Surenin Mekkî veya Medenî Oluşu:
Dünyevi Ve Uhrevi En Büyük İlahi Nimetler
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Amellere Sevap Ve Ceza Ahirette Olacaktır:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Göklerin Parçalanması Ve Kıyamette Mücrimlerin Durumu:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Ahirette Müttakilere Allah'ın Çeşitli Nimetleri:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Cennetler İçin Diğer Bir Tasvir:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Rahman suresi, İbni Mesud ve Mukatil'in görüşüne göre bütünüyle
Medine'de inmiştir. Onun için bazı mushaflarda "Medenîdir" diye
yazılmıştır. Kurtubî, İbni Kesir ve cumhura göre -daha doğru olan bu
görüştür-Rahman suresi Mekkî'dir. Hasan el-Basrî, Urve ibni Zübeyr, Ikrime, Atâ
ve Cabir'in görüşü de budur. İbni Abbas'a göre "Göklerde ve yerde olan
herkes ondan ister" ayeti hariç hepsi Mekkî'dir.
Rahman suresi yetmiş sekiz ayettir. Bazıları yetmiş altı ayet
saymıştır.
Cumhurun benimsediği ve daha doğru kabul edilen görüşün delili, Urve
bin Zübeyr'den gelen şu rivayettir. O şöyle dedi: Mekke'de Rasulul-lah'tan
sonra Kur'an'ı ilk açıktan okuyan İbni Mesud'dur. Hadise şöyle oldu: Ashab-ı
kiram "Kureyş bu Kur'an'ı açıktan okunurken hiç duymadı. Onlara bunu kim
duyurabilecek?" dediklerinde İbni Mesud "Ben" dedi. As-hab
"Korkarız, sana bir şey yaparlar, biz kendisini, aşiretinin savunacağı bir
adam istiyoruz." dediler. O "Hayır, ben gideceğim" dedi ve
Makam-ı İbrahim'in yanında durup besmele çekerek Rahman suresini okumaya başladı.
Sonra sesini yükselterek devam etti. Kureyş toplantı yerlerindeydiler,
düşündüler. "Ümmü Abd'in oğlu ne diyor?" dediler. "Muhammed'in
kendisine indiğini iddia ettiğini okuyor" dediler. Sonra İbni Mesud'u
dövdüler, hatta yüzünü yaraladılar. Yine sahih rivayetlerde bildirildiğine
göre Rasulul-lah (s.a.) Nahle denilen yerde sabah namazı kılarken Rahman
suresini okudu. Oradan cinlerden bir grup geçiyordu, duydular hemen Rasulullah'a
iman ettiler.
Tirmizi'nin rivayetine göre Cabir şöyle dedi: Rasulullah (s.a.) ashabının
yanına çıktı. Onlara, Rahman suresini başından sonuna kadar okudu. Sükût
ettiler. Sonra Rasulullah (s.a.) şöyle dedi: Bu sureyi cin gecesi cinlere
okudum, sizden daha güzel karşılık veriyorlardı. "O halde Rabbinizin hangi
nimetlerini yalan sayabilirsiniz?" ayetlerine geldikçe "Nimetlerinden
hiçbir şeyi, ey Rabbimiz, yalan sayamayız, hamdimiz yalnız sanadır."[1]
İşte bu rivayetler bu surenin
Mekkî olduğuna delildir. [2]
1-4- O çok esirgeyici (Allah), Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona
beyanı öğretti.
5- Güneş ve ay bir hesapladır.
6- Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.
7- Göğü de O yükseltti. Mizanı O
koydu.
8- Tartıda haksızlık etmeyin diye.
9- Tartıyı adaletle doğrultun, tartı-lanı eksik yapmayın.
10- Yeri, onu da canlılar için O koydu.
11- O yerde meyveler ve tomurcuktu hurma ağaçları vardır.
12- Samanlı taneler ve hoş
kokulu (bitkiler) vardır.
13- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
"O çok esirgeyici Allah, Kur'an'ı öğretti." Yani Allah'ın
dünyada ve ahi-rette varlıklara karşı raKmeti geniştir. Ümmetine öğretmesi için
kulu Mu-hammed'e Kur'an'ı indirdi ve onu insanlara karşı kesin bir hüccet kıldı
ve merhamet ettiklerine onun ezberlenmesini ve anlaşılmasını kolaylaştırdı. Bu
ayetler "Muhakkak onu ona bir beşer öğretiyor." (Nahl, 16/103) diyen
Mekkelilere bir cevaptır.
Bu sure Allah'ın kullarına ihsan ettiği nimetleri bir bir saymak için
inmiş ve bunların en kıymetlisi ve en faydalısı hepsinden önce beyan edilmiştir
ki o da kullarına Kur'an öğretme nimetidir. Zira bu nimet dünya ve ahi-ret
saadetinin kaynağıdır. Sonra Allah insanı yaratma ve ona kâinatı imar etme
yetenek ve gücünü ihsan etme nimetini hatırlatarak şöyle buyurdu:
"İnsanı yarattı, ona beyanı öğretti." Yani Allah insan
cinsini yarattı ve başkalarıyla konuşması, çevresiyle anlaşabilmesi, böylece
aralarında yardımlaşma, ülfet ve ünsiyet meydana gelmesi için ona konuşmayı ve
düşündüklerini ifade etmeyi öğretti. Bununla öğretmenin unsurları tamamlanmış
oldu: Kitap ve öğretici Kur'an ve peygamber, öğrenci de insan. Öğrenmenin yolu
ve keyfiyeti ise beyandır.
Sonra Allah öğrenme sahasını teşkil eden birtakım ulvî şeyler zikrederek
şöyle buyurdu:
"Güneş ve ay bir hesapladır." Yani gündüzü aydınlatan parlak
güneş, gecenin nuru ay, her kişi de burçlarında ve belirlenmiş güzergâhında
bilinen, takdir ve tanzim edilen, ince bir hesapla akıp giderler, yollarından
çıkmazlar. Bu hareketleriyle ay ve güneş çeşitli mevsimleri, ayların ve senelerin
sayısını, ziraat mevsimlerini, insanlar arasındaki işlemlerin zamanlarını ve
insan ömrünü gösterirler; gerek insanlar, gerekse bitki ve diğer canlıllar
için büyük faydalar sağlarlar. "O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi
dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, aziz olan,
pek iyi bilen Allah'ın takdiridir." (En'am, 6/96) ayetinde de Ce-nab-ı
Hakkın buyurduğu gibi Ay ve Güneş hiç karışmayan ve değişmeyen, kanunlaşmış bir
hesapla birbirlerini takip ederler.
Sonra Allah süflî arzın âlemlerinden bazılarını zikrederek şöyle
buyurdu: "Bitkiler ve ağaçlar secde ederler." Yani gövde kısmı
olmayan bitkiler ve gövdesi olan ağaçlar, mükellef insanların kendi istekleriyle
secde edip boyun eğdikleri gibi onlar da yapılan icabı Allah'ın murad ettiği
hususta, O'na boyun eğer. Zira bu bitkilerin muayyen bir zamanda ve sınırlı
bir müddet için yerden çıkışları ve çeşitli şekil, renk, miktar, tat ve koku
bakımından insana gıda ve istifade edilebilir nimet olarak sunulması Allah'ın
kudretine boyun eğmesi demektir.
Sonra Allah eşya arasındaki dengeye ve alış-verişlerde adaletli
davranma zaruretine dikkat çekerek şöyle buyurdu:
"Göğü de O yükseltti, mizanı O koydu, tartıda haksızlık etmeyin
diye." Yani Allah semayı arzın üstünde, yerini ye rütbesini yüksek kıldı,
ulvî ve süflî âlemlerdeki dengeyi koydu, eşyanın alış-verişle mübadelesi
esnasında tartı aleti kullanırken adalet ve insafı elden bırakmamanız için
emrettiği o adaleti arza yerleştirdi. Nitekim bir başka ayette bu şöyle ifade
edilmiştir: "Andolsun ki biz elçilerimizi açık açık burhanlarla gönderdik
ve insanların adaleti ayakta tutmaları için beraberlerinde de kitabı ve mizanı
indirdik." (Hadid, 57/25). İşte bu tartıda haksızlığa yasak eden bir
nehiydir.
Allah adaletli davranmanın gereğini vurgulayarak şöyle buyurdu:
"Tartıyı adaletle doğrultun, tartılanı eksik yapmayın. 'Yani tartınızı
doğru yapın; eksik, noksan yapmayın, hak ve adaleti gözeterek "Doğru
terazi ile tartın." (Şuara, 26/182).
Bu tekrarın maksadı "adil davranın" emrini te'kit içindir.
Allah burada önce adaleti emretti, sonra ziyade yapmak suretiyle haddi aşmak
demek olan "tuğyanı", daha sonra da eksik ve noksan yapmak demek
olan "hüsran"ı yasak etti.
Sonra semanın mukabili arzdaki nimetini zikrederek şöyle buyurdu:
"Yeri, onu da canlılar için O koydu" Yani Allah göğü
yükselttiği gibi, yeri de koydu, istifade edilebilmesi için serdi ve hazırladı,
canlılar, üzerinde durabilsin diye yüksek ve ulu dağlarla onu yerleştirdi,
sakinleştirdi. Sonra Allah o yeryüzünde insanların yaşamasına vesile olan
şeylerden bahsederek şöyle buyurdu:
"O yerde meyveler ve tomurcuklu hurma ağaçları vardır. Samanlı taneler
ve hoş kokulu (bitkiler) vardır." Yani çeşitli renk, koku ve tatta meyve
olarak yenilenler, bir müddet sonra hurma olacak tomurcuklarla yüklü hurma
ağaçlan, arpa, buğday ve mısır gibi sap ve samanı olup ana gıda maddesi olan
hububat, güzel kokulu yaprakları olup koklanabilen çeşit çeşit nimetler
yeryüzündedir.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz." Yani ey insanlar ve cinler Rabbinizin yukarıda
sayılan nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz. Burada hitap, insan ve
cinler âlemine, her ikisinedir. Bu ayetin bu sure de, nimetlerden bir veya birkaçınım
özelliği sayıldıktan sonra otuzbir defa tekrar ettiğini öğrenmiştik. Bu
nimetlerin hatırlatılma-sını te'kit, önemine dikkat çekmek ve insan ve cinnin
bunları ikrar etmelerini temin için Allah bu ayeti her iki nimet arasına bir
ayırıcı olarak koymuştur. "Rabbinizin..." ifadesi, bu nimetlerin
asıl kaynağının, kullarının beslenme ve gelişmesini tekellüf eden Allah
olduğunu, dolayısıyla ihsan ettiği bu nimetlere karşı hamd ve şükre lâyık
olanın o olduğunu beyan etmek içindir. [3]
14- O, insanı pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.
15- Cinleri de yalın bir ateşten yarattı.
16- O halde, Rabbinizin nimetleri- nin hangisini yalanlayabilirsiniz.
18-O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz? İki
denizi saldı, birbirlerine kavuşurlar.
20- Aralarında bir engel vardır, birbirlerine karışmazlar.
21- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
22' ° iki denizden inci ve mercan
çıkar.
23- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
24- Denizde dağlar gibi yükselen gemiler de O'nundur.
25- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
"O, insanı pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı."
Yani Allah insanın aslını, topraktan yapılıp ateşte pişirilmiş, vurulduğu zaman
ses veren kerpice benzer kuru bir çamurdan yarattı. Bu teşbih insanın sağlamlığını
ve parçalarının ayrılmaz olduğunu ifade etmeyi amaçlamaktadır.
Yaratılış merhaleleri itibariyle bunun açıklanmasında Kur'an-ı
Ke-rim'in ifadeleri çeşitlilik arzeder: Bazan topraktan, değişken çamurdan yaratıldığını
söylerken bazan da ele yapışan mahiyetteki bir çamurdan yaratıldığını ifade
etmiştir. Bu şuna işarettir: Âdem (a.s.) önce topraktan yaratıldı, sonra çamur
haline geldi, sonra değişken, şekil tutmayan çamur, sonra ele yapışan özlü
çamur daha sonra da pişmiş kerpiç gibi oldu. Sanki bütün bu çeşitlerden
yaratıldığı ifade edilmek istenmektedir.
"Cinleri de yalın bir ateşten yarattı." Yani cinleri ateşin
ucundan yani sarı, kırmızı ve yeşil gibi çeşitli renklerde görülen dumansız saf
alevden yarattı. Ahmed bin Hanbel'in Hz. Ayşe'den rivayetine göre Rasulullah
(s.a.) şöyle buyurdu: "Melekler nurdan, cinler saf alevden, Âdem de size
vasfedi-len şeyden yaratıldı."
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz." Yani ey insanlar ve cinler Allah'ın nimetlerinden
hangisini yalanlıyor ve bu elle tutulan gözle görülen nimetlerin hangisini
inkâr ediyorsunuz?
"İki doğunun ve iki batının Rabbidir." Yani O, yaz ve kış
güneşin doğduğu iki doğunun, battığı iki batının Rabbidir. İşte onun bu farklı
ufuklardan doğup batması sebebiyle mevsimler oluşur, havalar soğuktan sıcağa
değişir ve insanların menfaatine daha nice hadiseler olur.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?"
"Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim" ayetinde doğu
ve batının çoğul gelmesine gelince: Bunun sebebi, insanlara nispetle güneşin
doğduğu ufkun hergün değişmesidir. Yine bir başka ayette "Doğunun ve
batının Rabbi" (Müzzemmil, 73/9) şeklinde müfred gelmesi ise cins murad
edildiği içindir.
Bu şekilde doğu ve batının değişmesinde insanlar dahil bütün varlıkların
yaran olunca Allah "O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?"
dedi. Mesela güneş kuzey yarım kürede yengeç burcundan doğduğunda yaz olurken,
güneyde oğlak burcundan doğduğunda yaz olur. Bu sırada kuzeyde mevsim kıştır.
Güneş yaz-kış aynı yerden doğup batsaydı mevsimler meydana gelmez, ziraat
yapılamazdı.
Allah karadaki nimetlerini böylece beyan ettikten sonra denizdeki nimetlerini
de zikrederek şöyle buyurdu:
"İki denizi saldı, birbirine kavuşurlar. Aralarında bir engel
vardır, birbirlerine karışmazlar." Yani biri tatlı, diğeri tuzlu iki
denizi bitişik yarattı, aralarında gözle görünen bir ayırıcı yok. Bununla
beraber aradaki görülmeyen bir engelden dolayı birbirlerine girip karışmazlar,
ayrı olarak devam edip giderler. Nitekim başka bir ayette bu şöyle ifade
edilmiştir: "Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu
ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan
O'dur." (Furkan, 25/53).
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Yani ey insanlar ve cinler bu nimetlerin veya
menfaatlerin hangisini yalanlarsınız? Tatlısı; içmek, hayvan ve bitkileri
sulamak için; tuzlusu ise aşağıdaki ayet-i kerimede geleceği gibi inci ve
mercan çıkarmak ve daha nice yararlar içindir.
"O iki denizden inci ve mercan çıkar." Yani o denizlerin
tuzlu olanından inci ve mercan çıkar.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Yani ey insanlar ve cinler! Allah'ın size ihsan
ettiği bu apaçık nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz? Bu ayetlerin her
birinde hiç kimsenin reddedemeyeceği, inkâra gücü yetmeyeceği şeyler vardır.
"Denizde dağlar gibi yükselen gemiler de O'nundur." yani
tahtaları yanyana getirilip monte edilen, direkleri ve yelkenleri dağ gibi
yükselen, denizlerde akıp giden o gemileri yapma düşüncesini ilham eden
Allah'tır. O gemiler denizlerde bir beldeden diğerine, bir kıtadan ötekine
yolcu, yük, eşya, gıda maddesi, erzak ve alet taşır. Hatta günümüzde bazı
petrol tankerlerinin taşıma kapasitesi beşyüz bin tona ulaşmıştır. Diğer
tarafdan harp uçak gemileri, korkunç atom denizaltıları vardır. Allah dileseydi
denizi buna müsait yaratmaz gemiler de su üstünde duramazdı.
Ayette geçen "el-münşe'ât" kelimesi ya
"yükseltilmiş" manasına veya "inşa edilmiş, yapılmış, icad
edilmiş" manasındadır. Her ne kadar bu kelime büyük ve küçük her tür gemi
için kullanılsa da, dağlara teşbih edilmesinden büyük gemiler için
kullanıldığı anlaşılmaktadır. Gökler, yerler, göklerdeki ve yerdeki her şey
Allah'ın olmasına rağmen özellikle "gemiler O'nundur" denilmesinin
sebebi, insanların mallarının ve canlarının Allah'ın kudret elinde olduğunu,
bu gemilerde başka hiç kimsenin tasarruf yetkisinin olmadığını ifade etmek
içindir?
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Yani ey insanlar ve cinler, Allah'ın nimetlerinden
hangisini yalanlayabilirsiniz? Bu çeşit çeşit nimetler sizin için yaratıldı.
Büyük büyük gemilerin yapılışı, onların denizde akıp gidişi, uzak mesafeleri
yakınlaştırması, ve dünyanın uzak uzak bölgeleri arasında bağlantı kurması ve
diğer ülkelerdeki insanların istifade etmesi için ticarî ve sınaî malların
taşınması gibi hususlarda Allah'ın kudretini inkâr etmeniz mümkün mü? [4]
26- Yeryüzünde bulunan her canlı fanidir.
27- Azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacak.
28- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
29- Göklerde ve yerde herkes O'n-dan ister. Hergün O bir iştedir.
30- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
'Yeryüzünde bulunan her canlı fanidir. (Ancak) azamet ve ikram sahibi
Rabbinin zatı baki kalacaktır." Yani yer yüzünde bulunan insan ve hayvan
bütün canlılar, Allah'ın diledikleri hariç bütün gök ehli ölüp yok olacaklar,
hepsinin hayatı sona erecek. Ancak azamet ve kibriya sahibi, ihlâslı kullarına
ikram ve ihsanda bulunan Allah'ın zatı baki kalacaktır. "Celâl ve ikram"
sıfatları Allah'ın azametini beyan eden sıfatlanndandır. Nimetlerin en büyüğü
de bu yok olmanın ardından mükâfat vaktinin gelmesidir. Tir-mizî'nin Enes'ten
rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Dualarınızda
"Ey celal ve ikram sahibi" diye dua edin." Rasulullah (s.a.)
namaz kılarken "Ey celal ve ikram sahibi" diyen birine rastladı ve
ona "Senin duan kabul olundu." dedi.
Allah Rasulünün rivayet edilen duaları içinde "Ey celal ve ikram
sahibi" lafızları da geçmektedir. Bunlardan biri şöyledir:
"Ya Hayyu ya Kayyum, Ya bedfa's-semavati ve'l-arz, Ya Ze'1-celali
vel-ikram, Lâilâhe illâ ente bi-rahmetike nesteğîsü, aslih lena şe'nenâ
küllehu, velâ tekilnâ ilâ enfüsinâ tarfete aynin, velâ ilâ ehadin min
halkike."
Şu ayet-i kerimede sadedinde bulunduğumuz ayetin bir benzeridir:
"Allah'ın zatı hariç, her şey helak olacaktır. Hüküm O'nundur, O'na döndürüleceksiniz.
" (Kasas, 28/88). İbni Kesir şöyle dedi: Allah bu Rahman ayetinde yüzünü,
yani zatını "celal ve ikram sahibi" diye vasfetti. Bunun manası
şudur: Allah yüceltilmeye lâyıktır; isyan edilmez, itaat edilmeye lâyıktır,
muhalefet edilmez. İbni Abbas şöyle dedi: Celal ve ikram sahibi demek, azamet
ve kibriya sahibi demektir.[5]
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?"
Ey insanlar ve cinler Rabbinizin bu nimetlerinden hangisini inkâr
edebilirsiniz? İnsanlar ve diğer bütün canlılar hepsi vefat edip sonra ahiret
yurduna gitmekte müsavidirler. Orada celal ve ikram sahibi Allah onlar
hakkında adil hükmü ile hükmedecektir. Fani olma, baki kalmak ve ebedi hayat
için bir yoldur. Öyleyse fani olmakta, ölümde eşit olma nimeti, nesillerin
birbirini takip etme nimeti, mutlak adalet nimeti, fani dünyadan maddî ve ruhî
nimetleri bulunan ceza ve mükâfat dünyası olan ebedî ahiret yurduna intikal
etme nimeti vardır. O halde bu büyük nimetleri tekzip etme sizden nasıl sadır
olabilir?
"Göklerde ve yerde herkes ondan ister. Her gün O bir
iştedir." Yani bütün gök ehli ve dünyadakiler muhtaç oldukları her şeyi
ondan isterler. Se-malardakiler O'ndan bağışlanmalarını ister, ama nzık
istemezler. Dünyadakiler ise her ikisini de isterler. Melekler de insanlar
için hem rızık, hem de mağfiret isterler. O halde ne melekler âlemi, ne de
insanlar ve cinler âlemi O'ndan müstağni olamazlar. Maddenin kendisine münasip
olana ihtiyacı olur, bitkiler kendi varlıklarını devam ettirecek şeye ihtiyaç
duyarlar, insan maddî ve manevî hayatını ayakta tutacak şeylere, hayvan devamını
sağlayacak unsurlara ihtiyaç duyar.
Bu ayet-i kerime Allah'ın hiçbir varlığına muhtaç olmadığım, ama bütün
varlıkların her an O'na muhtaç olduklarını ve halleri ve dilleriyle hep O'ndan
istedikleri, Cenab-ı Hakk'ın her gün ve her an bir faaliyette olduğunu, bu
cümleden olarak her an dirilttiğini, öldürdüğünü, rızık verdiğini, zengin ve
fakir yaptığını, aziz ve zelil ettiğini, hasta edip şifa verdiğini, kimine
verip kimine vermediğini, affedip cezalandırdığını ve sayılmayacak kadar
benzeri haller üzre olduğunu haber vermektedir.
İbni Cerir, Taberani ve İbni Asâkir'in Abdullah bin Münib el-Ezdî'den
rivayet ettiklerine göre Rasullulah (s.a.) "Hergün O bir işdedir"
ayetini okudu. Biz "Ya Rasulallah bu iş nedir?" deyince O "Bir
günahı affetmesi, bir sıkıntıyı gidermesi, bazılarını yükseltip diğer bazılarını
zelil etmesidir." diye cevap verdi.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Yani Allah'ın hangi nimetini inkâr edebilirsiniz?
Zira Onun kullarının işlerini yürütmede işinin muhtelif oluşu, inkârı mümkün
olmayan, hiçbir inkarcı için inkârı kolay olmayan bir nimettir. [6]
31- Ey insanlar ve cinler! Sizin için boşalacağız.
32- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsin?
33- Ey insan ve cin
toplulukları, göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse,
geçin gidin. Ancak büyük bir güçle geçebilirsiniz.
34- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
35- Üzerinize ateşten bir alev ve bir duman gönderilir de aranızda
yar-dımlaşamazsımz.
36- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Ey insanlar ve cinler! Sizin için vakit ayıracağız." Yani
sizin hesabınızı görmek ve yaptıklarınızın karşılığını vermek için de vakit
ayıracağız. İnsan ve cin taifesine sekaleyn denilmesi, gerek hayat gerekse
ölümleri halinde bu iki varlığın yere ağırlık vermesinden dolayıdır. Çünkü
"sekal" ağırlık demektir. Ayetteki bu ifadede Allah tarafından
kullara şiddetli bir tehdit vardır. Cenab-ı Hakkı hiçbir şeyin meşgul
etmeyeceği de asla unutulmamalıdır.
"Sekaleyn" kelimesinin yukarıdaki şekilde tefsir edilişi
sahih hadislerde gelmiştir: "Onu sakaleyn hariç, her şey işitir."
Hadisin bir başka rivayetinde ise "sekaleyn" yerine "insan ve
cin" kelimeleri gelmiştir. Bu "Sur" hadisinde
"sekaleyn", insan ve cin diye beyan edilmiştir.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Yani ey insan ve cin topluluğu Allah'ın nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz? İyilik yapanlara sevap, kötülük yapanlara ceza
vermek suretiyle varlıklara karşı adil davranması, hiç kimseye zulmetmemesi,
O'nun nimetlerinden biridir.
Bu cezadan kurtuluş da yoktur. Allah şöyle buyuruyor: "Ey insan ve
cin toplulukları, göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse
geçin gidin. Ancak büyük bir güçle geçebilirsiniz." Yani ey insanlar ve
cinler, Allah'ın takdirinden ve hükmünden, emir ve tasarrufundan kaçıp
kurtulmak için göklerin ve yerin köşesinden bucağından dışarı çıkabilecek-seniz
çıkın ve kendinizi kurtarın. Bu kurtuluşu ve hükmünden kaçışı da, ancak bir güç
ve kuvvetle yapabilirsiniz; bu güç kuvvet de sizde yok. Öyleyse kaçmamız
mümkün değildir.
Bu ayetin bir benzeri de şudur: "Kötülük yapanlara gelince:
Kötülüğün cezası misli iledir. Onları zillet kaplayacaktır. Onları Allah'a
karşı koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir
parçaya bürünmüştür. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
" (Yunus, 10/27).
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz"?" Allah'ın nimetlerinin hangisini
yalanlıyorsunuz ey ins ve cin? İkaz ve uyarılarını önceden yapması da bu
nimetlerden biridir. Bak, iyilik edeni teşvik ediyor, kötülük yapanı
korkutuyor. Allah herkesi cezalandırmaya kadirdir, hiç kimse kurtulamaz. Mutlak
kudret sahibi olmasına rağmen, affedebilir de. Bu da başka bir nimettir. Ayette
"gücünüz yeterse, geçin" şeklinde cemi sigasıyla gelmesi insanların
ve cinlerin aczini, Allah'ın mülkünün azametini beyan içindir.
"Üzerinize ateşten bir alev ve bir duman gönderilir de, aranızda
yar-dımlaşamazsınız." Yani göklerden ve yerden çıksanız bile ey ins ve
cin, Allah size ateşten bir sel veya dumansız bir alev ile dumanlı bir ateş
musallat kılar veya başınızdan erimiş bakır döker de Allah'ın azabından yine
kurtulamazsınız. "en-Nühas" kelimesi ya alevsiz duman veya başlara
dökülen erimiş bakır demektir. "Aleykümâ" zamirinin tesniye gelmesi
gönderilecek azabın ne insan ve cinlerin tamamına, ne de sadece birine
gönderilmeyeceğini, bilâkis her iki taifeden bazılarına gönderileceğini
açıklamak içindir. "Felâ-tentasırân" fiilinin tesniye gelmesi ile de,
her iki taife kastedilmektedir. "Ey insanlar ve cinler! Birbirinize
yardım edemezsiniz." demektir.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Bu tehdit bir lütuftur, itaatkârla isyankârı ayırmak
birincisini mükâfatlandırıp ikincisini cezalandırmak da Allah'ın nimetlerindendir. [7]
37- Artık gök yarılıp kızarmış yağ gibi bir gül olduğu zaman.
38- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
39- İşte o gün ne insana, ne
cinne günahı sorulmaz.
40- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
41- Günahkârlar simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından
yakalanırlar.
42- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
43- İşte bu, günahkârların yalan
saydıkları cehennemdir.
44- Onlar cehennemle kaynar su
arasında dolaşır dururlar.
"Üzerinize dumansız ateş gönderildiği vakit birbirinize yardım da
edemezsiniz" ayetinin peşinden gelen "feizen şakkati's-sema"
ayeti "fe-i takip" ile başladı. Buna göre mana şöyle olur: Gök
yarılıp eridiği ve yer gök, hava hepsi ateş olduğu zaman birbirinize nasıl
yardım edebilirsiniz?
"Artık gök yarılıp kızarmış yağ gibi bir gül olduğu zaman."
Yani kıyamet günü gelip gök yarıldığı, kırmızı bir gül gibi olup dağıldığı ve
yağ gibi eridiği, bir başka manaya göre kırmızı deri (sahtiyan) gibi
renklendiği zaman. Burada anlatılmak istenen şudur: Gökyüzü zeytin yağı gibi
erir ve renkten renge girer: Bazan kırmızı, bazan sarı, bazan mavi, bazan yeşil
olur. İşte bu, emrin şiddetinden ve kıyametin dehşetindendir.
Bu ayetin benzeri birçok ayet vardır. Mesela: "Gök yarıldığı
zaman" (İnşikak, 84/1 ve İnfitar, 82/1); "Gök de yarılır ve artık o
gün o çökmeye yüz tutar." (Hakka, 69/16); "O gün gökyüzü beyaz
bulutlar ile yarılacak ve melekler bölük bölük indirileceklerdir."
(Furkan, 25/25).
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Allah'ın nimetlerinin hangisini inkâr edersiniz ey
insanlar ve cinler! Çünkü verilen bu haberlerde, duyanı kötülükten alıkoyacak bir
korku ve dehşet var. Bütün bu olanlardan sonra Allah'ın hangi nimetini tekzip
edebilirsiniz?
"İşte o gün ne insana ne cinne günahı sorulmaz." Yani gök
yanldığı zaman ne insandan, ne cinden hiç kimsenin günahı sorulmaz, çünkü
onlar daha kabirlerinden çıkarken simalarından tanınırlar. Ve çünkü Allah kullarının
hesabına amelleri tespit edip zaptetti. Mücahid bu ayet hakkında "melekler
mücrimleri sormazlar, çünkü onlar simalarından bilinirler, ma-nasındadır."
demiştir.
Bu manayı ifade eden bir ayet de şudur: "Bu, dillerinin tutulacağı
bir gündür. Onlara izin de verilmez ki özür dilesinler." (Mürselat;
77/35-36). Ancak "Rablerine yemin olsun ki onların hepsine yapmış
olduklarını mutlaka soracağız." (Hicr, 15/92). ve "Tutuklayın
onları, çünkü onlar sorgulanacaklar. " (Saffat, 37/24) ayetlerinde ifade
edildiği üzere mücrimler daha sonra, başka bir merhalede, beşeriyetin hesap
meydanında bütün amellerinden sorgulandığı günde sorguya çekileceklerdir.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?"
İşte bu günde Allah'ın mümin kullarına ihsan ettiği nimetlerden hangisini inkâr
edebilirsiniz. Bunlardan biri de insanlar günahlardan sakınsınlar ve akıllarını
başlarına alsınlar diye önceden uyarması ve korkutmasıdır.
Sonra Allah mücrimlere günahlarının sorulmamasının sebebini beyan
ederek şöyle buyurdu:
"Günahkârlar simalarından tanınır da perçemlerinden ve ayaklarından
yakalanırlar." Yani kâfirler ve facirler kabirlerinden çıktıkları gün alâmetlerinden
tanınırlar da perçemlerinden ve ayaklarından tutulup birleştirilir ve melekler
tarafından ateşe fırlatılırlar. Onların alâmetleri siyah yüzlü, mavi gözlü
olmaları ve derin bir hüzün ve bedbinlik içinde bulunmalarıdır. Perçem,
"en-Nâsıyeti" kelimesinin karşılığıdır. "Nasiye" alına ve
saçın ön kısmına denir.
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Önceden uyarılıp ikaz edilmişsiniz, ahiret âleminde
beklenen akibeti öğrenmişsiniz, hâlâ hangi nimeti inkâra kalkışıyorsunuz ey
insanlar ve cinler!
"İşte bu, günahkârların yalan saydıkları cehennemdir. Onlar cehennem
ile kaynar su arasında dolaşır dururlar." Burada şu cümle takdir edilmelidir.
Bu sırada onlar azarlanarak şöyle denilecek: İşte bu müşahede edip gördüğünüz
şey, varlığını tekzip edip olacağını inkâr edegeldiğiniz cehennemdir. İşte
şimdi gözünüzle görüyorsunuz, önünüzde duruyor.
Onlar bazan cehennemde yakılarak, bazan da hamimden (cehennem
içeceğinden) bir şey içirilerek azap olunacaklar. "Hamim" ya içecek
olur veya içildiğinde eritilmiş bakır gibi bağırsakları ve iç organları
parçalayan son derece sıcak kaynar su olur. Nitekim ayet-i kerimede bu şöyle
ifade edilir: "Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sıcak
suya sürüklenecekler, sonra da ateşte yakılacaklar." (Gâfir, 40/71-72).
"... inkâr edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının
üstünden kaynar su dökülecektir. Bununla karınlarının içindekiler ve derileri
eritilecek-tir." (Hac, 22/19-21).
"O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz?" Yani önceden yapılan bu uyarı ve açıklamalardan
sonra hangi nimeti tekzip edersiniz ey insanlar ve cinler! [8]
46- Rabbinin huzurunda (hesap
için) durmaktan korkanlara iki cennet vardır.
47- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
48- Çeşit çeşit ağaçlar.
49- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
50- Bu ikisinde akar iki kaynak vardır
51- °halde ?»bbinİ2İn nimetlerinin
hangisini yalan sayabilirsiniz?
52- Bu ikisinde her meyveden çifte
çifte vardır.
53- ° halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalan sayabilirsiniz?
54- Astarlan atlastan olan minderlere yaslanırlar. O iki cennetin mey
veleri yakındır.
55' ° halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
56" Oralarda gözlerini yalnız kocala- nna çevirmiş kadınlar vardır
ki onlardan önce bunlara ne insan, ne
cin asla dokurunanııstır.
57- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
58- Sanki onlar yakut ve mercandırlar.
59- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
60- İyiliğin mükâfatı iyilikten başka mıdır?
61- O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
"Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlara iki cennet vardır. O halde
Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani Allah'tan
korkan ve daima onun murakabesi altında olduğunu bilip de hesap günü hesaba
çekilmek için kulların Allah'ın huzurunda duracağı anın heybetinden ürperen ve
daima Allah'ın kendisinin ahvaline, söz ve fiillerine muttali ve vâkıf olduğunu
hesaba katanlar için biri manevî diğeri maddî olmak üzere iki cennet vardır:
Manevî olanı Allah'ın rızası ve memnuniyetidir. "Allah'tan gelecek
hoşnutluk en büyüktür," (Tevbe, 9/72). Maddî olanı ise salih amellerinden
dolayı nail olacağı dünya nimetleri cinsinden maddî nimetlerdir. O halde ey
insan ve cinler! Allah'ın nimetlerinin hangisini yalan sayabilirsiniz? Cennette
ebedi ve devamlı kalmanın yanında cennet nimetlerinin emsali yoktur. Allah'ın
iki veya daha fazla sayısız cennetler vermesine ne mani olabilir?
İbni Abbas ve başka alimlerin de dediği gibi sahih olan, bu ayet-i kerime
insan ve cinleri kapsadığı ve iman edip takva sahibi oldukları takdirde
cinlerin de cennete gireceğine en açık şekilde delâlet ettiğidir.
Buhari, Müslim ve Ebu Davud'un dışında diğer Sünne sahiplerinin rivayetine
göre Ebu Musa el-Eş'arî şöyle dedi: "Firdevs cennetleri dört tanedir:
İkisinin süs eşyaları, kaplan ve içindeki her şey altındandır. Diğer ikisinin
kaplan, süs eşyalan ve içindekiler ise gümüştendir. Adn cennetinde,
cennettekilerle Rableri arasında Rida-i Kibriya'dan başka bir şey yoktur."
İbni Cerir ve Neseî'nin rivayetlerine göre Ebudderda şöyle dedi: Bir
gün Rasulullah (s.a.) "Rabbinin huzurunda durmaktan korkanlara iki cennet
vardır." ayetini okudu. Ben "Zina etse, hırsızlık yapsa da mı? dedim.
O, ayeti tekrar etti. Ben yine aynı soruyu tekrar ettim. O, ayeti tekrar okudu.
Ben yine "Zina etse, hırsızlık yapsa da mı?" dedim. Rasulullah (s.a.)
"Eubd-derda'ya rağmen (o istemese de, yine de iki cennet vardır.)"
dedi.
Sonra bu iki cenneti şöyle tanıttı: "Çeşit çeşit ağaçlar. O halde
Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani her
çeşidinden olgun ve kaliteli meyvelerle yüklü terütaze güzel dallar. Diğer bir
manaya göre çeşit çeşit meyveler ve ağaçlar bulunan iki cennet. O halde ey
insanlar ve cinler! Allah'ın nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz; çünkü
hiç şüphesiz bu güzellik ve bu nimetler her aklı başında insanın can attığı
şeylerdir.
"Bu ikisinde akar iki kaynak vardır. O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani bu iki cennetin her
birinde akar iki kaynak suyu vardır. Bunlar o ağaçları sulamak için akan iki
kaynaktır. Hasan el-Basrî bunların birisine Tesnim, diğerine Selsebil denildiğini
söylemiştir. O halde Allah'ın nimetlerinin hangisi tekzip edilebilir? Çünkü bütün
bunlar birer hakikattir, kat'îdir ve bir büyük nimettir.
"Bu ikisinde her meyveden çifte çifte vardır. O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani bu iki cennette keyifle
yenilir her türlü meyveden iki çeşit vardır, her birinden ayrı tad alınır: Biri
taze, diğeri kurudur. Dünya meyvalannın aksine onların hangisinin diğerinden
daha güzel, daha üstün olduğu ayırt edilemez. Onlar henüz hiçbir gözün görmediği,
hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin hatırına gelmeyen cinsten
meyvelerdir. O halde ey insanlar ve cinler! Bu nimetlerden hangisini inkâr
edebilirsiniz? İbni Abbas "Ahirette olanların dünyada sadece adı
vardır." demiştir. Yani aralarında dağlar kadar fark var, demek
istemiştir.
Yiyecekleri zikrettikten sonra Allah döşekleri zikrederek şöyle
buyurdu:
"Astarları atlastan olan minderlere yaslanırlar. O iki cennetin
meyveleri yakındır. O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?"
Yani cennettekiler astarları atlastan olan döşekler üzerinde yatarlar,
otururlar ve safa sürerler. İbni Abbas ve Ebu Hüreyre "Bu yatakların astarlar
böyle olursa kim bilir yüzleri nasıldır?" demişlerdi. Said bin Cü-beyr'e
"Astarları atlastandır, yüzleri nedendir?" diye sorulduğunda o:
"O da Allah'ın "Hiç kimse onlar (müminler) için ne mutluluklar
saklandığını bilemez. " (Secde, 32/17) dediğindendir" diye cevap
verdi. İbni Abbas şöyle dedi: "O minderlerin astarlan, kalpleriniz onları
bulabilsin diye size tanıtıldı. Yüzlerine gelince, onu Allah'tan başka kimse
bilmez."
O iki cennetin meyveleri, Cenab-ı Hakk'ın "devşirilmeleri
yakındır." (Hakka, 69/23) ve "Gölgeleri onlara yakın, meyveleri de
emirlerine amade kılınmış." (İnsan, 76/14). ayetlerinde ifade ettiği gibi
istedikleri zaman ve istedikleri şekilde alabilecekleri şekilde onlara
yakındır. Yani meyveler almak isteyenden uzaklaşmaz, bilakis dallarından o
kişiye doğru sarkarlar. Öyleyse bu nimetlerin hangisi tekzip edillir, inkâr
edilir? Sonra Allah cennetteki huri ve kadınların özelliklerini zikrederek
şöyle buyurdu:
"Oralarda gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş kadınlar vardır ki,
onlardan önce bunlara ne insan ne cin asla dokunmamıştır. O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani orada o iki cennette
dilberler vardır; nehirler, gözeler, döşekler ve başka şeyler vardır. Diğer
bir manaya göre: Bu sayılan nimetlerin içinde iki cennet, iki göze, meyveler,
döşekler vardır. Bir başka manaya göre bütün bu sayılanlar cennetlerde
olacaktır. "İki cennet" denilmesi de buna delâlet etmektedir. Ve yine
bu "iki cennef'te mekânların, meclislerin ve mütenezzihâtm bulunması da
bunu desteklemektedir. Mütenezzihat, gözlerini kocalarına tahsis etmiş,
onlardan başkasına bakmayan, zaten cennette yaratılmış oldukları için
kendilerine daha önce ne bir insan ne bir cin, asla hiç kimsenin dokunmadığı
kadınlardır. O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız ey insanlar ve
cinler!
Sonra Allah bu kadınların özelliklerini zikrederken şöyle buyurdu:
"Sanki onlar yakut ve mercandırlar. O halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini
yalanlayabilirsiniz ? "
Yakut ve mercan bilinen kıymetli taşlardır. Mücahid, Hasan el-Basrî,
Ibni Zeyd ve diğer bazıları bu ayeti, "O kadınlar yakut parlaklığında,
mercan beyazlığında" diye tefsir ederek burada mercana inci manası
vermişlerdir.
Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet ettiklerine
göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Cennete ilk girecek zümre on dördündeki
dolunay şeklinde, ondan sonrakiler gökteki parlak bir yıdız parlaklığında
olacaktır. Bunlardan her bir insanın iki eşi olacak, etin arkasında baldır
kemiklerindeki ilikler görülecek. Cennetteki şeyler daha göz kamaştırıcıdır.
"
Sonra Allah bu mükâfatın sebebini beyan sadedinde şöyle buyurdu:
"İyiliğin mükâfatı iyilikten başka mıdır? O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani dünyada güzel amel işleyenlerin mükâfatı,
ahirette ona iyilikten başkası olmaz. "Güzel davrananlara daha güzel
karşılık, bir de fazlası vardır." (Yunus, 10/26) ayetinde de ifade
edildiği gibi bu iki cennet iman edene ve ameli salih olanadır.
Bagavî, Beyhakî, İbni Ebî Hatem ve İbni Merdüveyh'in Enes bin
Ma-lik'ten naklettiğine göre Rasullullah (s.a.) "İyiliğin mükâfatı
iyilikten başka mıdır?" ayetini okudu ve "Rabbiniz ne diyor anlıyor
musunuz?" dedi. Onlar da Allah ve Rasulü daha iyi bilir dediler.
Rasulullah, "Allah şöyle buyuruyor" dedi: "Kendisine tevhid
nimeti ihsan ettiğim kişinin mükâfatı cennetten başkası değildir."
Burada zikredilen büyük nimetler, bir amel karşılığı olmayıp bilakis
sırf ihsan ve ikram kabilinden olunca, bunlardan sonra Allah "O halde
Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" dedi. [9]
62- Bu ikisinden başka iki cennet
daha vardır.
63- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
64- Bunlar koyu yeşildirler.
65- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
66- O ikisinde devamlı fışkıran
iki kaynak vardır.
67- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
68- İçlerinde meyve, hurma ve
nar vardır.
69- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
70- İçlerinde güzel huylu, güzel
yüzlü kadınlar vardır.
71- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
72- Otağlar içinde eşlerine
tahsis edilmiş huriler vardır.
73- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
74- Bunlara onlardan önce ne bir
insan, ne bir cin dokunmuştur.
75- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
76- (Eşleri) yeşil yastıklara ve
harikulade güzel döşemelere yaslanırlar.
77- O halde Rabbinizin nimetlerinin
hangisini yalanlayabilirsiniz?
78- Azamet ve ikram sahibi Rabbi-nin adı ne yücedir!"
"Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır. O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz? Bunlar koyu yeşildirler. O halde
Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani Allah'tan
korkanlara orada ayrı iki cennet daha var. Diğer bir izaha göre de ayetin
manası şudur: Daha önce geçen ayetteki iki cennete sahip olan kişilerin
mertebelerinin gerisinde kalanlara mertebe ve fazilette öncekilere nispetle
düşük iki cennet vardır. Hadiste şöyle geçmişti: "İki cennet var, kapıları
altındadır, iki cennet daha var, kapıları ve içindeki diğer eşya
gümüştendir." İlk ikisi mukarrabîn'in, son ikisi ashab-ı yemîn'indir. İlk
geçen iki cennette ağaçlar, meyveler vs. var idi. Bu iki cennet de yemyeşildir.
İbni Abbas, Ebu Eyyub el-Ensari, sahabe ve tabiinden diğer başka alimler
"müdhâmmetân" ayetini "yemyeşildir" diye tefsir
etmişlerdir. Ayet için yapılan bu tefsir, Taberânî ve İbni Merdüveyh'in tahriç
ettiği Ebu Eyyüb'den gelen hadis içinde rivayet edilmiştir.
Ey insanlar ve cinler! Allah'ın nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?
Bu iki cennet gayet yeşillik, pırıl pırıl ve şırıl şırıldır. Ancak bunlar
mertebe ve fazilet bakımından daha önce geçen o iki cennetten düşüktür. Yani
orada ağaçları, meyve ağaçları ve meyveleri olan iki cennet, burada ise
yemyeşil iki cennet var.
"O ikisinde devamlı fışkıran iki kaynak vardır. O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani o iki cennette devamlı
tatlı su fışkıran iki kaynak vardır. Yani iki cennet var, sular akıyor; iki
cennet vardır, onda da sular fışkırıyor. Akmak fışkırmaktan daha kuvvetlidir.
Be-ra ibni Azib şöyle dedi: Akan o iki kaynak, fışkıran iki kaynaktan daha hayırlıdır.
Allah'ın hangi nimetini inkâr edebilirsiniz ey insan ve cin?
"İçlerinde meyve, hurma ve nar vardır. O halde Rabbinizin
nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz1?" Yani o iki cennette çok
çeşitli meyvelar vardır. Hurma ve nar bunlardan bazılarıdır. Diğer meyveler
arasında özellikle bu ikisinin zikredilmesi Buhari ve başkalarının dediği gibi
hâssın âmm üzerine atfı kabilinden değildir, bu onların daha güzel olduğunu, diğer
meyvelere nispetle daha faydalı olduğunu, hem gıda hem deva olduklarından, hem
son bahar hem de kış mevsiminde bulunduklarından başkalarına üstün olduğunu
ifade etmek içindir.
Cenab-ı Hak orada: "Bu ikisinde her meyveden çifte çifte
vardır" demişti, burada ise "içlerinde meyve, hurma ve nar
vardır." demiştir. Şüphesiz "her" kelimesinden dolayı birincisi
çeşit bakımından daha çok ve daha umumidir. İkincisinde "fâkihetün"
kelimesi müsbet bir cümlede nekre geldiği için umum ifade etmez.
Ey insanlar ve cinler! Allah'ın hangi nimetine nankörlük edersiniz?
Çünkü bu nimetlere karşı hamd ve şükretmek gerekir.
"İçlerinde güzel huylu güzel yüzlü kadınlar vardır. O halde
Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani bu iki
cennette maddesi ve manasıyla güzel kadınlar vardır. Üstün ahlak ve fazilet
sahibi yüzleri güzel hanımlar vardır. "el-Hayyirâtü" kelimesi
"hayyiretün" kelimesinin çoğuludur, bu da huyu ve yüzü güzel olan saliha
hatun demektir. Bu görüş cumhura aittir. Bu görüşün delili Hasan el-Basrî'nin
Ümmü Seleme'den rivayet ettiği şu hadistir: Rasulullah'a "Ya Rasulallah
"Hayrâtün hisânün" ayetinde ne kastediliyor söyler misiniz?"
dedim. O da "Ahlâkı güzel, yüzleri güzel olan kadınlardır." dedi.
Diğer bir hadiste huriler
"Güzel huylu güzel yüzlü dilberleriz biz" "Kerem sahibi
eşler için yaratılmışız biz" diyerek şarkılar söyleyeceklerdir."
şeklinde rivayet edilmiştir.
Katade'ye göre "Hayyirâtün hisânün"den maksat cennette pek
çok güzel ve hayırlı şeylerin olduğunu ifade etmektir.
"Otağlar içinde eşlerine tahsis edilmiş huriler vardır. O halde
Rabbini-zin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani bu güzel
huylu, güzel yüzlü kadınlar bembeyaz tenli iri ve pırıl pırıl gözleri olan
hanımlardır, ortalıkta arz-ı endam etmeyen, inciden yapılmış cennet
çadırlarında gizlenen dilberlerdir. Yukarıda geçen iki cennetin kadınları
"gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş kadınlar" şeklinde
vasfedilmişti. Elbette onlar burada "otağlar içinde eşlerine tahsis
edilmiş" olanlardan mertebe bakımından daha üstündürler. Çünkü -her ne
kadar hepsi de yabancı gözlerden gizlenmiş olsa da- hiç şüphe yok ki
kendiliklerinden gözlerini kocalarından ayırma-yanlar, başkası tarafından
"eşlerine tahsis edilmiş" olanlardan daha üstündür. Arap, evinden
ayrılmayan kadınları tercih eder ve över. Çünkü onlar iffetlerini daha kolay ve
iyi korurlar. Allah'ın bu ve benzeri nimetlerini nasıl yalanlayabilirsiniz?
"Bunlara onlardan önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur. O
halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" O huriler,
sırf Rab-lerinden korkan o müttakilere ait olsunlar, diye bundan önce ne insan,
ne cinden hiç kimse onlara dokunmamıştır. Rabbinizin hangi nimetini inkâr edersiniz?
Daha önce zikri geçen o iki cennetin kadınları, bunlardan fazla olarak
"sanki onlar yakut ve mercandırlar" diye vasfedilmişti.
"Yeşil yastıklara ve harikulade güzel döşemelere yaslanırlar. O
halde Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlayabilirsiniz?" Yani cennet
ehli cennette, desenli, sanatkârane dokunmuş, son derece alımlı halılar üzerinde
yeşil yastıklara yaslanırlar. Allah'ın hangi nimetini inkâr edebilirsiniz ey
insanlar ve cinler! Daha önce zikri geçen o iki cennetin eşyalarını Allah
buradakinden daha üstün vasıflarla anlattı. Orada şöyle buyurmuştu: "Astarları
atlastan olan minderlere yaslanırlar." Ve orada sayılan sıfatları
"iyiliğin (ihsanın) mükâfatı iyilikten başka mıdır?" sözüyle
bitirerek o cennetlere girenleri "ihsan" sıfatıyla anmıştı ki
"ihsan (Allah'ı görür gibi ibadet etme)" ibadet mertebelerinin en
yücesidir.
"Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!" Yani izzet
ve azamet sahibi, ihlâslı kullarına nimetlerini ikram eden Allah münezzeh ve
mukaddesdir. O, iclâle lâyıktır, isyan edilmez, yüceltilip ibadet olunur; şükre
lâyıktır nankörlük edilmez; daima hatırlanmaya lâyıktır, unutulmaz.
Hatırlanacağı gibi yukarıda dünya nimetlerini zikrettikten sonra yaratılan her
şeyin yok olacağına işaret için "Rabbin yüzü (zatı) baki kalacak." demişti.
Burada ise ahiret nimetlerini zikrettikten sonra cennet ehlini -Allah'ın
ismini zikrederek, O'nun ismini anmaktan haz duyarak- orada baki olacaklarına
işaret etmek için "Rabbinin adı ne yücedir!" buyurdu. [10]
[1] Tirmizî "Bu hadis
garibdir." demiştir.
[2] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/165.
[3] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/170-171.
[4] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/175-177.
[5] İbni Kesir, IV/273.
[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir,
Risale Yayınları: 14/180-181.
[7] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/183-184.
[8] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/187-189.
[9] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/192-194.
[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir,
Risale Yayınları: 14/198-200.