81- Medine'nin Filim Yatağı Olduğu:
82- Ulemanın Medine'de Çok Olmasının
Sebepleri:
83- Herkesten İlim Almayıp Üstad
Seçmesi:
84- Cafer Sadık'tan Ders Aldığı:
85- Ashabın ve Tâbi'inin İlmini Aldı:
87- Abdurrahman İbni Hürmüz ve Mâlik
Üzerinde Tesiri:
88- Nâfi1, İbni Ömer'in Azadlası:
89- Muhammed İbni Şahab Zührî:
90- Ebû Zinâd Abdullah İbni Zekvân:
93- Rabia Rey Fıkhını Ebû Hanife'den
mi Aldı:
94- Rabîa'nın Dersini Bırakıp
Zühri'ye Dönmesi:
95- İmam Mâlik olgunlaşınca Rabia'ya
İtiraza Başladı:
96- O Hem Rivâye, Hem Dirâye İlimlerini Bilirdi:
97-Bu Üstadlann Yetiştirdiği Malik:
Mevsuk
hadis alimleri, Hz. Peygamberden şu hadisi naklederler: «Öyle zaman gelecek ki,
insanlar ilim tahsili yolunda develeri yoracaklar, fakat Medine aliminden daha
iyi bilen bir alim, diğer, rivayette de Medine aliminden daha iyi bir fakih
bulamayacaklar.>>[1]
Bu
bir sahih hadis olup Mâlikiler bunu İmam Mâiik'in (Allah ondan razı olsun)
üstünlüğüne delil gösterirler. Onlara göre bu hadis-i şerif, onun ilim ve
fazlına, onun mezhebinin diğerlerine tercihine şahiddir, maksad onun
diğerlerinden daha itibarlı olduğunu belirtmektedir.
Bizse
bu hadisi bundan başka birşey için Medine halkının üstün olduğunu, ora aiimlerinin
derin bilgilerini beyan için getiriyoruz. Medine, ulemasının çokluğu ile
tanınmıştır, fukahası âsâr ilmini bilmekte mümtazdır, Hz. Peygamber
Aieyhisselamın hadislerini, sünnetini onlardan daha iyi bilen bir alim yoktur.
Sahabe devrinde Medine alimlerinden daha çok bilgili kimse bulunmadı, bu
Tabiin, tebai tabiin devrinde de böyle oldu, ictihad devrine kadar böyle geldi.
Biz
hadis-i şerifi bu maksadla zikrettik, yoksa Mâlikiierin yaptığı gibi, bunu
Mâiik'in şahsiyetinin, onun mezhebinin faziletine bir delil saydığımız için
değil. Şunu da söyleyelim ki, hadis başka yer alimlerinin ilminin onlardan
ziyade olmadığını gösterir, noksan olduğunu değil.
Bu
Hadis Şerifi sahabe, Tabiin ve onlardan sonra gelenler çağında Medine-i
Münevvere'nin faziletini beyan için zikrettik. Bunu kimse inkar edemez. İmam
Mâiik'in Medine halkının amelini delil olarak almasını beyan ederken, bu hususu
daha biraz açıklayacağız. Burada sadece Mâlik zamanında ve ondan önce Medine'de
ulemanın çokluğuna işaret etmek istiyoruz. Medine-i Münevvere, Hulefayi Râşidin
devrinde sahabe yuvasıydı. Özellikle İslama hizmeti olanlar, Sâbıkûn Olan
evvelûn oradaydı. Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) onları Medine civarında
ayrılmaya bırakmıyordu. Onların İslam dinine ıhlasla bağlantıları vardı,
onlarda İslam ilimleri çoktu, boldu. Savaşlarda onların öldürülmesinden endişe
ediyordu. Onlar Peygamberin sancağını taşıyanlar, onun ilmine varis olanlardı.
Onları Medine'de ve civarında bıraktı, devlet işlerine dair onlarla istişare
yapıyordu. Bunu en iyi. siyaset görüyordu. Ayrıca halk arasında onun siyasetini
tenkid etmelerinden de kuşku duyardı. Kendilerini diğer insanların üstünde
seçkin bir taife saymalarından veya halkın onları yüksek mertebeye çıkarmalarından,
buna kapılmalarından endişe ederdi. Bütün bu sebeplerden dolayı onları
Medine'de alıkoydu. Diğer yandan onların görüşlerini alıyor, onların
meşveretlerinden faydalanıyor, sorumluluğu paylaşsınlar diye idareye
katılmalarını istiyordu. Çünki onlar irşad ve sorumluluğu paylaşmada en hayırlı
olanlardı. Bu sayede onların ilimleri Medine'de kaldı, Medine-i Münevvere ilim
kaynağı oldu, ancak bazları büyük islam merkezlerine dağıldılar, onların orada
talebeleri ve tabii'leri oldu. Emeviler çağı gelince, Medine'nin gayri-yerlerde
fitneler çoğaldığından, alimler yine Medine'ye can atmamağa başladılar. Çünki
orası vahyin indiği kutsal bir yer, Resulü Ekrernin mübarek na'şı orada,
Sâbikûnun ve Sahabilerin eserleri orada, onun için tâbilerin çoğu Mekke-
iMükerreme ve Medine-i Mü-nevvere'de idiler, ancak azı Irak ve Şam'da idi,
Mısır'da ve İslam diyarının başka yerlerinde daha azdılar. Emeviler devrinin
sonu yaklaşınca, Emevi hanedanında huzursuzluk ve sıkıntılar baş gösterdi,
fitneler başladı, o zaman alimler bu fitnelerden kaçarak Hicaz'a can atmaya
koyuldular. Nasıl ki, Irak fıkhının üstadı Ebû Hanife'nin, canını kurtarmak
için, Beytutlah'a mücavir olarak Mekke'ye kaçtığını görüyoruz. Emevilerin
Hükümeti düşünceye kadar orada kaldı, Abbasiler duruma hakim olup işler
düzeldikten sonra Küfe'ye döndü.
İmam
Malik Emevi Devleti'nin son devrinde yaşadı. O zaman Medine de alimler çoktu,
daha körpe bir çocukken Medine alimlerinin ilim çeşmelerinden su içmeye başladı.
İlimde biraz ilerleyince, ilim ve hadis öğreneceği kimseleri seçip ayırma
yolunu tuttu. İlim susuzluğunu kandıracak pek çok alimler vardı. Kız kardeşinin
oğlu Mutarrif ondan şunu nakleder: «Bu ilim dindir, dininizi kimden aldığınıza
bakın, dikkat edin. Ben, bu direklerin,dinde (yani Mescid-i NebevVde) falan
dedi, Resulullah buyurdu diyen yetmiş kadar kimseye yetiştim, hepsinden
almadım, halbuki onlardan birine; Beytülmal emanet olunsa, emin olurdu. Fakat
onlar bu ilmin ehli değildiler. Zuhrî buraya gelince onun kapısına üşüştük.»[2]
İmam
Mâlik, ulema bol olduğundan, bu tenkidi yapıyor, baktı ki alimler çok,
beğendiğinden alıyor, 70 alimden hadis dinlemeyi reddediyor, halbuki onlar
emanet sahibi, faziletli ve muttaki kimseler...
Mâlik,
işte bu ilim çevresinde küçük bir hafız olarak dikkatle hoca seçerek ilim
tahsiline koyuldu. Medine o zaman ilim ve hadis yatağı. O, 100 kadar yüksek
alimden ders aldı.[3] Ondan biraz, bundan biraz
toplamaya başladı. Emin, takva sahibi oldukça kimden aldığına önem vermezdi.
Hatta Cafer Sadık b. Muhammed Bâkır'dan ders aldığı rivayet olunur. Halbuki
onunla meşrebleri ayrıydı, onun Hz. Ali'den yana olduğunu biliyordu, yollan
farklıydı. Fakat bu husus, Cafer Sadık'tan okumasına engel olmadı, onu, bir
talebenin hocasını nasıl hürmetle anarsa, ondan daha güzel bir tarzda şöyle
zikreder:
«Cafer
Sadık b. Muhammed Bâkir'a gelirdim. Çok latifeci idi, daima güler yüzlüydü.
Yanında Hz. peygamber Aleyhisseiam zikrolu-nunca sararır solardı, rengi atardı.
Ona bir müddet devam ettim. Onu daima üç hal üzere bulurdum: Ya namaz kılar, ya
oruçlu, yahutta Kur'an okurken.. Onu Hz. Peygamberden (Ona salat ve selam
olsun) abdest-siz hadis rivayet ederken asla görmüş değilim. Kendisini
ilgilendirmeyen birşey konuşmazdı. Allah'tan korkan, abid, zahid,
alimlerdendi. Ona ne zaman gelsem, hemen altından minderi çıkarır, benim altıma
koyardı, bunu hiç ihmal etmezdi.. Mâlik onun ve diğer üstadlarının faziletlerini
uzun boylu saymaktadır..»[4]
İmam
Mâlik, zamanındaki her türlü ilimle ilgilenirdi. Fakat insanlar arasına ancak
Hz. Peygamberin ilmiyle yani hadislerle, Sahabe ve Tâbi'inin ilimlerini
neşretti. Bütün ilimleri okuduğundan muhtelif fırkaları tanırdı. Fakat bunları
insanlara anlatmadı, açıklamadı, o hadis ilmiyle fetvalarla alakalı olanları
okutup anlattı, insanlara dini hükümleri öğreten şeyleri bildirdi.
.
Onun için en çok önem verip dikkat ettiği şey Hz. Peygamberi hadisleri İle
Ashab-ı Kiram'ın fetvaları ittifak veya ihtilaf üzere oldukları şeyleri
bilmekti. Şöyle derdi; «İhtilaflı meseleleri bilmeyene fetva vermek caiz
olmaz.» Ona; «Ya ehli rey'in ihtilafı nasıl.» dediler. Hayır, dedi. Ashabın
ihtilafiyle nâsıh ve mensuhu bilmek gerek.»[5]
İmam Mâlik
araştırma ve incelemelerinde özellikle
Hz. Ömer'in (Allah ondan razı olsun) fetvalarına çok önem verirdi, onun
çağı, İslam devletinin parladığı bir devirdi. Bir çok önemli yerler .onun
devrinde alındı. Yeni hükümler çıkarmak hususunda İslam düşüncesi gelişti. Onun
için Hz. Ömer'in fetvalarını öğrenmeye, tanımaya önem verdiği gibi, başta Zeyd
b. Sabit olmak üzere ondan sonra gelenlerin, özellikle Abdullah İbni Ömer'in
fetvalarını araştırırdı. Bazı hadis alimleri şöyle demiştir: «Hz. Ömer'den
sonra insanların baş alimi Zeyd b. Sabit idi, ondan sonra Abdullah İbni Ömer
gelir. Zeyd b. Sâbit'den 21 kişi ilim almıştır. Sonra bunların ilmi üç kişiye
geçti: İbni şahab Zührî, Bükeyr b. Abdullah ve Ebû Zennad. Sonra da bunların
tümünün ilmi Mâlik İbni Enes'e geçti.»[6]
Bunlar
gösteriyor ki, İmam Mâlik, sahabeden bu üç zatın (Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit, Ömer
oğlu Abdullah) fetvalarına önem verir, dikkat ederdi. O Hz. Peygamber
Aleyhisselamin ashabından bu seçkin fakihierin ilminin kendisine nasıl
geldiğini anlatır ve bunun Tâbii'nin içinden yedi fakih denen zatlar
vasıtasıyla kendisine geldiğini söyler.[7] Ancak fıkıh tarihinde yedi fakih namı İle
meşhur olan bunlardan birini değiştirdi, onun yerine başka bir ad yani Nâfi'i
kabui etti. Tâbii'nin bu fakihlerinden doğrudan ilim alan kendi üstadlarını
anlatır. O Hz. Peygamber Aleyhisseîam'ın hadislerini bu zatlardan almıştır.
Halife Mehdi'ye yazdığı mektubunda bu konuda şöyle demektedir:
«İbni
Şahab Zührî'yi şöyle derken işittim: «Biz bu ilmi, Ravza-i Mutahhara'da şu
zatlardan aldık; Sa'id b. Müseyyeb, Ebû Seleme, Urve, Kasım, Salim, Harice,
Süleyman, bir de Nâfi'» Mâlik sonra şöyle diyor: «Sonra onlardan İbni Hürmüz,
Ebû Zennâd, Rabi'a Ensari ve ilim denizi olan İbni Şahab Zühri nakil ettiler.»[8]
Bu
sonrakiler, İmam Mâlik'in (Aflah ondan razı olsun) en ileri gelen üstadlarıdır.
O, bunları, özellikle onlarla ilmi bağlantısı ve onların fetvalarına çok
güveni olduğu için ayrıca zikretmiştir. O, daima onlarla görüşür, onlardan
ders alır, hadis, rivayet ederdi, onlar sayesinde ilim sahibi olup yetişti.
İmam Mâlik'in hayatının akışını izleyenler bunu açıkça görürler, yukarıda
naklettiğimiz gibi, o İbni Hürmüz'ün dersine yedi veya sekiz yıl devam etti.
Anası onu İbni Rabia'nın ders halkasına oturup dinlemeye teşvik ederdi. Hz.
Ömer'in oğlu Abdullah'ın azadlı kölesi Nâfi'in peşi sıra gezer, onu hiç
bırakmazdı. İbni Şahab Zührî'yi ise şu parlak sözleri öğmektedir. «Zühri ilim
denizidir.»
Sözün
kısası, İmam Mâlik başlıca şu beş kişiye çok bağlıdır. Onlar da: İbni Hürmüz,
Ebû Zennad, Yahya b. Sa'id Ensari, Rabia ve İbni Şahab Zühri. Ders aldığı
altıncı bir isim olarak onlara Abdullah İbni Ömer'in azadlısı Nâfi'i de
katmalıyız.
Görüldüğü
üzere o, bunların hepsini hadis-i şerifleri veTâbi'inin eserlerini en iyi bilen
kimseler olarak nitelemektedir. Onları Tâbi'inin ilminin nakilleri olarak
tanımaktadır. Tâbi'in de, Ashab-ı Kiram'ın, özellikle Hz. Ömer Faruk, Zeyd b.
Sabit ve Abdullah İbni Ömer'in (Allah cümlesinden razı olsun) ilmini nakil
etmişlerdir.
İmam
Mâlik'in hocafannın hepsi de âsâr ilmini bilmekle beraber birbirlerinden
farklıdırlar, bir kısmı hadis ve âsâr ilmini daha iyi bilirler. -Nâfi, Ebu
Zenad, İbni Şahab Zühri bunlardandır. Bir bölümü ise fıkıhda daha üstündür.
Rabiatül-Rey, Yahya b. Sa'id, bunlardan sayılırlar. İbni Hürmüz'e gelince, onun
adı çok geçmiyor, ancak Mâlik'in rivayetlerinde geçiyor. Öyle anlaşılıyor ki,
onun Mâlik üzerinde etkisi çok olmuş. Ondan umumi islam kültürü almış. Fakat o
kendisi, tavazuundan olacak, İmam Mâliki, senedinde adını zikretmekten nehyederdi.
İsmi zikredilmeden kendisinden nakil yapılamasına razı idi. Çünki bir hata olursa,
yalanla ithamdan korkardı.
Bu
beyanlara göre imam Mâlik'in hocalarını ikiye bölmek mümkündür. Birincisi
fıkıh ve rey aldığı üstadları, diğeri de hadis ve eser aldıkları İbni Hürmüz[9]
rivayet yanında ona umumi kültür vermiştir. Medine'de hadis ve eser ilmi
yanında fıkıh ve rey ilminin de bulunmasında hayret edecek bir cihet yoktur.
Bü yaygın ve malum bir şeydir. İslam fıkhı tarihini, Hadis Ricali tarihi
bunların haberleriyle doludur. Leys b. Sa'd'ın İmam Mâlik e yazdığı mektubunda,
Malik zamanında Medine'de bulunan rey yanlısı alimlerden bir kısmının adı geçmektedir,
onlara işaret vardır. Orada şöyle denilmektedir. «Tanıdığın ve dersine hazır
bulunduğun bazı kimselerle Rabia arasında ihtilaf vardı. Onun hakkında senin
sözünü de duydum. Medine halkından rey sahibi Yahya b. Sa'id, Ubey Abdullah b.
Ömer, Kesir b. Ferkad ve senden yaşlı başkalarının sözünü işittim.»[10]
Bu
da gösteriyor ki, rey fıkhı Medine'de mevcuttu, onunla meşgul olanlar, tanınıp
namı duyulanlar vardı, okumak için talebeler geliyordu. Şimdi artık İmam
Mâlik'in hocalarınıtıirer birer tanıyalım ve onlar-, dan neler aldığını
öğrenelim:
İmam
Mâlik'in hocası İbni Hürmüz, hadis alimi olup Mâlik ondan 7 veya 8 yıl ders
aldı, Mâlik ondan ders alırken, başka bir hocaya gitmedi, sonraları ise hem
ondan, hem başkalarından okumaya başladı. Hatta kesik aralıklarla ondan ders
alması, ilmi münasebeti 17 yıl sürdü. Bazı alimler, onunla 30 yıl kadar ilmi
münasebetinin devam ettiğini söylerler. Çünki bazı kişiler, 30 yıl kadar bir
adamdan okuyup öğrenir, sözüyle bunu yani İbni Hürmüs'le kendisini kasdettiğini
sanmaktadırlar. Bunun yanlış olduğunu yukarıda açıkladık. Kendisini
hadis-lerin senedinde zikretmemesi için İbni Hürmüz'ün ona yemin bile ettirdiği
söylenir.[11] İmam Mâlik, ilmi
hayatının başlarında, İbni Hürmüz'den ders aldı: Bu konuda şöyle demektedir:
«İbni Hürmüz'e sabahleyin erkenden gelirdim. Gece karanlığı basıncaya kadar
onun evinden çıkmazdım. »[12]
İbni
Zühri'nin onun üzerinde etkisi çoktur, birçok şeylerde onun izinde yürümüştür.
Sorulan bir meseleye cevap bulamayınca (lâedri -bümem) sözü ona, ondan miras
kalmıştır. Herhangi bir meseleyi gereği gibi aydınlatacak söz bulamazsa, (iyi
bilemiyorum) demesi de ondan kalmadır.
İbni
Hürmüz'ün etkisinde kalmakla beraber, yeri gelince onu da mahir bir kuyumcu ve
sarraf gibi tenkid ederdi. Bunu da ona İbni Hürmüz öğretmiştir. Eğer söylediği
yanlış olursa, doğruya uyarması için bunu yapardı ve o da bunu beğenirdi, iyi
karşılardı. Doğruya doğru, eğriye eğri demeyi öğretirdi. İbni Hürmüz onu ve
arkadaşı Abdülaziz b. Ebû Selemeyle seçipen çok ilmi konuşmaları onlarla
yapardı. Hatta kendisine bir defa: «Biz soruyoruz, bize cevap vermiyorsun,
Mâlik ve Abdülaziz soruyorlar, onlara cevap veriyorsun.» dediler. Şöyle
karşılık verdi: «Benim vücudum artık zayıfladı, aklıma da böyle za'f gelmiş
olmasından emin değilim, siz birşey sorup da cevap verdimi hemen onu olduğu
gibi kabul ediyorsunuz, Mâlik ve Abdülaziz ise, onu düşünüyorlar, eğer doğru
bulurlarsa kabul ediyorlar, doğru bulmazlarsa almayıp bırakıyorlar.»[13]
Bu
sözler iki şeyi göstermektedir:
1- İbni Hürmüz, Mâlik ve Abdülaziz ile ilmî meseleler üzerinde
konuşuyorlardı. Yaşı ilerlediğinden vücudu zayıflamıştı, bu yüzden aklının da
zayıflamış olmasından endişe ediyordu.
2- Onun dersinde anlattıkları incelemeye ve araştırmaya tabi tutulabilir
ve onları her talebe de hazmedemez. Onları ancak aklı kuvvetli, islami bilgisi
gelişmiş olanlar kavrar. Öyle anlaşılıyor ki, İbni Hürmüz talebesini
şaşırtmamak için, onların seviyesine göre ders veriyor- . dü. Mâlik'in hayatını
anlatırken gördük ki, ona insanlar arasında ihtilaflı olan şeyleri, sapık
cereyanlara yaptığı redleri, cevapları anlatıyordu. Onun için Mâlik, İbni
Hürmüz'den her öğrendiğini insanlar arasında yaymıyor, herkese öğretmiyordu.
Çünki her akıi, ehli hevaya, sapık cereyanlara verilen cevabı, yapılan reddi
kavrayamaz. İyi anlaşılama-yınca da şaşırır, sapıtabilir. İbni Hürmüz'ün ne
kadar etkisinde kaldığını, onun hayatının ilk
yıllarındailimtahsilinianlatırkenbelirtmİştik.(Bak: 19 ve 20 maddelerdeki
bahisler.)
Mâlik'in
hocası Sayılan Nâfi; Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın azadlı kölesidir. Asit
Deylemli olup esir düşmüştür. Fıkıh bilgisi öğrendi. Nafi' efendisi
Abdullah'tan , Ebû Hüreyre'den, Ebû Said Hudari'den ve Hz. Aişe'den hadis-i
şerif rivayet eder. Tâbi'inin içinde İbni Ömer'in fetvalarını en iyi
bilenlerdendir. Hadis rivayetinde çok dikkatli davranır. İmam Mâlik, Abdullah
İbni Ömer'in fıkhını, onun fetvalarını, kendisine sorulan meselelere verdiği
cevaplan ondan öğrendi. Hadis rivayetinde Altın Sened sayılan senedin orta
halkasını teşkil eder ki, onda Mâlik Nâ-fi'den, Nâfi'de İbni Ömer'den rivayet
eder. Ebû Dâvud bunu en sağlam senet saymaktadır. Nâfi' Hicri 117 veya 120
yılında vefat etti.
İmam
Mâlik'in ilim tahsilinin ilk yıllarını anlatırken onun Nafi'nin peşinde nasıl
koştuğunu gördük. Öğle vakti Nafi'in evine gelirdi, yakıcı sıcak onu bundan
alıkoymazdı, onun evinden çıkmasını beklerdi. Sonra . ,ona Abdullah İbni
Ömer'in fetvalarını sorup öğrendi. Onun sertliğine, azarlamasına katlanırdı.
Nâfi1 ihtiyarlayınca ömrünün son yıllarında gözleri görmez olmuştu, bu da onun
hiddetini hepten artırmıştı. Malik, ona bu ihtiyarlık gününde yetişmişti, ilim
yolunda herşeye katlanırdı.. Ondan İbni Ömer'in ilmini, ondan ve başkalarından
rivayet ettiği hadisleri öğrendi.
İmam
Mâlik'in üstadlarından biri de Muhammed b, Müslim b. Ubeydullah b. Şahab
Zührî'dir. O, Kureyş'in Zühre oğullan kabilesinden olup bunlar Hz. Peygamberin
ana taraf ından atalarıdır. Zama-1 nında hadis ilminin başı ve imamı sayılır.
Mısır fakihi Leys b. Sa'd onun hakkında şöyle der: «Ondan daha bilgili kimse
görmedim.» O, Tâbii'nden sayılır. Bazı Sahabilere de yetişmiş ise de, en çok
Tabiilerden almıştır. Tabi'lerle aynı çağda yaşadı. Tabi'inden olan Amrb.
Dinar şöyle demektedir: «Zühri'de ne var sanki, ben İbni Ömer ve İbni Abbasi
gördüm, o ise onlarla buluşmadı.» Zühri Mekke'ye geldi, Amr; beni ona götürün
dedi, ömrünün sonuna doğru kötürüm olmuştu. Ona götürdüler, arkadaşlarının
yanına ancak gece dönebildi. Onu naşı! buldun, dediler. «Vallah bu Kureyşli
gibisini, onun benzerini hiç görmüş değilim,» cevabını verdi.
Emevi
Halifeleri nezdinde Zühri'nin büyük mevkii vardı, çok itibarlıydı. Yezid b.
Abdülmelik onu kadı tayin etti. Adil halife Ömer b. Abdülaziz onu layıkıyla
takdir ederdi. Etrafa şöyle yazmıştı: «İbni Şahab Zühri'ye sarılın, ondan öğrenin,
zira sünneti, geçmişte olanları ondan daha iyi bilen başka birini bulamazsınız.
İmam Mâlik halife Ömer b. Abdülaziz'in emriyle Resulullah'ın hadislerini ilk
toplayıp yazan, tedvin eden o olduğunu söylemektedir.
O
hadis alimi olduğu kadar, esere uyan birfakihtir. Malik'ten naklettiğimiz
gibi, Tâbii'nin yedi fıkıh alimi olan zatların fıkhını bilir, onu tavsif
ederken onun bir ilim denizi olduğunu söyler. İnsanlar içinde onun bir benzeri
eşi yoktur, der. İbni Kayyim Cevzi'nin, «İ'lâmül-Muvakkîîn»de kaydettiğine
göre: Muhammed b. Nuh onun fetvalarını üç büyük kaim citd halinde toplamıştır
ki, bunlar fıkıh babları üzere tertib olunmuştur. Hicri 125 yılında öldü.
İmam
Mâlik (Allah ondan razı olsun) İbni Şahab Zühri'den hadis, ilmi aldı. Ondan
rivayet edenlerin en alimidir. Muvattâide, İbni Şahab Zührî yoluyla rivayet
olunan bir çok hadis-i şerif vardır. Yukarıda geçtiği üzere, üstadı
Rabiatül-Rey ile ilk defa onunla beraber görüşmüşlerdi. O, onun hıfz, belleme
derecesini denemiş, üstadı Rabia onunla iftihar etmişti. Ondan sora ders almaya
devam etmiş, onu tenha bulmak için istirahat günleri bile gidermiş. Çünkü
insanlar onun dersini dinlemek için kalabalık toplanırmış. Mâlik tenha dinlemek
isterdi. Çünki emin, muttaki olan Mâlik rivayet ettiğini, sağlam doğru
nakletmek isterdi. Zühri onun hıfzına hayrandı. Ona ilim hazinesi adını
vermişti. Onunla sık görüşmesini, buluşmasını, hayatını anlatırken naklettik.
(Bak : Madde 22)
İmam
Mâlik'in son üstadı sayılan Ebu Zinad Abdullah İbni Zekvân Mevaliden, yani Arap
sayılmayanlardan olup aslı Hemadan'lıdır. Künyesi Ebû Abdurrahman idi,
sonradan Ebu Zinad denildi. Dini mevkii yüksek olan bir zattı. Adil Halife Ömer
İbni Abdülaziz, haraç toplamak için onu Irak'a memur tayin etti, bu işi
Abdülhamid b. Abdurrahman b. Zeyd b. Hattabla beraber yaptı. Ebu Zinad 66
yaşındayken 130 yılı Ramazan ayında banyoda ansızın öldü. 131 yılında öldü
diyenler var.[14]
O
Tâbi'inin yedi fakihinden rivayet yapanlardan biridir. Onlardan ilim
öğrenmişti. Mâlik onda okumuştu yalnız İbni Şahab Zühri ile İbni Hürmüz'ü
zikrettiği kadar onu çok anmamaktadır. Bu ikisinin, onun fikri ve görüşü
üzerinde tesiri çok açıktır.
O
rey ile meşhur olanlardan değildi. Öyle anlaşılıyor ki, onun şöhreti
rivayetlerdir, fıkhı da rivayet ve eser fıkhıdır, Dirâye ve Rey fıkhı değil.
Onun İçin diyebiliriz ki, Mâlik ondan yalnız hadis, bir de Ashab ve Tâbi'inden
naklolunan eser fıkhını öğrenmiştir.
Ebu
Zinad'm Abdurrahman adında bir oğlu vardı, o takriben Mâlik'in yaşındadır.
Hicri 174 yılında öidü. Yedi fukahanın görüşlerini bir kitapta topladı ve ona
(yedi fukahanın reyleri kitabı) adını verdi. Bilmiyoruz, Mâlik bu kitabı gördü
mü, yoksa ondan müstağni miydi. Çünki o bu fukahanın talebeleriyle buluştu, bu
kitabı yazanın babasıyla da buluşup ondan ders aldı, böylece ondan onların
ilmini de almış oldu.
Mâlik'in
buraya kadar saydığımız üstadları, hadis ve eser alimidirler, şimdi de rey ile
meşhur olan iki üstadını tanıyalım, hatta Mâlik olgunlaştıktan sonra Tâbi'inden
naklolunan bazı eserlere muhalefet ediyor diye ona karşı çıkmıştır. O ikiden
biri Yahya b. Said Ensari'dir. Medineli olup Ensari oğullarındandır. Nesebi
Neccar oğullarına kadar çıkar. Medine kadısı idi, yedi fukahadan ilim aldı.
Özellikle Said ibni Müseyyeb ve Kasım b. Muhammed'den okudu. Tehzibin kaydına
göre Zühri, Evzal, Mâlik, Süfyan b. Uyeyne, Süfyan Sevri ve başkaları ondan Hım
aldılar, ders okudular.[15]
Ahmed
b. Hanbel onun için şöyle demiştir: «Yahya b. Said, insan-; lar içinde en
dikkatli ve mevsuk bir kimsedir.» Hicri 132 yılında öldü. O, fıkıhda bir hüccet
olmakla beraber, Medini onun 300 kadar hadisini nakletmistir.[16]
Öyle
anlaşılıyor ki, o rey fıkhı ile tanınmıştır. Rabia, Ubeydullah b. Ömer, Kesir
ibni Ferkad ve diğer bir çokları ile beraber, o da bununl meşhurdur. Leys b.
Sa'd'ın Mâlik'e yazdığı mektupta o da vardır. İmam Mâlik, Rabia'dan olduğu
gibi, ondan da rey fıkhını öğrendi.
Şimdi
de Rabiatür-Rey'i tanıyalım. Zira O Medine fıkhında seçkin bir kişidir. Onun
İmam Mâlik'in ilmi hayatındaki büyük tesiri, Zühri'nin tesirinden hiçte az
değildir. İmam Mâlik'in fıkhî şahsiyeti, ilmî benliği, bir bakımdan birbirine
yakın, bir bakımdan birbirine zıd sayılan bu iki büyük alimin tesiri altında
oluşmuştur dersek, hiç de mübalağa yapmış olmayız. Şimdi, Medine fakihi içinde
onun yerini bilmek için hayatını kısaca tanıyalım: Adı Rabia b. Ebû Abdurrahman
Ferruh'tur. Künyesi Ebû Osman olup Af-i Münke'dir, Mevâlisinden'dir. Bunlar
Teym kabilesine mensup olup Hz.Ebû Bekir Sıddik ailesindendirler. 136 Hicri
yılında Enbar'da Hz.Ebu Abbas Abdullah Seffâh'ın kurduğu Haşimiye kasabasında
öldü. Ebul-as onu Medine'den getirip kadılık vazifesi vermişti.
O,
kuvvetli yapılı, güzel sözlü bir kişidir. Çok konuşur, hem de iyi konuşurdu.
Suskun kimse, uyuyanla dilsiz arasında birisidir, derdi. Bazı kimseler onun çok
sözlü olmasını, çok konuşmasını ayıplar, bir defa lafa başladı mı, bıktırıp,
usanç verinceye kadar sürdüğünü söylerler. İddiaya göre, bir defa bütün bir gün
konuşmuş, yanında da bir Arabi varmış. Rabia ona: «Ta'ciz etmek, usanç vermek
nedir.» diye sormuş. O da: «İşte bu senin yaptığındır» demiş. Bize öyle geliyor
ki, bu düşmanlarının uydurduğu bîr şey.Zira ozamanki Medine-i Münevvere
muhitinde, onun ortaya attıklarını yapan bir kimsenin elbet düşmanları olur.
Onun en seçkin meziyetlerini, kusur gibi gösterebilirler. Öyle anlaşılıyor ki,
o çok güzel söz söyleyen, tesirli konuşan bir kişidir. Bu konuda.ona erişen v
yok. Onun için ona taş atıp çok sözlü, usanç ve bıkkınlık verinceye kadar
konuşuyor, dediler. Bunu doğrulayacak şahidimizde var. Mesela Leys b» §a9d ve
Mâlik ona muhalif idiler, fakat hiçbir zaman ona çok sözlü, geveze demediler.
Belki Leys, Mâlik'e yazdığı mektubunda onu beiagatlı, iyi ifadeli olmakta
niteledi. Onu tenkid ederken şöyle der:. «Bununla beraber, Allah'a hamd olsun,
Rabia; çok hayır, asil bir akı!, beliğ bir lisan, açık bir fazilet, islamda
güzel bir yol ve tutum sahibidir. Bütün kardeşlerine, özellikle bize karşı
sadık bir dostluğu vardı. Allah -ona rahmet eylesin, mağfiret buyursun, onun
ilmini en güzel müka-faatla karşılasın.
Görüldüğü
üzere, Sa'd onun bazı fetvalarını beğenmeyerek ondan hoşlanmadığını anlatırken
bile, onda böyle bir kusur bulamıyor. Onda düzgün bir lisan, asil bir akıl
olduğunu söylüyor. Onun belirttiği bu vasıflarıyla bazılarının o usanç ve
bıkkınlık verinceye kadar çok konuşan biridir demeleri nasıl bağdaşır ve
uyuşur? .
Rabia,
Mâlik'in de dediği gibi, Tâbii'nin yedi fukahasından ilim alan fakihlerden
biridir. Bu bakımdan o, eser ve rivayet fıkhını bilmektedir. Hadis-i şerifleri
ocağından almıştır. Ashabın ve Tâbii'nin fetvalarını kaynağından içmiştir.
Fakat o sadece ezberleyip orada durmak için almamıştır, belki ezberlemek, onun
üzerinde durmak, tasarruf ve bina etmek içindir. Onun için geçmişlerden bir rey
nakil olunmayan hususlardaki meseleler hakkında görüşünü beyan etmiştir. Onun
için Tâbii'nden ve yedi fukahadan naklolunan Mesûr fetvalardan bir kısmı
yüzünden onlara bazen muhalefet ettiği bile olmuştur. Elindeki fıkıh malzemesi
üzerine yenilerini kurmaya çokça çalıştı, bundan dolayı ona Rebiatül-Rey
görüşçü Rabia dediler. Çünki çok fıkıh görüşleri ortaya atardı.
Fihrist
sahibi İbni Nedim ortaya şöyle bir iddia atar: «Rabia, bu rey, görüş sahibi
olmayı^Ebû Hanife'den aldı, ancak ondan önce öldü,»der.[17] Biz
bunu uzak bulmaktayız. Çünki elimizdeki kaynaklarda Rabia'nın Ebû Hanife'den
(Allah ondan razı olsun) aldığına dair bir şey göremiyoruz. Herkesçe rna'ruf
olan bir şey var ki, Rabia rey taraftarı olarak bilindikten ve meşhur olduktan
sonra ancak Medine'den çıkmıştır. Kadılık yapmak üzere Hâşimiye'ye
çağırılmıştır ve orada ölmüştür. Demek o fikirce olgunlaştıktan, fıkıhta
yolunu bulduktan ve kendine bir yön çizdikten sonra Irak'a gitmiştir. Hatta
diyebiliriz ki, Ebû Hanife ders okutmaya başlamadan önce, Rabia, ders okutmaya,
fetva vermeye başlamıştır. Çünki rivayet olunduğu üzere İmam.Mâlik, ilim
tahsiline koyulacağı zaman anası ona Rabia'nın dersine gitmesini söylemiş ve
ona «Rabia'ya git, ondan edebten önce ilim öğren» demiştir. Bazı rivayetlere
göre Mâlik, ona derse gittiği zaman o kadar küçüktü ki, kulağında küpe bile
vardı.
Mâlik
böylece on yaşından küçükken derse başladığına göre (93 yılında doğmuş
olduğundan) Hicretin 100. yıllarında Rabia'nın fıkıh ve fetva ders halkası
olduğu anlaşılıyor. Halbuki Ebû Hanife 120 yılından Önce ders okutmaya
başlamadı. Çünki o, üstadı Hammad b. Ebu Süleyman'ıh vefatından önce ders
kürsüsüne oturmadı, ölünceye kadar onun dersine geldi ve bir talebe gibi önüne
diz çöküp oturdu. Ancak onun ölümünden sonra ders okutmaya başladı. Hammad'ın
ölümü 120 yılındadır. Onun için biz İbni Nedim'in sözünü garip buluyoruz. Bizim
bu görüşümüzü şu da kuvvetlendirmektedir. Rabia İrak fıkhını1 beğenmiyor,
çağındaki diğer Medine fıkıh alimleri gibi onu hoş karşılamıyordu. Ona göre de
Medine-i Münevvere, fıkıh ocağıydı, Irak rse fitne yatağı. Onun için Irak'a
vardığı zaman şöyle demiştir: «Bize gönderilen peygamber, sanki onlara gelen
peygamberden başkası...» Ebu Abbas kendisini Hâşimiye'y© çağırdığı zaman,
Mâlik'de şunu söylemiştir: «Ben Irak'da oldukça, eğer benim bir fetva
verdiğimi, bir hadis rivayet ettiğimi duyarsan, bilki ben çılgınım.»[18]
Bundan
da görülüyor ki, ona göre, fıkıh ancak Medine'dedir, kendisi Medineliier
nezdinde meşhur olana her ne kadar muhalif de olsa. kendine göre yeni bir yo!
çizmiş bulunsa da böyle sayılır. Onun tuttuğu bu yol, Leys b. Sa'd'ın dediği
gibi, onlarca İslamda güzel bir yol olan meşhur olana her ne kadar muhalif
düşse de bu böyledir.
İmam
Mâlik Rabia'nın ders halkasında okumaya başladı. Rivayetler onun çok küçük
yaşta derse başladığını, anası onu fıkıh tahsiline yolladığı zaman önce'Rabia'nın
dersine gönderdiğini söylerler. Diğer bazı rivayetlere göre ise daha küçükken
İbni Hürmüz'de okuduğu, hatta onun dersine 7 küsur sene devam ettiği söylenir.
Bu müddet içinde başkasından okumadığı da eklenir. Bu iki rivayetin arasını
nasıl bulacağız? Bize öyle geliyor ki o, çok küçük yaşta ilim yoiuna girdiği
zaman " Rabia'nın dersine devama başlamış, babası bakmış ki, ondan
istifadesi az oluyor, onun üzerine İbni Hürmüz'e dönmüş, ona devam ederek
istifade etmiş aklı biraz gelişmiş, Rabia'nm okuduklarını, hazmedecek bir
duruma gelmiş, onun fıkıhdaki müstakil tutumunu kavramaya başlamış, ondan
sonra ibni Hürmüz'ü bırakarak Rabia'ya dönmüş. Yine onun dersini dinlemeye
başlamış ve çok istifade etmiş, Rabia onun aklını, fikrini doldurup bu hal
üzere devam ederken, İbni Şahab Zühr'ı Medine'ye gelmiş, o da kendini ona
kaptırıvermiş, bu ana gelinceyedek Nâfi'den de ve diğer eser fukahasından da
ders dinlemiş. Fakat büyük bir zamanını Rabia'dan okumaya ayırırken nihayet
onun yerini İbni Şahab Zührl almış, Rabia ikinci mevkide kalmış.
İmam
Mâlik, Rabia'dan eser, hadis fıkhını aldı, fakat sırf bunun hududunda durmak
için değil, onun üzerine akıl gereği yeni birşey de kurmaya yönelik bir gayret
içinde idi. Vukubulan olaylara eserden bir cevap bulursa onunla fetva verirdi.
Eğer bir esere nakil bulamazsa o zaman ona göre kıyas yoluyla cevap arardı.
Bazı Tâbiİ'ne muhalefet ettiği olurdu ve muhalefetinin sebebini de açıklardı.
İmam Mâlik, ilk zamanlarda, üstadının bu yaptıklarını yadırgamaz olup kabul
eder, onun yolunu takip ederdi. Fakat sonraları İbni Şahab ZührVden ders almaya
başlayınca ona, muhalefete girişti, ondan ashabın haberlerin; ve adaba dair
olayları naklederdi. Bu hususta şöyle dediği rivayet olunur: «Utanacağın bir
hacet için yürüme, gitme. Ben, Rabia şunu söylerken duydum. Bir kimse, Hz. Ebû
Bekir'den bir iş için beraber gitmesini istedi. Yolda giderken Ebû Bekir
Sıddık'a: «Başka yerden gidelim, çünki yolumuzun üzerinde utandığım kimselerin
toplantısı var,» dedi. Ebû Bekir de: «Utandığın birşey için bana arkadaşlık
yapıyorsun, beni beraber götürüyorsun, öyle mi? Vallah seninle beraber gitmem,
asla yürümem, dedi»[19]
Bakıyoruz,
Malik, Muvatta da Rabia'dan rivayet ediyor, orada hastalık halinde, hastanın
talakı hakkında şöyle denilmektedir:
Mâlik,
Rabia b. Ebû Abdurrahman'dan şöyle derken işittim: «Bana anlattılar;
Abdurrahman İbni Avf'ın karısı, kocasından kendisini boşamasını istecB, hayz
görüp temizlendikten sonra olur, dedi. O henüz hayz görmeden Abdürrahman İbni
Avf hastalandı. Hayz görüp temizlenince, Abdurrahman onu bâin talakla veya
başka hakkı kalmamış olan talakla boşadı, Abdurrahman onu boşadığı zaman
hastaydı, öyle iken Hz! Osman, kadını Abdurrahman b. Avf'a mirasçı kıldı.»
Rabia'nın
görüşleri, İmam Mâlik'in fıkhında açıkça görünmektedir. Rabia da eğer bir emir
üzerine müttefik iseler, o takdirde Medine halkının amelini alır ve bunu ameli
icab hususunda haberi vahidden daha kuvvetli bulurdu. Onun şöyle dediği
naklolunur: «Binin binden rivayeti bana bir'in birden rivayetinden daha
sevimlidir, çünkü bir'in birden nakli sizin elinizden sünneti çeker alır,
sünneti batırır.»[20]
Mâlik üstadı Rabia'ya karşı çok saygı gösterirdi.
Onun ders halkasında konuşmaz, bir soru sorulunca hemen cevaba kalkışmazdı.
Sultan yani, idareci kendini çağırdığı zaman ona danışmadan gitmezdi. Ona
danışmadan fetva vermeye başladığı söylenir, bunu yukarıda ders ve fetva
vermeye başlamasından bahsederken anlattık.
Onun
üstadına karşı edeb ve nezaketini şu olay da gösterir: «İbni Şahab Zührî, Rabia
ve Mâlik oturuyorlardı. İbni Şahab Zührî ortaya bir mesele attı. Rabia cevap
verdi. Mâlik sustu, bir şey söylemedi. Zührî Mâlik'e: «Sen bir şey söylemedin»
dedi. O da: «Üstad cevap verdi ya..» dedi. Zühri:
— Sen cevap vermedikçe buradan dağılmayacağız,
deyince Mâlik; Rabia'nın cevabına muhalif bir cevap verdi. Bunun üzerine Zührî:
—
Biz Mâlik'in sözüne döneceğiz, onu alacağız, dedi.
Bu
olay, Mâlik'in üstadı Rabia'ya karşı ne kadar saygılı olduğunu göstermektedir.
O son derece yüksek bir ahlak sahibidir, mecliste üstadının sözüne aykırı düşen
bir şey söylemek istemiyor, aynı zamanda Mâlik'in fıkıhta ne kadar olgun
olduğunu da gösteriyor. Onun görüşü, üstadı Rabia'nın görüşünden üstün geliyor
ve İbni Şahab Zührî onun rey'ini daha doğru bulup, Rabia'nın seçtiği rey'den
dönüp onu alıyor.
İmam
Mâlik, yetişip olgunlaştı, dar çerçeveyi kırdı, nefsinin ver-; diği olgunluk
ölçüsü ile üstadının görüşlerini incelemeye başladı. Muhtelif yönlerden ve
çevrelerden büyük bir ilim serveti topladı. Yalnız üstadı Rabia'dan
aldıklarıyla yetinmedi. Bu zengin ilim yığını içinde kendine özgü bir çığır
açtı. Bu çığır onu üstadına yaklaştırır veya ondan uzaklaştırabilir. Sonunda
birleşirler veya birleşmezler, bunun önemi yok. O hakkı arıyor. Bazen gerçeği meydana
çıkarmak için münakaşa yaptı, üstadıyle tartıştı, ona muhalefet etti ve en
sonunda onun dersini
bıraktı.
Zira
baktı ki üstadı Rabia, geçmişlerin bazı fetvalarına muhalefet ediyor, buna canı
sıkıldı, dayanamadı. Her ne kadar kendisi de rey fıkhını almış ve benimsemiş,
onun yolunu tutmuş ise de, geçmişlerin, selef fetvalarına aykırı yot tutmak
istemedi. Bunu böyle düşünen tek o, değildi. Üçüncü oluyordu. Daha önce
Abdülaiiz b. Abdullah [21]
Leys
h. Sasd, Mısır'ın bu değerli fakihi de, böyle düşünüyorlardı. Bu üçü Rabia'nın
rey taraflısı olmasını hoş görmüyorlardı. Ley's b. Şa'd, Mâlik'e yazdığı
mektubunda bunu böylece kaydetmektedir. Yukarıda geçti ise de (Bahis: 30)
burada da tekrarlıyaiım: «Rabia'nın bazı geçmiş şeyierde muhalefet ettiği
şeylerden bir kısmı da bildiğin, hazır bulunduğun hususlardır, hatta bunlar
seni, onun meclisini terke zorladı. Ra-bia'yı kınadığımız şeyler hakkında sen
ve Abdülazizle müzakere etmiştim. Benim kabul etmediğim şeylerde buna
muvafakat ediyordunuz. Benim hoşlanmadıklarımdan siz de hoşlanmıyorsunuz...»
Görülüyor
ki bunlar Rabia'nın, geçmişlerin, selefin görüşüne muhalif olmasına karşı
çıkmakta birleşiyorlar. Yalnız bunu şöyle anlamalıyız. Onlar onun rey-kıyas
taraftarı olmasını ayıplamıyorlar. Eğer arzulunan mesele de geçmiş sahabelerin
bir görüşü yoksa onu beğeniyorlar, eğer eskilerin bir görüşü var da, Rabia ona
karşı bir görüş ortaya atıyorsa, o zaman ona karşı çıkıyorlar, onu
beğenmiyorlar. Bu ona karşı saygısızlıkta sayıimaz.
Mâlik,
üstadı Rabia'nın dersinden ayrıldıktan sora evine kapandı. İlk zamanda
mescid'de ders halkası da yoktu. Hayatının akışından-; anlaşıldığına göre,
Rabia'nın dersinden ayrılmadan önce İbni Şahab Zuhrî'nin hadis dersine de devam
etmeye başlamıştı, her ikisinin dersinde bulunmayı bir arada yürütüyordu.
Fakat daha çok İbni Şahab Zuhrî'nin dersinde bulunuyordu. En sonunda,
Rabia'nınTâbi'inin, selefin görüşlerine muhalefeti üzerine, ondan hoşlanmaz
oldu ve onun dersini bıraktı. ZührVnin dersi olmadığı zaman evinde oturuyordu.
Eskiden defterlere kaydettiklerini, kağıtlara yazdıklarını toplayıp bir araya
getirirdi. Hatta arkadaşları arasında onun kitap yazdığı bile yayıldı.
Rabia'nin dersinde arkadaşı olan Abdülaziz b. Abdullah'dan şu naklolunur: «Rabia'nın
dersinde beraber otururduk. Mâlik onun dersini bırakınca evine kapandı. Onun
kitap yazdığını duyduk. Onunla karşılaştığım zaman onunla şakalaşır ona:
«Meydan sana kaldı, derdi. Vallah günden güne o ilerledi, yükseldi, başa
geçti, günün efendisi oldu.» O, Rabia'da ders okuyup ilim sahibi oldu. Rabia,
yukarıda geçtiği üzere, hem Rivaye, hem Diraye ilminde üsîaddı. Dirâye tarafı
biraz ağır basıyordu. Mâlik ondan başka: Nâfi İbni ŞahabZühri'den de ders
okudu. Bu ikisinin ise rivaye tarafı fazlaydı. Böylece Mâlik'in ilmi, Rivâye ve
Dirâye denk ve mütenasib bir şekilde ikisinin karışmasından meydana gelmiş
o!du. Onun için derse oturduğu zaman hem hadis, hem fetva ve mese-İeiere temas
ediyordu: Hem hadisci, hem fakih ikisi birlikte idi. Her ikisinde de yüksek
yeri vardı. Öyle anlaşılıyor ki çağında onun rey ve Dirâyedeki şöhreti, hadis
ve rivayedeki şöhretinden pek az değildir. Onun için Rabia ve Yahya"b.
Said Ensârİ, ki bu tkisi o zaman Medine'de Rey fıkhı temsilcisi idiler,
Medine-i Münevvere'den ayrılınca, İmam Mâlik, Rey ve Diraye fakihi sayılmaya
başlandı, onların yerini o aldı. Sntîkâ'da şöyle denir: «İbni Lehia şöyle
derken işittiğini bana söyledi: «Bize, buraya yani fustata Ebul-Esved Muhammed
b. Abdurrahman b. Nufeyt geldi. Kendisine: Medine-i Münevvere de Rabia'dan
sonra rey üstadı kim? Çünki Yahya b. Said de Irak'da? diye soruldu! O Esbei
oğlan, (yani Mâlik) dedi.»[22]
İmam
Mâlik'in üstadlan işte bunlar (Aifah onlardan razı pisun). Hepsinden ders
okudu, feyz aldı. İnsanların ihtilaf ettikleri meseleler rey fıkhını öğrendi.
Hz. Peygamberin (Ona salat ve selam oisun) hadislerini dinleyip belledi. Fıkıh
ve hadis ilimlerinde onlarda yetişti. Böylece iyi belleyen bir hadis alimi,
keskin bakışlı; aydm görüşlü bir fıkıh üstadı oldu. Rey'de aşırı gidip, atak
koşan biri olmadığı gibi sırf nassfar etrafında toplanıp onların ötesine
geçmeyen biri de kalmadı. Şu da var ki alimi, sadecehocaları yetiştirmez, onun
müstakil çalışması, incelemeleri en büyük kaynak olup ilmi varlığını onlar
oluşturdu.
[1] Bak, fntikâ, Medârik, Tezyinül-Memâlik, Zevavî,
Menakıb-ı Mâlik, Dübac, Muvatta Şerhi Mu-kaddemesi.
[2] Süyuti, Tezyinül-Memâlik.
[3] Zevâvi, Menâkıb, S. 6
[4] Kadı, Medârik, S. 210
[5] Zevâvi, Menâktb, 41
[6] Kadı, Medârik, Dibac, 15
[7] Fıkıh tarihinde Tabiînden yedi fakih denen zatlar
şunlardır. Sa'id b. Müseyyeb, Un/e b. Zübeyir, Kasım b. Muhammed, Harice b.
Zeyd, Ebû Bekir b. Abdurrahman, Süleyman b. Yesar, Abdullah b. Abdullah.
Ashabın içinde de yedi fakih denen zatlar şunlardır. Hz, Ömer, Hz. Ali, Zeyd b.
Sabit, Hz. Aişe, Abdullah ibni Ömer, Abdullah ibni Mes'ud Abdullah ibni Amr
[8] Medârik, 178
[9] İmam Mâlik Muvâtta'ında ondan rivayet yapar. Adı
Abdurrahman b. Hürmüz'dür. Lakabt A'ree, künyesi Ebû Oavud olup Hâşirmlerin
azadlıstdır. Hadisti olup Ebû Hureyre ve Ebû Sa'id Hudrîden, Muaviyeden rivayet
eder. Zühri, Ebû Zübeyr ve bir çokları ondan rivayet yapmış, 117 yılında öldü.
[10] Leys'in Mâtik'e Risalesi. Tamamı ileride verilecektir.
[11] Kadı, Medârik, S. 116.
[12] Aynı Kaynak, S. 117.
[13] Kadı, Medârik, S. 141
[14] ibni Kuteybe, Maarif.
[15] Hazrsci, Tezhibu Tehzibil-Kemal, C. II. S. 264
[16] Aynı Kaynak.
[17] İbni Nedim, Fihrist, S. 285
[18] Zevâvî, Menâkıbı İmam Mâlik. 116
[19] Zevâvî, Menakıb, S. 43
[20] Kadı, Medârik, S. 38
[21] Abdülaziz b. Abdullah b. Ebl Seleme 164 H. yılında
Bağdad'da öldü. O zaınan Mehdi halifeydi, cenaze namazını o kıldırdı. Orada
Kureyş mezarlığına gömüldü. Çünki Kureyş Mevalisinden idi.
[22] İntikâ, 26
Medârik, 133, Zevâvî, Menâkıb, 12.