26- Hadislerin Toplanıp Yazılmasına
Doğru:
28- Muvatta'i Yazma Sebepleri:
29- Ebû Cafer'in Halkı Muvatta'da
Toplamak Düşüncesi:
30-Ebû Cafer'in Medine İlmine Verdiği
Önem:
32- Mehdi ve Harun Resi d de Muvatta'i Takdir ettiler:
34- Hadis Kabulündeki Şartları:
35- Hadis Metinlerini de İyice
Arardı:
37- Muvatta'dan Bazı Fıkıh
Meseleleri:
38- Fıkıh Yönünden Muvatta'ın Önemi:
39- Muvatta'daki Hadislerin
Nev'ileri:
40- Muvatta'daki Hadislerin Sayısı:
42- Muvatta'ın İki Rivayet Yoluyla
Nakli:
Muvatta'
kitabı, İslam'da yazarına nisbeti sahih ve sabit olan ilk eser sayılır.[1]
Nesilden nesile ulaşan, elden ele dolaşan bu eser günümüze kadar gelmiştir.
Onun İmam Mâlikin eseri olduğunda asla şüphe yoktur. O hadis ve fıkha dair
yazılan ilk kitap sayılır. Ondan önce insanlar, kitaptan, yazıdan daha çok
hafızaya itimad ederlerdi. İlim öğrenirken üstaddan dinler ve bellerlerdi, ilim
şifahi yolla alınırdı, yazı azdı. Daha önce belirttiğimiz gibi, hususi surette
yazılmış bazı mecmualar vardı. Asıl hakkıyle te'lif ve tedvin Muvatta' ile
başlamıştır, mevsuk kimseler böyle diyorlar. Hadis ve fıkıhta vukuf sahibi
olanlar böyle söylüyorlar. İbni Hacer, Buhari şerhi olan Fethul-Bârî adlı
mükemmel eserinin mukaddemesinde şöyle der:
«Bilmiş
ol ki, Hz. Peygamber Aleyhisselam'ın âsârı sahabe ve Tabiin çağlarında tertib
olunarak mecmualar .halinde tedvin edilmiş değildi. Bunun iki sebebi vardı:
a- Çünki onlar bidayette bundan nehyolunmuşlardı, zira yazılırsa
bazısının Kur'an-ı Kerim'e karışması endişesi mevcuttu.
b- Onların hafızaları çok kuvvetliydi, zihinleri keskin ve berraktı. Çoğu
yazma bilmiyorlardı. Tâbi'în çağının sonuna doğru hadislerin yazılmasına,
haberlerin toplanmasına başlandı. Ulema büyük İslam merkezlerine yayıldı,
Hariciler ve Rafaziler ve kader inkarcıları, bid'at-ları çıkarıp uydurmaya
başlayınca, hadisleri tesbit zorunlu oldu. İlk toplayan Rebi' b. Subeyh ve Said
b. Ebû Urve ve diğerleri olmuştur. Her babı ayrı ayrı yazarlardı. Sonra üçüncü
tabaka geldi. Onlar ahkam hadislerini yazdılar. İmam Mâlik Muvatta'i yazdı.
Bunda Hicaz ehlinin eri kuvvetli hadislerini almaya dikkat etti, sahabe
kavillerini. Tabiin fetvalarını da kattı.»[2]
Tarih
bize, hadis ve fıkha dair yazılmış ve bugüne kadar okuna gelmiş, Muvatta'den
daha eski bir esertakdim etmiyor. İmam Mâlik'in çağı te'lif çağıydı. Çünki
fırkalar, Mâlik gibi esercilerin tabiriyle heva ehli, söylediklerini,
düşündüklerini yazıyorlar, onları savunuyorlardı. Hadis uleması da, hadisleri
toplayıp sahabe ve tabiin kavillerini yazmaları gerekiyordu. Çünki hafızalar,
bellenmesi çok olan şeylerin altında ezilmeye başlamıştı, yazının yardımına
koşmak gerekti. Sbnî Şihab Zühri, talebesini, unutmasınlar diye işittiklerini
yazmaya teşvik ederdi. Muhtelif fırkaların birçok hadis iddiaları, sahihini
çürüğünden ayırmak için hadislerin yazılmasını gerektirdi, tâ ki insanlar
bilsinler de şaşırmasınlar.
Hicaz
ehli hadislerini, Sahabe ve Tabiin fetvalarını yazmaya önce Mâlik başladı.
Yukarıda belirttiğimiz gibi müslümanların salâhı ve İslamı himaye İçin Ömer b.
Abdulaziz sahih hadisleri, Medine'de ma'ruf olan Sahabe ve Tabiî fetvalarını
yazdırmak istedi, Zürkânî, Muvatta1 şerhinde şöyle der: «Sahabe ve Tabiin
hadisleri yazmazlar. Onları sözle ifade ederler, bellerlerdi, ancak zekata ait
olanlar yazılırdı ve araştırıcı gayet az bir şey yazılı bulabilir. Ulema ölmeye
başlayınca bunların unutulup kaybolmasından korkuldu, bunun üzerine Ömer b.
Abdulaziz, Ebû Bekir Hazmi'ye sünnet ve hadise dair ne varsa yazmasını emretti.
Mâlik Muvatta1 da Muhammed b. Hasan rivayetiyle der ki: «Yahya b. Said bize
şunu haber verdi: Ömer b. Abdulaziz, Ebû Bekir Muhammed b. Hazm'e yazılı emir
vererek: Hz. Peygamber Aleyhisselam'm sünnet ve hadislerinden ne varsa onları
yaz, çünki ben ilmin sönmesinden, ulemanın gitmesinden endişeliyim, dedi.»[3]
Demek,
Mâlikten önce, Hz. Peygamber Aleyhisselam'ın hadislerini, Sahabe ve Tâbi'in
kavillerini yazmaya yönelik bir hareket vardı. Mâlik'den önce bunları cern'e
başlayan olmuştu Onun akranlarından bazıları Hicaz fıkhına ait meseleleri toplamış
ve yazmıştı. İnsanlar bunlan o zaman okuyordu. Rivayete göre Abdulaziz b.
Mâ'cişûn, ilk önce Muvatta' işine başlamış, Medine ehlinin ittifak ettiklerini
toplamış, Mâlik bunu görmüş, hadisle başlamamış diye onu tenkid etmiş. Suyûti
bunu İbni Abdulber'den şöyle nakleder: «Muvatta' tarzında Medine de ilk kitap
yazan, Medine ehlinin icma' ettiklerini toplayan Abdulaziz b. Abdullah b. Ebû
Seleme Macişûn olmuştur. Bunu hadissiz yaptı. İmam Mâük'e gösterdi. Mâlik ona
bakınca: Ne güzel bir iş bu, eğer ben yapmış olsaydım. Hadisle başlardım, dedi.[4]
İmam
Mâlik'in Muvatta'i yazmasına sebep ve örnekler var. Başkaları ehli Medine'nin
icma' ettikleri fıkıh meselelerini bablara göre toplamış ye yazmış
bulunuyordu. Başkaları madem ki, onun istediği gibi güzel ve örnek bir yol
tutmamışlardı, o beğendiği yolda yazabilirdi ve yazdı. O kitabını yazdığı
zaman, onun kitabına benzer kitaplar vardı, hatta ona: Kendini bu kitapla
meşgul ettin, başkaları bunda sana ortak oldu, onun mislini yaptılar, denildi.
«Bana onu getirin» dedi. Getirdiler. Bakınca: «Bununla Allah rızası gözetilmiş
değil.» dedi.
Ne
olursa olsun, Mâlik'in Muvatta'inden başka hiçbir kitaba onun kadar yayılma ve
duyulma, okunup tutunma nasib olmamıştır. O nesiller boyunca kalmış,
yüzyılları eskitmiş, fakat asla eskimemiş, sahibinin yazdığı tazelik ile bize
kadar gelmiştir. Onun için diyoruz ki, o islamda ilk tedvin olunan, yazılan ve
günümüze kadar baki kalan bir eserdir.
Muvatta' yazılması zamanın icabı, ve
sebeplerin mahsulüdür. Mâ-llik'ten önce ulema ve halifeler, Medine ilminin
toplanmasını arzu etmişlerdi. Onun çağında ulema bu tutum içindeydi. O fetva
vermede bu yüksek seviyeye gelip,her taraftan ilim talebesinin kendisine
koştuğu bir alim olunca hicret yurdu Medine'nin rakipsiz tek imamı sayıldı.
Artık Medine ehlinin Hadislerini, Sahabe ve Tâbi'in kavillerini, umumi bir
ifadeyle, Medine ilmini toplayıp yazması gerekiyordu. Daha önce bunu ondan adil
halife Ömer. b. Abdulaziz istemişti. Bu umulan bir emel olmuştu. Artık bu
meyvenin devşirilmesi zamanı gelmişti, rüzgar onu savurup dağıtmadan
derlemeliydi. Onun için Muvatta'i yazmaya koyuldu. Tarihçiler derler ki:
«Mâlik'in Muvatta'i yazması, halife Ebû Cafer Mansur'un isteği üzerine
olmuştur. Ebû Cafer Mâlik'e dedi ki, bir kitap yazda insanları ondakiler
üzerine toplayalım. Ey Ebû Abdullah, bu işi yap, kitabı yaz. Ancak onda
Abdullah İbni Ömer'in şiddetinden, İbni Abbas'ın ruhsatlarından, İbni Mes'ud'un
şazlarından kaçın, işlerin ortasını bul, orta bir tutum içinde ol, ashabın
icma' ettiklerini al.»
Rivayete
göre Ebû Cafer ile arasında kitaptan maksat hususunda anlaşmazlık çıktı. Ebü
Cafer: «Ey Ebû Abdullah, onda ilmi tek hale getir,» dedi. Mâlik cevap verdi:
«Hz. Peygamber Aleyhisselam'ın ashabı muhtelif ülkelere dağıldılar. Her biri
zamanında uygun gördüğü üzere fetva verdi. Mekke ehlinin bir türlü kavli var,
Medine ehlinin kavli var, Irak ehlinin başka türlü kavli var, deyince Ebû Cafer
şöyle dedi:
—
Irak ehli diyorsun, onlardan hiçbir fidye ve ödün kabul etmem. İlim, Medine
ehlinin ilmidir. İnsanlara ilim ver.
—
Irak ehli bizim ilmimize razı olmazlar, deyince, Ebû Cafer:
—
Onların üzerinde kılıç sallanır, sırtları Kırbaçta okşanır dedi.[5]
Demek
Ebû Cafer de, Ömer b. Abdulaziz gibi Medine ilmini toplamayı düşünüyor. O Ebû
Bekir Hazmi'ye bunu emretmişti, bu da İmam Mâlik'e emrediyor. İmam Mâlik için,
Medine ilmi zayi' olmak endişesi sebebiyle yazmak şartları kendiliğinden
oluşunca, halifenin isteği bu işi çabuklaştırıcı iyi bir amil oldu. Halifenin
ilmi toplama emri, ulemanın ölümüyle ilmin zayi olması endişesi değildi. Onun
maksadı başkaydı. O, bütün ülkede mahkemeleri, yargıyı birleştirmek, tevhid
kaza istiyordu. Ebû Cafer devrinde bu, üzerinde çok düşünülen bir konu olmuştu.
Çünki fukaha arasında ayrı görüşler ufku genişlemiş, birbirine aykırı hükümler
çoğalmıştı. Yargıda bu ihtilaflardan kurtulmanın tek çaresi, sünneti toplamak,
fukaha kavillerinden orta bir yol seçmek idi. Bu yargı mezhebi olacak, kadılar
ona göre hüküm verecek, meseleler buna uyacaktı. Bunu daha önce Abdullah İbnî
Mukaffa' Mansur a arz ve teklif etmişti. Bu konuda dediklerinden bir kısmını
nakledelim:
«Emir'ül-MümirYin'in
dikkat edeceği bir husus da birbirine zıd olan bu hüküm İhtilaflıdır. Bu
ihtilaflar kan, namus ve mal hususlarında büyük bir hale ulaştı. Hıre'de helal
sayılan kan ve ırz Küf e'de haram deniyor. Aynı ihtilaf Kûfe'nin içinde de
oluyor. Bir tarafında helal sayılan, diğer tarafında haram.deniyor. Renklerinin
çokluğuyla beraber bu farklılık müslümaniann kan ve ırzları hakkında kadıların
hükmüyle nafiz olmaktadır. Onların hükmü yürümektedir. Irak ehli ve Hicaz ehli
bunda hayrettedir. Biri diğeriyle alay ediyor sanki. Öyle işler oluyor ki, bunu
işiten aktı başındaki kimse, bundan tiksinir. Sünnete uyduklarını iddia eden,
sünnetten olmayanı sünnet yapıyor. Sünnet zannettiği şeye göre delilsiz ve
huccetsiz kan döküyor. Kendisine bu nasıl olur diye sorulunca, Hz. Peygamber
zamanında ve ondan sonra adi! imamlar devrinde buna benzer yolda kan döktü
dersen, bunu Abdulmelik b. Mervan işledi veya bu gibi emirlerden biri yaptı,
derler. Rey'e göre amel edenlere gelince, onlar da Rey'e o kadar bağlı ki,
büyük büyük işlerde öyle şeyler söylüyorlar ki, müslümanlardan hiç biri onlara
bunda muvafakat etmez. Bunda yalnız kalmaktan hiç korkmaz ve hükmünü geçirir. O
kendi Rey'ine saplanmıştır. Ne kitaba bakar, ne de sünnete.»
«Emir'ül-Müminîn
emir buyursalar da bu kaza ve yargılar, bu muhtelif tutumlar birleşse, bunlar
kitap halinde toplansa herkes sünnet ve kıyasa göre bunları delil tutsa ne
olur. Sonra Emir'ül-Mü'minin bunlara baksa da her meselede Allah'ın kendisine
ilham eylediği görüşünü beyan ve karar verdiğini emir ile, onun hilafına yargı
hükmüne nehyet-se, bu konuda derli toplu ve azimli bir kitap yazsa uygun olur.
Emelimiz odur ki, Allah Teala bu karmakarışık hükümleri hatadan salim doğru bir
hüküm haline koysun. Yine emelimiz o dur ki, birlik halindeki tutum,
Emir'ül-Mü'minin Rey'iyle birleşerek onun lisaniyle gerçekleşsin. Sonra bu bir
halifeye dehr boyuna devam etsin, inşaallah.»[6]
Görüldüğü
üzere Tevhid-i kaza, yani yargıları bir rey'de toplama fikri, o zaman
düşünürlerce ele alınmıştı. Çünki fukahanın muhtelif görüşleri yüzünden yargı
hükümleri çeşitli, hatta birbirine aykırı oluyordu. İbni Mukaffam düşüncesine
göre tevhid-i kaza için her taifenin muhtelif Reyleri bir araya toplanır,
halife bunların arasında sünnete en yakın, maslahata uygun olanları seçer ve
yürürlüğe kor.[7] Halife Ebû Cafer Mansur bu
fikri benimsedi. O Medine ilmini toplamaya yöneldi. Onu bir kanun halinde
kazada rehber olmak üzere sunacaktt. Çünki Medine ilmi sünnete en yakın
olandır. Öyle anlaşılıyor ki, o Medine ilmine vakıftı. Zira kendisini zaman
zaman tenkid eden Irakltlar'a ve fukahasına olan nefreti, sadece Medine ilmine
yönelmeye sevketmişti. Onun için İmam Mâlik'ten Medine ilmini toplamasını
istedi. Mâlik buna itiraz etti. Çünki kendi görüşlerini insanlara kabul ettirme
durumuna düşmek istemiyordu, onlara ashabdan, onun Rey'inden başka türlü bir
ilim gelmiş olabilirdi, ve bütün ülkedeki işlerin sorumluluğunu tekbaşına
yüklenmekten korkusu vardı.
Muvatta'in
yazılması için şartlar uygundu.. Mâlik'in hazır olduğu bu sırada halifenin
isteği de buna uygun düştü. Mâlik buna olumlu bir cevap olarak yazmaya başladı.
Fakat Ebû Cafer hayatta iken kitabın tamamlanması mukadder değilmiş. Muvatta'in
yazılması Hicri 159 yılında tamamlandı, yani Mansur'un ölümünden sonra tamam
oldu. Bazıları son günlerinde, derler. Ömer b. Abdulaziz'in isteği üzerine
Hadisleri toplayan Ebû Bekir b. Hazm'dabu işi onun ölümünden sonra yapmıştı.
İmam
Mâlik, onu yazmak, düzeltmek için uzun zaman sarf etti. Nihayet tamamlayıp
halka sundu. Ebû Cafer onu yazmasını 148 Hicri yılında istemişti.[8] Halka
arzedip sunulması 159 yılında oldu. İstek ile neşir arasında 11 yıl kadar bir
vakit var ki, bu süre Mâlik onun cem'ile incelemesiyle meşguloldu. Denildiğine
göre o, ölümüne kadar hep onu tetkik ve tenkıh etmeye devam etti. Onu her eline
aldığında, önce koyduğu birşey hazf ederdi.
Ebû
Cafer kitabı görmedi, onun tamamlanmasından önce öldü. Ondan sonra gelen
halifeler de, onun görüşüne katıldılar, onu uygun buldular. Oğlu Mehdide babası
gibi düşündü,sonraHarun Reşid de aynı görüşteydi. O her İslam merkezine ondan
birer nüsha göndermek ve yargıların ona göre olması düşüncesiydi. Mehdi ve
Reşid her İkisi Mâlik'ten bunu istediler. Fakat İmam Mâlik buna şiddetle karşı
çıktı.
Medârik
der'ki: «Rivayete göre, Mehdi ona, bir kitap yaz da insanlara onu kabul
ettireyim, ona uymalarını isteyeyim dedi.
Mâlik
ona şöyle cevap verdi:
—
Şu ülke, yani Mağrib, ben ona yeterim, onlar benim. Şam'a, Suriye'ye gelince
orada Evzaâî gibi bir alim var. Irak ehline gelince, onlar bildiğin Irak ehli,
kimseye bakmazlar.[9]
Suyûti,
Mâlik'in menâkıbinde şöyle der; «Ebû Nuaym, Hilyesinde Abdullah b.
Abdulhakemiden şunu nakleder, o demiştir ki: «Mâlik İbni Enes şöyle derken
işittim>«Harun Reşit üç şeyde benimle İstişare etti: Muvatta'i Kabe'ye asıp
insanları ona uymaya sevketmek; Hz. Peygamber'in Minberini bozup altun, gümüş
ve cevherden yapmak. Buna cevaben dedim ki: Ya Emir'ül-Müminin, Muvatta’i
Kabe'ye asmak olmaz, Ashab-ı Kiram fer'i meselelerde ihtilaf ettiler, ülkeye
dağıldılar, herkes kendine göre isabetlidir. Minberi bozmak doğru değildir,
müs-lümanları Hz. Peygamber'in eserinden mahrum bırakmak olmaz. Naîi'i imam
yapmaya gelince, o kıra'ette imamdır, mihrabda herhangi bir kıraet üzere okur,
öylece hıfz edilir.» Bunun üzerinde Reşid: «Allah seni muvaffak kılsın, ey Ebû
Abdullah dedi.»
İmam
Mâlik, yargı ve hükümlerin ihtilaflı olmasına, İbni Mukaff gibi bakmıyordu. Ona
göre hükümler her ülkenin örf ve adetine uygun olmak için muhtelif olmak
zarureti vardır, ancak bunlar kitap ve sünnete muhalif olmaması lazımdır.
İnsanlara darlık değil, genişlik vermek lazımdır. Harun Reşid ona Muvatta'i
halka arzetmek istediğini tekrarlayınca bir defasında şöyle dedi:
—
Ya Emir'ül-Mü'minin, ulemanın ihtilafı bu ümmet için bir nevi rahmettir,
genişlik verir. Her biri kendince sahih olana tâbi oluyor. Hepsi hidayet
üzeredir, hepsi Allah'ın rızasını diler.»[10]
İmam
Mâlik'i Muvatta'i yazmaya sevkeden sebepler bunlar. Halifeler onu yazmasını
istediler, kadılara hükümlerinde merci' olmak üzere onu kanun yapmak istediler,
Mâlik buna razı olmadı, bunun müslüman-ların maslihatına olmayacağını anlattı
ve bunun sünnete uygun görmediğini de belirtti. Bunları bir bir öğrendik. Şimdi
de İmam Mâiik'in Muvatta'i toplayıp yazmadaki metodunu anlatmak istiyoruz.
İmam
Mâlik'in bu kitaptaki tutumu, kitabı toplayıp yazmaktan maksadına uygun
olmuştur. Onun maksadı, ondan sonra yazılan hadis kitaplarında olduğu gibi,
sahih olan hadisleri toplamak değil, belki Medine fıkhını bir kitapta derleyip
toplamaktı. Kitabın oturduğu temel, hadis, sünnet ve fıkıhtır. Onun için
bakıyoruz fıkıh mevzuuna dair hadisi alıyor, sonra Medine ehlinin amelini
zikrediyor, sonra da TâbiVinin ve fıkıh elinin görüşlerine yer veriyor. Eğer
mesele hakkında bunlardan bir eser yoksa, birşey bulamazsa, o zaman bildiği
hadislerin, fetvaların ışığı altında Reyiyle ictihad ediyor, görüşünü
belirtiyor. Böyle olunca kitap sadece ona göre sahih olan hadisleri içine alan
bir hadis mecmuası, halka sunmak istediği bir hadis kitabı değil, belki sahabe
ve Tâbi'inin görüşlerini, bu kitapta zikretmek istediği şeyleri de ihtiva eden
bir kitaptır. Önce onun hadis rivayetindeki metodunu, sonra yazdığı Reyleri
derlemedeki tutumunu görelim:
İmam
Mâlik'in hadisleri derleyip seçmedeki tutumu, ravilerin halini iyi bilen bir
araştırıcının yoludur. Ebû Hanif e, hadislerin fıkıh manalarını bilmekle,
onları fıkhı gayelerine göre yorumlamakla şöhret bulunduğu gibi, İmam Mâlik de
hadis ravilerini çok iyi tanımakla, hadisleri kitap ve meşhur sünnete göre
ölçüp mukayese yapmakla, şöhret bulmuştur. Medine ehlinin amelini en iyi
bilir. İmam Mâlik, Hadis ravilerini, çok sıkı bir surette eleştirip araştıran
ilk zat olmuştur. Hadis ulemasının en büyük emelleri, hadis, ricalini, ravileri
incelemek, onların adi, zabt ve hıfz yönlerini araştırmak olduysa, bu yolu ilk
açan Mâlik olmuştur, onlar onun yolunu tutmuşlardır. Rivayete salih kimselerde
aranacak şartları o tesbit etmiştir. Kimin hadisi kabul olunur, kimin
reddolunur, ölçü veriyor. Bu konuda şöyle der: «Dört kişiden ilim alınmaz;
Sefihten alınmaz, bid'ata çağıran heva ve heves sahibinden alınmaz, insanlara
yalan söyleyen yalancıdan alınmaz, her ne kadar hadiste yalanla itham edilmese
de; bir ihtiyar, her ne kadar fazilet sahibi, salih ve âbid bir kimse de olsa,
ne dediğini bilmez bir hale geldiyse ondan alınmaz.»[11]
Görüldüğü üzere o, hadisin kabulü için ravinin
adalet ve zabt sahibi olmasını yeterli bulmuyor, naklettiğini ölçer nitelikte
olmasını, kendisine nakledenin halinin malum bulunmasını şart koşuyor. Bundan
dolayı, fazilet ve salah sahibi olan, takvası bilinen nicelerinin hadislerini
reddetmiştir. Şöyle derdi: «Bu beldede öyle mübarek kişiler gördüm ki, eğer
onların namına yağmur duası yapılsa, yağmur yağar, birçok ilim ve !; hadis
dinlediler, fakat ben onlardan birşey nakil ve rivayet etmedim, î!Onlar
gerçekten Allah'tan korkan kişilerdi. Fakat bu iş yani hadis ve ffetva, zühd ve
takva ile beraber ilim, anlayış ve dikkat ister. Kafasına l'girip çıkanı
bilmelidir. Dikkat ve ma'rifet sahibi olmıyan kimseden istifade edilmez, o
delil olamaz. Ondan ilim ve hadis alınmaz.[12]
Bunun için salah ve takva sahibi oldukları
halde bir çoklarından Rivayet yapmadı, çünki hıfz ve zabt sahibi değildiler.
Şöyle derdi: «Bu !ilim dindir, onu kimden aldığınıza dikkat edin. Mescidin
sütunlarına işaret ederek. Ben bu direklerin dinde: Hz. Peygamber şöyle buyurdu
diyen yetmiş kişiye yetiştim, fakat onlardan birşey almadım. Eğer onlardan
birine Beytülmal-Devlet Hazinesi emanet edilip teslim olunsa, emin elde olurdu.
Fakat onlar bu işin ehli değildiler.»[13]
Rivayet
ettiği ravinin adil, zabtı kuvvetli, anlayışlı, bilirkişi olmasına (çok dikkat
ederdi. Bu şartlar uyarınca, ravileri sıkı sıkı incelerdi. Ufak bir Işüphe
üzerine rivayeti reddederdi. Şartlar tam değil zannederek bıraktıklarından,
sonradan almak sahih olacağı anlaşılanlar olurdu. Kendisi . bu hali şöyle
anlatır: «Medine ehlinden bir adam görürdüm, onda hadis var, onu almak
isterdim, fakat onu bu işe lâyık görmezdim, vazgeçerdim, sonra adam ölürdü,
ben de hadisi kaçırmış olurdum. Eyüp Sahtİ-yani'yi Mekke'de iki defa hac da
gördüm. Ondan yazmadım, üçüncü defa Zemzem kuyusu yanında gördüm, yanında
Hz.Peygamber Aley-hisselam anıldığı zaman gözlerinden yaşlar boşanırdı, bu halini
görünce ondan yazdım.»[14]
Zikrettiğimiz
şartlara göre ravilerinin mevsuk kişiler olmasına çok önem verirdi. Bir belde
ulemasının rivayetlerini tümüyle reddettiği olurdu. Ona: Irak ehlinden neye
rivayet etmiyorsun? denildi. Şu cevabı verdi: Baktım ki, onlar bize geldikleri
zaman, hadisi mevsuk olmayan kişiden alıyorlar. Kendi kendime: Onlar
memleketlerinde de böyledirler,dedim.»[15]
Onun
ravide aradığı şartlar bunlar. Hadisin metninin sıhhati için nösterdiği dikkat
ve itina ise, Hiç de bundan az değildir, Daima başkasının rivayetine uyarlı
olmasını isterdi. Onun için ravinin hali-ne olursa olsun, gan'b, başkasına
uymayan rivayetten şiddetle kaçınırdı. Ona: «falan bize garip şeyler rivayet
ediyor.» dediler. «O: Biz garip rivayetten kaçarız." dedi. Ona: «Bu hadisi
senden başkası rvayet etmiyor denildiği zaman, onu bırakırdı Ona: Bu hadisi
bid'at ehli delil olarak kullanıyorlar, denildiği zaman, ondan vazgeçerdi.»[16]
Bir
hadisi rivayet ettikten sonra da çok araştırırdı. Hatta ravide bir kusur bulur
veya hadis şaz çıkarsa çok defalar onu bıraktığı olmuştur.
Söylendiğine
göre, Muvatta'da 10 bin hadis vardı. Her sene onu gözden geçirip incelerdi ve
bir kısmını çıkarırdı. Nihayet eldeki, bize kadar gelen kaldı. Bu yüzden
talebesinden bazısı şöyle demiştir:
«Başka
insanların ilmi ziyade olup artıyor, Mâlik'in ilmi- noksanlaşıp eksiliyor.»[17]
Bazı
defa bir hadisi rivayet eder, sonra onun bir aynını bulur, fıkıhta onu almaz,
hadisten başka bir görüşü yazardı. Kendisine bu soruldu: «Ey Ebû Abdullah, ne
elersin, hadis rivayet ediyorsun, rey'in ondan başka türlü oluyor, bunun sebebi
ne?» Şu cevabı verdi: «Bana kalmış birşey değil, hadis insanlar arasında
yayılmış, birisi bana, başkasında olanı neden alıyorsun diye sormakla, beni
hedef almış olur.»[18]
Rivayet
ve dirayet yönünden İmam Mâlik'in hadise verdiği Önem böyledir. Onun için
Muvatta'daki hadislerin hepsi süzme ve seçmedir. Hadis ulemasına göre, pekazı
dışında, pndakilerin hepsi sahihtir. İbn-i Abdul-Ber, Mâlik'in hadis
rivayetindeki durumunu çok güzel tavsif eder: İmam Mâlik, hadiste o kadar titiz
davranırdı ki, şaz olanları en çok o atar, ravileri en-şiddetle o tenkid
ederdi. Az tekellüfe kaçar, en kuvvetli hıfzeden oydu. Onun için de İmam oldu.[19]
Hadisleri
itibariyle Muvatta'ın durumu böyle. Fıkha gelince ondaki hükümlerin bir kısmı
hadislerden alınmıştır, bir kısmı Medine ehliminin icma' ile alınanları
beyandır, bazıları da görüştüğü Tâbiî'nin kabul ettikleridir. Bazıları onlardan
aldığı ilim ışığıyla vardığı görüşlerdir. Bunlar kitabında, Peygamber'in
sünnetinden öğrendiklerine, Medine ehlinin icma'ına, Sahabe ve Tâbi'inin
kavillerine ve nakillerine uygundur.
Muvatta'da
fıkhı şöyle anlatır: «Kitaptakilerin çoğu, benim rey'im değil, ilim ve fazilet
ehlinin bir çoklarından duyduğum, uyulacak birer' rehber olan imamlardan
aldıklarımdır. Onlar Allah'tan korkan kişilerdi. Onlardan çok şeyler aldım.
Benim rey'imonlannrey'ininmislidir.Onların reyleri de gördükleri ashabın
reyleri gibidir. Ben de onları bu halleriyle gördüm.» İşte onların asırdan
aşıra intikal edip günümüze kadar gelen ilimleri bunlar, geçen imamlardan bir
cemaatın görüşleridir.
«Bunlar
fıkıh ve ilim erbabının ihtilâf etmeksizin icma' halinde kabul ettikleridir.
Ben kendiliğimden birşey demedim. Bunlar bizim beldemizde halkın aldığı,
âdetin câri olduğu hükümler, umumî ve hususî örflerdir. Söylediklerimin bir
kısmı, ilim ehlinin kavillerinden beğendikle-rimdir. Ulemadan işitmediklerim
hakkında, gördüklerimin mezhebi üzere ictihadlarımdır ki, bunlar da Hakka en
yakınına ulaştığıma kaniim. Ve Medine ehlinin mezhebi dışına çıkmadım. Bunları
aynen işitmemiş bile olsam görüşlerim sünnete uygundur. Ehl-i ilmin ve Hz.
Peygamberimizden biri bizim indimizde amel olunan ve doğru yolda olan imamların
rey'ine uydum ve onlardan başkasının rey'ini almadım.»[20]
Bu
özet halindeki sözler, İmam Mâlik'in ictihaddaki yolunu noksansız
göstermektedir. O ehl-i ilmin icma'ına, insanların âdetlerine, umumî ve hususi
örflere bakıp onları alıyor. Onlar da bulamazsa, yani icma'da, örfde yoksa, o
zaman ulemanın kavillerinden uygun gördüklerini alıyor. Bunlarda da bulamazsa,
o zaman kendisi ulemanın ışığında ictihade yöneliyor, benzerleri birbiriyle
ölçerek kıyas yapıyor. O, gerek içtihadında, gerek kıyaslarında, Medine ilminin
dışına çıkmaz. Ona göre bu bir rey'dir, fakat Medine ilmine uygun bir rey'dir,
bid'at değildir. Yeni bir çığır değildir. Medine ilmine garib olan birşey
değildir. Nassiarın dışında her şeyde Medine ehlince meşhur olan ilimle
mukayyed olur, Sahabe ve Tâbİ'in ilimlerine uyar, sonra onların kavillerine ve
fetvalarına göre kıyas yapar.
Şimdi
de Muvatta'dan bazı misaller sunalım: a) İrtidat eden kimsenin katlinden önce
tevbeye davet edilmesi hakkındaki hadisleri rivayet ederken şöyle der: «Malik,
Zeyd b. Es-lem'den rivayet eder: Hz. Peygamber Aleyhisselâm şöyle demiştir: Kim
ki, dinini değiştirir, onun boynunu vurun.» Bizim görüşümüze göre, Allah
doğrusunu bilir. Hz. Peygamber Aleyhisselâm'ın hadisinin manası, kim dinini
değiştirir, yani zındıklar ve benzerleri gibi İslâm'dan çıkarlarsa onlar
öldürülür, tevbe ettirilmez, çünki onların, tevbesi belli olmaz. Zira onlar
küfürlerini gizlerler, Müslümanlıklarını ilân ederler. Bana göre, onların tevbe
ettirilmesine gerek yok. Onların sözüne güvenilmez. Fakat, bir kimse İslâm'dan
çıkıp başka bir dine girerse, o tevbe ettirilir, tevbe ederse, iyi, yoksa
katlolunur. Yine bir cemaat bu hal üzere olsalar, bana göre onlar İslama davet
olunup tevbe ettirilir. Tevbe ederlerse kabul olunur. Tevbe etmezlerse
öldürülürler. Allah bilirya, Hz. Peygamber bu hadisle, Yahudilikten
Hıristiyanlığa veya Hıristiyanlıktan çıkıp Yahudiliğe girenleri kasdetmiş
değildir. Diğer bütün din erbabından dinini değiştiren birini murad etmemiştir.
Diğer din ehlinden Müslüman olanları kasdetmemiştir. Müslümanlıktan çıkıp başka
dine giren ve bunu açıklayanı murad etmiştir.»[21]
Görüyorsun
ki, hadisi gayet güzel yorumluyor ve kendi görüşünü ma'kul bir tar2da
belirtiyor. Din değiştirmekten murat, İslâm dinini bırakmak olduğunu
açıklıyor. Yoksa bundan maksad, umumî bir şekilde her dinini değiştiren murad
edilmiş olamaz. Eğer öyle denirse, şirki bırakıp İslâm'a gireni de içine alır
ki, bu makul olmayan bir şeydir. Hadisten umum mana murad olmayınca, onu
hadisin gayesine uygun bir şekilde yorumluyor ki, o da İslâm'ı bazı fesadcıların
oyuncağı olmaktan korumaktır. Çünkü bazı bozguncular, İslâm'ı yaralamak,
içinden vurmak için Müslüman oluyorlar, sonra çıkıyorlardı. Bazısı da iman İçin
değil, dünya menfaati için İslâm'a giriyorlar, sonra yine menfaat için
bırakıyorlardı. Halbuki, Hıristiyanlıktan Yahudiliğe geçen veya tersine
Yahudiyken Hıristiyan olan bunun dışındadır.
Öldürmeyi
de tevbe ile kaydediyor. Ancak İslâm'da bozgunculuk yapmak için yalancıktan
Müslüman olan zındıklar bunun dışında kalır. Çünki bunların gerçek yüzleri meydana
çıkıp foyaları anlaşılınca tevbeye gerek kalmadan öldürülürler. Zira tevbe
onlara bir nevi' hiyle fırsatı verir. Halbuki zındıklık içlerine kök salmıştır.
b- Sahabe fetvalarından alıp da Muvatta'a yazdığı meselede, hastanın
kadın boşaması ve karısının ona mirasçı olması meselesidir. Şöyle der: «Mâlik,
Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf'dan; Abdurrah-man b. Avf, hasta iken karısını
boşadı, adeti geçmişken Osman b. Aftan, kadına miras verdi. Mâlik, Abdullah b.
Fazl'dan rivayet eder, Osman b. Affan, İbni Mükmilin hastayken boşamış olduğu
karılarına miras verdi. Mâlik, Rabia b. Ebû Abdurrahman şöyle derken duymuş:
Abdurrahman b. Avf'ın karısı, ondan kendini boşamasını istedi, o da; hayz görüp
temizlenince benden izin iste, dedi. Fakat hayz görmeden Abdurrahman Avf
hastalandı, kadın da o arada hayz görüp temizlendi. İzin istedi. Abdurrahman o
zaman hastaydı ve boşadı. Adeti geçtikten sonra Hz.Osman onu mirasçı yaptı.»
Mâlik,
Yahya b. Saıd'den, o da Muhammed b. Yahya b. Hib-ban'dan demiştir ki: Dedemin
iki karısı vardı, biri Hâşimi, diğeri En-sar'dah. Hastayken, Ensar'dan olanı
boşadı, bir sene geçtikten sonra koca öldü. Kadın; ben ondan miras isterim
dedi. Osman b. Affan'a gidip davacı oldular. O da , ona miras verdi. Hâşimi
olan kadın Osman'a levm etti. O da, Ali İbni Ebû Talib'i kasdederek: «Bu senin
amucan oğlunun işi, bize bunu o gösterdi.» dedi.
Mâlik,
İbni Şihab şöyle derken işitmiş: Biri hasta hâlinde iken karısını boşarsa, ona
mirasçı olur. Mâlik der ki, birleşmeden önce karısını hastayken boşarsa, mihrin
yarısını alır ve mirasçı olur, iddet lâzım gelmez. Eğer birleşme olduktan sonra
boşarsa, mihrin tamamını alır ve mirasçı olur. Kız ve dul bize göre bu hususta
eşittir.»[22] Görüyorsun, İmam Mâlik,
hastalık halinde boşanan kadının iddeti bitmeden veya bittikten sonra kocası
ölürse, her iki halde de ona mirasçı olacağına dair sahabe feîvası naklediyor.
Sonra da bunlara dayanarak talâkın vukuunu, alacağı mihrin miktarını, boşayan
kocası, o iddet hâlinde veya iddet bittikten sonra da ölse, mirasçı olacağını
anlatıyor.
c) Bazı hallerde erginlik çağına gelmemiş küçük çocukların, sabilerin
şahidliğini kabul etmesi, küçük sahabilerin kavlini alması da, Medine ehlinin
ameline uymasındandır. Muvatta'da şunları nakleder:
«Mâlik,
Hişam b. Urve'den rivayet eder: Abdullah İbni Zübeyr, Çocukların aralarındaki
kavgada yaralama hususunda onların şahidliğini alırdı. Mâlik der ki: İcma'a
göre, sabilerin aralarındaki yaralama hususunda şahidliği caizdir, ancak başka
hususlarda caiz olmaz. Yalnız aralarındaki yaralamada kabul edilmesi de
dağılmadan, başkalarıyla konuşup aldatılmadan, öğretilmeden önce olur.»[23]
Malik bunda da Medine ehlinin icma'ını alıyor. Abdullah İbni Zübeyr'e
dayanıyor. Sabilerin şahidliği: Muaviyeye, Ömer b. Abdulaziz, Saîd b. Müseyyeb,
Ürve ve Şia'dan Muhammed b. Bakır kabul etmişlerdir.
d- Ehl-i Medine'nin icma'ı hakkında, ana-baba bir, kardeşlerle baba bir
kardeşin mirasını Muvatta1 şöyle anlatır: «Bizim indimizde icma şöyledir: Ana
baba bir kardeşler, erkek çocuk veya onun oğlu varken mirasçı olamazlar. Kızlar
ve oğulların kızlarıyla, eğer ölenin dedesi yoksa, kalan maldan asabe olarak
misar alırlar. Mirastan hak sahipleri haklarını aldıktan sonra fazla bir mal
kalırsa, ana baba bir kardeşler, aralarında Allah'ın kitabında olduğu üzere
paylaşırlar, fazla birşey kalmazsa, birşey alamazlar. Medine ehlinin icma'ı
böyledir.»[24] Mâlik Medine ehlinin
icma'ını alıyor, meseleleri ona göre hallediyor.
e- Mefkûd, yani ortadan kaybolan adamın eşi hakkında beğenerek sahabe
fetvalarını alır, başkalarının muhalefetine rağmen kıyaslarını . ona göre
yürütür, meseleleri halleder. Muvatta'da şöyle der:
«Malik,
Yahya b. Sald b. Müseyyeb'den rivayet eder. Ömer b. Hattab demiştir ki: «Bir
kadının eşi ortadan kaybolur da nerede olduğunu bilmezse, 4 yıl bekler, sonra
4 ay 10 gün iddet bekler, ki bu ölüm iddetidir, bundan sonra başka kocaya
varabilir.» Malik dedi ki, iddeti bittikten sonra evlenirse, ikinci kocasiyle
birleşme olsun olmasın, birinci kocası çıkagelirse, bir hak isteyemez. Eğer
evlenmeden gelirse o . zaman karısını almaya
hakkı vardır. (Mâlik baştaki kavlinden dönerek evlendiği takdirde ikinci
kocasiyle beraber yatmadan Önce, birinci koca çıkagelirse karısını alır,
demiştir).
Mâlik
devamla der ki. Bana söylediklerine göre Hz. Ömer şöyle dermiş; «Bir adam
gurbetteyken karısını boşasa, sonra da bundan dönse, kadına boşadığı haberi
geldiğinden ve döndüğü haberi gelmediğinden evlenmiş olsa, sonra boşayan kocası
çıkıp gelse, kadın ikinci (kocasıyla beraber yatmış olsun olmasın, birinci koca
hiçbir hak iddia" ^edemez. Mâlik der ki, bu en güzel işittiğim birşeydir.»[25]
Gördüğün gibi o, mefkûd ve gurbetteyken
karısını boşayan kimse ıhakkında, Hz. Ömer'in görüşünü seçip aidi. Çünkİ
mefkûdun karısı yıllarca aç bî ilaç bekleyecek değil. Gurbetteyken boşayan adam
da îboşuyor, sonra dönüyor. Kadınla böyle oynanmaz, ona durumu bildirmiyor da.
Kadın evlenmekte haklı. Ortada bunlara benzer bir hal daha var. Adamın öldü
haberi geliyor. Kadın 4 ay 10 gün ölüm iddeti bekliyor, Tsonra da evleniyor.
Sonradan adam çıkageliyor, sağ olduğu anlaşılıyor.Mâlik'e göre: Eğer kadın
evienrnediyse boşanıp sonra rucu' eden koncası onu alır. Eğer evlendiyse
ikinci kocasında kalır, onunla birleşse de, ;birfeşmese de onun eşidir. Fakat
ölümünden önce bu kavlinden dön-imüştü. Eğer ikinci kocası onunla birleşmediyse,
birinci kocasınmdır, hattâ birinci kocasının sağ olduğunu bildiği halde onunla
birleşdiyse, yine birinci kocasına aid olur, demiştir.
İmam
Mâlik'in bu görüşleri, Hz. Ömer'in, bu durumdaki kadın hakkında verdiği hükme,
kıyas yoluyla sabit olmuştur.[26]
İşte
getirdiğimiz bu misallerden görüldüğü üzere, Muvatta' hem hadis, hem fıkıh
kitabıdır. Oraya kaydettiği hadislerden maksad, onların [metninden fıkıh
hükümleri çıkarmak, meseleleri onlara göre halletmektir. O sadece hadisleri
rivayet etmek, onlardan hüküm çıkarmakla yekinmemiş, sahabe kavilleri,
yargılarını da kaydetmiş. Onlardan münasip gördüklerini seçmiş, sorulan
meseleye uygun cevap bulmuştur. Medine'de icma' halinde olan ameli söyler, eskilerin
kavillerinde bulamadıklarını kıyas yoluyla hallederdi. Adam kaybolduktan dört
yıl sonra ölüm îiddeti bekleyen kadının halini, gurbetteyken karısını boşayıp
sonra rücû ideden kimsenin haline nasıl benzetip kıyas yaptığını gördün. Bundan
anlaşılıyor ki, Muvatta', İmam Mâlik'in mesleğini, fıkıhtaki yolunu, fer'i
Jmeseleleri nasıl çözdüğünü göstermektedir. Ancak usul kaidelerini rtamamiyle
beyan etmez, onları Mâfikiler sonraları fıkhından almışlardır.
Burada
şunu da belirtelim ki, İmam Mâlik (Allah ondan razı olsun) hadisde daima
senedin muttasıl olmasını iltizam etmiş değildir. O rivayet ettiği hadislerin
hepsini Hz. Peygamber'e ulaştırmış değildir. Onların içinde mürsel olanlar
vardır, rivayet ettiği sahabiyi zikretrnemiştir. İçlerinde sahabeden sonraki
tabakada râvi söylenmemiş Munkati' olan hadisler var. Sened zikredilmemiş
belagat var. İmam Mâlik çağında senede önem vermek o kadar yaygın değildi.
Hadisciler bundan sonra önem verdiler, Hz.Peygamberin adına hadis uydurmacılığı
çoğalınca, sened önem kazandı. Hadis'in mevsuk olması için ravilerini tanımak
istediler.Senedin Hz.Peygambere ulaşmasını şart koştular. Mürsel ve münkati1
olanları almadılar. Halbuki eskiden fukaha, Mürsel hadisleri delil olarak
alırlardı. Ebû Hanife, rivayeti kabulde çok titiz olduğu halde, onları delil
kabul ederdi. İmam Mâlik, hadisde yüksek mevkii varken onları aldı. Hattâ
ulemadan bazıları Mürsel'in , muttasıldan daha kuvvetli olduğunu söyleyenler
var. Mâiik'in usulünü sıralarken sünneti anlattığımız zaman, bunu
açıklayacağız.
Muvatta',
mürsel ve munkati1 hadisleri ihtiva edip Mâlik'in bunları alması konusunda,
İbni Hacer şöyle diyor: «Mâlik'in kitabı sahihtir., Onu taklid edenlere göre de
sahihtir, Mürsel ve Münkati' olanları delil olarak alır. Bu sıhhat için
sonradan kabul olunan şartlara göre değildir.[27]
Muvatta'da senedi muttasıl olanlar çoğunlukta olup diğerleri azdır, ibni Hazm,
Muvatta'daki hadisleri saydı: 500 küsur senedli hadis, 300 kadarda Mürsel var.
Onda 70 kaçlar hadis var ki, Mâlik kendisi onlarla . ameli terketmiştir. Bazı
zayıf hadisler de var, Ulema onları zayıf buldu.»[28] İmam
Mâlik'in Muvatta'daki bazı hadislerle ameli terk etmesinde şaşılacak birşey
yoktur. Bunun sebebim kendisi açıklar! Hadisin, zayıf olduğunu sonradan
anlamış, zayıf olduğunu bilmeden önce yazmış.[29]
İmam
Mâlik'in Mürsel olarak rivayet ettiği hadisleri, hiç senedsiz bıraktığı
tebligatı, bazı ulema muttasıl senedle rivayet etmişler, sened-lerini
bulmuşlardır. Ancak dört hadis müstesnadır. Zürkânl, Muvatta1 şerhinde şöyle
der: «Muvatta'daki Mürsel hadislerin her birinin takviye edici bir senedi
vardır. Doğrusu Muvatta'dakilerin hepsi sahihtir. İbni Abdul-Ber bir kitap
yazarak Muvatta'daki Mürseî, Mu'dal, Münkati' |hadisleri senediyle muttasıl
olarak kaydetmiştir. Onda Mâlik'in: Bana iuiaşti, sikadan duydum, diyerek
senedsiz rivayet ettiği 61 hadisin Isenedi vardır. Ancak 4 hadis müstesnadır.»[30]
Görüyoruz
ki ulema, Muvatta'daki hadislerin sıhhat derecesinde, ımürsel ve emsalinin
kabulünde muhtelif görüştedirler. Mâlikilere göre Muvatta'daki hadislerin hepsi
sahihtir ve mürselleri kabul ederler. Diğerleri mürselleri bazı şartlarla
kabul ettiklerinden Muvatta'daki o mürselleri de aynı kayda tabi tıtfarlar.
Mâlikilerden bazıları, yukarıda gördü-iğün gibi, ondaki mürselleri, muttasıl
senede bağlamak için gönüllü ; olarak çalışmışlar ve onda senedi muttasıl
olmayanların hepsini, Mâ-lik'ten başka bir tankla müsned olarak rivayet
etmişlerdir. Ancak dört hadise ne Mâlik, ne başka bir yolla senet
bulamamışlardır. Bunları Zürkani Muvatta' şerhinde yazmıştır, oraya bak.
Muvatta'daki
hadislerin sayısı, ravilerin ihtilafına göre muhteliftir. Ebû Bekir Ebheri, Hz.
Peygamber'den, Sahabe ve Tâbiî'nden naklolunan asar 1720 dir, diyor. Mevkuf
olanlar 613, Tabi'inden olanlar 230 dur. Gâfikİ, Muvatta'ın senedinde şöyle
der: Bizim bu kitabımızda 666 hadis bulunmaktadır. Mâlik'in senediyle bize
gelenler bunlardır. Hafız Ebû Sald Alâl der ki: Muvatta'ı Mâlikten bir çokları
rivayet eder. Rivayetleri arasında takdim ve tehir yönünden ihtilaf vardır,
ziyade ve noksan vardır... Çoğu da Ebû Mus'ab'ın rivayeti ziyadeleridir. İbni
Hazm şöyle demiştir: Ebû Mus'ab'ın rivayeti Muvatta'da, diğer Muvattalardan 100
kadar ziyade bulunmaktadır.[31]
Raviierin
ziyade ve noksan bakımından ihtilafın sebepleri şudur. İmam Mâlik, çok defa
rivayet ettiği hadisi, sonradan kendisi ondan çıkarırdı. Hattâ söylendiğine
göre aslında baştan 10 bin kadar hadis varmış. Bu ziyadeler, belki de ondan
vaktiyle yaptıkları rivayetlerdir. Sonra onları hazfetmiş olabilir. Onlar
eskiden rivayet etmişlerdir, sonrakiler onları rivayet etmemiştir. Baştan
rivayet edenlerinki o yüzden, sonrakilerden çoktur, fark bundan ileri gelir.
İmam
Mâlik Muvatta'ı birçok kimselerden rivayet eder. Bunların hepsi 590 kadardır.
Ulema bunları saymışlar, rivayet ettiği her kişiyi tesbit etmişlerdir.
Sahabeden rivayetlerini aldıkları 185erkek, 23 kadındır. Tâbn'nden olanlar 48
dir. Rivayet ettiklerinin hepsi Medine'lidir, ancak yedisi değildir ki onlar
da: Mekkeliler'den Ebû Zübeyr, Basra'dan Humeyd Tavil ve Ebû Eyüp Sahtiyâni,
Horasan'dan Atâ b. Abdullah, Cezire^ehlinden Abdulkerim, Şam ehlinden İbrahim
b. Ebû Umb-le'dir.[32] Buna
göre bu kitap, Medine ilminin bir divanı olup onların hadislerini, fetvalarını,
yargılarını havi bir mecmu'adır. Onların görüşlerinden alınma meseleleri, onların
çığırına göre toplamaktadır.
İmam
Mâlik'in Muvatta'ındaki hadisleri aldığı raviler bunlardır. İmam Mâlik'ten
Muvatta'ı alıp nakledenler ise talebeleri olup onlar çoktur. Kadı İyad, ondan
Muvatta'i nakledenlerin 60 civarında olduğunu söyler ve onların adlarını da
tesbit eylemiştir. Süyûti de ondan alarak nakletmiştir. Kadı İyad onları
saydıktan sonra şöyle der: İncelememiz sonu Muvatta'ı nakledenlerin bunlar
olduğunu tesbit ettik. Bu ilmin erbabı ve ilim rical hakkında söz sahibi
olanlar da bunu söyler.
Gâfikİ,
Muvatta'ı 12 rivayetten okuduğunu söyler ve senedini de ona göre tertib
etmiştir. Şimdi eldeki Muvatta1 iki rivayet üzerine tab'ı olunmuştur. Biri: Ebû
Hanife'nin talebesi olan Muhammed b. Hasan Şeybani rivayeti[33] diğeri de H. 224 / M: 838 yılında ölen ve
Mâlik'in talebesi olan Endülüslü Yahya b. Yahya Leysi Berberi'dir. Yahya
Endü-lüs'den kalkıp Malik'e ders okumaya geldi. Mâlik ona Endülüs'ün akıllısı
derdi. Fıkıhta baş üstad sayılırdı, Endülüs'te Mâliki Mezhebi onunla yayıldı.
Ondan sayısız talebe fıkıh dersi okudu. Kendisine kadılık teklif olundu, kabul
etmedi, mevkii daha yüksekti. Kadı tayininde ona sorarlardı, ona danışmadan
kadı tayin etmezlerdi. Muhammed b. Hasan'ın rivayeti, bazı bablarda sayıca daha
az, Hadislerininin miktarı da Yahya'nın rivayetinden azdır. Ulema sıhhat
bakımından ikisini tartarlar. Bazısı Muhammed b. Hasan'ın rivayetini tercih
eder. Çoğunluk Yahya'nın rivayetini tercih etmektedir. Muhammed b. Hasan,
Mâlik'e muhalif olduğu fıkıh meselelerinde, bazen kendi görüşünü de kaydeder,
onun metodu böyledir. Kitabul-Asar da üstadı Ebû Hanife'ye böyle yaptı. Hanefî
Fıkhını toplayıp naklettiği Zahiri Rivaye Kitaplarında da Ebû Hanife'ye ve Ebû
Yusuf'a muhalif olduğu yerleri kaydetti. Muvatta'ın iki rivayeti arasındaki
fark büyük değildir, bu da aslın bir olduğunu gösterir Her ikisinin nesebi
sahihtir, bunda şüpheye yer yoktur.
[1] 122
Hicri yılında ölen İmam Zeyd'e Kitâbül-Cümu1 nisbet edilirse de bazı alimler
bunda tereddüt ederler.
[2] İbni Hacer,
Fethul-Bâri Mukaddemesi,C.1,V şeyh Munır Tab'ı
[3]
Zürkâni, Muvatta1 şerhi Mukaddemesi, C. 10/26, Kahire
[4] Tezyinül-Memâlik
S. 44, İbni Macişun'dan başka 184 de ölen İbrahim b. Muhammed, 197de Ölen
Abdullah b. Vehb ve Abdurrahman b. Ebû Züeyb de Muvatta' yazmışlardır.
[5] Bu üç
rivayet için bak: Kadı lyad, Medarik, S. 30, 32, 33.
[6] Resâilül-Bülegû
S. 126
[7] Tevhid-i
kaza, Osmanlıların son devrinde biraz ele alınmıştı, rttihadcılar bu maksatla
Ziya Gökalp'a bir layiha hazırtattilarve kanun çıkardılar. Sonra l'tikaf
fıkrası iktidara gelince Ittihadcı-ların çıkardığı kanunu ilga ederek,yeni bir
kanun çıkardılar. Ve nizami mahkemeler ile şer'i mahkemeleri ayırdılar. Bunun
layihasını da Elmalı Hamdi Yazır Merhum hazırlamıştı (Mütercim).
[8] Bak, İbni Abdül-ber, Intikâ ve Hamişi, S. 40.
[9] Kadı
Medârik, S. 232. Bu rivayete göre Muvatta' o zaman henüz tamamlanmamış. Bu
Mehdi'nin hilâfeti başlarında olsa gerek; 158 Mâlik'in Suriye'de EvzâVye
itimadına gelince, bu onun talebelerine ve orada uzun zaman süren fıkhındadır.
Bu söz söylenirken.
[10] C. Suyûtî,..
Menâkıb-ı Mâlik, S. 46
[11] İbni
Abdul-Ber, İntikâ, S. 16
[12] Kadı lyad, Medârik, S. 122
[13]
Kadı, Medârik, S. 122
[14] Aynı
Kaynak S. 124
[15] Kadı
lyad, Medârik, S. 166
[16] Aynı
Kaynak, S. 166, Zevavi, Menâkıb, s. 32
[17] Aynı
Kaynak Medârik, S. 232
[18] Kadı
lyad, Medârik, S? 232
[19]
Zevâvi, Menâkıb, 33
[20] Kadı lyad, Medârik, 234 222
[21] Zürkani Şerhi,C.III.S.193
[22] Muvatta'
C. III, S. 54 Hastanın boşadığı kadın hakkında fukaha dörde ayrılır. Şafii'ye
göre mirasa olmaz, Hanbeli'ye göre evlenmediyse mirasçı olur, Hanefîlere göre
iddet içindeyse mirasçı olur.
[23] Muvatta'
Şerhi, C. III, S. 158. dağılmadan, başkalarıyla konuşmadan diyor, çühki
çocukturlar,' başkaları onları aldatabilir, yalana aklı ermez,, görmediği şeyi
gördüm diye söyleyebilir. Günah, sorumluluk duygusu yok. Mâlik bundan cumhura
muhaliftir. Ebû Hanife, Şafiî ve İbni Hanbel sabilerin şahidliğini kabul
etmezler.
[24] Zürkanl, Muvatta' Şerhi, C. III, S. 266. Ana baba bir kardeşlerle ana bir kardeşlerin paylan bazen çatışır. Kadın ölmüş; kocası, anası, ana bir kardeşleri paylarım alınca, ana baba bir kardeşlere hisse kalmamış. Onlar da Hz. Ömer'den hisse istemişler: Babamızı himar saysak bile bir ananın evladıyız, hisse ver demişler. Hz. Ömer'de vermiş. Buna Mesele-i Müşterike; veya Himariyye denir.
[25]
Muvatta' Şerhi, III C. S. 56
[26] Buradaki
kıyâs açıktır. Çünki o, Mefkpudla İlgili olarak gurbette boşayıp rücu' eden
hakkında =,' Hz. Ömer'in kavlini duyduğu zaman bundan çok hoşlanmiştı, şüphesiz
ki kıyas yapmıştır. Bizde, Medine'de iş böyle demesi kıyasa mani değildir.
Çünki hem nakle, hem kıyasa itimad etmişti fakat sonra bunlann hepsinden döndü.
[27] Suyûti,
Tezyinül-memâlik fi Menâktb-i Mâlik, S. 47
[28] Meratibi
Diyane'den naklen adı geçen eser, S. 48
[29] 35
No.lu bende bak.
[30] Zürkâni,
Muvatta' Şerhi, C. 1. S. 9 Mu'dil, Hadiste iki veya daha çok ravj düşendir.
Mâlik'in:Hz. Peygamber dedi, demesi gibi..
[31] Süyûti,
Tezyinül-Memâlik fi Menâkıb-ı İmam Mâlik, S. 50.
[32] Aynı Kaynak
[33] Bu,
Hind'de basıldı. Ebû Hanife kitabımızda Muhammed b. Hasan'ın biyografisine bak.