Kur'an-ı
Kerim'den hüküm çıkarmak için onun nazmi şerifini, delâletinin nevilerini,
asıl beyan için sevk olunan manayı, kelimenin zahirinden anlaşılanı bilmek ve
araştırmak gerekir. Söz, hangi mana için hangi maksadı beyan için sevk
olunmuştur, ona tabi' olarak, o münasebetle dolaylı olarak anlaşılan nedir,
asıl maksad neresidir, uzak ve yakın maksat hangisidir, ibarenin delalet ettiği
veya işaret ettiği hangi manadır? İbare, işaret, delalet, iktiza bunların
hepsinin beyanda yeri vardır, kuvvet dereceleri ayrıdır. Bunlarla hüküm
çıkarmak, dereceleri bilmeği icabeder,
ta ki kuvvetli olan tercih edilebilsin, her birinin derecesi anlaşılsın.
Gerek
Hanefi, gerekse Mâlik uleması olsun, Kur'ari'ın zahirini ve
nasslarını
bilmeğe önem vermişlerdir. Mâlikiler derler ki, İmam Mâlik fer'i mes'elelerde
nass ile zahir arasındaki farkı gözetmiştir. Lafz ve ıstılah olarak bunları
beyan etmemiş ve hükümde dikkate almıştır. Behce'den naklettiğimizde gördük ki
ona göre Kur'an'ın zahir ve nassı hüccettir, delildir. Malikilerce mukarrer
olan onlar hükme delalet bakımından ikisi bir mertebede değildir. Nass,
delalet açısından zahirden daha kuvvetlidir, tearuz halinde, nass, zahire
takdim edilir, Mâlik'ten naklolunan für'u bunu gösterir. Maliki usul uleması,
nass ile zahir arasındaki fark da şöyle derler: Nassın te'vile ihtimali yoktur,
zahirin ise te'vile ihtimali vardır. Te'vite ihtimali olup olmadıklarını
beyandan önce şunu belirtelim ki Şafiî Risalesinde nass ile zahir arasında bu
yolda bir farka değinmemiştir. Bu bakımdan ona göre nass zahirdir, zahirde
nasstır, aralarında fark yoktur. Lugatta nass, zuhur manasınadır. Geyik başını
kaldırıp göründüğü zaman Arap: meydana çıkardı anlamına nassa kelimesini
söyler. Üzerine çıkıldığı için koltuğa minassa denir. Gelin üzerine çıktığı
için hacle de aynı adı taşır. Hadis şerifte de Nassa Zahare manasına
kullanılmıştır. Buna göre nassin tarifi, zahir gibidir. Onun manası kafi
olmaksızın zanni galibe göre anlaşılır ve bu manaya izafetle o ekseriyetle
zahir ve nassdır.»[2]
Görülüyor
ki, Şafiî, zahirle nass arasında bir fark yapmadı, fakat ondan sonra usulcülar,
ikisi arasında fark yaptılar. Çünkü fukahanın önce ve sonra istinbat ettikleri
fer'i mes'eleler, ikisi arasında ibare ve delâlet farkı olmasını
gerektirmektedir. İhtimale maruz bulunmamak veya delilden neş'eî eden ihtimale
maruz bulunmamak ve delilden neş'et eden ihtimale maruz bulunmak bakımından
farklıdır. İbareyi dinleyince manası zahir olur, haddizatında başkasına
ihtimali varsa da mana açıktır. Her birinin delil olarak bir mertebesi vardır.
Birine diğerinin adını vermekte bir engel yoktur.
Zahir
ile nas arasında ayırım yapan fukaha derler ki: Nassın iki yönü vardır:
1- Nassın hiç bir şeye ihtimali oimaz, beş sözü gibi. Bu beş manasında
nassdır, altıya veya dörde ihtimali yoktur.
2- Nass vardır, delilden neş'et etmeyen ihtimali kabul etmez, delilin
takviye etmediği ihtimal, onu nass olmaktan çıkarmaz.[3]
Ahmed
Karâf'o der ki: «Birinci kısım daha evladır, Çünkü onun delaleti daha
kuvvetlidir, o zahirin karşılığıdır. Lafzı, ya nasdır, ya zahirdir dediğimiz
zaman, muradımız birinci kısımdır».[4]
Gazali,
Karâfi ve diğerlerinin dedikleri gibi zahirin manası İki veya daha ziyade
ihtimal arasında döner dolaşır, fakat ihtimallerden birine delâleti daha
racihtır, mücerred işitmekle zihne gelen odur. Böylelikle o mücmelden ayrılır. Çünkü
mücmel de iki ve daha ziyade ihtimal ansında tereddüt etmekle beraber, onlardan
birine olan ihtimali tercih etme yolu yoktur. İcmalin sebebi şudur: Kelime
vaz'ı itibariyle birden fazla manaya gelir ki, buna müşterek kelime denir.
Meselâ Kur* kelimesi bunlardandır, bu kelime asıl vaz'ı itibariyle hem tuhr-
temizlik anlamına ve hem de hayız anlamına gelir. Karinesiz söylenmesinde icmal
vardır. Bazen icmalin sebebi sözlük anlamından başka birşey olur. «Hasad günü
onun hakkını verin.» ayetinde olduğu gibi, bu zekâtın farz olduğunda zahirdir,
fakirin hakkını beyan etmektedir. Bunda şüpheye yer yok. Fakat farz olan
miktarı bildirmemiştir. Bu hakkın aza veya çoğa ihtimali varchr. Böyle olana
nass veya zahir diyemeyiz, bu mücmeldir. Onun* için miktarı beyan gerekir.
Sünnet bunu beyan etti ve fakirin hakkının onda bir olduğu anlaşıldı. Diğer
mücmeller de böyledir. İcmal ya sözün kendisinden veya başka bir sebepten
doğar. Onun beyanı da ya karineyle olur, yahutta sünnetle olur. Mücmel, beyan
kuvvetine göre ya nass veya zahir sayılır.
Zahirin
iki manaya ihtimali varken, bu ihtimallerden birini kaldıran bir beyan gelince,
o artık kafi ve yakın bir mertebeye yükselir, râcih olan ihtimali bir sünnet
veya Kur'an beyan ederse, o artık nass hükmü alır. Mâliki fukahasının görüşüne
göre aâm olan lafzın umumi delâleti zahir nev'indendir, nass kabilinden
değildir. Onun için Karâfi, zahire misâl olarak umum olan lafzın delâletini
gösterir, şöyle der: Az veya çok ihtimallerden biri racih olursa, o lafza zahir
denir. İstiğraka nisbetle umum gibi. Bunda lafz zahirdir, hususta ise değildir.[5]
Karineden
mücerred âam olan lafzın umumi delâleti zahirin delâleti kabilinden olunca,
Mâlik'e göre onun delâleti zannidir. Risalesinde açıklandığına göre, Şafiî'ye
göre de böyledir. Bu itibarla İmam Mâlik, imam Ebû Hanife ile âamın delâletinde
ihtilafa düşmüşlerdir. Öyleyse bunu açıklığa kavuşturmak için kısaca bundan
bahsedelim.
[1] Burada Hanefilerin usul kitaplarında Kur'an'ın mânaya
delaleti bakımından olan taksimini görelim: Zahir, Nass, Mufasser, Muhkem diye
dörde ayrılır. Eğer İbareden anlaşılırsa bu zahirdir, «Allah bey'i helal,
ribayı haram kıldı.» gibi. Bu açıktır. Eğer sözün kasdettiği mâna ise,, yani
söz onu beyan için söylendiyse bu nassdır. Yukarıdaki ayetten maksat bey'a ile
riba arasındaki farkı göstermektir, bu bakımdan o nassdır. Fahrül-lslam bu
konuda der ki: İbareyi işitmekle anlanan mana, zahirdir. Bu ayeti dinleyen,
bey'in helal, ribanın haram olduğunu anlar. Söyleyenin maksadını anlamak
bakımından nassdır. Burada maksat ikisi arasındaki farktır, nass zahirden daha
kuvvetlidir. Müfesser ise, ibare mücmel olunca onun açıklanmış olmasıdır,
«Meleklerin hepsi secde etti» ayeti gibi. Melekler umumidir, bunun tahsise ve
te'vile ihtimali vardır. (Hepsi) ta'biri gelince bu müfesser olmuştur.
Müfesserin ancak nasha ihtimali vardır. O ihtimal kalkınca muhkem olur. «Allah
herşeyi bilir» ayeti gibi. Mânaya delaletin kapalı olması bakımından da lafz
dörde ayrılır. Hafi, Mücmel, Müşkil ve Müteşabih olur. Müctehidin mânayı
kavraması itibariyle de İbare, işaret, delalet ve iktizâ nev'ilerine ayrılır.
Kelime vaz’ı bakımından has, âam, müşterek ve cemi münekker diye dört
türlüdür.Usul-i fıkıh bunları anlatır.
[2] Gazali, Mustasfâ, C. 1, S. 384
[3] Hanefîlerce nass, zahirden daha kuvvetlidir. Çünkü
nass, söz onun için sevk olunandır. Zâhtr ise söz onun için sevk edilmiş
değildir, o dolaylı aniaşıhr.
[4] Karafi, Tenkîhul-Füsûl, S. 18
[5] Karâfi, Tenkîhul-Füsûl, S. 18