510- Cumhur Fukahanın Görüşleri:
511- Cariye Hususundaki İhtilaflar:
512- Kadınların Evlenmesi Farz Değildir:
513- ibn Hazm'ın Cumhura Cevabı:
Evlilikte Hür ile Kölenin Eşitliği:
514- Evlenmek Hususunda Hür ile Köle Eşittir:
516- Kölelerin Hukuk Açısından Eşitliği:
517- Üvey Kız İle Evlenmenin
Hükmü:
520- Sahabe Sözünü Delil Olarak Alması:
Hakimin Hükmü İle Karı-Kocanın Ayrılması:
521- Hakimin Hükmü ile Karı-Kocanın Ayrılmasının Haram Oluşu:
523- Şafii, Hanbeli ve Malikilerin Görüşleri:
525- Özürler Sebebiyle Boşanma:
526- İktidarsızlık Sebebi İle Boşanma:
527- Fukahanın Delillerini Tenkid:
528- İbn Hazm'ın Kendi Usulüne Muhalefeti:
530- ibn Hazm'ın Fukahaya Muhalefeti:
531- Nafaka Sebebiyle Boşanma:
532- Kadının Nafaka Mükellefiyeti:
533- İbn Hazm'ın Zahiri Tutumu:
Evlilik hususundaki
sahih naslar emir ifade ettiği için, İbn Hazm'a göre, evlenmek
farzdır. Çünkü Zahiriye "her emri lüzum (farz) ifade eden bir delil"
saymaktadır. İbn Hazm şöyle
diyor: "Evliliğin gereği olan cinsel iktidara ve maddi imkana sahip olan
herkesin evlenmesi veya cariye edinmesi farzdır. Eğer buna imkan bulamıyorsa
oruç tutar. Bunun delili ise Buha-rideki
İbn Mes'ud hadisidir. Nebi
(sav) şöyle buyurmuştur: "Ey gençler! Sizden evlenme külfetine gücü
yetenler evlensin, buna gücü yetmeyenler de oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti
kırar." Müslim'de Sa'd b. Ebi
Vakkas'dan şöyle rivayet eder: "Osman bin Maz'un evlenmeyip bekar yaşamak istedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) onu bundan nehyetti."
Seleften bir cemaatin görüşü de böyledir. Said bin Hişam şöyle rivayet eder: Müminlerin anası Hz. Aişe'ye kadınlardan uzak
durup evlenmeyi terketmek hakkında soruldu. O da şöyle
cevap verdi: Sakın bunu yapma. Sen Allah'ın şu âyetini duymadın mı? "Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da
eşler ve çocuklar verdik..." (Rad, 38) Abdullah
b. Tavus babasının bir adama şöyle dediğini rivayet ediyor: Ya mutlaka evlenirsin ya da sana Hz. Ömer'in (ra) Ebu Zevaid'e söylediği sözü
söylerim. Hz. Ömer ona şöyle demişti: "Seni
evlenmekten alıkoyan şey; ya acziyetin
ya da günahlara dalmış olmandır."[1]
Görüldüğü üzere İbn Hazm, cinsel iktidara ve
ailesinin nafakasını temin edebilecek güce sahip olan kişilerin evlenmelerinin
farziyetini ifade ediyor. Bu durumdaki bir kişi için
zinaya düşme tehlikesinden korkması veya korkmaması mevzu bahis değildir. Her
ikisinin de evlenmesi farzdır. Başka bir ifade ile; cinsel iktidara ve gerekli
olan nafakayı temin edebilme gücüne sahip bir kişi, nefsine hakim olabilse
dahi evliliğinin farziyeti için gerekli şartları
üzerinde toplamış demektir. Bu, Allah'ın insana verdiği bir fazilettir. Evlilik
sebebi ile nefsini dizginler ve nefsinin haram yollara sapmasını engeller. Bu
şartları haiz olan bir kişinin evlenmesi farz, bundan imtina etmesi ise caiz
değildir. Ancak cariye edinebilir. Çünkü cariye edinmek evlenmek gibidir.
İbn Hazm'ın evliliğe dair görüşleri
böyledir. Cumhur fukahaya göre; cinsel iktidara ve
ailesinin nafakasını temin edebilecek güce sahip olan bir kişi, evlenmediği
taktirde zinaya düşmekten korkuyorsa, ancak o zaman evlilik farz olur. Çünkü bu
durumdaki bir kişi için haramdan kurtulmanın tek çaresi evlenmektir. Zira
zinanın haramlığı ve iffetin korunması gerekliliği hususunda hiçbir şüphe
yoktur. Cumhura göre, evliliğin farziyeti de bu iki
sebebe binaendir. Ancak evliliğin şartlarına haiz olup da harama düşme korkusu
olmayan kişinin durumu Zahiriye ve Cumhur fukaha
arasında ihtilaf konusu olmuştur. Hanefi[2] Hanbeli ve Maliki'lere göre; şayet harama düşme korkusu
yoksa evlenmek Nebi (sav)ın ve sahabenin genelinin
evli olması hasebi ile sünnettir. Çünkü Nebi (sav) evliliğin İslâm'ın sünnetlerinden
olduğunu açıklıyor: "Evlenmek benim sünnetimdir. Bundan yüz çeviren benden
değildir."
Şafiilere göre ise; bu
durumdaki bir kişinin evlenmesi ne farz ne de sünnettir. Belki mubahtır. Çünkü
evlilik, bir ibadet şekli değildir ki, farz veya sünnet olsun. Evlilik; cinsel
arzuları tatmin etmenin meşru yoludur. Tıpkı yemek, içmek ve oturmak gibi.
İnsan bedeni ile alakalı mubah işler kabilindendir. Ancak ibadetler ruhun
ihtiyaç duyduğu amellerdir.
Cumhur ulemanın İbn Hazm'a ve Zahiriye'ye
karşı görüşü böyledir. Görüldüğü üzere İbn Hazm, "sizden evlenmeye gücü yetenler evlensin"
hadisinin zahiri manasını alıyor ve buradaki emrin vücubiyet
ifade ettiğini söylüyor. Çünkü zahiriye mezhebine göre; vücubiyet
murad edilmediğini ifade eden başka bir nas bulunmadığı taktirde, her emir vücubiyet
ifade eden bir delildir.
Ancak burada İbn Hazm'ın sadece hadisin zahiri
manasını delil olarak almadığını görüyoruz. Çünkü hadis evlenmeyi emrediyor.
Oysa İbn Hazm, evlenmenin
veya cariye edinmenin farz olduğu yönünde bir sonuca varıyor. Kişi ister
evlenir, isterse cariye edinir. Ona göre, bu ikisi arasında hiçbir fark yoktur.
İbn Hazm, cariye edinmeyi
evlenmekle eş değer olarak alırken, hangi nassı
dayanak olarak alıyor bilemiyoruz. Şayet iffeti muhafaza etmek ve zinadan
korunmak için cariye edinilmesi gerektiğini kastediyorsa, bu taktirde nassları açıklıyor demektir. Oysa İbn
Hazm, nassları açıklamaz,
sadece zahiri manasım alır. Bu durumda sadece evliliği farz kılan nasları kendine delil olarak alması gerekir. Belki de İbn Hazm, taaddud-u
zevcat âyetini kendine delil alıyor. Çünkü bu âyette
Allah (cc) şöyle buyuruyor: "... haksızlık
yapmaktan korkarsanız bir tane alın, yahud da sahip
olduğunuz (cariyeler) ile yetinin..." (en-N
İbn Hazm, diğer zahiri alimleri
gibi evlenmenin sadece erkeklere farz olduğu görüşündedir. Kadınların
evlenmelerinin farz olmadığına delil olarak da Peygamber (sav)in hadisindeki
"ey gençler (erkekler) topluluğu" ifadesini zikrediyor. Hadisteki
emrin sadece erkeklere ait olduğunu belirtiyor. Kur'anî
nasları ve Nebevi hadisleri de bu özelleştirmeye
delil olarak alıyor. Bunu da şöyle açıklıyor. Evlenmek kadınlara farz değildir.
Çünkü Allah (cc) şöyle buyuruyor: "Evlenme
arzusu kalmamış, oturan, ihtiyar kadınlar..." (en-Nur, 24/60) Peygamber
(sav) de şöyle buyuruyor: "Yedi çeşit şehid
vardır..." Bu hadisinde Peygamber (sav) el değmemiş bakire bir kız olarak
ölen kadınları da zikretmiştir.[3]
Görüldüğü üzere İbn Hazm, hadisteki evliliğin farziyetini yalnız erkeklere has kılıyor. Çünkü Kur'an'm âyetleri evlenmeyi istemeyen kadınların olduğunu
ifade ediyor. Böyle olunca, onlar için evlenmek ancak caiz olur. Zira Peygamber
(sav) bakire olarak ölen kadının şehid olacağını haber
veriyor. Şayet bakirelik kötü bir durum olsaydı, bakire bir kız öldüğü zaman
övgüye değer bir makam elde edemezdi.
îbn Hazm, evliliğin farz
olmadığı görüşünde olan âlimlere delillerle karşılık verirken onların
delillerini de tenkid ediyor ve şöyle diyor:
"Bazı kimseler, bu söylediklerimizin aksine Allah (cc)m
şu âyetini delil olarak getiriyorlar "... efendi ve nefsine hakim
..." (Ali İmran, 3/39) Bu âyet delil olarak
getirilemez. Çünkü biz, nefsine hakim olanlara evlenmek farzdır demiyoruz,
cinsel iktidara sahip olan kişiye farzdır diyoruz. Ayrıca şu hadisleri de
delil getiriyorlar: "ikinci asırdan sonra sizin en hayırlınız yükü en
hafif olanlarınız dır. Onların ne ailesi ne de çocukları vardır." Bir
başka hadiste şöyledir: "105 yılından sonra köpek yavrularına bakıp
büyütmeniz, çocuk büyütmenizden daha hayırlıdır." Bu hadislerin her ikisi
de mevzu hadistir. Çünkü her ikisini de Ebu İsam bin
Cerrah es-Sakalani rivayet etmiştir. Ayrıca her iki
hadis de münker hadistir ve münker
hadisler delil olarak gösterilemez. Şayet insanlar bu hadislerle amel edecek
olsalar, nesil yok olacak, bunun sonucu olarak cihad
ve din ortadan kalkacak ve küfür galip gelecektir." Evlenmek farz değildir
diyen cumhur ulema ise, konuya şöyle bir yorum getiriyor: Şayet evlenmek farz
olsaydı biz onu, İslâm'ın erkanından sayardık. Ayrıca sahabenin içinde hiç
evlenmemiş olanlar da vardı. Cumhur ulema, evliliği terketmenin
ibadet olduğunu da iddia etmiyor. Bilakis cumhurun çoğunluğu, şartlara haiz
olan kişinin evlenmesinin sünnet olduğunu söylüyor.
Yine görüyoruz ki İbn Hazm, hükmün manasını nazarı
dikkate alarak sonucunun hayır olmayacağı hükmüne varıyor. Çünkü İbn Hazm, şöyle diyor: Şayet bu
iki hadis ile amel edilirse nesil yok olur. Netice olarak cihad
ortadan kalkar ve küfür hakim olur. Burada İbn Hazm'ın yaptığı şey, hükümlerin manalarını ve illetlerini
nazarı dikkate almaktır. Halbuki biz biliyoruz ki o hükmün sebebîerini
açıklama yoluna gitmez. Zahiri ile amel eder.
İbn Hazm'ın fıkhına göre; bir
kişi ister hür olsun, isterse köle, en fazla dört kadınla evlenebilir. Bu
hükmün delili ise Allah (cc)ın
şu ayetidir: "... beğendiğiniz (veya size helal olan) kadınlardan ikişer,
üçer, dörder alın..." (en-N
Bu hususta köle, hür
kişinin sahip olduğu haklara sahiptir. Nasıl ki hür bir kişi dört kadınla evlenebihyorsa, köle de dört kadınla evlenebilir. Bu görüşü
ile İbn Hazm, cumhur
ulemaya muhalefet etmektedir. Çünkü cumhur ulema; köle cezayi
hükümlerde olduğu gibi hür kişinin hukukunun yarısına sahiptir. Bu durumda
kölenin iki kadından fazlası ile evlenmesi caiz değildir. Cumhur ulema bu
görüşlerini sahabenin kavline dayandırmakta ve sahabenin bu hususta icma ettiklerini söylemektedirler. Ancak İbn Hazm, sahabenin bu konuda icma ettiklerini kabul etmiyor. Zira sahabenin bir kısmı
böyle söylemiş, bu sahabelerin sözlerine muhalefet eden de çıkmamıştır. Ona
göre, bu durumda sahabe icma etmiş sayılmaz. İbn Hazm, kendi görüşlerini serdettikten sonra, muhaliflerin görüşlerini ve delillerini
de dile getiriyor: Ömer b. Hattab şöyle buyuruyor:
"Köle ancak iki kadınla evlenebilir." Ali bin Ebi
Talib şöyle buyuruyor: "Köie
ancak iki kadınla evlenebilir." Yine sahabeden şöyle rivayet ediliyor.
"Muhammed (sav)in ashabı, kölenin iki kadından fazlası ile evlenemeyeceği
hususunda icma etmişlerdir." Hasan-ı Basri, Ata, Ebu Hanife, Şafii, Ahmed bin Hanbel, Süfyan es-Sevri, Leys bin Sad ve bazıları bu görüştedirler. Mücahid
ve Zühri ise kölenin dört kadınla evlenebileceği
görüşündedirler. İmam Malik de bu görüşe katılmaktadır. Bu görüşü ile
Malikiler diğer sahabelerin dahi muhalefet etmediği sahabelere muhalefet
etmişlerdir. Sonuç olarak şunu söylüyoruz: Allah ve Rasulünün
sözünden başka hiçbir söz delil olarak alınamaz. Allah (cc)
da şöyle buyuruyor: "...Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder
alın..." âyetinde hür veya köle ayırımı yapmamıştır, tevfik
Allah'tandır."[4]
Burada İbn Hazm, sahabenin sözlerini iki
sebebten dolayı kabul etmemektedir.
Birinci Sebeb: Her ne kadar sahabenin bu hususta icma ettiği ifade edilse de o, sahabenin sözlerini icma olarak kabul etmiyor. Çünkü sahai
enin bir kısmı bu konuda görüşlerini belirtmiş, diğer sahabe ise muhalefet etmemiştir.
Bu durumda icma gerçekleşmiş olmaz.
İkinci sebeb: Nassm zahiri manasında hür
ile köle arasında bir ayırım yapılmamıştır. Böyle bir ayırımın yapılması için
Kitap veya Sünnetten bu yönde bir delil getirilmesi gerekmektedir.
Çünkü; Kitap ve Sünnet
umumi bir nassı hususileştirir.
Her ne kadar İbn Hazm, bu hususta Malikiler
ile aynı görüşte olsa da, ittifak ettikleri veya ihtilaf ettikleri her hususta
onları tenkid etmekten geri durmamıştır. Malikiler, Endülüs'de büyük çoğunluğa ve iktidara sahip olmalarına
rağmen onların görüşlerini açıklamış ve kendi fıkhı anlayışlarına ters
düştüklerini ifade etmiştir. Çünkü onlar, bu konuda diğer sahabelerin
muhalefet etmediği sahabelere muhalefet etmişlerdir.
İbn Hazm, dörde kadar evlenme
hususunda köle ile hür kişiyi eşit tutmakla kalmıyor, cariye edinmekte de
kölenin hür ile eşit haklara sahip olduğunu belirtiyor. Hür kişinin sayısına
sınırlama getirmeksizin cariye edeceğine delil teşkil eden âyet, Allah'ın
"... haksızlık yapmaktan korkar-sanız bir tane alın, yahud
da sahip olduğunuz cariyeler ile yetinin..." (en-N
Birinci Sebeb: Ayet, hür ile köle arasında herhangi bir ayırım
yapmıyor. Bu yönde bir nas bulunmadığı müddetçe de hitab umumidir. Âyetin muhatabı, hehı
hürlerdir, hem de kölelerdir.
İkinci Sebeb: Kölenin mal, mülk edinmesi caizdir. Servet sahibi
olmasında herhangi bir sakınca olmadığı gibi, serveti de efendisinin servetinden
ayrıdır ve şahsi mal varlığıdır. Ancak burada İbn Hazm, kölenin mülk edinebilmesini; genel kabul görmüş bir
hüküm gibi sebeb olarak göstermektedir. Oysa cumhur fukahanm icması bu görüşün
aleyhindedir. Çünkü cumhur fukahanm icması; köle ve kölenin malik olduğu mülkün, köle sahibinin
tasarrufu altında olduğu yönündedir. Buna karşılıkİbn
Hazm ise; kölenin mülkiyet hakkının olmadığına dair
Kitap, Sünnet veya kendilerine itimad edilen
kişilerin icmasından bir delil getirsinler, diyor ve
ekliyor: Bu kon.uda başka bir delil gösterilemediğine göre asıl olan naslarm da ifade ettiği gibi, mülkiyet hakkının bütün
Ademoğlu için umumi bir hak olmasıdır.
Bu durumda kölenin
mülkiyet hakkı, sabit olduğuna göre, cariye edinmesi de haliyle caiz
olmaktadır. Hür kişi, nasıl cariye edinebiliyorsa, köle de öylece cariye
edinebilir. Bu kon-uda aralarında hiçbir fark yoktur. İbn
Hazm'ın bu konudaki görüşlerini biraz da kendisinden
dinleyelim:
"Kölenin cariye
edinmesi hususunda, insanlar ihtilaf etmişlerdir... Bu konuda sahabeden bir çok
rivayet vardır. Hz. Ömer (ra)'in
rivayetine göre Hz. Ömer'in köleleri cariye
edinirler, Ömer (ra) da onları bundan neh-yetmezdi. İbn Abbas'ın da şöyle dediği rivayet olunur: "Köle kendi
mülkü ile cariye edinebilir." Sahabeden bu iki sahabenin sözüne muhalefet
eden kimse çıkmamıştır. Sabi, İbrahim en-Nehai,
Hasan-ı Basri, Ebu Süleyman
ve İmam Malik de bu görüştedirler. Bu hususta İbrahim ve Hakem b. Ut-be'den rivayet edilen meşhur olmayan bir rivayet dışında
tabiinden de hiçkimse muhalefet etmemiştir. Ancak İbn Sirin'den kölenin cariye
edilmesinin mekruh görüldüğüne dair sahih bir rivayet vardır.
İmam Ebu Hanife ve İmam Şafiinin görüşleri ise; caiz olmadığı yönündedir. Bu
görüşleri ile sahabe içinden hiç kimsenin muhalefet etmediği bu iki sahabeye
muhalefet etmektedirler. Bu hususta Kur'an ve Sünnete
başvurduğumuzda ise, Allah şöyle buyuruyor: "Ve onlar ki iffetlerini korurlar.
Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeler hariç). Bunlarla ilişkiden
dolayı kınanmış değillerdir." (Müminun, 23/5-6)
Allah (cc) bu âyetinde hür ile köle arasında hiçbir
ayırım gözetmemektedir.
Görüldüğü üzere, İbn Hazm, sahabenin sözünü delil
olarak almıyor. Çünkü bunu icma olarak kabul
etmiyor. Kitap ve Sünnete müracaat edip Kur'an'daki nasları kendisine yol gösterici olarak alıyor. Ancak
sahabenin sözlerini, cumhur ulemanın bir sahabeye muhalefet etmesi durumunda,
kendi görüşlerini desteklemek ve muhaliflerini susturmak için zikrediyor.
Cumhur ulema ise, İbn Hazm'ın
zıddına herhangi bir sahabenin bir sözüne diğer sahabeler muhalefet etmemişse
bu sözü .delil olarak alıyorlar.
İbn Hazm'a göre, aksini ifade
eden bir nas bulunmadığı taktirde, hür insanların
sahip olduğu bütün haklara köleler de sahiptir. Zira o, naslarla
amel etmektedir. Naslar da hükümler de köleyi hür
kişinin mesuliyetinin yarısı kadar sorumlu tutmaktadır. Tabi ki bu hüküm yarıya
indirgenebi-len cezalar
için geçerlidir. Mülkiyet hakkı gibi diğer hukuki meselelerde ise hür kişinin
haklarının tamamını köleye de tanımaktadır. Bu tür temel haklarda hür olmaya
değil, Ademoğlu olmaya itibar edilmektedir. Çünkü âyeti kerimede mülk edinme hukuku,
umumiyet ifade etmektedir. "O, yerde ne varsa hepsini sizin için
yarattı..." (el-Bakara, 29). Bu hak sadece hürlerin değil, insan olmaları
hasebi ile bütün insanların temel hakkıdır.
Her ne kadar delil
getirme yöntemini kabul etmesem de, temel insani hakların cezai hükümlerle
kıyas edilemeyeceği hususunda İbn Hazm'a
katılıyorum. İbn Hazm,
kölenin temel haklarının yarıya indirilmesini kabul etmiyor. Çünkü o, kıyasın
aslını inkâr ediyor ve naslarm zahirini delil olarak
alıyor. Ben ise, bu konuda kıyas yapılamayacağı görüşündeyim. Çünkü köle, diğer
insanlara göre daha zayıf ve zelildir. Onun cezası diğer insanlara verilen
ceza ile aynı olamaz. Mesuliyeti büyük olanın cezası büyük, küçük olanın
cezası da küçük olur. Bundan dolayı hür kişinin cezası büyük, kölenin cezası
küçüktür. Ancak insani haklarda durum böyle değildir. Zayıf kişi, zayıflığından
dolayı temel haklarından mahrum bırakalamaz.
Bu mesele de, îbn Hazm'ın cumhur fukahaya muhalif olduğu meselelerden biridir. İbn Hazm'a göre, kişinin üvey kızı
ile evlenmesinin haram olabilmesi için eşi (üvey kızının annesi) ile birleşmiş
olması ve üvey kızının kendisinin yanında yaşıyor olması gerekmektedir. Şayet
kendi evinde yaşamıyor ise, onunla evlenmesinde beis yoktur. Cumhur fukaha ise, bu ikinci şartı muteber saymamaktadır. Cumhura
göre, birleşmiş olduğu eşinden olan üvey kızı, ister kendi evinde olsun isterse
olmasın onunla evlenmesi haramdır. Çünkü Allah şöyle buyuruyor:
"...Kendileri ile birleştiğiniz eşlerinden olup evinizde bulunan üvey
kızlarınız haram kaindi. Eğer onlarla (nikahlanıp da) henüz birleşmemiş iseniz
kızlarını size almanızda size bir mahzur yoktur..." (N
"Bir önceki
kocasından kızı olan dul bir kadın ile nikahlanan kişi, {ister birleşsin,
ister birleşmesin) lezzet alarak kadınla halvette bulunmuşsa ve kadının kızı
kendisi ile beraber yaşıyorsa, onunla (üvey kız ile) evlenmesi ebediyyen haramdır. Ancak kadınla birleştiği halde üvey
kızı kendisi ile beraber yaşamıyorsa veya üvey kız, üvey babanın evinde yaşasa
da adam, kadınla beraber olmamışsa, adamın o kız ile evlenmesi caizdir."[5]
Bu konuda İbn Hazm'ın, cumhur ulemaya iki
hususta muhalefet ettiğini görüyoruz.
Birinci husus: İbn Hazm, cima olmaksızın
faydalanmak maksadı ile halveti yeterli şart olarak görmektedir. Cumhur fukaha ise, birleşmeyi şart koşmaktadır. Çünkü Kur'an-ı Kerim cima kelimesini direkt olarak kullanmaktan
kaçınmış, bazen dokunmak bazen sokulmak bazen de yaklaşmak ve sarılmak
kelimeleri, kinaye yolu ile ifade etmiştir. Tıpkı şu âyet-i kerimede olduğu
gibi: "... Eşi ile yaklaşınca eşi hafif bir yük yüklendi (hamile
kaldı)..." (A'raf, 8/189) Burada olduğu gibi
diğer âyet-i kerimede de yanına sokulmak kelimesinden cima kastedilmiştir. İbn Hazm ise "yanına
sokulmak" kelimesinin zahiri manası; erkeğin eşiyle yalnız kaldığında
onunla oynaşmasını ifade ettiği için cimayı şart
koşmamıştır.
İkinci Husus: Cumhura muhalefet
ettiği noktalardan birisi de, haram-lığın şartına üvey kızın evinde yaşıyor
olmasını dahil etmesidir. Delil olarak da şu âyeti gösteriyor:
''..^"Kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizde?! olup evlerinizde bulunan
üvey kızlarınız size haranı kılındı. Eğer onlarla (nikahlanıp da) henüz
birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur..." Görüldüğü
üzere kadınla birleşme vuku bulmuşsa ve üvey evlat da kendi evinde ise ancak o
zaman Allah (cc) üvey evlatla evlenmeyi haram kılmıştır.
Allah (cc) evlenilmesi haram olan kadınları saydıktan
sonra "... bunlardan başkasını istemeniz size helal kılındı..."
buyurmuştur. Bu sebeble bu iki şarttan her ikisi de
yerine gelmediği müddetçe haram sözkonusu değildir.
"Senin Rabbin unutkan değildir."[6]
İbn Hazm ikinci şart olarak
zikrettiği evinde yaşıyor olması veya beraber yaşamasalarda
onun velisi konumunda bulunması olarak açıklıyor. Bu durumda ikinci şartın
yerine gelebilmesi için üvey kızın ya kendisi ile
beraber aynı evde yaşaması ve üvey babasının ona vekalet etmesi ya da aynı evde yaşamasalarda
üvey babanın kızın her türlü işinde ona velayet etmesi işlerini idare etmesi
gerekmektedir.[7]
İbn Hazm, bu konudaki
görüşlerini serdettikten sonra, muhaliflerin görüşlerini
tenkid etmeye ve naslarla
kendi görüşünü kuvvetlendirmeye b.aşlıyor; Allah (cc)'in
buyruğunda bulunan "üvey kızlarınız" ifadesi şüphesiz âyetin
başından itibaren sıralanan evlenilmesi haram olan kimselerdendir.
"Evlerinizde bulunan" ifadesi ise üvey kızların sıfatıdır. Yine
"kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden" olan ifadesi de üvey
kızların şifadır. Bu tah-lildende
anlaşılacağı üzere bu iki vasıf üvey kızların vasfıdır. Ve üvey babaya haram
oluşlarının temel iki şartıdır.
Sahabenin bu husustaki
ihtilaflarına da yer veren İbn Hazm,
kendi görüşünün daha makul olduğunu ispat etmek için sahabeden bazılarının
sözlerim naklediyor: Sahabe üvey kızın haramlığı hususunda ihtilaf ettiler.
Bazıları şöyle dediler: "Üvey kız ister, kendi evinde olsun isterse olmasın
kızın annesi ile birleşirse kız ona haram olur." Hasan b. İmran b. Hüseynden rivayet
edildiğine göre; İmran'a bir kadınla evlenip daha
henüz birleşmeden onu boşayan adamın durumunun ne olduğu soruldu. İmran da şöyle cevap verdi:
- "İster
birleşsin, isterse birleşmesin o kadın, ona haramdır. Kadının kızına gelince,
şayet henüz kadınla birleşmeden boşamışsa kızı ile evlenmesinde bir beis
yoktur."
Ebu Hanife, Malik ve Şafii'de
bu görüştedirler. Diğer bir rivayette ise Malik b. Evs
şöyle diyor: Eşim doğum yaparken ölmüştü. Ben bu hal üzere iken Ali b. Ebu Talib ile karşılaştım. Bana;
- "Neyin
var?" diye sordu. Ben de; "karımın öldüğünü" söyledim.
"Onun başkasından olma kızı olup olmadığını" sordu. Ben de;
- "Evet var"
dedim.
- "Seninle
birlikte mi yaşıyor?" dedi. Ben de;
- "Hayır, Taif te yaşıyor" dedim.
- "O zaman,
onunla evlenebilirsin," dedi. Ben de ona Allah'ın (cc)
"... Kendileri ile birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan
üvey kızlarınız size haram kılındı... " âyetini hatırlattım. O da bana,
- "Üvey kızın
benim evimde yaşamadığını ancak benimle beraber yaşadığı taktirde, bana haram
olacağını" söyledi.
İbn Cüreyh, Meysere'den
şöyle rivayet ediyor. Abdullah b. Muabbed isminde
bir adamın babası veya dedesi başkasından olma çocuğu olan bir kadınla
evlendi. Uzun bir müddet onunla evli kaldıktan sonra genç bir kızla evlendi.
Bunun üzerine üveyoğlu ona şöyle dedi:
- "Annemizle
evlendin, yaşlanınca da onu bırakıp^ genç bir kızla evlendin, onu da
boşa." Adam ona şöyle cevap verdi:
- "Hayır, vallahi
onu boşamam, ancak kızını bana nikahlarsan onu bo-şarım."
Üveyoğlu da bunu kabul etti ve adam kızı boşadıktan
sonra, kendi kızını üvey babasına nikahladı. Ne üveyoğlu
ne de üvey oğlunun kızı adamla birlikte oturmuyorlar di. Bunu duyunca Süfyan b. Abdullah'ın yanma gittim ve beni Ömer b. Hattab ile görüştürmesini istedim. Benimle gel dedi ve beni
Ömer (ra)m huzuruna çıkardı. Olayı Ömer b. Hattab'a anlattım, bana bunda bir beis olmadığını
söyledikten sonra, bir kişinin ismini vererek ona sormamı ve verdiği cevabı
gelip kendisine nakletmesini istedi, o adamı aradım ancak bulamadım. Ali (ra)'a rastladım ve ona sordum. Ali (ra)
da bunda bir beis olmadığını söyledi.[8]
Yukarıda İbn Hazm'ın anlattığı son
kıssanın biraz açıklanması gerekmektedir. Özet olarak olay şöyle cereyan
ediyor: Bir adam başkasından oğlu olan bir kadınla evlenir. Kadının oğlunun da
bir kızı vardır. Kadın yaşlanınca adam onu boşar ve genç bir kızla evlenir.
Bunun üzerine kadının oğlu, yani adamın üvey evladı onu bundan vazgeçirmek ister
ve kızı boşamasını ister. Adam ise ancak kızını (boşadığı kadının torununu)
kendisi ile nikahlarsa bunu kabul edebileceğini söyler. Üvey oğlu da bunu kabul
eder ve kızı ile üvey babasını nikahlar. Adamın üveyoğlu
da üvey oğlunun kızı da kendisinden ayrı yaşamaktadırlar. Ömer (ra) da bunda bir beis görmemiştir.
Görüldüğü üzere İbn Hazm, kendi görüşünü
desteklemek için birçok sahabenin sözünü zikrediyor. Ancak bu sözler meşhur
değildir ve sahabenin bu sözleri söyleyip söylemediği bilinmemektedir. İbn Hazm, âyet-i kerimede geçen
"duhul" (sokulmak) kelimesini cima olarak tefsir eden cumhura
muhalefet ederek şöyle diyor: Allah (cc)'in "...
kendileriyle birleşmediğiniz..." buyruğunun tefsiri hususunda İbn Abbas'tan şöyle rivayet
edilmiştir: "Kişinin evlendiği karısını öpmesi ile üvey kızı kendine
haram olur" Atâ'nm da şöyle dediği rivayet
edilmiştir: "Herhangi bir şey yapmasa da, sadece duhûl ile şart yerine
gelmiş olur.”[9]
Böylece İbn Hazm'ın naslara
bakış açısı belirginleşmiş oldu. Görüyüruz ki o,
lafızlar ne ifade ediyorsa ancak onu anlıyor. Buraya kadar anlattıklarımızda
da görüldüğü gibi "duhul" ve "evlerinizde bulunan" buyruğu
daha Önce de işaret ettiğimiz üzere üvey evlatla evlenmeyi sakındırmak içindir.
Çünkü kişinin evinde bulunan üvey kız, kendi kızı gibidir. Nasıl ki kendi kızı
ile arasında tesettür söz konusu değilse, üvey kızı ile de kendi arasında
tesettür söz konusu değildir. Bu durumda onunla evlenmesi caiz olmaz. Bu
sebeple Kur'an-ı Kerim üvey kızla evlenebilmesi için
bu iki vasfı şart koşuyor: "...Eğer onlarla (nikahlanıp da) henüz
birleşmemiş iseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur..." Ayet-i
kerimedeki birleşmemiş olmak helal olması için yeterli sebep değildir. Bununla
beraber bir şart daha vardır. O da, üvey kızının adamın evinde bulunmamasıdır.
Ancak Allah (cc) bunu zikretmemiştir. Bu durumda
adam kadınla birleşmemiş olsa dahi üvey kız kendisi ile beraber yaşıyorsa,
onunla evlenmesi caiz değildir.
İbn Hazm'ın muhaliflerine hatırlattığı
Allah'ın (cc) yüce buyruğunu bizim de ona
hatırlatmamız en tabii hakkımızdır: "... Senin Rabbin unutkan
değildir." (Meryem, 19/64) Fakat ne yazık ki zahiriye görüşü hakiket-lerin manasına ve özüne
muttali olamaz.
İbn Hazm'ın bu husustaki görüşü
hakimin karı-kocayı birbirinden ayıramayacağı
yönündedir. Ancak kadının erkeğe haram olduğu sekiz durumda boşanmalarına
karar verebilir. Bu durumları da İbn Hazm şöyle açıklıyor:
"Nikah akdini
bozan şeyler sekiz tanedir; birincisi süt emme sebebi ile kadının erkeğe haram
olması,[10]
ikincisi erkeğin babasının veya dedesinin cehalet sebebi ile kadınla cima
etmesi veya zinaya kastetmesi, üçüncüsü müctehid olması,
dördüncüsü kadın köle iken azad olması; bu durumda kadın
ister nikahı fesheder isterse onun nikahı altında kalır. Beşincisi; ayrı dinden
olmaları halinde de nikah akdi bozulur. Ancak erkek İslâm'ı seçerse ve kadında
kitap ehlinden ise nikahlan bozulmaz. Nikah akdinin bozulduğu diğer durumlar
ise şunlardır;
a. Erkek
İslâm'ı seçer, kadın ise kitap ehli değil ise;
b. Kadın
İslâm'ı seçer, erkek ise kitap ehli olsun veya olmasın kafir ise, ancak her
ikisi de müslüman olurlarsa nikahları bozulmaz.
c. Sadece
erkek dinden döner .mürted olursa,
d. Sadece kadın mürted
olursa,
e. Beraberce
dinden dönüp mürted olurlarsa. İşte bütün bu durumlarda
nikah akdi bozulmuş olur.
Nikah akdini bozan
şeylerin altıncısı:
f. Kadın
nikahının bozulma durumlarından biri de köle olan kadınla evlenen erkeğin o
kadının tümüne veya bir bölümüne malik olmasıdır.
g. Nikahın
bozulma hallerinden yedincisi köle erkekle evlenen kadının o erkeğin tümüne
veya bir bölümüne malik olmasıdır.
h. Kadının veya
erkeğin ölmesi. İşte bu sekiz durumda nikah akdi bozulur.[11]
Yukarıda sayılan sekiz
durumda boşanma olmaksızın nikah akdi bozulmuş olur. Bu durumda kadının veya
erkeğin bir kusurundan ve erkeğin kaybolmasından dolayı nikah akdi bozulmaz.
Bu görüşü ile İbn Hazm,
cumhur fukahaya muhalefet etmiştir.
İbn Hazm'm bu konudaki
görüşlerini derinlemesine ele almadan Önce cumhur fukahanın
bu konudaki görüşlerini serdedelim. Dört mezheb fuka-hasında hakimin
kararı ile kan-kocanın ayrılması meselesinde farklı görüşlere sahiptirler.
Hanefiler, hakimin kararı ile ayrılmanın gerçekleşebilmesi için gerekli
sebepleri dar kapsamlı olarak ele alırlar. Şafiiler bu se-bebleri biraz daha geniş tutarlar. Maliki ve Hanbeliler ise diğer iki mezheb-ten
daha geniş tutarlar.
Boşama hakkı erkekte
olduğu için Hanefiler, kadındaki bir özürden dolayı hakimin boşamasını caiz
görmezler. Ancak erkekte cinsel iktidarsızlık gibi bir özür var ise, o
taktirde hakim boşanma kararını verebilir. Bu özrü de üç ana başlıkta
toplamışlardır. Erkeklik uzvunun kesilmiş olması, hadımlık ve iktidarsızlık.
Zira bu tür bir cinsel özür evliliğin maksatlarını yerine getirmeğe engel
olur. Evlilik müessesesinin amacı; neslin devamını sağlamak ve insanın tabii
ihtiyaçlarını gidermektir. Bu gayeler gerçekleşmediği taktirde, evliliğin bir
manası kalmaz.
Ebu Hanife'nin öğrencilerinden
Muhammed bu özürlere cüzzam ve deliliği de
eklemiştir. Erkekte bu özürlerden bir tanesi bulunduğu taktirde, kadın
kocasından boşanmak için hakime müracaat edebilir ve hakimde bo-şayabilir. Çünkü bu tür
hastalıklar karı-koca münasebetlerine engel olur ve cinsel özürlerde olduğu
gibi iyileşmesi beklenemez.
Ebu Hanife'nin görüşüne göre bu
sebeplerin dışındaki bir sebebten ötürü hakim
karı-kocayı ayıramaz. Erkeğin kadının nafakasını
temin etmemesi, ona eziyet etmesi, kaybolmak, kadında bulunan özürler ve
yukarıda saydıklarımızın haricindeki özürler, hakimin karı-kocayı ayırmasına sebeb teşkil etmez.
İmam Şafiinin bu husustaki görüşü ise şöyledir: Şayet erkek
fakirlikten dolayı kadına bakamıyorsa o zaman araları ayrılır. Çünkü bu cinsel
iktidarsızlık ve benzeri özürler gibi aralarını ayırmayı
gerektiren özürlerden sayılır. Ancak erkek nafakayı temine muktedir ise
aralarım ayırmak caiz değildir. Ahmed
b. Hanbel de bu görüştedir. Yukarıda bahsettiğimiz
erkekte meydana gelen cinsel özürlerden veya kadındaki cinsel özürlerden dolayı
karı-kocayı ayırmak caizdir. İster erkekte olsun,
isterse kadında cüzzam ve delilikde
böyledir. Ancak İmam Şafii'ye göre kaybolmak ve her ne çeşit olursa olun eziyet
etmek ayırma sebebi değildir. Şayet eziyet ediliyorsa,
o kişi bu eziyetten men edilir ve evliliğin devamı sağlanır.
Malikiler ise;
nafakayı temin hususunu biraz daha genişleterek nafakayı temine gücü olduğu
halde, bundan imtina etmeyi de aralarını ayırmaya,
yeterli sebeb olarak görmektedirler. Özür durumlarını
da yukarıda zikrettiklerimizle sınırlamamaktadırlar.
Nikah esnasında blinmeyen ve öğrendikten sonra da bundan hoşnut olunmayan
ve sonradan'meydana gelen bir özür olup da
beğenilmeyen her özürden dolayı aralarım açmanın caiz olduğu görüşündedirler.
Aynı zamanda Malikilere ve Hanbelilere göre, eziyet
etmek ve kaybolmaktan dolayı karı-kocayı ayırmak
caizdir.
Hakim kaybolan kişinin
öldüğüne kanaat getiriyorsa, dört mezhebin ic-masına göre hakim kayıp kişinin öldüğüne hükmedebilir. Bu
hususta en katı görüşa sahip olan Hanefi mezhebidir.
Hanefi mezhebine göre, kavb kişinin yaşıtları
ölmedikçe o kişinin öldüğü yönünde bir hükme varılamaz. Öldüğüne hükmetme
yaşını doksan hatta daha fazlasına götürürler D" mezhepler ise, öldüğüne
hükmetme müddetini daha düşük tutarlar.
Yukarıda anlatılanlar
dört mezhebin ve onların görüşlerini kabul eden lerin
sözleridir. Zahiriler, bu görüşlere muhaliftirler. Zahiriler erkek boşa-madiği
veya îlâ[12] yapmadığı müddetçe
karı-koca arasının ayırılamayaca-ğı
görüşündedirler. Ancak yukarıda bahsi geçen sekiz durum vuku bulduğunda
boşanmalarına hükmederler.
Zahiriye görüşünün
aslı boşama eyleminin erkeğin elinde olduğu yönündedir. Erkek kadına eziyet
ediyorsa, azarlanarak men edilir. Kadının nafakasını vermiyor ise, malının bir
kısmını satarak karşılığını ona vermesi için baskı yapılır. Herhangi bir
özürden dolayı da aralan ayrılamaz. Çünkü bu hususta hiç bir nas yoktur. Kur'an veya Sünnette
bu yönde bir delil veya Kur'an ve Sünnete dayanan
bir icma yokken nasıl olur da karı-ko-canın ayrılmasına hükmedilebilir? Kadınlar, Allah'ın
buyruğu ile erkeklere helal oldular. O'nun buyruğu olmaksızın bu helallik yok
edilemez. Şer'i bir nassa dayanmaksızın kocası ile
araları ayrılan bir kadının başka erkeğe helal olması nasıl mümkün olabilir?
İbn Hazm özürler hususundaki
görüşlerini serdederken ilk olarak iktidarsızlık bahsini
ele alıyor. İktidarsızlık gibi bir hastalığı olan kişinin karısından boşanmayı
arzu etmedikçe aralarının ayrılamayacağını ifade ettikten sonra bu hususu
şöyle izah ediyor: Evlenen bir kişi iktidarsızlığı sebebiyle evlendiği kadınla
cinsel ilişkide bulunamazsa veya bu Özür hali bir müddet sonra meydana gelirse
ne hakimin ne de başka bir kişinin, onları ayırmaya
hakkı ve selahiyetleri olamaz. Kadın onun eşidir,
ister boşar, isterse boşamaz.
İbn Hazm kendi görüşünü
açıkladıktan sonra, bu hususta dört mezheb imamının
delil olarak aldıkları sahabe kavillerini naklediyor. Ömer (ra)dan
rivayet edilen rivayet gibi bazı rivayetleri ise zayıflıkla itham ediyor.
Arkasından kendi
görüşünü te'kid eden, sahabe kavillerini naklediyor, Hz. Ali (ra) yanına bir kadın
gelir ve;
- "Dul olmayan,
fakat kocası da olmayan bir kadın hakkında ne dersin-diye sorar. O da:
""«Kocan
nerede?" deyince kadın;
"Bulundukları
topluluğun içinde olduğunu" söyler. Bunun üzerine beli bükülmüş bir
ihtiyar ayağa kalkar. Hz. Ali (ra)
ihtiyardan bir açıklama yapmasını ister. İhtiyar; "karısının yiyeceğinden
ve giyeceğinden hiç bir ki-
tlama yapmadığını" söyleyince; Ali (ra); "cinsel iktidarının olup olmadı-
- nı"
sorar. İhtiyar; "olmadığını" söyleyince Ali (ra);
"kendini de onu da he-
ı k ettin," der.
Bunun üzerine kadın Hz. Ali'den aralarını ayırmasını ister.
Ali (ra) ise şöyle der:
-"Allah'tan kork
ve sabret. Allah (cc) dilerse senin başına bundan
daha büyük bir musibet verir."[13]
Cinsel bir özürden
dolayı karı-kocayı ayırmaya caiz görenler bu görüşlerini
sadece sahabenin kavillerini değil Rasulullah'm (sav)
hadislerine de dayandırırlar; Ebu Rukâne'nin
hanımı kocasını Hz. Peygamber'e (sav) şikayet eder
ve saçından bir tel kopararak şöyle der: "Bana bu saç kadar bile faydalı
olamıyor." Hz. Peygamber (sav) de onu kocasından
ayırır. Ancak İbn Hazm bu rivayeti zayıf saymakta ve şöyle demektedir:
"Ebu Rukane sahabe değildi. Hatta müslüman bile olmamıştı. Eğer bu olay sahih bir olay ise bu
kişi onun oğlu olmalıdır. Bu hadisi delil olarak ile-' ri
sürmek sureti ile hakkı batıl gösterdiler.
İbn Hazm cinsel özürden dolayı
karı-kocayı ayırmayı caiz gören fakih-lerin delillerini zikrettikten sonra kendi delillerini ele
alıyor ve şöyle diyor: "Bizim bu husustaki delilimize gelince; nikahın
şeriata uygunluğu Allah'ın (cc) âyeti ve Rasulün (sav) sünneti ile sabittir. Allah (cc) evli bir kadını kocasından başka herkese haram
kılmıştır. Kur'an'a ve Sünnete dayanmadan karı-koca
arasını ayıran kişi, Allah'ın (cc)
âyet-i kerimesinde yerdiği kişilerin sıfatı ile sıfatlanmış olur;
"...Onlar, o iki melekten karı ile koca arasını açacak şeyleri
öğreniyorlardı..." (el-Bakara, 2/102) Böyle bir Şey yapmaktan Allah'a
sığınırız."[14]
Daha sonra İbn Hazm, karı-koca arasını ayırmayı ve erkeğin iktidarsız-"ğının
ispatı için bir sene beklenilmesini uygun gören fakihleri
yererek şöyle diyor: "İktidarsız olan kişi karısını boşamak isterse, biz
onu engelleyemeyiz. Ancak biz, başkalarının bu hükmü vermesini veya bir sene
bekledikten sonra aralarını ayırmayı çirkin ve
uygunsuz bir iş olarak görmekteyiz. Bu durum, sahabe uygulaması Kur'an, Sünnetten herhangi bir rivayet, kıyas Veya aklî
olarak asla tasdik olunmamış batıl bir iştir. Şayet Allah'ın îlâ yapan kişinin
beklemesini emrettiğini ve bu bekleme nüddetinin
sonunda da ya tevbe edip
karısına dönmesi ya da onu boşaması için zorlama
yapılmasını örnek olarak gösteriyorlarsa, doğrudur. Ancak bu müddet dört aydır.
Bir sene beklemeyi ve aralarını ayırmayı nereden
çıkarıyorlar?[15]
İbn Hazm, yukarıdaki sözlerini
iktidarsız olan kişiye bir sene mühlet verip bu zaman zarfında iktidarsızlığı
kesinleşirse, onu karısından ayıranlara hitaben
söylemiştir. Bunlar da Hanefi, Şafii ve Malikilerdir. Bu konuya açıklık
getirmemiz yerinde olacaktır. İktidarsız olan kişiye müddet vermek,
iktidarsızlığın gerçek olup olmadığını anlamak ve teyid
etmek içindir. Mesela, erkeğin bir hafta veya bir ay karısı ile cinsel
ilişkide bulunamaması onun iktidarsız olduğuna delil teşkil etmez. Bu ancak
onun selim bir insan olduğunu gösterir. Bu taktirde ona bir sene mühlet
verilir. Bu bir sene zarfında karısı ile cinsel ilişkide bulunamazsa bu durum
onun iktidarsızlığının delilidir. İnsanların mizaçları çeşit çeşittir.
Bazı insanlar, senenin
herhangi bir mevsiminde gayet dinç, diğer mevsimlerde ise yorgun ve bitkin
olurlar. Bu sebeble dört mevsimi de içine alan bir
zaman dilimi mühlet vermek yerinde ve doğru bir karar olacaktır. Bu mühlet
içerisinde, eşi ile cinsel ilişkiye giremezse, şüphesiz bu durum onun
iktidarsızlığını delillendirecektir. İktidarsızlığı
kesinleştiğinde ise, Hanefi, Şafii ve Malikilere göre aralarını ayırmak gerekmektedir.
İbn Hazm, yukarıda anlatıldığı
üzere, iktidarsızlıktan dolayı karı-kocayı ayırmanın
caiz olmadığı görüşünün yanı sıra, herhangi bir kusur ve özürden dolayı da ayırmanın caiz olmayacağı görüşündedir. Bu ayrılığın ancak
erkek tarafından belirlenebileceğini ifade ediyor ve şöyle diyor:
"Nikahtan sonra meydana gelen cüzzam, abraş ve
delilik gibi özürler, bu özürlerin kadında bulunması, nafaka, giyecek ve mehri vermemek gibi sebeblerden
dolayı nikah bozulamaz."[16]
Daha sonra cüzzam, abraş ve delilik gibi özürler üzerinde duruyor ve
bu hususta mezheb imamlarının delil olarak aldıkları
sahabeden rivayet edilen hadisleri inceliyor. Sahabenin sözlerinde, onlara
delil teşkil edecek bir şey göremiyor. Bunun sebebi ise ya
sahabe sözleri ile onların sözlerinin birbirine tam bir muvafakat
sağlayamaması, ya da hadisin isnadmdaki
zayıflık olarak ortaya çıkıyor, Sonuç olarak üzerinde icma
edilmemiş olan sahabe sözlerini, dinde delil olarak kabul etmiyor. Çünkü
üzerinde icma edilmemiş olan bir sahabe sözü ile amel
etmek, onu taklit etmektir. Dinde taklit ise caiz değildir.
îbn Hazm, bu hususta bir de
hadis naklediyor: Nebi (sav) Gaffaroğullarından bir
kadınla evlenir. Kadın Nebi (sav)in odasına girip de elbisesini çıkarınca,
böğründe hastalık sebebiyle meydana gelen bir beyazlık görür ve ona:
"Elbiseni giy ve ailene dön" der. İbn Hazm bu hadisin senedinin zayıf olduğunu söyler. Senedinde
zayıflık olmadığı farzedilse dahi bu hadis hakimin
karı-kocayı ayırabileceğine delil teşkil etmez. Çünkü
kadını boşa-yan Rasulullah (sav)dır. Sonuç olarak İbn Hazm, erkeğin rızası olmadan
karı-kocayı ayırmanın caiz olduğuna dair hiç bir
delil olmadığını, çünkü ancak Kitap ve Sünnet veya icmanın
delil olarak almabiieceğini ifade ediyor ve şöyle
diyor: "İfade edilen bu görüşler yanlıştır. Nikahın bozulma şartları
ancak Allah (cc)'m emrettiği gibidir. Erkek, ister
kadını nikah altında tutar isterse ihsan ederek onu boşar."
İbn Hazm, bu gibi ayıp ve
kusurlardan dolayı karı-kocayı birbirinden ayırmanın
caiz olmadığını söyledikten sonra, eğer nikah yapılırken karı ve kocanın ayıp
ve kusurlardan hâli olmaları şart koşulursa ve nikahtan sonra kadında bir özür
olduğu ortaya çıkarsa, nikahın kendiliğinden bozulacağını ifade ediyor. Çünkü
nikah esnasında bu özür açıklanmamıştır. Bu durumda her ikisinin de ihtiyarı
olmaksızın nikah akdi bozulur. İbn Hazm, bu hususu şöyle açıklıyor.
"Nikah akdi
esnasında kadın ve erkekte herhangi bir Özür bulunmaması şart koşulursa ve
nikahtan sonra bir özür bulunduğu ortaya çıkarsa, seçme hakkı olmaksızın nikah
bozulur. İster kadınla birleşmiş olsun isterse olmasın, mehir,
miras ve nafakaya mecbur değildir. Çünkü odasına giren kadın evlendiği kadın
değildir. Özürlü olan kadınla evlenmediğine göre, aralarında herhangi bir
evlilik ilişkisi yoktur."[17]
Burada İbn Hazm'ın, nassa
ve icmaya dayanmadan mücerred
olarak kendi reyine göre hüküm verdiğini görüyoruz. Bu durumda kendi usulüne
iki yerde muhalefet etmiş oluyor:
Birincisi: Bu meselede
reye göre fetva vermesidir. Çünkü erkeğin evlendiği kadinla,
odasına giren kadının başka insanlar olduğunu söylüyor. Bu garip bir durumdur.
Evlenilen kadının şahsı ve ismi biliniyorken nasıl olur da odasına giren kadın
başka birisi olur? Ancak burada şartın yerine getirilmemesi gibi bir durum sözkonusudur.
İkincisi: Nikah
akdinde öngörülen şartın meşruluğuna itibar etmiştir. Oysa İbn
Hazm, naslarda uyulmasını
gerektiren bir delil bulunmadığı müddetçe her şartın batıl olduğu görüşündedir.
Hanbeli ve Malikilere göre, erkeğin kaybolmasından dolayı
eşi, mağdur duruma düşüyorsa, kaybolmasından bir sene sonra boşanmalarına
hükmetmek caizdir. Hanefi ve Şafiiler ise, bu görüşe katılmazlar. Çünkü onlara
göre kadının mağduriyetinden dolayı ayrılmalarına hükmetmek caiz değildir.
Adamın eşine geri döneceği varsayılarak sabredilir. İbn
Hazm'a gelince; erkeğin boşaması ve daha önce geçen
sekiz sebebin dışındaki herhangi bir sebebten dolayı
karı-kocanın aralarını ayırmayı asla caiz görmez. Kaybolmaktan
dolayı boşanmalarına hükmetmek hususunda ise kaybolan adamın bulunduğu yer ve
hayatta olduğu bilinsin veya bilinmesin aralarını ayırmanın
asla caiz olmadığı görüşündedir. Bu sebeble adamın
öldüğü kesinleşinceye kadar, aralarının ayrılamayacağını ve malının taksim edilemeyeceğini
belirterek şöyle der;
"Malı, cariyesi
ve ümmü veledi[18] veya
eşi olan bir kişi savaşta veya barışta kaybolursa, nerede olduğu bilinsin veya
bilinmesin karısı ile arasındaki nikah asla bozulmuş olmaz. Adamın öldüğü
doğrulanıncaya veya kadın ölünceye kadar, o kadın onun eşidir. Ümmü veledi azad edilemez, cariyesi
satılamaz ve malı da taksim edilemez. Ancak adamın bakmakla yükümlü olduğu
yakınlarına malından infak edilir. Şayet adamın malı yok ise cariye satılır, ümmü veled ve eşine kendi
nafakalarını temin etmeleri gerektiği söylenir. Kendi nafakalarını temin
edecek güce ve mala sahip değillerse, onlara fakirler gibi fakirlerin ve
miskinlerin hissesi olan sadaka verilir.[19]
İbn Hazm, dört mezheb imamının bu husustaki sözlerini ve dayanaklarını
ele alıyor. Bu hususta kaynak olarak alınabilecek sahabeden nakledilen birçok
hadis vardır. Bunun sebebi, ise Hz. Ömer ve ondan
sonraki devirlerde gazvelerin çokluğu kaybolmaların artmasına sebeb teşkil etmesidir. Kaybolma olayları genellikle savaş
zamanlarında meydana gelir. Ancak savaşların olmadığı zamanlarda da
görülmektedir. .
Bu kaybolma
hadiselerinin sahih olanını ve olmayanını ayırd
ettikten sonra, fukahanın sözleri delil olarak
alınamayacağını söylüyor. Çünkü İbn Hazm'a göre ancak Nebi (sav)in sözleri ve icma delil olarak alınabilir. Fukahanın
ise böyle bir delili yoktur. Bu durumda kaybolan kişinin öldüğü doğrulanıncaya
kadar, hayatta olduğu varsayılır. Öldüğü doğrulanırsa, o zaman eşi iddetini bekler ve malı da taksim edilir. Ölümü doğrulanmadan
önce ise, tıpkı diğer insanlar gibidir; varis olabilir, kendisine varis olunamaz
ve eşi ile arası ayrılamaz. İbn Hazm
bu hususu şöyle izah ediyor:
"Rasulullah (sav)den başka, hiçbir kimsenin sözü, delil
olarak alınamaz. Kaybolmuş bir kimsenin nikahı'feshedilemez.
Öldüğü doğrulanmayan bir kişinin iddeti beklenmez.
Bir kişinin eşi ile arasını kendisinden başkası ayıramaz.
Tevfik Allah'tandır."[20]
özet olarak İbn Hazm'm fıkhına göre, hakimin
hükmü ile karı-kocanm boşanması caiz değildir. İbn Hazm, özellikle mağduriyet ve
özürlerden dolayı karı-koca arasını ayırmayı uygun
görmemektedir. Şevkânî gibi -mezheb
imamlarından sonra gelen- alimlerden bazıları İbn Hazm'm özürlerden dolayı ayırma
olmayacağı görüşüne katılmışlardır. Şevkânî bu hususta
Neyi el-Evtâr ve er-Ravza
en-Nedye isimli eserlerinde şöyle diyor: "Geniş
bir görüş açısına sahip olan bir kişi, fukahanın
iddia ettiği manada nikahın feshine dair bir delil bulamaz." (1)
İbn Hazm, erkeğin eşine
nafakasını vermemesinden dolayı aralarını ayırmaya
da karşıdır. Bu hususta İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed'e
muhaliftir. İmam Ebu Hanife
ile mutabıktır. Erkek ister zengin olsun, isterse fakir nafakanın
verilmemesinden dolayı ayırmanın caiz olmadığı
görüşündedir. Zengin ise, nafakalarını temin etmekle yükümlü olduğu kişilerin
ve eşinin nafakasını temin ettiği malından bir miktar satılır ve onlara
verilir. Bu hususta İbn Hazm
şöyle diyor: "Erkek kaybolmuşsa veya nafakalarını vermiyorsa Allah'ın (cc) "adaleti titizlikle ayakta tutun..." (en-N
İbn Hazm'ın nafakaya gücü
yettiği halde, vermeyen kişi hakkındaki görüşü böyledir. Bu hususta Şafii ve
Hanefilerle ittifak etmiştir. Çünkü onlar da nafakayı vermekten imtina eden
kişi hakkında ayrılığı caiz görmezler. Ancak nafakayı vermemek, fakirlikten
kaynaklanıyorsa, o taktirce, İbn Hazm'ın
görüşü şöyledir: "Allah (cc), insanı, ancak
gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar, insan gücünün yetmediği şeyden nasıl
mükellef tutulabilir. Şayet kadın da fakir ise beytül
maldan ona yardım edilir. Ancak kadın zengin ise kendi malından ihtiyaçlarını
giderir."
İbn Hazm, nafaka vermekten âciz
olan kimseden karısını ayırmayı caiz gören İmam
Malik'i sert bir dille eleştiriyor ve şöyle diyor:
"Zamanımızda
insanlar değişmiştir, diyerek sahabeye muhalefet eden İmam Malik'in sözlerine
şaşmamak elde değil. Bu söz, tamamıyla bir hatadır ve sahabenin uygulamasına
ters düşmektedir. Sahabenin uyguladığı bir hükmü insanların değişmesiyle ortadan
kaldırmak nasıl caiz olabilir? Ayrıca insanların bu meseleye, bakışlarının
değiştiği nereden çıkarılıyor? Hiçbir kimse artık insanların bu meselede
sahabe ile aynı görüşte olmadıklarını iddia edemez. Çünkü şüphesiz sahabe
zamanında evlenen kadınların evlenme sebebi cima ve nafaka idi. Bugün değişen
ve sahabenin uygulamasını değiştirecek plan sebebler
nelerdir?"[21]
İbn Hazm, erkeğin nafakayı
vermemesi halinde, karı-kocayı ayırmayı uygun
bulmadığı gibi, buna ek olarak, erkek fakir ve nafakayı temin etmek-, ten aciz,
kadın da zengin ise nafakayı kadının temin etmesi gerektiği görüşündedir.
Hatta erkeğin nafakasını da kadın temin eder. Çünkü kadın onun varisidir ve
Allah (cc) bu hususta şöyle buyuruyor: "... Onun
benzeri (nafaka temini) varis üzerine de gereklidir..." (el-Bakara, 2/233)
Bu sebeb-le erkek nafakayı
temin etmekten aciz olduğu zaman onun nafakasını kadın teinin eder. İbn Hazm bu hususu şöyle
açıklıyor:
"Erkek kendi
nafakasını temin etmekte acze düşerse ve kadın da zengin ise onun nafakasını
kadın karşılar. Bu durumdan kurtulduğu zaman eşinin kendisine verdiği nafakayı
geri iade etmesi gerekmez. Ancak köle ise, o zaman iade etmesi gerekir. Çünkü
kölenin nafakası efendisine aittir, eşine değil. Yine bu durumda olup da oğlu
veya babası olan hür bir kişinin nafakası onlara aittir. Ancak oğlu da babası
da fakir iseler, mükellef tutulamazlar. Bu husustaki delilimiz Allah'ın (cc) şu âyetidir; "Onların Örfe uygun olarak
beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir insan, ancak gücü yettiğinden
sorumlu tutulur. Hiç bir anne çocuğu sebebiyle hiçbir baba da çocuğu yüzünden
zarara uğratılmamalıdır. Onun benzeri (nafaka temini) varis üzerine de
gerekir..." (el-Bakara, 2/233) Burada bir durum daha ortaya çıkmaktadır.
Nafakayı temin etmek hususunda oğul ve baba, kadından daha öncelikli bir
durumdadır.
İbn Hazm'ın nikah hakkındaki
görüşlerinden bazı örnekler verdik. Görüldüğü üzere, bütün meselelere zahiri
görüş açısı ile bakmaktadır. Çok nadir hallerde ta'lil
yolunu seçmiştir. Örnek olarak aldığımız meseleleri, dört mezheb
imamına muhalif olduğu meselelerden seçmemizin sebebi ise; Zahiri metodunu tam
manasıyla gözler önüne sermek içindir.
[1] el-Muhalla, c. IX, sh. 440
[2] Bu hususta Hanefilerin görüşleri şöyledir: Evliliğin
şer'i hükmü durum ve şartlara göre değişir:
a.
Cinsel iktidara sahip, ailesinin nafakasını temine muktedir ve evleneceği
kadına zulüm etmekten korkusu olmayan kişi evlenmediği taktirde zinadan
kendisini muhafaza edemeyeceğine inanıyorsa evlenmesi farzdır.
b.
Yukarıdaki şartları haiz olup da sadece zinaya düşmekten korkan kişi için
evlenmek vaciptir.
c.
Evlendiği taktirde eşinin haklarına riayet etmemekle ona zulmedeceğine inanan
kişinin
evlenmesi
haramdır,
d.
Evleneceği kadının haklarına riayet etmemekle ona zulmetmekten korkan kişi için
evlenmek mekruhtur.
e.
Ailesinin nafakasına muktedir, normal olarak cinsel ilişkiye gücü yeten, zina
ve ben-
zeri yollarla harama düşme korkusu olmamakla beraber, evleneceği kadına
zulmetme endişesi de olmayan kişi için evlenmek sünnettir.
[3] el-Muhalla, c IX, s. 441
[4] el-Muhalla, C. IX, s. 444
[5] el-Muhalla, c IX, s. 527
[6] el-Muhallâ
[7] A.g.e.,c. IX, s. 528
[8] el-Muhalla, c. IX, s. 530
[9] A.g.e.,c. IX, s. 530
[10] Erkek kadının annesinden veya kadın erkeğin annesinden
süt emerse birbirlerine haram olurlar. Çünkü İbn Hazm'a göre, küçük çocuğun bir kadından emmesi ile süt annelik
hasıl olduğu gibi çocukluk yaşını geçmiş olan bir kişinin emmesi ile de süt annelik
hasıl olur.
[11] el-Muhalla, c. X, s. 124
[12] îlâ: Erkeğin dört ay veya daha fazla bir süreye kadar
karısı ile cinsel ilişkide bulun mamaya yemin etmesidir (mütercim)
[13] el-Muhalla, c. X, s. 59
[14] el-Muhalla, c. X, s. 61
[15] el-Muhalla, c. X, s. 63
[16] el-Muhalla, c. X, s. 109
[17] el-Muhalla, c. X, s. 115
[18] Ummü Veled:
Hür kişiden olma çocuğu olan cariyeye denir. Çocuğun babası ölünce cariye azad olur.
[19] el-Muhalla, c. X, s. 144 .
[20] el-Muhalla, c. X, s. 142
[21] el-Mukalla, c. X, s. 96