422- Ibn Hazm, Şafii'nin Görüşünü Almıştır:
420- Başka temalar Delil Olamaz:
421- İcma'a Bir sened Lazımdır:
423- Bu Halde İcma Nasıl Mümkün Olur?
424- İnsanların Tabiatları Değişiktir:
Medine Halkının İcmaı Meselesi:
425- Medmelilerin İcmaı Delil Olamaz:
426- İmam. Maliki Diğer İmamlardan İleri Tutmak İsteyenler:
Nasslara dair sözü uzattık. Çünkü nasslar,
Zahiriye fıkhının temel direğidir. Ve nassları
zahiri üzere anlamak zahiriye uleması ile cumhur fu-kaha
arasındaki ihtilafın esasıdır. Zira İslara tukahası arasında zahiri almak, Zâhiriyenin
özelliğidir. Başkaları kıyası almakta onlara katılmış-larsa
da zahiri almakta katılmamışlardır. Onun için âmm,
hâs, emir ve ne-hiyler bahsini Zahiriye açısından
biraz uzattık. Umarız ki, bu tafsilattan sonra okuyucuya nassslan
anlama hususunda Zahiriye Mezhebi hakkında açık bir fikir vermişizdir. Böylece
bu mezhebin en önemli temeli anlaşılmış olur. İkincisi de kıyas kabul etmeyip
reddetmeleri, nassları talil
yapmamalarıdır.
Şimdi, Zahiriye
fıkhının Kitap ve Sünnet'ten sonra üçüncü delili olan ic-ma bahsine gelelim. İbn Hazm'a göre, icma; icmaen kabul edilmiş bir delildir. Sünnilerden buna
muhalif olan yoktur. Biz ve muhaliflerimizin ekserisi ittifak halindeyiz ki,
İslâm uleması arasında icma delildir ve bu kesindir.
İbn Hazm'ın icma'a dair sözü üç temel etrafında döner dolaşır. Biz icma'a delil olduğunu isbata
girişmeyeceğiz, yalnız icmanın bu üç temel noktasını
anlatacağız: Onlar da icmanın hakikati, icmanın yapılması dayanağı yani usul ulemasının icmanın senedi dedikleri şey üçüncüsü olarak da icmanın asrı yani kimlerin icmai
muteberdir.
İbn Hazm, icmanın
hakikatim tarif etmeden, dinin kaynağı olan delilleri taksim ile işe başladı.
Şöyle ki: Dinî hükümler iki şeye dayanır: Ya mus-hafta toplanmış olan vahiyler ki Kur'an'dır
veya mushafta olmayan Hz.
Pey-gamber'in hadisleri. Sonra bu iki kaynaktan
alınan hükümleri üçe taksim eder.
a. Ümmetin
asırdan asra nakil ettikleri şeyler: İman, namaz, oruç, hac ki bunlarda icma vardır. Bu kısımdakilerden icma
olmayanı yoktur.
b. Tevatür
yoluyla nakil olunan bir çok sünnetler vardır. Hz. Peygam-ber'in oturarak namaz
kılması, Hayber arazisini mahsulün yarısını vermek
şartıyla Yahudilere vermesi gibi.
c. Mevsuk
kimselerin nakil ve rivayet ettikleri şeyler ki, bunların bazısında icma vardır, bazısında da ihtilaf vardır.[1]
Buna göre gerçek icma ümmetin asırdan aşıra nakil ettikleridir. İman, namaz,
namaz vakitleri ve rekatleri, oruç, hac vakitleri
gibi dinde zaruri olarak bilinenlerdir.
İcma hakkında İbn Hazm'ın sözlerinden bu anlaşılır. Böyle bir tarifi Şafii
de yapmıştır. Bunu kitabında söylemiştir. Şâfîi icmaya
karşı olanla tartışırken, muhalifi ona:
- "İcma var mıdır?" diye sormuş, o da:
- "elhamdülillah
var, hem de çok" demiş. Bütün bu farzlarda icma
vardır, bunu kimse inkar edemez, kimse bunda icma
yok, diyemez. İcma var diyenlerin yolu budur..."[2]
İmam Şafii'nin sözleri
böyle. Bunlar, İbn Hazm'ın
dediklerine uygundur. Hatta, okuyucu İbn Hazm bu düşünceleri Şafii'den almış sanabilir. Bunda bir
sakınca da yoktur. Çünkü usul ilminin ilk temellerini atan Şafii'dir. Usul
ilmine dair yazanların çoğu ondan birçok şeyler almışlardır. Bu çığırı açmak
fazileti ona aittir, sonra gelenler onun kaynağından almışlardır. Evet, İbn Hazm burada İmam Şafii ile
birleşiyorsa da gayede ayrılıyor. İbn Hazm, icmayı buna hasreder, Şafii
ise, icma olaylarını araştırma yoluyla bu görüşe
varır. Onun için R
İbn Hazm'a göre, icma böyledir. Fakat icnıayı
kimler yapar, icma nasıl oluşur? İbn
Hazm, bu konuda zâhiriyenin
görüşünü söyler ve bunu mezhebin başı olan Ebû
Süleyman Dâvud Zahiriye nisbet
eder. Onlara göre, muteber olan icma, sahabenin
icmaldir. İcmanın hakikatine uyan da budur. Madem ki
icma Hz. Peygamber'den tevatüren nakil olunan kesin ilimdir, böyle bir icma ancak sahabe devrinde olabilir. Onlardan sonra gelenlerin
icması ise, onların icmasına
tabi olur. Onun için şöyle demektedir: "Zâhiriyeci
Ebu Süleyman ve bizim arkadaşlarımızın çoğu icma; ancak sahabenin icmasıdır,
demişlerdir. Ashab-ı Kiram, onlar Hz.
Peygamber'in yanında bulunmuşlardır. Sonra onların hepsi çok kâmil müsl umanlar dır, imanları tamdır, başkalarına benzemezler.
Bu vasıfta olanların icmaı kesindir, bütün
müminlerin icmaı olur. Onlardan sonra gelenlerin icmaı ise, bir kısım müminlerin icmaldir, tüm müminlerin
değil. Bir kısım müminlerin icmaı ise tam müminlerin
icmaı gibi olamaz. Bir de ashab
bir yerde idi, yerleri, sözleri belliydi, sonra gelenler ise dağınıktır, onlar gibi
tesbit olunamaz."[3]
Ibn Hazm bu üç delili, Dâvud Zahirinin sözü olarak nakil eder. Dayanağı şudur: icma Hz. Peygamber'in talimi ve
tasdiki ile olur. Bu da ashabda vardır. Sonra onlar
bir yerde bulunduklarından icmaları mümkündür, ve
onlar kâmil müminlerdir.
Ibn Hazm, bu görüşü şöyle
yorumlar: İcma kıyamete kadar bütün asırların icmaı olur veya asırlardan bir asrın icması
olur. Birinci caiz olamaz, çünkü bütün asırlar geçmeden
o nasıl icma yapılacak? Öyleyse sadece bir asrın icması kalır ki, o da ashabın icmaıdır.
Çünkü icma şartları o asırda vardır ve bu muteberdir.
a. Bu icmada ihtilaf yoktur. Ashabın hepsinin icma
ettikleri bir şeyde iki müslümanm ihtilaf ettikleri
olmamıştır. Bu kesin bir icmadır, sahih icma budur, buna muhalefet etmek helal olmaz.
b. Doğrusu
din tamam olmuştur. Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Bu gün sizin dininizi tamamladım, size olan nimetimi tamamladım, size din
olarak İslâm'ı seçtim." (el-Maide, 5/3)
Öyleyse ondan sonra icma yoluyla bir şey ziyade edilemez, Hz.
Peygamber'in ashabından başkasının icmaı, muteber
olmaz.[4]
Sahabenin iemamın muteber olmasına gelince; onların
ihtilaflarında icmaı muteber olamaz. Ashabın ihtilaf
ettikleri bir hususda, sonra gelenler icma ederse, bu da muteber olmaz. Çünkü ashabın ihtilaf
ettikleri bir şeyde, sonra gelenlerin icma
etmeleridir ki bu kimseyi bağlamaz. Ashabdan sonra
gelenlerin sayılması mümkün değil, ashab ise bir
yerde olduklarından bellidirler, icmaları mümkündür.
Böylece ashabın ıcma'ı makbuldür. Diğerleri icma sayılmaz.[5]
Ibn Hazm'ın incelemesine göre;
hakikatte icma, dinde zarureten
bilinen bir şeyde, Hz. Peygamber'e tevatüren varan bir icma'dır ve
bu da nassdan, senede bağlıdır. Bu ashabın icma'ı olup Hz. Peygamber'in
talimine dayanır. Bir nassa dayanmayan icma muteber değildir. îcmanın
senedi nassdır. Nassdan bir
senede dayanmayan, icma düşünülemez. Kesin olarak
şöyle der; "Nassız icma
yoktur. Bu nass, ya Hz. Peygamber'in sözü, veya fiili olup ondan sahih surette
nakil olunmuştur. Bir de ikrar ve tasdiki olup o da sağlam surette nakil
olunmuştur. Bunlardan başka suretle icma idda edenin, davasını isbat
etmesi gerekir."[6]
Demek tasdik bir
senede dayanmayan icma, batıldır, bu icma sayılmaz. Çünkü icma, Hz. Peygamberin talimine dayanır, bu da nassla
olur. Nassdan bir delil olmayınca, sened yok demektir. Çünkü sened nassdan olur. O bu konuda deliller getirir.
Şimdi bu delillere
bakalım, onun fıkıhdaki yüksek derecesini görelim.
a-Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: "Rabbinizden size indirilene uyun,
O'ndan başka dostlara uymayın."fel-Araf, 7/3) Nass olmadan çıkarılan hüküm, Rabbimizin indirdiğine
uymamaktadır.
b- Cenab-ı Hakk: "Bugün sizin
dininizi tamamladım" (el-Maide 5/3) buyurmuştur.
Öyle ise her icmanın Hz.
Peygamber'in asrında yapılmış olması lazımdır. Yoksa, din asn
saadette tamaml-anmamış demek olur. Halbuki Allah
tamamladığını haber veriyor. O asırdan sonra icmayla
ziyade yapılamaz. Bu iki delil onun görüşüne göredir. Nasslardan
başka delilleri, kıyası muteber yapanlar, nassları ta'lil ederek illete göre hüküm verirler, aynı sebep aynı
hükmü alır dediler. Bu kıyaslar da nasslara dayanır.
Bunlar nasslara hami olunur. Bu dinin tamam olmasına
aykırı olmaz. Her hükmün bir hikmeti vardır. Olaylar sonsuzdur, hikmete göre
hüküm verilir...
İbn Hazm, Zahiriye görüşüne
göre başka deliller de getiriyor: Müslümanların, Hz.
Peygamber'den sonra nass olmayan bir meselede icma etmelerini akıl mümkün görmez. Çünkü Ashab-ı Kiram, fetih olunan ülkelere dağıldılar. Sonra
daha çok genişlediler. İş öyle bir hâle geldi ki, bunların bir iş hakkında
birleşmelerim, icma yapmalarını insanın aklı almıyor.
O bunu imkansız görüyor ve şöyle diyor: "Akıl ve müşahadeye
dayanarak biz, böyle bir durumda İslâm ulemasının nass
olmayan bir meselede de icma yapmaları mümkün müdür
diye sorarız. Bunların bir yerde, bir mesele hakkında birleşmeleri olur mu? Ashab dağılmadan bu mümkün, fakat dağıldıktan sonra nasıl
olur? Eğer mümkün derse, bu inattan başka bir şey değildir. Düşünün: İslâm
uleması dağılmışlar, kimisi Yemen'de, kimisi Amman'da, kimisi Bahreyn'de,
kimisi Taif de, kimisi Mekke'de, kimisi Endü-lüs'de Kurtuba'da,
kimisi Arabistan Yarımadası'ndadır. Daha sonra ise iyice genişlemişler, kimisi
Fas'da, Endülüste, kimisi
Berberi sahillerinde, Yemen kıyılarında Kafkas hududlarına
kadar yayılmışlar... Doğrusunu söylemek gerekirse, buna ilk işaret eden İmam
Şafii olmuştur."[7]
İbn Hazm, nass
olmadan icmanın mümkün olmayacağını söylemekle yetinmiyor,
insanların düşünceleri, tabiatları çeşitli olduğundan bunu imkansız görüyor ve
şöyle diyor:
"Kesin bilinen
bir şey vardır; insanların himmetleri, iradeleri, görüşleri tabiatları
farklıdır. Birinin hoşlandığından diğeri nefret eder, kaçar. Bu ayrılıklar
çoktur ve çetindir. Biri yumuşak kalplidir, acır, diğeri katı kalb-lidir, sert davranır. Biri
güçlü kuvvetlidir, azimlidir, hayırlıdır. Biri zayıftır, kolaya kaçar. Biri
zevk ve safaya düşkündür, biri serttir, kabadır. Biri
mutedil olup her şeyde ortada kalır, biri öfkeli olup şiddet gösterir, biri
yumuşak huyludur. Böyle olunca bunların bir hükümde birleşmeleri imkansızdır.
Bunlar ancak duyguyla kavradıkları, akılla bildikleri yani hisse ve akla
dayanan şeylerde birleşirler. Halbuki din Hükümleri bunlar kabilinden
değildir. Öyleyse icma imkansızdır, bu kesin bir
delildir.[8]
Böylece îbn Hazm, nass olmadan icma olmayacağım
tanımlıyor bunlar da mantıkma uyuyor, ona göre icmanın hakikati nassa dayanmadan
yapılamayacağıdır. Hatta Peygamber'in talimi olmadan icma
olmaz. Onun için sahabinin icma-smdan başkası muteber değildir, diyor.
Söylediğimiz gibi, İbn Hazm'a göre, Hz. Peygamber'in talimine uygun olarak bütün ulemanın tevatüren sabit olunan icmanın
muteber olduğunda, bir kısım halkın icmaı, icma sayılamaz. Onun içindir ki, o, Medine ehlinin icmamı icma saymaz, bu dinde bir
delil olamaz, çünkü bu, muteber olan delillerden değildir. Onlar nass, icma ve onlardan alınan
delildir.
Medine ehlinin
fazileti olduğundan onların icmamı delil tutanlar,
yanılıyor diyor. Evet onlar vahyin nüzulünü gördüler, fakat fazilet basıca, delil
saymak başkadır. Sonra o fazilet hep sürmez. Nasıl ki bugün Medine halkı
bozulmuştur, orada aşırı giden Şia Rafızi var... Bir de vahiy inerken bulunan
sahabeler onlardan sonra gelen Medine halkı başkadır. İmam Leys
b. Sa'd, Medine ehlinin amelini delil saymadığından
İmam Malik onu kınamıştı, Leys, İmam Malik'e karşı ayni
delille cevap vermiştir.[9]
Dört halifeden üçü; Ebu Bekir, Ömer ve Osman Medine'de idiler. Müslümanlara
dini anlattılar, Medine halkını diğerlerinden üstün tutmadılar. Dini halka
anlatmakta kusur ettikleri asla düşünülemez. Allah onları böyle şeylerden
korusun.
İbn Hazm burada, Şâfi'nin de
daha Önce değindiği bir meseleyi ele alıyor: Medine halkını, kendilerinden
önceki sahabilerin icma
ettikleri bir meselede ancak icma ederler. Bu da
sahabe icması olur, onların değil. Eğer diğer İslâm
şehirlerindeki ulemanın icma ettikleri meselede icma ederlerse onlara katılmışlar demektir.[10]
İbn Hazm, sadece bununla
kalmıyor, Medine ehlinin icmasmı delil sayanlar,
İmam Malik'i diğer imamlardan daha çok taklid etmeğe
layık göstermek için bu iddiaya kalkıştıklarını da ileri sürüyor. Ashabın ve
tabile-rin meşhur Medine fukahasının
hepsi bir meselede icma etsin de diğer şehirler
onlara muhalif olsun, böyle bir şey olmaz.
İşte İbn Hazm'ın icma
hakkındaki görüşü böyle. Gerçekte o, nassa dayanıyor,
her şeyden önce, icmanın senedinin nass olmasını şart koşuyor. Sonra icmanın
tevatüren nakil yoluyla Hz.
Peygamber'e ulaşmasını istiyor. Bİr de icmanın Peygamber'in sözü, fiili ve takririyle tastİk edilmesini ileri sürüyor. Doğru yolu gösteren Allah'dır.
[1] îhkâm, c. IV, s. 142
[2] Şafii, Umm, s. 357
[3] İbn Hazm,
el-îhkam, c. IV, s. 147.
[4] en-Nübez, s. 9
[5] Aynı kaynak, s. 11-12.
[6] el-İhkâm, c. IV, s. 136
[7] Şafii, el-Umm, c. VII, s.
256
[8] İbn Hazm,
el-İhkâm, c. IV, s.138
[9] Leys'in bu mektubu, yazarın
imam Malik adlı eserinde vardır, (müt)
[10] Bu hususta İmam Şafii kitabına bakınız.