Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Hz. İbrahim'i (A.S.) Ve Yanındaki Müminleri Örnek Almak:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Müslümanların Gayri Müslimlerle İlişkisi:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Küfür Yurdundan İslâm Yurduna Hicret Eden Mümin Kadınların Hükmü:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:
1- Ey iman edenler! Benim de
düşmanım sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin. Onlara sevgi
ulaştırıyorsunuz. Halbuki onlar Hak'tan size geleni inkâr etmişlerdi.
Peygamberi de sizi de Rabbiniz Allah'a iman ediyorsunuz diye çıkarıyorlardı
onlar. Eğer siz benim yolumda cihad için, benim rızamı aramak için
çıkmışsanız, onlara halâ gizli muhabbet mi besleyeceksiniz? Halbuki ben sizin
gizlediğinizi de açıkladığınızı da çok iyi bilenim, içinizden kim bunu yaparsa
muhakkak ki hak yoldan sapmış olur.
2- Eğer sizi ele geçirirlerse
hepinizin düşmanları olacaklar, ellerini dillerini kötülükle size uzatacaklardır.
Zaten onlar inkâr etmenizi isterler.
3- Ne hısımlarınız ne
evlâtlarınız size asla fayda veremez. Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır.
Allah yaptıklarınızı görür.
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları
dostlar edinmeyin. Onlara sevgi ulaştırıyorsunuz." Yani ey Allah'ı ve
Rasulünü tasdik edenler! Benim de sizin de düşmanınız olanları kendinize dost
ve yardımcı edinmeyin. Yoksa aranızdaki bu sevgi sebebiyle peygamberin ve
müminlerin haberlerini onlara ulaştırmaya kalkarsınız. Bu ayet-i kerime ne
şekilde olursa olsun kâfirlere karşı sevgi beslemenin nehyedildi-ğine delâlet
eder.
Buna benzer daha pek çok ayet-i kerime vardır. Mesela: "Ey iman
edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin, onlar birbirinin dostlarıdır.
Sizden onları dost edinen onlardandır." (Maide, 5/51).
"Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmesinler."
(Ali İmran, 3/28). İlk ayet ağır ve kat'i bir tehdit ihtiva etmektedir.
Bu nehyin iki sebebi ayetin devamında şöyle ifade edilmektedir:
"Halbuki onlar Hak 'tan size geleni inkâr etmişlerdi. Peygamberi de sizi
de Rab-biniz Allah'a iman ediyorsunuz diye çıkarıyorlardı onlar." Yani
onlar Allah'ı, peygamberi ve size gelen Kur'an'ı ve hidayeti inkâr ettiler.
"Onlar, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere
yutlanndan çıkarılmış olanlardır." (Hac, 22/40), "Onlardan sırf Aziz
ve Hamid olan Allah'a iman ettikleri için intikam aldılar." (Buruc, 85/9)
ayetlerinde de ifade edildiği gibi müşrikler Hz. Peygamberi ve müminleri
Mekke'den, Allah'a iman edip ibadetlerini sadece O'na yaptıkları için
çıkardılar.
Sonra Allah Tealâ onlarla dostluktan kaçınılmasını teşvik ederek şöyle
buyurdu:
a) "Eğer siz benim yolunda
cihad için, benim rızamı aramak için çıkmışsanız..." Yani eğer siz benim
yolumda cihad için, benim rızamı kazanmak için çıktıysanız onları dost
edinmeyin, benim de sizin de düşmanımız olan bu kişileri dost bilmeyin. Zira
bunlar size ve dininize olan kin ve öfkelerinden dolayı sizi yurtlarınızdan
çıkarıp mallarınızdan ettiler.
b) "Onlara halâ gizli
muhabbet mi besleyeceksiniz? Halbuki ben gizlediğinizi de açıkladığınızı da
çok iyi bilenim." Yani bu sevgiden dolayı onlara gizlice Hz. Peygamber'in
ve müminlerin planlarını ve haberlerini ulaştırıyorsunuz. Halbuki ben
açıklananları da gönüllerden geçenleri de, en iyi bilenim.
c) "İçinizden kim bunu
yaparsa muhakkak ki hak yoldan sapmış olur." Yani, sizden kim düşmanları
dost edinirse doğru ve hak yolu kaybetmiş, kendisini cennete ve Allah'ın
rızasına ulaştıracak yoldan çıkmış olur.
Sonra Allah Tealâ, kâfirlerle dostluğu men eden ve ister Mekke'de ister
başka yerde olsun müşriklerin düşmanlığına delâlet eden üç husus daha
zikrederek şöyle buyurdu:
"Eğer sizi ele geçiririlerse hepinizin düşmanları olacaklar,
ellerini dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr etmenizi
isterler." Yani onlar sizinle karşılaşırlarsa içlerindeki düşmanlığı
açığa vuracaklar ve size karşı harp açarak vurup-kırmak suretiyle ellerini,
sövüp saymak suretiyle dillerini size uzatacaklardır. Onlar sizin dinden dönüp
Rabbinizi inkâr ederek küfre dönmenizi temenni ederler, hiçbir hayra nail
olmamanızı çok isterler, size karşı hem gizli hem açık düşmanlıkları vardır.
Böyleleriy-le siz nasıl dost olursunuz?
Yukarıda da geçtiği gibi bu aynı zamanda onlara karşı düşmanlığa bir
teşviktir.
Sonra yüce Allah din ve iman rabıtasının dostluk ve akrabalık rabıtasından
daha kuvvetli, daha üstün ve daha faydalı olduğunu zikrederek şöyle buyurdu:
"Ne hısımlarınız ne evlâtlarınız size asla fayda veremez. Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah yaptıklarınızı görür." Yani kıyamet günü evlâtlarınızın ve akrabalarınızın size asla bir yardımı dokunmayacaktır ki -nüzul sebebinde zikredilen Hatıb b. Ebi Beltea kıssasında olduğu gibi- bunu elde etmek için onlara dost görünesiniz. Bilakis orada size faydası dokunacak şey, Allah'ın emrettiği kâfirlere düşman olma, onlarla dostluk kurmama, iman bağlarını ve din kardeşliğini kuvvetlendirme gibi hareketleri-nizdir. Allah ahirette sizi ayıracak O'na itaat edeni cennete, etmeyeni cehenneme koyacaktır. Allah bütün amellerinize muttalidir ve hayır veya şer hepsinin karşılığını verecektir.
Yani Allah Tealâ sizin hakkınızda şer murat ederse akrabalık fayda
vermez; Allah'ın gazabını celbedecek şeylerle onları memnun etmeye kalkarsanız
onların size asla bir yararı dokunmayacaktır. Müslümanlardan kim onları memnun
etmek için akrabası ile küfür üzere ittifak ederse hüsrana uğramış ve amelleri
boşa gitmiştir. Bir peygamberin akrabası bile olsa Allah'tan gelecek azaba
karşı hiçbir kimsenin akrabalığı ona fayda vermez. Şu ayetler bunu ifade
etmektedir: "Sur'a üflendiği zaman artık o gün aralarında ne soy sop
(çekişmesi) vardır ne de birbirlerini soruştururlar." (Müminun, 23/101),
"O gün kişi biraderinden, anasından babasından, karısından ve
oğullarından kaçar. O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi (derdi)
vardır." (Abese, 80/34-37). Şu halde sevgi Allah için olmazsa kıyamet günü
fayda vermez.
Ahbed b. Hanbel, Müslim ve Ebu Davud'un Enes'ten rivayet ettiklerine
göre biri "Ya Rasulallah babam nerede?" dedi. Rasulullah (s.a.)
"Cehennemde." dedi. Adam dönüp giderken Rasulullah (s.a.) onu
çağırdı ve "Benim babam ve senin baban cehennemde!" dedi. [1]
4- İbrahim'de ve beraberindeki müminlerde sizin için hakikaten güzel
bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine "Biz, sizden ve Allah'ı bırakıp
da tapmakta olduğunuz nesnelerden katiyyen uzağız. Sizi inkâr ettik. Siz bir
tek Allah'a iman edinceye kadar bizimle aranızda ebedî düşmanlık ve buğz
belirmiştir." demişlerdi. Yalnız İbrahim'in babasına "Muhakkak
senin için af talep edeceğim, (fakat) sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeye
gücüm yetmez." demesi müstesna. (Siz şöyle deyin): "Ey Rabbimiz!
Ancak sana güvenip dayandık ve yalnız sana yöneldik, son dönüş de ancak sanadır."
5- Ey Rabbimiz! Bizi o inkâr edenlere bir fitne (konusu) yapma. Bizi
af eyle ey Rabbimiz. Çünkü sen mutlak salipsin ve hikmet sahibisin.
6- Andolsun ki onlarda sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar
için bir örnek var(yüz çevirirse
şüphesiz Allah her şeyden müstağni, her hamde hakkıyla lâyıktır.
7- Olur ki Allah, sizinle onlardan birbirinize düşman olduklarınız
arasında yakında bir dostluk peyda eder. Allah hakkıyla kadirdir. Allah çok af
edici, çok merhametlidir.
"İbrahim'de ve beraberindeki müminlerde sizin için hakikaten güzel
bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: "Biz sizden ve
Allah'ı bırakıp da tapmakta olduğunuz nesnelerden katiyyen uzağız. Sizi inkâr
ettik." Allah, kâfirlerden uzak bulunup onlardan uzak durmayı emrettiği
müminlere hitap ederek, nebilerin babası İbrahim (a.s.) ve beraberindeki
müminlerin kavimlerine karşı söyledikleri "Siz Allah'ın inkâr ettiğiniz
için biz sizden ve Allah'ı bırakıp da taptığınız putların hepsinden uzağız. Biz
sizin iman ettiğiniz putları, dininizi ve bu hareketlerinizi reddediyoruz. Zira
bu putların hiçbir şeye faydası dokunmaz. Bunlar ne düşünür, ne işitir, ne de
görür." şeklindeki sözlerinde kendileri için takip edebilecekleri güzel ve
methe lâyık bir örnek olduğunu bildirdi.
Maksat, kâfirlere sevgi besleyen Hatıb'a bunu anlatmaktır. Sanki Allah
Tealâ "Ey Hatıb, sen İbrahim'i örnek alıp da O'nun babasından ve kavminden
teberri ettiği gibi sen de çoluk-çocuğundan teberri etmeli değil miydin?"
demektedir.
"Siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar bizimle aranızda ebedî
düşmanlık ve buğz belirmiştir." Yani siz bu inkârınızda devam ettiğiniz
müddetçe bizim size karşı tutumumuz budur. Şu andan itibaren sizinle aramızda
buğuz ve düşmanlık başlamış ve ortaya çıkmıştır. Siz yalnız Allah'a iman edip
Onu "bir" tanıyarak ortağı olmayan o Allah'a ibadet etmedikçe,
içinde bulunduğunuz şirki terkedip ibadet etmekte olduğunuz putlardan
uzaklaşmadıkça biz ilelebet sizden uzağız ve size buğuz ederiz. Bunları
yaparsanız bu düşmanlık dostluğa bu buğz da muhabbete dönüşür.
Sonra Allah Tealâ İbrahim (a.s.)'in örnek alınamayacağı bir hususu istisna
ederek şöyle buyurdu:
"Yalnız İbrahim 'in, babasına "Muhakkak senin için af talep
edeceğim. (Fakat) sana Allah 'tan gelecek herhangi bir şeye gücüm yetmez."
demesi müstesna." Yani İbrahim (a.s.)'in kâfir olan babasına söylediği
"Senin için af talep edeceğim, Allah'a şirk koşmaya devam edersen O'ndan
gelecek azabı senden uzaklaştıramam." sözü hariç, onun bütün sözlerinde
sizin için güzel bir örnek vardır. Bu sözde de onu örnek alıp da müşrikler için
af talebinde bulunmayın. Zira onun bu talebi babasına daha önce vaad ettiği
bir söz üzerine olmuştur. Babasının Allah düşmanı olduğu ortaya çıkınca ondan
uzaklaştı. Velhasıl müşrikler için mağfiret talebi konusunda o size örnek
değildir.
Bazı müminlerin İbrahim (a.s.) babası için mağfiret telep ediyordu, diyerek
şirk üzere ölmüş babalan için dua edip istiğfarda bulunmaları üzerine Allah
Tealâ "Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba
dahi olsalar müşrikler için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de müminlere.
İbrahim'in babası için af dilemesi sadece ona verdiği sözden dolayı idi. O'nun
Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca ondan teberri etti (uzaklaştı).
Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi." (Tevbe,
9/113-114) ayet-i kerimesini indirdi.
Sonra Yüce Allah İbrahim (a.s.) ve yanındaki müminlerin kavimlerinden
ayrılıp onlardan teberri ettiklerinde (her anlamda uzaklaşırlarında) Allah'a
sığındıklarını haber vererek şöyle buyurdu:
"Ey Rabbimiz! Ancak sana güvenip dayandık ve yalnız sana yöneldik.
Son dönüş de ancak sanadır." Yani bütün işlerde sana dayandık, bütün işlerimizi
sana havale ettik, bütün günahlardan tevbe ederek sana döndük, ahiret yurdunda
dönüş ve varış yine sanadır ey Rabbimiz dediler.
İbrahim (a.s.) ve ashabının örnek alınıp uyulması lazım gelen bu dualarının
devamı da şöyledir:
"Ey Rabbimiz bizi o inkâr edenlere bir fitne (konusu) yapma, bizi
af eyle ey Rabbimiz. Çünkü sen mutlak galipsin ve hikmet sahibisin."
Yani, "Ey Rabbimiz kâfirlerin eliyle bizi azap gören, fitneye düşürülen
bir kavim yapma, günahlarımızı setreyle, seninle aramızda olanlarını af eyle.
Çünkü sen mutlak güç sahibi, galip ve kahirsin. Sen mağlup edilemeyen, cenabına
sığınanın zulme uğramayacağı yegâne kudret sahibisin. Sözlerinde ve fiillerinde,
hükmünde ve takdirinde, varlıkları tedbirinde ve onların maslahatına olanı
yapmanda sonsuz hikmet sahibisin. Katade bu duayı şöyle tefsir etti: Ey
Rabbimiz onları bize galip kılma, yoksa kendileri hak yolda oldukları için
bize galebe çaldıklarını zannederek bu yolla bizi fitneye düşürürler."
Mücahid'e göre ise bu duanın manası şudur: "Ey Rabbimiz onların eliyle
bize azap etme. Kendi azabınla da azap etme, yoksa "Bunlar hak yolda
olsaydı bu azaba maruz kalmazlardı." derler."
Sonra Allah Tealâ, İbrahim (a.s.) ve beraberindeki müminleri örnek alma
hususunda yukarıda geçen teşviki tekid ederek şöyle buyurdu:
"Andolsun ki onlarda sizin için, Allah 'ı ve ahiret gününü umanlar
için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah her şeyden müstağni,
her hamde hakkıyla lâyıktır." Yani şüphesiz sizin için İbrahim (a.s.) ve
yanındaki müminlerde güzel bir örnek vardır. Bu örnek olma ancak dünyada ve
ahirette Allah'tan hayır ve sevap bekleyen, ahirette kurtuluş emeli taşıyanlar
içindir. Bu, her mümini Allah'a ve ahirete bir teşvik üslubudur. Kim Allah'ın
emrettiklerinden yüz çevirir O'nun düşmanlarını dost edinir onlara sevgi
beslerse, bu ancak o insanın kendisine zarar verir. Zira Allah yaratılanlara
asla muhtaç değildir. Bütün söz ve fiillerinde yaratılanlar tarafından
övülmüştür, kendisinden başka ne Rab ne İlâh vardır.
Şu ayet-i kerime de bunun bir benzeridir: "Musa dedi ki: Eğer siz
ve yeryüzünde olanların hepsi nankörlük ederseniz, şüphesiz Allah her şeyden
müstağnidir. Hamde lâyıktır." (İbrahim, 14/8).
Sonra Allah Tealâ bu günkü kâfirlerin yarınki müminler olacağı hakkındaki
hayret verici işlerini haber vererek şöyle buyurdu:
"Olur ki Allah, sizinle onlardan birbirinize düşman olduklarınız
arasında yakında bir dostluk peyda eder. Allah hakkıyla kadirdir. Allah çok af
edici, çok merhametlidir." Yani belki düşmanlarınız müslüman olur sizin dininize
girerler de bu düşmanlık dostluğa, nefret muhabbete, ayrılık ülfete dönüşür.
Allah her şeye kadirdir, hata yapıp da onlara sevgi besleyenleri bağışlar ve
onları esirger. Dolayısıyla bu tevbeden sonra onlara azap etmez, rahmet ve
mağfiretine koymak için onlara teveccüh eder. "Olur ki, umulur ki"
manasına gelen "ati" kelimesi ilerde bir şeyin olmasını temenni
ifadesidir. Ancak bu kelime Allah'tan sadır olursa o şey mutlaka olacak
demektir.
Nitekim Mekke fethinden sonra Arapların çoğu müslüman oldu. Daha önce
müslüman olanlarla aralarında kuvvetli bir sevgi meydana geldi, birlikte cihad
ettiler, kendilerini Allah'a yakınlaştıracak güzel amellerde bulundular.
Rasulullah (s.a.) Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe'yi nikahladı,
Mekke fethinden sonra nıüslüman olan Ebu Süfyan Rasulullah'a (s.a.)
karşı eski düşmanlığını terketti. İbni Merdüveyh Ebu Hureyre'den şöyle rivayet
etti: Allah'ın dinini ayakta tutmak için dinden dönenlerle ilk savaşan Ebu
Süfyan'dır, "olur ki Allah, sizinle onlardan..." ayeti onun hakkında
inmiştir. [2]
8- Sizinle din hususunda savaş yapmamış sizi yurtlarınızdan da
çikarmamı olanlara iyilik ve onlara adaletle muamele etmekten Allah sizi men
etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever.
9- Ancak Allah sizi, sizinle din hususunda savaş yapmış, sizi
yurtlannızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlara dostluk etmekten
men eder. Kim onları dost edinirse, işte bunlar zalimlerin ta kendileridir.
"Sizinle din hususunda savaş yapmamış, sizi yurtlarınızdan da
çıkarmamış olanlara iyilik ve onlara adaletle muamele etmekten Allah sizi men
etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever." Yani Allah Tealâ, sizinle sulh
içinde geçinen, kadınlar ve zayıflar gibi sizinle din konusunda savaşmayan ve
sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kâfirlere sıla-i rahim, komşuluk yapma, misafir
etme gibi iyilik ve hayırları yapmaktan sizi men etmez. Ve yine sizin, sözünde
durma, emaneti yerine verme, satın aldığınız şeylerin parasını eksiksiz ödeme
gibi onların hakkı olan şeyi vermenizi men etmez. Çünkü Allah adil
davrananları sever ve onlardan razı olur. Zalimlere ise gazap duyar ve azap
eder.
Sonra Allah Tealâ onlarla yapılan muamelelerde yasaklanan hususları
sınırlandırarak şöyle buyurdu:
"Ancak Allah sizi, sizinle din hususunda savaş yapmış, sizi
yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlara dostluk etmekten
men eder. Kim onları dost edinirse, işte bunlar zalimlerin ta
kendileridir." Yani Allah Tealâ sizi ancak size düşmanlık eden Kureyş
içindeki küfrün öncülerini ve müslümanlarla harp eden diğer benzerlerini,
sizinle savaşan ve sizi çıkarmaya çalışanlara yardım eden diğer Mekke halkını
dost edinmenizi yasaklamakta ve onlara düşmanca davranmanızı emretmektedir.
Sonra Allah onlara dostça davrananlara karşı yaptığı tehdidi tekit
ederek, onları kim dost edinir ve onlarla yardımlaşırsa, işte bunların kendisine
zulmedenlerin ta kendileri olduğunu beyan etti. Çünkü bunlar Allah'ın,
Rasulünün ve Kitabının düşmanı olmaları sebebiyle düşmanlığı ha-ketmiş olanları
dost edinmişlerdir.
"Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira
onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz
Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Maide, 5/51) ayeti de bu
ayetin bir benzeridir. [3]
10- Ey iman edenler! Mümin (olduklarını söyleyen) kadınlar hicret
ederek size geldikleri zaman onları imtihan edin -Allah onların imanını en iyi
bilendir-, mümin oldukların bilirseniz onları kâfirlere geri dön-Bunlar onlara
helâl de-Onlar da bunlara helâl ol-Kocalanmn ödedikleri şeyi (mehri) onlara
verin. Mehirlerini verirseniz sizin onları nikahlamanızda üzerinize vebal
yoktur. Kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın; siz sarfettiğiniz şeyi (mehri)
isteyin, onlar da harcadıkları şeyi istesinler. Bu, Allah'ın hükmüdür.
Aranızda O hükmeder. Allah hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.
11-Eşlerinizden biri kaçar da siz de savaşta ganimet elde ederseniz, eşleri
gitmiş olanlara harcadıkları mehir kadar verin. İman etmekte olduğunuz
Allah'tan korkun.
"Ey iman edenler! Mümin (olduklarını söyleyen) kadınlar hicret
ederek size geldikleri zaman onları imtihan edin." Yani ey Allah'ı ve
Rasulünü tasdik edenler! İman eden kadınlar kâfirler arasından çıkıp hicret
ederek size geldiklerinde, İslâm'da ne kadar samimi olduklarını anlamak için
onları imtihan edin, gelişlerinin sebebini sorun. "İmtihan edin"
emrinin vücubmu, nedb mi yoksa istihbab mı ifade ettiğine dair üç görüş vardır.
Hadise şudur: Rasulullah (s.a.) Hudeybiye günü Kureyş ile bir anlaşma
yaptı. Anlaşma şartlarından biri de, Kureyş'ten kim müslüman olur da
Rasulullah'a (s.a.) gelirse onun Kureyş'e geri verilmesi şeklinde idi. Daha
sonra bazı kadınlar Rasulullah (s.a.) tarafına hicret etti. Allah Tealâ bunların
müşriklere geri gönderilmemesini murat etti ve imtihan edilmelerini emretti.
Bunlara kocasından kaçma, sırf yerini yurdunu değiştirme, dünyevî bir çıkar
peşinde olma gibi bir niyetle hicret etmediklerine, bilakis Allah ve Rasulünü
sevdikleri ve dinini arzu ettikleri için hicret ettiklerine dair yemin
ettirilirdi. Bu şekilde yemin edebilirlerse Rasulullah (s.a.) onların
kocalarına, ödedikleri mehri ve yaptıkları masrafları öder, o kadınları geri
vermezdi.
"Allah onların imanını en iyi bilendir, mümin olduklarını
bilirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin." Yani bu imtihan aslında
sadece zahirdeki bir iştir. Ama hakikatta onların gerçek halini Allah'tan
başka kimse bilmez. Allah size zahire göre hüküm vermenizi emreder, niyetleri
ancak O bilir. Emredilen bu imtihanı yaptıktan sonra, zahire göre sizde onların
mümin olduğu kanaati ağır basarsa onları kâfir kocalarına geri göndermeyin.
Ayet-i kerimede bu kanaat (zan), zann-ı galib ve ictihad ile ulaşılan bir netice
olduğu için "ilim" ile ifade edilmiştir. Kıyas "ilim"
makamında kabul edilir.
İbni Kesir şöyle dedi: Ayetin burası, imanın varlığına yakinen muttali
olmanın mümkün olduğuna dair bir delildir.
Sonra Allah Tealâ yine bu kadınları ilgilendiren hükümleri bildirerek
şöyle buyurdu:
1- "Bunlar onlara helâl
değildir. Onlar da bunlara helâl olmaz." Yani mümin hanımlar kâfirlere
helâl değildir. Kadının müslüman olması kâfir kocasından ayrılmasını
gerektirir. Kâfir erkekler de müslüman kadınlara helâl olmazlar. Müslüman
hanımları müşrik erkeklere haram kılan ayet işte budur. İslâm'ın ilk yıllarında
mümin kadınların müşriklerle evlenmesi caiz idi. Bu sebeple Ebu'l-As b. Rabi
peygamberimizin kızı Zeyneb'in kocası idi. Zeyneb müslüman olduğu halde kocası
müşrik idi. Bedirde esir düşünce Zeyneb, annesi Hatice'den kalma gerdanlığını
fidye yapması için ona verdi. Peygamberimiz bu gerdanlığı görünce çok
duygulandı ve ashab-ı kirama "Zeyneb'in hatırı için esirini serbest
bırakmayı uygun görürseniz öyle yapın." buyurdular.
Peygamberimiz
(s.a.), kızı Zeyneb'i Medine'ye göndermesi şartıyla onu serbest bıraktı.
Ebu'l-As da sözünde durdu ve hanımını Zeyd b. Harise ile Rasulullah'a (s.a.)
gönderdi. Zeyneb hicri ikinci yılda meydana gelen Bedir harbinden sonra
sekizinci senede kocası müslüman oluncaya kadar Medine'de ikâmet etti. Ebu'l-As
müslüman olunca peygamberimiz onu önceki ni-kâhlarıyla, yeni bir mehir
konuşmadan kocasına geri verdi.[4]
Ahmed b. Hanbel İbni Abbas'dan bunu şöyle nakletti: "Zeyneb kocasının
İslâm'a girişinden altı sene evvel hicret etmişti. Rasulullah (s.a.) onu
önceki nikâhı üzere ve yeni mehir ve şahitliğe lüzum görmeden kocası Ebu'l-As a
geri verdi. "[5]
Ayrılışından iki sene sonra geri döndüğünü söyleyenler de vardır.
Abd İbni Humeyd'in Amr b. Şuayb'dan, onun babasından, onun da dedesinden
naklettiğine göre Rasulullah (s.a.) kızını, kocası Ebu'1-As'a yeni bir nikâh ve
yeni bir mehirle geri vermiştir. Yezid b. Harun İbni Abbas hadisinin senet
bakımından daha sağlam olduğunu, ancak tatbikatın Amr b. Şuayb hadisine göre
olduğunu söylemiştir. İbni Abbas hadisine ise cumhur şu cevabı vermiştir:
Muhtemeldir ki henüz iddeti bitmemiş idi. Zira ekseriyetin görüşüne göre koca
müslüman olmadan kadının iddeti biterse mevcut nikâh kendiliğinden sona erer.
2- "Kocalarının ödedikleri
şeyi onlara verin." Yani müşrik kocalarını terkederek hicret eden mümin
kadınların kocalarının ödedikleri mehirleri onlara ödeyin. Bu gösteriyor ki Hudeybiye
sulhu sadece erkekleri kapsamaktadır. İmam Şafiî'ye göre kocasının dışındaki
akrabaları onu isterse kadın geri gönderilmediği gibi mehir de ödenmez.
3- "Mehirleri verirseniz
sizin onları nikahlamanızda üzerinize vebal yoktur.' Yani, ey müminler mehirlerini
verdiğiniz takdirde hicret eden mümin kadınları nikahlamanızda üzerinize bir
vebal ve günah yoktur. Bunun yanında iddetinin bitmiş olması ve velisinin izni
gibi şartlar da bulunması lâzımdır.
4- "Kâfir eşlerinizi
nikâh altında tutmayın." Yani ey müminler müşrik kadınları nikahlamanız ve
mevcut nikâhlarını devam ettirmeniz size haram kılınmıştır. Kimin hanımı kâfir
müşrik ise din ayrılığından dolayı nikâhı sona erdiğinden, o artık onun hanımı
değildir. İslâm'ın ilk zamanlarında müslümanlarla müşrikler arasında
karşılıklı nikahlanma oluyordu. Sonra işte bu ayetle nesh edildi. Bu hüküm
müşrik kadınların haram olduğu konusunda açıktır ve onlara mahsustur. Ehl-i
Kitap olan kadınlara şâmil değildir. Kadın şirkte devam ederse nikâh
kendiliğinden kalkar. İddeti bitmemiş dahi olsa onun kız kardeşiyle veya
beşinci bir kadınla nikâhlan-masına bir mani yoktur.
Daha Önce de geçtiği gibi Misver ve Mervan b. Hakem'den rivayet edilen
sahih habere göre Rasulullah (s.a.) Hudeybiye günü Kureyş kâfirleri ile anlaşma
yaptığı zaman iman eden kadınlardan bazıları Rasulullah'a (s.a.) geldi. Bunun
üzerine "Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldikleri
zaman" ayeti "Kâfir eşlerinizi nikâh altında tutmayın" kısmına
kadar nazil oldu. Bu nazil olunca Hz. Ömer o gün iki tane hanım boşadı. Daha
sonra bunlardan biri Muaviye ile diğeri Safvan ile evlendi.
5- "Siz sarfettiğiniz
şeyi (mehri) isteyin. Onlar da harcadıkları şeyi istesinler. " Yani
hanımlarınız dinden dönerlerse mehirlerini isteyin, onlar da müslümanlar
tarafına hicret eden hanımlarının mehirlerini istesinler. Tefsir alimleri
şöyle dedi: Müslüman kadınlardan dinden dönerek anlaşma yapan kâfirler tarafına
kaçarlarsa, kâfirlere "Bunun mehrini ödeyin." denir, onlardan bir
kadın müslüman olarak gelirse müslümanlara "Bunların mehirlerini kâfir
kocalarına verin." Denirdi.[6]
"Bu Allah'ın hükmüdür. Aranızda o hükmeder. Allah hakkıyla bilendir,
hikmet sahibidir." Yani her iki taraftan mehirlerin geri verilmesi,
Hu-deybiye sulhundaki maddeler ve kadınların bu anlaşmadan istisna edilmesi
gibi yukarıda zikredilenler Allah'ın hükmüdür. Bu hükümler Hudeybi-ye'de taraf
olan müşriklerle ilgilidir. Anlaşmaya girmeyenler bundan hariçtir. Allah her
şeyi bilir, hiçbir şey ona gizli olmaz, kullarının maslahatına neyin uygun
olduğunu çok iyi bilir. Sözlerinde ve fiillerinde derin hikmet vardır, bu
sebeple yalnız hikmetinin muktezası olan şeyi emreder.
İbnü'l-Arabi
şöyle der: "Mehirleri geri verme meselesi sadece o zamana ve o hadiseye
mahsustur. Ümmetin icmaı bu yöndedir."[7]
6- "Eşlerinizden biri
kâfirlere kaçar da siz de savaşta ganimet elde ederseniz, eşleri gitmiş
olanlara harcadıkları mehir kadar verin. İman etmekte olduğunuz Allah'tan
korkun." Yani eşlerinizden biri müslüman iken dinini terkederek dar-ı
küfre gidip onlara katılırsa, siz de Kureyş'ten veya başka kâfirlerden harpte
ganimet elde ederseniz, hanımı firar etmiş olan kocalara aldığınız
ganimetlerden -eğer müşrikler mehrini kocasına vermeyecek olursa-
sarfettikleri mehir kadar verin. Allah'ın size ceza vereceği bir şey yapmaya
teşebbüs etmekten sakının, Allah'tan korkun, hükümlerini ve dinini tatbik edin.
İbni Abbas ve diğer bazı alimler şunu naklettiler: Muhacirlerden birinin
hanımı kâfirlere katılırsa, ganimet henüz beş hisse yapılarak taksim edilmeden
Rasulullah (s.a.) ganimet mallarından bu şahsın hanımına ödediği mehir kadar
ona ödenmesini emrederdi.
Kısacası, kâfirlerin dar-ı küfre dönen kadınların mehrini göndermeleri
gerekir. Bu mümkün olursa ne alâ, olmazsa kâfirlerden elde edilen ganimet
mallarından o kadının mehri müslüman kocasına ödenir.
Zühri ve Mesruk'tan rivayet edildiğine göre kâfirlere kaçan müslüman
bir kadının mehrini müslümanların kâfirlerden istemesi ve müslüman olup
müslümanlara sığınan kadının mehrini kâfirlerin müslümanlardan istemesi
Allah'ın hükümlerinden biri idi. Bu hükmü müslümanlar kabul etti. Müşrikler
reddetti. Bunun üzerine "Eşlerinizden biri kâfirlere kaçar da..."
ayeti nazil oldu.
Hasan-ı Basri ve Mukatil'in rivayetlerine göre de bu ayet, kocası Abas
b. Temim el-Kuraşî'yi terkederek irtidat edip giden Ebu Süfyan'ın kızı Üm-mü
Hakim hakkında nazil olmuştur. Kureyş'ten bundan başka dinden dönen kadın
olmamıştır. O da daha sonra tekrar İslâm'a dönmüştür. [8]
12- Ey peygamber, mümin kadınlar -Allah'a hiçbir şeyi eş tutmamaları,
hırsızhk yapmamaları, zina etmemeleri, evlâtlarını öldürmemeleri, arasında bir
iftira düzüp getirmemeleri, her hangi
bir iyilik hususunda sana asi olmamalan
şartıyla-ana bıatleşmeye geldikleri zaman Matlarını kabul et.Onlar için Allah'tan
mağfiret isteyi-' ver. Çünkü
Allah çok yargılayıcı, esirgeyicidir.
13- Ey iman edenler! Üzerlerine Allah'ın azaP ettit ° kavim ile dost
olmayın ki onlar kâfirlerin kabir ehlinden ümidi kestikleri gibi ahi-retten
ümidi kesmişlerdir.
"Ey peygamber, mümin kadınlar -Allah'a hiçbir şeyi eş
tutmamaları..." Yani Allah ve Rasulüne iman eden kadınlar tevhid ve taat
üzere sana ahit vermek ve biat etmek için gelirlerse onlardan ne bir put, ne
taş, ne melek ve ne de beşer Allah'a hiçbir şeyi eş koşmamak, hırsızlık
yapmamak, çocuklarını öldürmemek, kocalarına onlardan olmayan hiçbir çocuğu
nispet etmemek şartları üzerine biat al. (Zira onlar İslâm'dan önceki cahiliye
zamanlarında kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi).
"Her hangi bir iyilik konusunda sana asi olmamak..." Allah'a
itaat ifade eden her şey buna dahildir. Yani ölenin ardından ağıt yakarak
ağlamak, üstünü başını yırtmak, saçını-başını yolmak, yüzünü tırnaklarıyla yırtmak,
kahretmek, mahremi olmayan erkekle baş başa kalmak gibi dinin nehyettiği veya
emrettiği her şey buna dahildir. Ey Nebi! Bu şartlar üzere onların biatini
kabul et, bundan sonra da onların affı için Allah'tan mağfiret talep et. Allah
kullarının günahlarını affedici, onlara merhamet edicidir. İslâm'dan önce
işledikleri günahlar yüzünden onlara azap etmez, Mekke fethi esnasında yapılan
bu ahde, vefa gösterirlerse onlara bol ecir verir.
Rivayet olunur ki Rasulullah (s.a.) kadınlara hitaben "Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmamanız şartı üzere size biat ediyorum." deyince Uhud
günü Hz. Hamza'ya yaptıklarından dolayı Rasulullah'ın (s.a.) kendisini tanımasından
korkan ve bu yüzden yüzünü kapatan Utbe kızı Hind "Vallahi biz putlara
tapmadık, sen erkeklere koşmadığın şartı bize koşuyorsun: Erkeklere sadece İslâm
ve cihad üzere biat alıyorsun." dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.)
"Hırsızlık yapmayacaksınız" dedi. Hind: "Ebu Süfyan çok cimri
bir adam, ben aç kalmayacak kadar onun malından (sormadan) alabilir
miyim?" dedi. Orada bulunan kocası Ebu Süfyan da "Helâl olsun."
deyince Rasulullah (s.a.) Hind'i tanıdı ve güldü "Sen Hind misin?"
dedi. Bunun üzerine Hind "Allah müşrikleri affetsin." dedi.
Rasulullah "Zina etmeyeceksiniz" deyince Hind: "Hür
kadın zina eder mi?" dedi. Rasulullah "Çocuklarınızı öldürmeyeceksiniz."
yani kızları diri diri toprağa gömmeyeceksiniz, kasten çocuk düşürmeyeceksiniz
deyince Hind "Biz büyütüp yetiştirdik, siz Bedir günü onları öldürdünüz,
siz ve ölenler bunu daha iyi biliyorsunuz." dedi. Hz. Ömer buna çok güldü,
Rasulullah (s.a.) da tebessüm etti. Hind bununla Bedir'de öldürülen oğlu
Han-zala'yı kastediyordu.
Rasulullah "Kocanızdan olmayan bir çocuğu ona nispet edip de
iftira atmayın." dediğinde Hind "Vallahi iftira çok çirkin bir iştir,
bize emrettiklerin olgun ve güzel ahlâktan başka bir şey değil." dedi.
Rasulullah (s.a.) "İyi olan (maruf) hiçbir hususta bana asi olmayın"
dediğinde Hind: "Vallahi içimizde herhangi bir hususta sana asi olmak
olsaydı şu mecliste bulunmazdık." dedi.
Burada zina umumidir, Rasulullah (s.a.) bir hadisinde "Eller zina
eder, gözler zina eder, ayaklar zina eder, organ da bunu ya tasdik eder veya
tekzip eder."[9]
buyurmuştur.
Rasulullah (s.a.) "Yanaklarını tokatlayan, yakasını yırtan ve
cahiliye davasına kalkışan bizden değildir."[10]
diyerek ölenin ardından ağıt yakmanın, yas tutmanın haram olduğunu teyit
etmiştir.
Urve b. Zübeyr Hz. Aişe'den şöyle rivayet etti: Utbe kızı Fatıma biat
etmek üzere Rasulullah'a (s.a.) geldi. Rasulullah ayette geçen "Allah'a
şirk koşmama, hırsızlık yapmama, zina etmeme... şartlarını sıralayınca kadın
utancından elini başına koydu. Onun bu hareketi Rasulullah'ın (s.a.) hoşuna
gitti. Hz. Aişe ona: "Hanım! Bunları kabul et, vallahi bizim biat ettiğimiz
şeyler de bunlardan başka değildi." dedi. O da "Evet" dedi.
Rasulullah (s.a.) ayetteki şartlar mucibince ona biat etti.
Bu şartlar sadece kadınların biatine mahsus değildir. Erkekler de bu
şartlar üzerine biat etmişlerdir.
Buhari Ubade b. Samit'ten şunu rivayet etti: Rasulullah'ın (s.a.) yanında
idik. Kadınların biat şartlarını ihtiva eden ayeti okuyarak "Bu şartlar
üzerine bana biat eder misiniz? Sizden kim bu ahdine vefa gösterirse ecri
Allah'a aittir, kim de bunlardan bir şey irtikap eder de cezalandırılırsa bu
ona keffarettir. Kim bunlardan bir şey irtikap eder de Allah onu gizlerse (yani
dünyada cezasını çekmezse) onun işi Allah'a kalmıştır, isterse azap eder
isterse af eder." dedi.
Muhammed b. İshak ve İbni Ebi Hatem'in yine Ubade b. Samit'ten rivayet
ettiğine göre o şöyle dedi: Ben birinci Akabe biatine katılanlar içindeydim,
on iki kişi idik, henüz cihad farz kılınmamıştı. Kadınların biat şartlan yani
ayette zikredilen bu şartlar üzerine biz de Rasulullah'a biat ettik. Rasulullah
(s.a.) da "Eğer sözlerinizde durursanız size cennet vardır."
buyurdular.
Sonra Allah Tealâ surenin başında olduğu gibi sonunda da kâfirleri dost
edinmekten nehyederek şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler, üzerlerine Allah'ın gazap ettiği o kavim ile
dost olmayın ki onlar, kâfirlerin kabir ehlinden ümidi kestikleri gibi,
ahiretten ümidi kesmişlerdir." Yani, ey İslâm mesajına iman edenler!
Allah'ın gazap ve lanet ettiği, rahmetinden tardedip uzaklaştırdığı Yahudi,
Hristiyan ve diğer kâfirleri dost, yardımcı ve ahbap edinmeyin. Onlar öldükten
sonra dirilmeye inanmadıkları için ölülerinin dirilmesinden ümidi kestikleri
gibi, Allah'a ve ahiret gününe iman etmek için mevcut bunca delil ve mucizelere
rağmen küfür ve inatları yüzünden ahirete iman edemez hale geldiler ve Allah'ın
ezelî hükmünde ahiret sevabından ve nimetlerinden ümidi kestiler.
İbni Abbas şöyle dedi: Allah Tealâ, Hatıb b. Ebi Beltea'yı kastederek
"Yahudileri ve müşrikleri dost edinmeyin." buyurdu. Bir kısım fakir
müslü-manlar Yahudilerden birtakım ihtiyaçlarını temin edebilmek için
müslü-manların haberlerini onlara aktarıyorlardı, bundan nehyolundular. Yahudiler
Rasulullah'ı (s.a.) çok iyi tanıdıkları halde iman etmediler ve bu sebeple
ahiretlerini ifsad ettiler. Öldükten sonra dirilmeye iman etmeyen kâfirlerin,
ölülerinin diri olarak geri dönmesinden ümidi kestikleri gibi ahiretten ümidi
kestiler. Onların bu ümitsizliğinin sebebi Rasulullah'ın (s.a.) peygamberliğini
yalanlamalarıdır. [11]
[1] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/389-391.
[2] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/395-398.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir,
Risale Yayınları: 14/401-402.
[4] İbni Kesir, IV/351.
[5] Ebu Davud, Tirmizi ve İbni
Mace de rivayet etmişlerdir.
[6] İbnü'l-Arabî,
Ahkâmu'l-Kur'an, IV/1786.
[7] a.g.e. Kurtubî, XVIII/68.
[8] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/405-409.
[9] Müslim'in Ebu Hureyre'den
rivayetinde bu hadis şu lafızlarla gelmiştir: "Her insana zinadan bir pay
yazılmıştır, çaresiz onu yapar: Gözler, zinası bakmaktır, kulaklar, zinası
dinlemektir, dil, zinası konuşmaktır, eller zina eder onların zinası tutmaktır,
ayaklar zina eder onların zinası zinaya yürümektir, kalp arzu ve temenni eder.
Organ bunu tasdik veya tekzip eder."
[10] Ahmed, Buhari, Müslim,
Tirmizi, Nesei ve İbni Mace İbni Mesud'tan rivayet etmişlerdir.
[11] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 14/415-417.