1- İmam Mâlik Hadis Ve Fıkıhtan
Başkasına İltifat Etmedi:
2- Onun Çağında Hilafet Çekişmeleri:
3- Sünnete Bağlılığı, İnanç Hakkındaki Sözleri:
4- Bid'at Tartışmalardan Çekinir,
Selef Yolunu Tutardı:
İmam
Mâlik, hem hadis âlimi ve hem fakihtir. O, bu iki
vasıftan başka bir sıfat aramadı. Çünki o kitap ve
sünnet ilmincjen ve Selef-i Salih'in yolundan başka birşey istemiyordu. O araştırıcı bir hadis alimi, rivayet
erbabını inceleyici bir münakkıddı. Hz. Peygamberin hadisle-riyle Kur'an-ı Kerim'i tevfika çok önem
verirdi. Fıkıhta müracaat olunan bir imamdı. Görüşler onun rey'ile
ölçülürdü. O hükümlerini önce Kur'andan alır, sonra
sünnete bakar, sonra da selefin kavillerinden, yargılarından faydalanırdı.
Karşılaştığı olayları, bildiklerinin ışığında inceler ve düşünen bir akıl,
anlayan bir zeka, keskin bir basiretle onları çözerdi. O, Selef-i Sâlihin ilmine dayanamayan bilgiye önem vermezdi, Ehli-hevanın, sapıkların görüşlerine bakmazdı, muhtelif
fırkalardan hiçbiriyle tartışmaya girmedi, onların düşüncelerini kaale almadı, onların sözlerini hiçe sayıp cevaba bile
tenezzül etmedi, unları daldıkları sapık vadide kendi başlarına bıraktı.
Gerçekten
o zaman Medine'de, İmam Mâlik'in sevip sarıldığı hadis ilminden başka ilim
yoktu: Fıkıh ilmi, Hz. Peygamber Aleyhisselam'ın
ashabından ve tabiilerinden naklolunan bu zengin servete dayanıyordu. Medine-i
Münevvere İslama karışan çeşidli
cereyanlardan, sapık eğilimlerden uzaktı. Yeni çıkan bu fikir çalkantılarından
en keskin akıl bile bocalar, kuvvetli imanı olmıyan
şaşırırdı. Bu hareketler, Basra ve Küfede çoktu, Şam ve diğer yerlerde de
vardı. Ancak Peygamber şehri olan Medine bunlardan uzaktı, kurtulmuştu. Bununla
beraber,. bunlara dair haberler Hicaz'a da ulaşıyordu. Çünki
bunlardan hacca gelenler oluyor orada kendi görüşlerine dair konuşuyorlardı.
Onun için İmam Mâlik'ten onlar hakkında bazı sözler nakil olunmaktadır. Bazısında
onlardan sakındırıyor, bazısı onları mü'min saymak
hususunda, onların konularını ele alıp tartışmada. Fakat bunlar selef yoluyla
yapılıyor, bid'at yoluyla değil. Bu bakımdan, bu
muhtelif fırkaların ortaya attıkları inanç meselelerine dair İmam Mâlik'in bir
takım sözleri nakil olunmaktadır. Ancak ö bunları, mücerred,
akli nazariyelere göre ele alan kelam uleması gibi değil, Selef-i Salih
usulüyle işlemektedir.
İmam
Mâlik'in yaşadığı çağ, hilafet çekişmelerinin çalkalandıği
bir devirdir. Dünyaya gözlerini açtığı zaman kulağına, Abdüimelik
b. Mervan ile Abdullah İbni
Zübeyr arasında hilafet için kanlt
çarpışmaların haberleri çalındı. İslam diyarı, Müslüman kanıyla bulandıktan,
gökler feryad ve figanla dolduktan sonra, hakimiyetin
Mervan oğluna, yani Emeviiere
geçtiğini gördü. Haricilerin isyanlarına şahid oldu. Onların inançlarını öğrendi. Hz. Fatıma sülalesinden Hz. Ali evladlarının hilafet
davasıyla Emevüere karşı gelmelerini, Abbasilerin, Emevi Devletini yenip hakimiyeti ele geçirmelerini, sonra
da ikisi de aynı hanedandan oldukları halde Abbasilerin, amca oğulları Hz. Ali evladına karşı sert davranışlarını, bunları hep
gördü. İmam Mâlik bu haberler içinde boğuldu. Medine'nin bir defa Haricilerin
eline geçtiğini gördü. Bir defasında Hz. Ali evladından Nefs-i Zekiyye denen Muhammed b. Abdullah b. Hz.
Hasan'ın idaresine geçtiğine şahid
oldu ve bu defa Medinelilerin Emeviiere verdikleri
biati bozarak Nefs~i Zekiyye'ye
biatin helal olduğuna dair fetva vermiş olmakla itham olundu. Ve İmam Mâlik
daima Selef-i Salih'in yolundaydı. Onların ise, etrafında çekişmeler ve
tartışmalar olan bu niza'lı mesele hakkında bir tutumları vardı. O, elbet bu
kendi usulüne göre bu yolu incelemiş ve tutumunu çizmiştir. Bu mesele hakkırıda asla fitne uyandırmamak ve' buna karışmamak, Ancakbu hususta fitneden kaçındığında, kendi kanaatini
açıklamaktan son derece sakınırdı. Çünki uzak, yakın
bütün İslam aleminde onun yüksek ve itibarlı bir mevkii vardı. Taraflar onun
sözlerini propaganda âleti yapmalanndan korkardi. Onun kanama göre, ortada hakim olan idare ne
kadar batı! ve bozuk da oisa, kopacak fitne ondan
daha kötüdür. Onun için hilafet konusunda onun açık görüşünü belirten sözler
naklolunmamıştır. Bize' ulaşan sözler çok azdır ve açîk
değildir. Bununla beraber, az da olsalar, onları kısaca incelememiz gerekir.
Onun
için önce onun inanca dair sözlerini sonrada hilafet hakkındaki görüşünü
öğrenelim.
İmam
Mâlik'in (Allah ondan razı olsun) sık sık şairin şu
beytini tekrarladığı söylenir:
«Dünyada
en hayırlı İş sünnete uygun olandır. En kötü şey de sonradan çıkan bid'atlardir.»[1] Ömer
b. Abdülaziz'in sünnet hakkındaki sözünü ezberlemiş ve her münasebetle onu
söylerdi. O adil halife şöyle demişti: Hz. Peygam-ber'in birtakım sünnetleri
var, ondan sonra gelen emir sahiplerinin tuttukları bir yol var: Onları almak
ve onlara uymak, Allah'ın kitabına tâbi olmaktır, Allah'a itaati tamamlamaktır,
Allah'ın dinini kuvvetlendirmektir. Kimse onları değiştiremez, onlara muhalif
iş tutamaz.Onlara uyan hidayettedir, onlara uyan yardım görür, onları bırakan, mü'mihlerden başkasının yolunu tutmuş olur. Allah onu kendi
haline bırakır ve cehenneme sokar, orası ne kötü yerdir.»
İmam
Mâlik bu sözleri nakleder, onları söylediği zaman neşesinden sevinerek tasdik
ettiği görülürdü.[2]
Bundan
dolayı, İslam'da baş gösteren yeni fırkaların akaid
hakkındaki sözlerine kızar, hoşlanmazdı. Çünki onlar
Selef-İ Salih'in tanımadığı şeyleri kurcalıyorlardı. Onları karıştırmak
İslam'ın yararına birşey değildi. Onlar mücerred akil görüşe dayanır, cedel
ve niza dolu tartışmalı şeylerdi. Selef-i Salih'in yolu bu değildi. Dini rehbertutmaymca, akıl ıssız çöle düşmüş gibi olur. Orada
yürüyen şaşırır. Gece karanlığında odun toplayana döner. Onun için bu
fırkalardan uzak durdu, onların yoluna uymadı. Ebû Talîb Mekkî, bu hususta şöyle
der: «İmam Mâlik kelamcıların yolundan en uzak olandı. O, sahabe ve Tabiinden
Selef-i Salih'in yoiunu tutmuştur.» Adamın birisi ona
ehli sünneti sordu. O da sünnet ehli: Ne Cehmidîr, ne
Rafızldir, ne de Kaderi olur cevabını verdi. Muhtelif
fırkaların kurcalayıp daldıktan meselelerde den biri kendisine sorulunca ya hiç cevap vermez, yahut kısa cevap verirdi. Münakaşadan
kaçınmak için böyle yapardı. Onun kısaca vermiş olduğu cevaplar da esere
dayanırdı. Kitap ve sünnetten bir nass bulamadığı
zaman kendine çizmiş olduğu yoldan ayrılmaz, selefe uyardı. Süfyan
b. Uyeyne der ki: Bir kişi İmam Mâlik'e şunu sordu:
Allah, arşa istiva etti, ayet böyle diyor. Nasıl istiva etti? İmam Mâlik uzun
süre düşündü, alnında iri iri terler belirdi.
Mâlik'in bu sözden alındığı kadar hiç bir şeye böyle alındığını görmemiştim.
Yanındakiler ne diyecek diye beklemeye başladılar. Sonra bu hat geçince «İsitvâ malûm, fakat onun istivasını akıl kavrayamaz, bunu
sormak da bid'attır, buna iman ise farzdır, ben seni
şaşırmış görüyorum,» dedi. Adam ona şöyle hitabetti:
«—
Ey Ebû Abdullah, ondan başka Tanrı olmayan Ulu
Allah'a and olsun ki, bu soruyu Basralılara, Kûfelilere ve Irak ehline sordum. Senin kadar hiç birinden
uygun bir cevap alamadım» dedi.[3]
Onun
araştırma ve öğretileri böyle nassların delaletine
dayalıydı.Kur'an-ı Kerim'in ve hadis-i şeriflerin
lafızlarının, özellikle inanç hakkında olanların açık manasından öte geçmezdi. Çağında tartışmalı olan nice mesele sorulunca,
cevabı hep bu yolda olurdu.
Çağındaki
tartışmalardan bir kısmı şunlardı: İman artar veya eksilir mi? İmanın hakikati
nedir? O kavil ve amel midir, yoksa sadece itikad
mıdır? İnsanların fi'tinin haliki
kimdir? Büyük günah işleyen imandan çıkar mı, çıkmaz mı? Ahirette
Allah'ı görmek mümkün mü, yoksa değil mi? Kur'an
mahlûk mu, değil mi? Bunların hepsi ona derslerinde soruldu. Bunlara cevap
Selef-i Salih'in yolunda ve kısa oldu. Nass'ı zahiri
üzere anlar, ötesine geçmezdi. Aklın çözemeyeceği bir
tarzda müna-Jjaşalara
dalmaz, tartışmaya girmezdi.