137- Ebü Hanîfe'ye Göre Îcmâ' Bîr
Delildir.
138- Îcmâ'la İstidlalin Safhaları
139- Îcmâ' Hakkında
Fukahânın Sözleri
140- Hanefiyye Sükûtî
İcmâı Kabul Eder
141- Bunum Ebü Hanîfe'ye
Nîsbetinîn Münakaşası
143- Bu Şartlar Hakkında Bazı Tafsilât
144- Buna Teferrü Eden Bazı Mes'eleler
145- Ümm-i Veledin Satılması İhtilaflı
Bîr Mes'eledîr
148- İslâmda Îcmâ' Hakkında Avrupalıların Yanlış Görüşleri
149- Îcmâ' Bîr Çok Mes'elelerde
Hüccet Olarak Alınmıştır
Icmâ'ı, İslâm fıkhının
usulünden bir delil olarak a'..an ekser ulemanın tarifine göre İcmâ, bir asırda
yaşayan İslâm Ümmeti müctehidlerinin her hangi bir dînî emir üzerinde ittifak
etmeleridir.
Bu tarif icmâ'ın en
doğru tarifidir. Usul ulemasından büyük bir kısmının seçtiği tarif budur. îmam
Şafiî Risalesinde bu tarifi zikretmiştir. îmam Şafiî, icmâın mânasını yazıp
onunla ih-ticac ve istidlal yolunu, İslâm fıkhında muteber olduğunu beyan
edenlerin birincisi sayılır.
Ebû Hanîfe icmâı fıkıhta
bir asıl sayıp ictihatlerini onun üzerine kuruyor muydu? Hanefiyye Mezhebi
uleması buna evet diye cevap veriyorlar ve bir sürü mes'ele zikrederek Ebû
Hanî-fe'nin ve ashabının icmâı bir çok suretleriyle kabul ettiklerini beyan
ediyorlar, Kavlî icmâı kabul ediyorlar, sükûtî icmâı delil alıyorlar. Müctehid
ulemanın bir emir hakkında iki görüş üzere ihtilâf etmiş olmalarını icmâa
muhalefet addediyorlar.
Ebû Hanîfe'nin icmâ
hakkında görüşünün böyle olduğunu söylüyorlar ve ondan menkûl olan meselelerden
ve ashabın közlerinden bunu çıkarıyorlar. Ve aşağıda beyan edeceğimiz veçhile
icmâ'da bir takım şartlar aradığım
kaydediyorlar.
EbA Hanîfe'nin Kitap.
Sünnet, Sahabe kavilleri ve kıyas gibi icmâi da delil olarak aldığını gösterir
bir ibare bulabilmek için Ebû Hanîfe'den yapılan rivayetlere ve onun fıkıh
usulünü beyâna başlarken bahsin başında zikrettiğimiz iki ibareyi bulabildik:
1- Mekkî'nin
Menâkıbında kaydettiği ibare ki o da şudur: «Ebû Hanîfe bir belde halkının
birleştiği şeye şiddetle tâbi olurdu.»[1]
2- Şehl b.
Müzahım onun hakkında şöyle diyor: «Ebû Ha-pîfe'nin mesleği mevsuk olanların rivayetlerini almak, çirkinden 'kaçmak,
halkın muamelâtına bakmak, istikamet üzere yürüdükleri ve işlerinde salâh
üzere birleştikleri şeyleri kabul etmektir.»[2]
Ebû Hanîfe'nin çağdaşı
olanlardan bu iki kişinin rivayeti onun fıkıhtaki yoluna ışık tutmakta ve bize
göstermekte ki: O kendi beldesindeki fukahâmn icmâ ettikleri, birleştikleri
şeye tâbi olurdu, nas bulunmıyan hususlarda insanların muamelâtı üzere
yürürdü. Bu şüphesiz ki onun, müctehidlerin icmâını evveliyet-Ie kabul ettiğini
gösterir. Kendi beldesi fukahâsma şiddetle tâbi olanın bütün ulemanın
birleştiği şeye daha çok tâbi olması gerekir ve yakışan budur.
Öyle anlaşılıyor ki,
fukahâ arasında icmâın hüccet ve delil itibar edilmesi üç safhadan geçerek
tedricen olmuştur:
1- Ashâb-i
Kiram kendilerine arz olunan mes'eleler hakkında içtihat ederlerdi. Hz. Ömer
Devletin umumî siyasetine dair işleri görüşmek ve müşavere etmek üzere çok
defa Ashabı toplar, onlarla fikir teatisinde bulunurdu. Muayyen bir hususta
görüşleri •toplandı mı karar verirler, siyaset onun üzerinden giderdi. Görüş
ayrılığı olursa o zaman mübahase ve münakaşa yaparlar, nihayet ulema kararını
verirdi. Nasıl ki Irak'da fetholunan arazi hakkındaki ihtilaf da böyleydi. Bu
arazi Gaziler arasında taksim ve tezyi mi edilmeli, yoksa Beyt-ül-mâle ait mîrî
arazi bırakıpta geliriyle serhatlar muhafaza edilip harb teçhizatına mı sarf
olunmalı? Bu hususu hal için Hz, Ömer Ashabı topladı, iki görüş ortaya atılmıştı.
Müzakere ve mübahase iki gün sürdü, nihayet arazinin Beyt'-ül-mâle âit olmasına
karar verdiler: işte bu karar bir nevi' icmâdır; buna muhalefet caiz değildir.
2- İçtihat
asrında her müctehid imam, içtihadını yaparken memleketindeki fukahâmn re'yine
aykırı birşey söyleyip onlara karşı gelmemeğe çalışırdı. Ortaya kimseye uymryan
bir düşünce atmaktan çekinirdi. Ebû Hanîfe kendisinden önceki Küfe fuka-hâsı
arasında icmâen kabul edilmiş şeylere şiddetle tâbi olurdu, imara Mâlik Medine
halkının icmâ.ım haber-i vâhıd olan Hadîse takdim ederdi. Böylelikle icmâı.
muhalefeti caiz olmıyan hüccet ve delil sayma fikri teşekkül etti.
3- Icmâm
delil olduğunu gösterir Hadîsler vardır. «Ümmetim dalâlet üzere asla
toplanamaz.» «Mü'rninlerin iyi ve hoş. gördüğü şey, Allah indinde de iyidir.»
Bu iki Hadîsten. başka imam Şafiî, Hz. Ömer b. Hattâb'dan da şu Hadîsi rivayet
eder: Hz. Ömer, Resûl-i Ekrem Efendimizin şöyle dediğini işittim, diyor:
«Cennetin nimet, ve rahatlığı sevincini istiyen kimse cemaata sarılsın,
cemaatla bir olsun, çünkü şeytan tek olanladır, ikiden uzaktır.»
İçtihat asrında icmâı
delil tutmak işte bu esas üzerinde gitti. Öyle anlaşılıyor ki, icmâm mânâsı
tayin ve tesbit olunup yazılmış değildir. İcmâın mün'akid olup olmadığı hususu
bir çok mes'elelerde ulema arasında ihtilâf mevzuu idi.
Görüyoruz kî, îmam Ebû
Yusuf, îmam Evzâî'nin Siyer ki-.tabına cevap verirken onunla icmâ-ı ümmetin
mânasını münakaşa ediyor. Evzâî süvari atlarına hisse verdiği halde yük
atlarına hisse vermiyor. Ve şöyle diyor: «Müslümanların imamları geçmişte yük
atlarına hisse ayırmazlardı, nihayet Velid b. Zeydin katlinden sonra fitne
coştu.» «Ebû Yusuf buna şöyle cevap veriyor: «Bunu bilmiyen, atla yak atı
(feres ile birzevn) arasım ayır-mıyan kimse yoktur sanırım. Arapların hiç
ihtilâfa yer olmıyan maruz sözlerindendir: Bu at sürüsü derler, halbuki çoğu
veya hepsi yük atıdır. Demek at hepsine şâmildir. Sonra bildiğiniz diğer bir
cihet de var ki: Yük atları harbde daha kolay idare edilir, kullanılması
süvariden daha yumuşaktır, maksada daha yararlar. Evzâî'nin: Geçmiş imamlar
onlara hisse vermezdi, sözüne gelince, bunlar onun vasfına göre Hicaz ehlidir.
Veya güzelce abdest almasını, Teşehhüdü,
usul-ü fıkhı bilmiyen bâzı Şam
üstadlarındandır.»[3]
Burada görülüyor ki,
Evzâî icmâı delil tutuyor. Ebû Yusuf da icmâm mün'akid olmadığını ileri
sürüyor. Ve Evzâî'nin re'-yinde onlann Hicaz uleması ve ulemadan sayılmıyan
bâzı Şamlılar olduğunu söylüyorlar. Böylelikle bu mes'elede icmâ' yoktur,
demek istiyor. Ve icmâın hüccet olduğunu Ebû Yusuf da kabul ediyor.
Yine diyoruz ki, îmam
Şafiî sonraları bu gibi mes'elelerde icmâm mün'akid olup olmadığı hususunda
çoklariyle münazaralarda bulunuyor, münakaşalar yapıyor. Hattâ bâzı
münazaraları onu icmâm -vücudunu inkâra götürüyor. Ancak usûMi dinde ve öğle
namazının farzının dört rek'at olduğunda ulemanın icmâı gibi mes'elelerde icmâ'
olduğu muhakkatır.»[4]
Bunlar bize gösteriyor
ki, icmâın aslında ittifak etmekle beraber, ulema ictihad asrında icmâm
in'ikadında ihtilâfa düşmüşlerdir, icmâın beyan ettiğimiz mânada tarifini ilk
olarak yapan ve bunu risalesinde yazan imam Şafiî Hazretleri olmuştur diyebiliriz.
Hanefiyye fukahâsına
gelince icmâm hüccet olduğunu takrir ettiler ve bunu Imam-ı A'zam Ebû Hanîfe
ile Ebû Yusuf ve Mu-hammed'e nisbet ettiler, icmâm nevileri arasında bir fark
yapmadılar, ister kavlî icmâ', ister sükûtî icmâ' olsun Hanefiyye üs-tadlarmın
sözü böyledir, deyip keskiler. Sükûtî icmâa Hanefiyye ric'at namını verirler.
Sükûtî icmâ' şöyle olur: imamlardan veya müctehidlerin birisi arasında her
hangi bir mes'elenin hükmü mezhepçe takarrür etmeden önce, o mes'ele hakkında
bir hüküm verir. Ve bu hüküm, zamanındaki halk arasında yayılır. Kimse ona
karşı gelmez, herkes susar. Bu o mes'ele kabul edilmiş demektir.
Sükût icmâ' amelen de
olur. Şöyle ki: icmâ' ehlinden biri iş işler. Zamanındaki halk bunu görür ve
bilir. .Kimse bu işin yapılmasını inkâr edip aleyhte bulunmaz. Böylece zaman
geçer, herkes onu kabul etmiş sayılır. [5]
İşte böylece Hanefiyye
sükûtî icmâı hüccet ve delil sayıyor. Bunun Kavil olması şart değil, amel
hakkında da sükût olabilir.
Fahr'ül-îslâm
Pezdevt.bu icmâm hüccet olduğunu şöyle anlatıyor: «Onların hepsinin bunun
hakkında birşey demesi güç ve âdet olmıyân bir şey. Her asırda âdet olan şudur:
Kibar mücte-'hidler fetva vererek hallederler, diğerleri onlara teslim olup
uyarlar. Biz sükûtu burada teslim olma mânasına alıyoruz. Çünkü burası mes'ele
hakkında fetvanın vâcib olduğu bir yerdir, eğer verileri hükme muhalif olsaydı
bunu bildirmesi lâzımdı. Hak hususunda
susmak haramdır.»
Hanefiyye sükûtî icmâı
hüccet olarak alıyorlar ve bu onların kaidesi asliyelerinden biri oluyor. Bu
asla göre: Ashab veya onlardan sonrakiler bir hâdise hakkında iki veya daha çok
ve fakat belli kaviller üzere ihtilâf ederlerse ve bu hadise hakkında başka
üçüncü bir kavil olmamak şartiyle bu icmâ sayılır. Onun hakkında başka bir
kavil ortaya atmak caiz değildir. Keşf'ül-Es-r sahibi bunun cumhur ulemanın re'yi olduğunu söylüyor.
Şüphesiz ki bir mesele
hakkında Ashâb-ı Kiram ihtilâf ederse onların kavilleri dışına çıkmak caiz
olmadığını onlardan birisi söylemiyor. Belki müctehid kıyaslarına uygun olanı
seçer. Ebû Hanîfe'nin ictihad usulünü beyâna başlarken bahsin başında
naklettiğimiz sözünün iktizasına göre onun mezhebi budun.. Bütün
haberlerin te'kid ettiği oibareyi
burada bir defadaha kaydedelim: «Ben bulduğum takdirde evvelâ Allah'ın
Kitabında Peygamber'in Sünnetinde bulamazsam Ashabının sözlerine bakarını,
istediğim sözü alır, dilediğimi bırakırım. Ve onların sözlerinin dışında başka
kavil aramam, iş İbrahim Nahaî, Şa'bî, Hasan Basrî, Muhammed b. Sîrin, Said b.
Musayyib —daha bâzı adamlar saydı— zevata gelince onlar nasıl ictihad ettilerse
ben de ictihad ederim.»
Bu ibare gösteriyor
ki, eğer Ashabın bir kavli varsa Ebû Hanîfe onları taklid ederek o kavli
alıyor. Eğer bir kaç kavil varsa o zaman ictihad mesleğine ve kıyasa uygun
olanı seçip alıyor.
Yine bu ibareden
anlıyoruz ki, Ebû Hanîfe Ashabdan sonra gelen Tabiînin sözlerini takliden
almıyor. Onlar nasıl ictihad ettilerse ben de Öyle ictihad ederim diyor.
Tabiînin sözleriyle mukayyet olup onların dışına çıkmadan sakınmıyor. Onların
görüşlerine muhalif olan kıyas ve ictihadları olursa kendi ictihadiyle
gidiyor. Çünkü onlar gibi onun da ictihad hakkı vardır. O da onlar gibi bir
adamdır.
Burada iki şeye işaret
etmek istiyoruz.
1- Ebû
Hanîfe, acaba Ashabdan sonra gelenlerin kavillerine uyup onların dışında başka
kavle bakmıyor ve bunu icmâ' addediyor muydu? içtihadında onların dışına
çıkmağı caiz görmüyor muydu? Bunun cevabını yukarıda işaret etmiş bulunuyoruz.
Ebû Hanîfe'den naklolunan spzîer gösteriyor ki, böyle bir şeyle kendini
mukayyet görmüyordu. Meselâ o Hasan Basrî, Sîrin, Said b. Musayyip,
ibrahim,Nahaî gibi Tabiîlerin sözlerine uymak mecburiyetinde olmadığını
söylüyor, onlar gibi ictihad ediyor, onlardan sonra gelenlerin sözleriyle
mukayyet olmıyaca-ğı daha evleviyette kalır. Çünkü onların reyleri birleşmiş
değil ki, bu ittifak haddizatında hüccet sayılsın. Onlar Hz. Peygamberi görmüş
değiller ki, bu görüşlerini ondan aldılar diyelim de Sünnet kuvvetinde sayalım.
Her hangi bir asırda
eskilerin ihtilaflı akvâli, Hanefî Mezhebi ve diğer mezhepler müctehidîeri
arasında ihtilâf mevzuu olmuştur. Bâzı ulema o akvale tâbi' olmak lâzımdır
derler. Bâzıları ise tâbi' olmağı menederler ve onların ihtilâf etmeleri bu mes'elenin
ihtilâfa müsait olduğunu gösterir.
Herkes içtihadının vardığı neticeyi alır... Başka bir kavil de çıkabilir.
Usuliyyûndan bâzıları
mes'eleyi şöyle izah ederler: Eğer ortaya yeni atılan kavil, eskilerin ittifak
ettiklerini ortadan kaldı-rırsa reddolunur. Kabul edilmez, kız kardeşler ve
erkek kardeş-ları gibi... Onlar ana-baba bir ve baba bir kardeşler ve kız kardeşlerle
ceddin mirasçı olmasında ittifak etmişlerdir, fakat sonra ihtilâf ederek
bâzıları onunla bütün kardeşleri ve kız kardeşleri mahrum bırakırlar, bâzıları
iştirak ettirirler. Mahrum bırakmazlar. Eğer bir müetehid çıkıp ta o müstahak
değildir derse, onların icmâimn dışına çıkmış olur. Çünkü onlar mirasa müstahak
olduğunda ittifak ettiler. Müctehidin, istihkakı yoktur, demesi kavli olan
icmâa muhaliftir.
Eğer yeni kavil
eskilerin ittifakını bozmazsa ve her hangi bir itibarla o akvalden birini almış
oluyorsa: Meselâ Ashabın mirasım eşlerden birine ve baba ile anaya inhisarmdaki
ihtilâfları gibi. As-hâb-ı Kiramdan bâzıları diyor ki: Ana terekenin mecmuundan
1/3 alır. Bâzıları hayatta olan eşlerden biri hissesini aldıktan sonra kalanın
î/3 ünü ahr. Eğer biri ortaya çıkıp ta: Mirasçılar ana, zevç ve baba iseler, o
zaman mecmûun 1/3 ünü alH1, eğer mirasçılar ana, zevç ve baba iseler o zaman
bakinin 1/3 ünü alır, dese bu söz baştaki iki sözden dışarı değildir, icmâ'n
dışına çıkmaz.
Ulemadan bâzıları
diyor ki, müetehid, Ashabın ihtilâfiyle mukayyet olmak lâzımdır. Onların
ihtilâflarının dışına çıkıp başkasının kaylini alamaz. Ashabdan sonrakilerin
ihtilâfiyle ise mukayyet olmak lâzım değildir. îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin
sözü, yukarıda da işaret ettiğimiz veçhile, bunu göstermektedir.
2- Ebû
Hanîfe Ashâb-ı Kirâmm akvaliyîe mukayyet olduktan sonra onların dışına çıkmaz,
o akvalden kıyasına uygun olanları seçer. Çünkü bu ona göre bir nevi icmâ'dır.
Ashabın rivayet olunan akvâlini terk etmek istemez. Selefi saliha uymaktan
ayrılmaz. Çünkü Ashâb-ı Kiram Resûl-i Ekremle görüşmek şerefine nail
olduklarından bu feyz sayesinde din bilgileri artmış, fıkıhları çoğalmış, din
ahkâmını daha iyi anlamışlardır. Dînin gaye ve maksatlarını başkalarından daha
güzel bilirler. Hattâ onun şöyle dediğini naklederler:
Ashab-ı Kiramdan
birinin Hz. Peygamber'le bir müddet oturması, yıllarca ilim tahsilinden daha
hayırlıdır. Sonra Ashâb-ı Kiram vahiy nazil olurken bulundular. Hakkında vahiy
gelen hâdiseIerin içinde bulundular. Eshab-ı nüzulü ve ahkâmı bilirler. Onun
için onların akvaline uyar. Ve onun için Ashabı taklit ile diğerlerini taklit
arasında fark yapar. Onların akvalinin dışına çıkmaz, onu icmâ' sayar, ihtilâf
ettikleri akvâli bırakıp kavle bakmaz, icmâ'-dan ayrılmaz. Ashab ile diğerleri
arasında fark yapmanın sebepleri şunlardır.
1- Ashâb-ı
Kirâm'ın ictihadlan onca
mukaddestir. Onları Sünnete yakın
tutar. Onların, akvalinin hepsinin
dışına çıkmak bid'attir, selef-i salih yoluna aykırı bir harekettir.
Selâmet selef-i saliha uymaktadır.
2- Ashab her
ne kadar ihtilâf da etseler yine netice itibariyle birleşiyor demektir.
Onların ihtilaflı akvaline uymak da dahi: «Ümmetim delâlet üzerinde toplanamaz»
Hadîsinin şümulüne girmek vardır,
Ebû Hanîfe'nin bizzat
dediği gibi: Ashâb-ı Kiram sohbet şerefine nail olduklarından onların
kavillerini alıp başka içtihada lüzum görmüyor... Tabiîn ise bu dereceye
yükselemez, onlar da adamdırlar. Ebû Hanîfe de onlar gibi ictihad yapabilir.
Hanefiyye Mezhebi
usulü ulemasından bâzıları Ebû Hanîfe'ye ve ashabına icmâ' hakkında bir takım
tafsilât nisbet ederler. Meselâ icmâa ehil olanlarda .bâzı vasıflar aramak
gibi. tcmâa. fasik-lar, heva ve bid'at erbabı giremezler. Fâsıklann şeref ve
haysiyetleri yoktur. Halbuki icmâı bir delil gibi almakla büyük bir şeref
vardır. îcmâı yapanların şerefli ve hayırlı kimseler olduklarını kabul etmek
vardır. Nasıl ki Allahü Teâlâ buyurur: «Siz iyilikle emreder, kötülükten
meneder olduğunuz halde insanlar arasında çıfcmış en hayırlı bir ümmetsiniz.»
Bid'ad ve hevâ sahipleri ise —Hâriciler ve Râfizîler— son derece taassup
sahibidirler, islâm cemaatının re'ylerini hiçe sayarlar. Onun için onların
muhalefetleri nazarı itibare alınmaz. îcmâ' mün'akid olur: Demek Haricîler,
Râfizîler ve fâsıklar muhalif de olsalar icmâ'a mün'akid olur ve Hanefiyyece bu
hüccettir.
îcmâ'da içtihat şart
mıdır? islâm dininin ana meş'delerinde, re'y ve tetkike muhtaç olmıyan,
herkesçe bilinen yerlerde şart değildir. Kur'ân-ı Kerîm'in tevâtüren nakli,
beş vakit namaz gibi herkesin malûmu olan mes'ele böyledir. Re'y ve içtihat
mevzuu olan mes'elelerde icmâ'
olabilmek için müctehidlerin ittifakı şarttır.
Avam halkın muhalefetine bakılmaz, avam halk karşı da gelse icmâ' müri'akid
olur.
İcmâın şartları
hakkında da bâzı tafsilât ortaya atarlar ve bunları imamlara nisbet ederler.
îcmâın mün'akid olabilmesi için o asrın geçmesini şart koşmazlar. Halbuki
Şafiîye bu şartı nisbet ederler.[6]
Ebû Hanîfe ile ashabı
arasında icmâın şartlarından birinde ihtilâf olduğunu söylerler. O da icmâ
mevzuu olan mes'ele ictihad yapılmış ve ihtilâf olunmuş bir mes'eîe midir?
Değil midir? îmam Muhammed böyle bir şeyi şart koşmuyor, icmâ' mevzuu olan
mes'ele Ashâb-ı Kiram arasında ictihad ve ihtilâf mevzuu olmuş bir mes'ele dahi
olsa icmâ' mün'akid olur ve ilzam edici bir hüccettir. Artık ona kimse
muhalefet edemez. Hattâ bu muhalefetinde Ashabdan bâzı selef-i salibin
re'ylerine uysa bile icmâa karşı gelemez Ebû Hasan Kerhî ise Ebû Hanîfe'nin
icmâm hüccet olması için Ashab arasında ihtilâf mevzuu olmamasını şart koştuğunu
söylüyor. Eğer Sahabeden naklolunanda ihtilâf varsa icmâ' hüccet olamaz. Çünkü
ihtilâf edenlerden birinin re'yini alan kimse âsâr-ı seleften birine uymuş
olur, ortaya bir bid'at çıkarmış sayılmaz.
Bu ihtilâf fer'î
mes'elenin hükmünden alınmıştır ki, Ebû Ha» nîfe'ye îmam Muhammed onda
muhaliftir. O da ümm-i veledin satılması mes'elesidir.[7] Umm-i
veledin satılması Sahabe arasında ihtilaflı idi. Ekserisi onun satılmasını
caiz görmüyordu. Hattâ Hz. Ömer şöyle demiştir:
«Onları nasıl olur da
satarsınız, halbuki onların etleri etlerinize, kanları kanlarınıza karıştı»
Hz. Ali, Câbir ve diğerleri satılmalarına cevaz verirlerdi. Hattâ Hz. Ali
şöyle demiştir:
«Umm-i veledin
satılmaması hakkında benim görüşüm Hz, Ömer'in görüşüyle birleşmişti, fakat
şimdi onların satılması reyindeyim.»
Câbir de şöyle diyor: «Biz ümm-i veledleri Hz. Peygamber zamanında
satıyorduk.»[8]
Ulema diyor ki: Tabiîn
asrı gelince onların satılmasının caiz olmadığında ittifak ettiler. Tabiînin bu
ittifakı muhalefeti caiz olmıyan bir icmâ' sayılır mı? Böylelikle mes'ele
ihtilâftan çıkmış, ittifakı bir mes'ele olmuş mudur? Eğer böyle ise, o zaman
kadi'-mn onların satışının sıhhatma hükmü caiz olmaz...
imam Muhammed'e göre
bu satış bâtıldır, Satışın sıhhatma kadı hükmetse de hükmü caiz değildir. Onun
için ulema diyor ki, imam Muhammed'e göre selef arasında ihtilaflı dahi olsa,
sonradan icmâ' vuku buldu mu o delil olur. Çünkü icmâ-ı Iâhık, hilafı sabıkı
kaldırır.
Ebû Hanîfe'den bu
mes'elede iki rivayet var: Birine göre kadı bu satışa hüküm de verse, hükmü
infaz olunmaz. Buna Ebû Ha-nîfe ile imam Muhammed'in re'yi birleşiyor demektir.
Ebû Hasan Kerhî'nin naklettiği diğer bir rivayete göre bu hüküm infaz olunur.
O takdirde iman Muhammed'in re'yi üstadının re'yine muhalif olmuş olur. Burada
üçüncü bir rivayet daha vardır ki, onu Câmi'ul— Fusuleyn kaydediyor, kadı'nın
bu hükmünü diğer bir kadı imza ederse, o zaman hüküm nafiz olur.
Satış hükmünü men eden
rivayete göre Ebû Hanîfe'nin re'yi Tabiîn arasındaki icmâı delil olarak
almaktadır. Sel^f-i salih arasında Sahabe zamanında ietihad mevzuu olan bu
ihtilaflı mes'elede icmâ mün'akid olmuştur.
Satışın sıhhatma
verilen hükmü caiz gören rivayete göre ulema bundan türlü neticeler
çıkarmaktadır. Ebû Hasan Kerhî, Şems'ül-Eimme Halvânî ve diğerleri diyorlar ki,
Ebû Hanîfe icmâı ilzam edici bir hüccet saymak için onun Sahabe arasında
ietihad ve ihtilâf mevzuu olmamış olmasını şart koşuyor.
Bâzıları ise burada
Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed arasında ihtilâf olmadığını söylüyorlar...
işte bazı ulemanın bu
nevide icmâı hüccet sayıp saymama hususunda. Ebû Hanîfe ile Muhammed
arasındaki ihtilâfı çıkardıkları mes'ele budur. Biz okuyucunun önüne bütün
tafsilâtıyle serdik.
Bütün bunlar iimm-i
veletlerin satılmasının caiz olmadığı hakkında Tabiîn arasında icmâ' olduğu
iddiasına dayanmaktadır. Bu icmâ' iddiası şüpheye yer vermiyecek bir surette
sabit midir? Bakıyoruz, Tabiînin üstadı Said b. Musayyib Medine'de onların
satışını menediyor. Kûfe'de İbrahim Nahaî bu satışı yasak ediyor. Ebû Hanîfe
üstadı Hammâd'dan; o, İbrahim Nahaî'den, rivayet ediyor ki, Hz. Ömer b. Hattab
Resûl-i Ekrem'in minberi üzerinden nida ederek ümm-i veledîerin satılması
haramdır, diye haykırdı. Câriye efendisinden bir çocuk doğurduğu zaman onun
üzerindeki kölelik kalmaz.[9]
Kûfe'nin fakıhı İbrahim Nahaî ile Medine fakıhı Said b. Musayyib'in ittifakı
icmâa delil sayılır mı? Onlarla birlikte acaba Basra, Mekke, Şam, Yemen vesair
yerlerdeki Tabiîn fu-kahâsi ittifak etti mi? Her Tabiî kendinden önceki
müctehidin böyle dediğini haber verdi mi?
Zâhir-i rivaye
kitaplarının şârihi olan Serahsî'nin Mebsutun-da ümm-i veled bahsine bakıyoruz,
görüyoruz ki, bu satışın ihtilâf mevzuu olduğunu ve Hanefiyye de dahil olmak
üzere Cumhurun re'yince bu satış sahih olmadığını kaydediyor. Sonra Cumhurun
re'yine Hadîsten, Sahabe kavillerinden ve kıyastan deliller bulup getiriyor.
Fakat icmâı delil göstermiyor.
Bu icmâın in'kadı
üzerinde durulacak, tedkik mevzuu bir imVele olunca icmâm mün'akıd olduğu
delille sabit sayılamaz. îcmâ' varmış gibi çıkarılan hükümler de teslim
olunmaz. Çünkü onlar sabit olmıyan bir emir üzerine kurulmuştur. Ümm-i veledin
satılmaması hususunda Tabiîn arasında icmâ' mün'akid • ıMuğunu farzederek,
haydi bunu teslim edelim, fakat Ebû Ha-nîfe'nin burada hüccet olarak aldığı
delil nedir? Görüyoruz ki o Kitab'ül-Âsâr'da buna Hz. Ömer'in haberini delil
getiriyor, icmâı zikretmiyor. Ne müsbet, ne menfî surette ona hiç temas
etmiyor.
Doğrusu bu mes'eleden
yapılan hüküm çıkarma, sağlam bir esasa dayanmıyor. Öyle ki Ebû Hanîfe
hükümlerini verirken bu icmâ' fikri müsbet veya menfî onun üzerinde müessir
olup olmadığına insanda bir kanaat hâsıl olmuyor.
Hanefiyye mezhebi usul
uleması, icmâın kat'i hüccet olduğunu zikrederler. Bâzı ulema ise onun zannî
hüccet olduğunu söylerler.[10]
Fahr'ül-îslâm icmâı üç
dereceye ayırır:
1- En âlâsı
Sahabenin icmaldir. Onu mütevâtir Hadîs gibi kat'i tutuyor. Kat'i deliller gibi
kat'iyet icabeder. Zira Ashab gördüler ve bilirler.
2- Ashabdan sonrakilerin icmâı, bu da Hadîs-i
meşhur gibidir.
3- İctihad
mevzuu olan bir fasılda vâk'i icmâdır ki o. bu hâle göre haber-i vâhid gibidir,
zannîdir. Onda şüphe mevcuttur. Bunların hepsi icmâ haberi tevatür yoliyle
nakledildiği takdirdedir. Fakat icmâ haberi, haber-i vâhid yoliyle jcmâı dahi
olsa yine böyledir. Zira Sahabenin icmâı haddizatında kat'iyet ifade etse de
haber-i vâhid yoliyle nakledilmesi, onda bir zan uyandırır, haber-i vâhid olan
Hadîs gibi olur, çünkü Hz. Peygamber'in sözleri haddizatında dinde kat'iyet
ifade eder, fakat nakil yüzünden haber-i vâhidler zannî oldular. Zan, nakil
sebebiyle geldi.
icmâ her halde kıyasa
takdim olunur.
Fahr'ül-îslâm Pezdevî
diyor ki: «îcmâı inkâr eden dîni iptal eder. Çünkü usul, dînin hepsinin esas
ve dayanağı, Müslümanların icmâına varır.»
İcmâ hakkında
Fahr'ül-îslâm'ın dediklerinin en kısa hulâsası budur. Acaba bunlarda Ebû
Hanîfe'nin ve Ashabının akvâli anlatılmış oluyor mu? Her ne kadar bu re'ylerin
sonra nısbetinde dayandığı şeyi söylemese de zahir olan budur.
Bu ahkâmın Ebû
Hanîfe'ye ve ashabına nisbeti ne olursa olsun, biz burada Fahr'ül-Islâm'ın ve
diğer usul ulemasının takrir ettikleri bir işe işaret etmeği hakikat borcu
biliyoruz: îcmâın hüccet olduğunu söyleyen ulema, icmâın bir senedi olması lâzımdır,
derler. Ulemayı icmâa sevkeden bir şer'î sened olmaksızın ulemanın bir şey
üzere icmâ' etmeleri mümkün değildir. Ulema o şcr'î senede göre ortaya bîr
hüküm çıkarır, Fahr'ül-tslâm buna icmâa bâis olan sebep namını verir. îcmâın bu
senedi veya bâis sebebiyle ya Hadîs veya kıyas olur. O sened sebebiyle icmâ'
yapılır. Fakat icmâ'ın in'ikadından sonra olunur. îlzam eden bir delildir.
îlzam eden artık senedi olan haber-i vâhid ve kıyas değil de icmâın kendisi olur.
Artık orada o dediğine müeddi olur mu, olmaz mı diye icmâın senedinde münakaşa
yapılmaz ki, ic-mâı yapanlar muahaze olunmağa meydan verilsin. Senede bakılmaz,
icmâ' hüccet olmuştur. Böylelikle: «Ümmetim dalâlet üzere asla toplanmaz.»
Hadîsi tahakkuk eder.
Bunlar Ebû Hanîfc'ye
ve diğer ulemaya nisbet olunan sabit ve mukarrer umur olup bedîhiyât
derecesinde şeylerdir. îcmâ' hususunda ulemanın dediklerine vâkıf olanlar
bunları bilirler.
Burada Müslümanlar
nezdinde icmâın hükmü hakkında bâzı Avrupalı muharrirlerin görüşlerini
münakaşa yapmağa bir hakikat borcu addediyoruz. Diyorlar ki: «îcmâın esası olan
Hadîs-i şerif şudur: «Benim Ümmetim delâlet üzere ittifak edemez.» Keza şu
Âyetler de ona İlâve olunur: Meselâ Nisa Sûresinin 115 inci Âyetinde
«Mü'minlerin yolundan başkasına uyanlara» azap va'd olunur. Bakara Sûresinin
143 üncü Âyetinde: «tşte böylece sizi ortada yürüyen ümmet kıldık.» buyrulur.
(Ümmet-i vasat, karşılaştır: Beyzâvî tefsiri) bundan dolayı, halkın tefekkür ve
ameller yoîiyle akideler ve sünnetler yaratmak kudreti vardır, yalnız başka bir
yol ile telâkki ettiklerini teslim ile kalmazlar. Ve böylece ilkin bir bid'at
olan bâzı şeyler icmâ sayesinde kabule şayan olmuş ve kendinden önceki
Sünnetlerin yerini almıştır. Meselâ bu yoldan, evliylara tazim ve onlardan
medet ummak fi'Ien Sünnetin bir cüz'i hâlini almıştır.»
«îcmâın, Peygamber'in
hatâ ve günahtan münezzeh ve masum olduğu hususundaki akidesinin Kur'ân'daki
vazıh Âyetlerden inhiraf etmiş olması dikkate şayandır. îcmâ', sadece önceden
mukarrer olmıyan işleri takrir etmekle kalmıyor, aynı zamanda
sabit ve cidden mühim
akideleri de tamâmiyle değiştirmiş oluyor. Onun için bugün gerek Müslümanlar
ve gerekse Müslümanlardan başkaları arasında icmâa büyük ve faal bir ıslâhat
vasıtası gaziyle bakılmaktadır ve onlar Müslüman ümmeti ittifak ettiği
takdirde îslâmiyete istediği şekli verebilir iddiasındadırlar. Ancak bu
hususta icmâ'dan beklenen şeyler hakkında görüşler çok farklıdır. Icmâın
tarihini araştıran Goldziher (s. 56) Vorlesungen'-de tarihî seyrine bakarak
icmâm gelecekte büyük bir ehemmiyet kazanabileceğine inanmakta olduğunu
belirtmekte ise de Snouck Hurgronje (Politigue Musulmane de la Hollande, s. 42.
60) fıkha tebellür etmiş bir sistem göziyle bakmakta ve icmâ'dan hiçbir şey
ümid edilemiyeceğini söylemektedir.»[11]
Avrupalıların icmâ'
hakkında sözleri böyledir. Bunlar gösteriyor ki, onlar icmâ' etrafında
söylenenleri doğru olarak anlamamışlardır. Onlar diyorlar- ki, icmâ' îslâmda
sabit mukarrer öyle bir esas ki her hangi bir suretle onda fikir yürütmeğe
imkân yok, icmâ' âmmenin icmâi imiş. Icmâın ahkâmı akâid ve amellere şâmil
imiş Kur'ân-ı Kerîm'in âyetlerinin kat'î delîâetine ve Hz. Pey-gamber'in
Hadîslerine tearuz edermiş, Kitap ve Sünnete takdim olunurmuş. Kitap ve
Sünnette bulunmayan şeylerle yeni bir Şeriat kurmağa vâsıta olabilirmiş,
icmâ'la bâzı âkideler değişmiş yerine yenileri gelmiş!..
Bunlar topyekûn icmâı
yanlış anlayıştan ileri geliyor. Zira ic-mâın hüccet olması bütün müslümanlann
icmâı ile değil içtihat kudretini hâiz olan müctehidlerin icmâiyla olur.
Müctehidlerden onu hüccet olarak alanlar olduğu gibi bâzı mâruf müctehidlerden
onun hüccet olduğunu inkâr edenler bile vardır. Bir mes'elede icmâ' iddia
olununca kabul etmeyenler mevcuttur. Meselâ imam Şafiî hiçbir rhünâzırına
münakaşa edilen mes'elede icmâı teslim etmemiştir. Yalnız usul-i mesâil, beş
vakit namaz, farz namazların rek'atlannm sayısı ve emsali hususlarda icrnâr
delil olarak alırlar. Ahmed b. Hanbeî yalnız Ashabın icmâmı hüccet olarak kabul
eder. Demek icmâm hüccet olduğu herkesçe teslim olunmuş bir mes'ele değil.
îcmâın hüccet olduğunu
kabul edenler, onu Kitap ve Sünnetten sonra gelen bir delil olarak almakta
müttefiktirler. îcmâ' Ki-tâbullâha ve meşhur Hadîslere taaruz edemez. Ulemanın
ekserisine göre icmâ' zannî hüccettir. Yalnız bir kısım ulemaya göre ancak
Sahabenin icmâı kat'i hüccettir.
Bilumum ulema arasında
muteber olan icmâ müctehid ulemanın icmaldir, yoksa avamın icmâı değildir.
Yalnız teemmül ve istinbata muhtaç olmıyan hususlarda, meselâ namaz ve sayısı
gibi mes'elelerde umumun icmâı muteber olur.
îcmâ, ekseriyetin
re'yine göre, zannî hüccet olduğundan amel babında muteberdir, itikatta değil.
icmâı hüccet olarak
alan ulema, icmâin Kitap ve Sünnetten behemehal bir senedi olmasında
müttefiktirler. Bu sened, hükmü Kitâbullah'tan bir nassa hamlolunan bir sened
mutlaka lâzımdır, öyleyse nasıl olur da Kitâb'a taâruz edebilir ve ona takdim
olunur? Evet icmâin senedi haber-i vâhid olan bir Hadîs ise, icmâ'-dan sonra
sabit olan hüküm, Hadîs-i meşhurla sabit olmuş gibi olur. tempona kuvvet verir.
Bunlar icmâ' hakkında
sabit ve mukarrer hakikatlardır. Ulema bunu çoktan söylemiştir. Fakat
Avrupalılar işleri arzu ettikleri gibi anlamak isterler. Mes'eleleri
haddizatında olduğu gibi anlamazlar. Baksanıza onlar icmâ'la bid'atlannın
Sünnet yerine geçtiğini söylüyorlar. Bu, îslâma iftira ve bühtandır. Bu
cihetten bid'at üzerine icmâ' yapılmaz. Çünkü bid'atı işleyenlerin hâli ve
adedi ne olursa olsun o dalâlettir. Dalâlet üzere icmâ' olmaz. Hz. Peygamber
Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Her bid'at
dalâlettir, her dalâlet cehenneme götürür.»
îcmâın meşru olması ve
nas bulunmıyan yerde hüccet sayılması îslâm cemaatinin birliğini sağlamak ve
fikirlerini birleştirmek içindir. Çeşitli görüşlere ayrılarak şazla ameli
önlemek gayesine matuftur.
[1] Mekkî, Menâkıb-ı Ebû Hanîfe, c. I, s.89
[2] Mekkî, Menâkıb-ı Ebû Hanîfe, c. 1, s.82
[3] Ebû Yusuf, El-Red alâ Siyer-i Evzâî, s 21 Mısır
baskısı.
[4] İmam Şafiî, El-Üm, cüz n, s. 257.
[5] Tafsilât için Keşf'ül-Esrâra bakınız.
Sükûtî icmâın bu
tarifinden anlaşılıyor ki, onun inikadı için iki şey lâzımdır:
1- Bu sükût edilen
mes'ele hakkında eskiden mezhepler arasında İhtilâf vukubulmamiş olmak.
2 - Onu te'vil ve
tefsir müddeti geçmiş olmak, yâni onun hakkında fikir beyan edip itiraz
yapılacak kadar bir zaman geçmek.
Şunu da kaydedelim ki,
sükûtî icirfâı ulemanın çoğu kabul etmez. İmam Şafiî almıyor, El-Bİsale'deki
tarifine sükuti İcmâ girmiyor. Bir mes'ele hakkında iemâ' var diyebilmek İçin,
ulemanın onun hakkında sözlerini söylemiş olmaları lâzımdır. Biı İş susmakla bilinmez,
diyor. Kendinden öncekinden nakletmek lâzımdır. Namaz rekatları, şarabın haram
olduğu ve emsali gibi.
Kiikûtî icmâm delil
olmadığına: Sâklte bir söz isnad olunmaz, kaidesini deli] getirirler. Çünkü
yeni bir mes'ele karşısındia susmak; muvafakati ifa de etmek ihtimâli olduğu
gibi, bu hususta henüz ictihad yapıp bir karara varmış olmak ihtimali de
vardır. İctihad yapdiysa da hükmü ona karşı olduğundan lieride daha etraflı ve
temkinli düşünmek maksadiyle, re'yini meydana atmamış olmak da bir ihtimaldir
Veya öur<u söyleyen müctehid olduğundan her müctehid isabetlidir, diye ona
muhalefet.etmek i&teme-di Bu İhtimaller içinde sükûtla icmâ1' olamaz.
Zahiriye, Hanefiyyeden
bazıları. Mutezileden Cübbâî bu re'yde imişler. Hanefiyyenin ekserisir<3
göre İse icmâ' sayılır. Ulemadan bâzısına göte: Sükût delildir, fakat İcma'
sayılmaz. Bir kısmına göre İse, eğer o mes'ele hakkındaki re'y ve ictihad bir
hâkimden olup da ulema sükût ettiyse, hüccet değildir. Eğer bir fakıhm re'yine
karşı susarlarsa icmâ'dır.
Sükûttu icmâ1 sayanlar diyorlar ki: O sayılan ihtimaller bir delilden
aeş'et etmiyor. Mâ'raz-ı hacette sükût beyandır. Mademki o re'y yayıldı ve
bilindi, onu reddetmeyip susmak muvafakati gösterir. Muhalif olsa Öyle değil,
derdi. Müslüman hakkı söylemekten çekinmez. Muhalefet İhtimali açık değildir.
Delilden neş'et etmiyen ihtimale itibar olunmaz. Bir-§eyi delil olmaktan
düşüren ihtimallere bâzı emareler şahit olmalı. Burada İse; ihtimaller
muvafakata işaret ediyor, öyleyse sükûtları muvafakat alâmeti sayılır.
[6] Sahih olan, Şafiî de asrın, geçmesini şart koşmuyor.
Bu şart Risalesinde yoktur Orada zikrettikleri buna muhaliftir.
[7] ümm-i Veled: çocuğun anası demektir. Efendisi
câriyesiyfe münasebette bulunur, bu
münâsebetin mahsulü olarak bir çocuk
dünyaya getirse o cariyeye bu nâm verilir.
[8] Abdülaziz Buharı, Keşf'ül-Esrâr; c. III, s. 968.
[9] Ebû Yusuf, Kitâb'ul-Asâr, s, 192.
[10] Ulemadan bazısı bu hususta şöyle güzelce tafsil
ederler: Egeı icmâiın hükmü, namazların sayısı, rek'atleri, orucun ve haccm
farz olduğu, vakitleri, zinanın, §arabm, hırsızlığın vo ribânın haram olması
gibi havassın ve avamın, herkesin bildiği birşey hakkında ise, onu inkâr etmiş
olurdu. Peygamber'i inkâr etmiş sayılır. Bir insanın teyzesi, halası ile evlenmesi
haram olduğu, Arafatta durmadan Önce cinsî münasebetin haccı bozduğu, nineye
mirasta l/ö verilmesi, ananın çocuklarının dede ile mahrum bırakılması,
kaatiîin mirastan men'İ gibi havassın bileceği şeyleri İnkâr ederse, tekfif
olunmaz, dalâletine hüküm verilir, çünkü'bu icmâ her ne kadar kat'i de olsa,
inkar eden tevil edecek bir yer bulur, tevü ise tekfire mânidir.
[11] İslâm -Ansiklopedisini e icmâ' maddesini D. B.
Macdonaid yazmıştır. Bu madde Daire'tül-Maarifil-İslâmiyye adiyle Arapça'ya
yapılan tercümesinin birinci cildinin yedinci faskülündedir. Türkçe
tercümesinin c. V. kısım 2 de icmâ' maddesindedr.