İMAM AHMED'İN TALEBESİNDEN BAZILARI
60- Oğlu ve Talebesi Salih: 209
H./902 M.
61- Oğlu Abdullah: 213-290 H.
828-902 M.
62- Atımed b. Muhammet! b. Hâni
Ebû Bekr Esrem: 273 H. 886 M.
63- Abdulmelik b. Abdültıamid
Mihran Meymûnî (274 H. 887 M.)
64- Ahmed b. Muhammed b. Haccac
ebû Bekr Mervezı: 275 H./888 M.
65- Harb b. İsmail Hanzali Kirmanı:
280 H./893 M.
66- İbrahim b. İshak Harbi: 311
H./923 M.
67- Ahmed b. Muhammed b. Harun
Ebû Bekr Hallâl:285 H./893 M.
68- Hatların Mezhebe Hizmetleri:
69- Hallâl Naklinde Dikkatli
Davranmıştır:
70- El-Câmİ-i Kebir Kitabı
Mezhebde Mu'teber Tutuldu:
71- Hanbeli Fıkhının Nakili olan
Hallâl'in Cami-i Kebiri
72- Hallâl'dan Sonraki Nakiller:
73- Ömer b. Hüseyin Harakti:334
H. 945 M.)
75- Abdülaziz b. Cafer Gulamı
Hallâl: 363 H./973 M.
İmam Ahmed'den ders
alanlar pek çoktur. Hanbeliler belki bunların sayısında biraz mübalağa
yapıyorlar, fakat mübalağa adedini in-dirsek bile, geri kalan yine az değil.
Biz onun ilmini yaymada büyük gayret gösteren talebesinden bir kısmını seçip
tanıtacağız:
1- Salih b.
Ahmed b. Hanbel: İmam Ahmedin büyük oğludur. Babası onun terbiyesine çok itina
etti. Kendisi gibi zühd ve takva sahibi olmasına çalıştı. Onun terbiyesinde
tuttuğu yol, güzel örnek olacak bir yoldur. Güzel ahlâk sahibi olmayı pratik,
müşahede yoluyla sağlamayı, tatbikata önem vermeği aşılar. Şöyle ki, İmam
Ahmed'i ziyarete, takva sahibi güzel ahlâklı bir zat geldiği zaman, oğlu
Salih'i onu görsün diye yanına çağırırdı. Salih şöyle demektedir: «Zahid bir
adam geldiği zaman, babam bana birini gönderir, onu göreyim diye beni çağırırdı.
Çünkü benim onun gibi
olmamı İsterdi. Beni onlar gibi görmeği arzu ederdi.»[1]
Salih'in ailesi
kalabalıktı. Çok cömerdi. Geçimini sağlamak için Tarsus kadısı oldu. Vazifeye
başladığı zaman ağladı. Çünkü o da babası gibi devlet vazifesi almak peşinde
değildi, babasına muhalif hareket etti diye üzüldü. Fakat çaresizdi, borcu
vardı, ailesi kalabalıktı. Kendisi şöyle mazeret göstermişti: «Allah biliyor,
bu işe borcumdan ve ailemin kalabalık olmasından dolayı girdim. Allah'a
şükürler olsun.»
Salih, fıkıh ve Hadisi,
babasından ve diğer hocalardan okudu. Babasının fetva vermiş olduğu bir çok
fıkıh mes'elelerini halka nakledip yaydı. Hanbeli fıkhının nakili olan Ebû Bekr
Hallal, onun hakkında şöyle der. «Babasından bir çok mes'eleler öğrendi, halk,
tâ Horasan'dan yazıp ona mes'eleler sorardı. Yani bunları babasına sorup
cevabını yazmasını isterlerdi, o da bunu yapardı. Böylece babasının hayatında
ve daha sonra onun fıkhını neşretmiş oldu.»
İhtiyaç sevkıyla,
babasının yoluna aykırı olsa da, kadılığı kabul etmesi, onun hayrına oldu. Çünkü
babasının fıkhını ameli surette tatbik etmiş oldu, daha önce öğrendikleri
nazari idi, şimdi kadılıkta tecrübe edildi, İmam Ahmed'in mezhebi sünnete
dayalı olduğundan, sünnet fıkhına dayalı kadılık tatbikata kondu.
Salih 366 H. 976 M.
yılında vefat etti.
2- İmam
Ahmed'in oğlu Abdullah 213 yılı Cemaziyelevvel ayında doğdu. Babası, onun
terbiyesine de kardeşi Salih gibi çok dikkat etti. Abdullah, Hadis ilmine çok
meraklıydı. Babası onu, buna teşvik etti ve o da iyi yetişti. Daha önce de
söylediğimiz gibi, şöyle derdi: «Oğlum Abdullah Hadisten nasibini aldı, benim
ezberimde olmıyanları benimle
müzakere ediyor.»
Abdullah babasından ve
diğerlerinden Hadis rivayet etti. Başkalarından öğrendiklerini babasıyla
müzakere ederdi. Kardeşi saiih, babasının fıkhını nakle önem verdiği, Ebû Bekr
Hallâl'ın dediği gibi, en iyi mes'eieleri rivayet ettiği gibi, Abdullah da
babasının Hadislerini rivayete itina gösterdi. Müsned'i tamamladı ve rivayet
etti. Ona bazı ziyadeler yaptı. Müsned'den bahsederken onun Hadisteki yerini
belirttik: Oraya bak. Abdullah 290 yılında^ldü.
3- İmam
Ahmed'in en değerli birtalebesidir. Daha önce fıkıh, tahriç ve ihtilaf ilimleriyle
meşguldü. Ahmed ile görüştükten sonra, Hadis eser ilmine döndü. Kendisi şöyle
demiştir: Ben fıkıh ve ihtilafla meşguldüm. Ahmed b. Hanbel'e devama başlayınca
bunları bıraktım.»[2]
İmam Ahmed'den ders
almağa devam etti. Ahmed'den yalnız ders değil, onun ahlakını, zühd ve
takvasını da benimsedi. Ahmed'in talebelerini de takvaya davet eder ve şöyle
derdi: «Ahmed İbni Hanbel, talebesinin üstüne himaye kanadını germiş bir
zattır. Onun talebesinin Allah'tan korkmaları ve Allah'a karşı âsi olmamaları
gerekir, tâ ki Ah-med'i küçük düşürmesinler, leke getirmesinler.»[3]
Mü'mine sükût
yaraşır.derdî.Konuştuğu zaman sözü nasihat ve irşad olmalıdır. Bir risalesinde
şöyle der: «Sözün çoğu fitne çıkarır. İnsan gereği kadar söylemeli... Söz gümüş
ise, sükût altındır,» demişler!
Bu risalesinde üstadı
Ahmed hakkında şöyle der: «Üstadımız Ahmedi (AHah ondan razı olsun) kaybetmekle
ne kadar büyük bir musibete uğradığımızı ilim ehli bilir. Ebû Abdullah Ahmed b.
Hanbel bizim imamımız, muallimimizdi, 60 yıldan beri, bizden öncekilerin de
muallimiydi. Alimin ölümü öyle bir musibettir ki, dayanılmaz, o kapanmaz bir
gediktir, doldurulmaz bir boşluktur. Alim alimden farklıdır, üstünlük
dereceleri ayrı ayrıdır.»[4]
O da, İmam Ahmed'den
bir çok mes'eie nakletti, Hadis de rivayet etti. Ondan naklettiği mes'elelerden
biri Lahn ile Kur'an okumanın bid'at olduğudur. Diyor ki, Ebû Abdullah Ahmed'e,
Lahn ile Kur'an okumağı sordum, her şey yeni çıkıyor, onu ben beğenmiyorum, hoşuma
gitmiyor. Ancak adam sesinde tekellüfe kaçmazsa, başka dedi. Ondan sarık
üzerine meshetmek caiz olduğunu da rivayet eder, bu başa mesh yerini tutarmış.
Minheci Ahmed kitabında şöyle diyor:
«Ebû Abdullah
Ahmed'den işittim. Ona sarık üzerine mesh soruldu, sen o görüşte misin,
denildi. Evet, cevabını verdi, Hz. Peygamberden beş veçhile, dedi.»[5]
Yine bu kitabın
yazdığına göre o, ağıza, burna su almak abdestin rükünlerinden diyormuş. «Ebû
Abdullah Ahmed'e sordum: «Abdest alırken ağıza, burna su almayı unutan kimse,
ne yapar? dedim. Namazı iade eder,dedi. Tekrar ağıza, burna su mu alır, yoksa
bütün abdesti mi iade eder, dedim, hayır, ağıza, burna tekrar su alır, bütün
abdesti iade etmez, dedi.
Bu metnin zahirine
göre, ağıza, burna su almak abdestin rüknü oluyor, abdestte azanın tertiple
yıkanması ve muvâlât yani birinin arkasından hemen diğerinin yıkanması da şart
olmuyor. Çünkü namazı kıldıktan sonra ikisini tekrarlıyor, bütün abdesti iade
etmiyor. Böylece Ahmed'den fıkıh mes'eleleri naklettiğini görüyoruz. Ondan bir
çok Hadis de rivayet etmiştir.
Minheci Ahmed kitabının
kaydına göre Esrem 260 H. 873 M. yılında öldü. Zehebi 60 yılından sonra öldü
diyor. İbni Hacer 261 de diyor. İbni Ebû Ya'lâ ölüm tarihini bulamadığını
söylüyor. İbni Kani ise 273 de öldüğünü iddia ediyor.
4- İmam
Ahmed'den ve başkalarından ders aldı. Hallal onun İmam Ahmed'den
naklillerinfpek beğenirdi. Naklettiklerinin çoğunda itimadı onadır. İmam
Ahmed'in bilgisi olarak mes'eleleri yazardı. Yukarıda geçtiği üzere, Ahmed
onun yazmasına mani olmaktan utanırdı. Onun mes'elelerini yazmak, hoşuna
giderdi, çünkü onlar sünete dayanmaktadır. 20 yıldan fazla ondan ders aldı.
205 yılından 227 yılına kadar öğrencisiydi.
Ebû Bekr Hallâl onun
hakkında şöyle der. «İmam Ahmed'in değerli bir talebesi. Öldüğü zaman yaşı
yüze yakındı. Ahmed, onu takdir ederdi. Başkasına yapmadığı muameleyi ona
yapardı. Bana şunu söyledi: «Ebû Abdullah'ın dersine 205 den 227 ye kadar
devam ettim. Bundan sonra da vakit vakit ona uğradım. Ebû Abdullah, çok soru
sormakta beni İbni Cürey b. Ataya benzetirdi. Bana: Sana yaptığımı başka birine
yapmam, derdi. Onda, İmam Ahmed'den 16 cüzde bir çok mes'eieler var. Kıymetli
bir hatla yüz varakta yazılı iki büyük cüz'ü var. Bildiğime göre, benden başka
kimse onları duymadı. Onun gibisini gören yok. En iyi mes'eleter, onların
değeri ve kıymeti büyük.»[6]
Hallal'ın onun
hakkındaki sözleri böyle. Demek o Ahmed'den bir çok mes'eieler nakletmiştir.
Yukarıda onun Ahmed'den yazdığını da söyledik. O Ahmed'in fıkhını gelecek
kuşaklara nakleden talebesin-dendir ve onun rivayetine itimad olunmuştur. 274
yılında ölmüştür.
5- İmam
Ahmed'in en sevdiği, en yakın talebesidir. Öldüğü zaman cenazesini o yıkadı.
İmam Ahmed'in Vera' kitabımı o rivayet etti. Bu kitabın başkasından nakli yalan
olduğunu Hatîb Bağdadî söyler. Bazıları ona ta'n ederler, Abdülvahab Varrak
onların bu ta'anını reddederek şöyle der: «Ebû Bekr mevsuktur, doğrudur.
Bundan şüphe edilemez. Onları ta'na sürükleyen şey haseddir.
İmam Ahmed ona çok
güvenirdi. Onun hem nakline, hem de akıl ve takvasına itimadı tamdı. Hallal'ın
söylediği gibi şöyle derdi: Dilimle her ne söylemişsem, ben onu demişimdir.
Ebû Bekr, İmam
Ahmed'den bir çok mes'eleier rivayet etti, onları da Hallal nakletti. Bu, onu
çok beğenirdi. Onun için şöyle derdi: «Allah'ın dinini onun kadar savunan
başka birini bilmem. «Fıkha dair bir çok mes'eleleri o rivayet etti. Hadise
dair rivayetleri fıkıhta daha azdır. 275 H. 888 M. yılında vefat etti.[7]
6- Hayatının
ilk yıllarında, o çağda pek yaygın olan tasavvufa girmişti. O yüzden Ahmed'le
geç görüştü, onu çok ileri yaşlarda gördü. İbni Ebû Ya'lâ'nın nakline göre, Ebû
Bekr Hallal ona İmam Ahmed'le geç buluşmasının sebebini sordu. Şu cevabı verdi:
«Eskiden tasavvufla meşguldüm. Hatiis dinlemekte geç kaldım. «Onunla Ebû Bekr
Mer-vezî arasında dostluk vardı. Ahmed'le görüşmek üzere geldiğinde onu evinde
miâafir etti. Talabesi Halial'ı gidip ondan dinlemeğe, Ahmed'in mes'elelerini
ondan nakletmeğe teşvik eden Mervezî'dir. Hallal, gideceği zaman Mervez'î ona
bir tavsiye mektubu verdi, bu sebeple Kirman], Hallal'ı çok hoş karşıladı. Onu
memleketi halkına tanıttı. Hallal ondan bir çok mes'eieler dinledi. Hallal onun
hakkında şöyle der: «Kadri yüce,
değerli bir zat.»
İmam Ahmed'in
fıkhından bir çok mes'eleleri nakletti. Mesela bunların hepsini ondan dinlemiş
değildir. Hallal der ki: O ve İshak b. Raha-viye Ahmed'den dinlemeden önce
dörtbin mes'ele bellemişti. Ahmed'den ders almadan önce bellediği mes'eleler
bir yana, Ahmed'le buluştuğu zaman ondan mes'eleleri yazardı. Mervezî, Ahmed'le
çok yakın olduğu halde, onun yazdıklarından nakil yapardı. Ebû Bekr Hallal,
Mervez'i'nin ondan yaptığı nakillere çok önem verirdi. İmam Ahmed'in şöyle
dediğini nakleder: «İnsanlar ilme, ekmek ve su gibi muhtaçtırlar.» İbni Ebû
Ya'lâ ölüm tarihini kaydetmiyor, her halde bulamadı. Zehebi Tabakâtul-Huffaz da
280 H. 893 M. de öldüğünü söyler.
7- İbni Ebû
Ya'lâ onu şöyle anlatır: «İlimde imam, zühd ve takvada baştı. Fıkhı bilir,
ahkamı anlardı, Hadisleri ezberlemişti. Bir çok kitaplar yazdı. Garibul-Hadis, Delâilün-
Nübüvve, Kitabui-Hammam,
Sücudül-Kur'an, Zemmul-Gibe, Nehy anil-Kezb, Menasik ve diğerleri» İmam Ahmed'e
yirmi yıl devam etti, ondan hem Hadis, hem fıkıh okudu, onun için talebesine
şöyle derdi: «Size Ashab-ı Hadisin sözüdür, dediklerimin hepsi Ahmed b.
Hanbel'in sözüdür. Biz henüz küçükken kalbimize, Peygmaberin Hadislerine,
Sahabe kavillerine, Tabiine tabi olmayı o yerleştirdi İmam Ahmed'den sadece
Hadis ve fıkıh okumakla kalmadı, onun zühd ve takvasını da benimsedi. Ona en
çok benzeyen talebesiydi. Rivayete göre: Halife Mu'tad ona 10.000 dirhem gönderdi,
onları almayıp reddetti. Onları komşularına dağıtmasını istedi, elçiye şu
cevabı verdi: «Allah bağışlasın, biz böyle mal toplamakla uğraşmadık, onları
dağıtmakla da uğraşmayalım. Emir'ül Mü'minin'e söyle, bizi kendi halimize
bıraksın, yoksa alır başımızı başka yere gideriz.» Halifenin onbin dinar
hediyesini kabul etmiyor, halbuki o zaman kendisi ve ailesi açlık içindeydi, o
halde iken haram yemeğe bile izin var.
Fıkıh ve Hadis bilgisi
yanında lügat dşrslerine de devam ederdi. Lugatta İmam olan Sa'leb şöyle der:
«İbrahim imam olan Sa'leb şöyle der: «İbrahim Harbi, lügat meclislerinden hiç
eksik olmaz.» İmam Ah-med'in fıkhını ve Hadis ilmini gelecek kuşaklara
nakledenlerden biri de o dur. 285 H. 898 M. yılında vefat etti.
İmam Ahmed'in fıkhını
nakleden bu talebelerini tanıttık. Diğerleri arasından bunları seçtik. Çünkü
bunlar onun en yakın talebesidir, fıkhını en çok bunlar rivayet etmiştir, bir
kısmı da fıkhını, mes'eleleri yazmışlardır. Onun fıkhını, ondan ders almadan önce
ezberleyenler bile olmuştur. İmam Ahmed'in talebelerinin durumunu göstermek
için bunları anlattık.
Bunlardan sonra gelen
bir fakih, bu talebelerden ve diğerlerinden İmam Ahmed'in fıkhını araştırdı.
Çölleri aşarak diyar diyar dolaşıp Han-beli fıkhını, El-Câmi' adlı kitabında
bir araya topladı. O zat da, Ebû Bekr Hallâl'dır, ki Hanbeli fıkhının nakili
sayılır.
İmam Ahmed'in Hadise
dayalı fıkhını muhafaza için Allah Teâlâ bu büyük ve gayretli âlimi, Ebû Bekr
Hallal'ı gönderdi. İbni Kayyim bu hususta şöyle der: «İmam Ahmed, kitap
yazmaktan hoşlanmazdı. Hadislerin ayrı halde yazılmasını severdi. Sözlerinin,
fetvalarının yazılmasını istemezdi. Allah Teâlâ onun iyi niyetini bilirdi.
Sonradan gelenler onun mes'elelerini ve fetvalarını toplayıp otuz cüzden fazla
kitap yazdılar. Allah Taâlâ onun fetvalarının çoğunu bize ihsan etti. Ancak
pek azı bize gelemedi. Ebû Bekr Hallâl onun metinlerini Câmî-i Kebir'de
topladı. Yirmi cüz'den daha fazla oldu. Böylece fetvaları, mes'eleleri,
Hadisleri rivayet olundu. Asırdan aşıra onlar okundu. Böylece Ehl-i sünnet'in
imamı ve rehberi oldu.»[8]
İbni Cevzî de bu
hususta şöyle der: »Hallâl, İmam Ahmed'in ilmini toplamağa çok gayret etti. Bu
uğurda seyahatler yaptı. Yukarıdan, aşağıdan yani doğrudan talebesinden veya
onlardan nakil edilenlerden ne varsa hepsini topladı, kitaplar yazdı.
Hallâl Ebû bekr
Mervezî'ye ölünceye kadar devam etti. İmam Ahmed'in fıkhını rivayeti ona o
sevdirdi. Kendini bu işe verdi. Bu uğurda bir çok yerleri dolaştı, İmam
Ahmed'in çocuklarından, amcasından, Harb Kirmâniden, Meymunl'den ve
diğerlerinden onun mes'elelerini topladı. Minheci Ahmed sahibi, onun
naklettiklerinin sayılamıyacak kadar çok olduğunu söyler. Onların adedi çok,
isimlerini saymak güç. Onlardan İmam Ahmed'in fetvalarını ve mes'elelerini
dinledi. Onları toplamak için en uzak ülkelere gitti. Ahmed'den dinleyenlerden,
duyanlardan aldı. Büyük bir malzeme elde etti. Onun yaptığını kimse yapmadı,
ondan sonra da yapan çıkmadı.»[9]
Hallâl Ahmed'in fıkhı
yanısıra, Ahmed'in çağındaki alimlerden duyduğu hikmetli sözlerden de büyük bir
miktarını nakletti. Onlardan bazıları şunlardır: Ahmed dedi ki, Süfyan sevri
şöyle demiş: «Riyaset adama altın ve gümüşten daha sevimli gelir, o daha çok
hoşuna gider. Riyaseti seven kimse İnsanların ayıplarını çeker.» Yine Ahmed'in,
Süf-yan'ın şu sözünü naklettiğini söyler: «Bir kimsenin ilmi artar da dünyaya
meyli çoğalırsa, Allah'dan uzaklaşmış olur.»[10]
Hallâl, Hanbeli fıkhı
rivayetlerini topladıktan sonra, onları Bağ-dad'da Cami-i Mehdide talebesine
okuttu. İşte bu mübarek ders halkasından Hanbeli Mezhebi yayıldı. İnsanlar bu
fıkıh mecmuasını 20 cilt halinde yazılı olarak ellerine aldılar. O zamana kadar
dağınık rivayetler halinde, muhtelif ülkelerde alimlerin hafızasında, yahut
özel kütüphanelerde bulunuyordu.
Ulema ittifak etmiştir
ki, Hallâl in fıkha dair topladıkları İmam Ahmed'e mensup olan mes'eleierdir.
Acaba bunların naklinde rivayete sadık kaldı mı? Buna cevap olarak şunu
söyleyelim: Onun Hadis rivayetini ekseriyet kabul etmiştir. Fıkıhtaki nakli
evveliyetle makbuldür. Ulema onun bu naklini nesilden nesile kabul ettiler,
onun nakline ta'n eden olmadı, eğer bunun ta'n edecek bir yanı olsaydı, bunu
çağdaşları yapardı, daha o zaman başlardı, bu asırdan aşıra sürer, bize kadar
gelirdi. Evet, çağdaşlarından bazı rakibleri onun yaptığını çekemediler,
mevkiini kıskandılar. Hangi ciddi âlimin rakibi bulunmaz. Ulema arasında hased
eskiden beri süregelmiş. Şeytan, hasedi alimlere satarmış. Yüksek mevki'
rekabeti körükler. Onun çağdaşlarından otan biri
şöyle demiş: «Hallâl
kitaplarını yazdı. İstiyor ki önüne oturalım ve onları dinleyelim, bu uzak bir
şey![11]
Bazıları da
üstadlarından naklederken; bize haber verdi, demesine takılıyorlar, bu: İcâze
anlamına gelir, dediler. O bu sözün: Bana kendisi söyledi, demek olduğunu
söylemiştir. Hatib Bağdadî Tarih'inde şöyle der: Kitaplarında üstadlarından
naklederken: Bize haber verdi, Bize haber verdi, şeklinde yazar. Ona: Onlar o
dediklerini naklediyorlar, sen doğrudan dinlemiş değilsin, bu bir nevi'
icazedir, dediler. Bunun üzerine şöyle dedi: «Sübhanallah, bütün kitaplarımda:
Bana haber verdi yerine bana söyledi, deyin!»
Bu iki söz arasında
fark vardır. Doğrudan dinlediklerinde; haber verdi yerine bana söyledi, ta'biri
kullanılır. Onun bu sözlerinden anlaşı-lıyor ki, gördüğü kimselerden
naklettiklerini doğrudan dinlemiştir. Far-zedelim ki, bir kısmını doğrudan
dinlemedi de, haber verme yoluyla nakletti, bu sözlerin onlara nisbetine zarar
vermez. Çünkü onlar doğru olmayan bir şeyi haber vermezler. Haber vermiş
olmaları, sahih olduğuna delildir. Çağındaki ulemanın onun naklettiklerini
kabul etmeleri, onların doğruluğuna delil olarak yeter. Onları kabul ve tasdik
ettiler, ondan naklettiler. Ebu Bekr Muhammed b. Hüseyin der ki: «Hepimiz
Hallâl'a tabiiz. Çünkü onun ilmine ve bu toplamasına kimse erişemez. Her ilim
taleb edenin, Ebu Bekr Hallâl ile karşılaşması gerek. Hallâl in yaptığı bu
rivayet ve nakilleri başka kim yapmağa kaadir olur.»[12]
Onun topladığı bu nakillerin
doğruluğuna şehadet edenler çoktur, hem de bu mezhebin en büyük alimleri onlar.
Eğer azbuçuk şüpheleri olsaydı, bunlar da ittifak etmezlerdi. O, her
naklettiğini doğrudan dinlemiştir. Fakat çok saygısı olduğundan bazı
üstadlarının adını yıpratmak istemediğinden onlardan naklederken haber verdi,
ta'birini kullanmıştır. Bu, doğrudan ondan dinlemeksizin naklediyor, demek
değildir. Onun için kendisine itiraz edenlere: «Bütün kitaplarımda bana söyledi
de.» dedi. Eğer dinlemeden yazılı olan yerlerden nakletmekle iktifa etseydi
naklettiği kimseleri görmek için o seyahatları yapmaz, İslam ülkelerinin en
uzak köşelerine giderek bunca zahmetlere katlanmazdı.
Bu mezhebi nakleden
kitaplar hangileridir? İbni Cevzî der ki: Bir çok kitaplar yazdı, 200 cüz olan
El-Câmi onlardandır» Evet Hanbeli fıkhını nakleden bu kitaptır. Diğer kitapları
başka konulardadır. İbnî Kayyım da, naklettiğimiz gibi, şöyle demiştir: «Hallâl
Cami-i Kebir kitabında metinleri topladı, yirmi cüzü aştı. «Demek Hanbeli
fıkhının bütün rivayetlerini bunda topladı. Ancak İbni Cevzî Cami'in 200 cüz
kadar olduğunu söylüyor. İbni Kayyım ise 20 veya daha fazla cüz- sifr diyor.
Arada çelişki yok. Çünkü İbni Kayyım sifr diyor. Sifr büyük cild demektir. İbni
Cevzî ise cüz diyor. Eskiden cüz, tabiri, küçük kitaplar için kullanılırdı. Bu
açıklamayı delilsiz yapıyor değiliz. Hallâl kendisi bu farkı yapmış,
Meymûni'den bahsederken şöyle diyor. «Onda Ebu Abdullah Ahmed'den 16 cüzden çok
mes'eleler var, güzel bir hatla yazılı yüz varakta iki büyük cüz vardır.»[13]
O, büyük cüz 100 varak
diyor, demek bir cüz 50 varak tutuyor. 200 cüz 100: varak tutar. Yani 20 sifr
olur. Fakat büyük cüz demiyor. Ortalama 20 sifr tahmin olunabilir.
Ebû Bekr Hallâl'in bu
fıkha yapığı hizmetler bunlardır. Onun Câmi-i Kebîr kitabı mezhebin
mes'elelerini ilk toplayan kitap olmuştur. Hallâl'dan sonra gelenler ona tabi
oldular, onun izine uydular, ondan birbiriyle karşılaştırıp ölçtüler. Böylece
Hallâl, haklı olarak Hanbeli Mezhebi'nin nâkili sayıldı; el-hak buna layık
oldu. 311 H. 923 M. yılında hakkın rahmetine kavuştu.
Hanbeli fıkhının
nakili Hallâl olduğunu gördük. Ondan başka da mezhebin nakilleri var. Onlar
nakillerinde Hallâl'a itimad ederler, ondan başkasından nakilleri azdır. Bu
nakillerden ikisini burada anlatacağız. Onların yaptıkları Hallâl'in
topladıklarını telhis etmektir, ilaveleri gayet azdır. Bunlar da Ömer b.
Hüseyin Ebû Kasım Harakı ile Abdiilaziz b. Cafer Gulamı Hallâl.
Hanbeli Mezhebine
hizmet eden bir zattır. Mihneci Ahmed yazarı onun hakkında şöyle diyor:
«Mezhebin imamlarından biridir. Hanbeli Mezhebinde bilgisi kuvvetlidir. Son
derece dindar ve takva sahibidir. Ebu Bekr Mervezî ve Harb-i Kirmâni'de, bir de
imamımız Ahmed'in oğulları Salih ve Abdullah'da okudu. Bir çok eserleri vardır,
mezheb üzerinde çalışmıştır. Eserlerinden ancak, Muhtasar neşrolunmuştur.»[14]
Görüldüğü üzere o,
Hallâl'dan ders aldı. Çünkü Hallâl, Ahmed'in talebelerinden olan yukarıda
anlattıklarımızdan okumuştu. Onlar da Mervezî, Kirmâni, Salih ve Abdullah.
Hallâl bunlardan öğrendiklerini kitabına aldı. Harakı'nin kitaplarından yalnız
Muhtasarı yayıldı. Çünkü o Şia kuvvetlenince Bağdad'dan ayrıldı, Şam'a gitti ve
orada öldü. Onun devrinde Karamıtâ azdı, her tarafı kasıp kavurdu, Hara-meyni
şerifeyni ellerine geçirdiler. Hacer'i Esved'i bile yerinden alıp aşırdılar.
Ancak Harakı'nin ölümünden sonra yerine kondu.
Harakı'nin Muhtasar'ı
Hanbeli fıkhının en meşhur kitabıdır. Ulema onu şerhetmişler, ona ta'lıkat
yapmışlardır. 300 den fazla şerhi var. Onda Hallâl'ın toplamış olduğu Cami
dedikleri ihtisar etmiştir. İçindekileri ulema saymış, 2300 kadar mes'ele
ihtiva etmektedir. Onu şerhedenierden biri de Tabakat sahibi Kadı İbni Ebû
Ya'lâ'dır. Harakı'nin nakilleri ile Abdülaziz Gulamı Hallâl'ın nakilleri
arasını karşılaştırmış olup şöyle demiştir: «Ebu Bekr Abdülaziz hattıyla şunu
okudum: «Harakı Muhtasar'mda bana 60 mes'elede1 muhalif kalmıştır, onları
duymamış. Ben ihtilafa düştüklerini araştırdm. 98 mes'ele buldum.[15]
Harakı'nin bu
muhtasarı Hanbeli fıkhı usulünde mu'teber bir esas sayılır. Onun bir çok
şartları var. Bunlar bugüne kadar gelmiş, basılıp neşrolunmuştur. Onun en büyük
ve güzel şerhi Muvaffakuddin Makdisînin şerhidir. Ona el-Mugni adını vermiştir.
Şerhi büyük bir kitaptır. 13 büyük cild halinde basıldı. O aynı zaman da bir
mukarın mukayeseli fıkıhdı, sadece Muhtasarın ibarelerini şerh etmekle kalmaz,
medhûlünü, mefhumunu beyan eder, Hanbeli fıkhındaki rivayet ihtilaflarını
anlatır, sonra muhtelif mezheblerdeki imamlar arasındaki ihtilafı beyan eder.
Hatta bugün mensubu kalmamış olan mezhebleri büe anlatır, Evzâi ve diğer mezhebler
bunlardandır. Fıkhl delilleri, sahih âsârı inceler, bunların sağlam ve sakat
yanlarını gösterir. Getirdiği kavillerden birini, delilin kuvvetine, diğerini
zaafına işaret ederek
ona göre seçer.
Hanbeliler ve
diğerleri kitabı çok takdir etmişlerdir. O mukârin mukayeseli İslam fıkhında
ana kaynak sayılır. Kuru taklitten kurtarıp yükseltir. Hüccet ve delile göre
hüküm vermeyi, tercih yapmayı öğretir, ibni Müflih Hanbeli onun hakkında şöyle
der: «Yazar, İslam kitaplarından birini yazmağa çok uğraştı, sonunda emeline
nail oldu, bu büyük işi başardı. O mezhebde çok beliğ, güzel bir kitaptır.
Yoruldu, fakat güzel yaptı. Mezhep onunla güzelleşti. Onu cemaata, talebesine
okuttu.» Şafii âlimlerinden İzzeddin b. Abdüsselam da şöyle der: «İslam
kitapları arasında İbni Hazmın, Muhallâ ve mücalla'sı, Mu-vaffakuddin'in
Muganisî gibi mükemmelini görmedim.» Mugani sadece mes'elelerin asıllarını
zikretmekle kalmaz, muhtelif mezhepler arasında mukayese yapar. Çeşid kavilleri
getirip tercih ve ihtiyar yaptıktan sonra, en uygun olanı seçer, gayeye en
güzel yoldan ulaşanı söyler, bunlarda Hanbeli Mezhebinin iktizasına uyar.
Kitabı okuyan kimsejba-renin akıcılığına, mananın inceliğine,üslubun
güzelliğine, fikrin yüceliğine hayran olur. Muhtelif kavilleri mukayese edip
delillerini getiren, Hz. Peygamberin (s.a.v.) Hadislerinde, sahabe ve tabiin
fetvalarına dayanarak yazılan bir islam fıkhı kitabına yakışan bir haldedir.
Ebu Bekr Abdülaziz,
Harakı'nin en yakın talebesidir. İlminin çoğunu Hallâl'dan aldı. Ahmed'in
talebesinin bir çoğundan ders alarak okudu. İbnî Ebû Ya'lâ onu Tabakatı'nda
şöyle anlatır: «Çok zeki ve keskin anlayışlıdır. İlimde mevsuktur. Riayeti
çoktur, diraye ile meşhurdur. Emanetle mevsuf, ibadetle ma'ruftur. Muhtelif
ilimlere dair eserleri vardır.»
Hallâl’e en bağlı olan
talebesi sayılır. Ondan rivayeti çoktur. Rivaye ve diraye de güzel düşünür,
tercih yapardı. Halİâl'ın tercih etmiş olduğu bazı kavilleri bırakıp kendisi de
tercih ederdi, bazen muhalif kalırdı. Kadı İbni Ebû Ya'lâ üstadına muhalif
katarak tercih ettiği bazı mes'eleleri zikretmiştir ki, onlardan bazıları
şunlardır:
a- Gasb
edilmiş elbiseyle kılınan namaz: Bunda iki rivayet var: Birine göre namaz
sahihtir, Halial bunu tercih etmiştir. Diğer bir rivayete göre namaz batıldır.
Abdülaziz bunu tercih etmiştir. İbni Ebû Ya'lâ da bunu tercih etmiş ve sahih
olan budur, demiştir.
b- Altın ile
gümüşten her biri ayrı ayrı nisab miktarını tutmazsa, bunlar birbirine katılıp
nisab miktarını tutunca zekat farz olur mu? Altın 20 miskalden az, gümüşte 200
dirhemden az, ayrı ayrı nisab miktarını bulmuyor. Birlikte hesap edilir mi?
İmam Ahmed'den iki rivayet var: Birine göre zam olunmaz diğerine göre zam
olnur, nisabı tutar. Hallâl zam olunur diyor. Abdülaziz zam olunmaz, zekat
düşmez,diyor. Kadı İbni Ebû Ya'lâ da bunu seçti.
c- Sarraflık
suretinde yapılan alış verişte ayıp: Kusur dolayısıyla muhayyerlik hakkı
varmıdır? Taraflardan biri ayrıldıktan sonra bedelde bir kusur bulursa, bir
rivayete göre onu reddeder, başka bedel alır. Hallâl ve Harakî bunu seçtiler.
Diğer rivayete göre bu ayıp-kusur onun, kendi cinsinde sayılmayacak derecede
çok değilse, çok sahte değilse, reddedemez. Muhayyerlik hakkı yoktur. Abdütaziz
bunu seçti. Kadı İbni Ebû Ya'lâ, Hallâl ve Harakî'nin seçtiğini aldı.»[16]
Bu yoldan onun ihtiyar
ettiği mes'eleler çoktur. Ulema bunların bazısını üstadının ihtiyar
ettiklerinden daha ileri tutup almaktadırlar. Tahric, mes'ele çıkarmada
dirayeti kuvvetliydi. Böyle kudreti olan bir kimse, mücerred taklidle sükûn
bulmaz, elbette bazı ihtiyar ettikleri olur. Abdülaziz'in fıkhı, sadece Hanbelİ
nakillerine münhasır değildir, o kaviller arasında tercih yapardı, hatta
Hanbeli fıkhı ile şafiî fıkhını mukayese bile ederdi. Bunları: Hilâfüş-Şafil
adlı kitabında göstermiştir. Vefatı: 363 H. 973 M. yılındadır. Allah rahmet
eylesin.
[1] İbni Ebû Ya'lâ, Tabakat-ı Hanâbile, s.126.
[2] Minheci Ahmed, s.174, yazma nüsha.
[3] İbni Ebû Ya'lâ, Tabakat-ı Hanâbile, s.39.
[4] Aynı kaynak, s.37/38.
[5] Minhec-i Ahmed, s. 173, yazma nüsha.
[6] Minhec-i Ahmed, s.199, yazma.
[7] Hatîb, Tarih Bağdad, c.lV, s.424.
[8] İbni Kayyım. Ilâmul-Muvakkiln, c. 1, s. 73. 214
[9] El-Minhecüi-Ahmed, c.l, s.392.
[10] İbni Ebû Ya'lâ, Tabakat, s.297.
[11] Hatib Bağdadî, Tarih Bağdad, c.V, s.114.
[12] Aynı kaynak, c.V, s. 113.
[13] Bak:bend, 63.
[14] Minhac-i Ahmed, s.445
[15] ibnî Ebû Ya'lâ, Tabakât, 332.
[16] İbni Ebû Ya'la, s.335, Mmheci Ahmed, c.l, s.205.