479- İbn Hazm Kıyası Anlatıyor:
480- Kıyasın Aslında İhtilaf Yoktur:
483- Dini Hükümler; Farz, Haram ve Mubah Olur:
484- İbn Hazm'ın Kaçamak Yolu:
485- İpek Misali Kıyas Değildir:
486- İbret Almak, Kıyas Değildir, diyor:
487- İbret Almakta Bir Nevi Kıyas Vardır:
489- Nassların Delilleri İki Türlüdür:
490- Hz. Peygamber Dini Beyan Etmiştir:
491- İstishâbe En Sonra Müracaat Gerekir:
494- İstihsan Mümkün Olmayan Bir Şeydir:
495- İstihsan, İnsanların Faydasına bir Kaidedir:
496- Maslahat Delili Yerine Göredir:
497- İmam Şafii de İstihsanı Almaz:
501- Ayniyle Haram Olmak Lazım:
502- Şüphe Üzerine Haram Denemez:
503- Zerayi Delilini Sert Eleştirisi:
505- Usul ve Furuun Şahidliği:
506- Onun Tuttuğu Anlatım Yolu:
507- İbn Hazm, Sahabe Kavlini Almaz:
İbn Hazm, kıyası inkâr ederek
ondan bahseder. Çünkü o, reyi reddeder, reyi reddedince kıyas da bunun içine
girer. O şöyle der; "sonraki fetvacılardan bir taife, dinde kıyas yapmayı
kabul ettiler ve şöyle dediler: Birçok meseleler oluyor, onların Allah'ın
Kitabında ve Peygamber'in Sünnetinde zikri yok. Bu hususta icma
da yok. Öyleyse Kitap ve Sünnette onların benzerlerine bakarız, böylece Hass olmayan hususta kıyasla hüküm veririz. Aralarında
müşterek illet var, aynı illet aynı hükmü alır." Kıyas ashabının hepsinin
sözleri böyledir ki onlar bütün Safilere, Hanefi ve Maliki-lerden
bir grupdur. Hanefi ve Malikilerden bir taife de buna
benzer hükümlerde bulunmuşlardır.
Bakıyoruz, İbn Hazm, sonraki fetvacılardan
bir taife dinde kıyası caiz gördü, diyor. Bu sözde bir gariplik var. Çünkü Ebu Hanefiyi, Maliki, Şafi'yi, Ahmed b. Hanbel'i ve onların
talebelerini sonrakilerden müteahhirinden sayıyor.
Eskilerden saymıyor. Söze böyle başlıyor, ta ki okuyan kıyası sonrakilerin
çıkardığı bir bid'at sansın, eskilerin yolu değilmiş
sanki. Halbuki kıyas gerçekten daha önce de var. Çünkü bu reyle, ictihad ile başlar. Bu çok açık bir şeydir. Benzerler
arasındaki müşterek illet gereği yerinde sabit olan hüküm, diğerinde de
bulunur. Eşya arasındaki eşitlik hükümde de eşitliği gerekli kılar.
Rey ile ictihad olan yerde kıyas vardır. Ebu
Hanife'nin hocası Hammad ve
İbn Hazm bir de şöyle diyor:
Kıyasçı fukaha bunda ittifak halinde değildirler.
Şafiilerin hepsi kıyası ancak asıl ve feri hüküm illetinde müşterek iseler, o
zaman itibar ederler. Bazı Hanefi ve Maliki fukahası
da onlara katılır. Diğerleri ise illetin asıl ile fer'i arasında müşterek
olmasını şart ko-Şarlar, arada herhangi bir nev'i benzerlik yeter.
Gerçekte bu kıyasın hakikatında bir ihtilaf değildir. Asıl ile fer'in illette
müşterek olmaları aranır. İhtilaf sadece illeti arama yollarmdadır.
^ümhur fukaha asıl ile
fer'in vasıfta iştiraki ararlar, bunu illet sayarlar, kıyasın aslında ihtilaf
yoktur.
Bundan sonra İbn Hazm, kıyası kabul eden fukahanın kıyası nasıl taksim ettiklerini, kıyas ile
haber-i vahidin çatışmasını, bu konuda ulemanın görüşlerini anlatıyor. Biz bu
konuyu kıyası kabul eden imamların hayatlarını anlatırken açıkladık.[1]
Daha sonra İbn Hazm, kıyasçılarm
delillerini ele alıyor ve zannmca onları çürütüyor.
Onlar da delil sandıkları bu şeyleri, kendi kanısınca ve o sert diliyle
aldatmaca sayıyor ve biz, onların delil sandıkları bu şeylerin hepsini
çürüteceğiz, diyor.[2]
Bundan sonra kıyasçılarm delillerini sıralıyor ve onları reddetmeye
kalkışıyor. Bizim için bunlar o kadar Önemli değil, Önemli olan onun kıyası
iptale çalışması ve onun tutumudur.
Kıyası iptal için İbn Hazm'ın getirdiği delillerin
özeti şöyle:
a. Dini
Allah Teala indirmiştir. Emrettiği farzdır, nehiy ettiği haramdır. Diğer kalanları da mubahtır.
Bunların dışında kıyasla bir şey haram veya helal kılınamaz.
b.
Kıyasçılara göre nass olan yerde kıyas yapılamaz. Her
kim nassm şâmil olmadığı bir şey var derse, Cenabı
Hakkın "Bugün sizin dininizi tamamladım. .." (el-Maide,
5/3) âyetine karşı geliyor demektir. Din noksan mı ki kıyasla hüküm veriyor. Hz. Peygamber'de veda hutbesinde dinin tamamını tebliğ
etmiştir.
c. Kıyas,
hakkında nass bulunanla, nass
bulunmayanın illette müşterek olmalarına dayanır, yani asıl ile fer'in illete
iştirakidir. Bu vasıf ve illeti gösteren bir delil gerekir, eğer bu delil nass ise, fer'ideki hüküm bundan
alınmıştır, bu kıyas sayılmaz. Nass yok, icma'da yoksa, bu vasıf neyle bilinecek? Bu dinde delilsiz
hüküm vermek olur.[3]
d- Hz. Peygamber'in mü'minlere emri
var: "Ben size bir şeyden bahset-meyip
bırakırsam , siz de beni bırakın, sormayın... Size birşey
emredersem, onu gücünüzün yettiği kadar yapın nehy
edersem, ondan kaçının." Kavil, kıyasla birşey
edemez, nehy edemez. Yoksa bu hadisi dinlememiş olur.[4]
e.
"Allah'ın ve Rasulünün önüne geçmeyin..."
(el-Hucurat, 49/1), "Bilmediğin bir şeyin
peşine düşme" (el-İsra 18/36) "Kitapta
hiçbir şeyi ihmal etmedik." (en-Nahl, 16/116),
"Size kitap ve hikmeti öğreten, bilmediğinizi öğreten Peygamber
gönderdik" (el-Bakara, 2/129) âyetleri hepsi kıyası yasaklar. Bunların
hepsi kıyası iptal edicidir. Onun uzun ve çetin bahislerinden özetlediğimiz
delilleri bunlardır.
Görüldüğü üzere, İbn Hazm'ın bütün dayanağı, nasslar her şeyi beyan etmiştir, nassla
ve icmayla sabit olanların kıyasla başka bir şey
ziyade edilemez, geri kalanları mubahtır. Eşyada asıl olan mubah olmaktır. O
şöyle diyor: Dindeki hükümler baştan sona üçe ayrılır:
a. Farzlar
b. Haramlar
c. Mubah
olanlar.
Mekruh ve mendub olanlar mubaha girer. Cenab-ı
Hak: "Yeryüzünde-kileri sizin için yarattım" (el-Bakara, 2/29)
buyurmuştur.[5] Bunlar nassla
sabittir, bunun dışında bir delil olamaz. Böylece İbn
Hazm kıyas yolunu kapıyor.
İbn Hazm, nassm
şümulüne girmeyen bir olay düşünmüyor, öyleyse kıyasa gerek yok, diyor. Ona
göre hakkında nas olmayan, emir ve nehiy edilmeyen bir şey, eşyada asıl olan mubah olmaktır,
kaidesince mühabtır. Öyleyse kıyasa gerek yoktur.
Cenabı Hakk: "Yeryüzünde ne varsa sizin için
yaratan O, Allah'dır" (el-Bakara, 2/29)
buyurmuştur. Bu konuda kendilerine varid bir itiraza
şöyle diyor: "Hakkında nass olmayan şeyler hakkında
ne yapacaksınız, denirse, biz de meseleyi ters çevirip şöyle deriz: Sizler Kur'an ve Sünnette haklarında nass
bulunmaj'an olaylar olduğunu caiz gördüğünüze göre,
siz ne yapacaksınız? Bu soru size variddir, bize
değil. Çünkü biz bunu caiz görmüyoruz. Çünkü mubah olma delili var elimizde...
Kıyas yapan kimse Kur'an'ın âyetlerindeki yasağa
karşı gelmiş olur, Allah'a iftira eder.
Bundan sonra İbn Hazm, Hz.
Peygamber zamanında yapılmış kıyasları söylüyor ve bunları yayanları Hz. Peygamber'in hatalı gördüğünü söylüyor, kıyasın hata
olduğunu tekrarlıyor. Onların kıyası şu: Hz, Ömer Usame ipek giymeyi kıyas etmişler, şöyle ki: Hz. Ömer ve Usame ipek giymişler.
Hz. Peygamber Usame'ye sert
bakınca: Ya Rasulullah o
ipeği bana sen gönderdin, ben de giydim, demiş. Peygamber de: Ben sana onu
giyesin diye göndermedim, kadınlarına başörtüsü yapasın diye gönderdim, buyurmuş.
Hz. Ömer herkes malik olduğu malından istifade eder
diye kendisine verilen ipeği giyse, mala yaptığı bu kıyas hata...
îbn Hazm'ın m
İbn Hazm, bu yolda kıyasın
batıl olduğuna dair aklınca bir çok deliller getirdikten sonra, dinde reyin
yeri olmadığına dair Ashab-ı Kiram'dan
bazı haberler nakil ediyor, o böylece kıyasın batıl olduğuna dair deliller getirmekle
de kalmıyor, cumhur fukahamn kıyasın delil olduğuna
dair getirdikleri en kuvvetli delil olan âyet-i kerimeyi delil kabul etmiyor.
"Ey akıl sahipleri, itibar edin" (el-Haşr,
59/2) âyetindeki itibar etmenin Arap dilinde kıyas yapın manasına gelmediği,
böyle bir örf yok diyor. İtibar edin, ibret alm, öğüd alın demek olduğunu söylüyor. "Peygamberlerin
hikayelerinde aklı başında olanlar için öğüd alacak
şeyler vardır." (Yusuf, 12/111) diyor. "Hayvanlarda sizin için ibret
vardır." (en-Nahl, 16/66) "Hurma ve üzüm
meyvelerinde ibret vardır." (el-Müminin, 23/21) hep bu mânayadır, diyor.
Ve ekliyor: "Hayvandan çıkan kan haram, yine ondan çıkan süt helâl,
üzümden yapılan şarap haram, şurup helal, demek iki benzer için aynı hüküm
verilemiyor."[6]
O, itibar edin, kıyas
manasına olmadığını söylüyor ve buna dair m
İbn Hazm'ın kıyas görüşü böyle.
Onu reddediyor ve şiddetle inkâr ediyor. Onu reddederken getirdiği beş
delilden en başta geleni, nasslarda her şey vardır,
kıyasa ihtiyaç yoktur, demesidir. Ona göre, bazı şeyler nasslarda
yok, demek, din noksan demek olur, halbuki Cenab-ı
Hak dinini tamamladığını haber veriyor. Madem ki din tamam olmuştur, hakkında
nass olmayan şeyler mubah olarak kalır, Allah Teala yeryüzünde ne varsa sizin için yarattım, güneş, ay,
bütün varlık emriniz altında diyor.
İbn Hazm'ın kıyası inkârda
temel görüşü böyle. Fakat cumhur fukaha böyle görmüyor.
Onun getirdiği delilleri tanımıyorlar. Hz. Peygamber
bize gecesi bile gündüzü gibi aydınlık bir rehber bıraktı. Cüz'i
olaylar, umumi kaidelerle çözülür, nasslar mahduddur, olaylar ise bitmez tükenmez. Böyle olunca,
kıyasa ihtiyaç vardır, benzer olaylar aynı hükmü alır. Bu şaşmaz bir kaidedir.
islâm fıkhında her şey beyan olunmuştur. Bunlar iki kısma
ayrılır. Bir kısmı nassla beyan olunmuştur. Bunlarda
içtihada gerek yoktur. Diğerleri nasslardan delalet
yoluyla alınmıştır, bunlar akılla istinbat
suretiyle" yapılır. Bu da ictihad ve kıyasla
olur. İşte kıyascı ulemanın görüşü böyledir. Onun
için İmam Şafii nassların delaletim iki kısma ayırır. Zahir olan delalet, bir de istinbat
ile olan gizli delalet. İslâm fıkhında her olayın bir hükmü bulunur. Eğer
aynıyla nassda varsa ona uyulur. Yoksa doğru yolda ictihad suretiyle hüküm aranır, işte bu da içtihada dayanan
kıvasdır.[7]
Demek kıyas, nassın hükmünün dışında bir şey değil, belki o nassm gereğine göre yürür, nass
onun temelidir. (Hanefiler kıyası isbat edici değil,
o hükmü meydana çıkarıcıdır, derler) Şafiiye göre; İctihad eden fakih, Kitap ve
Sünnetin nassma bakar, onun delaletini, manasını
araştırır, sonra asıldaki hükme uygun surette ayrıntıya da hükmü verir.
Demek nasslar böylece bütün hükümleri kuşatıcıdır. Ancak
delaletleri iki türlüdür. Bir kısmı sarihtir, bir kısmı da istinbat
yoluyla meydana çıkar. Bunu da şartları haiz olan müctehid
kıyas yoluyla yayar, o, ilim ehlidir, cenabı Hakk;
"Bilmediklerini bilenlere sorun" (en-Nahl,
16/43) buyurmaktadır.
Nassların kıyasın caiz olduğuna delaleti, cumhur fukahaya göre böyledir. Fakat İbn
Hazm, bu görüşün karşısına çıkıyor ve onu çürütmeğe
çalışıyor ve şöyle diyor: Din ilmi açıktır. Cenab-ı
Hak Kur'an'ı "Herşeyi
beyan için indirdi, Hz. Peygamber'i de kendilerine
indirileni insanlara beyan için önderdi. Demek Peygamber insanlara her şeyi
beyan etmiştir. Bundan başka farklı söyleyenler icma-ı
ümmeti inkarcıdırlar."
Beyan olunanların
hepsi açıktır. Din ilminden kapalı kalanlar, anlara bakmayıp batıl bir yolla
aramağa çalışanlara kapalıdır. Bu sakat bir anlayış neticesidir.[8] İbn Hazm'a göre Peygamber'in
beyanı açıktır, tamdır, dili bilen herkes bunu anlar. Cumhur fukahaya göre ise, evet Peygamber'in beyanı açıktır,
hükümleri beyan etmiştir. Fakih onları araştırır, istinbat eder ve gereğince hüküm verir.
Gerçekten reyi ve
kıyası reddedenler genellikle istinbat hususunda çok
uzak bir yola sapıyorlar ki, o da istishabı asıl bir
delil olarak almalarıdır.
Kitap, Sünnet ve icma'a dayanarak illet vasıfları bir olan şeyleri benzerlerine
kıyas etmek suretiyle hüküm vermeye, istishabı tercih
ediyorlar. Onlar, her şeyin insanların emrine verildiği yolundaki Kur'an'ın beyanını, eşyada asıl olan mubah olmaktır, yolu
bir nass gibi görüyorlar ve böylece nass olmayan her şeyin mubah olduğunu söyleyip kıyasa hiç
gerek görmüyorlar. Onlara göre din, sadece naslarm
zahirinden ibaret oluyor.
Cumhur fukahasi şüphesiz dini nasslara
bağlı görüyorlar. Fakat nass-ları
sadece zahiri manasına almıyorlar, bu nassların
maksadı var, illet ve hikmeti var, diyorlar. Ve onları onlara göre, anlıyorlar
ve buna nasslara hamletmek, diyorlar. İstishaba ancak başka delil olmadığı zaman başvuruyorlar.
Netice olarak
diyebiliriz ki, kıyas ve reyi reddedip zahiriyeciler,
nass-lardan sonra istishabı delil alıyorlar. Cumhur fukaha
ise, ictihad ve kıyası öne alıp istishaba
en son gidiyorlar. Şüphesiz, cumhurun görüşü doğru olup dinin ruhuna en güzel
bir mâna katar. Halbuki zahiriyecilerin istishabı almaları onları çıkmaza sokmuş, insanın sidiği
suyu pis yaptığı halde, domuzun ve köpeğin sidiği pis yapmaz demek gibi acayip
durumlara düşürmüştür.
İstihsan kelimesi, Ebû Hanife ve Mâlik zamanından beri fukahanın
dilinde çok dolaşmaktadır. Onlar, rey ile içtihadı nev'ilere
ayırdılar, ve kıyası ayrı bir bölüm saydılar. Sahabe
sözlerinde geçen rey kelimesi (Mesela Ebu Bekir'in,
Abdullah İbn Mes'ud'un
sözlerinde var; benim reyim bu, doğru ise Allah'dandır,
hata ise bendendir, Muaz b. CebeFin;
reyimle ictihad ederim demesi gibi) Bu kelime dinde
yapılan her içtihada denirdi. Nas-sa
dayanan bir kaide aranmazdı. Tabiin devrinde biraz ayrıldı. İmam Ebu Hanife ve İmam Malik
devirlerinde tamamıyla ayrılıp belli oldu. İmam Mu-hammed
b. Hasan, hocası Ebu Hanife
hakkında şöyle demiştir: "Arkadaşları kıyaslar hakkında onunla
tartışıyorlardı, fakat ben istihsan yapıyordum"
deyince, hepsi susar, bir şey diyemezlerdi. Bu söz, Ebu
Hanife zamanında rey usullerinden olan istihsanm kıyasdan ayrı
tutulduğunu gösterir. Abdurrahman b. Kasım, İmam
Malik'in şöyle dediğini nakleder: İlmin 9/10 u istihsandır."
Malik'in talebesi şöyle der: "İstihsan, ilimde kıyasdan daha üstündür." İmam Şafii'ye gelince, kıyas
alıp onu rey ile içtihadın temelini saydı, diğerlerini tanımadı ve İstihsanm İptali diye kitap yazdı. Bu kitap onunel-Um kitabında mevcuttur. Bu suretle istihsan, kıyasdan ayrıldı ve
sahabe arasında maruf olan rey nev'ilerinden biri
oldu.
Ancak şu da var ki, istihsan kelimesi, Şafii ve Malik'e göre rey ile istin-batm iki türlüsüne şamildir. Bunlar kıyasın mukabilidir.
Sonraları birine istihsan denildi, diğer kısma da mesalih-i mürsele adı verildi. Bu
taksim Şâfi'den sonra çıktı. Çünkü o İstihsan
kitabında kıyasdan başka bütün reyle ictihadları reddeder. İmam Malik'e göre de istihsan kelimesi her iki nev'e
şâmildir. Zaten İmam Şafii'nin İstihsanı İptal
kitabının amacı, İmam Malik'in talebelerine cevap vermektir, onlara
reddiyedir.
Hanefi mezhebinde istihsan tabirine mesalih-i mürsele girmez. Onlara göre istihsan:
Müctehidin bir meselede diğer hükümleri hilafına
gördüğü bir lüzum üzerine başka türlü hüküm vermesidir. Nass,
icma veya örften dolayı kıyasdan
dönmesidir veya illeti zahir olan bir kıyastan, illeti gizli olan bir kıyasa
dönmesidir (Yırtıcı hayvanların artığı pis olduğu halde yırtıcı kuşların
değil, çünkü gagası kemiktir, kemik necaseti taşımaz gibi)
Malikilere göre istihsan: Başka bir maslahattan dolayı kıyasa muhalif bir
hüküm vermektir. Çünkü eğer kıyas uyarınca hüküm verilirse, belki zorluk ve
haksızlık olacaktır.
Mesalih-i Mürsele ise: Mesele
hakkında dinde isbat veya meni yollu bir nass bulunmaz, o serbest kalmıştır. Fakat nassların genelinin ruhuna bakarak bir hüküm verilir.
Maslahatı gözetmek lazımdır, zarar def olunur, faydalı alınır. Nassların ve sahabenin amellerine göre her maslahat ve faydalı
olan şey gözetilir.
İbn Hazm'ın istihsan
hakkında söylediklerinden önce biz, bu sözleri yazmak gereğini duyduk, ta ki
konu biraz açılsın. İbn Hazm
ile istihsan konusu tartışmamıza girmeden, onun
uyandırdığı ihtilaflara dalmadan bunları söyledik.
Öyle anlaşılıyor ki İbn Hazm'a göre, istihsan: Umumi manadadır ve mesalih-i
mürseleyi ve İmam Malik'in bir nevi saydığı istihsanı içine alır. İbn Hazm, mesalih-i mürseleden ayrı olarak söz etmez, onun mesalihi
mürseleyi reddettiğini de görmedik. Demek ki o onu, istihsana dahil ediyor. İbn Hazm'a göre, istihsan, ictihad da bir nevi kargaşadır. Çünkü istihsan,
kişilerin ve zamanın ihtilafına göre değişir. Birinin iyi dediğini, diğeri
kötü sayar. Bazılarının maslahat ve faydaları saydıklarını başkaları zararlı
sayar. Dini gerçekler böylece karışık bir hal alır. O şöyle der:
Delilsiz iyi
gördüğümüz bir şeyin hak olması imkansızdır. Eğer böyle olsa, deliler çatışır,
hakikat batıl olur. Allah bizi nehyettiği şeyde
ihtilafa düşeriz. Çünkü ulemanın hepsinin bir şey hakkında istihsanda
birleşmeleri
mümkün olmaz.
Tabiatlar, maksatlar, arzular başka başkadır. Kimisi sert, kimisi yumuşak
tabiatlıdır, kimisi cesur, kimisi ihtiyatlı olur. Bu türlü huylar içinde bir
şeyde birleşmeleri nasıl olur? Biz bakıyoruz, Hanefi-lerin
iyi gördüğü bir şeyi Malikiler çirkin saymış, Malikilerin güzel dediğine
Hanefiler kötü demiş. Dinin hak olması, bazı kimselerin istihsanına
mı bağlı olacak, bu batıl bir şeydir. Din tamam olmuştur. Şunun bunun iyi ve
kötü demesinin manası ve yeri yoktur. Hak, haktır, insanlar kötü dese de batıl
batıldır, insanlar iyi dese de demek istihsan arzu ve
hevestir, dalalettir. Bundan Allah'a sığınırız.[9]
“İbn
Hazm'ın istihsan hakkındaki
sözleri böyle, ona göre bu, dinde kargaşalıktır, birinin iyi dediğine, diğeri
kötü der. Hükümler karışır, sonra dini hüküm koyan ancak Allah'dır.
Şunu da kaydedelim ki, o, istihsan için arzu ve
hevestir, diyor. Bu yanlıştır, müctehid dinin maksad ve amacının ruhuna uygun olarak hüküm vermektedir.
Evet, malikilerden İbn Rüşd istihsan için: Bir asıla
dayanmaksızın fakihin kalbine doğandır, demiş. Fakat
bu arzu heves demek değildir. O, fakihin mantıkma uyan şey demektir, umumî kaidelerin ruhuna uygun
olandır. İnsanların faydasını gözetip zarardan koruyan şey demektir. Dinin
kaynaklarına dayanarak İslâm ruhuna uyan demektir. Bununla beraber,
Malikilerin hepsi, İbn Rüşd
gibi demiş değildir, bütün Hanefiler ve Malikiler bu kaideyi sağlam bir esasa
bağlamışlardır, bu heves ve arzu işi değildir.
Malikilere göre, istihsan insanların maslahatına olan bir kapı açmıştır.'
İnsanların zaruri ihtiyaç halinde olan bir çok şeyleri vardır. İstihsan kaidesi bunları düzenler. Hanefiler de istihsanı gayet güzel bir kaide halinde işlemişlerdir. İcma, örf ve adet ile onu yerine oturtmuşlar, arzu ve hevese
bırakmamışlardır.
Biraz da maslahatın
değişmesiyle hükmün değişmesinden bahsedelim. Bir toplum için maslahat olan,
başka bir toplum için zararlı olur. Bir zaman veya memleket için maslahat olan
başka bir zamanda veya memlekette böyle olmayabilir, onun için İbn Hazm, bu maslahat deliline
karşı çıkıyor, bu kargaşalık doğurur, hak birdir, diyor.
Meseleye şöyle ince
bir göz atarsak, istihsan ve maslahat delilleri hakkında
bunu yersiz buluruz. Çünkü bunlar, nass olmayan yerde
delil oluyor. Bu kargaşalık doğurmaz, hak birdir. Doktor bile hastalığa göre
ilaç verir, bir ilacı birine verir, diğerine yasaktır, bu hakkın bir olmasına
mani değildir. Maslahat delili de böyledir. Bir şey bir toplum için faydalı ise
ona sahiptir, helaldir, diğeri için zararlı ise ona haramdır, mubah olmaz.
Hayattaki olaylar da böyledir.
Bir nev'i rey ile ictihad olan istihsan kaidesi hakkında, İbn hazm'ın görüşleri böyle. İbn Hazm buna da, diğer rey ile ictihad
delillerine baktığı açıdan bakıyor ve reddediyor. Çünkü ona göre, nasslar her şeydir, nasslardan
başka delile ihtiyaç yoktur.
O da, istihsanı iptal meselesinde İmam Şafii'nin yolunu
tutmuştur. İmam Şafii şöyle demiştir: "Kim istihsan
yaparsa, akliyle bir hüküm veriyor demektir." O da istihsanm
oturmuş bir kaide olmadığını söyler ve şöyle der: "İstihsan
zevk işidir."[10] İbn Hazm da böyle konuşuyor.
İbn Hazm, ictihad
yoluyla olan sedd-i zeraî
delilini reddeder. Bu da rey ile ictihad nev'ilerindendir, o reyin hepsini inkâr eder. Bu konuda İbn Hazm'ın dediklerine geçmeden önce, Malikilerin ve Hanefilerin aldıkları bu zerayi delilini kısaca tanıyalım:
Bu kaide, işaret
ettiğimiz mezheblerin fukahasmca
fetvada esas tuttukları bir yoldur, Bunun temeli şudur: Bir şey teklif
edilince, ona vasıta olan şeylerde istenmiş olur, bir şeyi yasaklayınca, ona
vasıta olanlar da yasaklanmış olur. Harama vasıta olan da haramdır. Dini
hükümleri araştırınca bunun böyle olduğu görülür. Cuma namazını emir etti, ona
koşmayı da emretti, o anda alış verişi yasakladı, çünkü koşmaya mani. İnsanlara
sevgiyi emretti, kini yasakladı. Başkasının pazarlığını bozmayı yasakladı,
çünkü kine sebeb olur... Mirasçıya vasiyeti
yasakladı, diğeri kızmasın diye Hz. Peygamber savaş
zamanında hırsızın elini kesmedi, çünkü düşmana kaçar, ajanlık yapar, müslümanların sırrını satar.[11]
Bu prensiplere bakarak
Malikiler ve Hanbeliler zerayi
kaidesini aldılar ve helale sebeb olan helaldir.
Harama vasıta olan haramdır, dediler. Fitne, fesad
zamanı silah satmak haramdır, ribaya vasıta olan şey fasıddır, buna göre Malikiler ve Hanbeliler
dini hükümleri ikiye ayırırlar: Maksad-lar ve vasıtalar. Maksatlar bizzat faydalı ve zararlı
olanlar. Bunlara vasıta olanlara da zerayi denir.
Faydalıya vasıta olursa mubah, zarara vasıta olursa yasaktır.
Bu kaidenin temeli
budur. Fakat İbn Hazm, buna
karşı çıkıyor ve bunu kötülüyor. Halbuki bunun gayesi çok güzeldir. O diyor ki,
bir cemaat ihtiyaten bazı şeyleri haram kılıyor ve buna Numanb,
Beşir'in rivayetini delil tutuyorlar. O, Hz. Peygamber şöyle dedi diyor: "Helal belli, haram
belli. İkisi arasında bazı şüpheli şeyler var, bu şüpheli şeylerden sakınan
ırz ve dini korumuş olur. Şüpheliye düşen harama düşebilir. Yasak koru etrafında
hayvan otlatan çoban, oraya gidebilir. Her hükümdarın yasağı vardır, Allah'ın
yasağı da haramlardır."[12]
İbn Hazm, zerayi
haram düşmek korkusuyla şüpheli şeylerden sakınmaktan ibaret sanıyor. Halbuki
bu kapıyı açan Malikiler ve Hanbeliler sadece
şüpheli şeylerden sakınmak demiyorlar, onlara göre zerayi
üç türlüdür:
a. Şüpheli
şeylerden sakınmak,
b. Harama
götüren her şeyden sakınmak, fitne zamanı silah satmak gibi
c. Vacibe
vasıta olan şey, namaza koşmak, ailesini geçindirmek
için rızık peşinde koşmak, çalışmak. Bunların hepsi zerayidir, vasıtadır.
Onun için İbn Hazm'm sözleri kusurlu,
diyoruz. Çünkü sedd-i zerai
sadece şüphelilerden sakınmaktan ibaret değildir.
İbn Hazm, sedd-i
zerai kaidesini sadece Numan
hadisine hasr etmekle kalmıyor, bu hadisin kapsamına
giren şey, teklifi bir hüküm değil, diyor. Çünkü kesin nass
olmadıkça birşey, haram olamaz. Halbuki birçok âyetler,
yeryüzündeki her şeyin kullara helal ve mubah olduğunu gösterir.
"Yerdekilerin hepsini sizin için yarattı" (el-Bakara 2/29).
"Nasıl olur da Allah'ın size verdiği rızkın birazını haram, birazını
helal kılarsınız?" (Yunus 10/59). Allah şüphe üzerine bir şeyi haram
kılmayı yasaklıyor. Ona göre, bu hadis-i şerif şüpheliyi haram için değil, dini
ve güzel ahlakı korumak için takvaya, salaha davet içindir. Yasak bölgenin
etrafı yasak demek değildir. Bu şüpheli şeylerden korunmaya teşviktir. Şüpheli
haram değildir. "İnsanların en suçlusu, haram olmayan bir şeyi sorar,
onun sorusu üzerine haram kılınır." Hadisi var.
İbn Hazm, icab
ile teşvik arasını bir tutmaz, haram kesin emir ister, teşvik ise davettir.
İbn Hazm haram olan bir şeye
götürür diye, harama vasıta olan bir şeyi şüphe ile haram saymıyor. Haram
kesin bir delil ister diyor.
Ve buna iki su kabını
m
Ona göre şüpheli
şeyler hakkında kesin haram denemez. Öyle olunca müftü, harama vasıta oluyor
diye bir şey hakkında haramdır, diye fetva veremez. Şüpheli bir şeye kesin
olarak haram diyen, dinde ziyade yapmış olur, Allah'ın dinine aklı ile bir şey
katıyor sayılır. Şüpheli diye haram denemez. Hz.
Peygamber'in asrından tut da zamanımıza kadar çağlar bunu bütün ümmetin icmaı ile olup biten işlere bak, Medine de Hz. Peygamber'in huzurunda olurdu bunlar. Bir kimseye yiyecek,
giyecek, ne olursa olsun almak istediği zaman pazar yerine gider, oradan
istediğini alır. Halbuki pazarda çalınmış, gasbedilmiş,
haksız kazanılmış şeylerden bulunur. Ayniyle haram olduğu belli olmayan şeyler,
şüphe üzerine haram sayılmaz. Hz. Peygamber bundan
men etmedi. Bundan sonra İbn Hazm,
şunu rivayet eder: As-hab sordular, «ya Rasulullah, yeni müslüman olan Araplar geliyor, et getiriyorlar, besmele
ile mi kestiler, bilmiyoruz?» Hz. Peygamber: «Siz besmele
çekin ve yeyin,» dedi. Biz de Hz. Peygamber gibi
takvaya teşvik ederiz, fakat haram diyemeyiz.”[13]
îbn Hazm, adeti üzere zerayi görüşüne şiddetle hücum ediyor, haram ve helal zan
ile sabit olmaz, diyor. Zerayi ile haram kılan, şüphe
ve zann ile haram kılıyor demektir. Halbuki cenabı
Hak zan, hak için bir şey ifade etme, buyurmuştur. Şöyle sert konuşuyor;
İhtiyat veya endişe üzerine kesin olmayan bir şeyle hüküm veren, zan ile hüküm
veriyor. Zan ile hüküm batıldır, yalandır. Bu helal olmaz. Böyle bir şeye
götüren her mezhebden Allah'a sığınırız. Aslında bu mezheb, bozuk ve çelişki içindedir. Harama götürecek endişesiyle
bir şey haram kılınacak olursa, zina yaparlar korkusuyla erkekleri enesinler,
hadım yapsınlar, kâfir olurlar korkusuyla insanları öldürsünler, şarap yapılır
diye bağları, bahçeleri kökleyip kessinler... Hülasa bu mezheb
yeryüzünde en fasid mezhebtir.
Çünkü bu hakikatleri çiğneyip ezmeye sebeb oluyor.[14]
Eskiden mezhebi olan Malikileri böyle nitelendiriyor. Bu sözler onun, onun
zahiriye taassubunu göstermek için bunları aynen naklettik. Rey ile içtihadın
her nev'ini, insanları harama düşmekten korumak gibi
güzel bir gayesi olan zerayiye bile nasıl sert bir
dille reddediyor. Biz, onun bu sert sözleri üzerine bazı notlar düşmek
istiyoruz.
a. Bir şeyin
helal veya haram olmasında şüphesi bulunan kimse, o konuda tereddüt içindedir.
Yoksa kesin olarak hüküm vermiş değildir. Hüküm verse şüphesi olmaz. Haram
olduğu ona göre kesin değildir. Zaten İslâm ulemasından hiçbir kimse şüpheli
bir şeyin kesin haram olduğunu söylemiş değil. Bunu ihtiyat olarak
söylüyorlar. Karılarından birini boşayıp hangisi olduğunu bilmezse, Malik'e
göre ihtiyaten boş düşerler...
b. İhtiyatta
itibari olarak zan galebedir, nadir olana değildir. Bu bakımdan İbn Hazm'ın; öyleyse zina
yapmasınlar diye erkekleri eneyelim mi, fe-sad çıkarmasınlar diye insanları öldürelim mi, şarap
yapmasınlar diye bağları kesip kökleyelim mi? demesi yersizdir. Böyle bir şey
diyen zaten yok, bunlar nasslarla yasaklanmış
şeylerdir.
c. Sedd-i zerayi delilini alan
ulema, kasden harama vasıta olanlara bunu
koymuşlardır. Ribaya vasıta olan satış, hülle yapmak
için muvakkat nikah yapmak, varislerden mal kaçırmak için ölüm hastalığında
vasiyet yapmak gibi, şeyler bunlardandır. Bunlar kötü maksatla olduğundan haramdır
ve dini korumak içindir. Zerayi delilinde iki şeye
bakılır:
1. Kişinin
bu işden maksadı nedir, niyetine bakılır, mesela
zekattan kaçınmak için, malını, iade şartıyla bir fakire hibe etmek veya
karşılıkta az bir şeyle satmak gibi.
2. Herhangi
bir zamanda harama vasıta olması galip olan bir şey hakkında hüküm vermek,
fitne zamanı silah satmak gibi.
İbn Hazm'ın bütün fukahayı şiddetle eleştirdiği bir konuda akrabalık dolayısıyla
yalan söylerler endişesiyle, usul ve furuun
birbirlerine şahidlik yapmalarını kabul etmemiş
olmalarıdır. O, bu şahidliği kabul eder, böyle zan
üzerine şahidlik reddolunmaz,
diyor. Töhmet ile şehadet reddolunmaz
bu haramdır. Delil olarak birçok âyet-i kerime zikrediyor.[15]
İbn Hazm, usulün fürua, furuun usule şahidliği kabul etmemeğe şaşıyor. Biz de onun bu
şaşkınlığına şaşarız şöyle ki;
a. Burada
adalete tesir eden bir töhmet var. Oğlunu hapse sokacak bir şekilde kim şahidlik yapar.
b. Bir
insanın usulüne (ana-baba, yukarı doğru akraba) ve füruuna
(evlatlar aşağı doğru) ve eşine şahidliği kendine şahidliği demektir. Oğlunu, eşini elbette korur.
c. Usul ve
füru hakkında şahidlik gerçekten güçtür. Eğer doğru
söylerse, onları kızdırır, bu da akraba arasında düşmanlığa sebeb olur, eğer doğru söylemez ise Allah'ın azabını üstüne
çeker, bu gibi sebeblerle usul ve füru hakkındaki şahidlik kabul edilmemiştir.
İbn Hazm'ın bütün nevileriyle
reye bakışı böyle. O, bunları reddederken sözünde üç belirgin vasıf var:
1. Getirdiği
delilleri hep zahiri üzere alıyor, başka hiçbir şeye bakmıyor.
2. O dinin
ruhuna ve aslına bakmıyor, maksad ve gayelere
yönelmiyor. İllet ve hikmetleri araştırmıyor. Onun önünde sadece nass var, o, nassa bakıyor,
bunların ibadet ve muamelata dair olanları arasında bir fark gözetmiyor, onun
gözünde sadece teklif var.
3. Zahiriyeciliğe taassub şiddetiyle
sarılması. Hatta bu taassub yüzünden, muhalifin
sözünü bile tamamıyla kavramağa çalışmıyor. Şüphesiz ki bu, onun
araştırmalarında bir kusurdur. Bana göre, araştırmalarında bu taassubu bir yana
atsaydı, hem kendisi ve hem de insanlar için daha faydalı olurdu.
Onun usul ve metodunu
anlattıktan sonra şimdi de onun bunlara göre, kurduğu fıkhından bazı örnekler sunalım:
Ancak bunlara girişmezden önce, onun ashabın fetvaları hakkındaki görüşünü de
öğrenelim:
İbn Hazm der ki; "gerek
sahabeden ve gerek diğerlerinden hayatta olsun, ölü olsun kimseyi taklid etmek caiz değildir." Sahabe kavillerini almayı
da caiz görmez. Çünkü o zahiriyecidir. Kitap, Sünnet
ve icmadan başkasına bakmaz. Bir de bunlardan alınma
delili vardır. Sahabenin kavli delil olmaz, çünkü onlar da insandır. O, Şafiinin de bu görüşte olduğunu söyler. Onun şöyle dediği
rivayet olunur. Eğer beraber aynı asırda yaşasaydık, delille kendisini ilzam
edeceğim kimsenin sözünü nasıl olur da alırım. Doğrusu şudur ki, eğer ittifak
ederlerse, Şafii onların sözünü alıyor, ihtilaf ederlerse, birini seçiyor, bu
söz hadisle sahabe kavli çeliştiği zaman içindir. Şüphesiz o zaman sahabe
kavline uyulmaz. Peygamber'in sözünün yanında başka söze yer yoktur. İmam
Malik'in dediği gibi: Her insanın bazı sözü alınır, bazısı reddolunur,
ancak bu Havzanın sahibi müstesna.
Sahabe Kavillerini
Niçin Zikreder?
Böyle olmakla beraber,
İbn Hazm defalarca sahabe
kavlini almadığını, onları delil saymadığını söylediği halde, bakıyoruz, birçok
yerde sahabe kavlini zikrediyor. Gerek usule ve gerek fürua
dair kitapları sahabe kavilleri ile dolu. En büyük mecmualar, kolleksiyonlar dersek, hiç de mübalağa etmiş olmayız ve bu
söz hata da olmaz. Onların sözlerini delil saymadığını tekrarladığı halde
onlardan bu kavillerin naklini nasıl yorumlarız? İbn Hazm, sahabe kavillerini üç sebebten
dolayı alır:
a. Onların
kavillerini, davasına delil olmak üzere alır, eğer icma
halinde iseler, böyle yapar, hilafet hakkındaki seçtiği böyledir. O diyor ki:
"Hilafet hakkında üç defa üç türlü yol seçtiler, birincide Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'i veliahd yaptı.
İkincide Hz. Ömer, halife seçimini halka bıraktı,
onlar da Osman'ı seçtiler. Üçüncüde kendisini o makama layık görüp şartları
haiz olan kimsenin kendisini halife ilan etmesidir, nasıl ki Hz. Ali böyle yaptı. Bu üç yoldaki halife seçimine sahabe
muvafakat etti, bunda icma vardır. Böylece onların icmaı bu üç sekilin de caiz olduğuna delildir."
b. İkinci
olarak karşısındaki cumhur ulemaya, onların kendi delilleri ile ilzam etmek
ister. Onlar sahabe kavlini aldıklarından, onlara karşı o da aynı delilleri
getirir. Dört imama tabi olanlarla münakaşa yaparken, onların kabul ettikleri
sahabe kavillerini getirip onları delillerle susturur, onların yolunu takip
eder, nasıl ki reyi iptal bahsinde bu yolu takip ettiğini gördük. Ebu Bekir, Ömer ve İbn Mes'ud gibi müctehid sahabenin
kavillerini sıksık kullandı. Bundan maksat, karşısmdakileri ilzam edip susturmaktır.
c. Üçüncü
olarak sahabe kavilleriyle kendi görüşünü tekid
etmek, sağlam göstermektir. Yani kendi görüşü garip bir şey olmadığını, dinde
bunun benzerleri bulunduğunu, Hz. Peygamber'den dini
öğrenen ashabın kavillerinin de böyle olduğunu göstermek amacıyla bunu yapar.
Burada hem ilzam ve hem de şehadet var, yani sahabe
kavillerini, kendi görüşüne şahid gibi getiriyor.
Buraya kadar İbn Hazm'ın usulünü, başkalarının
usulüne nasıl itirazlar yaptığını böylece beyandan sonra, artık onun bu usule
göre kurduğu zahiriye fıkhından bazı meseleleri örnek alıp onları incelemek
gerekir sanırım.
[1] eli ihkam, c. VII, s. 56
[2] Yazarın Ebu Hanife, Safi ve Malik kitaplarına bk.
[3] Aynı kaynak, s. 5
[4] Aynı kaynak, s. 9
[5] Aynı kaynak, c. VIII, s. 14
[6] İbn Hazm,
en-Nübez, s. 45
[7] Şafii, er-R
[8] İbn Hazm,
el-İhkam, c. VII, s. III.
[9] el-îhkam, c. VI, s. 17.
[10] Yazarın İmam Şafii kitabına bak.
[11] Yazarın Ahmed b. Hanbel kitabına bk.
[12] İbn Hazm,
el-İhkâm, c. VI, s. 2
[13] Aynı kaynak.s. 7
[14] el-İhkamcVI,s. 13
[15] el-İhkam, c. VI, s. 13