170-
İstihsân Kolaylık Sağlar:
171-
îstihsan Nedir? Neden Doğdu:
172- İstihsan
Hakkında Mâliki ve Hanefî Görüşleri:
175-
İstîhsân ile Mesalih-i Mürsele Ayrı mı:
176- Şafiî'nin
İstihsânı İbtali:
177- İmam Mâlik
Dinin Özüne Bakıyor:
Bütün
kaynaklar gösteriyor ki, İmam Mâlik (Allah razı olsun) İstihsânı almıştır.
Karalı diyor ki: «Malik bazen istihsân gereğince fetva verirdi: İmam Mâlik
müteaddit meselelerde bunu aldı. Yaptıkları işlerle eşyaya zarar veren zanaat
sahiplerine zararı tazmin ettirmek, yemek ve katık taşıyanlara , ödettirmek
böyledir.[1]
Benâni
haşiyesinde istihkak babında naklettiğine göre, İbni Kasım Mâlik'in şöyle
dediğini rivayet eder: «İstihsân, ilmin onda dokuzudur». Şâtibl de Muvafakât'da
Esbeg'dan nakleder, İbni Kasım'ı şöyle derken işittim, Mâlik'in şöyle dediği
rivayet olunur: «İlmin onda dokuzu istihsân'dır.»[2]
Şâtibi'nin
Muvafakât'da dediği gibi, istihsânın dayandığı hükümler, veya deliller içinde
istihsan'ın tercih sebebi olduğu hükümler Mâliki Mezhebinde çoktur. Onlardan
biri Karz'dır. Aslında o ribaya benzer. Çünkü bir müddet için dirhemi dirhemle
mübadeledir. Fakat istihsân yoluyla mubah oldu. Zira bunda insanlara acımak,
kolaylık göstermek, genişlik getirmek var. Eğer yasak olsa sıkıntı doğar,
tedavi için insanların avrat yerlerini görmek de böyle istihsân yoluyla
mubahtır. Umumi kaide avrat yerlerini görmek haramdır. Fakat zararı defetmek
için istihsân deliline göre caizdir. Müzârea, Müsâkât yani tarla ve bahçeyi
kirayla İşletmek de böyledir. Çünkü esas kaide, bedel meçhul olduğundan bu
akidlerin caiz olmamasıdır. Fakat taraflara kolaylık için istihsâ-nen caiz
görüldü. Önemsizliğinden dolayı az miktarlarda ribaya itibar etmemek, uzun süre
için az fazla vermeye cevaz vermek böyledir. Yukarıda geçtiği üzere şahidükte
adalet şartının âdil kimselerin madak bulunduğu yerde askıya alınması, güçlük
çıkarmamak İçin âdi! olmıyanı vasiy yapmak hep bu nev'idendir.
Bu
meseleden anlaşılıyor ki, İmam Mâlik istihsânı delil olarak ai-mıştır. Fakat
istihsân'ın hakikati nedir? Onun caiz olduğu yerler nereleridir, ona göre
hüküm vermek nasıl caiz olur?
İstihsâna
dayalı hüküm verilmiş mes'eleleri arattırmadan iki şey ortaya çıkıyor:
1- İstihsânta bir mes'ele hakkında
fetva vermek bir kaide olarak değil, istisna yoluyladır. Mâliklerin tabiriyle,
bu kaide dışı bir ruhsattır. Aslı külli karşısında cüz'l bir hüküm vermektir.
Adil kimselerin bulunmadığı bir memlekette, âdil olmıyan şahidlerin şehadetini
kabul etmek, zorluğu ve güçlüğü kaldırmak için borç almak bu nev'idendir. Bu gibi
hallerde istihsan umumî kaide dışında bir nev'i ruhsattır. Kaide mutta-rid
işlese zarar doğacak, onu defi için istihsan alındı.
2- İstihsâna en çok gerek
duyulduğu yer, kıyasın icabı, güçlük doğduğu zaman, Hanefî Mezhebinde olduğu
gibi, Mâliki Mezhebinde de istihsan kıyasın mukabilidir: Her ne kadar iki
mezhebin yollan muhtelif olup her biri kendi fıkıh mantığı arkasında gitse de,
netice böyledir. Mâliki mezhebinde istihsan, kıyas ıttıradl neticesi doğan
güçlüğü kaldırmak için bir çaredir, yoldur. İstihsânı çok kullanan Esbag şöyle
der: «Kıyasa fazla dalan kimse, azkaia sünnetten ayrılır, istihsan ilmin direğidir.»[3]
Şâtibî,
îstihsan hakkında şöyle der: «îstihsânın iktizası, kıyasın boş bıraktığı bir
delil yoluna dönüp onu tercih etmektir. İstihsan yapan kimse mücerred zevkine
ve arzusuna dönüyor değil, bu gibi şeylerde umumiyetle dinin kasdettiği malum
olan hükme dönüyor demektir. Meselâ ortada bir mes'ele var, o bir şeyi
gerektiriyor. Fakat o şeye bakılırsa diğer yanlardan da bir maslahatın fevt olmasına
veya bir zararın gelmesine sebep olacak. Çok defa bu durum, zararı olan bir
asılın hâciyatla ve hâciyâttan olanın kemâliyatla karşılaşmasında hasıl olur.
Kıyas, zaruri olanda mutlak surette tatbik etmek, bazı yönden zorluk ve güçlük
doğurur.[4] Onun
için bu güçlük olan yer istisna edilir, kemâliyat ile hâciyata da aynı yapılır.[5] Veya
zaruriyat ile kemaiiyat da aynıdır, bu zahir bir şeydir, istihsan bundan doğar.
[6]
İbne
Rüşd şöyle demiştir: Çok duyulan istihsan - hattâ kıyasdan daha çok söylenir
oldu. Kıyasın ittıradı, hükümde bir aşırılığa ve mübalağaya götürürse, hükümde
tesirli olduğu bazı yerler bırakılır, ondan o yer çıkarılır, tahsis yapılır,
kıyastan istihsâna gidilir.
Mazbut
fıkıh kaidelerinin ittıradı, hükümde bir boşluğa yol açtığı zaman, istihsânın
onu nasıl düzelttiğine en açık örnek,
ferâizde mes'ele-î müştereke denen şeydir. Şöyle ki, bu mes'elede ana.
baba birkardeşler asaba yoluyla miras yapılarını alacaklardır, kaide budur.
Fakat pay sahipleri haklarını aldıktan sonra, geriye birşey kalmıyor. Ana bir
kardeşler alıyor. Onlar alamıyor. Misâl şudur: Kadın ölür: Geriye mirasçı
olarak kocası, anası, ana bir kardeşlen, ana baba bir kardeşleri kalıyor. Kıyas
kaidesini tatbik edersek kocası 112, anası 1 /6. ana bir kardeşler 1/3 pay
alırlar. Onlar bu nisbette haklarını alınca asabe yoluyla pay alacak ana baba
bir kardeşlere birşey kalmıyor. Ana bir kardeşler alıyor, ana baba bir
kardeşler almıyor, onlar daha kuvvetli bağla aileden oldukları halde mahrum
kalmaları garip bir şey. Onun için Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) onlara da,
ana bir kardeşlerle birlikte pay verdi, onun için buna mes'ele-i müştereke
denildi.[7] Böylece âdil halife, istihsan kaidesini çok
yerinde kullandı ve güçlüğü gideren bu istihsan, gerçekten güzel bir kaide
oldu.
Malikte
gibi Hanefiler de şöyle derler; Kıyas kabaiaşıp güzel olmayınca istihsan
alınır. Veyahut İbnî Rüşd ün deyirnince kıyasdaki ıttirad hükümde bir aşırılığa
- boşluğa götürürse, o zaman istihsâna başvurulur. Nakil olunduğu üzere, Ebû
Hanife kıyas yapardı, kıyas çirkin bir hal alınca istihsâna giderdi. Kıyas
yaptığı zaman, talebeleri kıyasında kusur bulurlar, tartışmaya başlarlardı.
Talebesi Muhammed b. Hasan'ın dediği gibi: İstihsan yapıyorum, dedi mi, kimse
bir şey diyemez, bir kusur bulamazdı, öyle mükemmel yapardı.
Acaba
Mâlikllerle Hanefiler nezdinde istihsânın hakikati bir mi?
Daha
ince bir ifadeyle: Mâlikîlerle Hanefilere göre istihsanın maksad ve metodu bir
mi? İstihsân hakkında Hanefi ve Mâllkilerin sözlerini nakil etmezden önce, biz
iki mezhebe göre istihsândan anladığımızı söyleyelim. Mâliki fıkhında
istihsanı araştırmamızdan bizim anladığımız şudur: Mâlikller kıyasdan doğan
aşırılığı ve boşluğu üç şeye müracaatla doldurmağa, telâfiye çalışıyorlar: 1- Yaygın olan Örfle, 2- Râcih olan maslahatla, 3- Güçlük ve zorluğu kaldırmak ve
sıkıştıran zaruretlerle.
Hanefi
Mezhebi ise kıyasın aşırılığını ve boşluğunu, muttarid olan kıyasın zâhirindeki
illete muhalif başka bir illet düşünerek karşılıyorlardı. Onlara göre bazı
yönleriyle istihsân iki kıyas arasında bir tearuzdur. Birinin illeti gizlidir,
fakat tesiri kuvvetlidir. İşte bu istihsândır. Diğerinin iileti zahir, fakat
tesiri zayıftır. Hanefîler, kıyasın umumi kasidesinden doğan netice karşısında
ona tearuz sonu haber-i vahidi almaya istihsân ederler. Umumi kaide mukabilinde
icma'ı almaya da istihsân adını verirler.
Zaruret
ve örften dolayı kıyas men olunur, Mâlikller buna istihsân derler. Böylece her
iki mezheb: Maşakkatı, yaygın örfü, kıyas karşısında iştihsânı gerektiren
sebepler olarak almada birlişiyorlar ve şu noktada ayrılıyorlar: Ebû Hanife,
icma'ı almayı, kıyas mukabili haberi vahidi seçmeyi istihsândan sayıyor,
Mâlikllerin ise buna istihsân adı vermedikleri anlaşılıyor. Şunda 6a
ayrılıyorlar: Nasıl ki bir kimse muhayyerlik şartiyle bir mal alsa, sonra öa
ölse, mirasçıları bunu kabul .veya redde ihtilâf etseler, Eşheb şöyle diyor:
«Kıyasa göre bu fesho-(unmaktır, fakat biz istihsân yoluyla şöyle deriz: Eğer
bir kısmı, redde-İenlerin hissesini de kabul ederse caizdir.»[8]
Görülüyor ki, Mâlikllere göre kıyasın ittıradı, cüz'i maslahat için istihsânla
karşılanıyor. Hanefîlerin füru'unda bu yoktur.
Buraya
kadar nakil olunan kavillerden, imam Mâlik'in istihsân delilini aldığını
görüyoruz. Mâlikî fıkhındaki meselelerin bir kısmının dayanağı istihsândır.
İstihsanın maksad ve yönünü belirten, Mâliki ulemasının sözlerini de dinledik.
Şimdi de bu mezhebde onun sahasını, onun hakikatına dair ulemanın ihtilafını
görelim. Önce onların tariflerini dinleyelim. Çünkü bu istihsanın sahasını,
kullanış çemberini gösterir.
Bir
de yukarıda zikrettiklerimizin ışığı altında bu tarifleri mukayese yapmak
istiyoruz. Ahkâm-ı Kur'an'da Bbnül-Arabî iştihsânı şöyle tarif eder: «Bize ve
Hanefilere göre istihsân: İki delilden en kuvvetli olanla amel etmektir.» Bu
tarif, istihsanın hakikatında iki mezhebi birbirine yaklaştırmakta, hattâ
birleştirmektedir. Bunun tevcihi şöyledir: Bu iki mezheb sahipleri her ne kadar
ikisi de istihsân, istinbat usulünden bir asıldır, derlerse de, yine de
ayrıldıkları yerler var, bazı usulde ayrılıyorlar. Haneflier, muttarid kıyas
mukabili hadisi almaya da istihsân diyorlar. Kıyasa icma'ı takdim etmeye
istihsân namı veriyorlar. Mâiikller ise bu mesleğe girmiyor veyahut tahkika
göre buna istihsân adı vermiyorlar.
İbnül-Arabi
diğer bir tarif daha kaydeder ve şöyle der: «İstihsân bazı gereklerine tearuz
dolayısıyla, istisna ve ruhsat yoluna giderek delilin muktazasını bırakmaktır.
İstihsân dört kısımdır: Örften dolayı delili terketmek, icma' dolayısıyla
terketmek, maslahat sebebiyle ter-ketmek, bir de maşakkatı gidermek, genişlik
vermek ve kolaylık için terketmek.»[9]
Fakat
İbni Enbâri, Mâliki Mezhebinde İstihsanın, İbnül-Arabî'nin zikrettiği gibi bu
kadar geniş, umum, mânada olduğu görüşünde değildir, bununla Hanefilere
yaklaşır. Ona göre, icma' ve örf için kıyası terk, istihsân sayıimaz, bu bir
delili diğer bir delile tercih demektir. İstihsân ise, kıyasın aşırılığını
önlemek içindir. Kıyasın muttarid olması, zulme yol açar, haddizatında iyi
olmıyan bir şeye sebep olur veya güçlük ve darlığa götürürse, kıyas o cüz'i
belirli kısımda terkolunur, bütün ahvalde değil. Onun İçin İbnül-ArabVnin
tarifine hemen şunu eklemiştir: İstihsân külli kıyas mukabili cüz'i maslahatı
isti'mal etmektir. Bunun misâli de şudur: Muhayyerlik şartiyle bir mal alsa,
sonra da ölse, veresede bunu kabul veya reddetmekte ihtilâfa düşseier, Eşheb
kıyasa göre bu fesho-iunur, der. Fakat satan bunu geri almaktan imtina' ettiği
takdirde, reddedenin hissesini kabul edenler alırsa, istihsân caiz olur.
Bu
tarif, bizim İbni Rüşd'den naklettiğimize ve ŞâtibVnin Muvafa-kât'ında
zikrettiklerine uygundur. Her biri iştihsânı bir şeye hasretmeğe yöneliktir ki,
o da belli bir cüz'i meselede maslahat için kıyasın muktazasını bırakmaktır.
Maslahata; güçlüğü kaldırmak, genişlik getirmek ve meşakkati defetmek girer.
Bunların
hepsi şöyle bir tek gayeye yöneliktir ki, o da kıyasın ittıradının doğurduğu
şeyleri cüz'iyâta tatbik ederken müctehidin bunlarla mukayyed olmamasıdır. Bir
mazarrat veya meşakkat varsa veya bir maslahata engel çıkarsa onu dikkate alır,
bu şeylerin kıyasta etkisi olur. Çünkü madem ki, bu mevzuda şârî'in bir nassı
yoktur. Mücerred jjjstinbata ve nasslardan alınan illetlere itimad olunuyor ve
illetin ittıradı jsebebi ile zulüm oluyor veya celb-i menfaat, def-i mazeret
prensibi ters idönerek mazeret celbi, maslahat def-i doğuyor veya güçlük
bulunuyor. İO halde kıyası terketmek gereklidir. Dinin ruhuna ve özüne uygun
olan bu umaru almak icabeder. Dinin nassları bunu ister. Kur'an-ı Kerim şöyle
der: «Dinde size hiçbir güçlük, darlık kılmadı.» Hadis-i şerifte şöyle vârid
olmuştur: «Zarar ve zararla mukabele etmek yoktur.» Din insanların dünya ve
ahiret maslahatları için gelmiştir. Bu gibi ahvalde istihsânı alıp kıyası
terketmek, dinin özü budur, fıkhın kalbi budur.
Bütün
bunlardan ulaştığımız netice şudur: Mâlikllere göre istih-jsan'tn yönü:
Muttarid olan kıyasa karşı, cüz'i maslahatı tercih etmek gayesine doğrudur. Bu
itibarla tstihsân Mesâlîh-i Mürseleye yaklaşır. Lâkin Şâtîbi şöyle der: «Eğer
bu, istihsân babından değil, Mesâlih-i Mürsele babmdandır denirse, şöyle deriz:
«Evet, ancak onlar istihsânı kaidelerden istisna olarak tasvir edip
gösterirler, Mesâlih-i Mürsele ise bunun hilâfınadır.»317
Bu
sözün mânası şudur: İstihsân, külli delil mukabili cüz'i istisnadır. Bazı
cüz'ilere uymadığından ayrılmıştır. Mesalih-i Mürsele prensibini almaktır.
Onun için Mâlikî uleması şöyle der: O mürsel istidlali, kıyasa tercih etmektir.
Bu maslahat, Mesâlih-i Mürsele ve gayri mürse-, lenin umumunu kapsar. Bunu
almak da maslahatın iki halde işlediğini gösterir:
1 - Mevzuda kıyas olmayıp nass üzerine hamletmek vardır. Bu halde delil
maslahattır. Bu Mâlik'e göre bizatihi kaim bir asıldır, fıkhında onun yolunda
yürümüştür. Bunu ileride gelecek bahsimizde beyan edeceğiz.
317)
Şâtıbı, l'tiâm, C. II, S. 324. 348
2- Kıyas var, fakat kıyasdaki ıttırad dolayısıyla meşakkat, darlık
doğuyor, maslahata engel oluyor. O takdirde faydayı almak, zararı defetmek
kaidesince, bu tür kıyası terketmeğe ruhsat verilir. Kıyasın karşılığı olan bu
nev'e istihsân denir.
İşin
neticesi şudur: İmam Mâlik kıyası almıştır. Fakat onu külli ve cüzi
maslahatların hükmü altında tutmuştur. Maslahata mahkum kılmıştır. Onu ancak
tatbikinde zarar olmadığı yerde uygulamıştır. Yoksa terketmiştir. Ona göre esas
maslahattır. Kıyas, onun hükmü ve sultası altında yürür. İzah edeceğimiz üzere,
Mâliki fıkhının mantıki, maslahat olmuştur.
İmam
Mâlik'in talebesi İmam Şafii (Allah onlardan razı olsun) istihsân meselesinde
üstadına karşı çıktı. Maslahat için delili terketme-ye, nasslara hamletmeye
çalışmadan mücerred maslahat prensibini almaya, istihsân adı veriyor diye ona
itiraz etti. Onun iddiasını çürüterek onu eleştirdi. Ona hücum etti1. El-Um'da
onun için ayrı bir kitap ayırdı ve ona (İstihsân'ın İbtali Kitabı) adını verdi.
İstihsânı iptal için yazdığı kitabın ana hatlarıyla dayanağı şöyledir:
1 - İslâm Dini insanı başıboş bırakmamıştır. Dinde insanın salahına
gereken herşey vardır. Din uyulması gereken şer'i hükümleri nassla
bildirmiştir. Nassla bildirmediklerini işaretle bildirmiştir. Nasslara ham!
kıyasla yapılır. Şâri'nin beyan etmediği birşey yoktur, beyanının istih-sâna
bıraktığı birşey kalmamıştır. Aksi halde beyanı noksan kalmış olur!
2- Hz. Peygamber Aleyhisselâm, bir hâdise olup da onun hakkında bir nass
veya nassa hami bulamazsa, vahiy nazil olup onu beyan edinceye kadar sükût
ederdi. Nasıl ki şu olayda görülmektedir: Adam gelip karısının doğurduğu
çocuğun nesebini tanımadı, inkar etti. Hz. Peygamber sükût etti, nihayet liân
ayeti indi. Demek Hz. Peygamber nass ve nassa hami bulamayınca, bekledi. Eğer
nass olmadan, nassa hami yapılmadan fetva vermeK caiz olsaydı, bu herkesten
ziyade Peygamber Aleyhisselâm için caiz olurdu.
Cenab-ı
Hakk kendisine ve Peygamberine itaati emretti. Bu daAllah'ın kitabında ve
peygamberin sünnetinde olanlara ittiba etmekle olur. Eğer bu ikisinde nass
bulunmazsa, o zaman bu ikisinden birindeki bir nassa hami etmekle olur.
İstihsân ise bunlardan biri değildir.
4- Hz. Peygamber Aleyhisselâm, ashabdan istihsâna dayanan tasarrufunu
reddetti, çünkü o nassa dayanmaktı.
5- İstihsânın mazbut bir kaidesi yok, hak ile batılı kıyas edecek ölçüsü
yok. Her müfti, hakim ve müçtehidin nass olmıyan yerde istih-sanla hükmi caiz
olsa, iş o zaman karmakarışık olur. Bir olay hakkında her müftinin istihsânt
kullanışına göre, muhtelif hükümler çıkar. Bir şey için türlü fetvalar,
hükümler verilir. Din böyle anlaşılmaz, dini hükümler böyle yorumlanmaz.
Mâlikîlerin
çok kullandığı istihsan deliline Şafii'nin bakışı böyle. Gördüğün gibi bu
bakış, Mâlikîlerin bakışlarından çok ayrı, İhtilâfın temelinde şu yatıyor:
Şafii, fetva ve hüküm verilen her meselede kendini nassla mukayyed kılıyor,
nass yoksa, nassa hami ediyor. Bu da kıyasla olur. Böylece Şafii'ye göre, hüküm
için her mes'elede nassdan başka bir yol yoktur. İmam Mâlik ise, şeriata külli
bir bakışla bakıyor ve görüyor ki, din özünde ve maksatlarında başlıca iki şeye
yöneliyor: İnsanların maslahatını korumak, zararlarını defetmek, Bir şeyde kimseye
zarar vermeksizin kesin bir maslahat varsa, o mutlak istenen bir şeydir. Eğer
bir zarar varsa, onun mutlaka menedilmesi lâzımdır. Onun bu toplu bakışını,
birçok nasslar desteklemektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: «Dinde size hiç bir
güçlük kılmadı.» (Bakara) Hz. Peygamber Aleyhisselâm «Zarar ve zararla mukabele
yoktur.» demiştir. Herhangi bir dinî hükme bakıp incelemek şu gerçeği açıkça
gösterir ki: Maslahatı .emin etmek, mazarratı defetmek, daima gözönüne
alınmıştır. Maksud onlardır. Böyle olunca maslahat olan ve zararı defeden her
emir, şâri'in istediği birşeydir, hakkında nass olsun, .olmasın o matluptur.
Çünkü hususi nass bulunmasa da umumî nass vardır.
İmam'Mâlik,
Mesalih-i Mürsele ile veya Mâlikîlerin deyimiyle, mür-sel istidlal ile fetva
verirken, istikrar ve araştırma ile sabit olan umumi bir aslı delil alıyor
demektir. Mâlik'e göre istihsan, mürsel istidlalin bir koludur. Bu umumi aslı
ve Mâlik'in onu nasıl aldığını, Mesâlih-i Mürse-leden söz ettiğimiz sırada,
inşaallah beyan edeceğiz, yardım Allah'tandır.
[1] Aynı Eser, S. 203.
[2] Ştıbı, Muvafakat, C. IV, S. 118.
[3] Şâtibî, Muvafakat, C. IV.
[4] ) Gördüğün gibi adalet şartında bu oldu, adalet
şehadette can ve mal korumak için haksızlık olmasın diye şarttır. Fakat adalet
sahibi bulunmayan bir yerde bu zorluk verir, onun için aramamaya ruhsat var.
[5] Veli olmakta adalet hâciyattandır, vasilerde de bunu
aramak zorluk cıkarır.
[6] Şâtıbl, Muvafakat, C. IV, S. 116.
[7] Kardeşler, Hz. Ömer'e, hak isterken: «Babamızı himâr
farzetsek bile aynı ananın evladıyız.»
dediklerinden buna mesele-i himâriye de denir.
[8] Şâtıbî, Muvafakat Hamişi, C. IV, S. 106, Ticariye
tab'ı.
[9] Şâttbİ, İ'tiâm, C. II, S. 320/321.