göre
peygamberlerin gönüllerinin kötü ahlâktan temizlenmesidir. Bir diğer görüşe
göre fuhuş irtikap etmeye engel olan peygamberliktir. Ancak bütün bu manaların
hepsi de murad edilmiş olabilir. Çünkü bunlar hepsi de aynı hedefi, Allah'a
itaati gerçekleştirmeye yönelik birbiriyle çelişmeyen, birbirine yakın manalardır.
Özetle:
Hz. Yusuf (a.s.) kesinlikle böyle bir günah işlememiştir. Şayet Allah'ın
koruması, himayesi ve gözetimi olmasaydı o da kadının arzusuna uyabilirdi.
Alimlerin
bu ayet hakkında iki türlü tefsiri vardır:
1- Hz. Yusuf (a.s.) Rabbinin burhanını gördüğü için o kadının arzusuna
uymadı. Onu kadının arzusuna tabi olmaktan men eden Allah'tır.
2- Hz. Yusuf (a.s.) beşerî tabiatın gereği olarak bu arzuyu duydu ise de
günaha düşme korkusuyla hemen uyandı. Rabbinin burhanını görüp emrini hatırladı.
Bu ayet aynen şu ayet gibidir: "Eğer biz seni sebatkâr kümasaydık,
ner-deyse onlara bir parça meyledecektin." (İsra, 1777'4).
Böylece
iki arzunun, kadının arzusu ile Hz. Yusuf (a.s.)'un arzusu arasındaki fark
ortaya çıkmaktadır:
Kadın
kinini dindirmek için Hz. Yusuf (a.s.)'tan intikam almayı ve ona işkence
ettirmeyi arzu etmişti. Yahut onunla birlikte olmak istiyordu. Yani gayesi
günah işlemekti. Bu azimlilik ve kararlılık arzusu idi.
Hz.
Yusuf (a.s.) ise, bu kadının (Zeliha'nm) kendisine yaklaştığını görünce kendini
savunmak ve bu kadından kurtulmak arzusundaydı. Ancak Rabbinin burhanını ve
kendisine bu sıkıntıdan kaçmaya teşebbüs etme arzusu veren ilâhî himayeyi
görünce bütün arzusu bu kadından kurtulmak oldu. Bu sadece nefsinin bir
vesvesesinden ibaretti. Hz. Yusuf (a.s.) Rabbinin burhanını görünce
peygamberlerin günah işlemekten masum olmaları sebebiyle kötülüğe yö-nelmedi.
Cenab-ı
Hak şöyle buyurmuştu: "Biz Yusuf u kötülük ve fuhuştan alıkoymak için
böyle yaptık. Çünkü o, kendisine ihlâs verilmiş kullarımızdandı."
Hemen
bunun ardından "İkisi de kapıya koştular" ayetini getirdi. Yani Hz.
Yusuf (a.s.)'u kötülükten alıkoymak istiyordu:
"Biz
Yusuf u kötülük ve fuhuştan alıkoymak için böyle yaptık." Yani biz fitneye
düşürücü ve aldatıcı sebepler karşısında bu şekilde iffet ve namusluluk üzerine
onu sebatkâr kıldığımız ve onu içinde bulunduğu durumdan kurtaran burhanı ona
gösterdiğimiz gibi aynı şekilde onu bütün işlerinde kötülükten ve fuhuştan da
koruruz, "es-su (kötülük)", haramlar, günahlar ve efendisine ihanet
etmesi;
"el-fahşa"
ise fuhuş, zina ve fücur demektir.
"...
Çünkü o, kendisine ihlas verilmiş kullarımızdandı." Yusuf, Allah'ın seçtiği,
vahyi ve risaleti için lâyık kıldığı, her türlü lekelerden temiz kıldığı,
ihlâs-lı, bundan dolayı Şeytanın aldatamayacağı kullarındandı. Nitekim Cenab-ı
Hak şöyle buyuruyordu: "Onlar bizim yanımızda seçkinlerden,
hayırlardandır." (İsra, 17/47)
İkisi
birlikte kapıya koştuklarında kadının kocasının aniden karşılarına çıkmasıyla
sürpriz bir olay meydana geldi.
Cenab-ı
Hak "Her ikisi de kapıya koştular" buyurdu. Bu cümlede "ilâ (-e,
-a> -ye» -ya)" harf-i cerri hazfedilmiştir. Tıpkı "Musa kavminden
yetmiş kişiyi seçti." (A'raf, 7/155) ayetinde "min (-den, -dan)"
harf-i cerrinin hazfedilmesi gibi.
"Tesâbuk",
yarışma, koşuşma, değişik gayelerle yapılan koşmadır. Hz. Yusuf (a.s.) dışarı
çıkmak isteğiyle koşarak kadından kaçıyor, kadın ise onun dışarı çıkmasını
engellemek için onun arkasından koşuyordu.
"Kadın
Yusuf un gömleğini arkadan boydan boya yırttı." Yani Yusuf kaçarken kadın
ona yetişti ve arkadan gömleğini tuttu ve yırttı.
"Kapıda
kadının beyi ile karşılaştılar." Yani o anda kadının efendisini -yani
kocasını- kapıda buldular. Kadın derhal hile ve desise ile suçtan sıyrılmak
için suçu Yusuf un üzerine yıkmaya teşebbüs etti ve kocasına hitaben
"Ailenle fuhuş yapmak isteyen kişinin cezası ya hapsedilmesi yahut acıklı,
can yakıcı bir azaba uğratılması ve şiddetli bir şekilde dövülmesi
olmalıdır" dedi.
Mısır
kadınları kocalarını "seyyid (efendi)" lakabıyla anarlardı. Ayette
"ikisinin efendisi" tabiri kullanılmamıştır. Çünkü Hz. Yusuf
(a.s.)'un hür olduğu halde köle olarak satılması meşru (şeriata uygun) bir
muamele değildi.[25]
Fahreddin
er-Razî burada Hz. Yusuf (a.s.)'un doğru söylediğine delâlet eden birçok
alametler zikretmektedir:
1- Hz. Yusuf (a.s.) onların nazarında köle idi. Köle efendisine bu derece
sarkıntılık yapamaz.
2- Hz. Yusuf (a.s.)'un evden dışarı çıkmak için hızla koştuğu görülmüştü.
Kadına talip olan böyle davranmaz.
3- Kadın kendisini tam manasıyla süslemişti. Halbuki Hz. Yusuf (a.s.)'un
durumu böyle değildi.
4- Hz. Yusuf (a.s.)'un o zamana kadarki hayatı kesinlikle bu çirkin
fiille uyum içinde olabilecek bir durumda değildi.
5- Kadın Hz. Yusuf (a.s.)'un fuhuş yaptığını açık bir ifade ile
söyleyemedi. Sadece ima yollu bir ifade kullandı. Hz. Yusuf (a.s.) ise gerçeği
açıkça anlattı.
6- Kadının kocası yaşlı, yaşı geçmiş bir kimse idi. Böyle birinin
hanımının şehvete talip olması daha muhtemeldir.
Bütün
bu sebeplerden dolayı kadın şiddetli bir ceza istemedi. Sadece hafifletme
istedi. Çünkü Yusuf a olan aşkı ona şefkat göstermesine sebep oluyordu. Fakat
öbür yandan 'Yusuf bana kötülük yapmak istedi" demekten de utandı. Bir \
mazeret bulmak ve böylece kocasının önünde şeref ve onurunu korumak istedi.
Bazı
alimler şöyle demişlerdir: Mısır'da kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'a şehvetle
meyletmek istiyorlardı. Nihayet Allah ona peygamberlik verdi. Üzerini peygamberlik
heybeti bürüdü. Bu heybet onu gören herkesin güzelliğine değil, peygamberlik
yönüne bakmasını sağladı.
Bundan
sonra Hz. Yusuf (a.s.)'un aklanması sırası geldi. Hz. Yusuf (a.s.) büyük bir
vefakârlıkla, doğru sözlü olarak, kadının yaptığı kötülük etme ithamına
karşılık kendini savundu. Kendisini baştan çıkarmak isteyenin asıl o kadın
olduğunu, kendisinin bundan imtina ettiğini, kadının kendisinin peşinden
gelerek elbisesinden çektiğini ve gömleğini arkadan yırttığını, kendisiyle cima
etmesi için bütün hilelere baş vurduğunu anlattı.
"Kadının
ailesinden bir şahit şöyle hakemlik etti..." Buradaki "şahit" hakkında
alimlerin çeşitli görüşleri vardır: Bu şahit büyük mü, küçük mü? Bu şahit
insan mı, yoksa gömlek mi? Bu şahidin belirlenmesinde de üç ayrı görüş
bulunmaktadır.
Birincisi: Bu şahit kadının amcasının oğlu olup yaşlı bir kişi
idi. Hikmetli konuşan, zeki ve görüşleri isabetli bir zat idi. Şöyle dedi:
"Gömleğin yırtılan ta-rafi önde ise, ey Zeliha sen haklısın, o adam
yalancıdır. Eğer arkada ise adam haklı sen yalancısın." Gömleğe baktılar
ve gömleğin arkadan yırtıldığını gördüler. Amcasının oğlu "Bu, siz
kadınların tuzaklarındandır. Doğrusu sizin tuzağınız büyük olur" dedi.
Sonra Yusuf a döndü "Bundan vazgeç ve bu olayı gizli tut" dedi.
Kadına da "Günahın için istiğfar et" dedi.
Bu
görüş müfessirlerden büyük bir grubun görüşüdür.
İkincisi: İbni Abbas'm ve bir grup alimin görüşüdür. Ayette
geçen "şahit" bir çocuk olup Allah Tealâ onu beşikte konuşturmuştur.
İbni
Cerîr, İbni Abbas rivayetiyle Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu
rivayet etmektedir: "Küçük çocuk olduğu halde beşikte konuşan dört kişi
vardır:
-
Firavun'un kızı Maşita'nın oğlu,
-
Yusuf un şahidi,
-
Cüreyc isimli rahibe nispet edilen çocuk,
-
İsa b. Meryem.
Üçüncüsü: Bu şahit bizzat gömleğin kendisi idi. Razî diyor ki:
Bu son derece zayıf bir görüştür. Çünkü gömlek bu vasıfla tavsif edilmez.
Gömleğin ailesi diye bir şey de olmaz.
Kadının
kocası Hz. Yusuf (a.s.)'un doğru sözlülüğünü ve kadının da Hz. Yusuf (a.s.)'a
yaptığı iftira ve ithamda yalancı olduğunu kesin olarak anlayınca, orada
bulunanlar da Hz. Yusuf (a.s.)'un bu çirkin fiilden tamamen uzak olduğunu
görünce kadının kocası veya şahit şöyle dedi:
"Bu,
siz kadınların tuzaklarındandır". Yani bu itham sizin hile ve desiselerinizden
biridir. "Doğrusu sizin tuzağınız büyük olur." Yani kadınların hile
ve tuzağının gönüllerde bıraktığı tesiri fazla olur, erkeklerin kolayca fark
edemeyeceği kolayca önleyemeyeceği hemen çare ve tedbir bulamayacağı şekilde
garip olur.
"Ey
Yusuf! Bundan vazgeç." Bu olayı başkalarına anlatma ve bu haberi insanlardan
gizli tut. Ey kadın "Sen de günahın için istiğfar et. Şüphesiz sen günah
işleyen kimselerin zümresine girdin" dedi.
Kocasının
bu sözü söylemesi ya kıskançlık olmaması dolayısıyla sakin olması yahut Allah
Tealâ'nın onun kalbinden kıskançlık duygusunu alması ve Hz. Yusuf (a.s.)'a
lütufla muamele etmesiyle açıklanabilir. Zira Hz. Yusuf (a.s.) yapması muhtemel
olan davranışlardan sorumlu tutulmamış, kadın da affedilmişti. [26]
30-
Şehirde bazı kadınlar "Vezirin hanımı uşağını baştan çıkarmak istemiş!
Sevda onun bağrını yakmış! Doğrusu biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz"
diye dedikodu ettiler.
31- Vezirin
hanımı kadınların bu hilelerini
(dedikodularını) duyunca onlara haber gönderdi (evine davet etti), onlara
koltuklar hazırladı. (Geldikleri zaman yemekte) onların herbirine birer bıçak
verdi. Ve Yusuf a "Onların karşılarına çık!" dedi. Kadınlar Yusuf u
görünce ona hayran kaldılar ve (meyve yerine) ellerini kestiler. "Allah
için Haşa! Bu beşer değildir, olsa olsa güzel bir melektir" dediler.
32-
Vezirin hanımı şöyle dedi: 'İşte beni (sevdaya tutulmakla) ayıpladığınız delikanlı
budur. Yemin olsun ki ben onu elde etmek istedim, ama o iffetini korudu. Yemin
olsun ki emrettiklerimi yapmazsa zindana atılacak ve hakir insanlardan biri
olacaktır."
33-
Yusuf şöyle dedi: "Ey Rabbim! Bana göre zindan bunların teklif ettiklerinden
daha iyidir. Eğer sen onların tuzaklarına engel olmazsan ben onlara meyleder
ve cahillerden olurum."
34- Rabbi Yusuf un duasını kabul etti ve
kadınların tuzağını ondan uzaklaştırdı. Şüphesiz ki, Allah her şeyi çok iyi
işitir, çok iyi bilir.
35- Sonra (Yusuf un suçsuz olduğunu gösteren)
delilleri görmelerine rağmen yine de onu bir müddet zindana atmayı uygun
buldular.
Mısır'da
şehirdeki emirler ve diğer eşraf hanımlarından bazıları Vezirin hanımını
ayıplayarak, bu durumu yadırgadılar ve hayretle karşılayarak dedikodu ettiler:
"Vezirin
hanımı uşağını baştan çıkarmak istemiş" yani delikanlının kendisinin
olmasını istemiş! dediler.
Gelecekte
talep etme hususunda devamlılık ifade eden "türavidü" fiilinin
delaletiyle vezirin hanımının teşebbüsleri devam ediyordu.
Kadınlar
bu yadırgamalarını iki hususla tekit ettiler. Çünkü alışılan âdetlerde kadın
talip değil, matlup olur. Halbuki bu kadın devletin birinci vezirinin hanımıdır
ve kölesiyle, uşağıyla birlikte olmayı istemektedir:
Birincisi:
Şehirde ileri gelen hanımların "Sevda bu hanımın bağrını yakmış!"
şeklindeki ifadeleri... Yani bu delikanlıya olan aşkı bu hanımın kalbini sarmış
da içine işlemiş, artık bunun sonuçlarına ve varacağı duruma aldırış etmez
olmuş!
İkincisi:
"Doğrusu biz bu hanımı açık bir sapıklık içinde görüyoruz" ifadeleri,
yani biz inanıyor ve gayet iyi biliyoruz ki, bu hanımı uşağına aşık olması ve
O'nu baştan çıkarmaya çalışması şeklinde tuttuğu yolda açık bir yanlışlık
içindedir, doğru olandan uzaklaşmıştır, mevki ve makamıyla bağdaşmayan bir
cahillik içindedir, dediler. Şehirde ileri gelen kadınlar aslında bu ifadeleriyle
bir hile ve tuzak hazırlamışlar, bu plana göre Vezirin hanımını kendilerini davet
etmeye ve yaptığı bu davranışın mazeretlerini beyan etmeye zorluyorlardı.
Muhammed
b. İshak ise, "Aslında şehir hanımlarına Yusuf un güzelliği haberleri
geliyordu. Hanımlar Onu görmek istiyorlardı. Onu görmeye vesile olsun diye bu
ifadeleri kullandılar" demektedir.
"Vezirin
hanımı kadınların bu düzenlerini" yani dedikodularını, kötü sözlerini ve
kendisi hakkında "Vezirin hanımı Ken'an diyarından gelen kölesine aşık
olmuş!" şeklindeki sözlerini "duyunca onları evine davet etti."
Ayette
dedikoduya "mekr (hile, düzen, tuzak)" ismi verildi. Çünkü hilekâ-rın
hileyi gizlediği gibi dedikodu da gıyaben yapılmaktadır. Dedikodu gizlice
zikredildiği gibi hileler de gizlice yapılmaktadır.
'Vezirin
hanımı" kadınların kendisi hakkında gıyaben söyledikleri sözleri duyunca
onlara haber gönderdi, yani onları ziyafet için evine davet etti. Oturacakları
koltuklan ve yemeği hazırlattı. Bıçakla kesilecek turunç gibi meyveler getirtti.
Hanımlardan her birinin eline et, meyve vs. yi kesmek için bıçak verdi. Bu onun
hilesiydi. Şehrin hanımlarının Yusuf u görmek için hileye baş vurdukları gibi
o da buna mukabil bu hileyi hazırlamıştı.
Vezirin
hanımı Yusuf a "Hanımların karşılarına çık!" dedi. Misafir hanımlar
yemek ve meyve yerken herbirinin elinde bıçak olduğu halde daha önce başka bir
yerde gizlediği Yusuf a onların yanına çıkmasını emretti. Uygun vakit
seçiminde mahir zeki bir kadındı. Misafir hanımların yemek yemek ve meyve
soymakla meşgul oldukları bir anda Yusuf u ansızın karşılarına çıkardı.
Kadınlar
Yusuf u birden karşılarında görünce büyülendiler. Tam anlamıyla güzelliğine ve
son derece göz kamaştırıcı yakışıklılığına hayran kaldılar. Gördükleriyle
dehşete düştükleri için takdim edilen et veya meyveleri kestiklerini
zannederek hiç farkında olmadan ellerini kestiler. Etkili bir olay, garip bir
manzara ve heyecanlı bir şeye gözü takılı kalıp hayrete düşen insan elbette
böyle hareket edecekti.
Kadınlar,
"Allah için haşa! Bu beşer değildir" dediler. "Hâşâ" tenzih
manası ifade eden bir kelimedir. Yani misafir kadınlar Allah Tealâ'yı
acizlikten tenzih ederek, bu kadar güzel bir insanı yaratmasından dolayı
hayrete düşerek, Vezirin hanımına "Gördüğümüz bu durumdan sonra seni
ayıplayacak bir şey göremiyoruz" dediler. Çünkü bu kadınlar beşer içinde
Yusuf gibisini veya güzellikte ona yakın birini görmemişlerdi. Zira bütün
güzelliklerin yarısı Hz. Yusuf (a.s.)'a verilmişti.
Nitekim
bu gerçek "sahih" senedle rivayet edilen şu isra hadisiyle sabittir:
"Rasulullah (s.a.) üçüncü semada Hz. Yusuf (a.s.)'a uğradı. Efendimiz
(s.a.) buyuruyorlar ki: "Bir de ne göreyim: Yusuf! Bütün güzelliklerin
yarısı ona verilmişti. "
Kadınlar
"Bu gördüğümüz varlık beşer cinsinden değildir. Olsa olsa insan suretine
giren meleklerden biridir, güzel bir melektir." dediler.
Burada
maksat üstün güzelliğin ispatıdır. Zira insan tabiatında "me-lek"ten
daha güzel bir canlı, "şeytan"dan daha çirkin bir canlı yoktur.
Kadınlar Hz. Yusuf un göz alıcı güzelliğini görünce O'nu meleklere benzettiler,
acaip güzelliği ve gözalıcılığı sebebiyle O'nun insanlık vasfını inkâr
ettiler.
Fahreddin
Razî'ye göre zihne daha yakın olan görüş şudur: Kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'taki
nübüvvet ve risalet heybetini, iffet ve namusluluk alâmetini görünce ondaki
beşerî şehvetin ve insanî vasıfların izlerini reddettiler, ona meleklerin
masumiyetini uygun gördüler.
Vezirin
hanımı misafir hanımların, Hz. Yusuf (a.s.)'un göz alıcı güzelliğine hayran
kalmaları konusunda başarılı olunca onlara şöyle dedi: İşte bana kendisi
sebebiyle tenkit yönelttiğiniz, benim ona karşı davranışımı ayıpladığınız
delikanlı budur.
Vezirin
hanımı Yusuf un güzellik hususundaki derecesini yükseltmek, ona aşık olmanın ve
ona kapılmanın yerinde olduğunu ifade etmek için kadınlar önünde hazır
oldukları halde "fe-hâzâ" kelimesini kullanması gerekirken
"fe-zâlikünne" kelimesini kullandı. Bununla Hz. Yusuf (a.s.)'un yüce
mevkiinin çok yükseklerde ve uzaklarda olduğuna işaret ediyordu. Yani işte
olgunluk ve güzellikte yüce ve insanlardan çok uzak olan Yusuf isimli
delikanlı budur. Ben mazurum; o, olgunluğu ve güzelliği sebebiyle aşık
olunmaya, sevilmeye lâyıktır, demek istiyordu.
Sizin
onunla birlikte bir an bulunmanızın neticesi bu olursa, onunla beraber devamlı
evde bulunduğum halde ben ne yaparım?! Ben itiraf ve ikrar ediyorum ki, onu
baştan çıkarmak isteyen vallahi benim. Ama o iffeti ve vakarıyla benim
istediğim şeyden imtina etti. Zira o iffetli ve tertemiz bir kişidir, iffeti
geçmişlerinden miras olarak almıştır.
Bazıları
demişlerdir ki: Kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'un açık güzelliğini görünce Vezirin
hanımı onların bilmediği güzel vasıflarını, fizikî güzelliği yanında iffetli
oluşunu da haber verdi.
Bundan
sonra da Hz. Yusuf (a.s.)'u ceza ile korkutarak şöyle dedi: Eğer o, yakın
gelecekte benim kendisine emrettiklerimi yapmazsa yemin olsun ki zindana
atılacak ve hor, hakir kimselerden biri olacaktır. Zira kocam benim emrime ve
isteğime aykırı davranmaz.
Bu
ifade Vezirin hanımının Hz. Yusuf (a.s.)'a olan aşkının gönlünü tamamen
kapladığına delildir. Ve artık O'nun cezası, ilk defa kapıda durumunun
anlaşılması üzerine kocasına işaret ettiği sadece geçici bir hapis cezası
olmayacak, bir müebbet hapis cezası olacaktır. Vezirin hanımı bu tehdidiyle,
kocasının kendi durumunu bilmesine ve bu çeşit davranışlarını yadırgamasına
rağmen kocasına hakim olduğundan emin olduğunu gösteriyordu. Vezirin hanımının
Hz. Yusuf (a.s.)'a aşık oluşu ve O'nu son derece sevmesi gizlenemeyecek açık
bir durum olmuş, Zeliha hanım artık kimsenin tenkidinden ve kendisini ayıplamasından
korkmaz olmuştu. İşte o anda Hz. Yusuf (a.s.) bu çeşit kadınların şerrinden ve
hilelerinden Allah'a sığındı:
Ey
Rabbim! Sen benim sığınağım ve iltica edeceğim yegâne varlıksın. Şu kadının
bana tehditte bulunduğu zindan benim için kadınların bana teklif ettikleri
fuhuş ve günahı irtikap etmekten daha iyidir.
"Eğer
onların tuzaklarına engel olmazsan..." (Yusuf, 33) ayetinde ya kadının
durumunun vehametini bildirmek için yahut ismini tasrih etme yerine tariz
yoluna başvurmak için müfred yerine cemi zamiri kullanılarak "keydihinne
(onların tuzakları)" ifadesi denilmiş ve bununla kinaye olarak Vezirin
hanımına işaret edilmiştir. Evlâ olan bu lafzın umuma teşmil edilmesidir. Yani
sadece Vezirin hanımının tuzağı değil kadınların tuzakları demektir.
Hz.
Yusuf (a.s.) duasında oradaki bütün kadınları murad etmişti. Çünkü onlar Hz.
Yusuf (a.s.)'un hanımefendiye itaat etmesinin gayet güzel olacağını ifade
etmişler ve Yusuf a hanımefendinin isteğini kabul etmesi için nasihatta bulunmuşlar,
O'na "kendini zindana attırmaktan ve horlanmaktan koru" demişlerdi.
O
bu duasıyla lezzete karşı sıkıntıyı tercih etmişti. Zira masum olmasına rağmen
zindana atılması dünyada kötülenmek ve ahirette azaba uğramaktan daha basit
idi. Çünkü zindana atılan masum insan dünyada medhe lâyık olmak, ahirette ise
daimi bir sevaba ulaşmak gibi büyük bir saadet hisseder.
O
iki kötü şeyden (zindan ve zinadan) ehven olanı, iki zararlı şeyden zararı
daha hafif olanı tercih etmişti. Zindanda zihin rahatlığı, gönül huzuru, fesat
çevresinden çıkmak ve kendi hayatına tahakküm edilmesinden kurtulmak vardı.
Hz.
Yusuf (a.s.) daha sonra duasını acizliğini ve güçsüzlüğünü beyan ederek,
durumunu kuvvet ve kudret sahibine (Allah'a) havale ederek tamamladı:
Eğer
sen, onların tuzaklarına engel olmazsan, (Allahım!) ben onlara meyledebilir ve
cahillerden olabilirim. Yani sen onların tuzaklarını benden uzak-laştırmazsan
onların arzularına uymaya meyledebilirim ve şehvetleri kendilerine hakim olan,
bildiklerini yaşamayan beyinsiz ve bilgisizlerden olurum. Zira hikmet sahibi
çirkin fiil işlemez. Kendi ilminden yararlanmayan kimse ile hiç bilmeyen aynı
seviyededir.
Yani
sen beni kendi nefsime bırakırsan benim hiç gücüm yoktur. Ben ancak senin güç
ve kuvvetine sığınıyor ve iltica ediyorum. Yardımı istenecek olan sensin.
Güvenilecek, dayanılacak olan sensin. Beni kendi nefsime bırakma (Allah'ım!).
Bu
dua, azimli oldukları hususlarda sabreden peygamberler ve Allah'ın salih
kullarının âdeti olduğu üzere Hz. Yusuf (a.s.)'un da Allah'ın lütuflanna ve
himayesine koşmasıdır.
"Rabbi
Yusuf un duasını kabul etti." Rabbi onun "Eğer sen onların tuzaklarına
engel olmazsan..." ayetinde anlaşılan ve onların tuzaklarına engel olunması
ve lütufta bulunulması manasını ihtiva eden duasına icabet etti. Kadınların
tuzaklarını ondan uzaklaştırdı ve onu büyük himayesiyle korudu. Onu ma'siyete,
cehalete ve kadınların nefsî arzularına tabi olma gafletinden muhafaza etti.
Şüphesiz Allah Tealâ kendisine iltica edenlerin duasını en iyi işiten ve
onların imanlarının samimiyetini, durumlarını ve onlar için faydalı olacak
hususları en iyi bilendir.
Bu
ayet (Yusuf, 34) Rabbinin Hz. Yusuf (a.s.)'u koruduğuna, onu imtihan ettiğine
ve onu peygamberlere lâyık eşsiz bir terbiye ile terbiye ettiğine delildir.
Hz.
Yusuf (a.s.) gençliği, güzelliği ve fizikî üstünlüğüne rağmen, yine son derece
güzel ve göz alıcı olan Mısır Vezirinin hanımıyla cima etmeyi reddetti. Allah
korkusuyla ve O'nun sevabını umarak zindanı tercih etti.
Buharî
ve Müslim'in Sa/uMerinde Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
"Yedi
grup insan vardır ki O'nun (Arş'ınm) gölgesinden başka hiçbir gölgenin
bulunmadığı o günde Allah onları kendi Arş'ının gölgesinde gölgelendirecektir:
■
Adaletli devlet reisi.
-
Allah'a kulluk içinde yetişen genç.
-
Mescitten çıkıp oraya tekrar dönünceye kadar kalbi mescitlere bağlı olan kişi.
-
Birbirlerini Allah için seven, bu duyguyla toplanıp bu duyguyla dağılan iki
kişi.
- Sadaka veren ve sağ eliyle verdiği sadakayı
sol eli bilmeyecek derecede gizlice veren kişi.
- Mevki ve güzellik sahibi bir kadın harama
davet ettiği zaman "Ben Allah'tan korkuyorum" diyen adam.
-
Allah'ı ıssız bir yerde zikredip gözleri yaşla dolan kişi".
Daha
sonra Hz. Yusuf (a.s.)'u suçsuz olduğunu anlamalarına ve onun iffeti ve namusluluğu
hususunda doğru olduğuna dair deliller ortaya çıkmasına rağmen Vezir, Vezirin
hanımı ve bu olay yayıldıktan sora şahitlik yapan kişi onu belirli olmayan bir
müddet zindana atmayı umumi menfaatlere uygun buldular. Bununla, Hz. Yusuf
(a.s.)'un o kadını baştan çıkarmak istediği, dolayısıyla onu bu sebeple zindana
attıkları gibi bir kanaatin yayılması ve kıskarma duygusunu kaybeden ve hangi
bedelle olursa olsun hanımının rızasını kazanma yolunu tercih eden kocasının
üzerinde hakimiyet kurduğu açıkça belli olan Vezirin hanımının arzusunun
yerine getirilmesi isteniyordu. [27]
36- Yusuf la beraber zindana iki genç daha girdi.
Onlardan biri Yusuf a "Rüyamda kendimi şaraplık üzüm sıkarken
gördüm" dedi. Diğeri de "Ben de kendimi başımda ekmek taşıyor ve
kuşlar da ondan yiyor gördüm" dedi. "Bize bu rüyaların tabirini
bildir. Doğrusu biz seni iyiliksever kimselerden görüyoruz" dediler.
37-
Yusuf onlara şöyle dedi: "Size gönderilen yemekler size ulaşmadan bu rüyaların
tabirini size bildireceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Ben,
Allah'a iman etmeyen, ahireti inkâr eden bir kavmin dininden uzaklaştım."
38-
"Ben atalarım İbrahim, İshak ve Ya-kup'un dinine sarıldım. Herhangi bir
şeyi Allah'a ortak koşmak bizim için doğru olamaz. Bu, Allah'ın bize ve diğer
insanlara bir lütfudur. Fakat insanların çoğu yine de şükretmezler."
39-
"Ey zindandaki iki arkadaşım! Birbirinden ayrı uydurma tanrılar mı daha
iyi, yoksa bir olan ve ezici güce sahip Allah mı?'
40-
"Allah'ı bırakarak taptığınız tanrılar, sizin ve babalarınızın
yakıştırdığı put isimlerinden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında
hiçbir delil indir-memiştir. Hüküm ancak Allah'ındır. O yalnız kendisine kulluk
etmenizi emretmiştir. İşte bu doğru dindir. Fakat insanların çoğu
bilmezler."
Hz.
Yusuf (a.s.)'u zindana attıklarında onunla birlikte kralın uşaklarından biri
şarapçısı diğeri ekmekçisi olan iki kişiyi de zindana atmışlardı. Zira bunların
kralın yemeğini ve içeceklerini zehirlemeye teşebbüs ettikleri krala bildirilmişti.
Bu durum bir tesadüf değil, her şeye hakim ve her şeyi gayet iyi bilen Allah'ın
bir takdiri idi. Hz. Yusuf (a.s.) zindanda doğru sözlülüğü ve rüyaları tabiri
etmesi ile tanınmıştı.
Bu
iki genç rüya görmüşlerdi. Şarapçı olan "Ben rüyamda şaraplık üzüm
sıktığımı görüyorum", ekmekçi ise "Ben rüyamda başımda ekmek taşıyor,
kuşlan da bundan yiyor gördüm" dedi. Her ikisi de Hz. Yusuf (a.s.)'a
"Bize gördüğümüz bu rüyanın tabirini ve açıklamasını bildir. Bu rüya
gerçekten olacak mı, yoksa karmakarışık rüyalar mı? Biz biliyoruz ki sen rüya
tabirini iyi bilenlerden birisin" dediler. Zira Hz. Yusuf (a.s.) ne zaman
rüya tabiri yapsa hata etmezdi. Yahut sen insanlara hayır ve iyilik yapmak
isteyen iyiliksever kimselerdensin, dediler.
Hz.
Yusuf (a.s.) bu fırsatı ganimet bildi. Bu iki kişinin kendisine, ilmine ve
ihlâsına güvenmeleri iyi bir fırsattı. Bunları ve zindanda bunlarla beraber bulunanları
Allah'ın halis dinine bağlanmaya, putları terk etmeye davet etti. Zindana
girmesi böyle bir hikmete bağlı oldu.
Davetinde
ilk adım olarak doğru sözlülüğüne delâlet eden mucize ile başladı. Zindan
arkadaşlarına "Size bugün gelecek yemeğiniz gelmeden bunu size
bildireceğim. Bu Allah'ın bana vahiy veya ilhamla öğrettiği şeylerdendir, beşer
ilminden olan kahinlik veya sihirbazlık değildir," dedi.
Bu
ifade zayıfları, fakirleri, mazlumları ve günahkârları Allah'a davet etmesi
için zindanda iken Hz. Yusuf (a.s.)'a vahiy geldiğine delâlet etmektedir. Çünkü
bu kimseler Hz. Yusuf (a.s.)'un davetine başkalarından daha yakındırlar.
Vahyin
sebebi ise şudur: Ben Allah'a ve ahiret gününü inkâr eden Filistin halkından
olan Ken1 anlılar ve başkalarının dinini, Güneş (Ru1), buzağı (Ebis) ve
Firavunlara (Mısır idarecilerine) tapınan Mısırlıların dinini terk ettim.
Bunlar
ahirette sevap veya günah beklemezler. Onlar Peygamberlerin davet ettiği doğru
şekliyle ahirete, amellerin hesaba çekilmesine ve amellere karşılık
verilmesine inanmazlar. Onlar Firavunların mumyalanmış cisimleriyle ahirete
döneceklerine ve onların dünyada olduğu gibi ahirette de hakimiyet ve
saltanatlarının bulunacağına inanmaktadırlar.
"Hüm
(onlar)" kelimesinin tekrar edilmesi tekit için ve küfür vasfının onlara
ait bir özellik olduğunu ve bunda aşırı gittiklerini beyan etmek içindir.
Küfür
ve şirk yolunu bir takım Allah'ı tasdik etmeyen, O'nun birliğini ve yer ve
göklerin yaratıcısı olduğunu ikrar etmeyen kâfirlerin dinini terk ettim.
Ben
halis tevhide davet eden babalarım ve dedelerim olan peygamberlerin "Hz.
İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakup (a.s.)'un dinine tabi oldum."
"Babalarım"
kelimesi dedenin de baba olduğunu, Hz. Yusuf (a.s.)'un peygamber ailesinden
olduğunu, ayrıca bu iki gencin kendisine kulak verme ve sözüne uyma
hususundaki arzularını kuvvetlendirmek için kendisinin gaybe ait meseleleri
haber vermek üzere vahye nail olduğunu anlattı.
Hidayet
yoluna giren, peygamberlerin yoluna tabi olan, sapıkların yolundan yüz çeviren
kimsenin hali böyle olur. Zira Allah onun kalbine hidayeti ihsan eder, ona
bilmediğini öğretir. Onu hayır yolunda kendisine tabi olunan önder, hak
yolunun davetçisi eyler. Bu, Allah'a iman etmeye ve O'nun birliğine teşviktir.
Bundan
sonra peygamberlerin metodunu genel hatlarıyla beyan etti. Hz. Yusuf (a.s.)
şöyle diyordu: Biz peygamberler topluluğunun hiçbir şeyi görmeyen, duymayan
putları, heykelleri Allah'a ortak koşması doğru olamaz, böyle bir şey bize
yakışmaz.
Bu
tevhid inancı yani tek Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığını, Onun eşi ve
ortağı bulunmadığını ikrar etmek Allah'ın bize bir lütfudur. Zira bize Allah'ın
varlığını, Rab ve ilâh olarak birliğini ikrar etmeyi gösterdi. İnsanlara doğru
yolu göstermek, onları uyarmak ve delâlet yolundan uzaklaştırmak üzere bizleri
insanlığa elçi olarak göndermesi Allah'ın insanlara bir lütfudur. Bu hem
peygamberlere hem de gönderildikleri ümmetlere ilâhî bir lütuftur.
Fakat
peygamberlerin gönderildiği insanların çoğu Alah'm lütfuna şükretmezler. Şirke
düşerler, uyanık olmazlar. Allah'ın kendilerine peygamber göndermek gibi
nimetinin değerini bilmezler. Bilakis "Allah'ın nimetlerini küfürle
değiştirir ve kavimlerini helak yurduna sokarlar." (İbrahim, 19/28).
Hz.
Yusuf (a.s.) şirki ve müşriklerin ibadetini red edip peygamberliğini ortaya
koyduktan sonra pek çok ilâhlar yerine tek ilâh ve tek Rabbı itiraf etme esası
üzerine kaim olan halis tevhid akidesine davet etti. Peygamberlerin metodu
daima böyledir. Önce puta tapıcılık inancını yıkarlar, sonra da Allah'ın
varlığına ve birliğine delâlet eden aklî delilleri ortaya koyarlar.
Bunun
içindir ki, Hz. Yusuf (a.s.) şöyle dedi: Ey zindandaki iki arkadaşım! Sizin
için ve başkaları için size fayda verme, zararı engelleme ve gayb âleminde
yardımcı olma hususunda çekişme, çarpışma ve kâinatın fesada uğramasına sebep
olacak farklı özelliklerde çeşitli tanrıların bulunması mı, yoksa başkasına
muhtaç olmayan, tasarruf ve idaresinde ortak kabul etmeyen, kudreti ve
iradesiyle ezici güce sahip olan, zatı ve azametine her şeyin boyun eğdiği
Allah mı daha hayırlı ve daha iyidir!
Daha
sonra bu ilâhların gerçek durumunu açıkladı: Taptığınız ve ilâh diye
adlandırdığınız bu putlar hiçbir esası olmayan, Allah tarafından dayanağı bulunmayan,
insanların kendi kendilerine uydurdukları sadece mücerret isimlerden
ibarettir. Bunların "Rab" diye adlandırılmaları hususunda Allah bir
hüccet veya burhan indirmemiştir ki bunlara ibadet etmek ve itaat etmek doğru
olsun. Bu ne akıl ne de semavî nakil yönünden hiçbir delil bulunmayan bir yakıştırmadan
ibarettir.
Sonra
da onlara hükmetmek, tasarrufta bulunmak, dilemek ve mülkün sahibi olmak sadece
Allah'a aittir. O bütün kullarına sadece kendisine ibadet etmelerini emretti.
Sizi davet ettiğim Allah'ın birliğine inanmak ve O'na ihlâs-la ibadet etmek
Allah'ın emrettiği, O'nun sevdiği ve razı olduğu, hüccet ve burhanı indirdiği
dosdoğru din budur.
Fakat
insanların çoğu bunun hiçbir eğriliği, eksikliği bulunmayan hak din olduğunu
bilmezler. Bunun için çoğu müşrik oldular. Nitekim Cenab-ı Hak "Sen çok
gayret etsen de insanların çoğu mümin değildirler." (Yusuf, 103) buyurmaktadır. [28]
41-
"Ey zindandaki iki arkadaşım!
(Rüyalarınıza gelince) biriniz efen- dısıne şarap ıçırecek, diğeri
ise asılacak ve kuşlar onun başından yiyecekler. yorumu hakkında sor- duğunuz iş
(bu §ekilde> kesinleşmiştir."
^^" ^u ikisinden, kurtulacağını bildiği kimseye "Beni efendinin yanında
an" dedi. Fakat şeytan ona,
efendisine an- mayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf) birkaç sene zindanda kaldı.
Hz.
Yusuf (a.s) şöyle diyordu: Ey zindandaki iki arkadaşım! İkinizden biriniz -Bu
kişi rüyada kendini şaraplık üzüm sıkarken gören kralın şarapçısı idi.
Üzülmemesi için ona hitap ederken ismini belirtmedi- eskiden olduğu gibi
efendisine şarap sunacak.
41.
ayette geçen, "efendisi" manasındaki "rabbehû" kelimesinden
kendisine "kulluk" yapılacak Rabb'i kasdetmemiştir. Çünkü Hz. Yusuf
(a.s.) zamanındaki Mısır kralı, Hz. Musa (a.s.) zamanındaki Mısır Firavun'u
gibi tanrılık iddiasında bulunanlardan değildi.
Rivayete
göre Hz. Yusuf (a.s.) bu rüyayı gören gence "Gördüğün rüya ne güzel!
Üzümlerin güzelliği durumunun güzelliği manasındadır. Dallara gelince, üç gün
demektir. Bu üç gün sona erince kral sana haber gönderip seni eski işine
döndürecektir, aynen eskiden olduğun gibi belki de daha güzel bir durumda
olacaksın" dedi.[29]
Bu
ifade bu rüyayı gören gencin kralın zehirlenmesi hususunda suç ortaklığı
töhmetinden uzak olduğuna delildir.
Diğer
genç ise rüyasında başında ekmek taşıdığını, kuşların bundan yediğini gören
kralın ekmekçisi idi. Bu genç asılacak, akbaba, şahin, kartal, doğan gibi
yırtıcı kuşlar başından yiyeceklerdi.
Hz.
Yusuf (a.s.) bu gence "Gördüğün rüya ne kötüdür! Üç sepet üç gün demektir.
Üç gün sona erdikten sonra kral sana emir gönderip seni asacak, başından da
kuşlar yiyecek" dedi.
Bu
ifadeye göre kralın ekmekçisi olan bu kişi kralın zehirlenmesi suçuyla itham
edilen ve aleyhindeki ithamın sabit olduğu kişidir. Ancak bu ve önceki şahıs
hakkındaki rivayet ayetin zahirî ifadesiyle çelişmektedir.
Sonra
tefsirde nakledilmiştir ki, bu iki genç "Biz rüyada hiçbir şey görmedik"
dediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf (a.s.) "Hakkında fetva istediğiniz
meselenin hükmü verilmiştir" dedi. "İstifta" lügatte, problemli
bir meseleyi sormak, "fetva" ise buna verilen cevaptır.
Bu
mana doğrudur. Zira Hz. Yusuf (a.s.) bu iki arkadaşına bu meselenin bittiğini,
bunun seksiz şüphesiz mutlaka gerçekleşeceğini bildirdi. Çünkü rüya -tabir
edilmedikçe- bir kuşun ayağındadır. Tabir edilince düşer, gerçekleşir.
İmam
Ahmed, Muaviye b. Hayde'den Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet
etmektedir: "Rüya tabir edilmedikçe bir kuşun ayağındadır. Tabir edilince
düşer, gerçekleşir."[30]
Hz.
Yusuf (a.s.)'un cevabı sadece zan ve tahmin üzerine dayanan mücerret bir rüya
tabiri değildi. Allah Tealâ tarafından gelen vahye dayanıyordu. Vahiy ise zan
ve tahmin değil, kesinlik ve yakin ilim ifade ediyordu.
Bundan
sonra Hz. Yusuf (a.s.) yakinen kurtulacağını bildiği kralın sakisine,
diğerinin bilgisi olmadan, asılacak olanın kendisi olacağını hissettirmemek
için gizlice şöyle dedi: Benim hikayemi efendinin -yani kralın- yanında anlat.
Belki o benim suçsuzluğumu anladıktan sonra beni bu zindandan çıkarır.
Bu
söz felâketten kurtulmak ve selâmete ermek için gayet tabii olarak ve şer'an
arzu edilen zahirî sebeplere sarılma kabilindedir.
Ancak
şeytan zindandan kurtulan bu kişiye Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandan çıkıp da
Allah'ın birliğine ve kulluğuna, şirkle mücadele etmesine ve şeytanın
vesveselerini kovmaya davet etmemesi için, unutturma şeytanın hileleri cümlesinden
idi.
Hz.
Yusuf (a.s.) zindanda unutulmuş ve mazlum biri olarak birkaç sene, üç ile dokuz
sene arasında uzun bir müddet kaldı. Bir rivayette yedi sene denilmiştir.
Vehbe b. Münebbih "Hz. Eyüb (a.s.) belâ içerisinde yedi sene Hz. Yusuf
(a.s.) zindanda yedi sene kaldı. Buhtunnassar'a yedi sene işkence edildi"
demiştir. Mukatil ise, "Hz. Yusuf (a.s.) zindanda beş sene birkaç ay
kaldı" demiştir. İbni Abbas 12 sene, Dahhak da 14 sene kaldığını
söylemiştir. İlk görüş daha doğrudur. Çünkü bu "bid'a sinîn (birkaç
sene)" ifadesine dahildir.
Bilindiği
gibi, zulmü engelleme hususunda insanların yardımını istemek şeriatta caizdir.
Ancak sıddik kimseler için sebeplerin kaldırılması hususunda Allah'a iltica
etmeleri daha evlâdır. Sebepleri yaratan ve kaldıran Allah'tır.
Rivayete
göre Cebrail (a.s.) Hz. Yusuf (a.s.) zindanda iken geldi. İnsanlardan yardım
istemesi hususunda ona ihtarda bulunmak üzere şöyle dedi.
-
Ey Yusuf! Seni kardeşlerinin elinden, öldürülmekten kim kurtardı? Hz. Yusuf
(a.s.):
-
Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):
-
Peki, seni kuyudan kim çıkardı? dedi. Hz. Yusuf (a.s.):
-
Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):
-
Peki, seni zindanda kim korudu? dedi. Hz. Yusuf (a.s.):
-
Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):
-
Peki, seni kadınların hilesinden kim korudu? dedi. Hz. Yusuf (a.s.):
-
Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):
- O halde nasıl Rabbini terk ettin, O'ndan
niyazda bulunmadın da, mahlûka güvendin? dedi. Bunun üzerine Hz. Yusuf:
-
Ya Rabbi! Bu benim yanıldığım bir kelimedir. Ey İbrahim'in ve aile halkının
ilâhı, ey yaşlı babam Yakup'un da ilâhı olan Allahım! Bana rahmet etmeni niyaz
ediyorum, dedi. Cebrail (a.s.) Hz. Yusuf (a.s.)'a:
-
Senin cezan bir kaç sene zindanda kalmaktır.[31]
43-
Kral dedi ki: "Ben (rüyada) yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini
gördüm. Ayrıca yedi yeşil başak ve diğerlerini kuru gördüm. Ey ileri gelenler!
Eğer rüya tabir ediyorsanız, benim rüyamı tabir edin."
44-
(Yorumcular) dediler ki: Bunlar kar-böyle kişiden kurtulmuş olan (şarapçı) uzun
bir zaman sonra (Yusuf u) hatırlayarak dedi ki: "Ben size onun yorumunu
haber veririm. Beni hemen (zindana) gönderin."
46-
(Şarapçı Yusuf a dedi ki:) "Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! Yedi zayıf
ineğin yedi semiz inek ile yedisi yeşil, diğerleri (yedisi) de kuru başak
(rüyası) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumla)
dönerim de belki onlar da (doğruyu) öğrenirler."
47- Yusuf dedi ki: "Âdetiniz üzere peş-peşe
yedi sene ekin ekersiniz, sonra yiyeceklerinizden az bir miktar hariç,
biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız."
48- "Sonra bunun ardından (tohumluk olarak)
saklayacaklarınızdan az bir miktar hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi
yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir."
49- "Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek
ki, o yılda, insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyve)
sıkacaklar."
masına
sebep olan Mısır kralının rüyasıdır.
Kıssa
şu şekilde meydana gelmişti: Bu rüya kralı çok korkutmuş, bu rüyanın şekli ve
nasıl tefsir edileceği hususunda meraka düşmüştü. Kral kâhinleri, devlet
büyüklerini ve emirlerini toplamış, onlara gördüğü rüyayı anlatmış, onlardan
bu rüyanın tabirini istemişti. Onlar bu tabiri yapamadılar, bu rüyanın
karmakarışık düşler olduğunu söyleyerek tabir etmekten mazur olduklarını
söylediler.
Ayetlerin
toplu manası şudur: Mısır kralı dedi ki: Ben rüyamda beni dehşete düşüren bir
olay gördüm. Kuru bir nehirden çıkan yedi semiz inek gördüm. Bu yedi ineği
yedi kuru ve zayıf inek yiyordu. Ayrıca taneleri olgunlaşmış yedi yeşil başağı
biçilme vakti yaklaşmış başka yedi kuru başak sarmıştı.
Kral
kavminden ileri gelen kâhinler ve bilginlere rüya tabirini, bu rüyanın hayalî
manasının beyanını ve gerçek âlemdeki tercümesini biliyorsanız, bana bu rüyamı
tabir edin, dedi.
İleri
gelenler şöyle dediler: Bu rüya uyuyan kimseye şuuraltında görünen, hiçbir
anlamı olmayan, hazımsızlık, mide bulanması, bazan da yorgunluktan meydana
gelen hayal ve düşüncelerden karmakarışık düşlerdendir. Biz bu gibi rüyaların
tabirini bilemeyiz. Bu, doğru bir rüya olsaydı da yine bunun tabirini
bilemezdik.
İşte
o anda Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandaki iki arkadaşından ölümden kurtulan
şarapçı, Hz. Yusuf (a.s.)'u hatırladı. Şeytan Hz. Yusuf (a.s.)'un ona yaptığı
"durumunu krala arzetmesi" tavsiyesini unutturmuştu. Bu tavsiyeyi
unuttuktan sonra uzun bir müddet sonra hatırlamıştı. Şarapçı krala ve onun
etrafında toplanan ileri gelenlere şöyle dedi: Ben size bu rüyanın tabirini
bildiririm. Beni şu anda zindanda bulunan arkadaşım Yusuf a gönderin. (Bu hitap
kral ve etrafındaki topluluğa yahut tazim yoluyla sadece krala hitaptır).
Onu
Yusuf a gönderdiler ve Yusuf a "Ey Yusuf, Ey sözlerinde, davranışlarında,
olayların tefsiri ve rüya tabirinde çok sadık olan zat!. Kralın gördüğü rüya
hakkında bize fetva ver. Umulur ki senin bu rüyayı tabir etmen sebebiyle Allah
sana bir çıkış kapısı ve huzur nasip eder" dedi.
Hz.
Yusuf (a.s.) yaptığı tavsiyeyi unutması sebebiyle eski zindan arkadaşına
tenkit ve sitemde bulunmaksızın ve öncelikle zindandan çıkarılması şartım
koşmaksızın bu rüyanın tabirini anlattı, onlara on dört senelik planı açıkladı.
İlk
yedi senede peşpeşe verimlilik ve yağmur gelecek dedi. Sığırları senelerle
tefsir etti. Çünkü sığırlar meyve ve sebzelerin yetişmesine sebep olan toprağı
sürmektedir. İşte böylece yeşil başaklar elde edilir.
Bundan
sonra verimlilik yıllarında ne yapacaklarına işaret etti ve şöyle dedi: Bu yedi
verimli yıllarda elde ettiğiniz meyve, sebze ve tahıllardan yiyeceğiniz az bir
miktar hariç kurtlar ve böcekler yemesin diye ekinleri başağında saklayın. Bu
durumu inceleyin, gelecek zorlu yedi yılda istifade etmeniz için bu hususta
israf etmeyin. Bu peşpeşe gelen verimli yedi yılı izleyen yedi kurak yıl semiz
yedi ineği yiyen kuru, zayıf yedi inektir. Kuraklık yıllarında verimlilik
yıllarında topladıkları yenilecektir. Kuru başaklar bu kuraklık yıllandır.
Kıtlık yıllarında yeryüzü hiçbir şeyi yeşertmeyecek, ektiklerinden hiçbir şey
elde edilmeyecektir.
Bunun
için dedi ki: "Onlar bu hazırladığınız şeylerden pek azı hariç hepsini
yerler." Yani ahali, ekmek için sakladığınız biriktirdiğiniz tohumlardan
bir kısmı müstesna, bu geçen verimli yıllarda biriktirdiğiniz tahılların
hepsini kurak yıllarda yerler. (Yemeyi yıllara nispet ettiği, ama bununla
ahaliyi murat ettiği anlaşılmaktadır.)
Özetle:
Hz. Yusuf (a.s) semiz inekler ve yeşil başakları verimli yıllarla, zayıf inekler
ve kuru başaklan da kıtlık yıllanyla tabir etti.
Sonra
onlara bol yağmurlu bir yılın geleceğini müjdeledi. O yıl memleket bereketle
dolar. İnsanlar normal olarak elde ettikleri zeytinyağı, şeker pancan, hurma ve
üzüm suyu vb. sıkma işleriyle meşgul olurlar.
Bu
gelecekte olacak gaybî hadiselerden haber verme Allah'ın vahyi ve ilhamı
iledir, yoksa sadece rüya tabiri değildir. Bu, aynı zamanda rüyanın yorumundan
sonraki on beşinci yılın mübarek, verimli, hayrı çok, nimetleri bol bir yıl
olacağı müjdecisidir. Bu vahiy yoluyla verilen bir haberdir. [32]
50- Kral (bu yorumu duyunca) "Onu
(Yusuf'u) bana getirin" dedi. Elçi Yusuf a geldiği zaman (Yusuf) dedi ki:
"Efendine dön ve ona, ellerini kesen o kadınların durumu neydi? diye sor.
Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir."
51-
(Kral) dedi ki: "Yusuf u baştan çıkarmak istediğinizde durumunuz
neydi?" (Kadınlar): "Hâşâ! Allah için biz ondan hiçbir kötülük
görmedik" dediler. Vezirin hanımı da dedi ki: "Şimdi hak meydana
çıktı. Onu ben baştan çıkarmak istemiştim. Şüphesiz ki, o doğru
söyleyenlerdendir."
52-
"(Buna lüzum görmem) benim kendisine gıyabında hainlik etmediğimi ve
Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını bilmesi içindir."
Cenab-ı
Hak bu ayetlerde Hz. Yusuf (a.s.)'un yaptığı rüya tabirinden memnun olan, Hz.
Yusuf (a.s.)'un faziletini, ilmini, geniş malûmatını, ülke halkına ve vatandaşlara
verdiği, önemi gören, bu rüyanın işittiği şekliyle yapılan tefsirinin Hz.
Yusuf (a.s.)'un üstün aklına, kuvvetli zekâsına delâlet eden çok önemli bir söz
olduğunu idrak eden, Hz. Yusuf (a.s.)'un bu durumunu bizzat kendisinden işitmek
için kendisiyle şahsen görüşmeye lâyık biri olduğunu anlayan kralın tavrını
haber vermektedir.
Kral,
"Onu bana getirin, yani onu zindandan çıkarın. Sözünü dinlemem ve tabirin
doğruluğunu bizzat araştırmam için onu benim huzuruma getirin" dedi.
Elçi
Hz. Yusuf (a.s.)'a gelince o, Vezirin hanımı tarafından kendisine yakıştırılan
iftira ile şerefinin lekelenemeyeceğini ve masum olduğunu, bu zindanın zulüm ve
haksızlık olduğunu kral ve etrafmdakilerin tahkik etmeden önce zindandan
çıkmak istemedi.
Peygamberimiz
(s.a.) Hz. Yusuf (a.s.)'un tavrını medhetmiş, onun fazilet ve şerefine, yüce
değerine ve sabrına dikkat çekmişti. İmam Ahmed'in Müs-nedinâe, Buharî ve
Müslim'in Sa/ıi/ılerinde Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadis-i şerifte
Efendimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "... Ben Yusuf un kaldığı kadar
zindanda kalsaydım, gelen elçiye derhal icabet ederdim."
Hz.
Yusuf (a.s.) kralın huzuruna çıkarılması talebine cevap olarak şöyle demişti:
Efendine dön. Ona ellerini kesen kadınların durumunu sor. Zira ben bir suçtan
dolayı haksız yere itham edilip hapse giren bir kimse olarak kralın huzuruna
çıkmak istemem. Kralın huzuruna çıkmadan önce olayın gerçek yönünü anlaması
için bu davayı tahkik etmesini söyle. Çünkü Rabbim olayların gizli yönlerini
ve kadınların hile ve düzenlerini, benim için kurdukları tuzağı en iyi
bilendir.
Kral
Vezirin hanımının yanında ellerini kesen kadınları topladı, bütün kadınlara
hitaben ama Vezirin hanımını kastederek şöyle dedi: Davet günü Hz. Yusuf
(a.s.)'u baştan çıkarmak istediğinizde durumunuz, derdiniz, meseleniz ne idi?
Hz. Yusuf (a.s.)'u fuhuş irtikap etmeye davet ettiğinizde durum nasıl oldu?
Kadınlar
krala cevap verdiler: Yusuf un kötülük murad etmiş olmasından Allah'a
sığınırız!
Bu
ifade Hz. Yusuf (a.s.)'un masumiyetini ve onun nezih ve iffetli şahsiyetine
hayran olunduğunu ifade etmektedir. Yani hâşâ, Allah için Hz. Yusuf (a.s.)'un
suçlu olması mümkün değildir. Allah'a yemin olsun ki onun hayatı boyunca
kendisinden hiçbir kötülük görmedik.
O
anda Vezirin hanımı şöyle dedi: "Şu anda hak bütün açıklığıyla ortaya
çıktı. Yusuf u baştan çıkarmaya çalışan benim. Zira o iffetini korudu ve tam anlamıyla
imtina etti. Yusuf, beni o kadın baştan çıkarmak istedi derken doğru
söylemişti."
Bu
ifade, şerefini koruması, bu olayı gizlemesi ve kendisinden yüz çevirmesi
sebebiyle Hz. Yusuf (a.s.)'un günah ve ayıplardan uzak ve masum olduğu
hususunda Vezirin hanımının açık bir itirafıdır.
Vezirin
hanımı daha sonra şöyle devam etti: Bu itiraf gerçek ve samimi bir itiraftır.
Yusuf zindanda iken ona yokluğunda ihanet etmediğimi, onun şerefi, temizliği ve
iffetine leke sürmediğimi Yusuf un bilmesi için (bunu yaptım).
Bu
söz -Zemahşerî'nin belirttiği gibi- Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olabilir. Bu söz
Hz. Yusuf (a.s.)'un "Şüphesiz Rabbim o kadınların tuzağını gayet iyi bilir"
sözüyle irtibat halindedir.
Ayetin
manası şudur: Elçiyi reddetmem, sebatkârlık ve kralın benim durumum hakkında
tahkikte bulunması için yaptığım bu davranış, kral ve insanların huzurunda
suçsuzluğumun ortaya çıkması ve Vezirin gıyabında hanımı hakkında ihanette
bulunmadığımı, bilakis onun iffetine dokunmadığımı yakinen bilmesi içindir.[33]
Ebu
Hayyan bunu şu şekilde yorumladı: "Bu, ona ihanet etmediğimi bilmesi
içindir." (Yusuf, 32) sözünün Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olduğu kanaatine
varan kimse bu sözle bundan öncesi arasında irtibat kurmakta zorlanmaktadır.
Bu sözün Hz. Yusuf a ait olduğuna delâlet eden hiçbir delil yoktur. "[34]
Zemahşerî,
"Bu mana, bu sözün Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olduğuna delil olarak
yeter" demiştir. Benim için Ebu Hayyan'ın görüşü daha doğrudur.
Ayrıca
bu ifade Allah Tealâ'nın hainlerin hilelerini muvaffak kılmayacağını, bilakis
bunu iptal edip tesirini yok edeceğini herkesin bilmesi için Hz. Yusuf un böyle
hareket ettiğini de vurgulamaktadır.
Bu
söz, Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olunca sanki bu sözle, Vezirin hanımına kocasının
emanetine ihanet etme hususunda, ayrıca Vezire de bütün alâmetler hanımının
aleyhine olmasına rağmen hanımına yardımcı olması dolayısıyla Allah'ın
emanetine ihanet etmesi hususunda tariz yapılmaktadır. [35]
53-
"Ben nefsimi temize çıkaramam.
Çünkü nefis -Rabbimin merhamet edip
koruduğu nefisler hariç- kötülüğü çok- ça emredendir. Doğrusu Rabbim,
bağış- layandır, merhamet edendir."
Vezirin
hanımı şöyle dedi: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Maksadım hapishanedeyken
kendisine ihanet etmediğimi Yusuf un bilmesini sağlamaktı". Veya
"Yusuf ile kendisine hainlik etmediğimi ve çirkin bir davranışta
bulunmadığımı kocamın bilmesini istedim. Ben sadece Yusuf un olmak ya da
onunla flört etmek istedim. O ise bunu kabul etmeyip benden yüz çevirdi ve
çareyi kaçmakta buldu. Ben nefsimi günah ve hatâ işleme hususunda temize
çıkaramam. Çünkü bütün nefisler tabiatı itibarıyla şehevî arzuların, hevâ ve
heveslerin peşinden koşar. Ancak Yusuf ve benzerleri gibi Allah Tealâ'nın
merhamet ettiği, kötü ve çirkin şeyleri kendilerinden uzaklaştırdığı kimseler,
bunun dışındadır. Fakat ben, Allah'ın rahmetinden ümit kesmem. Muhakkak ki
Rabbim, çok bağışlayan ve kullarına merhamet edendir"
Bu
hususta tercih edilen diğer bir görüş de bu ayetin, Yusuf (a.s.)'un sözünü
aktarmakta olduğudur. Buna göre mana şöyledir: Maksadım gıyabında -bana
güvenip, ırz ve namusu için emîn iken- hanımına ihanet etmediğimi Vezirin
bilmesini sağlamaktı. İnsanî özelliklere sahip nefsimi kalbin vesveselerinden
temize çıkaramam. Doğrusu her nefis şehevî arzu ve isteklere meyyaldir. Ancak
Allah'ın günahlara dalmaktan koruduğu ve dosdoğru olmaya muvaffak kıldığı
nefis bundan müstesnadır ki bu da peygamberlerin nefsi ve sâlih kimselerin
yoludur. Doğrusu Rabbim, hatâ edenlerin günahlarını bağışlar ve onlara merhamet
eder. Tabîki bu, onların tevbeye koşmaları ve Allah'a yalvarmaları
neticesindedir. Böylece Allah, onları günahların izlerinden arındırır ve
nefislerini günah lekelerinden temizler[36]
54-
Hükümdar: "Onu bana getirin, en yakın yardımcım yapayım", dedi. Onunla
konuşunca "Bugün senin, yanımızda önemli, bir yerin vardır"dedi.
55-
Yusuf "Beni Mısır'a idareci yap, çünkü ben, korumasını ve yönetmesini
bilirim" dedi.
56-Yusuf
u hapishaneden kurtardığımız gibi böylece Mısır'a yerleştirdik; istediği
yerde oturabilirdi. Rahmetimizi dünya ve ahirette tıpkı bu misalde olduğu gibi
istediğimize veririz; iyi davrananların ecrini zâyî etmeyiz.
57-
Ahiretteki ecri ise, inananlar ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için
dünyadaki ecrinden daha iyidir.
Burada
Melik’ten maksat, tercih edilen görüşe göre Vezir değil Mısır kralıdır.
Çünkü Yusuf (a.s.), kendisini Mısır’a
yönetici yapmasını ondan istemiştir.
Ayrıca
Yusuf (a.s.), bundan önce Vezire ait bir köle iken şimdide kral (Rayyân bin
Velid) onu (a.s.) kendisine mahsus kılmıştır.
Ayetin
manası şöyledir: Kral şöyle dedi: “Onu hapishaneden çıkartıp bana getirin” O
artık benim hususi yardımcım, danışacağım ve güveneceğim bir kişidir. Kral ,
Yusuf (a.s.) ile konuşup, onu tanıyınca fazilet, bilgi, iffet ve güzel ahlakını
gördü ve Yusuf’a şöyle dedi: “Sen artık bundan sonra katımızda yüksek bir mevki
ve izzet sahibisin. Devlet yönetiminde
sana her hususta güvenilecektir. Ülkenin bütün işlerinde seni tam yetki sahibi
kılıyorum”.
Rivayet
edildiğine göre, Yusuf (a.s.), hapisten çıkınca gusül abdesti alıp, temizlendi.
Yeni elbiseler giydi. Kralın huzuruna girince “Allah’ım! Sen’den bu durumun
hayırlı olmasını istiyorum. Kötülük ve şerrinden izzet ve kudretine sığınırım”
diye dua etti ve arapça selâm verdi.
Kral
“Bu konuştuğun dil nedir?” diye sorunca Yusuf (a.s.), “Amcam İsmail’in dilidir”
dedi. Bu sefer de krala İbranice olarak
dua etti. Kral “Bu lisan da nedir?” deyince Yusuf (a.s.), “Atalarımın dilidir”
diye cevap verdi.
İbrahim
(a.s.), çocukları ve torunları Kahtani Araplarındandı. Mısır kralları ise
çobanlar (Heksus) diye adlandırılan Araplardan idiler.
Yusuf
(a.s.), şöyle dedi: Ey kral hazretleri! Beni, yurdunun hazinelerinin başına
getir”. Hazinelerden maksat, elde edilenmahsullerin depolandığı ambarlar olup,
bunlar Yusuf (a.s.)’ın haber verdiği kıtlık yıllarını karşılamak için ürünlerin
toplandığı yerlerdi.
Yusuf
(a.s.), şöyle devam eder: “Beni, bu
depolara yönetici yap. Onları gözeteyim. Verimli ve kurak geçen yıllar
arasındaki ekonomik dengeyi kurabilmek için ekonomiyi yöneteyim. Gördüğüm
rüyaya göre halkını tehdit edecek olan açlıktan ülkeyi kurtarayım. Çünkü ben,
korumasını ve yönetmesini bilirim, güvenilir bir koruyucuyum. Üzerime aldığım
işte bilgi ve basiret sahibiyim”
Bu
ayet, ekonomik plan ve düzenlemenin ehemmiyetine ve mali kaynaklarla harcamalar arasındaki bütçe dengesinin kurulmasının önemine işaret etmektedir.
Kral,
Yusuf (a.s.)’un isteğini yerine getirdi ve onu (a.s.) maliye ve ekonomik
işlerden sorumlu bakan yaptı. Devlet idaresinde tam yetkili kıldı. Çünkü Yusuf
(a.s.)’taki akli olgunluğu, mahareti, siyasi gücü ve kanunları tatbik etme
kudretini sezmişti.
"Böylece
Yusuf u yerleştirdik..." Biz, Yusuf a nimetlerimizi, kralın kalbini ona
ısındırarak ve onu hapishaneden kurtararak ihsan ettiğimiz gibi aynı şekilde
onu Mısır'a yerleştirdik. Ona istediklerini yapabilme gücünü verdik. Mısır'da
makam ve mevki sahibi yaptık. Köle iken, nufûz ve güç sahibi olan, emirler
veren, yasaklar koyan bir idareci haline geldi. Önceleri başkasına uyarken daha
sonra kendisine tabî olunan, hürriyetten yoksun bir mahpus iken özgürlüğüne
kavuşan bir insan oldu. Bütün bunlar, sahip olduğu sabır, Allah Tealâ'ya
itaat, iffet, ahlâk ve hikmetli bir akıl gibi özellikleri sebebiyle gerçekleşmişti.
Zira o (a.s.), kardeşlerinin eziyetlerine sabretti. Vezir'in hanımı yüzünden
hapse girmek zorunda kaldı. Kötü ve çirkin şeylerden kaçındı. Allah da ona
(a.s.) zafer ve desteğini nasîb etti. Böylece Yusuf (a.s.), kendisini Mısır'dan
satın alan ve onu (a.s.) arzulayan kadının kocası eski efendisi Vezirin makamına
geçmiş oldu.
Mücâhid,
Yusuf (a.s.)'un irşadıyla Kralın müslüman olduğunu söyler.
Rabbi
Yusuf (a.s.)'u terk etmedi. Ona (a.s.) merhametiyle muamele etti ve korudu.
Allah Tealâ sadece dilediklerine merhamet eder. O'nun rahmeti her şeyi
kaplamıştır. İdarecilik, zenginlik ve sıhhat gibi nimetleri, dilediği kullarına
nasip eder.
"Rahmetimizi..."
sözü "ihsanımızı" demektir. Çünkü "rahmet", "nimet ve
ihsan" manalarınadır.
"İyi
davranıp, sâlih amel işleyenlerin ecrini zayi etmeyiz." Onlara dünyada
saadet, izzet ve şerefi, ahirette de ebedî olarak cennette kalma nimetini ihsan
ederiz.
"Ahiretteki
ecri ise" Muhakkak ki cennetteki nimetleri elde etmek demek olan ahiret
ecri, Allah'dan korkan müminler için, dünya ve dünyadaki şeref, hâkimiyet,
makam, mülkiyet, mal ve zînet gibi nimetlerden daha hayırlı, daha muazzam ve
daha çoktur.
Böylece
Allah Tealâ, ahiret yurdunda peygamberi Yusuf (a.s.) için hazırladığı
nimetlerin, dünyada ona (a.s.) verdiği yetki ve nüfuzdan daha büyük, daha çok
ve daha kıymetli olduğunu bildirmiştir.
Allah
Tealâ, Süleyman (a.s.) hakkında da şöyle buyurmuştur: "İşte Bizim
bağışımız budur, ister ver, ister tut, hesapsızdır' dedik. Doğrusu onun
katımızda yakınlığı ve güzel bir yeri vardır". (Sâd, 38/39-40).
Allah'ın,
dünya ve ahiret saadetini beraber nasîbettiği kimselere ise, Allah'ın fazl-ı
keremi daha çok, ihsanı eksiksizdir. Çünkü bu kimseler, Allah'a itaat etme
görevlerini ve günahtan kaçınma vazifelerini yerine getirmişlerdir. İşte bu,
Allah'ın dilediklerine verdiği fazl-ı keremidir.[37]
58-
Yusuf un kardeşleri gelip huzuruna girdiler. Onlar onu tanımadıkları halde o,
onları tanıdı.
59- Erzaklarını tam olarak hazırladığında şöyle
dedi: "Babanızdan olan kardeşinizi (Bünyamin'i), doğru söylediğinizi
bilmem için bana getirin. Sizlere ölçüyü noksansız olarak tam tuttuğumu ve
benim misafir ağırlayanların en hayırlısı olduğumu görmüyor musunuz?'
60-
"Eğer onu bana getirmezseniz bundan böyle benden hiçbir erzak alamazsınız
ve bana da artık yaklaşmayın."
61-
Kardeşleri "Babasını ikna etmeye çalışacağız ve her halde bunu
yaparız" dediler.
62-
Yusuf, erzakları ölçen adamlarına "Karşılık olarak getirdikleri gümüş dirhemleri
(erzak bedellerini) de yüklerine koyun. Belki ailelerinin yanına dönüp,
yüklerini açınca bunu anlarlar da bir daha dönerler" dedi.
İbn
Abbas (r.) ve diğer alimler[38]
şöyle der: "İnsanlar kıtlık ve sıkıntıyla karşı karşıya kalıp, bu durum
Ken'an topraklarını da etkileyince Yakub (a.s.), erzak almaları için
çocuklarını gönderdi. Yusuf (a.s.)'un yumuşaklığı, iyiliği, merhameti ve
adaleti sebebiyle ünü, bütün âleme yayılmıştı. O (a.s.), insanların o
sıkıntılı günlerinde satış sırasında bizzat kendisi bulunur ve kişi başına,
yiyecek verirdi. Herkesin hakkı bir vesk [39] idi".
Suddî,
Muhammed bin İshâk ve diğer müfessirler şöyle der: "Yusuf (a.s.)'ın
kardeşleri, Mısır'a şu sebeple gelmişlerdi: Yusuf (a.s.), Mısır'da vezîr olmuş,
verimli yedi yıl geçmiş, arkasından kurak ve sıkıntılı yedi yıl gelmişti.
Kıtlık Mısır'ın tamamını kaplamış, Yakub (a.s.) ile çocuklarının yaşadığı
Kenan iline de ulaşmıştı. İşte bu sırada Yusuf (a.s.), insanların mahsûllerini
ihtiyatlı kullanmalarını sağladı. Mahsûllerin tamamını güzelce bir araya
getirdi. Böylece muazzam bir yekûn oluştu ve çeşitli hediyeler geldi. Diğer
ülke ve memleketlerden insanlar gelerek kendileri ve aileleri için erzak ve
yiyecek temin ettiler. Bir kişiye senelik bir deve yükünden fazlası
verilmiyordu. Yusuf (a.s.), kendisini bile doyurmuyordu. Yusuf (a.s.) da kral
da askerler de, insanlar yedi sene boyunca ellerindekilerle yetinebilsinler
diye sadece öğlen bir öğün yiyorlardı. Yusuf (a.s.), Mısır halkına Allah
Tealâ'nın bir rahmetiydi."[40]
Bu
konuda, bunun dışındaki rivayetler, İsrâiliyyâttır. [41]
Yusuf
(a.s.)'ın kardeşleri, bugünkü Filistin topraklan olan Kenan ilinden, buğday
satın almak için Mısır'a geldiler. Çünkü kıtlık, Şam bölgesini ve Mısır'ı kasıp
kavuruyordu. Kardeşleri, Mısır Vezirinin parayla yiyecek ve erzak verdiğini
duymuşlardı.
Yusuf
(a.s.)'ın yüce makamına girdiklerinde Yusuf (a.s.), bakarbakmaz onları tanıdı.
Çünkü büyük insanların yüz hatları fazlaca değişmez. Onlar ise Yusuf (a.s.)'ı
tanımadılar. Çünkü Yusuf (a.s.)'dan ayrılıp onu kervana sattıklarında o
küçüktü. Küçük yaştakilerin yaşları ilerledikçe yüz hatları daha çok
değişmektedir. Ayrıca onlar, Yusuf (a.s.)'ın öldüğünü zannediyorlardı. Onun bu
duruma geleceği akıllarından bile geçmezdi. Bir de uzun zaman geçmesi sebebiyle
onu unutmuşlardı.
Süddî'nin
de bildirdiği gibi Yusuf (a.s.), onlarla konuşmaya başladı ve sanki onları
tanımıyormuş gibi "Sizi buraya getiren sebep nedir?" diye sordu.
-
Ey Azîz! Biz erzak ve yiyecek temin etmek için geldik.
-
Belki de siz casussunuz!
-
Allah korusun!
-
Siz neredensiniz
- Biz, Kenan diyarındanız ve babamız da
Allah'ın peygamberi Yakup (a.s.)'dır
-
Onun sizden başka çocuğu var mı
- Evet, biz on iki kardeştik. En küçüğümüz
kırda telef oldu. Babamız en çok onu severdi. Geriye onun kardeşi kaldı. Babası
da onu kendisiyle teselli bulmak için hiç dışarı çıkarmaz
Yusuf
(a.s.) kardeşlerini casuslukla suçlaması uzak bir ihtimaldir. Çünkü o onların
bu suçlamadan uzak olduklarını biliyordu. Her durumda bu, doğruluğu
tartışılabilen bir sorudur
Yusuf
(a.s.), erzaklarını tam olarak ölçerek, buğday yüklerini taşıtıp, hazırlatınca
-ki bu yük, on deve yüküydü, Yusuf (a.s.), babası ve kardeşi için de iki deve
yükü daha ilâve etmişti şöyle dedi: "Bir dahaki sefere baba ile kardeşiniz
Bünyamin'i bana getirin. İstediğiniz erzakı eksiksiz tam olarak ölçtüğümü,
kardeşiniz için bir başka deve yükü daha verdiğimi ve benim misafir ağırlayanların
en hayırlısı olduğumu görmüyor musunuz?" Yusuf (a.s.), bu sözlerle, onları
tekrar gelmelerine teşvik etmek istiyordu. Yusuf (a.s.)'ın kardeşi Bünyaminin
durumunu sorma sebebi şuydu: Kardeşleri, yaşlı bir babaları ve babalarına
hizmet etmek için geride kalan bir kardeşlerinin olduğunu ve onlar için de bir
miktar yiyecek temin etmek zorunda olduklarını söylemişlerdi. Yusuf (a.s.) o
ikisi için de iki deve yükü yiyecek hazırlattı ve şöyle dedi: "Bu durum
göstermektedir ki babanız kardeşinizi sizden daha çok seviyor. Onu bana
getirin de bir göreyim".
Sonra
da "Eğer ikinci gelişinizde onu getirmezseniz bundan böyle benden hiçbir
erzak alamazsınız ve ülkeme giremezsiniz" diyerek onları korkuttu
"Kardeşleri:
Onu babasından istemek için gayret göstereceğiz ve yumuşaklıkla onu iknâya
çalışacağız. Çare yok, bunu mutlaka yaparız. Söylediklerimizin doğru olduğunu
anlaman için bütün imkânlarımızla onu sana getirmeye çalışacağız,
dediler."
Yusuf
(a.s.) adamlarına şöyle dedi: "Yiyecek ve erzak satın aldıkları parayı,
onlara hissettirmeden eşyalarının arasına koyun.
"Belki
bu bedelin geri verilmesinin ve bu şekildeki ikramımızın değerini bilirler de
ailelerinin yanma varıp, yüklerini açtıktan sonra tekrar bize dönerler. [42]
63-
Babalarına döndüklerinde, "Ey babamız! Bize ölçek yasak edildi, kardeşimizi
bizimle beraber gönder de ihtiyacımız olan yiyeceği ölçüp alalım. Onu elbette
koruruz" dediler
64-
"Yakup onlara "Daha önce kardeşinizi size emânet ettiğim gibi, şimdi
onu emânet eder miyim? Ama Allah, en iyi koruyandır, O merhametlilerin
merhametlisidir" dedi.
65-
Yüklerini açınca karşılık olarak götürdüklerinin (dirhemlerini) kendilerine
geri verilmiş olduğunu gördüler. "Ey babamız! Daha
ne isteriz; işte viaiLa.rvm.vz. da bize iade edilmiş;
ailemize onunla yine yiyecek getirir, kardeşimizi de gidiş ve dönüşteki tehlikeli
yerlerden korur ve kardeşimiz için de bir deve yükü artırmış oluruz; esasen bu
az bir şeydir" dediler.
66-
Babaları "Hepiniz helak olmadıkça onu bana geri getireceğinize dâir Allah'a
karşı sağlam bir söz vermezseniz, sizinle göndermeyeceğim" dedi. Söz verdiklerinde
"Sözümüze Allah vekildir" dedi.
Yakup
(a.s.) oğullan, babalarının yanına dönünce ona şöyle dediler: "Eğer
bizimle kardeşimiz Bünyamin'i göndermezsen Mısır Veziri bize bundan sonra
yiyecek ve erzakı yasakladı. Eğer onu göndermezsen yiyecek alamıyacağız. Onu
bizimle beraber gönder de sayımız kadar yiyecek alalım. Muhakkak ki biz
giderken ve dönerken tüm kötülüklerden onu koruruz. Onun için endişelenme,
Bünyamin sana mutlaka dönecektir".
Yakup
(a.s.) şöyle dedi: "Daha önce kardeşinize yaptıklarınızı şimdi ona mı
yapacaksınız? Onu benden uzaklaştıracaksınız ve bir daha onu göremiyeceğim. Siz
Yusuf u acizliğinizden dolayı kaybettiniz. Nasıl olur da kardeşini size emânet
ederim?" Ama Allah, en iyi koruyandır. Dolayısıyla O, bana merhamet
edenlerin en merhametlisidir. Yaşlılığımda, zayıflığımda ve çocuğuma olan sevgimde
bana merhamet edecektir. Allah'dan beni koruyarak bana rahmet etmesini,
çocuğumu bana geri döndürmesini ve bizi bir araya getirmesini dilerim.
Zira
O, merhametlilerin en merhametlisidir".
Bu
sözler, Yakup (a.s.)'m Bünyamin'i kardeşleriyle göndermeye razı olduğunu
göstermektedir. Zira nafakaya son derece ihtiyaçları vardı. Bir de Yakup
(a.s.), Yusuf (a.s.)'ın aksine, kardeşleriyle Bünyamin arasında haset ve kin olduğunu
gösteren emarelerin olmadığını mülahaza etmişti.
Yusuf
(a.s.)'ın kardeşleri yüklerini ve yiyecek kaplarını açınca yiyecek için
verdikleri bedellerin kendilerine geri verilmiş olduğunu gördüler. Zira Yusuf
(a.s.), adamlarına bunları kardeşlerinin yükleri arasına koymalarını
emretmişti.
Bu
yükleri içinde verdikleri bedelleri bulunca şöyle dediler: "Ey Babamız!
Biz sana da anlatmıştık ya.. Kralın bize bu ikram ve ihsanından daha fazla ne
istiyoruz. İşte bak dirhemlerimiz de bize geri verilmiş. Eğer kardeşimizi de
gö-türürsek onun gitmesiyle bir deve yükü daha fazla yiyecek alırız". Bu
mana "mâ nebgî" kavlindeki "mâ" nın soru edatı kabul
edilmesine göredir. Eğer "mâ" nefiy edatı kabul edilirse mâna
şöyledir: "Başka bir şey istemeyiz. İşte dirhemlerimiz de bize geri
verilmiş. Bu miktar, bundan sonraki yiyecekler için yeterlidir. Sonra erzak ve
diğer ihtiyaçlarımızın temini için şöyle şöyle yaparız. Eğer biz, ikinci sefer
kardeşimizle beraber gidersek, sen onu bizimle gönderirsen ailemize Mısır'dan
yiyecek ve erzak getiririz."
Biz,
kardeşimiz Bünyamin'i gözetir, koruruz. Onun için sakın endişelenme. Onun
yüzünden bir deve yükü fazla yiyecek alırız. Çünkü Mısır Veziri, tedbirli
davranarak herkese ne eksik, ne fazla sadece bir deve yükü veriyor. Bu fazla
yük, kardeşimizin alıkonulması karşılığında bu merhametli, cömert adam için az
bir şeydir, ya da zorluğu olmayan kolay bir iştir.
Yusuf
(a.s.)'ın geçmişini hatırlayan Yakub (a.s.) şöyle dedi: "Bana hangi halde
olursanız olun onu geri getireceğinize dair yemin ile kuvvetlendirilmiş bir söz
vermedikçe Bünyamin'i sizinle göndermeyeceğim. Ancak helak olmanız, ölmeniz ya
da mağlûb olup hepinizin perişan olması müstesnadır. Zaten bu durumda onu
kurtarmaya gücünüz de yetmez." Bilinmelidir ki yemin ile kuvvetlendirilen
söze yemin denir. Eğer verilen söz, yemin etmeksizin korunması için daha fazla
gayret ve vefayı gerektirecek şekilde kuvvetlendirilir ve sağlamlaş-tınlırsa
buna da mîsâk denir.
Çocukları,
babaları Hz. Yakub'a (a.s.) yemin ile sağlamlaştırılan sözü verince Yakub
(a.s.) şöyle dedi: "Allah, bütün söylediklerimize şahittir, hepsini
murakabe etmekte ve korumakta olup, tamamına muttalidir. İşlerimi Allah'a
havale ediyorum". Yakub (a.s.), Bünyamin'in gitmesine, ihtiyaç duydukları
erzak sebebiyle mecburiyyetten razı olmuştu. [43]
67-
Babaları: "Oğullarım! Mısır'a tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan
girin. Ama Allah'ın hakkınızda takdir ettiği hiçbir şeyi sizden savamam, hüküm
ancak Allah'ındır, Ben sadece O'na güvendim, güvenenler de yalnız O'na güvenip
dayansınlar." dedi.
68- Babalarının rettiği gibi şehrin ayrı ayrı
kapılarından girdiler. Esasen bu, Allah'ın haklarındaki takdiri karşısında
onlara hiçbir fayda sağlamazdı, ancak Yakub içindeki arzuyu ortaya koymuş oldu.
O, şüphesiz kendisine öğrettiğimizi bilir fakat kâfirler bilmezler.
Yakub
(a.s.), çocuklarına, kardeşleri Bünyamin ile beraber Mısır'a gitmek için
hazırlanmaya başladıklarında onlara, şehre hep bareber tek bir kapıdan değil,
ayrı ayrı kapılardan girmelerini emretti. Çünkü oğulları yakışıklı ve görkemliydiler.
Müfessirlerin çoğunluğuna göre kendilerine nazar değmesin diye onlara bu
şekilde emretmişti. Zira onlara nazar değmesinden korkuyordu. Nazar haktır ve
görünüşte kişiye zarar verebilir. Fakat nazarın zararı sadece Allah'ın izni ve
iradesi e gerçekleşir. Bundan sonraki "Ama Allah'ın hakkınızda takdir
ettiği hiçbir şeyi sizden savamam" ayeti, buna delildir. Ya da Yakub
(a.s.), Vezirin kendileriyle kardeşleri Bünyamin'i nasıl farklı karşıladığını
görmeleri için çocuklarına böyle emretmiştir.
"Ben
bu tedbirim ve tavsiyemle Allah'ın hakkınızdaki takdirinden hiçbir şeyi sizden
savamam. Öyle ki sakınmak kaderi engelleyemez. Benim bu sakınmam da Allah'ın
takdirine mâni olamaz. Zira Allah, bir şeyi dilediği zaman ona karşı durulamaz.
Fakat bizlere ihtiyatlı olmamız ve sa nmamız emredilmiştir." Böylece
kişi, Allah'ın izni ve yardımı olmadan gerçekte hiçbir şeye tesir etm en
görülen sebeplere sarılır ve Allah'ın takdirinden yine O'nun takdirine sığınır.
Bütün bunlar, kaderi engelleyemez ve ona meydan okumak değildir. İn-san,
kendisiyle ilgili hiçbir şeye sahip değildir. Eğer Allah size Vır kötülük
dîle-diyse, size gösterdiğim ayrı ayrı kapılardan girme tedbiri fayda vermez ve
sizden o kötülük uzaklaşmaz. O mutlaka başınıza gelecektir.
Hükümleri
infaz ve işl i idare etmek sadece Allah'a mahsustur. Sadece O'na tevekkül ettim
ve sadece O'na güvendim. Kuvvet ve kudretim bulunmaksızın bütün işlerimi
sadece O'na havale ettim. Güvenenler de kendilerine ya da diğer insanlara değil
yalnız Allah Tealâ'ya güvensinler.
Yakub
(a.s.)'m oğulları dört kapısı bulunan Mısır'a babalarının (a.s.) emrettiği
gibi ayrı ayrı kapılardan girdilerse de Yakub (a.s.)'m bu görüşü ve çocuklarının
bu tedbiri onlara ke nlikle hiçbir şekilde yarar sağlamadı. Zira bu tedbire
rağmen başlarına kötü hal geldi. Hırsızlıkla suçlandılar ve böylece rezil
rüsvay oldular. Su kabı, erzak yükü arasında bulunan kardeşleri alıkondu ve
babalarının belâ. ve musibeti kat kat fazlalaştı.
Fakat
Yakub (a.s.), sırf içindeki şefkat duygu nu, sözleri ve tavsiyeleriyle ortaya
koymuş oldu. Yoksa, vahiyle öğrettiğimiz için Yakub, sakınma ve tedbirin,
kaderi engelleyemeyeceğini bilir. Katâde ve Sevrî "Şüphesiz Yakub (a.s.),
ilmiyle amel eder" derler. Allah burada Yakub (a.s.)'m methetmiştir.
Fakat
müşrik ya da kâfir olan pek çok insan Yakub (a.s.)'ın ilmine sahip değildir. Ya
da Yakub (a.s.)' bu özellik ve ilime sahip olduğunu ilmezler. Zira onlar, Allah'ın,
dostla na dünyada ve ahirette onlara fayda sağlayacak ilimleri nasıl
öğrettiğini bilmezler. Görünen sebeplere sarılmak ve işleri Allah Tealâ'ya
havale etmek de bu ilimlerden bazılarıdır. [44]
69-
Yusuf un yanına girdiklerinde, kardeşini yanına alarak bağrına bastı ve
"Ben senin kardeşinim, onların bize haset etmelerine artık üzülme"
dedi.
70-
Yusuf onların yüklerini yükletirken, bir erzak ölçeğini kardeşinin yüküne koydurdu.
Sonra bir tellal şöyle bağırdı: "Ey kafile! Siz hırsızsınız!"
71-
Geri dönerek "Ne kaybettiniz?" dediler.
72-
"Hükümdarın yiyecek ölçeğim kaybettik, onu getirene bir deve yükü erzak
mükâfat verilecek, buna ben kefil oluyorum" dediler.
73-
"Allah'a yemin ederiz ki memleketi ifsat etmeye gelmediğimizi ve hırsız da
olmadığımızı biliyorsunuz" dediler.
74-
Siz yalancı iseniz bunun cezası ne-
yükünde
bulunursa, konulur. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler.
76-
Yusuf kardeşinin yükünden önce on-lannkini aramaya başladı. Sonra kardeşinin
yükünden ölçeği çıkardı. İşte Biz Yusuf a böyle bir planı tatbik etmesini
vahyettik. Çünkü Allah'ın dilemesi dışında hükümdarın kanunlarına göre
kardeşini alıkoyamazdı. Dilediğimizi ilim sahibi yaparak yükseltiriz. Her ilim
sahibinin üstünde bir bilen bulunur.
Yakub
(a.s.)'ın oğulları, saraya ayrı ayrı kapılardan girdikten sonra yanlarında
Yusuf (a.s.)'ın kardeşi Bünyamin olduğu halde Yakub (a.s.)'m özel meclisine ve
ziyafet salonuna alındılar. Yusuf (a.s.), burada kardeşini bağrına astı ve
onunla yalnız kaldı. Durumunu ona açtı ve kardeşi olduğunu bildirdi. Ona
"Bana yaptıklarına üzülme" diyerek, bütün bunları kardeşlerine
söylememesini tenbih etti. Onunla, şerefli bir şekilde yanında kalmasını
sağlayacak bir plan üzerinde anlaştı.
Rivayet
edildiğine göre, kardeşleri Yusuf (a.s.)'a "İşte kardeşimiz. Sana onu
getirdik" dediler. Yusuf (a.s.) da onlara şöyle karşılık verdi:
"Aferin, isabetli bir iş yaptınız. Bunun karşılığını katımda göreceksiniz."
Böylece onları ağırlayarak, ikramda bulundu. Sonra onları misafir etti ve her
iki kardeşi bir masaya oturttu. Bünyamin tek başına kalmıştı. Buna üzülerek
ağladı ve "Eğer kardeşim Yusuf hayatta olsaydı Vezîr beni onunla
oturturdu" dedi. Yusuf (a.s.) "Kardeşiniz tek kaldı" diyerek onu
masasına oturttu ve konuşmaya başladılar. Yine Yusuf (a.s.), "Siz on
kişisiniz. Her iki kişi bir eve yerleşsin. Bunun arkadaşı yok. O, benimle
kalsın" dedi. Yusuf (a.s.), gece boyunca sabaha kadar kardeşini bağrına
bastı ve kokusunu soludu. Yusuf (a.s.) Bünyamin'e çocuğunun olup olmadığını
sordu. Bünyamin:
-
Benim on çocuğum var. İsimlerini, ölen bir kardeşimin isminden türettim.
-
Ölen kardeşin yerine kardeşin olmamı ister misin?
- Senin gibi kardeşi nerden bulabilirim! Ama,
seni Yakub (a.s.) ve Râhîl dünyaya getirmediler ki!
Yusuf
.s.) ağlamaya başlad kalkıp onu
kucakladı ve "Ben, senin kardeşin Yusuf um. Kardeşlerimizin geçmişte bize
yapt larına üzülme. Doğrusu Allah, bize nimetlerini ihsan etti ve bizi güzelce
buluşturdu. Sana söylediklerimi sakın onlara bildirme" [45]
Yusuf,
onlara erzak hazırlatıp, develerine yükletirken bazı adamlarına erzak (veya su
kabını) hiçkimse görmeden kardeşi Bünyamin'in yükü arasına koymalarını emretti.
Bu erzak ölçeği rçok müfessire göre gümüşten
bir kaptı. Altın olduğu da söylenmiştir.
Sonra
Yusuf un kardeşleri tam yola çıkarken bir tellal şöyle bağırdı: Ey Kervan
Sahipleri! Siz hırsızsınız, durun bakalım! Yakub'un çocukları şaşırıp kaldılar
ve kendilerinden geçtiler.
Bir
anlık şaşkınlıktan sonra tellala dönerek ona ve yanındakilere "Ne kaybettiniz?"
diye sordular. Yusuf (a.s.)'ın adamları şöyle dedi: "Kralın yiyecek ölçülen
ölçeğini kaybettik. Onu bulana bir deve yükü daha buğday vereceğiz." Bu
söz, Yakub (a.s.)'ın çocuklarının kervanının, deve kervanı olduğunu göstermektedir.
Yusuf (a.s.)'ın adamları şöyle devam ettiler: "Buna ben, kefil
oluyorum." Bu bir ödüllendirme ve kefalet demekti.
Hırsızlıkla
suçlandıktan sonra Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri şöyle dediler: "Muhakkak ki
siz bize ilk gelişimizde ve geri vermiş olduğunuz paramızı tekrar size
getirmek için geldiğimizde tecrübe ettiniz ve biliyorsunuz. Bizi tanıdığınızdan
beri işin hakikatini anladınız ve bizlerin iyi ve doğru insanlar olduğunu da
gördünüz. Allah'a yemin ederiz ki biz, ne hırsızlık ne de insanların haklarına
tecâvüz ederek ülkeyi ifsâd etmeğe geldik. "Hiçbir gün de hırsızlık
yapmadık. Böyle bir özellik, asla bizim seciyemize uygun değildir."
Yusuf
(a.s.)'ın adamları şöyle dediler: "Eğer hırsız içinizdeyse ve masum olduğunuzu
söylerken yalancıysanız hırsızın cezası nedir?"
Yakub
(a.s.)'ın çocukları şöyle cevap verdiler: "Cezası, çalınan şey kimin
yükünde bulunursa o alıkonur. Mallarını çalarak insanlara zulmedenleri, şeriatımızda
biz böylece, köle olarak alıkoyarak cezalandırırız." İbrahim ve Yakub
(a.s.)'m şeriatlanndaki hüküm böyleydi. Hırsız, malı çalana verilir ve onun kölesi
olurdu. Yusuf (a.s.)'ın istediği de buydu.
Bu
sebepten Yusuf (a.s.), gizlemek ve töhmet altında kalmamak için kardeşinin
yükünden önce onlannkini kontrol etmeye başladı. Sonra ölçeği, kardeşi
Bünyamin'in yükünden çıkardı. Böylece itiraf ettikleri ve gerekli gördükleri
hüküm sebebiyle, bir de onları inandıkları ve hükmettikleri kanun karşısında
mecbur bırakarak Bünyamin'i ellerinden aldı.
"Ceza
olarak....." kavli, Yakub (a.s.)'ın çocuklarının kendilerine güvendiklerini
ve masum olduklarını ifade eden mâna ile birlikte geçen hükmü tekit etmektedir.
"İşte
Biz, Yusuf a böyle bir planı tatbik etmesini bildirdik". Gizlice ona bu
tedbiri öğrettik ve böyle davranmasını vahyettik. Bu, Allah'ın sevip razı olduğu,
sevilen istenen hiledir. Çünkü onda hikmet ve a u edilen maslahat vardır. Bu
durum, meşru hedeflere, serî bir nassa ya da ka r verilmiş bir hükme zıt
olmadığı müddetçe görünüşte hile zannedilen şeylerle ulaşmanın caiz olduğunu
göstermektedir. İşte bu yasak ve mahzurlu olan hile değil, bilâkis caiz ve meşru
olan hiledir. Zira bu hileyle kimseye zarar verilmemiş, aksine hayra ve maslahata
vesile olmuştur. Diğer taraftan kardeşi Yusuf (a.s.) ile yaptığı anlaşma
sebebiyle de Bünyamin'in, kendi masumiyeti hususunda en ufak bir şüphesi bile
yoktu.
Bu
gizli plan Yusuf (a.s.), hırsızı köle olarak alıkoymayı kabul etmeyen Mısır
kralının kanunlarına göre kardeşini yanında tutamayacağı için gerçekleşti.
Fakat Allah, kardeşlerinin kanunlarıyla hükmetmesini takdir etti ki bu da hırsızın
köle olarak alıkonmasıydı. Yusuf (a.s.), bu durumu şeriatlarından biliyordu.
Bu sebepten Allah Tealâ, "Dilediğimizi ilimle yükseltiriz" buyurarak
Yusuf (a.s.)'ı methetmiştir. Yine Allah Tealâ şöyle buyurur: "Allah,
içinizden inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle
yükseltsin" (Mücadile, 58/11).
İllâ
en-yeşâ Allah "Allah'ın dilemesi hariç" kavli, bütün hallerden
istisnadır. Mana şöyledir: "Yusuf, kardeşini Allah'ın dilemesi dışında
hiçbir şekilde kralın kanunlarına göre yanında tutamazdı. O, bu işi Allah'ın
izni ve vahyiyle yaptı. Bütün olanlar göstermektedir ki bu hîle ve plan
şeriatın ikrarı ile olmuştur ve Allah Tealâ'nın vahyidir.
"Her
âlimin üstünde ondan daha bilgili bir âlim vardır". Hasan Basrî şöyle der:
"Kendisinden daha bilgili bir kimsenin bulunmadığı hiçbir âlim yoktur. Bu
silsile, Allah Tealâ'ya kadar uzanıp gider". Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri
bilgili kimseler olsalar da Yusuf (a.s.), onlardan daha bilgiliydi. [46]
77-
"Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı" dediler. Yusuf bunu içinde
sakladı, onlara belli etmedi. İçinden "Durumunuz pek kötüdür. Allah,
gerçeğin anlattığınız gibi olmadığını bilir" dedi
78- Kardeşleri: "Ey Azîz! Onun yaşlanmış,
kocamış bir babası vardır. Onun yerine bizden birini köle olarak alıkoy.
Doğrusu biz, senin iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz" dediler
79-
"Maazallah! Biz, malımızı kimde bul-muşsak ancak onu alıkoruz, yoksa zulmetmiş
oluruz" dedi
80-
Ondan son derece ümitsizliğe düşünce konuşmak üzere bir kenara çekildiler.
Büyükleri şöyle dedi: "Babanızın Allah'a karşı sizden bir söz aldığını,
daha önce Yusuf meselesinde de ileri gittiğinizi bilmiyor musunuz? Artık babam
bana dönüş izni verene veya Allah hakkımda, kardeşimin kurtulması şeklinde
hüküm verene kadar -ki O, hükmedenlerin en âdilidir- bu yerden ayrılmayacağım
81- Siz dönün babanıza gidin ve deyin ki 'Ey
Babamız! Senin oğlun hırsızlık yaptı, bu bildiğimizden başka bir şey görmedik;
görülmeyeni de bilmeyiz.
82- Bulunduğumuz kasabanın halkına ve beraberinde
olduğumuz kervana sor. Biz şüphesiz doğru söylüyoruz".
83-
Yakup "Size nefsiniz bir iş yapmayı güzel gösterdi. Benim sabrım, güzel
bir sabırdır. Belki Allah, Yusuf ve iki kardeşini birden bana getirecektir.
Çünkü O, durumumu bilir, hikmet sahibidir" dedi.
84-
Onlardan yüz çevirdi, "Ey benim Yusuf için olan üzüntüm!" dedi ve
üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu.
85- "Allah'a yemin ederiz ki Yusuf u anıp durman seni bitkin düşürecek ve- ya
helak olacaksın" dediler.
86-
Yakup "Ben üzüntü ve tasamı yalnız
Allah'a açarım. Allah katından, sizin
bihnediklerinizi bilirim" dedi.
87-
"Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf u ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetinden
ümidinizi kesmeyin. Doğrusu kâfirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümidini
kesmez.
Yusuf
(a.s.)'ın kardeşleri, kesinlikle hırsız olamayacaklarını söyleyip, kendilerine
göre yükünde çalınan şey bulunanın köle olarak alıkonmasının zorunlu olduğunu
bildirdikten sonra ölçeğin Bünyamin'in yükünden çıkarıldığını görünce şöyle
dediler: "Bünyamin hırsızlık yaptıysa daha önce kardeşi Yusuf (a.s.) da
hırsızlık yapmıştı. İkisinin hamuru da aynı mayadan". Onlar bu sözlerle
Vezire kendilerinin bu iki kardeşe benzemediklerini göstermeyi ve yaptığına
karşılık Bünyamin'e serzenişte bulunmayı hedefliyorlardı.
En
sahih rivayette hırsızlığın Yusuf (a.s.)'a nisbet edilmesi şöyle geçer:
İbni
Mürdeveyh rivayet ediyor: İbni Abbâs (r.a.) der ki: "Yusuf (a.s.), annesi
tarafından dedesinin altın ve gümüşten yapılmış bir putunu almıştı. Onu kırarak
yolun kenarına attı. Bu yüzden kardeşleri ona suç isnad ettiler"
Katâde
şöyle der: "Yusuf (a.s.), dedesinin bir putunu alıp onu kırdı."
Mücâhid de şöyle anlatır: "Bildiğim kadarıyla Yusuf (a.s.)'ın başına gelen
ilk imtihan ve bela şudur: Yusuf (a.s.)'ın halası, İshak (a.s.)'ın kızı olup,
aynı zamanda en büyük çocuğuydu. İshak'ın kuşağı, bu halanın yanındaydı. Onlara
büyüklük sırasına göre miras kalıyordu. Kuşağı kim, sahibinden alıp gizlerse
tartışmasız o kişinin kölesi olur, sahibi de ona dilediğini yapardı. Yusuf
(a.s.) dünyaya gelince bakımını halası üstlendi. Ona karşı şefkat ve sevgi
hissediyor ve kimseyi onun kadar sevmiyordu. Nihayet Yusuf (a.s.) yetişip
büyüyünce Yakup (a.s.) oğlunu özledi. Kardeşine gelerek kardeşim! Artık Yûsuf
umu bana geri ver. Allah'a yemin ederim ki onun yokluğuna bir saat bile
dayanamıyorum' dedi. Kızkardeşi ise 'Andolsun ki onu bırakamam' dedi ve şöyle
devam etti: 'Birkaç gün daha yanımda kalsın. Ona bakıp sükûnete kavuşayım.
Böylece belki biraz teselli olurum'.
İbni
İshak, İbni Cerîr ve İbni Ebî Hatim'in naklettiğine göre; Yakup (a.s.) yanından
çıkar çıkmaz. İshak (a.s.)'m kuşağım alarak elbisesinin altından Yusuf
(a.s.)'ın beline doladı. Sonra da 'İshak (a.s.)'ın kuşağını kaybettim. Kim onu
alıp da eline geçirmiş, arayın bakalım' dedi. Aramaya başlayınca Yusuf (a.s.)
da buldular, bunun üzerine halası şöyle dedi: "Vallahi! Yusuf artık benim
kölemdir. Ona dilediğimi yaparım'. Yakup (a.s.), gelince kardeşi olanları anlattı.
Yakup (a.s.), ona şöyle dedi: 'Öyle ha! Eğer dediğin gibi yaptıysa o, senin
kö-lendir. Bundan başkasına benim gücüm yetmez'. Halası Yusuf (a.s.)'u yanında
alıkoydu. Kardeşi ölene kadar Yakup (a.s.), Yusuf (a.s.)'u yanına almayı başaramadı.
İşte Yusuf (a.s.)'un kardeşini yanında alıkoymak için Bünyamin ile beraberce
oynadığı oyun esnasında kardeşlerinin dediği; "Çalmışsa daha önce kardeşi
de çalmıştı" sözü budur.
'Yusuf,"
onların bu sözünü içinde sakladı ya da bundan sonraki "Durumunuz pek
kötüdür...' cümlesini veya sözünü içinde sakladı".
İçinden
onları bu sözleriyle hesaba çekerken bunu onlara belli etmedi ve onları bağışladı.
Onlara belli etmeden içinden şöyle dedi: Bünyamin'i hırsızlıkla
suçladığınızdan dolayı durumunuz pek kötüdür. Oysa siz, babanızdan kardeşinizi
çalıp, ölsün de kurullasınız diye onu kuyuya attınız.
Allah,
söylediğiniz ve anlattığınız şeyleri bilir.
Bu
ifade açıkça bildirmeden önce zamir kullanma üslûbu olup, Arap Dili Kuran ve
hadis'de sıkça geçer.
Bundan
sonra Yakup (a.s.)'un oğulları, Yusuf (a.s.)'un merhametine sığınıp belki
Bünyamin'in yerine içlerinden birini alıkoyar diye ondan şefaat dilediler. Yine
onların şeriatlarında esiri kurtarmak için bedel verilmesi ve affedilmesi
caizdi.
Kardeşleri
şöyle dediler: Ey Vezir! Onun kendisine son derece bağlı yaşlanmış kocamış bir
babası vardır.Bünyamin'i aşın derecede sever ve kaybettiği çocuğunun yerine
onunla teselli bulur. Ya da babası kadri yüce, gözetilmeye, güzel muamele
edilmeye ve yardıma layık bir zattır.
Bu
sebepten onun yerine bizden birini al, yanında ona karşılık rehin olsun.
Doğrusu biz, senin hem erzak hem de bizzat ikram hususunda bize iyi davrananlardan
olduğunu görüyoruz. Veya insaflı adil ve iyiliğe kefil olan kimselerden ya da
iyilik etmeyi âdet haline getirmiş kimselerden olduğunu görüyoruz. Bu sebepten
bize iyi davranmaya devam et.
Yusuf,
onlara şöyle cevap verdi: "Sizin de söyleyip, itiraf ettiğiniz gibi ölçeği
yanında bulduğumuzdan başkasını alıkoymaktan kesinlikle Allah'a sığınırız".
Yusuf (a.s.), yalandan korkarak "Hırsızlık yapanın dışında"
dememiştir. Yusuf (a.s.) şöyle devam eder: "Eğer biz, başkasını
alıkoyarsak bu, sizin kanunlarınıza göre zulümdür. Çünkü suçlunun yerine masum
olanı alıkoymuş oluruz. Bu sebepten haksızlık olduğunu bildiğiniz şeyi niçin
istiyorsunuz?". Bu sözün asıl gayesi şu hususu açıklamaktır: "Allah,
bana bu husustaki maslahat sebebiyle Bünyamin'i alıkoymamı emredip, vahyetti.
Eğer Allah'ın emrettiği kimseden başkasını ahkorsam zâlim olur ve vahyin aksine
amel etmiş olurum ". Bu ifade, onların isteklerini kuvvetli bir şekilde
reddetmekte ve Rableri-ne sığınma manası taşımaktadır. Çünkü istenen şey,
haksızlık ve zulümdür. Bundan sonra sıra aralarında konuşmaya gelmiştir
Yusuf
un kardeşleri, babalarına götürmek zorunda oldukları ve bunun için söz
verdikleri kardeşleri Bünyamin'in salıverilmesinden ümitlerini kesince insanlardan
uzaklaşarak aralarında fısıldaşmaya ve durumlarını istişare etmeye başladılar.
Kardeşleri Yusuf u öldürmeye karar verdiklerinde kuyuya atılması fikrini öne
süren ve yaşça en büyükleri ya da en isabetli düşünenleri olan Rûbîl ya da
Yehûzâ şöyle dedi: 'Muhakkak ki bu, çok önemli bir olaydır. Siz, babanızın
helak olmamz dışında Bünyamin'i geri götüreceğinize dair sizden söz aldığını
hatırlamıyor musunuz? Yine geçmişte kardeşiniz Yusuf meselesinde ileri
gittiğinizi ve onu babamzdan ayırdığınızı bilmiyor musunuz? Bu sebeple babanızı
üzüntü ve keder sahibi yapmıştınız
"Artık
babam bana dönmem için izin verene ya da Allah hakkımızda" kardeşimi
almama veya Mısır'dan çıkmamıza imkân verecek şekilde "hüküm verene
kadar" Mısır'dan asla "ayrılmayacağım" ve Bünyamin'i orada
bırakmayacağım. Allah, hükmedenlerin en hayırlısıdır. O, sadece hak ve
adaletle hükmeder.
Bu
onun şahsî kararıydı. Babalarına söyleyecekleri şeyler hususundaki görüşü ise
şuydu: "Siz babamza dönün ve ona şöyle söyleyin: "Ey Babamız! Oğlun,
kralın erzak ölçeğini çaldı. Mısır'da yönetimi elinde bulunduran Vezir, bizim
ona bildirdiğimiz şeriatımıza uygun olarak onu köle edindi. Biz, bildiğimiz ve
gördüğümüz üzere ölçeğin Bünyamin'in yükünden çıkarılması dışında onun
hırsızlığına şâhid olmadık. Biz, sana söz verirken onun hırsızlık yapıp, köle
olarak alıkonacağını bilemezdik. Ya da Yusuf ile başına bir musibetin geldiği
gibi yine bir belâ ile karşılaşacağını bilemezdik. Netice olarak, biz gerçeği
bilmiyoruz. Çünkü gaybı, Allah Tealâ'dan başka hiç kimse bilmez.
Ey
Babamız! Olanları, Mısırlı kervan halkına sor. Hırsızlık, haberi orada
yayılmıştır. Ayrıca bizimle beraber erzak getiren kervandakilere de sor. Onlar
bu sözleriyle töhmeti kendilerinden uzaklaştırmak için mübalağa ediyorlardı.
Çünkü kendileri, hâlâ şüpheli kimselerdi ve Yusuf (a.s.) ile ilgili hadiseden
dolayı töhmet altındaydılar sonra Yakup (a.s.)'m oğulları, doğru olduklarını şu
kaville desteklediler: "Biz, sana onun hırsızlık yaptığını ve bu sebeple
köle olarak alıkonduğunu bildirirken tamamen doğru söylüyoruz." Buraya
kadar bütün söylenenler, Yakup (a.s.)'ın en büyük çocuğunun sözleriydi. Bundan
sonra Allah Ttealâ, babalarını zikretmeye başlamıştır
Babaları
çocuklarının doğru söylemediklerini gösteren bir tarzda onlara cevap vermiştir.
Onlar yalancı bir kana buladıkları Yusuf (a.s.)'ın gömleğiyle geldiklerinde de
Yakup (a.s.) onlara aynı şekilde cevap vermişti. Yakup (a.s.) şöyle
diyordu:Size nefsiniz arzu ettiğiniz başka bir işi, tatbik ettiğiniz yeni bir
hileyi güzel gösterdi. Yoksa siz fetva verip, öğretmeseydiniz, bilmiyorum bu
adam çaldığı için hırsızı alıkormuydu
Şu
anda yapabileceğim tek şey güzelce sabretmekdir. Böylece ne telaşlanarak
hüzünlenir ne de kimseye şikâyette bulunurum. Ben, Allah'ın takdirine razıyım.
Sadece O'na derdimi açarım. Böylece , Yakup (a.s.), Allah'dan üç çocuğunu
kendisine geri döndürmesini ümit etmeye başladı. Bunlar, Yusuf (a.s.), Bünyamin
ve Mısır'da kalarak Allah'ın takdirini bekleyen, diğer bir ifadeyle babasının
kendisinden razı olup dönmesini emretmesini veya gizlice kardeşini kaçırmayı
bekleyen Rûbîl idi. Yakup (a.s.) şöyle dedi: "Belki kendisinden üç çocuğumu
bana geri döndürmesini istediğim Allah, onları hep beraber bana kavuşturacaktır".
Yakup (a.s.)'a Yusuf (a.s.)'ın ölmediği ilham edilmişti. Yakup (a.s.) şöyle devam
eder: "Benim ne kadar yaşlı ve üzüntülü olduğumu sadece en iyi O bilir ve
bütün her şeyi hikmetle yapar ve takdir eder. Zira zorluktan sonra kolaylık ve
sıkıntıdan sonra ferahlık vardır"
"Yakup"
çocuklarının anlattıklarını hoş görmeyerek "onlardan yüz çevirdi" ve
Yusuf için çektiği eski üzüntüsünü hatırlayarak "Ey benim Yusuf için üzüntüm"
ve kederim! "dedi.
Dolayısıyla
iki çocuğunun üzüntüsü, kalbine gömdüğü eski üzüntüsünü depreştirmişti. Bu da
göstermektedir ki Yusuf (a.s.)'a karşı olan üzüntüsü, bitmek tükenmek bilmeyen
bir üzüntüydü ve yarası durmadan kanıyor, zamanın geçmesiyle bu dert
unutulmuyordu
"Bu
üzüntü sebebiyle Yakup'un gözlerine ak düştü, gözleri görmez oldu. Artık
kimseyle konuşmuyor, derdini hiç kimseye açmıyor ve çocuklarına karşı içindeki
öfkeyi saklıyordu". Denilmiştir ki: "Yakup (a.s.)'ın gözleri, Yusuf
(a.s.)'dan ayrılıp ona kavuşana kadar 80 yıl hiç kuru kalmayıp, devamlı göz yaşı
akıttı. Yeryüzünde Yakup (a.s.)'dan daha çok Allah'a hürmet ve tazim gösteren
hiç kimse yoktur.
Zorluklar
ve belâlar karşısında aşırı umutsuzluk ve şiddetli üzüntü ve keder insanoğlu
için tabîi bir haldir. Şeriatta da sabır ve nefse hakim olmak şartıyla beraber
olduğu müddetçe bu hal kınanmamıştır. Zira sabır ve nefse hakimiyet, iyi
davranışlara yakışmayacak hareketlere engel olur
Buharî
ve Müslim'de geçen hadiste Rasulullah (s.a) de oğlu İbrahim'in vefatı için
gözyaşı dökmüş ve şöyle buyurmuştur: "Göz ağlar, kalp üzülür. Biz
Rabbimizin razı olduğundan başka şey söylemeyiz. Yâ İbrahim! Senin ayrılığınla
biz mahzunuz.
Bazı
cahillerin kendilerini frenlemeyip aşırı üzüldükleri zaman yaptığı gibi feryad
u figân ederek ağlamaları, bağırıp çağırmaları, dövünüp yüzlerine vurmaları ve
elbiselerini paralamaları ise İslâm dininde kınanmıştır.
Rasulullah
(s.a.) bazı torunları vefat etmek üzereyken gözyaşı dökmüştü. Kendisine
"Ya Rasulullah! Bize ağlamayı yasakladığın halde sen mi ağlıyorsun?"
denildiğinde o şöyle buyurdu: "Ben, ağlamanızı yasaklamadım. Sadece iki
ahmak sesi size yasakladım. Bunlar ferahlık ve hüzün anındaki seslerdir.
Hasan
Basrî, bir çocuk ya da başkası için ağladığında şöyle derdi: "Allah'ın
Yakup (a.s.)'ın üzüntüsünü kusur olarak saydığını hiç bilmem.
"Babalarına
olanları görünce Yakup (a.s.)'ın çocuklarının kalpleri yumuşadı ve ona acıyarak
ve yumuşaklıkla: Yusuf u anıp duruyorsun. Böyle giderse hastalanıp kuvvetsiz
düşecek ya da öleceksin. Yani, bu hal böyle devam ederse senin ölmenden ve
helak olmandan korkuyoruz, dediler.
Yakup
(a.s.), onların bu sözlerine şöyle cevap verdi: "Ben üzüntümü sizden
birine veya bir başkasına açmam. Ancak onu ve içinde bulunduğum durumu, dua
ederek ve sığınarak Allah'a açarım. Benimle ve dertlerimle uğraşmayın. Allah
katından sizin bilmediklerinizi bilirim. O'ndan her iyiliği umuyorum. Çünkü
ben, O'nun ihsanından, rahmetinden ve O'na karşı beslediğim güzel zandan
biliyorum ki O, ummadığım şekilde beni feraha çıkaracaktır." Rivayet
edilmiştir ki Yakup (a.s.), Azrail (a.s.)'i rüyasında görür ve ona "Yusuf
un canını aldın mı?" diye sorar. Bunun üzerine Azrail "Vallahi,
almadım. O hayattadır, onu iste" der
İbni
Abbâs (r.a.) 86. ayetini şöyle tefsir eder: "Ben, Yusuf un rüyasının doğru
olduğunu ve Allah'ın mutlaka onu gerçekleştireceğini bilirim.
"Ey
Oğullarım!" Mısır'a "gidin, Yusuf ve kardeşini" Bünyamin'in
haberlerini "arayın" öğrenin. "Tehassur" Aramak hayırlı iş
için "Tecessüs" (Araştırmak) ise kötü işler için kullanılır. Yakup
(a.s.) da çocuklarına kardeşlerini aramaları için Mısır'a gitmelerini teklif
edip onlara Allah'ın kendilerini feraha çıkaracağından ve üzüntülerini
gidereceğinden ümitlerini kesmemelerini ve amaçladıkları işte hiçbir zaman
Allah'dan ye'se düşmemelerini tavsiye etti. Zira bilerek Allah'ın kudret ve
rahmetini inkâr eden ve Allah'ın kullan hususundaki hikmetinden câhil olan
kâfirlerden başka hiç kimse Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez. Müminler ise
Allah'ın rahmetinden, sıkıntılardan kurtaracağından ve zorlukları
gidereceğinden asla ümitlerini kesmezler
İbni
Abbâs (r.a.) şöyle der "Muhakkak ki müminler, Allah'dan devamlı hayır
üzeredirler. Sıkıntıdayken rahmetini umar, ferah içindeyken O'na hamdederler. [47]
88-
Kardeşleri Azîz'in yanına vardıklarında "Ey Azîz! Biz ve çoluk
çocuğumuz Şiddetli açlık içindeyiz, pek
az bir pa- ray!a geldik. Ölçeği bize tam olarak ver ve avrıca sadaka da ver. Allah, sadaka verenl değiştirmeden hatasız olarak har verm i,
karşısındakini âciz bırakmaktan başka bir şey değildir.
Allah
Tealâ Meryem kıasında şöyle buyurur: "Meryem'e hangisi kefil olacak diye
kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin" (Âl-i İmran, 3/44). Ayrıeri
şüphesiz mükâfatlandırır" dediler"
89- "Siz Yusuf ve kardeşine bilmeden eler
yaptığınızın farkında mısınız?" dedi.
90-
"Yoksa sen Yusuf musun?" dediler. "Ben Yusuf um, bu da kardeşim.
A ah bize iyilikte bulundu, doğrusu kim Al-lah'dan korkar ve sabrederse bilsin
ki Allah iyi davrananla n ecrini kesinlikle zayi etmez" dedi.
91-
Kardeşleri: "Allah'a yemin ederiz ki, Allah seni bizden üst tut u tur, doğrusu
biz ç işlemiştik" dediler.
92-
Yusuf "Bugün size ayıplama yoktur. Allah sizi bağışlasın. O, merhametl erin
en merhametlisidir.
93-
Bu gömleğimi götürün, babamın yüzüne sürün, görmeğe başlar. Bütün ailenizi de
bana getirin, dedi.
Yakub
(a.s.)'ın çocukları, üçüncü kere Mısır'a gidip Yusuf (a.s.)'ın huzuruna
girdiler. Durumlarını anlatıp Yusuf (a.s.)'ın merhametine sığındılar. Kalpleri
yumuşatan bir üslupla hallerinin perişanlığını, malların azlığını gerektiği gibi
şikâyet ederek ona şöyle dediler: "Ey Vezir!" -Babalan bu Vezirin
Yusuf (a.s.) olduğunu kuvvetle zannediyordu.- "Biz ve ailemiz, kuraklık,
kıtlık, açlık ve yiyecek bulunamamasından dolayı şiddetli zarara uğradık.
Erzak almak için yanımızda olan parayı sana getirdik. Ancak bu, pazarda
tüccarların iltifat etmeyeceği kadar az ya da önemsiz değersiz bir meblağdır.
Bu sebepten bizi cömertçe davranmana alıştırdığın gibi ölçeği tam olarak ver.
Bu değersiz paraları kabul ederek bize tasaddukta bulunup, paranın azlığını ya
da değersiz oluşunu görmezden gelerek bize müsamaha et. Zira Allah, sadaka
verenleri en güzel şekilde mükâfatlandırır ve harcadıklarının karşılığını
onlara ihsan ederek, kat kat fazlalaştırır."
Böylece
Yakub (a.s.)'ın çocukları Yusuf (a.s.)'a, başlarına gelen meşakkat ve zorluğu,
yiyecek sıkıntısını ve iki çocuğunu kaybetmesi sebebiyle babalarının ne kadar
üzüldüğünü anlatmış oldular. Bütün bunlarla Vezirin durumunu gereği gibi
bilebilmek, yani kalbinin yumuşayıp yumuşamayacağını, kendisini belli edip
etmeyeceğini ve kim olduğunu açıklayıp açıklamayacağını anlamak için onun
kalbini yumuşatmayı, ona yalvarıp boyun eğmeyi hedefliyorlardı.
Gerçekten
Yusuf (a.s.)'ın merhametine sığınmada başarılı oldular. Yusuf (a.s.), mülk ve
hâkimiyet sahibiydi ve bolluk içindeydi. Babasına ve kardeşlerine karşı kalbi
yumuşadı ve merhamet duyguları kabardı. Onlara; daha önce Yusuf (a.s.)'a
yaptıklarını çirkin bulup bulmadıklarım sorarak şöyle cevap verdi: "Siz,
ana babaya âsi olmak, akrabalık bağlarını kesmek gibi yaptıklarınızın ne kadar
çirkin davranışlar olduğunu bilmeden -Yusuf ve kardeşi Bünyamin'e ne kötülükler
yaptığınızın farkında mısınız? Yusuf u kuyuya atıp, ölüme ter-kettiniz. Onu
kardeşinden ayırdınız ve kardeşine duygusuz ve sert şekilde davrandınız".
Bu konuyla ilgili olarak bazı selef alimleri "Allah'a isyan eden herkes
câhildir, bunu bilgisizliğinden dolayı yapar" diyerek şu ayeti
okumuşlardır "Sonra doğrusu Rabbin, bilmeyerek kötülük işleyenlere...
"(Nahl, 16/119).
Bu
sorunun maksadı kınamak ve azarlamaktır. Yusuf (a.s.) ise soruyu sormakla
olayın ne kadar büyük ve önemli olduğunu göstermek istemiş, yani "Yusuf a
karşı yaptıklarınız ne kadar muazzam bir iştir" demiştir. "Kime isyan
ettiğini biliyor musun?" denmesi de bu kabildendir. Doğru olan; Yusuf (a.s.)'ın
kardeşlerinin kalplerini cana yakın kılmak ve mazeretlerini açıklamak için
"Bilmeden" demiş olmasıdır. Sanki o (a.s.) "Bu çirkin işe sizi,
çocukluk cehaletiniz ya da kibriniz sevketmiştir" demek istemiş ve onlara
bu çirkin davranışlarının gerekçesini söylemiştir. Allah Tealâ da şöyle
buyurmuştur: "Çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?"
(İnfitar, 82/6).
Yusuf
(a.s.), bu sözleriyle kardeşlerini azarlamak ya da kınamak istememiş; bilâkis
onları, kendini tanıtmaya hazırlayarak yumuşak bir şekilde işledikleri
günahları hatırlatmıştır. Zira artık kardeşleriyle karşılaştığı bu üçüncü seferde
kendini tanıtma vakti gelmişti. Bundan önceki iki seferde Allah'ın takdiri ve
emriyle kendini onlardan gizlemişti. İşte Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır:
"Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vereceksin,
diye vahyettik." (Yusuf, 15).
Yusuf
(a.s.)'ın kardeşleri, bu hatırlatmayı ve durumlarından haberdar olan bu şahsın
sorularını fırsatbilerek Yusuf a hayret ve gariplik ifadesi taşıyan, itiraf
edici ve onun kardeşleri Yusuf (a.s.) olduğunu te'kid eden şu soruyu sordular:
'Yoksa sen, Yusuf musun?' Yani, onlar bu şahsın durumuna şaşırarak gerçeği
öğrenmek istediler. Zira iki seneden fazla bir müddetten beri Yusuf (a.s.)'a gidip
geliyorlardı. Onun kim olduğunu bilmedikleri halde onları tanıyor ve kendisini
gizliyordu. Fakat bu sefer bu sözleriyle tanımışlar ve gerçekten Yusuf (a.s.)
olduğunu anlamışlardı. Sordukları sorular, tanımak için yeterli sorulardı.
Ayetteki soru; açıklayıcı ve te'yid edici bir soru şeklidir, denilmiştir ki
bana göre de bu görüş daha uygundur. Çünkü kardeşleri Yusuf (a.s.)'ı
alâmetlerinden tanımışlardı.
İbni
Abbâs (r.a.) şöyle der: "Yusuf (a.s.), başından tacı çıkarana kadar kardeşleri
onu (a.s.) tanımadı. Yusuf (a.s.)'ın başının üstünde bene benzeyen bir alâmet
vardı ki aynısı Yakup (a.s.) da da mevcuttu. Yusuf (a.s.) onlara 'Siz, Yusuf a
neler yaptığınızın farkında mısınız?' deyince başındaki tacı çıkardı. Böylece
kardeşleri onu (a.s.) tanıyarak kendilerinden emin bir vaziyette " 'Muhakkak
ki sen, Yusuf sun' dediler".
Yusuf
şöyle dedi: 'Evet, ben âciz ve haksızlığa uğrayan Yûsufum. Allah, bana yardım
etti, kuvvetlendirdi ve şu gördüğünüz nimetlere mazhar oldum. Bu da benden
ayırdığınız kardeşim Bünyamin'di." Yusuf (a.s.)'ın maksadı şuydu: "O
da benim gibi zulme uğramıştı. Şimdi gördüğünüz gibi Allah Tealâ ona da
nimetlerini ihsan etmiştir."
"Allah
uzun müddet ayırdıktan sonra bir araya getirerek bize nimetlerini ihsan etmiş
ve dünyada ve ahirette bizi azîz kılmıştır". Bu a'yet, "Bünyamin benim
kardeşimdir. Onu istemenize bir neden yoktur" şeklindeki bir mânaya işaret
etmektedir.
"Muhakkak
ki Allah'dan; emir ve yasakları hususunda hakkıyla korkan ve Allah'a itaatda ve
karşısına çıkan belâ ve musibetlere sabreden herkese Allah yeter. O bütün
kötülükler karşısında ona kâfidir ve bütün sıkıntılardan onu kurtarır. Allah,
güzel ve sâlih amel işleyenlerin ecrini, dünya ve ahirette kesinlikle zâyî
etmez". Bu ayette Allah Yusuf (a.s.)'un sabreden ve güzel amel işleyen
müttakilerden olduğuna şehâdet etmektedir.
"Yusuf
un kardeşleri hakkı dile getirip Yusuf un daha üstün olduğunu itiraf ederek
şöyle cevap verdiler: "Allah'a yemin ederiz ki Allah seni ilimle, yumuşak
huylu, güzel ahlâkla, mülkle, bollukla, yetkiyle ve peygamberlikle bizden
üstün kılmıştır". Kardeşleri, Yusuf (a.s.)'a kötülük yapıp, hakkını
yediklerini ikrar ederek mazeret ileri sürmeden günahkâr ve hatalı olduklarını
bildirdiler.
Böylece
özür dileyip tevbekâr olduklarını bildirdikten sonra Yusuf (a.s.) kardeşlerini
affederek şöyle dedi: "Yaptıklarınızdan dolayı ne bugün ne de daha sonra
katımda kınanmayacak, kabahatiniz yüzünüze vurulmayacak ve azarlanmayacaksınız"
Bugün, azarlanma ve ayıplanmanın zannedildiği zaman olduğu için özellikle zikredilmiştir.
Yusuf
(a.s.), kardeşlerinin affedilmeleri için daha da dua ederek şöyle demişler:
"Allah, sizin günahlarınızı ve zulmünüzü bağışlar. O, tevbe edenler ve
kendisine ibadete dönenler için merhametlilerin en merhametlisidir."
Yusuf
(a.s.) kendisini kardeşlerine tanıtıp, onlara babasını (a.s.) sorduğunda
kardeşleri "Çok ağlamaktan gözlerini yitirdi" dediler. Bunun üzerine
Yusuf (a.s.), vahiy bilgisiyle onlara şöyle dedi: "Üzerindeki ya da
dedelerim ve babam İbrahim, İshak ve Yakub (a.s.)'dan mîras kalan bu gömleği
götürün ve varır varmaz onu babamın yüzüne sürün, eskisi gibi görmeye başlar.
Çünkü gözüne inen perde Allah'ın fazl-ı keremiyle sevinç ve müjde sebebiyle yok
olur. Ailenin bütün erkek, kadın ve çocuklarını bana getirin". Rivayet
edildiğine göre Yusuf (a.s.)'ın ailesi erkek, kadın ve çocuk 70 kişiydi. [48]
94- Kervan, memleke erine dönmek üzere
ayrıldığında babaları yanında bulunan torunlarına ve diğer insanlara
"Bana bunak demezseniz, inanın ki ben Yusuf un kokusunu duyuyorum"
dedi.
95- Çevresindekiler "Allah'a yemin ederiz
ki sen, hâlâ eski hatanı sürdürüyorsun" dediler.
96-
Müjdeci gelip, gömleği Yakub'un yüzüne bırakınca hemen gözleri görmeye
başladı". Bunun üzerine Yakub "Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi
biliyorum, dememiş miydim?" dedi.
97- Oğulları "Ey Babamız! Suçlarımızın
bağışlanmasını dile. Bizler hiç şüphesiz suçluyuz" dediler.
98-
Yakub "Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim; şüphesiz O bağışlayıcı ve
merhamet edicidir" dedi.
Yakup
(a.s.)'ın çocuklarının kervanı Mısır hududundan çıkıp Şam bölgesindeki bugünkü
Filistin toprakları olan Kenan diyarına doğru yol almaya başlayınca Yakup
(a.s.), etrafında bulunan torunlarına ve diğer insanlara şöyle dedi:
"Ben, Yusuf un ve gömleğinin kokusunu duyuyorum. Eğer bana bunak ve
ihtiyar demezseniz beni doğrularsınız".
Abdürkup
(a.s.), bu kokuyu sekiz günlük mesafeden duymuştu.
Râzî
der ki: "Şöyle demek daha doğrudur: Allah Tealâ, bu kokuyu Yakup (a.s.)'a
mucizeleri göstermek kabilinden duyurtmuştur. Çünkü kokunun bu kadar uzak
mesafeden duyulması alışılagelmişin dışında bir olaydır. Dolayısıyla en doğru
ya da en yakın görüşe göre bu hadise Yakup (a.s.)'m bir mucizesidir.[49]
Yakup'un
etrafında bulunanlar ona şöyle dediler: "Allah'a yemin ederiz ki, sen
Yusuf un hayatta olduğunu, bir gün ona kavuşacağını zannetmen sebebiyle uzun
bir süreden beri eski hatanı sürdürüyorsun."
Katâde
şöyle der: "Mâna şöyledir: 'Yusuf un sevgisinden hâlâ eski hatanı
sürdürüyor, onu bir türlü unutamayıp avunamıyorsun'. Onlar, dedelerine ve
büyüklerine, dedelerine ve bir peygambere söylememeleri gereken kaba sözler
söylediler".
Haberci,
-ki Yusuf un gömleğini taşıyan, Yakub'un oğlu Yehûzâ idi.-Yusuf un ve kardeşi
Bünyamin'in hayatta olduklarını müjdeleyerek, gömleği Yakub (a.s.)'ın yüzüne
sürdü. Yakup (a.s.) sevincinden hemen eskisi gibi görmeye başladı.
Süddî
şöyle der: "Yusuf (a.s.)'ın gömleğini Yakup (a.s.)'m oğlu Yehûzâ getirmişti.
Çünkü yalancı bir kana bulanmış gömleği getiren de oydu. O, böylece işlediği
suçu affettirmek istemişti. Gömleği getirerek babasının yüzüne bıraktı. Yakub
(a.s.)'ın hemen gözleri açıldı".
Yakup
(a.s.), etrafındaki çocuklarına, torunlarına ve diğer insanlara şöyle dedi:
"Ben, siz Mısır'a giderken Yusuf u aramanızı ve Allah'ın rahmetinden
kesmemenizi istediğimde size 'Doğrusu ben, Allah Tealâ'dan gelen vahiyle O'nun
katından sizin bilmediğiniz şeyleri ve Allah'ın Yusuf u bana kavuşturacağını
biliyorum' dememişmiydim." "Ben.... biliyorum" kavli, yeni bir
cümle olup, başka bir sözle alâkası olmayan bir mübtedadır. Yakup (a.s.)'ın
daha önce onlara söylediği "Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım.
Allah katından sizin bilmediklerinizi bilirim" sözünün, bu lafızla
ilgisinin olması da mümkündür.
İşte
o anda çocukları, babalan Yakub'a arkalarını dayayarak, O'nu yücelterek ve
ondan istirham ederek şöyle dediler: "Suçlarımızın bağışlanmasını dile.
Zira biz, günah işledik, Allah'a âsi olduk. Şimdi ise tevbe edip Allah'a döndük.
Sana ve kardeşlerimiz Yusuf ve Bünyamin'e yaptıklarımıza pişmanız."
Babalan
Yakup (a.s.) onlara şöyle cevap verdi: "Gelecekte Rabbimden bağışlanmanızı
dileyeceğim. Çünkü Rabbim, günahları affedip örter, kullanna merhamet
eder." [50]
99-
Yusuf un yanına geldiklerinde o, anasını babasını bağrına bastı,
"İnşâal-lah emniyet içinde Mısır'a girin" dedi.
100-
Ana babasını tahtın üzerine oturttu. Hepsi ona secde ettiler. O zaman Yusuf
"Babacağım! İşte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın neticesidir. Rabbim onu
gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni
hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu.
Doğrusu Rabbim dilediği hususlarda lütufkârdır, O şüphesiz (herşeyi) en iyi
bilendir, hakimdir" dedi.
Yusuf
(a.s.)'ın kardeşlerinden, kendisiyle beraber Mısır'da kalmaları için bütün
ailesini Kenan diyarından Mısır'a getirmelerini istemesi üzerine babası,
teyzesi, kardeşleri ve aileleri geldiler. Yusuf (a.s.), yaklaştıkları haberini
alınca onları karşılamaya çıktı. Mısır kralı, Allah'ın peygamberi Yakup
(a.s.)'ı karşılamaları için erkânına ve ülkenin ileri gelenlerine Yusuf (a.s.)
ile gitmelerini emretti. Yusuf (a.s.) ailesini büyük bir kalabalıkla
karşıladı. Ailesi, görkemli bir saltanat içinde bulunan Yusuf (a.s.)'ın yanına
girdiler. Yusuf (a.s.) ana babasını bağrına basıp onları kucakladı. Ebeveyni,
İbni Cerîr'in de tercih ettiği görüşe göre annesi ve babasıydı. Zira annesi
hayattaydı. Veya Yusuf (a.s.), babasını ve teyzesini bağrına basmıştı. Çünkü
annesi vefat etmiş, babası da teyzesiyle evlenmişti.
Yusuf
(a.s.), ailesinin bütün fertlerine şöyle dedi: "İnşaallah, canlarınızdan,
mallarınızdan ve ailelerinizden emin olarak Mısır'da yerleşin. Sizin için bir
korku yoktur, artık asla üzülmeyeceksiniz de."
Yusuf
(a.s.), hürmet ve tazim göstererek anne ve babasını kendisiyle beraber tahtına
oturtarak, onları yüceltti. Onbir kardeşi ve anne babası, Yusuf a t a.s.)
ibadet ve ta'zim maksadıyla değil, bilâkis selâm vermek ve hürmet göstermek
için secde ettiler. O devirde krallar ve ileri gelen şahsiyetler, bu şekilde
eğilerek selâmlanırlardı.
Görülmektedir
ki ayetin başında bir hazif vardır. Takdiri: "Yakub (a.s.) ve ailesi Mısır'a
geldiler" şeklindedir. Yine "İnşaallah" kavli ile ifade edilen
Allah'ın meşîeti, "emin olarak..." kavlinden önce zikredilmiştir.
Çünkü maksat, onların Mısır'a emniyet ve selâmet içinde girmelerini ifade
etmektir. Ayette, yine tahta oturtmakla secde etmek arasında da bir takdim ve
te'hir vardır. Aslında onlar önce secde edip sonra krallık tahtına
oturtmuşlardır. Fakat ayette, anne babayı yüceltmenin önemine binâen tahta
oturmaları önce zikredilmiştir.
İşte
o anda Yusuf (a.s.)'ın hatırına küçükken gördüğü eski rüyası geldi. Anne ve
babasının ve kardeşlerinin secde ettiklerini görmesi sebebiyle Yusuf a.s.)
şöyle dedi: "Ey Babacığım! İşte bu secde küçükken gördüğüm 'Rüyamda onbir
yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm' şeklindeki eski rüyamın
neticesidir".
Muhakkak
ki o görülen rüya, gerçek, doğru ve sâdıka çıkmıştı. Çünkü peygamberlerin
rüyaları haktır, sabittir. Meselâ: ibrahim (a.s.)'in rüyasında oğlunu
kestiğini görmesi, gerçek hayatta onu kesmesinin farz olmasına sebep olmuştur.
Aynı şekilde Yusuf (a.s.)'un görüp, daha önce babasına anlattığı bu rüya da bu
secdenin gerekliliğine sebep olmuştur.
"Beni
hapisten kurtaran, bana mülk veren ve sizi çölden getirip, şehrin rahatlığına
kavuşturan Allah Tealâ, bana pek çok iyilikte bulunup, nimetlerini ihsan
etti." Yakup (a.s.)'m ailesi, çölde yaşıyor, hayvancılıkla uğraşıyor ve
zorluk ve sıkıntı içinde hayatlarını sürdürüyorlardı.
Yakup
(a.s.), kardeşlerini kınamamak, onlara hürmet göstermek ve hayalarım
zedelememek için kuyudan çıkarılışından bahsetmedi. Ayrıca hapishane, başına
gelen en son ve kuyuya atılmaktan daha tehlikeli bir musibetti. Çünkü kadın
konusunda itham edilmişti. Yine, kuyudan çıktıktan sonra hükmeden değil köle
olmuşken, hapisten çıkınca bakan oldu. Böylece hapisten kurtulması, tam
manasıyla nimetlere garkolunmasına daha yakındı.
"Bütün
bunlar, şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozup, onlara vesvese verdikten
sonra oldu." Yusuf (a.s.) kardeşleriyle arasının bozulmasını şeytana
nisbet etmiştir. Çünkü şeytan bozgunculuk sebebidir. Ayrıca bu ifade ile kardeşlerine
değer verdiğini göstermek istemiştir.
Rabbim
bir şeyi dilediği zaman, onun için sebepler kılar, onu takdir eder ve
kolaylaştırır. O, şüphesiz kullarının maslahatlarım bilen, sözünde, fiillerinde,
kaza ve kaderinde, seçtiği ve dilediği şeylerde hikmet sahibidir. [51]
Yusuf
(a.s.), bu duasında Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetleri zikreder ve
Rab-binden kendisine güzel bir akıbet nasib etmesini ister
101-
"Rabbim! Bana mülkün bir kısmını verdin, ilâhi kitapların te'vilini ve
rüyaların tabirini öğrettin. Ey göklerin ve
yerin yar adanı! Dünya ve ahiret işlerinıi yoluna koyan sensin. Benim
canımı müslüman olarak al ve beni salih kimselerle beraber kıl.
Yusuf
(a.s.), babası ve kardeşleriyle buluştuktan sonra şöyle dedi: "Rab-bim!
Bana Mısır'ın hakimiyetini verdin ve beni onda mutlak tasarruf sahibi kıldın.
Hükmümü kimse tartışamaz, bana karşı gelemez ve hiçkimse bana haset edemez
oldu
Rivayet
edilmiştir ki, Yusuf (a.s.), Yakup (a.s.)'ın elinden tutarak onu hazine
dairesinde dolaştırmış, altın ve gümüş, zinet eşyaları, giyecek ve silâh depolarına
sokmuştu. Kırtasiye malzemelerinin bulunduğu depoya girince Yakub (a.s.)
"Yavrucuğum! Bu kadar yazı malzemesine sahipsin. Bana sekiz konak mesafeden
bir mektub bile yazmadın" Seni alıkoyan neydi? dedi. Yusuf (a.s.)
"Bana Cibril (a.s.) mâni oldu" deyince Yakup (a.s.) "Sebebini
sor bakalım" dedi. Yusuf (a.s.) "Bu, senin için daha kolay" diye
cevap verdi. Bunun üzerine Yakup (a.s.), Cibril (a.s.)'e sebebini sorunca
Cibril (a.s.) şöyle dedi: "Sen, 'Onu kurdun yemesinden korkuyorum' dediğin
için Allah Tealâ, bana böyle emretti. Ondan korkmalıydın, değil mi? buyurdu
"Mülkün
bir kısmını..." ve "bazı rüyaların tabirini..." kavillerindeki
"Min" tebîz (bazı, bir kısım) içindir. Çünkü Yusuf (a.s.)'a sadece
dünya mülkünün bir kısmı olan Mısır topraklan verilmiş ve bazı tabirler öğretilmişti
"Sen,
göklerin ve yerin yaradanısın.
Dünya
ve ahirette bana yardım eden ve bütün işlerimi yoluna koyan Sensin. Çünkü dünyada
nimetlerine garkoldum. Bu nimetleri ahirette de devam ettir.
"Benim
canımı" boyun eğmiş ve emirlerine uyar vaziyette, "İslâm üzere
al" îbni Abbâs (r.a.) şöyle der: "Yusuf (a.s.)'dan önce kesinlikle
hiçbir peygamber ölümü temenni etmemişti."
"Ve
beni salih kimselerle kıl." Ve beni, genel olarak nebilerle ve rasûllerle
beraber, husûsî olarak da atalarım İbrahim, İsmail, İshak-ve Yakub ile beraber
kıl. Allah, Yusuf (a.s.)'ı tertemiz olarak Mısır'da vefat ettirdi. Nil'de
mermerden bir lahit içine defnedildi. Fakat 400 sene sonra Musa (a.s.), lahiti
Beyt-i Mak-dis'e naklettirdi ve atalarıyla beraber oraya defnedildi. [52]
Gaybe
ait haberlerin verilmesi ve Peygamberimiz (s.a.)'in tevhîd akidesine daveti
102-
Ey Muhammedi Sana vahyettikleri-miz gıyabında cereyan eden olayların
haberleridir. Onlar Yusuf u kuyuya atmaya azmedip düzen kurdukları zaman
yanlarında değildin
103-
Sen ne kadar yürekten istersen iste, insanların çoğu iman etmezler
104- Oysa sen Kur'an'ı tebliğ etmene karşılık
onlardan bir ücret de istemiyorsun. Kur'an, alemler için sadece bir öğüttür
105-
Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, bunları görürler de onlar hakkında
tefekkür etmezler
106- Onların çoğu, şirk koşmadan Allah'a iman etmezler
107-
Allah tarafından, onları kuşatacak bir azaba uğramalarından veya farkına
varmadan kıyamet saatinin ansızın gelmesinden emin inidirler
108- Ey Muhammed! De ki: "Benim yolum budur.
Ben ve bana uyanlar bilerek, insanları Allah'a çağırırız. Allah'ı bütün
ortaklardan tenzih ederim. Ben asla Allah'a şirk koşanlardan değilim.
Yusuf
(a.s.)'ın gördüğü rüyadan ve kuyuya atılmasından başlayarak Mısır'ın gerçek
hâkimi olmasına kadar bu kıssanın zikredilmesi, kardeşlerinin ona karşı
tutumunun ve babalan Yakup (a.s.)'ın durumunun açıklanması gaybî haberlerdir.
Öyleki bu haberlere, Rasulullah (s.a.) muttali olmamış, onun kavmi de bunları
göstermemiştir. Ayet, Rasulullah (s.a.)'a hitap etmektedir. Bütün bunlar,
kavminin eziyetlerine ve davetinden yüz çevirmelerine karşı Efendimizin
kalbini ve sabrını teskin etmek için Allah Tealâ'nın Peygamberimize bir
vahyidir.
Hedef;
gaybdan haber vermektir. Bu ise bir mucizedir. Çünkü Rasulullah ı s.a.), kitap
okumamış, kimsenin önüne diz çöküp ilim tahsil etmemiş ve kıssanın
kahramanları yanında hazır bulunmamıştır. Dolayısıyla bu uzun kıssayı
değiştirmeden hatasız olarak haber vermesi, karşısındakini aciz bırakmaktan
başka bir şey değildir.
Allah
Tealâ Meryem kıssasında şöyle buyurur: "Meryem'e hangisi kefil olacak
diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin" (Âl-i İmran, 3/44).
Ayrıca yine şöyle buyurmaktadır: "Ey Muhammedi Musa'ya hükmümüzü bildirdiğimiz
zaman, sen batı yönünde değildin, onu görenler arasında da yoktun... Ey
Muhammedi Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi okumuyordun...
Sen, Musa'ya hitabettiğimiz zaman Tûr'un yanında da değildin" (Kasas,
28/44-46).
İçinde
ibret ve öğüt bulunan bu mucizevî haberlere rağmen Allah
Tealâ'nın
da beyan ettiği gibi insanların pek çoğu iman etmezler: "Sen ne kadar
yürekten istersen iste, mümin olmaları için kendini yiyip bitir, küfürdeki
kesin kararlılıkları ve inatları sebebiyle pek çok insan senin davetini ve peygamberliğini
tasdik etmez." Bu ayette, genel olarak insanlar kastedilmiştir. Allah
Tealâ şöyle buyurmuştur: "Fakat insanların çoğu inanmazlar." (Ra'd,
13/1). İbni Abbâs (r.a.) "Maksat, Mekke halkıdır" demiştir. İbni
Abbâs (r.a.)'ın görüşüne göre bu ayetin, öncekilerle alâkası şudur: Kureyşli
kâfirler ve bir grup Yahudi, Rasulullah (s.a.)'ı üzmek ve hatasını anlatmasını
istediler. Rasulullah (s.a.), bu kıssayı anlattığında onların belki iman
edebileceklerini zannetti. Fakat anlattıktan sonra da bu insanlar küfürlerinde
ısrar ettiler. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Sanki bu kavil, şu ayete
işaret etmektedir: "Ey Muhammedi Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin,
ama Allah dilediğini doğru yola erişti-rcr."(Kasas, 28/56).[53]
"Sen
ne kadar istersen iste ..."deki hırs, bir şeyi mümkün olan bütün gayret
ve çabayı sarfederek istemek demektir. Lev'in cevabı mahzuftur. Çünkü cevabın
Lev'den önce gelmesi mümkün değildir.
Bundan
sonra Allah Tealâ, müşriklerin Rasulullah (s.a.)'ın davetine iman etmemeleri
için bir mazeretlerinin olamayacağını bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ey
Muhammed! Bu nasihatlerin, hayra ve olgunluğa davetin için peygamberliğini
inkâr edenlerden bir mükâfat ya da ücret istemiyorum. Bilâkis bu görevi
Allah'ın rızasını kazanmak ve yarattıklarına nasihat olsun diye yerine
ge-tiriyorsun.Onlann tek yapacakları şey senin davetine icabet etmektir. Çünkü
sen, sadece Rabbinin emrine uymayı ve sırf onlara nasihat etmeyi hedefliyorsun."
Rabbinin
seninle gönderdiği bu Kur'an, insanlara ve cinlere sadece bir hatırlatma ve
bir öğüttür. O Kur'an ile gerçekleri hatırlar ve onunla hidayete sadece ona
uyarak kurtulurlar." Bu da göstermektedir ki Rasulullah (s.a.)'ın peygamberliği
umumidir, insan ve cin herkese şamildir.
İnsanların
çoğunun iman etmemesinin sebebi şudur: Onlar, Yaradanın varlığını ve birliğini
gösteren deliller ve alâmetler hakkında düşünüp tefekkür etmekten gafildirler.
Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Göklerde ve yerde Allah'ın birliğini,
ilminin mükemmelliğini ve kudretini gösteren; duran ve hareket eden yıldızlar,
dağlar, denizler, bitkiler ve çiçekler, ağaçlar, hayvanlar, canlı ve cansızlar,
tat, koku, renk ve özellik bakımından birbirine benzeyen ve benzemeyen
meyvalar gibi nice deliller ve ayetler vardır ki insanların çoğu bu delillerin
yanlarından geçip onları görürler de yine de gaflet içinde bulunup, bunlardaki
ibret ve öğütleri düşünerek, tefekkür etmezler. Bu delillerin tamamı Allah
Tealâ'nın varlığına ve birliğine şahittirler."
Her
şeyde, Allah'ın bir olduğunu gösteren bir emare ve bir ayet (delil) vardır.
Burada Ayet, Allah Tealâ'nın varlığını ve birliğini gösteren delil demektir.
Astronomi
ile uğraşan bilim adamları ise uzayı rasat aletleriyle gözleyip bilimsel
kanunlar ortaya koymakla meşgul olmalarına rağmen genellikle mû-cid olan
Yaratan ve işleri idare edip takdir eden yüce varlığın azameti hakkında
düşünmezler.
Allah'dan
başka kime olursa olsun ona yapılan ibadet -onu kutsallaştırmak ve yüceltmek-
şirktir.
Allah
Tealâ şöyle buyurmuştur: "And olsun ki onlara gökleri ve yeri yaratan
kimdir?' diye sorsan Allah'tır derler." (Lokman, 31/25). İbadet ederken Allah
ile birlikte putları ortak koşarlar. Onların şirke düştüklerini görürsün.
Müslim,
Ebû Hüreyre (r.a.), Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah buyurdu ki 'Ben, şirkten en uzak olan zâtım. Kim bir amel işleyip,
onda başkasını bana ortak koşarsa onu da şirkini de terkederim'."
Ahmed
b. Hanbel, Ebû Saîd b. Ebî Fedâle (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle
buyurduğunu işittiğini rivayet etmiştir: "Allah, hiçbir şüphenin bulunmadığı
bir günde insanlığın başını ve sonunu bir araya topladığı zaman birisi şöyle
seslenir: 'Kim Allah için yaptığı bir işte O'na şirk koştuysa o amelin sevabını
Allah'dan başkasından istesin. Zira Allah, şirk koşulmaktan beridir."
İbni
Ömer (r.a.) öyle demiştir: (Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş ve hadis hasendir,
demiştir.)"Kim Allah'dan başkasının adına, yemin ederse şirk koşmuştur.
" Bu ifade Allah'dan başkasının adına,onu Allah gibi yüceltmeyi kastederek
yemin ederse şirk koşmuş olur demektir.
Ahmed
b. Hanbel, Mahmûd b. Lebîd (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: "Sizin için en çok, küçük şirkten korkuyorum". Sahabe
"Yâ Rasulullah (s.a.)! En kük şirk nedir?" deyince Rasulullah (s.a.)
şöyle buyurmuştur: "Bu riyadır. Allah Tealâ, kıyamet gününde insanların amellerinin
karşılıklarını verirken şöyle buyurur: Dünyada riya yaptıklarınıza gidin. Bakın
bakalım, onlardan mükâfat alabilecek misiniz?'"
İmam
Ahmed, Ebû Musa el-Eş'arî (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: "Ey insanlar! Şu şirkten sakının. Zira o, karıncanın
ayak sesinden dah gizlidir". Sonra Rasulullah (s.a.), sahabeye gizli şirkten
nasıl sakınacaklarını açıklamış ve şöyle buyurmuştur: "Şu şekilde dua
edin: Allahım! Biz, bildiğimiz bir şeyi sana ortak koşmaktan, sana sığınırız.
Bilmediklerimizden de bizi affetmeni isteriz'."
Bütün
bunlardan sonra Allah Tealâ, müşrikleri ceza ile tehdit ede k şöyle
buyurmuştur: "O Allah'a şirk koşanlar, kendilerini kuşatan bir cezaya
çarptırılmaktan veya onlar hissetmeden ve farkına varmadan kıyamet gününün
ansızın gelmesinden güvende midirler?". "Farkına varmadan"
kavli, "Ansızın" kavlini pekiştirmektedir.
Şu
ayetler de mana bakımından bu ayete benz ektedir: "Kötü işler düzenleyenler
Allah 'm kendilerini yere geçirmesinden yahut farketmedikleri bir yerden nlara
azabın gelmesinden güvende midirler? Veya hareket halindeler-ken -ki Allah'ı
aciz bıraka zlar- ya da yok olmak endişesindeyken onlara aza-bin gelmesinden
güvende midirler? Doğrusu Rabbin şefkatlidir, merhametlidir." (Nahl,
16/45-47).
"Kasabaların
halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine lmesinden güvende miydiler?
Yahut kasabaların halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın kendilerine
gelmesinden güvende miydiler? Onlar Allah'ın d
eninden
güvende miydiler? Allah'ın düzeninden ancak mahvolacak millet güvende
olur." (A'raf, 7/97-99).
Kıyamet
gününün gizli tutulması, görünen bir teşvik ya da benzeri bir şey olmaksızın
Allah katından bir heybet ve korkunun oluşmasına sebep olmaktadır.
Allah
Tealâ, bu delillerden sonra Rasulullah (s.a.)'ın davetinin hedefini ve onun
davetine olan güvenini açıklayarak şöyle buyurmuştur: "Yâ Muhammed! İnsan
ve cin topluluklarına de ki: Muhakkak ki yürüdüğüm yol ve kendisine çağırdığım
davet -ki bu, Allah'dan başka ilâhın olmadığına, O'nun tek olup ortağının
bulunmadığına şehadet etmek demektir- işte budur." Ben ve bana iman edip
peygamberliğini tasdik eden herkes yakînen bilerek ve açık kesin delillere
sahip olarak bu davet metoduyla insanları Allah'ın dinine çağırırız. Allah'ı bütün
ortaklardan, denklerden, eşlerden, benzerlerden, çocuklardan, babalardan,
hanımlardan, yardımcılardan ya da yol gösterenlerden tenzih eder, yüceltir,
ta'zim eder ve takdis ederim. Allah, bü
n
bunlardan yücedir, münezzehtir ve mukaddestir."Yedi gök, yer ve bunlarda
bulunanlar O'nu teşbih eder. O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur.
Fakat siz onların teşbihlerini anlamazsınız. Doğrusu, O, Halim olandır,
bağışlayandır." (İsra, 17/44).
Rasulullah
(s.a.), Allah'ın birliğini ispat et
kten
sonra, Allah'ın varlığını ikrar edip sonra başka ilâhlara ibadet edere
O'na
ortak koşan müşriklerin görüşlerini reddetmek için şirki kesin bir şekilde
bertaraf etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ben, her ne çeşit olursa olsun
bütün müşriklerden uzağım." [54]
109-
Senden önce şehirlerin halkından üphesiz kendilerine vahiy indirdiğimiz
birtakım insanlar gönderdik. Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki kendilerinden
önce yaşayanların sonlarının ne olduğunu görsünler? Ahiret yurdu Allah'a karşı
gelmekten sakınanlar için hayırlıdır. Hiç düşünmez misiniz?
110-
Öyle ki peygamberler ümitsizliğe düşüp yalanladıklarını sandıkları bir sırada
onlara yardımımız gelmiştir. Böylece istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu
milletten geri çevrilemeyecektir.
111-
And olsun ki peygamberlerin kıssalarında aklı olanlar için ibretler vardır.
Kur'an uydurulabilen bir söz değildir. Fakat kendinden önceki kitapları tasdik
eden, inanan millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve
rahmettir.
Yusuf
suresi, Kenan diyanyla Mısır arasında meydana gelen birçok yönü bulunan ve
ruhlara tesir eden Yusuf (a.s.)'ın kıssasından öğüt ve ibret almayı zorunlu
hale getiren bu sonuç bölümüyle neticelenmektedir. Öyleki bu kıssa, kuyuya
atılmasıyla başlayarak, Vezirin evine yerleşmesi, hapise girmesi ve Mısır'da
mutlak hüküm sahibi olması şeklinde gelişir. Yine bu kıssada kardeşlerinin
tuzak ve hasetleri, kadınların hile ve aldatmacaları, Yusuf (a.s.)'m sabrı,
hikmeti, idarecilikteki mahareti, ahlâkı, kardeşlerine karşı müsamahası ve anne
babasını nasıl yücelttiği anlatılmıştır.
Ayetin
manası şöyledir: "Ey Muhammed! Senden önce melekleri, kadınları değil,
sadece erkekleri peygamber olarak gönderdik. Onlar çöl ehlinden değil, bilâkis
şehir halkındandı. Biz onlara vahiy ve kanunlar indiriyorduk."
Bu
da göstermektedir ki Allah, peygamberleri kadınlardan değil erkeklerden
göndermiştir. Hiçbir kadın kesinlikle ne nebî, ne de rasûl olmuştur. Peygamberlerin
şehir halkından seçilmesiyle Allah, çöl ehlinden peygamber göndermemiştir.
Çünkü bu peygamberlere diğer şehirlerin halkı da uyacaktır. Ayrıca çölde
yaşayanların cahil, kaba ve sert olmalarına karşılık şehirli insanlar daha ince
ve yumuşak tabiatlıdırlar. Bu sebepten Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:
"Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir" (Tevbe,
9/97).
İbni
Kesîr şöyle der: Bazı kimseler, Allah'ın dostu İbrahim (a.s.)'in hanımı
Sârra'nın, Musa (a.s.)'nın annesinin ve İsa (a.s.)'nın annesi İmrân kızı Meryem'in
peygamber olduklarını iddia etmişlerdir. Yine bunlar, meleklerin Sâ-ra'ya İshak
(a.s.)'ı, ardından da Yakub (a.s.)'u müjdelemelerini " 'Musa'nın annesine:
'Çocuğu emzir...' diye bildirmiştik' (Kasas; 28/7) ayetini, meleğin Meryem'e
gelip ona İsa (a.s.)'yı müjdelemesini ve "Melekler şöyle demişti: 'Ey Meryem!
Allah seni seçip temizledi, dünyaların kadınlarından seni üstün tuttu. Ey
Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ, secde et, rükû edenlerle birlikte rükû et'. (Âl-i
İmran, 3/42-43) ayetini delil getirmişlerdir. Onlara bütün bunlar olmuştur.
Fakat hiçbiri peygamber olmalarını gerektirmez."[55]
Allah,
Rasulullah (s.a.)'ı yalanladıkları için müşrikleri tehdit ederek hayret
ifadesiyle şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammedi Seni yalanlayan o yalancılar
yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki peygamberlerini yalanlayan milletlerin
sonlarının nasıl olduğunu, Allah'ın Nuh, Hûd, Salih ve Lût kavimlerini nasıl
yerlebir ettiğini, kâfirler için de akıbetin aynı olduğunu ve kâfirlerin
sonunun helak, müminlerin sonunun ise kurtuluş olduğunu görsünler."
Bundan
sonra Allah Tealâ, ahiret yurdu için amel etmeye, ona hazırlanmaya ve helake
sebep olan şeylerden sakınmaya teşvik ederek şöyle buyurmuştur: "Muhakkak
ki ahiret yurdu Allah'dan korkup O'na şirk koşmayan, isyan etmeyenler için
daha hayırlıdır." Orası, peygamberleri yalanlayan müşrikler için de bu
dünyadan daha üstündür. Yani, biz müminleri dünyada kurtardığımız gibi aynı
şekilde ahiret yurdunda da onlara kurtuluşu nasib ederiz. Orası müminler için
dünyadan çok daha hayırlıdır. Zira ahiret nimetleri, dünyadaki nimetlerden
daha mükemmel ve ebedîdir.
Siz
cahil misiniz? Ey ahireti yalanlayanlar "Hiç düşünmez misiniz?" Zaten
buna aklınız erseydi iman ederdiniz.
Allah,
Muhammed (s.a)'e yardımının, peygamberlerine sıkıntı anında, zorlukta ve Allah
Tealâ'dan ferahlığın beklendiği darlık anlarında ulaştığını haber vererek
yardımını müjdelemiş ve şöyle buyurmuştur: "Öyle ki ümitsizliğe
düşüp..." Yani "Senden önce şüphesiz kendilerine vahiy indirdiğimiz
erkekler gönderdik. Onlar, Allah'ı bir kabul etmeye ve O'na ihlâsla ibadet
etmeye çağıran mesajlarını kavimlerine tebliğ ettiler, kavimleri ise onları
yalanladılar ve sapıklık, küfür ve inatla bu çirkin davranışlarını sürdürdüler.
Allah'ın yardımına peygamberlere gelmesi gecikti. Öyle ki peygamberler,
küfürdeki ısrarları sebebiyle kavimlerinin imanından veya Allah'ın yardımından
ümitsizliğe düştüler. Ümmetleri ise peygamberlerin va'dettikleri yardım
hususunda aldatıldıklarına kesin kanaat getirip, onların Allah katından
bildirdikleri yardım vaadini yalanladılar. Allah'ın yardımı aniden
peygamberlere geliverdi. Böylece biz, peygamber ve müminleri kurtardık.
Yalanlayan kâfirler ise cezalandırıldılar. Allah'ın cezası ve azabı,suç
işleyip, Allah'ı inkâr eden ve peygamberlerini yalanlayan milletten geri
çevrilemez" demektir.
"Teşdid"
kıraatine göre mana şöyledir: "Peygamberler, kavimlerinin kendilerini
onları uyardıkları konulara bir daha iman etmeyecek şekilde yalanladıklarını
zannettiler."
Bu
ayet, Kureyşli ve diğer kâfirleri, Rasulullah (s.a.)'a iman etmedikleri için tehdit
etmekte ve korkutmaktadır.
Kur'an-ı
Kerim'de bu ayete benzer pek çok ayet vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Allah, peygamberlerine yardım ve galibiyet vadetmiştir:
"Doğrusu
Biz, peygamberlerimize ve müminlere dünya hayatında.... yardım ederiz" (Gafir,
40/51). "Allah, 'Andolsun ki Ben ve peygamberlerim üstün geleceğiz' diye
yazmıştır. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür" (Mücadile, 58/21).
Peygamber, Allah'dan yardımını göndermesini istemiştir.
"Peygamber
ve onunla beraber müminler: 'Allah'ın yardımı ne zaman?' diyecek kadar....
sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır." (Bakara,
2/214).
Cezanın
sebebi olarak zulüm ve küfür açıklanmıştır:
"Kendilerinde
önce olan Nuh, Ad, Semûd milletlerinin, İbrahim milletinin, Medyen ve altüst
olan şehirler halkının haberleri onlara gelmedi mi? Peygamberleri onlara
belgeler getirmişlerdi. Allah onlara zulmetmemiş, onlar kendilerine yazık
etmişlerdir." (Tevbe, 9/70).
Allah'ın
kulları için geçerli olan bir tek sünnetinin olduğu açıklanmış, bu sünnetin
benzerleri ise örneklerle değerlendirilmiştir. Bu sünnette zulüm ve helak
yoktur. Kureyşli kâfirler de, azaba sebep olan küfrü benimsedikleri için
kendilerinden önceki kâfirler gibi azabı hak etmişlerdir: "Ey Mekke
putperestleri! Sizin inkarcılarınız bunlardan daha mı üstündür? Yoksa
Kitaplarda size bir kurtuluş belgesi mi var?" (Kamer, 54/43).
"Teşdid"
ile okunması halinde bu ayetin tefsiri, biraz önce belirtildiği şekilde Aişe
(r.a.)'den nakledilmiştir: Buhari, Aişe (r.a.), kızkardeşinin oğlu Urve b.
Zübeyr (r.a.) kendisine "Öyle ki peygamberler ümitsizliğe düşüp..."
ayetinin manasını sorunca ona (r.a.) şöyle demiştir: "Allah korusun!
Peygamberler asla Rableri hakkında bu şekilde zanda bulunmazlar."
Peygamberlerin, Rablerine iman edip, kendilerini tasdik eden etbâı vardır. Bu
kimselerin imtihanı uzar, onlara Allah'ın yardımı gecikir. Öyle ki
peygamberler, milletlerinden kendilerini yalanlayanlardan ümitsizliğe düşüp,
kendilerine uyanların da onları yalanladıklarını zannederler. İşte bu sırada
Allah'ın yardımı gelir" Aişe (r.a), "Tahfif kıraatine göre verilen
manayı kabul etmemiştir. Râzî, Aişe (r.a.)'nin tevili hakkında şöyle der:
"Bu te'vil, ayet hakkında zikredilen vecihlerin en güzelidir."
"Tahfif
kıraatine göre ayetin tefsiri ise İbn Abbas ve İbn Mes'ud (r.a.)'dan nakledilmiştir.
İbn Abbas (r.a.) şöyle der: "Peygamberler, milletlerinin, davetlerini
kabulü hususunda ümitsizliğe düşüp, milletleri de peygamberlerin kendilerine
yalan söylediklerini zannedince, bütün bunlara karşı peygamberlere Allah'ın
yardımı geldi".
İbni
Mes'ud (r.a.)'da, "110." ayet hakkında şöyle der: "Öyle ki
peygamberler milletlerinin kendilerine iman etmelerinden ümitsizliğe düşüp,
milletleri de Allah'ın azabı gecikince onların yalan söylediklerini sandıklan
sırada..." bu görüş, alimlerin çoğunluğunun kabul ettiği meşhur olan
manadır.[56]
Netice
olarak, "Küzibü" kıraatine göre 'Ve zannû" kavlindeki zamir,
kendilerine peygamber gönderilenlere râcîdir. Çünkü onlar, "Yeryüzünde
dolaşmıyorlar mı ki kendilerinden önce yaşayanların sonlarının ne olduğunu
görsünler?" ayetinde daha önce zikredilmişlerdir. Böylece zamir, Mekkeli
müşriklerden önce yaşayan ve peygamberlerini yalanlayanlara râcîdir. Ayetteki
"Zann" "Hayal etmek, sanmak" demektir. Mana şöyledir:
"Kendilerine peygamber gönderilenler, peygamberlerin, peygamberlik
iddiaları ve kendilerine iman etmeyenleri azapla tehdit ederken onlara yalan
söylediklerini sandılar". Bu görüş, İbn Ab-bas (r.a.)'ın meşhur olan
görüşü ve Abdullah b. Mes'ud (r.a.), Said b. Cübeyre Mücahid'in ayeti
te'villeridir. Bu ıraate göre zamirlerin peygamberlere râcî olması caiz
değildir. Çünkü peygamberler masumdur. Bu sebepten hiçbir peygamberin,
Allah'dan kendisine vahiy getiren kimsenin ona yalan söylediğini sanması mümkün
değildir.[57]
"Teşdid"
kıraatinde iki görüş vardır:
1- Zann yakînen bilmek demektir. Mana şöyledir: "Peygamberler,
milletlerin kendilerini bir daha iman etme cek şekilde yalanladıklarını
yakînen anladılar. İşte o zaman onlar için beddua ettiler. Allah Tealâ da
onlara azabını indirerek köklerim kazıdı. "Zann" lafzı Kur'an-ı
Kerim'de "Bilmek" manasına pek çok kere kullanılmıştır. Allah Tealâ
şöyle buyurmuştur:
"Rablerine
kavuşacaklarını yakînen bilirler..." (Bakara, 2/46).
2- Zann; "sanmak" manasınadır. Takdiri şöyledir:
"Öyle
ki peygamberler milletlerinin iman etmelerinden ümitsizliğe düşüp, iman
edenlerin de kendilerini yalanladıklarını sandıkları bir sırada" Bu
te'vil, Aişe (r.a.)'den nakledilmiştir. Râzî şöyle der: "Aişe (r.a.)'nin
görüşü, ayet hakkında zikredilen en güzel vecihtir" [58]
Zemahşerî
de 110. ayetteki "Küzıbû" kıraati hakkında şöyle der: Mana şöyledir:
Kendilerine yardımın geleceğini söylerken nefisleri onlara yalan söyledi. Veya
onlar ümit ederken kendilerini kandırdıklarını sandılar. Meselâ doğru ümit,
yalancı ümit (hayal)' denir. Yani, kafirlerin yalanlama rı düşmanlıkları,
Allah'dan yardım bekleme ve ümit etme müddeti uzadı ve gecikti. Öyle ki onlar
ümitsizliğe ve dünyada Allah'ın yardımına nail olamayacakları vehmine
kapandılar. İşte o anda aniden beklemedikleri bir şekilde yardımımız geldi,
demektir. [59]
Ayrıca
Allah Tealâ, Kur'an'daki kıssaların genel hedefini beyan ederek şöyle
buyurmuştur: "And olsun ki peygamberlerin kavimleriyle aralarında geçen
olayların haber verilmesinde ve müminleri nasıl kurtarıp, kâfirleri ne şekilde
helak ettiğimizin anlatılmasında akıl sahipleri ve doğru düşünenler için ibret,
öğüt ve hatırlatma vardır." Akılsız ve ahmaklar ise olaylar hakkında düşünmez,
tarihten ders almazlar. Ayrıca bunlara nasihat da fayda vermez.
Bundan
sonra Allah Tealâ, Kur'an'ın muhtevasından bahsederek şöyle buyurmuştur:
"İçinde kıssalar ve diğer şeyler bulunan bu Kur'an (veya bu kıssalar ve
Kur'an'ın içindeki sözler) Allah'dan başkalarının uydurup yalan söyledikleri
sözler değildir. Çünkü Kur'an, haber nakledenleri ve söz aktaranları acze
düşüren bir kelamdır. O ancak vahyedilen, Allah katından indirilen ve Tevrat,
İncil ve Zebur gibi kendisinden öneeki semavî kitapları tasdik eden Allah
kelâmıdır. Yani, Kur'an, eski semavî kitaplarda bulunan doğru ve hak olan şeyleri
tasdik eder, fakat onlarda yapılan tahrifatı ve değiştirmeleri reddeder. O,
semavî kitaplarda bulunan doğru ve hak olan şeyleri tasdik ed, fakat onlarda
yapılan tahrifatı ve değiştirmeleri reddeder. O, semavî kitaplara daha sonra sokulan
ve akl-ı selimin kabul edemiyeceği masal, efsane ve hurafeleri değil, onlardaki
doğru esasları tasdik eder. Ayrıca onları gözetir, korur ve himaye eder.
Yine
Kur'an'da helâl ve haram, sevilen ve hoş görülmeyen şeyler, emir ve yasaklar,
va'd ve tehdit, Allah'ın güzel sıfatları ve peygamberlerin kıssaları gibi her
şey tahrif edilmeden, aslını bozup güzelleştirmeden olduğu gibi açıklanmıştır.
Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Kitap'da Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık"
(Enam, 6/38).
Kur'an
emler için hidayet kaynağıdır, insanları dosdoğru yola ve doğruluğa ulaştırır.
Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp, batıldan hakka, sapıklıktan doğruluğa
yükseltir. Kur'an, insanları hem dünya hem de din işlerinde hakka, hayra ve
iyiliğe kavuşturur.
Aynı
zamanda o, dünya ve ahirette Alemlerin Rabbi'nden müminlere kapsamlı bir
rahmettir. [60]
[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/427.
[2] Kısasu'l-Enbiya, Abdülvehhab Neccar, s. 120 v.d.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/429.
[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/429.
[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/429-430.
[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/430.
[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/430-431.
[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/431.
[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/431.
[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/431-432.
[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/432.
[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/432.
[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/433.
[14] Razî, XVIII/116.
[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/433-435.
[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/437-438.
[17] Hadis "zayıftır. Bu hadis-i şerifi Beyhakî
Delail'de Hakem b. Zuheyr'den rivayet etmektedir. Ayrıca Ebu Ya'la el-Mavsimî
ve Ebu Bekr el-Bezzar Müs«edlerinde ve İbni Ebi Hatim Tefsirinde rivayet
etmektedir, (bkz. İbni Kesir, 11/468) Fakat Hakem b. Züheyr zayıf bir ravidir.
[18] Bu hadis-i şerifi Buharî, Ebu Sele (r.a.)'den rivayet
etmiştir.
[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/442-444.
[20] el-Bahru'l-Muhit, V/282.
[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/448-450.
[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/456-458.
[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/464-465.
[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/468-470.
[25] Razî, XVIII/123.
[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/475-479.
[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/485-490.
[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/494-496.
[29] Razî, XVIII/142.
[30] Müellif bu hadisin sahih olmadığını ilerki sayfalarda
ifade etmektedir. [Çeviren].
[31] Kurtubî, DC/195-196.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/500-502.
[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/506-508.
[33] Zemahşerî, 11/142.
[34] el-Bahrul-Muhit, V/ 317.
[35] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/511-513.
[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/8.
[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/11-12.
[38] Kurtubî, IX/220.
[39] Vesk; 60 sa'dır. Bir Sa' ise (3900 gr) dır.
[40] îbni Kesir, 1/483
[41] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/15-17.
[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/17-18.
[43] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/21-22.
[44] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/25-26.
[45] Zemahşerî; 11/147.
[46] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/30-32.
[47] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/39-43.
[48] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/50-52.
[49] Fersah: 5544 metredir. 80 Fersah; 80X5544=443,520 m.=
44.352 km.
[50] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/57-58.
[51] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/62-64.
[52] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/67.
[53] Razî, XVIII/ 223.
[54] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/71-74.
[55] İbni Kesir, 11/496.
[56] İbni Kesir, 11/1497, 498; Kurtubî, K/275.
[57] Bahru 'l-Muhit, V/35.
[58] Razî, XVIII/226.
[59] Zemahşerî, 11/157.
[60] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/77-81.