EBÛ HANİFE'NİN FIKHI
VE İSLÂM HUKUKUNA HİZMETİ
29- Ebü Hanîfe Fıkhının Naklî: O, Bablara Göre Fıkıh Kitabı Yazmıştır
30- Onun Akvâlînî Talebeleri Toplamıştır
31- Talebeleri Notlarını Ona Okurlardı
33- EBÛ Hantfe'nîn FIKHINI NAKLEDEN TALEBELERİ
34- Ebû Hanîfe'nîn Talebelerini Takdîmî
Bu etüdün asıl gayesi,
Ebû Hanîfe'nin fıkhını
incelemektir. Çünkü Ebû Hanîfe
fıkhıyle şöhret kazanmıştır. Onun mümeyyiz vasfı fakıhhk sıfatıdır. Onunla tanınmış ve nam almıştır. Bu eserin
gayesi de onun fıkhını incelemektir.
Ebû Hanîfe'nin fıkhını
incelemeğe başlayınca bu yolun pek işlek olmadığını görüyoruz. Çünkü Ebû Hanîfe kendisi fıkha dair
yazılı bir eser bırakmamıştır. Ona nisbet olunan kitaplar
akaide dair ve o mahiyyettedirler. Fıkh-ı Ekber, Âlim vel-Mütaallim. Osman Bettîye risalesi, Kaderiyye'ye red[1] ve
saire gibi ulemanın eline geçebilen bu eserler hep
küçük risalelerdir.
Fıkh-ı Ekber denen eserin akaide
dair değil de, fıkha ait bir eser olduğu da söyleniyor. 60 bin veya daha fazla mes'ele ihtiva edermiş. Fakat böyle bir eser bugün elde
bulunmuyor. Göz önünde olmıyan bir eser hakkında tedkikat yapıp birşey söylemek olmaz.
Meşhur olan Fıkh-ı Ekber'in
akaide dair olduğudur ve elde mevcut olup her tarafa yayılmıştır. Bunun nisbetinde söz varsa da elde olan budur. Meydanda olmıyan başka bir eserin varlığını far-zetmeğe
hacet yoktur, eldeki Fıkh-ı Ekber
akaide dairdir.
Ebû Hanîfe'nin fıkıh bablanna göre tertiplenmiş fıkha dair bir eseri bilinmiyor.
O asrın ruhuna ve zamanına akışına uygun düşen de budur. Zira kitap yazmak onun
ömrünün son günlerine kadar şuyû bulmuş değildi. Bu
iş onun vefatından sonra yayıldı. Mücte-bitler sahabe
devrinde bile fetvalarını ve içtihatlarını yazmaktan çekinirlerdi. Hatta Hz, Peygamberin Hadislerini bile yazmadılar Kur'ân-ı Kerîm'in bulunmasını arzu ediyorlardı. Çünkü
Şeriatın direği Kur'ân'dır, O açık nurdur, kıyamete
kadar kopmadan devam edecek bağlantı
O'dur. Sonra ulema Hadisleri, fetvaları ve fıkhı yazmağa mecbur oldular.
Medine fukahası Abdullah b. Ömer'in, Hz. Âişe'nin îbn-i
Abbas'in fetvâlariyle
onlardan sonra Medine'de gelen tabiînin fetvalarını toplamağa başladılar.
Onlara bakıyorlar, onlara göre hüküm veriyorlardı. Iraklılar Abdullah b. Mes'ud'un fetvalarını, Hz.
Ali'nin hükümlerini ve fetvalarını, Kadı Şurcyh'in
hükümlerini ve diğer Küfe kadılarının verdikleri hükümleri topladılar. İbrahim
Nahaî fetvaları ve-esasları bir mecmua halinde toplanmıştır.
Ebû Hanîfc'nin üstadı Hammâd'ın da bir mecmuası vardı.
Fakat anlaşıldığına
göre bu mecmualar bablara ayrılmış, umum arasında
yayılmış kitaplar halinde değildi. Bunlar müetehidin
kendisi müracaat etmek için hazırladığı hususî notlar, müzakereler hâlinde
idi. Kitap hâlinde halka çıkarılmıyordu. Unutmıyayım
diye kaydettiği notlar kabilindendi. Ashabdan
bâzısının dahi bâzı nadir hallerde böyle yaptıkları olurdu, bâzı şeyleri not
ederlerdi. Hattâ
Hz. Ali'nin bâzı fıkıh hükümleri yazılı bir defteri
yanında taşıdığı rivayet olunmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, bu nadir haller
tabiîn devrinde biraz artmağa başlamış, daha sonra te'Iif
ve tedvinin nüvesini bunlar teşkil etmiştir. îmam Mâlik Muvatta'
kitabım yazdı, imam Ebû Yusuf Kitab'ül-Harac'ı ve Irak fıkhına dair diğer eserlerini yazdı. Sonra
îmam Muhammed b. Hasan te'Iif işini esaslı bir
şekilde ele aldı. Irak fıkhını tamâmiyle bir bütün
hâlinde yazdı.
Ebû Hanîfe'nin fıkha dair bablara göre yazılmış bir fıkıh kitabı yazdığını
bilmiyoruz. Fakat talebelerinin onun re'ylerini topladıklarını
onun sözlerini kaydettiklerini kat'î olarak
biliyoruz. Hattâ bazen bunları bizzat Ebû Hanîfe talebesine dikte ettirirdi. Ebû
Hanîfe'nin re'ylerini
nakleden imam Muhammed'in kitaplarının hepsi üstadından işitir, fakat
kaydetmediği şeyler olmasına imkân yoktur. Onları üstadının vefatından sonra
yazmış olamaz. Belki de bunlar hususî notlarda kayıth
olup aynı zamanda üstadı olan Ebû Yusuf'un ve
başkalarından almış olmalıdır. Onların bir kısmını ancak Ebû
Hanîfe'den doğrudan almıştır, Çünkü o küçücüktü. Ebû Hanîfe'nin dersinde bulunduğu
zamanlar kısadır, bunca mes'eleler o dar zamana
sığmaz. ;Ebû Hanîfe öldüğü
zaman onun yaşı bunca mes'eleleri ihata etmesine
müsait değildi. Ebû Hanîfe'-nin vefatında 18 yaşında bulunuyordu. Bu yaş onun
kitaplarına doldurduğu o mes'elelerin hepsini Ebû Hanîfe'den duymasına imkân
verecek yaş olamaz. Bunları İmam-i A'zam'ın
talebelerine maruf olan tedvin edilmiş mecmualardan almış olmalıdır. Başka türlüsüne
ihtimal verilmez. Bunların hepsini Ebû Yusuf'tan
dinleme suretiyle alıp yazmasına da imkân yoktur. Eğer böyle olmuş olsaydı
behemehal senedi zikreder, rivayet yolunu gösterirdi. îlmî emanete riayet
ederdi.
Bâzı rivayetler
biliyoruz ki, onlar Ebû Hanîfe'nin
talebeleri üs-tadlarinm re'ylerini
tedvin ettiklerini, yazıp kaydettiklerini gösteriyor. Ebû
Hanife o yazılanları gözden geçiriyor, muvafık
olanları bırakıyor, yanlış olanları düzeltiyordu. İbn-i
Bezzazı Menakıbı'nda şunu kaydeder:
Ebû Abdullah diyor ki, Ebû Hanîfe'ye kendi kavillerini okurdum. Ebû
Yusuf da ona kendi kavillerini katmıştı. Onun sözünün yanısıra
Ebû Yusuf'un kavlini zikretmeğe çalışırdım. Birgün dilim kaydı, onun kavlini zikrettikten sonra burada
başka bir kavil de var, dedim. O kavli söyleyen kim? diye sordu. Bundan sonra
zikret-miyeyim diye Ebû
Yusuf'un kavillerine işaret koyardım. [2]
Bu rivayet bizim
yukarıda çıkardığımız mâkul mânayı teyit etmektedir. Ebû
Hanîfe'ye kitap nisbet
edenlerin veya fıkıh kitabı yazdı diyenlerin sözleri bu esasa göredir. Yani
talebeleri onun nezareti altında ve bâzan onun
gözden geçirmesi suretiyle onun akvâ-lini yazmışlardır.
Bu yazılmış
mecmuaların Ebû Hanîfe'ye nisbeti derecesi ne olursa olsun, fıkıhta Ebû Hanîfe'nin kitabı addolunacak
bir eser biz bilmiyoruz. Ortada böyle bir eser yoktur. Fakat Mekkî Menakıbı'nda şöyle diyor:
«Ebû
Hanîfe bu şeriat ilmini ilk tedvin edendir. Ondan
önce kimse bunu yapmamıştır. Çünkü ashab ve tabiîn
şeriat ilmini bab-lara ayırmadılar ve kitaplar tertip etmediler. Onlar anlayış kudretlerine
güvenirlerdi. Kalblerini ilim sandığı ittiaz etmişlerdi. Hafızalarına dolduruyorlardı. Onlardan
sonra Ebû Hanîfe yetişti.
İlmi
yayılmış gördü. Sonra
gelen kötü nesiln onu zayi etmesinden korktu. Nasıl
ki Hz- Peygamber buyurur: «Allahu
Teâlâ insanların elinden çekip almak suretiyle ilmi
ortadan kaldırmaz; ilim, ulemanın ölümü sebebiyle ortadan kalkar. Cahil riiesâ kalır. İlimleri olmadığı halde fetva verirler, hem
saparlar, hem sapıtırlar.» Ebû Hanîfe
işte bunun için fıkhı tedvin etti. Onu bablara ayırdı. Kitab hâlinde kısım kısım tertip etti. Kitab-ı
Taharetle başladı. Sonra namaz, son-la diğer ibadetleri yazdı. Arkasından
muamelât kısımları geldi, sonra mirasla bitirdi. Evvelâ taharetle başlayıp ve
arkasından namaz kısmına geçti, çünkü mükellef olan insan îman edip itikadım
düzelttikten sonra ilk olarak namazla muhatap olur. Namaz ibadetlerin
başıdır.»[3]
Bu sözden anladığımız
tedvinden maksat onun talebelerinin hazırladığı şeylerdir. Râcih
olan onlar bunu üstadlanmn irşadiyle
japiyorlardı. Onun içindir ki Mekki,
kitabında Ebû Haıüfe'nin
ta-iebeleriyle birlikte mes'eleleri
nasıl incelediklerini bize şöyle anlatıyor:
«Ebû
Hanîfe mezhebini talebeleriyle müşavere yoliyle vazetmiştir. Onlarsız
tek başına kurmuş değildir. Dindeki içtihadında AlIah
ve Resûlâ için mü'minlere nasihatta gayet samimî idi, Mes'eleleri
birer birer ortaya atar, onları her cihetten inceler,
talebelerinin, düşüncelerini dinler, kendi görüşlerini söyler onlarla münazara
yapar nihayet bir kavil üzere karar kılarlar, sonra Ebû
Yusuf onu usule göre tesbit ederdi. Böylelikle usulün
cümlesi tesbit edilmiş oldu.»[4]
Ebû Hanîfe'nin fıhka dair kendi tarafından yazılmış bir eserini bulamıyoruz.
Fakat ulema Hadise dair onun bir Müsned kitabını
zikrediyorlar. Bu Müsned kitabı fıkıh kitapları
tarzında tertip olunmuştur. Ve onîar gibi ahkâm sırasiyle toplanmıştır. Bu Müsned
acaba onun tarafından mı yazılmıştır, yoksa talebelerinin ondan aldıkları ve
dinledikleri rivayetler midir? Yâni derste onun söylediklerini kaydedip sonra
onları bablara ayırarak bir
tertibe koyup neşretmeleri suretiyle mi meydana gelmiştir? Şüpheye yer kalmıya-cak surette kat'î olan bir cihet varsa o da: Ebû
Yusuf'un bu rivayetlerin çoğunu topladığı ve onları El-Âsâr adını vermiş
olduğudur. Keza îmam Muhammed de bunlardan bir kısmını toplamış ve onlara
El-Âsar adını vermiştir. Bu rivayetlerin büyük bir kısmı her iki kitapta
birleşmektedir, birbirinin aynıdır.
Ona nisbet olunan Müsned kitabı acaba
talebelerinin bu rivayet ettikleri midir? Ulemadan bir kısmı bunu ileri
sürüyor. Ve bir çokları bunu tercih ediyor, îbn-i Hacer Askalânî, Ta'cîl'ül-Menfaa kitabında şöyle
diyor: «Müsned'i Ebû Harıîfe onun cem'i değildir. Ebû Hanîfe'nin Hadislerine dair mevcut oîan
eser Muham med b. Ha-san'ın
rivayet ettiği Kitab'ül-Âsâr'dır. Ondan önce de
Muhammed b. Hasan'ın ve Ebû Yusuf'un eserlerinden Ebû Hanîfe'nin Hadislerinden
diğer bir kısım mevcuttur. Hafız Ebû Muhamrned Harisi ki, 300 senesinden sonra yaşamıştır Ebû Hanîfe'nin Hadislerine
dikkatle önem vermiş ve onları bir cilt hâlinde toplamıştır. Onları Ebû Hanîfe'nin üstadlarına göre tertip etmiştir. Hafız Ebû
Bekir b. Mak-karî de ondan merfû
olan Hadisleri çıkartmıştır. Onun eseri adı geçen Hârisî'nin eserinden daha
küçüktür. Onun benzeri Hafız Ebû Hasan b.
Muzaffer'in, Müsned-i Ebû Hanîfe adındaki kitabıdır. Ebû Zür'a b. Fazl b. Hüseyin Irakî Hüseyin'in ricali lahricte
itimat ettiği ise Hüseyin b. Hüsrev'in tahric ettiği müsneddir, o daha
sonradır.
îhn-i Hüsrevin Müsnedinde, Hârisî ve îbn-i Makkâri müsnedlerinde onlar
üzerine bâzı ziyadeler mevcuttur.»
Bundan anlıyoruz ki, îbn-i Hacer, Ebû
Hanîfe'ye mensup oîan müsnedin onun cem'i olmadığını söylüyor. Ve ulemanın bu Müsned hakkında rivayetlerini açıklıyor. îbn-i Hacer'in zikrettiği
rivayetlerden başka bir de Haskef'nin rivayeti
vardır.»[5]
Kâtip Çelebi merhum Keşf'üzzünun'da Müsned-i Ebû Hanîfe'nin rivayetini, bu
husustaki ihtilâfları onu cemi' ve tertip edenlere, ihtisar yapanları bize şöyîe naklediyor:. «Bu Müsnedi
Hasan b. Ziyad Lü'lüî
rivayet eder. Bunu asım b, Kutupluboğa, Hârisî rivayetine
göre fıkıh babları üzerine tertip etmiştir. Onun bu
eser üzerine iki ciit Enısâlî'si
de vardır. 770 senesinde vefat eden Şamlı Ce-maleddın Mahmud b. Ahmet Konevî bu müsnedi ihtisar ederek
ona El-Mutemed adını vermiştir. Sonra onu şerh ederek
Müsned namını vermiştir. 665'de vefat eden Ebû Müeyyed Muhammed Harezmî bimun zeyaidini
toplamıştır. O şöyle diyor: «Suriye'de Ebû Hanîfe'nin kadrini bilmiyen bazı
kimselerden onu küçük düşüren ve ondan başkasını büyük sayan bâzı sözler
duydum. Onun az Hadis rivayet ettiğini söylüyorlar. Şafiî'nin Müsnedi, Mâlik'in Muvattâ'ı var
deyip bunları Hadiste ilim derecelerine delil tutuyorlar. Ebû
Hanîfe'nin Müsnedi yok
sanıyorlar. Onun sayılı bir kaç Hadis rivayet ettiğini söylüyorlar. Bu sözler
benim dînî gayretime dokundu. Bunun üzerine Hadis ulemasının ulularından onbeş batın toplamış oldukları müsnedlerden
bu eseri cemettim. Onlar da şunlardır:
1- Bu hususta âdil bir şahit olan îmam Hafız Ebû Kasım Taİha b. Muhammed b. Ca'fer.
2- îmam
Hafız Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Yakub Haris Buhârî ki, üstad Abdullah diye mâruftur,
3- îmam Hafız Ebû Nuaym îsfahâni, bu zat Şâfiîdîr.
4 - îmam Hafız Ebû
Hasan Muhammed b. Muzaffer b. Musa b. Muhammed.
5- Ebû Bekir Muhammed
b. Abdulbâki b. Muhammed En-sârî.
6 - îmam Ebû Ahmed Abdullah b. Adiy Curcânî.
7 - îmam
Hafız Ömer b. Hasan Şeybanî.
8- Ebû Bekir Ahmed b. Muhammed b. Hâlİd kilâî.
9- Baş kadı îmam Ebû
Yusuf, Ebû Hanîfe'nin baş
tilmizidir, bundan rivayet olunan nüshaya Ebû Yusuf
Nüshası denir.
10- îmam Muhammed b. Hasan Şeybani,
buna da Muhammed Nüshası denir.
11- Oğlu Hamrnâd.
12- Yine İmam Muhammed, bunun çoğunu tabiînden
rivayet etmiştir, buna EI-Âsâr namı verilir.
13- imam Hafız Ebû Kasım
Abdullah b. Ebû'l-Avvam Sa'di.
14- îmam Hafız Ebû
Abdullah Hasan b. Muhammed b. Hüs-lev,
bu zat Belhîi olup 523 de ölmüştür. Eseri gayet güzel
hazırlanmıştır.
15- îmam Mâverdî.
îşte ben bu 15 zatın
eserlerinden toplayıp fıkıh bablanna göre tertip
ettim. Tekrar olanları hazf eyledim. îsnadı mükerrer olanları bıraktım.»
Bu müsnedin
etrafında muhtelif rivayetler hakkında Kâtip Çelebi'nin ve Ebû
Müeyyed Harezmînin
dedikleri böyledir. Bütün bunlardan görülüyor ki, bu Müsnedin
Ebû Hanîfe'ye nisbeti Muvat-ta'nın
imamı Mâlik'e nisbeti gibi değildir. Çünkü Muvattâ'ı bizzat îmam Mâlik kendisi yazmış, bablara ayırmış başkaları da
ondan o tarzda rivayet etmişlerdir. Ebû Hanîfe ise Müsnedi kendisi bab sırasiyle tertip edip yazmış
değildir. İçindekiler ondan rivayet olunuyor ancak onları bablara
tertip edenler rivayet yapanlardır. Arada bu fark vardır. Bunun böyle olması
eserin ona nisbetinin doğruluğunu asla çürütmez.
Rivayet edenlere göre bu nisbet değişiyor. Bana göre
bunların içinde senedi en kuvvetli olan Ebû Yusuf'un El-Âsâr'i
ile İmam Muhammed'in El-Âsâr'ıdır. Bu iki kitapta mevcut rivayetlerin şüphesiz
bir surette Ebû Hanîfe'ye
dayanan sahih rivayetler olduğuna tamâmiyie
güvenebiliriz. Her ne kadar tertip vt cem'i ve bablara ayırmak Ebû Yusuf'la Muhammed tarafından yapıldıysa da rivayetler
onundur.
Biz Ebû Hanîfe'nin fıkhını ancak
talebeleri yoliyle öğrenebiliriz. Onlara bu yolu
hazırlayan odur. Üstadlariyle birlikte bir fıkıh mcs'clesini müzakere yaparlar, mes'elcyî
halledip bir karara bağladıktan sonra onu yazarlardı. Demek Ebû Hanîfe'nin fıkhım biz bu mes'eleleri onunla müzakere eden talebelerinden alacağız.
Fakat burada üç mülâhazayı göz önünde tutmamız lâzım:
1- Ebû Hanîfe'nin ashabının, onun
fıkhını zikretmeleri, bizzat kendisinin kendi fıkhını yazmaktan onu müstağni
kılamaz. Zira fakının kendi re'ylerini kendisinin
yazmış insana tam bir fikir verebilir. Çünkü içine doğan fikirleri en doğru
olarak ancak kendisi ifade edebilir. Aklına gelenleri doğru ve açık bir
surette kaydetmek onlara bir canlılık ve dirilik verir, fikirleri daha tatlı
ve cazibeli olur. Kendi re'ylerini kendisi çok daha
hoş ifade eder. Ebû Hanîfe'nin
kendisinin yazdığı bâzı risaleleri elimizde mevcut. Onlara bakınca fıkhını da
bu risalelerin diliyle ve üslûbiyîe yazmış olmasını
içimiz ne kadar arzu ediyor, fakat her arzu olunan elde edilemiyor ki...
2- Ashabının
nakletmiş olduğu kavilleri delilden hâli olup ancak menkul bir eser, meşhur bir
Hadîs veya sahabe fetvası veya tabiînden birinin re'yi
varsa onlar zikrolunmuştur. Bu ahvalde Ebû Hanîfe'nin kıyaslan veya istihsanları gayet az zikrolunur.
Yalnız Ebû Yusuf'un kitaplarında onlar böyle
değildir. O bunları biraz nakleder. Şüphesiz ki bu hal devrinde en kuvvetli kıyascı olarak tanınan Ebû Hanîfe'nin kıyaslarını tanımaktan uzaklaştırır, Ebû Hanîfe kıyascı
idi. Hâttâ muhalifleri onu kıyasta aşırı derecede ileri gitmekle itham
ediyorlar, kıyaslariyle Sünnetten ayrıldığım, îslâm müstehidi hâlini aştığım
bile iddia ediyorlardı. Biz iman Muhammed'in kitaplarını okursak orada sebep
ve illetlerin, hüküm çıkarma tarzı beyân edilmiş gayet az kıyas bulabiliyoruz.
Sonra Ebû Hanîfe'nin istihsanları nerede? O ki, istihsan
yapıyorum, dediği zaman hiç kimse onun karşısında diyecek birşey
bulamaz, teslim olurdu. Çünkü bu istihsanlarda büyük
bir idrâk, keskin bir basiret vardı. Kıyaslarına karşı onlar da kıyas
yaptıkları halde istihsanlarına asla karşı
gelemezlerdi, işte bunlar Ebû Hanî-fe'yi incelerken hep boş kalan gediklerdir. Bina tam olsun
diye o boşlukları doldurmak İsterdik. Evet onun talebelerinden sonra ge-. len fukaha
tabakası, istidlal ve istihraç voliyle ahkâmın kıyaslarını çıkarmağa ve İstihsamn vecihlerini beyân etmeğe ve Örf ahkâmına önem
verdiler. Fakat bizler onların ileri sürdükleri, bulup çıkardıkları bu
delillerin Ebû Hanîfe'nin
düşündüğü delillerin tıpkı olduğuna, bunların ışığı altında hüküm verdiğine tamamiyle nasıl itimat edebiliriz?
Katî olan bir cihet
varsa Ebû Hanîfe meseleler
hakkında kıyas veya istihsan voliyle fetva
vermemiştir. Ondan sonra talebeleri onun kıyas veya istihsan
voliyle vermiş oldukları hükümleri te'yid eden
Hadisler bulmuşlardır. Delilleri arayanlar da bu te'yid
ve takviye edici Hadisleri zikretmişlerdir. Çok defa bunlarla iktifa edip
ondan kıyas ve istihsana bakmamışlardır. Böylelikle
bizimle Ebû Hanîfe'nin
düşünceleri uzaklaşmış oldu.
3- Ebû Hanîfe'nin talebelerinin, üstadîarının mezhebini beyân ederek yazılı bir tarzda
sonrakilere nakil suretiyle bu mezhebe yaptıkları hizmet, Ebû
Hanîfe'nin mevkiini çok yükseltmiştir. Çünkü bu
zatların her biri haddi zatında kendileri de birer imamdır. Ebû
Hanîfe'nin mevkiini çok yükseltmiştir. Çünkü bu
zatların her biri haddi zatında kendileri de birer imamdır. Ebû
Yusuf şanı büyük bir imamdır. Uzun müddet Devletin başkadısı
idi. îmam Mu-hammed de, Ebû
Yusuf gibi, re'y fıkhı iîe
Hadîs fıkhını bir arada toplamış bir zattı. Irak fıkhının râvîsi
olduğu gibi imam Mâlik'in Muvattânın da râvisidir. O bu iki meslek arasını gayet uvfrun bir surette birleştirmiştir. Îİmî
kudretleri meydanda olan bu imamların üstadİarının
fıkhını sonra gelenlere naklederek onun fıkhının râvisi
olmağa razı olmaları, sonraki asırlarda Ebû Hanîfe'yc bir ilmî mevki kazandırmıştır. O fıkhını böyle imamların
naklettiği büyük imam olarak tanınmış, îmam-ı A'zam
unvanına bihakkın liyakat kazanmıştır.
Bu meseleleri
inceleyen bazı Avrupalılar, Ebû Hanîfe'den
naklolunan re'ylerin gerçekten onun re'yi olup olmadığı etrafında şüphe uyandırmak isterler.
Onların düşüncelerine göre Ebû Hanîfe'ye
nishet olunan bu görüşler onun görüşleri olmayabilir.
Zira onlarca Ebû Hanîfe'nin
hayatım, devrini içinde bulunduğu şartlan anlatan mevsuk kaynaklar azdır. Üyle olunca bu görüşlerin ona nisbeti,
üzerinde durulması gereken bir mes'elcdlr, diyorlar.
Bu, garip bir düşüncedir. Ebû Hanîfe'nin
bu görüşlerini nakledenler, üstadlarını gözleriyle
görmüş onunla konuşmuş talebelerdir. Hepsi de güvenilir fazilet sahibi
kimselerdir. Haberleri değiştirerek birşey ilâve
etmek, söze yalan katmakla itham olunamazlar. Herbirinin
yaşadıkları devirde ve o nesil arasında yüksek bir mevkii vardır, işte o
zatlar: Üstadımız şöyle dedi, böyle hüküm verdi diye naklediyorlar. Onlardan
asırlarca sonra gelen Avrupa ulemasından bazısı ortaya çıkıp: Sizin
üstadınızdan naklettiğiniz sözler üzerinde durulmak gerektir, diyorlar. Evet,
onlar öyle düşünebilirler. îşin daha şerefli bâzı mütefekkirler de onlara
uyuyorlar.
İş ne mahiyette olursa
olsun, biz Ebû Han'ife'nin
fıkhını, onun bu talebelerinden alacağız. Bizim için başka çıkar yol yoktur.
Onun için şimdi bizim Ebû Hanîfe'nin
talebelerini tanımamız gerekiyor. Onlardan her birini kısaca tanıtalım.
Ebû Hanîfe'nin bir çok talebesi
vardır. İçlerinden bâzıları ondan ders almak üzere başka yerlerden gelirler,
bir müddet onun derslerine devamla onu dinliyerek
onun usulünü ve yolunu öğrendikten sonra memleketlerine dönerler, içlerinden
bâzıları ise daima onun dersine devam eder, ondan ayrılmazdı. Dersine devam edip
ayrilmıyan talebeler hakkında bir defa şöyle demişti:
«İçlerinde 36 yetişmiş adam var, onlardan 28'i kadılığa yarar, altısı fetva
makamına yarar, ikisi ise hem başkadıhğa ve hem de
fetva makamına lâyıktırlar, bunîar da Ebû Yusuf'la Züfer'dir.[6]
Kadılık ve fetva
makamlarına liyakat hususunda Ebû Hanîfe'nin
talebeleri hakkında bu hükmü, onun hayatta bulunduğu sırada idi. İlmî
olgunlukları ve yaşları itibariyle bu mühim mevkiler işgale müsait olanlar o
zaman bunlardı. Bu bakımdan İmam Mu-hammed b. Hasan'ı
onları/ı arasında saymağa imkân yok. Çünkü Ebû Hanîfe öldüğü zaman o henüz 18 yaşında bir gençti. Bu yaşta
bir genç ise akıl ve fıkıh bakımından kadılığa ehil olacak derecede olgunlaşmış
sayılmaz. Kadıları bu yaştaki gençler arasından seçmek âdet değildir. Yaşı
küçük olan îmarr. Muhammed, Ebü
Hanîfe'nin vefatından sonra parlamıştır. Şunu da
kaydedelim ki, hassaten Ebû Hanîfe'nin
fıkhı ve umumî olarak da îrak fıkhı Muhammed b. Hasan'm kitaplarına borçludur. Onun hıfzedip gelecek
nesillere veren odur. Baş vurulacak mercii, kana kana
içilen kaynağı o hazırlamıştır.
Onun tein biz, Ebû Hanîfc'den ders alma
müddetlerinin uzunluğuna veya kısalığına bakmıyarak,
Hanefiyye fıkhını tedvin eden talebelerinden
bahsedeceğiz. İşte İmam Muhammcd de bunlardan
biridir. Çünkü Hanefiyye fıkhını gelecek nesillere
nakledenler arasında enbaşta o gelir. Hanefiyye fıkhını nakledenler bu talebelerdir. Evvela Ebû Hanîfeyle daha uzun müddet
görüşmüş olan Ebû "Yusuf'la başlayalım.
[1] Ibn-i Nedim, Fihrist, s.
286.
[2] İbn-i Zezzâzî,
Menâkıb-ı îmam-ı A'zam, c.
II, s. 109.
[3] Mekki, Menakıb-ı
Ebû Hanîfe, c. II, s. 136.
[4] Mekkî, Menakıb-:
Ebû Hanîfe, c. II, s. 136.
[5] Bu eser, Buhari'nln Edeb'ül-Müfredl
derkenarında 1209 da istanbul'da basılmıştır.
[6] Îbn-i Bezzâzî,
Menâkıb-ı İmam-ı A'zam, c.
n, s. 125.