Ayın İkiye Ayrılması Ve Müşriklerin Tavrı:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Peygamberlerine İnanmayan Eski Ümmetlerin Kıssaları -1-
Nuh Kavminin Kıssası:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Salih Peygamberin Kavmi Semud'un Kıssası:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Ayetlerden Çıkan
Hüküm ve Hikmetler:
Kureyş Müşriklerine Sitem, Müttekilerin Ve Mücrimlerin
Görecekleri Karşılığın Beyanı:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
1- Saat yaklaştı ay ayrıldı.
2- Onlar bir mucize görürlerse, yüz çevirirler ve "Kuvvetli bir
sihirdir." derler.
3- Tekzib ettiler. Hevalarma uydular. Halbuki her iş bir gayeye
bağlıdır.
4- Andolsun ki onlara, (inkârdan) vaz geçirecek nice mühim haberler
gelmiştir.
5- Ki (her biri) gayesine ermiş bir hikmettir. Fakat tehdit eden (bu
hadise)ler asla fayda vermiyor.
6- O halde onlardan yüz çevir. O davet edicinin görülmemiş, tanınmamış
bir şeye davet edeceği gün,
7- Gözleri zelil ve hakir olarak yayılmış çekirgeler gibi kabirlerden
çıkaracaklar.
8- O davet ediciye koşarak, içlerinden kâfir olanlar "Bu çok zor
bir gün" diyecek.
"Saat yaklaştı" Yani kıyamet yaklaştı, dünyanın yıkılma
zamanı yaklaştı. Yani dünyanın geçen ömrüne nispetle Rasulullah'ın
peygamberliğinden sonra kalan kısmı kıyamete yakındır. Nitekim ayet-i
kerimelerde: "insanlara hesapları yaklaştı, halbuki onlar hâlâ gafletle
yüz çeviriyorlar." (Enbiya, 21/1); "Allah'ın emri geldi, öyleyse onu
acele istemeyin." (Nahl, 16/1) buyrulmaktadır.
Ebu Bekir el-Bezzar'ın Enes'ten rivayetine göre bir gün Rasulullah
(s.a.) ashabına bir konuşma yaptı, güneş batmak üzere idi. Çok az bir parçası
kalmıştı, şöyle buyurdu: "Nefsim kunret elinde olan Allah'a yemin ederim
ki, dünyanın geçen ömrüne nispetle geri kalan ömrü sizin şu geçen gününüze
nispetle, kalan kısmı gibidir. Güneşin çok az bir kısmını görebiliyoruz."
Ahmed bin Hanbel, Buhari ve Müslim'in Sehl bin Sa'd'dan yaptıkları şu
rivayet bunu destekliyor. Sehl şöyle dedi: Rasulullah'ı dinledim şöyle diyordu:
"Şehadet parmağı ile orta parmağını işaret ederek "Benim gönderilişimle
kıyamet böyledir." Deniliyor ki bundan maksat kıyametin kopmasıdır.
Sonra Allah, peygamberin bir mucizesi olmak üzere ayın ikiye ayrılmasını
şöyle haber verdi: "Ay ayrıldı." Yani Rasulullah'ın bir mucizesi ve
kıyametin yakın olduğuna ve mümkün olduğuna açık bir delil olmak üzere ay
ikiye ayrıldı. İbni Kesir şöyle dedi: Sahih senedlerle mütevatir hadislerde
va-rid olduğu gibi bu olay Rasulullah zamanında oldu. Âlimler arasında bu
itit-fakla kabul görmüş bir husustur. Ve yine bu hadise büyük mucizelerden biridir.[1]
On dört asırdan fazla bir süre geçmiş olmasma rağmen kıyamet kop-madığına göre
"yaklaştı" denilmesi "Her gelecek yakındır" esası
itibariyledir.
Ahmed bin Hanbel, Buhari, Müslim ve başkalarının Enes'ten yaptıkları
rivayete göre Mekke halkı Rasulullah'tan kendilerine bir delil göstermesini
istediler, o da onlara ikiye ayrılmış halde ayı gösterdi. Öyle ki Hira dağım
iki parçanın arasında gördüler.
Yine Buhari ve Müslim, İbni Mesud'un şöyle dediğini rivayet ettiler: Ay
ikiye ayrıldı. Bir parçası dağın üstünde, diğeri aşağısında idi. Bunun üzerine
Rasulullah: "şahid olun" dedi.
Zayıf bir görüşe göre de maksat gelecekte ikiye ayrılacağını haber vermektir.
Sonra Allah bu mucize karşısında kâfirlerin tavrını ve inadını haber vererek
şöyle buyurdu:
"Onlar bir mucize görürlerse, yüz çevirirler ve kuvvetli bir
sihirdir derler. " Yani müşrikler peygamberliğe dair bir alâmet,
peygamberin doğruluğuna dair bir delil görseler bunları tasdik ve iman
etmemekte direnirler ve "bu, bütün sihirlerin üstünde kuvvetli bir
sihirdir" diyerek yüz çevirirler.
Bu ayet delil isteyen müşriklere bir cevaptır. Tefsir âlimleri şöyle
dediler: Ay ikiye ayrıldığı zaman müşrikler "Muhammed bizi
büyüledi." dediler. Bunun üzerine "bir ayet görseler..." yani
ayın ikiye ayrılışını görseler ayeti indi. Sonra Allah şu sözü ile onların
tutumuna daha da açıklık getirdi:
"Tekzip ettiler, nevalarına uydular. Halbuki her iş bir gayeye
bağlıdır." Yani hak kendilerine geldi de onlar iman etmediler ve
cahillikleri ve akıllarının ermemesi sebebiyle Muhammed (s.a.) sihirbazdır
veya kâhindir diyerek hevâ ve görüşlerinin kendilerine gösterdiği şeylere
uydular. Sonra Allah onları tehdit etti ve onlara her işin kendisine benzer bir
gayede noktalandığını yani hayrın hayırlı insanlarda, şerrin de şerli
insanlarda karar kıldığım haber verdi. "Her iş bir gayeye bağlıdır."
cümlesi müstakil bir cümledir. Bu cümle, kâfirlerin Hz. Peygamber'i tekzip edip
iman etmemelerinin kendilerine hiçbir faydası olmayacağı, çünkü her işin
mutlaka bir hedefi olduğu, Peygamber'in işinin de kendisinin hak üzere, onların
ise batıl yolda olduklarını ortaya çıkaracak bir noktada sonuçlanacağı
konusunda onlara bir cevaptır.
Yine bu cümle Rasulullah'a bir teselli ve zaferin dünyada kendisinin
olacağının, ahirette de kendisine ve tâbi olanlara yüksek dereceler ve cennet
verileceğinin bir müjdesidir.
Sonra Allah inkâr ve sapıklık üzerinde ısrar ettikleri için müşrikleri
azarlayarak şöyle buyurdu: "Andolsun ki onlara, vazgeçirecek nice mühim
haberler gelmiştir." Yani Kur'an-ı Kerim'de Mekke kâfirleri ve emsaline onları
kötülükten men edecek, içinde bulundukları şirkten, putperestlikten, isyandan
ve peygamberi yalanlamaya devam etmekten alıkoyacak, caydıracak ve onlara ders
olacak, peygamberine iman etmedikleri için azap ve cezaya çarpılan kavimlere
ait nice haberler gelmiştir.
Ve Allah bu haberleri şöyle vasıflandırdı:
"Ki (her biri) gayesine ermiş bir hikmettir. Fakat tehdit eden (bu
hadiseler asla fayda vermiyor." Yani Kur'an'daki bu haberler ve ihtiva
ettikleri ibret, ders ve hidayet her biri beyanın zirvesine ulaşmış, herhangi
bir kusur ve noksanı bulunmayan mükemmel birer hikmettir. Ancak bu uyanlar
inatçılar için hiçbir şey ifade etmez. Çünkü onların bu inadıdır onları haktan
uzaklaştıran. Bu manaya göre "Femâ-tüğni'n-nüzür"deki "mâ"
nâfiye-dir. İstifham-ı inkârî olması da sahihtir. O takdirde mana şöyle olur:
Bu haddini bilmez kâfirlere hangi şey veya hangi uyarı fayda verir? Sen ey
peygamber, üzerine düşeni yaptın, açık açık delillerle peygamberliğini
bil-dirdin, geçmiş ümmetlerin başlarına gelenleri onlara haber verdin; fakat
hiç fayda vermedi.
Bu ayetin bir benzeri de şu ayettir: "Bu ayetler ve uyarılar
inanmayacak bir kavme fayda vermez." Veya "ne fayda verir?"
(Yunus, 10/101).
İşte bütün bunlardan sonra Allah, Peygamber'ine onlarla uğraşmaktan
vaz geçmesini emrederek şöyle buyurdu:
"O halde onlardan yüz çevir. O davet edicinin görülmemiş,
tanınmamış bir şeye davet edeceği gün." Yani, ey Muhammed, bırak onları,
onları davet edeceğim diye kendini yorma, çünkü uyanlar onlarda hiçbir tesir
bırakmadı. Onlan bekle, İsrafil'in, korkunç şeye çağıracağı o günü hatırla. O
gün, çetin hesap günü ve dehşetli manzaralar ve imtihanlar günüdür.
"Gözleri zelil ve hakir olarak yayılmış çekirgeler gibi kabirlerden
çıkacaklar." Yani bu kâfirler işte o gün hor ve hakir gözleri yerde bu hal
üzre kabirlerinden çıkarlar. Onlar çokluklan, düzensizlikleri, dağınıklıkları,
çağıncının davetine uyarak hesap yerine doğru hızlıca ilerlemeleri ile her
tarafa yayılmış, birbirine kanşmış çekirge sürülerinrandınrlar.
"O gün insanlar dağılmış kelebekler gibi olacak." (Kana,
101/4) ayeti de bu ayetin benzeridir.
"O davet ediciye koşarak, içlerinden kâfir olanlar "bu çok
zor bir gün" diyecek." Yani davetçiye koşarak, gecikmeden giderler.
Kâfirler der ki: "Bu, kâfirler için korkunç ve zor bir gündür." Lâkin
müminler için çetin değildir. Burada davetçi, İsrafil'dir.
Bu ayetin bir benzeri de: "İşte o (gün) kâfirlerin aleyhinde pek
çetin bir gündür. Kolay değil." (Müddessir, 74/9-10) ayetleridir. Bunun
mefhumu delâlet ediyor ki o gün müminler için kolay hafif bir gündür. [2]
9- Onlardan evvel Nuh kavmi tekzip etti, onlar kulumuzu yalancı
saymakta ısrar ettiler ve "Mecnun" dediler. O, vazgeçirilmişti.
10- Nihayet o da Rabbine "Ben hakikaten mağlubum, artık intikamı
sen al." diye dua etti.
11- Bunun üzerine biz de şarıl şarıl dökülen bir suya gök kapılarını
açtık.
12- Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık da su takdir edilmiş bir emir
üzerinde birleşiverdi.
13- Onu levhalar ve çivilerle yapılmışa (gemiye) yükledik.
14- Ki (o gemi) narkörlük edilmiş bulunan (Nuh'a) mükâfat olmak üzere
bizim gözlerimiz önünde akıp gidiyordu.
15- Andolsun ki biz bunu bir ayet olarak bırakmışızdır. O halde bir
düşünüp ibret alan var mı?
16- Ki benim azabım ve tehditlerim nice imiş!
17- Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır. O halde
bir düşünen var mı?
"Onlardan evvel Nuh kavmi tykzib etti, onlar kulumuzu yalancı saymakta
ısrar ettiler ve "mecnundur" dediler. O, vazgeçirilmişti." Yani
ey Muhammed (s.a.) senin kavminden önce Nuh kavmi tekzip etti. Onlar kulumuz
Nuh (a.s.)'ı tekzip ettiler, onu mecnunlukla itham ettiler, "şayet bundan
vazgeçmezsen ey Nuh kesinlikle taşlananlardan olacaksın." (Şuara, 26/116)
diyerek çeşitli ezalarla, çirkin sözlerle, korkutmalarla onu davetini tebliğ
etmekten caydırmaya, alıkoymaya ve engellemeye çalıştırlar.
"Onlardan evvel Nuh kavmi tekzip etti" sözünden sonra
"onlar kulumuzu yalancı saymakta ısrar ettiler." sözünün
zikredilmesi tamimden sonra tahsistir. Yani bütün peygamberler tekzip
edilmiştir, bu yüzden Nuh'u da tekzip ettiler, demektir. "Kulumuz"
ifadesi ona bir şeref atfetmek ve o gün insanlar içinde bu gayeyi (kulluğu)
gerçekleştirenin sadece o olduğuna ve o an için yer yüzünde ondan başka Allah'a
ibadete çağıran kimse olmadığına dikkat çekmek içindir. Ama onu da tekzip
ettiler.
"Nihayet o da Rabbine "Ben hakikaten mağlubum, artık intikamı
sen al" diye dua etti." Yani Nuh (a.s.) "Ben zayıf düştüm, bu
adamlara mukavemet edemiyorum dinini sen destekle, nezdinden bir azap
indirerek benim için onlardan intikam al." diyerek Allah'a dua etti. Nuh onlara
karşı bu yardımı ancak onların isyanını, serkeşlik ve sapıklıktaki ısrarlarını
gördükten sonra istedi. Hemen Allah da şu sözleriyle duasını kabul ediverdi:
"Bunun üzerine biz de şarıl şarıl dökülen bir suya gök kapılarını
açtık. " Yani onların üzerine bardaktan boşanırcasma çok ve bol su
indirdik. Çok yağmur yağdığı zaman "Yağmur oluktan akıyor" veya
"bardaktan boşanırcasma yağıyor" denildiği gibi, ayette bu ifadenin
kullanılması da mecazen gökten çok su döküldüğünü ifade etmektedir.
"Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık da su takdir edilmiş bir
emir üzerinde birleşiverdi." Yani bütün yeryüzünü fışkıran gözeler,
kaynayan kaynaklar haline getirdik de göğün ve yerin suyu, Nuh kavmi hakkında
ezelde takdir edilmiş, verilmiş hüküm üzere birleşiverdi. Allah onların böyle
yapacağını bildiği için helak hükmünü ezelde verdi.
Bu, onların cezalandırılmasına ve onlardan intikam alınmasına delildir.
Sonra Allah Nuh'u nasıl kurtardığını zikrederek şöyle buyurdu:
"Onu levhalar ve çivilerle yapılmışa yükledik." Yani Nuh'u
geniş tahtalardan ve çivilerden yapılmış olan gemiye bindirdik. Bu veciz
ifade, sözün fesahat ve güzelliğine delâlet eder.
"Onu ve gemidekileri kurtardık." (Ankebut, 29/15) ayeti de bu
ayetin benzeridir.
"Ki (o gemi) nankörlük edilmiş bulunan (Nuh)'a mükâfat olmak üzere
bizim gözlerimiz önünde akıp gidiyordu." Yani kavminin Allah'ı inkâr etmesine
karşılık Nuh'a mükâfat ve ona yardım olmak üzere gemi bizim himayemiz ve
gözetimimizde seyrediyordu. İşte bu Allah'ın bir nimetidir, peygamberi tekzip
etmek ise nankörlüktür ve bu nimeti inkârdır.
Bu hadise, birtakım neticeler elde edebilmek için onun sebeplerini
ortaya koymanın bir zaruret olduğuna delildir. Böyle bir şey aynı zamanda
Allah'ın himayesine, yardımına ve korumasına da muhtaçtır.
Sonra Allah gemiyi daha sonraki nesillere ibret olarak bıraktığını şöylece
ifade etti:
"Andolsun ki biz bunu bir ayet olarak bırakmışızdır. O halde bir
düşünen var mı?" Yani gemiyi ibret alabilenlere, bir ibret olsun diye
bıraktık. Diğer bir manaya göre, biz yaptığımız bu fiili ibret ve ders olarak
bıraktık. Var mı bu ayetten ibret ve ders alan?
Katade şöyle dedi: Allah, Nuh'un gemisini daha sonraya bıraktı, hatta
bu ümmetin ilk nesli ona yetişti ve onu gördü. Hafiz İbni Kesir Katade'nin bu
sözüne atıfta bulunarak şöyle dedi: Anlaşılan o ki bırakılan bu
"ge-mi"den maksat Nuh'un gemisi değil gemi cinsidir. Nitekim başka
ayetlerde şöyle deniliyor: "Onlara bir ayet (kudretimizi gösteren alâmet)
de zürriyetle-rini o dolu gemide taşımamız ve kendilerine bunun gibi binecek
şeyleri ya-ratmamızdır." (Yasin, 36/31-32); "Gerçekten biz su taştığı
zaman sizi gemide taşıdık." (Hakka, 69/12)[3]
Bu sebeble işte tam burada Allah şöyle buyurdu:
"O halde bir düşünüp ibret alan var mı?" Yani bu ayetlerden,
Allah'ın kudretine delâlet eden bu hadiseleri düşünüp ibret alan, ders çıkaran
var mı?
"Ki benim azabım ve tehditlerim nice imiş." Yani ey bunları
dinleyen kişi düşün, beni inkâr edene, peygamberlerime inanmayana, uyarıcılarım
peygamberlerin getirdiklerinden ders almayana azabım nasıl imiş, onlara nasıl
destek olmuşum, intikamlarını nasıl almışım? Bir diğer izaha göre "benim
uyarılarım nasılmış düşünün?" Buradaki istifham (soru) tevbih ve tahvif
(azarlama) ve korkutma içindir. Ayette "tehditlerim" kelimesinin cemi
gelip de "azabım" kelimesinin müfred gelmesinde rahmetin gazaba üstün
geldiğine işret vardır, çünkü tehditler, uyarılar, şefkat ve merhametten
kaynaklanmıştır.
"Andolsun ki biz Kur'anı düşünmek için kolaylaştırmışadır. O halde
bir düşünen var mı?" Yani ezberlenmesini kolaylaştırdık, kelimelerinin söylenişini
kolaylaştırdık, insanlar düşünsün diye manasını anlamak isteyenlere manasını
kolaylaştırdık. Peki o halde var mı nasihatlanndan ders alan, ibretlerinden
ibret alan? Şöyle de denilebilir: Yeterli açıklamalar, sadra şifa nasihatlar
vasıtasıyla Kur'an'ı ders ve ibret alınması için kolaylaştırdık.
Bu ayette Kuranı incelemeye, çokça okumaya ve öğrenilmesi konusunda
gayret göstermeye teşvik vardır. Nitekim Allah başka ayetlerde şöyle
buyurmaktadır: "Mübarek bir kitap. Onu sana ayetlerini düşünsünler ve akıl
sahipleri ders alsın diye indirdik." (Sad, 38/29); "Biz onu,
kendisiyle müttakileri müjdeleyesin ve onunla inatçı bir kavmi uy arasın diye
senin diline kolaylaştırdık." (Meryem, 19/97). İbni Abbas şöyle dedi:
Allah onu
Âdem oğullarının diline kolaylaştırmasaydı, hiç kimse Allah'ın kelâmı
ile konuşamazdı."
"Andolsun biz Kur'an'ı kolaylaştırdık..." ayetinin tekrar
etmesindeki hikmet, ders ve ibret alınması, geçmiş ümmetlerin başına gelen
azabın -onların halinden ibret almak için- bilinmesi konusundaki ikazı
yenilemek içindir. Rahman süresindeki her bir nimetin sayılması sırasındaki
ayetin ve yine Murselât suresinde her bir delilin sayılması esnasındaki bir
ayetin tek-rarındaki hikmetler de böyledir, zihinlerde canlı tutulması ve
hiçbir vakit unutulmaması içindir. Bizzat bu kıssalar çeşitli ifadelerle bazısı
daha uzun, bazısı daha kısa olmak üzere Kur'an-ı Kerim'de kaç defa tekrar
edilmiştir. Çünkü tekrar bunların gönüllere yerleşmesine vesile olur,
hatırlatmalar gafili uyarır. Bu kıssaların tekrarlandığı her bir yerde
diğerinde anlaşılamayan faydalar elde edilir.[4]
18- Ad (Hûd'u) tekzip etti. İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş?
19- Çünkü biz uğursuz sürekli bir unde onlarm üstüne çok gürültülü bir firtına gönderdik.
20- İnsanları, sanki onlar köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imiş
gii ta temelinden koparıyordu.
21- işte benim azabım ve
tehdıtle- rim nice imiş?
22- Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırmışızdır. O halde
var mı düşünen?
"Âd tekzip etti. İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş?"
Yani Nuh kavminin peygamberlerini tekzip etme konusunda yaptığı gibi Hud Kavmi
Ad da peygamberlerini tekzip etti. Ey Kureyş ve diğer inkarcılar! Onların
başına gelen azabımız ve tehditlerimiz nasıl imiş bakın, dinleyin:
"Azabım ve tehditlerim nice imiş!" sözü aşağıda
söyleneceklere muhatapların kulak kesilmesi ve onların dikkatlerinin çekilmesi
içindir.
"Çünkü biz uğursuz sürekli bir günde onların üstüne çok gürültülü
bir fırtına gönderdik." Yani biz onların başına, uğursuz ve uğursuzluğu da
sürekli olan bir günde çok soğuk ve çok uğultulu bir rüzgâr musallat ettik de
onları helak edip yerle bir etti. O günün uğursuzluğunun devamlı olması dünyevî
azapları ile uhrevî azaplarının o günde birleşmesindendir. Yoksa sırf bir günün
"uğursuzluğu sürekli" diye vasfedilmesi yerinde olmaz.
Gün-ler-geceler hepsi aynıdır. Bu yüzden mesela 13 sayısının uğursuz sayılması
şer'an ve dinen doğru değildir.
"Bunun üzerine uğursuz günlerde onların üzerine uğultulu ve soğuk
bir rüzgâr gönderdik." (Fussillet, 41/)16); "Onların üzerine
aralıksız yedi gece, sekiz gündüz onu (rüzgârı) musallat kıldı." (Hakka,
69/7) ayetleri de, bu ayetin benzerleridir.
'İnsanları, sanki onlar köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imiş gibi,
ta köklerinden koparıyordu." Yani işte o şiddetli rüzgâr onları hurma
dallarını kökünden, söküp savurduğu gibi yerden kaldırıp savuruyordu. Mücahid
bu rüzgârın onları kaldırıp sonra başları üstüne yere attığını, boyunlarını kırıp
başlarını gövdelerinden ayırdığını söylemiştir.
Yani uzun boylu, cüsseli olan o insanlar hurma kütükleri gibi yere
cansız düşüyorlardı. Hurma kütüğünden maksat dalı budağı olmayan köklerdir. Bu
insanlar uzun boylu olduklarından ve rüzgâr onları yüz üstü yere attığından,
dalsız budaksız yere düşen hurma ağacına benzetilmişlerdir.
Bu ayet, bu rüzgârın onların başlarım koparıp, başsız bıraktığına
ayrıca cüsseli ve uzun boylu olduklarına, rifzgâra mukavemet edebilmek için
yere tutunmaya çalıştıklarına ve yine onları söküp atan bu rüzgârın çok soğuk
olmasından dolayı kurutup kupkuru ağaçlar haline getirdiğine işaret
etmektedir.
Sonra Allah azabın korkunçluğunu ifade eden ayeti tekrar ederek şöyle
buyurdu:
"İşte benim azabım ve tehditlerim nice imiş?" Yani düşünün
benim cezamı, tehdidimi ve yakalayıvermemü.
Sonra Kur'an-ı Kerim ile bunlara kolayca muttali olunabileceği hususundaki
açıklamayı tekrar ederek şöyle buyurdu:
"Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırmışadır. O
halde var mı bir düşünen." Yani biz Kur'an-ı Kerîm'i içinde indirdiğimiz
mükemmel nasihatlerden ve orada açıkladığımız müjde ve korku veren haberlerden
ders ve ibret alınması için kolaylaştırdık. Var mı ders ve ibret alan? Bu ayet
şöyle de tefsir edilmiştir: Biz Kur'an'ın ezberlenmesini kolaylaştırdık ve
ezberlemek isteyene yardım ettik, onu ezberlemek isteyen var mı? [5]
23- Semud uyarıcıları tekzip etti de,
24- İçimizden (bizim gibi) bir beşere mi uyacağız, o takdirde biz kesin
bir sapıklık ve yılgınlıkta oluruz." dediler.
25- Vahiy aramızdan ona mı indirildi? Hayır o şımarık, aşırı bir yalancıdır."
(dediler).
26- Şımarık aşırı yalancı kimmiş yarın bilecekler onlar.
27- Onlara bir imtihan olarak
dişi deveyi gönderen şüphesiz biziz. Şimdi onları gözetle ve sabret.
28- Ve onlara suyun aralarında nöbetleşe olduğunu haber ver. Her biri
içme sırasında gelsin.
29- Bunun üzerine arkadaşlarını çağırdılar, o da cesaretlenip hemen
kılıçla devenin ayaklarını kesti.
30- İşte benim azabım ve uyarılarım nice imiş?
31- Çünkü biz onların üzerine korkunç bir ses gönderdik de hemen
hayvan ağılına konan kuru otlar gibi oluverdiler.
32- Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde bir
düşünen var mı?"
"Semud uyarıcıları tekzip etti de" Semud kavmi, peygamberleri
Salih (a.s.)'ı tekzip etmek suretiyle Allah'ın bütün elçilerini tekzip etmiş
oldu. Peygamberlerden birine iman etmeyen diğerlerini de inkâr etmiş demektir.
Zira bütün peygamberler Allah'ın birliğine, yalnız ona ibadet, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman gibi umumi esaslara ve
dinlerin külliyatına davet etme hususlarında aynıdırlar. Nuh ve Âd kıssalarında
sadece "tekzip ettiler" denildiği halde Lût kavmi kıssası ile bu kıssada,
"uyarıcıları tekzip ettiler" denilmiştir. Aralarında fark yoktur.
Çünkü hepsinin âdeti yalanlamak, inkâr etmektir.
Sonra Allah bunların inkâr için ileri sürdükleri sebepleri şöyle
açıkladı:
1- "İçimizden (bizim gibi)
bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz kesin bir sapıklık ve çılgınlıkta oluruz
dediler." Yani bunlar kendi aralarında şöyle konuştular: Biz, kendi
cinsimizden yalnız, tek, peşinden gideni olmayan, çağırdığı şeyde kendisine
uyanı olmayan bir beşere nasıl tâbi oluruz? Biz, bizim gibi birine boyun eğersek,
bitimsizdir vallahi. Biz ona tâbi olduğumuz takdirde açık bir yanlış içinde,
haktan ve doğrudan uzakta kalmış, "deli" sıfatını kabullenmiş oluruz
veya bu yüzden başımıza azap, musibet ve sıkıntı iner.
2- "Vahiy aramızdan ona
mı indirildi1? Hayır o şımarık, aşırı bir yalancıdır. " Yani nasıl oluyor
da vahiy ve peygamberlik sadece ona geliyor, halbuki aramızda buna ondan daha
lâyık olanlar var. Hayır o kendisine ilâhî vahiy, indiği şeklindeki iddiasında
yalan sınırlarını dahi aşan kibirli, şımarık biridir. İşte bu kibiri onu,
kendisine vahiy geldiği iddiasıyla bizden üstün görmeye itmiştir.
Sonra Allah onlara şiddetli bir tehdit yönelterek şöyle buyurdu:
"Şımarık, aşırı yalancı kimmiş, yarın bilecekler onlar." Yani
yakın gelecekte bu dünyada azap başlarına indiğinde veya kıyamet günü anlayacaklar
ve ortaya çıkacak kimmiş müfteri, yalancı, aşın şımarık? Rabbinin davetini
tebliğ eden Salih mi, yoksa onu bu konuda tekzip eden onlar mı? Burada asıl
yalancı, şımarık ve kibirlinin onlar olduğu vurgulanmak istenmektedir.
Sonra Allah Salih (a.s.)'a hitaben onların cürmünü şöyle anlattı:
"Onlara bir imtihan olarak dişi deveyi gönderen şüphesiz biziz.
Şimdi onları, gözetle ve sabret." Yani onların isteği üzerine Salih
(a.s.)'ın getirdiği vahiyde onu tasdik etmeleri konusunda kendilerine karşı bir
delil ve bir imtihan olmak üzere, bir ağır kayadan sekiz aylık hamile o büyük
deveyi çıkaran biziz. İşlerinin nereye varacağını ve ne yapacaklarını bekle
şimdi, onlardan sana gelecek ezalara ve onların başına gelecek belâya sabret.
Zîra dünyada ve ahirette zafer senin, sonuç senin lehine olacaktır.
"Ve onlara aralarında suyun nöbetleşe olduğunu haber ver. Her biri
içme sırasında gelsin." Yani onlara kuyunun suyunun deve ile aralarında
taksim edilmiş olduğunu, suyun bir gün devenin bir gün onların olduğunu,
herkesin nöbetinde gelip su alacağını haber ver. Mücahid şöyle dedi: Se-mud
kavmi sıraları olduğu gün gelip sularını içiyorlar, devenin sırasında da gelip
sütünü sağıyorlardı. Yani deve gelmediği gün suya, geldiği gün de süte
geliyorlardı.
Şu ayet de bu ayetin bir benzeridir: "(Salih) şöyle dedi: Bu bir devedir, bir içim günü ona, belirli bir günün içimi de sizedir." (Şuara, 26/155).
"Bunun üzerine arkadaşlarını çağırdılar o da cesaretlenip hemen
kılıçla devenin ayaklarını kesti." Yani, Semud kavmi bu taksimden usanıp,
tez elden bu durumdan kurtulmaya baktılar. Kavmin en berbadı, kahramanı ve
gözünü budaktan esirgemeyeni olan Sâlif oğlu Kuddâr'ı yardıma çağırdılar, onu
deveyi öldürmeye teşvik ettiler, o da bu büyük işe karşı cesaretlendi,
hazırlandı, kılıcıyla devenin ayaklarına vurdu, bacak sinirlerini kestikten
sonra boğazladı.
"İşte benim azabım ve uyarılarım nice imiş?" Yani bak,
onların beni inkâr etmelerine ve onları uyaran ve Allah'ın azabını, haber
veren elçimi tekzip etmelerine karşılık azabım nasılmış, gör. Bu ayet, Semud
kıssasında azap anlatılmadan önce, Nuh kıssasında korku ve dehşet vermek için
azap açıklandıktan sonra, Âd kıssasında ise her ikisini de birleştirmek için
azap açıklandıktan sonra, fakat azabın gelişi bildirilmeden önce
zikredilmiştir.
"Çünkü biz onların üzerine korkunç bir ses gönderdik de hemen hayvan
ağılına konan kuru otlar gibi oluverdiler." Yani biz onların üzerine
Cebrail'in sesini gönderdik, son ferdine kadar öldüler, hiç kimse kalmadı, ot
gibi kuruyup kaldılar ve ağılda davarın ayakları altında çiğnenmiş kuru otlar
ve çalılar haline geldiler. "el-Heşîm" kırılmış, kurumuş dal
demektir. "el-Muhtazır" davarını canavardan korumak için ağıl yapan
kişi demektir. Kıssada benzerlik yönü ise şöyledir: Ağıla konulan yaş dal
zamanla kurur, hayvanlar çiğnedikçe kırılır, geçer. Onlar da yollarda,
caddelerde kırılmış odun parçaları gibi üstüste düşmüş ölüler haline gelebilir.
"Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde
bir düşünen var mı?" Yani biz Kur'an'ı düşünülüp öğüt alınmak için,
olaylardan, hadiselerden ibret alınması için kolaylaştırdık, var mı ders alan? [6]
33- Lût Kavmi uyarıcıları yalanladı.
34- Onların üzerine, taş
yağdıran bir rüzgâr gönderdik. Lût'un ailesi hariç. Biz onları seherde
kurtardık.
35- Tarafımızdan bir nimet olarak. Şükredenleri işte böyle
mükâfatlandınrız.
36- Andolsun (Lût) onlara, azapla
yakalayacağımız uyarısını yapmış bakmışlar, yalan saymışlardıdaaaım H
onlar kötülûk yakasdetmişlerdi, biz de gözlerini kör ediverdik. îşte azabınu ve
tehditlerimitadın-
38- Bir sabah erkenden kararlı
bir azap onlara baskın yaptı.
39- İşte azabımı ve tehditlerimi tadın.
40- Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde var
mı düşünen?
"Lût kavmi uyarıcıları yalanladı" Bunların hali de ötekiler
gibidir ki bunlar yalan söylüyor diyerek peygamberlerine muhalefet eden,
kendilerini uyarmak için getirdiği delilleri yalan sayan ve o çirkin işi
(erkeğin erkekle ilişkiye girmesini) irtikap eden Lût kavmidir.
Sonra Allah onların azabını ve helak edilmelerini açıklamak üzere şöyle
buyurdu:
"Onların üzerine, taş yağdıran bir rüzgâr gönderdik. Lût'un ailesi
hariç. Biz onları seherde kurtardık." Yani biz onların üzerine, küçük
çakıl taşları fırlatan bir rüzgâr gönderdik de Lût Peygamber ve ona iman edip
tabi olanlar hariç, bu rüzgâr onların hepsini helak etti, mahvetti. Lût ve beraberindekileri
ise gecenin sonunda, gecenin son altıda biri olan zaman diliminde kurtardık.
Onlar kavimlerinin başına gelenden kurtuldular.
Zaten de Lût'a kavminden hiç kimse, bir kişi dahi iman etmemişti. Hatta
hanımı bile. Kavmine inen, ona da indi. Allah'ın peygamberi Lût ile kızları,
bunların arasından hiçbir kötülük dokunmadan salimen çıktılar.
Onların kurtuluşunun sebebi nimete şükretmeleri idi. Allah şöyle buyurdu:
"Tarafımızdan bir nimet olarak şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız. " Yani şüphesiz biz onları tarafımızdan kendilerine bir ihsan, bir ikram olmak üzere kurtardık. Güzel karşılık böyledir. Biz, iman edip emrimize itaat etmek, yasağımızdan kaçınmak suretiyle nimetimize şükredip nankörlük etmeyeni işte böyle mükâfatlandırırız.
Sonra Allah cezalandırmadaki adaletini -ki bu da birtakım uyarmalardan
sonra azabın gelmesidir- beyan ederek şöyle buyurdu:
"Andolsun, (Lût) onlara azapla yakalayacağımız uyarısını yapmıştı.
Fakat onlar bu uyarılara şüpheli bakmışlar, yalan saymışlardı." Yani başlarına
azap inmeden önce peygamberleri onlara, eğer iman etmezlerse Allah'ın çetin
azabının, ağır cezasının geleceği uyarısını yapmıştı. Fakat onlar buna kulak
asmadılar, dikkate almadılar bilakis bu uyarılar hakkında şüpheye düştüler,
peygamberi tasdik etmek yerine onu yalanladılar.
Sonra Allah onların inkâr ve yalanlama dışında bir cürmünü daha
zikrederek şöyle buyurdu:
"Andolsun ki onlar misafirlerine (bile) kötülük yapmayı
kasdetmişlerdi biz de gözlerini kör ediverdik. İşte azabımı ve tehditlerimi
tadın." Yani kavmi, Lût Peygamber'den âdetleri olduğu üzre fuhuş yapmak
için misafirlerini kendilerine teslim etmesini istediler. Misafirler de henüz
bıyıkları yeni terlemiş delikanlılar suretinde gelen meleklerdi. Lût'un kötü
huylu yaşlı hanımı kavmine adam göndererek Lût'un misafirleri geldiğini onlara
bildirdi. Hemen dört bir yandan koşup geldiler. Lût kapıyı kapattı. Gece yarısı
kapıyı kırmak için zorluyorlar, Lût da onları uzaklaştırmaya, misafirlerini
korumaya çalışıyordu. Mutlaka girmekte ısrar edince Allah gözlerini kör etti,
hiçbir şey göremez hale geldiler. Geri dönüp gittiler. Duvarlara tutunarak
yürüyorlar ve "sabah olsun Lût'a gösteririz" diyorlardı.
İşte o zaman meleklerin lisanından onlara: "İşte azabımı ve tehditlerimi
tadın." dedik.
Sonra Allah başlarına ne tür bir azabın ne zaman indiğini zikrederek
şöyle buyurdu:
"Bir sabah erkenden kararlı bir azap onlara baskın yaptı."
"Onlara vaad edilen vakit sabahtır." (Hud, 11/81) ayetinde de işaret
edildiği gibi onların yakasını bırakmayan, hiç fırsat vermeyen bir azap, bir
sabah aniden geliverdi. Ayetteki "azab-ı müstakırr" kurtuluşu olmayan
veya tamamen yok edinceye kadar üzerlerinde kalan azap demektir.
Sonra Allah ibreti açıkladı ve onlara denileni aktararak şöyle buyurdu:
"işte azabımı ve tehditlerimi tadın." Yani daha önce size
gelmiş olan uyarılarımızın icabı ve yaptıklarınızın karşılığını şimdi tadın.
"Andolsun ki biz Kur'an'ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde
var mı düşünen?" Yani ders ve ibret alınması için biz Kur'an ayetlerini
kolaylaştırdık. Var mı ibret alan, ders alan? Daha önce de söylediğimiz gibi bu
dört kıssanın her birinin ardından gelen bu ayet te'kit ve tenbih için, ibret
alınması ve caydırıcı olması içindir. [7]
41- Andolsun ki Firavun hanedanına
da uyarıcılar (ve uyarılar) gelmiştir. Onlar bizim ayetlerimizin hepsi
tekzip ettiler. Biz de kendilerini kuvvetli, kudretli bir yakalayışla
yakaladık.
Bu beşinci kıssadır. Allah bu özet kıssada Firavun ve kavminin peygamberleri
tekzip ettiklerini haber vererek şöyle buyurdu:
"Andolsun ki Firavun hanedanına da uyarıcılar gelmiştir."
Yani Allah'a yemin olsun ki Firavun ve kavmine Musa ve Harun vasıtasıyla tehditler,
uyarılar ve müjdeler, yani inkâr ettikleri takdirde azap görecekleri ikazı;
iman ederlerse cennete girecekleri müjdesi geldi. "Âl" ile
"kavm" arasındaki fark şudur: Kavim "ÂT'den daha umumidir.
Kavim, başlarında emrinden çıkmadıkları ve işlerini düzene koyup idare edecek
reisleri bulunan topluluktur. Âl ise, iyi işlerinden de kötü işlerinden de
reisin sorumlu olduğu veya reisin iyi işinin de kötü işinin de neticesinin
kendilerine döndüğü topluluktur.
"Onlar bizim ayetlerimizin hepsini tekzip ettiler. Biz de
kendilerini çok kuvvetli, kudretli bir yakalayışla yakaladık." Yani biz
Musa ve Harun'u büyük mucizelerle ve çeşitli delillerle destekledik.
"Âsâ" ve "el" mucizeleri gibi dokuz mucize, bu delillerden
bazıları idi. Bunların hiçbirine iman etmediler. Allah da onları intikamında
galip, kendilerini helak etmede kadir, zat-ı subhaniyesini hiçbir şeyin âciz
bırakamayacağı kahir bir kuvvet ya-kalayışı ile çetin azapla cezalandırıverdi.
Yani Allah onları yok etti, hiç kimse bırakmadı. Onları bu tekziplerinin ve
Allah'ı inkârlarının karşılığı olarak cezalandırdı. [8]
43- Sizin kâfirleriniz bunlardan
daha mı hayırlı, yoksa kitaplarda sizin için bir beraat mi var?
44- Yoksa onlar: "Biz intikam almaya muktedir bir topluluğuz"
mu diyor-
45- Yakında o topluluk hezimete uğ- rayacak ve arkalarını dönüp kaça-
caklar.
46- Ama onların asıl azap vakti kıyamettir. Kıyamet daha belâlı ve daha acıdır.
47- Şüphesiz günahkârlar sapıklık
ve ateş içindedir.
48- Tadın ateşin dokunmasım." denilerek cehennemde yüzleri ustü sürüklenirler.
49. Şüphesiz biz her şeyi bir ölçü ile
yarattık.
50- Bizim emrimiz ancak bir göz
kırpması gibi, bir tek (kelirne)den
ibarettir.
51- Andolsun ki biz sizin benzerlerinizi helak ettik. Var mı bir ibret
alan?
52- Yaptıkları her şey kitaplardadır (amel defterlerindedir).
53- Küçük ve büyük hepsi yazılmıştır.
54- Şüphesiz takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklardadır.
55- Kudret sahibi ve mülkü çok yüce Allah'ın huzurunda, hak
meclisindedirler.
"Sizin kâfirleriniz bunlardan daha mı hayırlı, yoksa kitaplarda
sizin için bir beraat mi var?" Yani, ey Kureyş müşrikleri! Peygamberlerine
iman etmedikleri ve semavî kitapları inkâr ettikleri için helak edilen adı
geçen kâfirlerden daha mı iyi durumdasınız, yoksa elinizde, indirilen
kitaplarda "size asla ne bir azap, ne bir ceza ulaşmaz." şeklinde
Allah tarafından gönderilmiş bir beraet mi var?
Yani ey Mekkeliler veya ey Arap toplumu! Sizin kâfirleriniz, sizden
önce geçen ve inkârlarından dolayı helak edilen milletlerin kâfirlerinden daha
hayırlı değildir. Siz onlardan daha üstün değilsiniz ki peygamberlerini inkâr
ettiklerinde onların başlarına gelen azaptan emin olasınız. Peygamberlerin
kitaplarının hiçbirinde Allah'ın azabından korunacağınıza dair bir beraatiniz
de yok.
Bu, Arap müşriklerinden inkârda ısrar edenlere yönelik bir tehdit ve
bir azarlamadır. "Siz'den maksat bazılarıdır, hepsi değil. Onların
kâfirleri daha önce geçen Nuh, Hud, Salih ve Lût kavmi kâfirlerinden daha
hayırlı değildir. Bunlar da aynıdır, belki onlardan daha şer, daha kötüdürler.
"Yoksa onlar "Biz intikam almaya muktedir bir
topluluğuz." mu diyorlar?" Yani yoksa onlar "Biz kalabalık, çok
güçlü bir topluluğuz, cemaatiz. Zafer bizimdir." mi diyorlar? Onlar
aralarında yardımlaşacaklarına ve topluluklarının kendileri için kötülük
düşünenlerin üstesinden geleceğine mi inanıyor ve güveniyorlar?
Allah 'Yakında o topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar."
sözü ile onlara cevap verdi. Yani Mekke kâfirleri veya umumi olarak Arap
inkarcılarının birliği, topluluğu yakında dağılacak, mağlup olacaklar ve
perişan bir halde kaçıp gidecekler. İşte bu, peygamberliğin delillerinden
biridir. Çünkü Allah, o müşrikleri Bedir'de hezimete uğrattı, küfrün başlan,
şirkin direkleri öldürüldü, kalanları da kaçıp gittiler.
Buhari ve Neseî, İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre Bedir günü
Ra-sullullah (s.a.) çadırında şöyle dua ediyordu: "Ahdini ve vadini yerine
getir ya Rab! Ey Allah'ım, sen öyle dilersen bu günden sonra yer yüzünde ebediy-yen
ibadet olunmazsın (ibadet edecek kimse bulunmaz)." Ebu Bekir elinden tuttu
ve 'Yeter ya Rasulallah, Rabbine yeteri kadar ısrar ettin.” Dedi. Rasulullah
hemen dışarı çıktı, zırhı içinde sevinçle şu ayetleri okuyordu: “Yakında o
topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar. Ama onların asıl
azap vakti kıyamettir. Kıyamet daha belalı ve daha acıdır."
İbni Ebi Hatem'in rivayetine göre İkrime şöyle dedi: "Yakında o
topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar" ayeti indiğinde
Ömer "Hangi topluluk hezimete uğrayacak? Hangi topluluk mağlup olacak?"
diye soruyordu. Ömer daha sonra şöyle dedi: "Bedir günü Rasulullah'ı
zırhının içinde sevinçle 'Yakında o topluluk hezimete uğrayacak ve arkalarını
dönüp kaçacaklar." dediğini görünce bu ayetin tefsirini o gün anladım.'
Sonra Allah işin sadece hezimete uğramaları ve gerisin geri kaçmalarından
ibaret olmadığını, azabın, bundan daha büyük olduğunu, zira onlara vaad edilen
asıl yerin kıyamet olduğunu, eğer inkâr üzerinde ısrar ederlerse ahirette
şiddetli bir azapla karşılaşacaklarını beyan ederek şöyle buyurdu:
"Ama onların asıl azap vakti kıyamettir. Kıyamet daha belâlı ve
daha acıdır." Yani hayır, onlara vaad edilen uhrevî azabın yeri ve zamanı
şüphe yok ki kıyamettir. Dünyadaki bu öldürülme, esir düşme, yenilme, onlara
vaad edilen azabın tamamı bunlardan ibaret değildir, bu onun sadece bir
başlangıcıdır. Zira ahiret azabı daha büyük, dünya azabından daha acıdır. Aynı
zamanda o devamlı ve ebedidir.
Razı şöyle der -ki bu tefsircilerin çoğunun görüşüdür-: Açıkça görülen
o ki kıyamet azabına karşı uyarma daha öncekilerin hepsine yapılmıştı. Sanki
Allah şöyle demektedir: Senden önce de inkâr edip bunda ısrar edenleri helak
ettik. Senin kavmin onlardan daha hayırlı değildir. Eğer ısrar ederlerse
onların başına gelen bunların başına da gelir. Sonra şüphesiz bu dünya azabı,
görecekleri karşılığın tamamı olmayıp, tamamlanması devamlı azap ile
olacaktır.[9]
Sonra Allah uhrevî azabın çeşidini haber vererek şöyle buyurdu:
"Şühhesiz günahkârlar sapıklık ve ateş içindedir." Yani
Allah'a şirk koşup peygamberlerini yalancı sayanlar, tüm kâfirler ve diğer
fırkalardan işlediği bid'at sebebi ile küfre düşen her bid'atçı kâfir, dünyada
bir bocalama ve şaşkınlık içinde, haktan ve doğru yoldan uzaktadır. Kıyamette
de cehennem, alevli bir ateş içinde olacaktır.
Rahman Suresi "Mücrimler=günahkârlar, simalarıyla tanınır"
(ayet: 41) ayetinde de burada olduğu gibi mücrim kelimesi müşrik için
kullanılmıştır.
Tefsircilerin çoğu bu ayetin Kaderiyye hakkında indiğinde ittifak etmişlerdir.
Vahidî tefrişinde Ebu Hüreyre'ye ulaşan senedi ile yaptığı rivayette onun
şöyle dediğini nakleder: "Kureyş müşrikleri gelmiş Rasullullah ile kader
konusunda tartışıyorlardı, bunun üzerine bu ayetten "Şüphesiz biz her şeyi
bir ölçü ile yarattık." ayetine kadar indi.[10]
Hz. Ayşe'den Rasullullah (s.a.)'in "Bu ümmetin Mecusîsi kadercilerdir.
" dediği rivayet edilmiştir.[11]
İşte bunlar Allah'ın "Şüphesiz mücrim-ler=günahkârlar sapıklık
içindedir" dediği, dünyada haktan uzak bulunan mücrimlerdir. Razî,
Rasulullah'ın bu ayet onlar hakkında indi dediği kaderiyyenin manasını beyan
sadedinde şöyle dedi: Amellerin yaratılması konusunda konuşan her firka
kaderiyyenin hasmı olduğu kanaatine varmıştır: Mesela Cebriyye şöyle der: İtaat
ve isyan Allah'ın yaratması, kaza ve kaderi ile değildir, diyenler işte
kaderciler bunlardır, çünkü onlar böylece kaderi inkâr etmiş oluyorlar.
Mutezile ise kaderci zina edip hırsızlık yaptığı zaman Allah bana bu gücü
verdi, diyen cebriyedir, çünkü kaderin varlığını kabul etmiştir, der. Bu her
iki fırka da kaderci, yaratma Allah tarafindandır, kuldan değildir, diyen
Ehl-i Sünnet'tir, derler.
Doğrusu şudur: Hakkında bu ayet inen kaderiyye, kaderi ve Allah'ın
kudretini inkâr edip hadiselerin hepsi yıldızların etkisiyle meydana gelmektedir,
diyenlerdir. "Kureyş müşrikleri" gelip Rasullullah (s.a.) ile kader
konusunda tartıştı" rivayeti de buna delâlet etmektedir. Zira onların
inancı da bu yönde idi. "Bu ümmetin Mecusisi kadercilerdir." sözüne
gelince, işte bununla Rasulullah zamanındaki kaderciler kastedilmiştir ki
bunlar hadiseler üzerinde Allah'ın kudretini inkâr eden müşriklerdir.
Dolayısıyla Mutezile bunlara dahil değildir. Müşriklerin bu ümmet içindeki
yeri Mecusile-rin geçmiş ümmetler içindeki yeri gibidir.[12]
"O gün "tadın ateşin dokunmasını" denilerek yüzleri üstü
sürüklenirler. " Yani o günahkâr kâfirler cehennemde azap olunurlar,
zelil ve rezil etmek için yüzleri üstü sürüklenirler, yermek ve azarlamak için
kendilerine "Ateşin hararetini, acılarını ve azabının şiddetini
tadın." denilir.
Sonra Allah kâinatta kulların bütün fiilleri dahil, meydana gelen her
şeyin Allah'ın yaratması ile olduğunu beyan sadedinde şöyle buyurdu.
"Şüphesiz biz her şeyi bir ölçü ile yarattık." Yani bütün
eşya hayır olsun, şer olsun, kâinatta meydana gelen bütün fiiller Allah'ın
yaratmasıdır. Hikmetinin gerektirdiği şekilde tertibi, tahkimi ve takdiridir.
Takdir edilene uygun şekilde Levh-i Mahfuz'da yazılmışdır. Var olmadan önce
ilm-i ezelîsinde sabittir. Allah olacağın halini ve zamanını önceden bilir.
Bu ayetin bir benzeri de şu ayetlerdir: "O her şeyi yarattı da,
onu erişilmez bir incelikte takdir etti." (Furkan, 25/2); "Yaratıp
düzelten, takdir edip yol gösteren Rabbin yüce ismini teşbih et." (A'lâ,
87/1, 2, 3).
Ahmed bin Hanbel ve Müslim'in İbni Ömer'den rivayetine göre Rasulullah
şöyle buyurdu: "Her şey kaderledir, hatta acizlik ve tembellik bile."
Yine Ahmed ve Müslim'in Ebu Hüreyre'den rivayet ettikleri sahih hadiste
Rasullullah şöyle buyurdu: "Allah'tan yardım iste, acze düşme, başına bir
iş gelirse "Allah takdir etti, dilediğini yaptı" de. "Keşke
şöyle şöyle yapsaydım, şöyle olurdu." deme, çünkü "Yapsaydım,
etseydim (gibi sözler)" şeytanın işine kapı açar."
Ahmed bin Hanbel, Tirmizî ve Hakimin İbni Abbas'tan rivayetlerine göre
Rasulullah ona şöyle buyurdu: "Evlât, sana birkaç kelime öğreteyim:
Allah'ı koru (dinine uy) ki O da seni korusun, Allah'ı koru (dinine uy) ki
karşında O'nu bulasın. İstediğin zaman Allah'tan iste. Yardım istediğin zaman
Allah'tan iste. Şunu iyi bil: Ümmet sana bir hususta faydalı olmak için bir
araya gelse, Allah'ın senin için yazdığından başka hiçbir şekilde faydalı
olamazlar. Yine sana bir hususta zarar vermek için bir araya gelseler,
Allah'ın senin hakkında yazdığından başka hiçbir zarar veremezler. Kalemler
kaldırıldı, sayfalar kurudu."
Şurası bilinen hususlardandır: Yazmak, kulu buna mecbur etmek, farz
kılmak manasına gelmez. Eşyayı önceden bilmek öyle yapmaya mecbur edecek
manasına gelmez. Ama bu, kâinattaki her şeyi Allah'ın önceden bildiğini
gösterir.
Sonra Allah yarattıkları hakkında iradesinin ve takdirinin geçerli olduğunu
açıklama sadedinde şöyle buyurdu:
"Bizim emrimiz ancak bir göz kırpması gibi bir tek (kelime)den
ibarettir." Yani eşyanın yaratılması hakkında bizim emrimiz sadece bir
defada olur, ikinci defa bir te'kide ihtiyaç kalmaz. Bir kelime ile
emrettiğimiz şey göz kırpması hızı içinde meydana gelir, var olur, bir an bile
gecikmez. Göz kırpmak, gözü kapayıp açmaktadır. Bu, eşyayı icad etmede Cenab-ı
Hakk'ın isteğinin süratle yerine geldiğini anlatmak için bir misaldir ki bu
sürat göz kapayıp açmak kadar veya daha kısadır. Nitekim Allah bunu bir ayet-i
kerimede şöyle buyurmuştur: "Bir şeyi murad ettiği zaman O'nun yaptığı ona
"ol"demekten ibarettir. Hemen olur." (Yasin, 36/82).
Sonra geçmiştekilerin helakinden ibret alınmasına ve hakkın bulunmasına
tekrar dikkatleri çekerek şöyle buyurdu:
"Andolsun ki biz sizin benzerlerinizi helak ettik. Var mı bir
ibret alan1?" Yani biz, geçmiş ümmetlerden peygamberleri tekzib eden
inkarcılıkta sizin benzerlerinizi helak ettik ey Kureyş! Allah'ın bunları
perişan etmesinden, onlar için azap takdir etmiş olmasından ders alan var mı?
Bu öğütlerden ders alıp, aklını başına toplayarak bunun bir hakikat olduğunu
bilen, neticede geçmiş ümmetlerin başına gelen bu cezadan korkan var mı?
Bu ayette "eşyâaküm" kelimesi "emsâleküm"
benzerleriniz manasınadır. Nitekim şu ayette de aynı manada gelmiştir:
"Daha önce benzerlerine yapıldığı gibi kendileriyle arzu ettikleri şey
arasına perde çekilmiştir." (Se-be, 34/54).
Bütün bunların ardından Allah yaptıklarının tamamını sayıp dökeceğini,
kendisinin onlar üzerindeki murakebesini bildirerek şöyle buyurdu:
"Yaptıkları her şey kitaplardadır. Küçük ve büyük hepsi
yazılmıştır." Yani ister hayır, ister şer olsun; fertlerin, kabilelerin ve
ümmetlerin yaptıklan ve yapacakları her şey Levh-i Mahfuz'da ve hafaza
meleklerinin defterlerinde yazılmıştır. "İnsan hiçbir söz söylemez ki,
yanında gözetleyen yazmaya hazır biri bulunmasın." (Kaf, 50/18) ayetinde
de beyan edildiği gibi kulların amellerinden, sözlerinden büyük veya küçük
olsun, önemli veya önemsiz olsun mutlaka her şey Levh-i Mahfuz'da ve meleklerin
kütük ve defterlerinde yazılmıştır.
Ahmed bin Hanbel, Neseî ve İbn-i Mace'nin Hz. Ayşe'den rivayet ettiklerine
göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ey Ayşe, sakın ha günahların küçük
görülenlerini yapayım, deme. Çünkü onların da Allah tarafından bir soranı
vardır."
Sonra Allah sevapla ceza, kâfirlerin göreceği ceza ile mümin ve
müttakilerin nail olacağı mükâfat arasında bir mukayese ve bir karşılaştırma
yapmak için mümin ve müttakilerin bulacağı karşılığın çeşidini zikrederek şöyle
buyurdu:
“Şüphesiz takva sahipleri cennetlerde ve ırmaklardadır. Kudret sahibi
ve mülkü çok yüce Allah’ın huzurunda, hak meclisindedirler” Yani şaki
insanların azar, tehdit ve tahkir içinde cehennemde yüz üstü sürüklenmelerinin
aksine, muttaki insanlar içinden bal, süt, su ve sarhoş etmeyen şarab
ırmaklarının aktığı cennetler içinde olacaklar, Allah'ın rızası, ikram ve ihsanına
nail olacakları cennetler içinde, boş lakırdıların konuşulmadığı, günahın
işlenmediği hak meclislerinde bulunacaklar. Dilediğini yapmaya kadir olan,
hiçbir şeyin kendisini aciz bıkaramayacağı Rablerinin katında, saygın bir mevki
ve makamda bulunacaklar. O Rab ki büyük mülkün sahibi, her şeyin yaratıcısı ve
takdir edicisi, onların istediğini yapmaya muktedir olandır.
Ahmed bin Hanbel, Müslim ve Neseî'nin Abdullah bin Amr'dan
Rasu-lullah'a ulaştırarak rivayet ettiği hadiste Rasulullah şöyle buyuruyor:
"Adaletli hükmedenler kıyamet günü Allah'ın nezdinde arşın sağında nurdan
minberler üzerinde olacaklar ki bunlar idareciliğinde ve hükmünde çoluk çocuğu
içinde ve sorumluluğunu üzerine aldığı kişiler hakkında adaletli
hükmedenlerdir." [13]
[1] İbni Kesir, IV/261.
[2] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14128-131.
[3] İbni Kesir, IV/264.
[4] Garâibul-Kur'an, Neysâbûrî,
XXVII/52.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale
Yayınları: 14/134-137.
[5] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/140-141.
[6] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/143-145.
[7] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/148-150.
[8] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/152-153.
[9] Razî,XXIX/68.
[10] Müslim, Tirmizî ve İbni Mace
rivayet etmiştir.
[11] İbni Mace, Cabir'den de
"Bu ümmetin Mecusîsi Allah'ın takdirlerini inkâr edenlerdir. "
şeklinde rivayet etmiştir, ancak bu zayıftır.
[12] Razî, XXIX/69-70.
[13] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/157-161.