450-îbn Hazm Din Hakkında Reyi Tanımıyor:
453- Muaz Hadisini Yanlış Tevili:
456- Hz. Ömer'in Mektubu Doğrudur, Reyi Yasaklayan Bir Şey Yoktur:
457- Övülen ve Zem Olunan Rey:
458- Rivayetlerin Arasını Bulmak En Makul Yoldur:
459- Zahiriyenin Garip Görüşleri Var:
İbn Hazm'a göre, reyin dinde
yeri yoktur. Kimse reyle ictihad edemez ve; "bu
Allah'ın hükmüdür" diyemez. Reyiyle bulduğu hüküm onun hükmüdür, Allah'ın
hükmü değildir. Allah'ın Peygamber'induii başka,
hiçbir kimse Allah namına konuşamaz. Kim ki reyiyle din hakkında konuşursa, O,
Allah'a iftira ediyor, yalan söylüyor demektir.
İbn Hazm reyle içtihadı
reddetmekle: Kıyas, istihsan, mesalih-i
mürse-le ve sedd-i zerâyiye kapılarım kapamış
olur, böylece nasslar hakkında düşünüp onlardan
illet ve sebebleri çıkarmayı ve ta'lil
yolunu da kapıyor. Çünkü içtihadın temeli, sebeb
bulmadır. İbn Hazm'a göre, nasslar teabbü-didir, onların zahiri manası dışına çıkamaz, muhalif
mefhumu bile alınamaz. O sadece nassları alır ve nasslarm da zahiri dışına çıkamaz.
İbn Hazm, fıkhın delillerini
Kitap, Sünnet ve icmanm dar sınırlarını içine
almakla, din hakkında reyin tümünü reddediyor. Öyleyse önce onun dinde reyini
reddetmekteki dayanağını görelim, sonra da kıyası, istihsâm,
mesalih-i ve zerâyi neden
iptal ettiğine bakalım.
İbn Hazm: "Din hakkında
rey ile hüküm vermek kimseye helal değildir," diyerek bu kısa sözle reyi
tanımlıyor ve bu konuda deliller getiriyor. Kur'an,
Sünnet ve sahabe kavillerinden getirdiği deliller şöyledir:
a. Cenabı
Hak şöyle buyuruyor: "Biz Kitapta hiçbir şeyi ihmal etmedik." (el-En'am, 6/38) Bu âyet-i kerime gösteriyor ki, dinin tamamı Kur'an'da da vardır. Kimse ondakine reyle bir şey katamaz.
Yine Allah buyuruyor: "Ey inananlar, Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat
edin, sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Bir şeyde anlaşmazlığa
düşerseniz onu Allah'a ve Ra-sulüne
götürün." (en-N
b. Sünnetten
delil şudur: Hz. Peygamber demiştir ki: "İlim
âlimlerin içinden çekip alınmaz, ilim âlimlerin ölümüyle alınır, âlim
kalmayınca insanlar cahilleri baş edinirler. Onlarda reyle fetva verirler, hem
kendileri sa-par, hem başkalarını saptırırlar."
Demek rey bir nevi dalalet yolu. Kitap ve Sünnet bilgisi kalmayınca bu olur. Bu
hadisin yanı sıra, Abdullah b. Amr b. As da bu manada
şöyle demiş: "İsrailoğullarının işleri doğru
gidiyordu, nihayet aralarına diğer milletlerden esiroğulları,
köleler karıştı, onlar reyle hüküm verdiler, saptılar, sapıttılar."[1]
c. Şafii
gibi sadece kıyası almak ve diğer imamlar gibi kıyasdan
başkalarını da almak suretiyle rey yolunda olan fukahaya
cevap verirken, sahabe kavillerinden birçok m
O, sahabe sözlerinden
böyle bir çok m
İbn Hazm, kendi delillerini
getirmekle yetinmiyor, bir de rey ulemasının kendi görüşlerine uygun olarak
getirdikleri delilleri çürütmeye kalkışıp onlara hücum ediyor. İctihad ve kıyasa temel üç nass
yar:
a. "Ey
akıl sahipleri itibar edin." (el-Haşr, 59/2)
âyeti.
b. Muaz bin Cebel'e Hz. Peygamber:
"Allah'ın Kitabında ve Rasulullah'm Sünnetinde
bulamazsan neyle hükmedersin dediğinde, onun; "kendi reyimle ictihad ederim" demesini uygun görmesi hadisi.
c. Hz. Ömer'in, Ebû Musa el-Eş'ari'ye yazdığı mektupta: "Birbirine benzer
meseleleri tanı, sonra işleri birbiriyle kıyas et" demesi.
Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerde rey ile ictihad
hakkında o kadar sarahat yok, bunlar münakaşa edilebilir, ancak fıkıh
kitaplarında meşhur olan bu hadis ve mektup, rey ile içtihadı açıkça göstermektedir.
Acaba İbn Hazm, onlar
hakkında ne der? Bunları acayip bir cüretle inkâr etti, sonra da birinciyi
tevile kalkıştı. Öyle bir cüretle bunu yaptı ki, onun mezhebinde ne kadar mutaassıb olduğunu açığa vurdu. Ve bu yolda zahiriyenin metodundan bile çıktı.
İbn Hazm; "Muaz hadisi sahih değildir," diyor. Hadisin metni
şöyle: Haris ashabdan bir cemaatten rivayet ediyor: Muaz'ı Hz. Peygamber Ye-men'e
gönderirken:
- "Ey Muaz, neyle hüküm vereceksin," dedi. O da:
- "Allah'ın
Kitabı ile" dedi.
- "Ya Allah'ın Kitabında bulunmayan bir iş gelirse,"
dedi. O da:
- "Allah'ın
Peygamberi neyle hüküm ettiyse onunla..." dedi.
- "Ya Allah'ın Kitabında ve Peygamber'in Sünnetinde bulunmayan
bir iş olursa" deyince;
- "Salih
kimselerin hüküm verdikleri ile," dedi. Bunun üzerine Hz.
Peygamber:
- "Ya Allah'ın Kitabında, Peygamber'in Sünnetinde ve
sarihlerin hikmeti yoksa," buyurunca Muaz; ,
- "Kendi reyimle ictihad ederim ve tereddüt etmem," dedi. (Bazı rivayetlerde
salih kimseler kaydı yok.)
Hadis bu... İbn Hazm ise şöyle diyor: Muaz hadisi delil olamaz, çünkü o sakıttır, düşmüştür. O
sadece bu ravi yoluyla rivayet olunmuş, halbuki bu Amr meçhul bir kişi, kim olduğunu kimse bilmiyor."[3]
İbn Hazm, bu sert dille hadisin
düştüğünü söylemekle yetinmiyor, bir de hadisin sahih olduğunu farz ederek onu
tevile kalkışıyor.
a. Buradaki
reyle ictihaddan maksat, müşavere imiş. Ve bu sözü Süfyan b. Uyeyne'ye atfediyor.
Sünneti öğrenmek için ilim ehli ile müşavere ederim, demek imiş. Bana göre,
kelimenin zahirinden böyle bir şey çıkmaz. Sözün gelişiyle de bağdaşmaz. İctihad ederim, demekten bu anlaşılmaz. Bu reyle içtihadı
açıkça gösterir.
b. İkinci
tevili de şöyle: Reyimle ictihad ederim demek, Kur'an'da ve Sünnette hakkı buluncaya kadar bütün gücümü sarfederim, bunu aramağa uğraşırım demek olurmuş.
Görüldüğü üzere zahiriyecilerin imamı, sözü öyle tevile kalkışıyor ki, onu
zahiri manasından çok çıkarıyor. İbarenin gelişinden uzaklaştırıyor. Bir de
tevil yaparken haddi aşıyor, Kitap ve Sünnette bulamayınca, tekrar var mı diye
bütün gücü ile arayacak,'bunu aramaya yıllarca devam edecek mi? Bu halde hak
zayi olmayacak mı? O, mesele sürünüp gidecek mi? Reyle ictihad
edip halletmek doğru değil mi? Sonra bu sözden murad
Kitap ve Sünnette var mı diye tekrar aramak ise "kendi reyimle"
kelimesinin kıymeti nedir? Çünkü bu kelimenin manası ve kıymeti, reyle ictihad da bir yeri ve hükmü olacaksa, ona bağlıdır.
Unutmayalım ki o,
hadisin sıhhatim çürütüyor. Çünkü sadece Haris b Amr
yoluyla gelmiş. O kim olduğu meçhul biri imiş. Onun bu iddiası yerinde mi?
Hadis meşhur olmuş, muteber tutmuş, elbette âlimler incelediler Bakın, İbn Hazm'm bu itirazlarına usul
uleması nasıl cevap veriyor:
Rey ulemasından Cessas diye meşhur Ebu Bekir Razi "Fusul" kitabında
ne diyor: "Muaz hadisini, Muaz'ın
arkadaşlarından meçhul biri rivayet etti denirse, bu ona zarar vermez. Çünkü
bunu Muaz'ın arkadaşlarına nisbet
etmesi, onu takviye eder. Zira onlar mesvuk olmayan
kimselere söz nisbet etmezler. Güvendikleri kimse ki,
onlara nisbet ediyorlar. Diğer yandan müslümanlar bu hadisi kabul ettiler, aralarında meşhur olup
yayıldı, hiçbiri onu inkâr etmedi."[4]
Hatib Bağdadi de Fıkıh ve Mütefakkin
kitabında şöyle der: "Haris b. Amr, Muaz'ın ashabından bir kısım insanlardan imiş. Muaz'ın fazileti ve takvası herkesçe malum. Arkadaşları da
onun gibi dindar, mevsuk, emin, salih, za-hid kimsedir elbette. Bu
hadisi Ubade b. Nesiy, Abdurrahnıan b. Ganem-den, o da Muaz'dan rivayet ettiği söylenir. Bu isnad,
muttasıldır, ravileri mevsuktur, tanınmıştır. Kaldı
ki, ilim ehli bunu kabul etti, onu delil saydılar. Böylece onlarca bunun
sıhhati sabittir."[5]
Ebu Bekir İbnü'l Arabi,
el-Arıza kitabında diyor ki: Bütün insanlar bu hadiste ihtilaf ettiler, kimisi
sahih, dedi, kimisi de değil dedi. Ben sahih olduğuna inanıyorum diyor ve
birçok deliller, senedler gösteriyor. Hadislerin
sıhhatine çok dikkat eden Buhari'nin bunu aldığını
söylüyor.[6]
Özet olarak deriz ki,
bu hadis'e her iki yönden yapılan tenkid yersizdir. Ravisi olan Haris meçhul değildir, ondan başka tanınmış
kişiler de onu rivayet etmişlerdir. Muaz gibi zahid bir sahabiden rivayet
edenler onun arkadaşları olup onun gibi zahid
kimselerdir, elbette onlar yalancı olamazlar. Kalabalık olduklarından adları
zikredilmemiştir. Buharı bile onu kabul etmiştir. Hatib
Bağdadi onu senedle rivayetini yazar. Ulema bu hadisi
kabul etmişler, onu delil tutmuşlardır. îbn Hazm'ın bu yoldaki eleştirilen yersizdir, İbn Hazm "Mirasçıya vasiyet
yapılmaz" hadisi mürsel iken, onu nasıl kabul
eder de bunu etmez?
Bu hadis hakkında sözü
biraz uzattık. Çünkü rey ile hükümde mezhe lerin dayanağı budur, ictihad
bunun üzerine kurulmuştur.
İkinci olarak Hz. Ömer'in, Ebû Musa el-Eş'ari'ye yazdığı, yargı mektubunu inkâr etmesine gelince,
o bu inkârında da dayanaksızdır. Bu mektubu sadece Abdülmelik
b. Velid rivayet etti, diyor. Halbuki onun düşük yeri
olduğunda ihtilaf yokmuş. Evet, şayet bu mektubu onun dediği gibi sadece Abdülmelik rivayet etmiş olsaydı, sözünün bir değeri
olurdu. Fakat bu başka yolla da rivayet olunmuştu. İmam Ahmed
b. Hanbel bunu başka bir yolla rivayet bilmiyoruz
deseydi neyse! Fakat onun bu yaklaşımı onun yanlış değerlendirme yapmasına
zemin hazırlamıştır. Kendisi sünneti iyi bilmesine rağmen ne yazıkki bu böyle. Kaldı ki bu Abdülmelik
ve babası düşük kimseler değildirler. Bazı ulema onu temyize çıkarır. Bu
mektupla da Hz. Ömer açıkça kıyasa davet ettiğinden
onu inkâra kalkışmak doğru bir hareket değildir.
Hz. Ömer'in bu mektubu mevsuk kimselerden rivayet
olunduğuna göre, bize onu kabul etmek düşer. Mektup gösteriyor ki, yüksek
yerini bildiğimiz Ömer, nass olmayan icma bulunmayan yerde kıyas yapmak gerekir. Hz. Ömer bunu almakla sapmış değil, gereğini yapmış olur. Nass bulunmayan yerde rey ile ictihad
yapmak, sahabenin yoludur. Bunu İbn Hazm kendisi de söyler. O şöyle der: "Hz. Ömer'den sonra bilinmeyen bir meselede Ebu Bekir, ondan sonra da Ömer kadar kimse dikkatli
değildir. Hz. Ebu Bekir,
bir mesele karşısında kalır ve onu Allah'ın Kitabında ve Pey-gamber'in Sünnetinde bulamazsa, reyiyle ictihad
ederdi ve sonra da şöyle derdi: Bu benim görüşümdür, eğer doğru ise
Allah'tandır, eğer hata ise benim hatamdır, Allah'tan af dilerim."[7]
Bu sözün benzeri
Abdullah İbn Mes'ud'dan da
rivayet olunur. Bu açıkça gösteriyor ki, bu iki ulu sahabi
rey ile içtihadı almakla ve onu kabul etmektedir. Onların bu yolunu tutup rey
ile ictihad yapanlar sert bir şekilde eleştirilemez.
Öyle olunca bu taktirde bu iki sahabinin yaptığı iş
de eleş-tırilmelidir ki
yine bunu sert bir şekilde eleştirmek doğru değildir.
Reyi yasaklamak için İbn Hazm'm getirdiği delillerden
her türlü reyin oatıl olduğu neticesi çıkmaz. "Kitapda hiçbir şeyi ihmal etmedik" (el-Enam, 6/38)
âyeti iki yönden reye karşı değildir.
a. Kur'an'da
hüküm ve kaideler vardır, onların içinde bir çok cezai meseleler bulunur. Bu
cüzi meseleleri bilmek, elbette rey ile olur. Bu nasslar-lakı
cüzi meseleleri her yerde, her zamanda olan olayları ancak akıl bulup anlar.
b. Reyi
kabul eden ulema, bunu genişleterek kıyası, istihsam,
mesali-hi ve zerayi delillerini aldılar, bunlar da dediklerini Kur'an ve Sünnetin nasslarma istinad ettirdiler. Kıyas nassa
hamildir, istihsan mesalih
ve ze-rai delilleri dini nasslardan
anlaşılan umumi kaidelerdir. Onların kaynaklarından ve Peygamberin
fiillerinden alınmadır. Rey taraftarları bunlardan aldıkları o kaideleri Kur'an-ı Kerim'e ve Sünnete uygun şekilde tatbik ederler.
Böyle olunca rey ile ictihad "Kur'an'da hiçbir şeyi ihmal etmedik" (el-En'am, 6/38) ayeti arasında ayıracak
yoktur.
"Allah'a itaat
edin, Peygamber'e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin?" (en-N
Kur'an-ı Kerim doğru düşünmeyi, doğru reye çağırmaktadır:
"Onlar Kur'an'ı düşünmezler mi? Eğer Allah'dan başkası indinden olsaydı, onda ihtilaf
bulurlardı. Emniyete veya korkuya dair bir emir gelince onu yayarlar, şayet
onu Peygamber'e ve emir sahiplerine götürseler de onlardan hüküm çıkaranlar
bunu bilirlerdi." (en-N
"İlim göğüslerden
zorla çıkarılmaz" hadisi nasslara dayanan rey
hakkında değildir, nassa dayanmayan reyi zemmeder.
Şimdi de caiz olan rey
ve yerilen rey hakkında konuşmanın sırası geldi. Bakıyoruz ki, ashabdan bir kısmı reyi kabul ediyor, bir kısmı da reyi zem
ettikleri rivayet olunuyor, Hz. Peygamber'den bazı
ashabın reyini tasdik ettiği ve bazısını yerdiği rivayetleri var. Şüphesiz bu tastik veya yergi aynı şey hakkında olamaz. İki ayrı şey
hakkındadır. İlk görüşümüz şudur ki: Tasdik ve kabul ettiği rey, Ebu Bekir, Ömer, Ali, İbn Mes'ud gibi ashabın ulularının Kur'an
ve Sünnet gibi nasslara dayalı, onlardan aldıkları
umumi kaidelere göre yapdıkları reyle ictihadlarıdır. Kıyas, mesalih, zerai, istihsan delilleriyle, nass olmayan yerdeki ictihadlarıdır,
bu övülen reydir, bu zaruret sebebiyle tutulan bir fıkıh yoludur. Bunda nassların ruhunun dışına çıkmak yoktur.
Fakat yergi ve nehiy olunan reye gelince, bu da iki nevidir:
a. Nasslara ve nasslardan alınan
umumî kaidelere dayanmaz, onlara göre değil, arzu hevese dayanan şeylerdir.
Dinî bir nassa dayanmayan akılla istihsan
suretiyle olanlardır.
b. Nassa aykırı olan reydir, nass
olan yerde zaten içtihada izin yoktur. Çünkü rey, sadece zaruret suretiyle
gidilen bir yoldur. Nass bulamayınca, o çareye
başvurulur. Nasslara kıyas yapılır, umumi kaidelere
tatbik edilir.
Bu konuda sahabeden ve
Hz. Peygamber'den nakil olunan nasların
arasını bulmak için ulemanın sözleri böyle, buna tevfik
derler. Fakat İbn Hazm,
buna razı olmuyor, çünkü o reyin hepsini reddediyor ve şöyle diyor:
"Karşımızdakiler bir asıla dayanmayan reyi zem ettiler, diyorlar. Fakat onlar
merdud olan reyle hüküm verdiğine dair bir söz
bulamazlar."[8] Ona göre rey ile hükmün
tümü yasaktır. Fakat Ebu Bekir'in rey ile hüküm verdiğini,
eğer doğru ise Allah'dandır, değilse benim hatam
dediğini nasıl inkâr eder? İbn Mes'ud'da
böyle demiştir. Hz. Ömer'in, rey ile hüküm verdiği
meşhurdur, çünkü fütuhat dolayısıyla İslâm ülkesi genişlediğinden yeni olaylar
karşısında kalındı, nasslarda bulunmayınca rey yolunu
tuttu.
Madem ki ashab reyi aldı ve ondan nehiy
ettiği olmuştur, öyleyse bunların arasını bulmak için böyle bir tevfik yapmak gerekir. Çünkü bunları olduğu gibi bırakmak
olmaz. Makul olanı tevfik yapılır ve ulema bunu yapmıştır.
İbn Hazm, reyin tümünü terkettiğine göre, kıyas, istihsan
ve mesaîih delillerini almadığından, nassda bir hüküm bulamayınca acaba ne yapar? O zaman nasslarda bir çare arıyor ve asıl olan istishaba
başvuruyor. İstishab delilini ictihaddan
daha doğru buluyor. Çünkü bunu bir asıla götürmek, ic-maya
bağlamak daha kolaymış.
Bana göre bu durumda
rey ile ictihad daha uygundur. Çünkü mantık bunu
gerektirir. Benzerleri aynı hükmü alır. Aradaki benzerlik, illet birliği aynı
hükmü ister. Bu illetin gereği benzerlik, bu aklın gereği açık bir şeydir,
Eşya arasındaki denklik kanunu ihtilafsızdır Bu istishabdan
daha uygun olur.
ibn Hazm'm nassların
zahirine bakması onu garip şeylere götürmüş. Ona göre domuzun artığı temizdir.
Halbuki köpeğin artığı pis olup yedi defa yıkamak, toprakla ovmak gerekir. Bu
çok şaşılacak bir hükümdür. Ona göre nass köpek
hakkında imiş. Domuz hakkında olmadığından o aslı üzere kalmış.[9] Yine
ona göre, köpek, domuzda dahil bütün hayvanların sidiği temizdir, suyu murdar
yapmaz. Halbuki insan sidiği ile su pis olur, abdest almak
caiz olmaz.[10] Bu da zahiriyenin
garip sözlerinden biri.
Naslarm zahirine saplanıp illetine ve hikmetine bakmadıklarından
bı hale düşüyorlar, nass
olmayınca, eşyada asıl olan mubah olmaktır, diyor lar.
Halbuki reyle ictihad yolu, illet ve sebeblere göre makul hükümler veriyor.
Bir de zahiriyecileri, böyle acayip şeylere sürükleyen şey şudur:
Onlar dinin hükümlerinde hikmet aramazlar. Hükümleri belli hükümlere bağlamazlar.
Nassları ta'lil edip bir
hikmet aramazlar. Böylece içtihadı da yıkarlar. Şimdi nasslarm
sebeb bulma yöntemine bakalım.