1. Ahmed'in Salih Bir Alim Olduğunda İcma' Vardır.
2. Hem Hadîs, Hem Fıkıh Alimidir.
3. Fıkha Dair Kavillerini Talebeleri Toplamıştır.
4. Nakillerde İhtilâf ve Hanbeli
Fıkhının Nisbeti Mes'elesi.
5. Ortaya Atılan Şüpheleri
Tetkikteki Metodumuz:
6- Mezhebin İki Özelliği: Hadis'e dayanması, Muamelatta Serbestiyi
Kabulü.
7- Mezhebin Usûl ve Kaideleri.
8- Usul İle Kaideler Arasındaki Fark.
Ebu Sevr, İmam Ahmed İbn-i Hanbel hakkında şöyle der:
«Eğer bir kimse: Ahmed b.: Hanbel
cennet ehlindendir derse, bundan dolayı asla kınanamaz. Çünkü, bir adam
Horasan'a ve o tarafa gitse, oradakiler ona şüphesiz: Ahmet İbn-i
Hanbel iyi adamdır, salih
kimsedir, derler. Eğer Şam, Suriye Irak tarafına gitse yine O'na: Ahmed b. Hanbel iyi adamdır, salih kimsedir, derler. İslâm diyarının her tarafında bu
ses duyulur. Bu söz çalkalanır. Bu bir icma'dır. Eğer
bu sözden dolayı bir kimse kınanırsa, o zaman icma'
batıl olur. kıymeti kalmaz.»[1]
Bu söz, Ahmed b. Hanbel'in çağdaşı olan
fıkıh ve hadîs âlimi bir zatın O'nun hakkındaki sözüdür. Bu söz, Ahmed b. Hanbel'in onun nezdindeki derecesini anlattığı gibi, o asırdakilerin
hepsinin nazarında onun yüksek mevkiini göstermektedir. Uzak-yakın bütün İslâm
diyarı O'nun salih kimse - iyi adam olduğunda ittifak
etmekte, bu hususta icma' münkaid
olmakta. O'nun namı her tarafa yayılmakta; O'nun fazilet ve salahı, takvası,
imanının kuvveti, zühdü dillere destan olmuş, söylenmektedir. Madem ki, icma' İslâm'da bir delildir. Ahmed
b. Hanbel'in salih bir
kimse olduğunda icma' delili vardır, bunda hiç
şüpheye yer yoktur, bu şüphe götürmez bir husustur.
Hakikaten Ahmed b. Hanbel, hayatında en
büyük sınavdan geçti ve bunu en güzel şekilde kazandı. Nefsi cilalandı. En
şiddetli bir fitnede denendi, ondan, altın potedan
tertemiz çıkar gibi temiz çıktı., yabancı, yaramaz şeylerden arınarak halis bir
halde kaldı. İmam Ahmed, dünya ve onun yalancı
ziynetleriyle imtihana çekildi, aldanma-dı. O'nun da
bu hayatın iyi şeylerini isteyen bir nefsi vardı, fakat o nefsin arzularını
yendi, onu ihtişamdan kesti, şüpheli şeyleri bırakıp şüphe olmryanlara
sarıldı. Rahat O'nu çağırdı, o'na bakmadı, hayatın zevkleri O'nu aldatmadı,
onlara gönül kaptırmadı. Cilalı, yalabık cisimlere, kir pas bulaşmadığı gibi
O'nun kalbinin üstünden de kötü şeyler kayıp gitti. O, yokluk ve bolluk, darlık
ve varlık her ikisiyle denendi. Darlık O'nun kalbini çiğnemedi, varlık O'nun
aklını çelmedi.
Abbasi Halifelerinden
dördü O'nu sınava çekti, denedi. Bu sınavdan faziletli bir kişi olarak çıktı.
Bu halifeler O'nu türlü türlü denediler, Halife Me'mun O'nu zincirle bağladı, ellerine kelepçe vuruldu.
Mesafenin uzaklığına, meşakkatin büyüklüğüne bakılmaksızın bu ağır demirler
içinde elleri kelepçeli olarak sorguya getirildi. Halife Mu't
esi m O'nu hapse attı, kırbaçlattı. Halife Vâsik O'na
tazyik yaptı, dersten, fetvadan menetti, hürriyetini kıstı. Fakat O bütün
bunlar karşısında boyun eğmedi, inancından ayrılmadı. Bu belâlardan sonra,
O'nun için daha ağır olan en büyük belâya uğradı: Bu defa Halife Mütevekkil
O'na bol bol İhsanda bulunup O'nu nimete garketti. Fakat dünyaya önem vermeyen Ahmed,
bu defa onları dik dik bakarak reddetti, eliyle itti.
Halbuki o zaman yokluk içinde kıvranıyor, açlıktan karnına taş bağlıyordu. O
helal olup olmadığında şüphe olan bir şeyi ağzına koymazdı, ondan sakınırdı.
Bunlardan sonra Ahmed, bu muttaki ve zâhid âlim,
bir insanın başına gelebilecek en büyük belâya maruz kaldı ki, o da insanların
O'nu beğenip O'na hayranlığıdır. Bütün belalara, başına gelen bunca felâketlere,
kendine güveni sayesinde üstün gelip galebe çaldı. Bu O'na hiç gurur vermedi,
kibir getirmedi. Bütün bunlar karşısında O, Allah'ın izzet ve celâline, azamet
ve kibiryasına bağlı, mütevazı tabiatlı bir mümin
vasfını yitirmedi. Medİh ve sena bütün övgüler O'nu
aldatmadı. Böylece O büyük belâlardan kurtuldu. Zira şeytan felâket ve belâ
içinde olduğu gibi nimet ve rahat içinde de insanı aldatmaktan âciz kalabilir.
Fakat medih ve sena, övgü karşısında kibir gurur ve
kendini beğenmek gibi hastalığa kapılan'ı aldatıp
baştan çıkarır. Fakat Ahmed, bu muttaki ve zahid âlim, şeytanın bütün kapılarını kapadığı gibi onun bu
yolunu da tıkadı. Övgü sevdası, sevgisi O'na yaklaşamadı, kibir ve gurur uçurumuna
sürükleyemedi. O medih ve senadan nefret ederdi,
O'nun en
büyük belâ olduğunu
bildiğinden ondan kaçardı. Allah O'na bol bol rahmet
eylesin, şöyle derdi: «Ne olur, bir yolunu bulsam bir yana gitsem de adım
unutulsa, anılmasam... Mekke'nin bir vadisinde olmak isterim, tâ ki hiç
tanınmayayım; Ben şöhret belâsına uğradım. Ben sabah, akşam ölümü istiyorum..»
«Ahmed
b. Hanbet, salih bir
kimseydi.» İşte bütün İslâm ülkelerinde söylenip çalkanan doğru bir söz. Bu
söz, Ahmed, sağ iken söylenirdi. Ölümünden sonra
tarih O'nu nesiller boyunca böyle tescil etti. Tarih boyunca insanlar bunu birbirinden
hep bu açıklık içinde aldılar. Bu söz, Ahmed'in tam
suretini gösteren, hüviyetini açan bir anahtardır. Bakıyoruz o: Hadis âlimidir,
ve salih bir kimse olarak. O, fıkıh ve salah ile
vasıflanan bir fakihtir. O öyle salih
bir fıkıh âlimidir ki, bu salahı O'nu fıkıh alanında sonuna kadar gitmekten alıkordu. Başkalarının yürüdüğü yerde o dururdu,
başkalarının kesin hüküm verdiği şeyde o tereddüt ederdi ve bunu salah ve
takvasından yapardı. Başkasının kesin konuştuğu yerde o manada dururdu.
Diğerlerinin çabucak fetva verdiği mes'elede O,
düşünür kalırdı.
Bunlardan dolayı O'nun
fıkhında Hadis ve nakil temayülü çoktur. Eser ve rivayet edilmeye dayanır.
Hattâ geçmiş bazı âlimler O'nu fakih değil, muhaddis hesap ederler. Bakıyoruz, İbn-i
Cebîr Taberi, İhtilâf-ı fukaha
kitabında O'nun mezhebini zikir etmemektedir. Taberî
O'nun için şöyle derdi: «O, hadîs âlimidir, fıkıh âlimi değil!» Hattâ bu
sözünden dolayı başı belâya girdi, evi taşlandı. Tahâvi,
Debusî, Nesefl, Gazali gibi
hilâfiyyat inceleyen bazı fukaha
O'nu zikretmezler, O'nu hiiâfiyata yer veren fukahadan saymazlar. İbn-i Kuteybe Eimaârifinde O'nu fukaha sırasında kaydetmez. Makdisî,
AhsenüMekasim'de O'nu hadîs âlimleri arasında
zikreder.
Kadı İyaz, Medarık'de şöyle der:
O,mehazının bakış mükemmelliği yönünden fıkıh imamlarından geride kalır. O'nun
fıkıhta imam sayılmasını kabul etmeyenler, fıkha dair bir kitabının
bulunmadığını, ancak Müsned kitabının nakil olduğunu
ileri sürerler. Halbuki O'nun asrında fıkha dair kitap yazmak çoğalmıştı.
Muhammed b. Hasan, Irak fıkhını topladı, Ebu Yusuf
fıkha dair nice kitaplar yazdı, İmam Şafii kitaplarını yazıp mezhebin.! tedvin
etti. Halbuki tarihçilerin ittifakla kaydına göre,
İmam Ahmed'in bu konuda bir eseri yok. Bu da O'nun fakih değil, hadis âlimi olduğunu gösterir veya en azından
hadis tarafının, fakih yönüne üstün geldiğinin
delilidir. Şüphesiz hadis âlimleri içinde fıkıh mes'eJele-rinde
fikir yürütenler vardtr. Meselâ İmam Buharı ve keza
İmam Müslimin fıkıh yönü vardır, bu onları hadis
âlimleri sırasından çıkarıp da fukaha arasına katmaz.
İtibar galip olan yönedir. Hadis ilmiyle fazla meşgul olan onda ihtisas kazanır
ve hadis âlimi olur. Kim ki çok fetva verir ve onunla uğraşırsa o da faklh olur. Bu her iki vasfın, İmam Malik'te olduğu kadar,
birbirine yaklaşıp kaynaştığı başka bir kimse yoktur, O bu hususta tekdir.
Bizim kanımızca Ahmed b. Hanbel, Hadis âlimi
olmakla beraber O bir fakihtir. Yalnız O'nun hadis
yönü daha kuvvetli olduğunu da itiraf ve ikrar etmekteyiz. Fıkha dair tedvin
olunmuş eser de bırakmıştır. Nasıl ki hadise dair, o büyük müsnedi
bırakmıştır. Ve o kendisinden sonra, beklediği gibi imam sayılmıştır. Ondan
talebeleri O'nun kavillerini, fetvalarını, görüşlerini toplamışlar, böylece
O'nun namına toplanan bunlar O'na nisbeî olunmuş ve
bir fıkıh mecmuası meydana gelmiştir. Rivayetleri bazen birbirine muhalif
düşse de, çok defa uygun düşer. O, sırf hadis ile şöhret buldu diye, biz
ulemanın kabul ile karşıladığı bu fıkıh mecmuasını bir tarafa bırakamayız ve o
fıkha dâir kitap yazmadı diyemeyiz. Asrında ilimleri tedvin başlamıştı,
talebeleri de O'nun kavillerini toplamışlardır, bu O'na yeter.
İbn-i Kayyim de O'na bu görüşle
bakmaktadır. İlamül-Muvakkin'de
İmam Ahmed'in fıkha dair kitap yazmamış olmasını şu
sebebe bağlarlar: O, hadisten başka konularda kitap yazmayı hiç hoş
görmüyordu. Fakat Allah Teâlâ O'nun iyi niyetini
bildi ve O'nun yerine talebeleri O'nun sözlerini ve fetvalarını yazıp
topladılar. İbn-i Kayyim
bunu şöyle açıklar:«Talebesi Haliâl O'nun kavil ve
fetvalarını Câmiul-Kebirde topladı, 20 kitaptan daha
çok oldu. Fetvaları, mes'eleleri rivayet olundu,
insanlar asırdan asra onları nakil edip konuştular. Her sınıftan ehli sünnete
imam ve rehber oldu. Hattâ ictihad bakımından O'nun
mezhebine muhalif olup başkasını taklid edenler de
O'nun kavillerini ve fetvalarını saygı ile karşılarlar ve onların dinî naslara: âyet ve hadise, ashabın fetvalarına yakınlığını,
itiraf ederler. O'nun fetvalarına ve ashabın fetvalarına bir bakıp onları karşılaştıranlar
birinin diğerine ne kadar uygun düştüğünü görür. Bunların hepsi sanki bir ışık
kaynağından çıkmıştır.»
İmam Ahmed, (Allah ondan razı olsun) fıkha dair bir kitap yazmadığına,
hatta bundan başkalarını da nehyettiğine ve hadis
okumaya sarılmazlar diye talebelerine yazılmış fıkıh kitaplarını okumayı bile
yasakladığına göre, O'nun fıkhının nakli hususunda itimad
olunacak şey, talebelerinin O'ndan yaptıkları rivayet ve nakillerdir. Onlar,
O'nun kavillerini, fetvalarını uzun uzun yazılmış
kitaplara toplayıp naklettiler, hattâ bazısı 30 cüz'ü buldu, yalnız bu
nakillerde bazı ihtilâf oldu. Madem ki, rivayetin esası nakildir , İmam kendisi
fıkhını kitap halinde yazmadı, nakil edenler ihtilaf ederler ve nakil olunan
sözler de birbirinden far-klı olur; tercihler değişik
olur. Bakıyoruz ki, bazı tabakat yazarları, bazı
talebeleri hakkında söz ediyorlar. Bakıyoruz, İbn-i Ferrâ' Tabakatında: Ebû Bekir Mervezl, Esrem, Harb ve diğerlerinden nakiller yapıyor ve diyor: Bir
çokları Hanbeli fıkhını naklettiler ve onları bu
büyük imama nisbet ettiler. Diğer yandan bakıyoruz,
bazı eser yazarları şöyle demekte: O iki salih ve
doğru kimse, kötü arkadaşlara çattılar. «Cafer b. Muhammed ve Ahmed b. Hanbel.» Cafer b.
Muhammed, Şia imamlarından Muhammed Bakır'ın oğlu Cafer Sadık, İmamiye fıkhın-daki bir çok
kaviller O'na nisbet olunmuştur. Ahmed
b. Hanbel'e gelince, o daha beterine uğradı, bazı Hanbeliler inançta O'na bir takım (mücessime)
şeyleri isnad ettiler. Bu böyle olunca, şüphesiz ki Hanbeli fıkhının İmam Ahmed'e nisbeti ne kadar doğrudur, bu şüphe uyandırır, en azından
bir kısmına gölge düşürür. Çünkt râvinin
doğruluğu hakkındaki şüphe, O'nun rivayet ettiğine de geçer, onun sıhhati
zedelenir.
Hanbeli fıkhının İmam Ahmed'e nisbeti etrafında uyandırılan şüpheler bunlar. Mezhepleri
okumaktaki yolumuz, sadece onları mevzuları bakımından incelemek olsa, meselâ Hanbeii fıkhını teşkil eden fıkıh mecmuasını, o mezhebin
fikir ve yön bakımından bir kitabı olarak ele alsak, onun o imama nisbetinden bahsetmeksizin yalnız onu okuyup incelemekle
iktifa ederdik, fakat biz mezhebin imamını ve fıkhını inceliyoruz,
öğreniyoruz. Öyleyse bize gereken şey: Bu fıkıh mecmuasının imama olan nisbet derecesini araştırmaktır. Onun etrafında uyandırılan
şüpheleri, yaratılan zanlan eleştirmektir. Ya onları isbat veya reddederiz,
yahut da onların kuvvet ve zaaf derecesini meydana çıkarırız.
Oriun için etrafında şüphe uyandırılan bu şeyleri tetkik
etmemiz bize düşen bir vazifedir. Ancak derhal İtiraf edelim ki, ulemanın
yüzyıllar boyu muhtelif asırlarda kabul edegeldiği
mukarrer umuru tetkik ederken bizim tuttuğumuz yol, onun batıl olduğuna delil
bulunmadıkça, bizim de onu onlar gibi kabul etmemizdir. Zira bir şeyi ulemanın
kabul edip benimsemesi, telakki bilkabul eylemesi,
zahiren onun doğruluğuna, nisbetinin sıhhatına şâhid sayılır. Çünkü
onu ondan talebesi, arkadaşları nakil ettiler, onlardan sonra gelen tabaka da
onların sözlerini kabul ettiler. Onlardan sonra gelenler de onların bu
nakillerini tasdik ederek almış oldular. Zamanların birbirine yakın olması
İtibariyle birbirini pekiştiren bu şehadet, reddolunmaz derecede kuvvetlidir, meğer ki aksine bir delil
buluna ve onu kökünden sarsacak birşey beyan oluna. Çünkü
zahir bunun doğruluğuna şahittir. Zahir olan birşey,
hilâfına delil bulunup bozulmadıkça, reddolunamaz.
Eğer ulemanın kabul ettiği mukarrer olan şeyler, şüphe ile batıl olacak, zanlar
onları çürütecek olsa, o zaman ortada tarih kalmaz, nakiller çürür, İnsanlar
eskilerin ilimlerinden faydalanamaz, onların nisbeti
sahih olmaz. Hiçbir kimsenin sözü nakil olunamaz.
İşte bundan dolayı
biz, Hanbeli fıkhının Ahmed'e
nisbetini kabul ediyoruz, çünkü bu mukarrer bir
usuldür. Ve onurr etrafında uyandırılan şüpheleri
inceliyoruz. Bu şüpheleri gelişi güzel almıyoruz. Ancak bir fetvanın veya
kavlin O'na nisbetinin batıl olduğu delil ile sabit
olursa, o zaman ona göre hükmümüzü veririz. Her hangi bir şüphe ve zandan ötürü
bütün mezhebin ona nisbetini toptan reddedemeyiz.
Söylenen bir şeyi de ihmal edip bir yana atmayız. Tetkik ederiz,
karşılaştırırız, kıyas ederiz, ölçeriz. Tetkik sonucu her şeyin hakkını
veririz, vardığımız neticeyi açıklarız. Mukaddime ile netice arasında kapanıp
kalmayız, delil ile onun götürdüğü sonuca bağlıyız. İlmi metoddan
ayrılmayız, ilmin gereğine uyarız.
Biz mezhebin Ona nisbetini tetkik ettikten, daha doğrusu O'na nisbeti etrafında uyandırılan şüphelen giderdikten sonra, Hanbeli Mezhebini tetkike başlayacağız. Göreceğiz ki, o
geniş, bereketli, canlı bir mezheptir. Onda başlıca iki unsur görünür ki, ikisi
de onu kuvvetle beslemiş, bu sayede, diğer fıkıh nev'ilerinden
ayrı olarak muamelât hususunda daha geniş ve müsaid
olmuştur. O unsurlar da şunlardır:
1- Ahmed b. Hanbel fıkhı, rivayete
dayanan bir fıkıh, Hadis fıkhı olup onda bu eser en kuvvetli bir surette
tecelli etmekte, en açık şekilde görünmektedir. O , sahabenin görüşlerini,
kavillerini seçer, eğer mes'ele hakkında sahabeden
iki kavil varsa onlardan birini seçip alır veya bazen her ikisini de alır.
Böylece ona göre mes'ele hakkında iki görüş olmuş
olur. Bunu esere uymak için yapar. Çünkü O, Ashabı Kiram'dan
bu yüce kişilerin görüşleri arasında nas'a
dayanmaksızın bir tercih yapmak için kendisinde hiç bir hak ve salahiyet
görmüyor. Çünkü tercih yapmak, iki taraftan birinde noksanlık, diğer tarafta da
kemal görmeği icabeder. O ise nass
olmadan kendisinde böyle bir hak görmüyor. O selefin yolunun tesirinde
kaldığından ve ashabın izini takip ettiğinden, nass olmıyan hususlarda ictihad yapıp
fetva verirken bu hususta da ashaba uymakta, onlar gibi yapmağa özenmekte, nassla değilse bile, hiç olmazsa benzeme yoluyla bunu
yapmaktadır.
2- Muamelât
hususuna gelince, burada daha müsamahalıdır ve nass,
menkul eser veya bu ikisine kıyas yoluyla verilmiş bir hüküm yoksa, o zaman işi
İbâhai aslıya kaidesince'serbest
bırakır. Çünkü eşyada asıl olan mubah olmaktır. Onun için akidlerde
ve şartlar hususunda İslâm fıkıh mezhepleri arasında en geniş olanıdır.
Mukavele serbestisi tanır. Akidler ve şartlarda asıl
olan sıhhattir, meğer ki nassta yasaklanmış birşey ola. Akdin sıhhatına delil
istemez, İbâhai asliye delili yeter. Halbuki diğer
cumhur fukahası akdin sıhhatına
delil ister. O akdi sahih sayar, batıl olduğunu iddia edenlerden buna delil
ister. İleride, bu mezhebin muamelâtta ne kadar geniş olduğunu, mukavelelerde
serbestiyi aldığını, her şartı kabul ettiğini göstermek için, bunu ayrıca ele alacağız.
Biz bu mezhebi tetkik ederken, iki şeyi behemehal
incelemek zorundayız:
1- Bu
mezhebin hüküm çıkarırken, dayandığı usul nedir? Fer'î mes'eleler
o usule göre nasıl alındı?
2. Fer'i mes'elelerı rabt altına alan umumi
kaideler nelerdir? Türlü türlü birçok mes'eleleri toplayan nedir? İctihad
meyvelerini veren ana temel nedir?
Zira bu usul ve
kaidelerin hepsi İmam Ahmed b. HanbePin/yaptığı
şeyler değildir. Bunlar tafsilâtiyle ondan nakil
olunmamıştır.: Bunlar ondan sonra tafsilâtiyle
açıklanmış, fer'i mes'elelerden çıkarılarak , istinbat için temel bir asıl veya bir kaide haline
sokulmuştur.
İleride yeri gelince
açıklanacağı üzere asıl ile kaide arasında fark. vardır.
Asıl: Fer'i mes'eleyi çıkarma yoludur. O vücut bakımından daha öncedir.
Mes'ele o asıla göre hal olunur. Birçok imamların
kurduğu usulü, füru'dan çıkarılmış ise de usul yine önce gelir.
Kaide: ise birbirine
benzeyen fer'i mes'eleleri rabt
ve zabt altına alan umuma şamil bir kuraldır. O
füru'dan sonra gelir, onlardan alınmıştır. O für'u
bilme yolunu kolaylaştırır. İleride açıklanacaktır.