ÎBN HAZM'DAN SONRA ZAHİRİYE MEZHEBİ
599- İbn Hazm'ın Toplum içindeki Konumu:
601- el-Hamidi'nin Mezhebin Yayılmasına Katkıları:
602- Ebu Hattab'ın Mezhebe Katkıları:
603- Muhiddin Arabi ve Zahiriye Mezhebi:
604- Zahiriye'ye Davet ve Maliki Mezhebinin Kitaplarının Yakılması:
605- Hükümdarın insanları Rey ve Ictihaddan Men Etmesi:
606- Zahiriye Görüşüne Mensub Ulemanın Yetiştirilmesi:
607- Zahiriyenin Devlet Eliyle Yayılması:
608- Muvahhidler Devletinin Mezhebi:
İbn Hazm, hayatı boyunca
Zahiriye mezhebini savunma yükünü sırtında taşıdı ve bu yolda nice zorluklarla
karşılaştı. Hatta zamanın insanları onu tanımadılar, ona eza ve cefa ettiler. İbn Hazm, onların arasında çamura
düşmüş cevher gibi idi. Onlar ise, onu dışladılar ve ona karşı cahilce davranışlarda
bulundular. Belki de İbn Hazm'ın,
o insanlar arasındaki en belirgin vasfı, Âlimler R
"Bizim durumumuz
şuna benzemektedir: İnsanlar kendilerinin içinden çıkan âlimlere itibar
etmezler. İncil'de İsa'nın (as) şöyle dediğini okudum: «Nebiler kendi
memleketlerinde hürmet göremezler.» Rasulullah (sav) Kureyş'den neler çektiğini öğrenmekle bunu daha iyi
anladık. Halbuki Kureyş en halim ve en akıllı
insanlardır. Ayrıca en mübarek beldede oturuyorlar ve en güzel suyu içiyorlar.
Allah (cc), diğer insanlardan ayırarak
Evs ve Hazrec'e de fazilet
verdi. Allah fazileti dilediğine verir. Bizim En-dülüsümüz
de böyledir. Oradan çıkan ve kendilerinden daha mahir olan âlimi çekemediler.
Onların yaptıklarını yapmadığı için iyiliklerini kötülük zannettiler. Onun
kusurlarını aradılar. Hayatı boyunca gördüğü muamele bu oldu. Güzel bir şey
yaptığında; «o çapulcu bir hırsızdır, mal düşkünüdür» dediler. Orta yolu takip
ettiğinde; «soğuk huylu, zayıf, düşmüş biridir,» dediler. İlimde herkesi geçtiği zaman; «ne zaman böyle oldu? Bunları ne zaman
öğrendi? Bu kadar şeyi ne zaman okudu?» dediler... Nihayet bu fakire karşı harp
kızıştı da kızıştı. Onların her türlü sözlerine hedef oldu. Dilleri ile ona ok
atıp yaraladılar. Söylemediğini söyledi dediler, ağzına bile almadığı,
inanmadığı şeyleri ona isnad ettiler... İlmi ile amel
etmek isteyenlerin ve ilim sahiplerinin nasibi böyledir."[1]
Bu anlatılanlar, onun
ülkesindeki âlimlerin tasviridir. Aynı zamanda bu tasvir, İbn
Hazm'ın kendi ülkesindeki halinin tasviridir. Fakat
o, kendisini onların eline teslim etmedi. Onlarla tartıştı ve onlara karşı en
sert kelimeleri kullandı. Onu ülkenin emirine şikayet ettiler, hatta
kitaplarını bile yaktılar. Fakat o, yılmadan davasına devam etti. Nihayet
köyüne çekilmek zorunda kaldı. Alimler ona saldırdılar, o da onlara saldırdı.
Acaba savunma yükünü taşıdığı mezheb, İbn Hazm'ın bu çetin kavgasından
ne kazandı? Şüphesiz mezheb, bu meselesiyle
eskisinden daha kötü bir hale gelmiş değil. Çünkü mezheb
doğuda etkinliğini kaybetmişti. îbn Hazm, onu batıda diriltmek ve yaşatmak istedi. Fakat
kavmine sert davrandı. Onlar da ona sert davrandılar. İbn
hazm gibi, İslâm ilimlerine vakıf, kuvvetli bir
âlimin bu girişimleri bekleneni vermedi. İbn Hazm'ın yaşadığı dönemde ve ondan sonraki dönemde Zahiriye
Mezhebi Endülüs'te kabul görmedi. Fakat iki şey mezhebin parlak bir netice
elde etmesini sağladı.
Birincisi: İbn Hazm köyünde sürgün hayatı
yaşarken, evine talebeleri gelirler ve ondan ilim alırlardı. Bu ihlaslı talebeler onun fıkıh, hadis ve diğer İs-lâmî ilimlere dair düşüncelerini aldılar. Bunların sayıları
azdı ve büyük âlimlerden değillerdi. Ancak ihlasları
onları çoğunluktan uzaklaştırdı.
İkincisi: O, mezhebin
görüşlerini derleyerek düzenli bir şekilde yazdı. Mezhebin usulünü ve
delillerini tesbit ederek onu en kuvvetli şekilde
savundu. Bu çalışmaların sonucunda isteyenler, ondan istifade edebilmektedir.
Bunun delili ise şudur: Mısır ve Suriye yeni vasiyet kanunlarının
hazırlanmasında bu mezhebin görüşlerinden istifade etmişlerdir.
İbn Hazm'ın ölümüyle Zahiriye
Mezhebi ölmedi. Onun yolunu takip eden talebeleri onun ölümünden sonra bu
görevi üstlendiler. Kitaplarını neşrederek onu ve onun görüşlerini insanlara
tanıttılar. İslâm coğrafyasında, bu mezhebe tabi olanlar olmasa da ulema
arasında onun ilmi yayıldı, tanındı ve onun görüşlerini alanlar oldu.
Doğu ülkelerinde onun
ilmini ilk yayan Buhari ve Müslim'i toplayıp derleyen
talebesi Hamidi olmuştur. Hamidi,
İmam İbn Hazm'ın ölümünden
sonra Endülüs'ten kaçıp doğuya gitmiştir. Orada yazdığı kitaplar vasıtasıyla mezheb doğuda yayılmıştır.
Ebu Abdullah Muhammed b. Ebu Nasr el-Hamidi hicri 420 yılında
doğmuş, 488 yılında vefat etmiştir. Tarih ve hadis ilimlerine vakıftır. îbn Hazm'ın talebesidir. Sahip
olduğu ilimlerin birçoğunu ondan öğrenmiştir. Onun kitaplarını kendisinden
okumuştur ve daha sonra bu kitapları doğuda neşretmiştir. Her şeyi silip
götüren zamandan geriye sadece eserleri kaldı. Bu eserler de onun ışığını
gelecek kuşaklara taşıdı el-Hamidi, Buhari ve Müslim'i toplayarak derlemiştir. Cuzuvve el-Muktabas ve el-Emani es-Sadık isimli kitaplarında batı ve Endülüs hakkında
birçok bilgi vardır. Ayrıca bu kitaplar kendisinden sonrakilere kaynak teşkil
etmektedir.
İbn Hazm'ın talebelerinin ve
kitaplarının yayılması sayesinde mez-hebde tanındı ve yayıldı. Her nesilde Zahiriye mezhebini
tanıyanlar mevcuttur. Hanıidi'nin öğrencisi Ebu Fazl Muhammed b. Tahir Makdisi, ondan Zahiriye
fıkhını öğrenmiş ve bu mezhebi doğuda yaymıştır.
Endülüs'te her çağda
zahiri fakihleri bulunmuştur. Ebu
Hattab b. Dih-ye adıyla
anılan Ebu Hattab Mecdüttin b. Ömer b. Hasan bunlardandır. Bütün Endülüs'ü
dolaşıp hocalardan ders aldı. Sonra batıya geçti, oradan da Eyyubiler
devrinde Mısır'a gelerek yerleşti. Hicri 633 yılında Kahire'de vefat etti. Makkari, onun hakkında şöyle der: "Allah kendisine
rahmet etsin. Batıda, Mısır'da, Şam'da, Irak'da ve
İran'da hadis okuttu. Hadis toplamak için dolaştı ve bu hususta birçok kitap
yazdı."
Bu kitaplarından bir
tanesi "Kitab el-Tenvi
Fi Mevlid es-Sırâc el-Mü-nir"dir. Bu kitabını hicri 604 yılında Horasan'a
giderken Erbil şehrine ulaştığında kaleme aldı. Her
yıl Rabiul Evvel ayında mevlid
töreni düzenleyen Erbil hükümdarı Muzafferüddin Gökberi, bunu
görünce çok beğendi. Onun "el-Ayat el-Beyyinat" adlı eseri ve daha nice eserleri mevcuttur.
Onun hakkında bilgiye sahip olanların hepsi Zahiriye mezhebinden olduğu
noktasında birleşmişlerdir.
Onun yaşadığı bu çağda
Muvahhidler devletinin üçüncü hükümdarı olan Ebu Yusuf Yakub b. Yusuf b. Abdülmümin, Endülüs'de ve Mağrib'de insanları Zahiriye mezhebi ile amel etmeye
çağırmıştır.
İslâm düşüncesinde
ayrı bir yeri olan seçkin âlimlerden Muhiddin b. Arabi
de ibadetlerde Zahiriye mezhebine uymuştur. Ebu Hattab b. Dihye ile aynı çağda
yaşamışlardır. Hicri 560 yılında doğup 638 yılında vefat etmiştir, Burada onun
ilminden ve görüşlerinden bahsedecek değiliz. Ancak şunu belirtmeliyiz ki, o da
fıkhi meselelerde Zahiriye Mezhebinin görüşlerini kabul
etmiştir ve İbn Hazm'ın
kitaplarını okumuştur. Makkari, onun hakkında şöyle
der:
"İbadetler
hususunda Zahiriye mezhebinden idi. İtikadda ise
Batıniye görüşünü benimsemiştir."
Muhiddin Arabi, Muvahhidler
devletinin Endülüs ve Mağribte Zahiriye mezhebini
yaymaya çalıştıkları devirde yaşamıştır.
Altıncı asrın sonu ile
yedinci asrın başlangıç tarihleri arasında Zahiriye mezhebinin en parlak
olduğu devirdir, derler. Hicri 580-595 yılları arasında devlet başkanlığı yapan
Yakub b. Yusuf b. Abdülmümin'in
Zahiriye mezhebine göre amel edilmesini ilan etmesi, Kuzey Afrika ve Endülüs
gibi ülkelerde bu mezhebe göre amel edenlerin sayısını artırdı. Yaygınlık
kazandı. el-Mucib fi telhis ahbar
el-Mağrib isimli kitabın müellifi Ya-kub b. Yusuf un insanları Sünnete, Maliki mezhebini terketmeye ve Allah'ın Kitabı ve Peygamberin Sünneti ile
amel etmeye çağırdığını; bunların dışında hiçbir şeye itibar etmemelerini
istediğini, hatta Maliki Mezhebinin fıkha dair kitaplarını yaktırdığını ifade
etmektedir. Bu müellif sözlerine şöyle devam ediyor:
"Hükümdar Yakub b. Yusuf devrinde, füru ilminin kaynakları kesildi. Fakihler bundan endişe ettiler. Hükümdar, içindeki hadisler
ve Kur'an âyetleri çıkarmak kaydıyla Maliki
mezhebine ait kitapların yakılmasını emretti. Diğer ülkelerde de bunların çoğu
yakıldı. Bunlar, Sahnun'un Müteven-nes'i, İbn Yusuf un kitapları, İbn Ebu Zeyd'in
Nevadırı ve bunun muhtasarı, Kitab
el-Tehzib, İbn Habib'in Vazıhası ve daha birçok
kitap. O zaman ben Fas şehrinde idim ve bunları gözlerimle gördüm. Bu kitapları
hamallarla getirttirip bir kenara yığıyorlar ve ateşe atıp yakıyorlardı.[2]
İbn Hazm zamanında, Zahiriye
mezhebine ait kitapların yakıldığı gibi bu devirde de Malikiye
mezhebinin kitapları yakılmıştır. Her ikisi de mazur görülecek bir davranış
değildir.
Yakub b. Yusuf, bu kitapları yaktırdıktan sonra insanları
rey ve içtihadı terk edip Kitap ve Sünnetin zahiri ile amel etmeye çağırdı. Mu'cib'in müellifi bu durumu şöyle dile getiriyor:
"İnsanlardan rey ilmi ile meşgul olmamalarını, bu gibi şeylere rağbet
göstermemelerini istedi. Bu emre uymayanları ceza vermekle tehdit etti.
Kendisini tesvib eden âlimlere ve muhaddislere
şu on kitabtaki hadisleri toplamalarını emretti. Buhari, Müslim, Tirmizi, Muvatta, Ebu Davud,
Nesai, Bezzar, Ebu Şeybe'nin Müs-nedi, Darukutni, Beyhaki Sünenleri, Bu hadis kitaplarından namaz ve benzeri
konuları Muhammed b. Tümert'in [3]taharete
ait hadisleri topladığı tarzda topladılar Bu hadislerden oluşan mecmua bütün mağribe yayıldı. Avam ve havas olmak üzere, her türlü
insanlar bunu ezberlediler. Ezberleyenlere .güzel yiyecekler ve mallar
verilirdi. Onun bütün maksadı, Maliki Mezhebini mağribten
tamamen silmek ve halkı Kur'an ve Hadis'in zahirine
uymaya sevketmekti."[4]
Hükümdar Yakub b. Yusuf, bunlarla da yetinmeyerek Zahiriye mezhebi üzere
bir talebe grubu yetiştirmek istedi. Böylelikle bu mezhebin metodunu gelecek
nesillere aktarmış olacaktı. Muhaddislerden
hadislerden hüküm çıkarmalarını istedi ve onlara bol bol
ihsanlarda bulundu. Mucib yazarı bunu şöyle anlatır:
"Hadis talebeleri babaları ve dedelerinin devirlerinde görülmeyen bir
mevki ve ihsana sahip oldular. Hatta Muvahhidlerden
olanlar, onun talebeyi kendisine bu kadar yaklaştırmasını ve onlara bu kadar
itibar etmesini çekemediler. Bunlar Yakub'un kulağına
geldi ve birgün bütün Muvahhidlerin
huzurunda şöyle dedi: al?,y Muvahhidler! Sizler kabile
kabilesiniz. Sizlerden birinin başına bir şey geldiğinde hemen kabilesine
sığınır ve derdini anlatır. Halbuki bu talebelerin sığınacakları bir kabileleri
yok, onlar için ben varım. Başı darda kalan bana sığınır, onların koruyucusu
benim." Bu konuşmadan sonra hadis talebesinin itibarı arttı ve Muvahhidler de onlara iyilik ve ikramda bulunmaya başladılar."[5]
Görüldüğü üzere, bu
hükümdar, Kitap ve Sünnetin zahirine göre amel eden, zahiriyeci
bir kitle meydana getirmek ve böylece Zahiriye Mezhebini yaşatmak istemiştir.
Ayrıca rey ve içtihada yer veren mezhebleri ortadan
kaldırmak suretiyle de gelecek kuşaklara sadece Zahiriye Mezhebini aktarmak
niyetindeydi.
Yakub b. Yusuf dan Önce de Muvahhidler
devletinde hakim olan düşünce, Kitap ve Sünnetin zahiri ile amel etmekti.
Babasının dedesi Abdül-müminin görüşleri de böyleydi.
Hatta insanları Muvahhidler devletine katılmaya
çağıran Muhammed b. Tümert'in tutumu da böyleydi.
Ancak bu düşünceyi ilk ilan eden ve açıkça hükümet kuvvetiyle halkı bu görüşü
kabullenmeye zorlayan Yakub olmuştur. Bu hususta İbn Hazm şöyle demiştir:
"İki mezheb hükümet kuvvetiyle yayılmıştır: Mağrib'de Maliki mezhebi, doğuda Hanefi mezhebi,"
şayet yaşamış olsaydı da Yakub'un yaptıklarını görmüş
olsaydı, kendi mezhebinin de hükümet kuvvetiyle yayıldığını görürdü. Hatta
sadece kuvvetle değil, halkı zorlamakla ve Maliki mezhebinin kitaplarını
yakmakla yayıldığını görüp üzülecekti.
Yukarıda Yakub'un izlediği bu zahiriyeci
metodun babası Yusuf ve dedesi Abdülmümin metodu,
yani Muvahhidler devletinin metodu olduğunu
söylemiştik. Bizi bu düşünceye sevkeden şu iki
durumdur:
a. Mu'cib isimli kitapta şöyle geçer: "Onlar tarafından
ilk yazılan kitap namaza dair olup, bu da İbn Tümert'in teharet kitabının
benzeridir." Buradan anlaşılan bu yönde ilk çığır açanın İbn Tumert olduğudur. O, Muvah-hidler Devletinin
propagandacısıdır. Murabıtlar devletini yıkıp
Muvahhid-ler devletinin kurulmasına zemin hazırlayan Ibn Tumert'dir. Bu da gösteriyor
ki, yalnız Kitap ve Sünnetten hüküm çıkarmak Muvahhidler
devletinin kurulma aşamasında mevcuttu. Çünkü bu metod
propaganda aracı idi.
b. Mu'cib'in yazarı Yakub'un babası
Yusuf dan bahsederken şöyle diyor: "Ebu Bekir
şöyle dedi: Müminlerin emiri Yusufun yanma ilk
gidişimdi. Önünde İbn Yusufun
kitabını gördüm. Bana şöyle dedi:
"Bu kitaplarda
Allah'ın dini hususunda sonradan çıkarılan bir çok dağınık görüşler görüyorum.
Sen ne dersin? Bir meselede dört, beş ayrı görüş var. Hak olan bu kavillerin
hangisi? Mukaliddin bunlardan hangisini alması
gerekir?
Ebu Bekir diyor ki, ona müşkil
görünenleri açıklamaya başladım, fakat sözümü keserek bana şöyle dedi:
- "(Mushafa işaret ederek) ancak bu (sağ yanında duran Sünen-i Ebu Davud'u işaret ederek) veya
bu veyahut da kılıç."[6]
Görüldüğü gibi,
hükümdar Yakub'un yaptıkları, babasının ve dedesinin de
yapmak niyetinde oldukları şeylerdi. Yakub,
zihinlerdeki bu niyeti yapma fırsatı bulunca onların görüşlerini ilan etmiştir.