İmam
Mâiik'e göre çağındaki Halifelerin idaresi tam manasiyle İslam hükmü ve idaresi
değildi. Bununla beraber onlara karşı gelmeyi caiz görmüyordu. Çünki isyanla,
devlet'e karşı cephe almakla işlerin düzeleceğinden ümidi yoktu. Bu ıslahat
yolu değildi. Nasıl ki haberini duyduğu eski fitneler ve kendi zamanında olup
da gözüyle gördüğü fitne, işidüzeltememiş, fesaddan salaha kavuşulmamış,
bilakis işler kötüden daha kötüye, fesaddan daha çok fesada gitmiştir.
Görüşü
böyle olmakla beraber elinden geldiği, dilinin döndüğü kadar işlerin iyiye
gitmesi için çalışmış, Halifelerle, idarecilerle münasebetini kesmemiştir.
Onları irşad ile ıslah yollarını göstermiştir. Çünki o realist, bir kişidir,
olan işlere bakar, misal alemine, hayali şeylere değil. Baktı ki, vaaz ve irşad
yoluyla bu adamları salaha çekmek, düştükleri, hatalardan kurtarmak, serlerini
azaltmak, mümkün. Belki de böylece mutlak salaha kavuşmak da olur, onlar da
Ömer b. Abdülaziz gibi olabilirler. Bunun için Halifelerle, emirlerle görüşür,
onlara vaaz ve nasihatte bulunur, irşad eder, hayra çağırırdı. İnsanların
gözünde mevkii büyüdükçe, vaaz ve irşad işine daha hız ve önem verirdi.
Alimleri de, halifeleri ve idarecileri irşad etmeleri için teşvik ederdi.
Ellerinden geldikçe haksöz ile öğüt vermek, en hayırlı yoldur. Onlara şöyle
derdi; «Allah Teala'nın kalbine ilim ve fıkıh koyduğu her müslümana ve her kişiye
borçtur, elinde kuvvet olan idarecilerin yanına gelip onlara hayrı tavsiye
etmeli, onları kötülükten sakındırmalı, böylece dünyanın, yüzü değişsin, en
faziletli bir dünya doğsun.»[1]
Talebesinden
biri ona bir defa şöyle dedi: «İnsanlar senin tleviet adamlarıyla çok sık
görüştüğünü konuşuyorlar, bunu sana yakıştıranın yorlar.» Buna şu karşılığı
verdi: «Bunu ben bilerek yapıyorum, layık olmayan biriyle istişare yapmasınlar
diye.» O, idarecilerin yanına git-, mek zahmetine katlanıyor, bundan amacı
onlara iyiliği anlatmak, kötülükten sakındırmak, onlara karşı çikmaktansa,
irşad etmeyi daha yararlı buluyordu. Şöyle derdi: «Eğer ben, onlarla gelip
görüşmesem, bu şehirde Peygamberin sünnetlerinden işlenip tutulan kalmaz!»
Hac
mevsiminde Hicaz'a geldikleri zaman Halifelere güzel öğütler verir, irşad edici
sözler söylerdi ki, tarih bunları bize kadar ulaştırmıştır. Bir defa Harun
Reşid'e şöyle dedi. «Ben biliyorum ki, Hz. Ömer, onca fazlı ve İslama hizmeti
varken, yine halkının hizmetine koşar, ocaklarındaki tencereleri kaynasın diye
ateşi üflerdi de saçı sakalı duman içinde kalırdı,[2] Allah
sizden bunsuz razı olsun!»
Bir
defa da valinin birine şöyle dedi: «Halkın işlerini gözet, zira sen onlardan
sorumlusun, zira Hz. Ömer b. Hattab, şöyle derdi: Hayatımı elinde tutan Allah'a
and olsun ki, Fırat kıyısında bir deve zayi olsa, kıyamet günü Allah onun
hesabını benden sorar.» Halife Ebû Cafer Mansur ondan, Hicazdaki valileri
hakkında görüşünü öğrenmek istedi.
Bir
defa ona şöyle dedi:
«Gerek
Medine, gerek Mekke ve gerekse Hicaz'daki idarecilerden biri hakkında gerek
kendin, gerek başkalarına dair bir şüphen varsa, veya halka bir kötülükleri
olursa bildir, layık oldukları muameleyi yapayım.»[3]
O,
Maosur'dan sonra gelen halifelerin hocası sayılır, onun nasihatlarının onlar
üzerinde tesiri olurdu. Bir defa Halife Mehdi'nin huzuruna girdi. Halife ona:
«Bana öğüt ver.» dedi. O da şunları söyledi: «Sana Allah'tan korkmayı tavsiye
ederim. Hz. Peygamber diyarına ve ona komşulara lütufta, şefkatta bulunmalısın.
Çünki Hz. Peygamberi şöyle buyurmuştur: «Medine benim hicret yurdumdur, kabrim
burada, tekrar dirilmem burada olacak, Medine halkı benim komşulartmdır. Benim
komşularımın hukukuna riayet etmek ümmetime
borçtur. Kim onları korursa, ben kıyamet günü ona şefaatçi olurum.» Bu tavsiye
üzerine mehdi büyük bir ihsanda bulundu, kendisi Medine evlerini dotaşıp verdi.
Medine'den çıkacağı sırada Mâlik onun yanına girdi, Mâiik'e şöyle dedi..
—
Dün bana yaptığın o tavsiyeyi tutacağım, eğer sağ salim kalırsam, onları hiç
unutmayacağım.
Halifelerle
görüştüğü zamafvöğüt ve irşatlarının tesiri olsun diye, kendini itibarlı
tutmayı ve değerini korumayı bilirdi. Çunki sözün değeri, söyleyene bağlıydı.
Rivayet
şöyledir: Halife Mehdi, Medine-i Münevvere'ye geldi, onu selamlayıp hoşgeldin
demek için kalabalık halk toplandı, herkes yerine oturdu. Bu sırada Mâiik gelip
huzura gelmeye izin istedi. Halk; Malik bugün geç geldi, yer katmadı, en geriye
oturacak, dediler. Mâlik huzura girip de kalabalık halkı görünce Halifeye;
—
Ya Emîr'ül Mü'minîn, üstadın Mâlik, nereye oturacak,- dedi. Hafife de:
—
Benim yanıma ey Ebû Abdullah, dedi.
Bunun
üzerine halk yer açtı, yol verdi, Mâlik de Mehdii'nin önüne geldi. Mehdi biraz
toplandı, onu yanına oturttu.
İmam
Mâlik halifelerle böyle yapardı, onların yanına otururdu. Mescide gelince,
namaz için gelen cemaat arasında neredeyer bulursa oraya otururdu. O yalnız
sözle öğüt de bulunmakla yetinmezdi. Yazışma suretiyle de nasihat eder, mektup
yazıp gönderirdi. Halifelerden , birine şöyle bir mektup yazmıştı. Onda der ki:
«Bilmiş ol ki, Allah Teala sana benim öğütte bulunmamı nasip etti. Bundan
önceki tavsiyelerim, umarım ki, size mutluluğa vesile olur. Allah Teala
Cennetine götüren saadet yollarını açar. Allah bana ve sana merhametini ihsan
buyursun, sana yazdıklarım Allah'ın emirlerini \ yerine getirmekle ve Allah'ın
inayetiyle felaha sebep olur. Allah sizi ; tab'anız için korusun. Zira onların
küçüğünden, büyüğünden sen sorumlusun, Hz. Peygamber (Ona salat ve selam olsun)
şöyle buyurmuştur: «Hepiniz birer çobansınız ve hepiniz güttüğünden
sorumludur.» Bazı hadis-i şeriflerde şöyle denir: «Kıyamette Vali getirilir,
elleri boynuna bağlanmıştır, ancak adaleti sayesinde eli çözülür, serbest
bırakılır. Hz. Ömer Hattab (Allah ondan razı olsun) şöyle derdi: «Vallah, eğer
Fırat - Dicle kıyısında bir koyunun kuzusu helak ve yok olursa, Allah onu
Ömer'den sorar»
«Kenar-ı
Diclede bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir
de.adl-i İlahi sorar Ömer'den onu!»
M.Akif
«Hz.
Ömer 10 defa hac yaptı. Benim bildiğime göre bir haccında ancak 12 dinar
harcardı. Çadıra değil, ağaç gölgesine konardı. Boynunda süt kırbasını
taşırdı. Çarşı pazar dolaşır, ordakilerin halini sorardı. Malumolduğu
üzere,yaralandığızamanAshab-ı Kiram geldiler, onu medih ve senada bulundular.
Onlara şöyle dedi: «Bu gibi sözlere kapılan, aldanmıştır. Eğer dünya dolusu
altın olsa, mahşer günün korkularından kurtulmak için onların hepsini feda ederdim.
Hz. Ömer ki, her işi doğru ve adaletli, herşeyde muvaffak olmuştu. Hz.
Peygamber aleyhisselam onu cennetle müjdelemişti. Bununla beraber o yine korku
içinde, üzerine aldığı müslümanların umurunu iyi idare çabasında. Başkalarının
hali nice olur. Sen Allah'ayaklaştıran işler yap ki, onlar ile yarın seni
kurtarsın. Seni ancak amelinin kurtaracağı o korkunç günden kork! Geçmişlerin
içinden iyiler sana örnek olsun. Allah'ın takvasına sarıl, her neyi
kasdedersen, takva sana rehber olsun, Sana yazdıklarımı bütün zamanlarında göz
önünde tut, onlara uymayı, onları almayı ve onlara göre hareket etmeyi kendine
borç bil. Allah'tan tevfik, hidayet, irşad dilerim, İnşaalîah Teala.»[4]
İmam
Mâlik'in Halifeler ve valiler için en korktuğu şey yalancı medihlerdir, onların
etrafını saran dalkavukların dilinden dökülen yapmacık sözlerdir. Çünki bu
dalkavukça yalancı sözler, onların yaptıklarını süsleyip aldatır, kötüyü iyi,
çirkini güzel gösterir. Onlarda bunu hak sanıp aldanırlar, kendilerini
uyaranlara kulak asmazlar, doğru yolu gösterenleri dinlemezler,
hidayetegelmezler.vazınöğüdünü tutmazlar. Hükümdarları, yalancı tezkiyecileri
dalkavuklar kadar, istedikleri kötülük çamuruna batıran bir şey yoktur.
Yaptıkları işleri tenkit etmeksizin, incelemeksizin doğru saymak, temize
çıkarmak, onları iyiliğe karşı korleştirir, iyi duygularını öldürür, kulakları,
irşad seslerini, uyanları duymaz olur. Onlarındalkavuklar kadar düşmanı olmaz.
İmam
Mâlik bu bakımdan, yüzlerine karşı Valileri öğenlere kızar, valileri de bu gibi
dalkavuk sınıfından sakınmaları için uyarırdı.
Bu
türden bir olay şudur: Bir defa bir vali İmam Mâlik'in yanında idi,
oradakilerden biri, onu öğmeye başladı. Mâlik buna kızdı ve Valiye şöyle dedi:
«Sakın aldanma, bu gibilerin medhine bakma, kapılma, çünki seni yüzüne karşı
öğüp sende olmayan bir hayrı varmış gibi söyleyen kişi, sende olmayan bir şerri
de sana yakıştırmaktan çekinmez. Bu gibilerin tezkiyesinden Allah'a sığın.
Yüzüne karşı söylediklerine bakma. Gerçekte sen kendini, onlardan daha iyi
bilirsin. Bana rivayet olunan bir hadis-i şerifte şu var: Nz. Peygamberin
huzurunda bir adamı övdüler, Hz. Peygamber Aleyhisselam şöyle buyurdu: «Adamcağızın
belini kırdınız veya boynunu kestiniz, eğer bu sözleri duysa felah bulmaz, hiç
de sevinmez. Yine Hz. Peygamber demiştir ki: «Meddah dalkavukların yüzüne
toprak atın, toz serpin.»[5]
Görüldüğü
üzere, Mâlik, fitneye hiç taraftar olmadı, Devlet adamlarını ve Halifeleri
irşad için onlara yaklaştı. Fakat onların yaptıklarını da hoş görmedi,
Üstadları önünde talebeler nasılsa, Medine valileri de onun önünde öyleydiler.
Onun nice kıymetli öğütleri, değerli sözleri vardır. Harun Reşid'e yazdığı
mektup bunlardan biridir. İleri de kitaplarından bahsederken ondan ve ona
nisbetinden sözedeceğiz.