179- İstishâbın Delil Sayılması:
180- İstishâb Müdafaa Delildir, İsbat
Delili Değil:
İstishâb
da fıkıhın istinbat
usulünden bir delildir. Ancak diğer usul kadar ufku çok geniş değildir. Asıl
itibariyle o selbî bir delildir, icabi
değil. Yani o önce müsbet birdelille
sabit olan bazı hükümlerden kaynaklanır. Önceden sabit bir halın hilâfına, onu
bozan bir delil bulunmadığından o hükmün devamı demektir. İbni
Kayyım onu şöyle tarif eder: İstishâb, sabit olan bir
hükmün, müsbet veya menfi haliyle devam etmesidir.
Yani Nefiy veisbat
halindeki hükmün baki sayılmasıdir. Birşeyi bulunduğu hal üzere almaktır, değiştiğine delil
bulununcaya kadar böyle devam eder. Bu devam etme, icabi,
isbat edici bir delille sabit değildir. Onu
değiştiren bir deli! bulunmadığından devam etmektedir. Karâfi
de onu bu mânada olmak üzere şöyle tarif eder: İstishâb,
geçmişte veya hazırda olan bir şeyin: Şimdiki halde veya gelecekte de bulunmasını
kabul etmektir.[1]
Geçmişte
sabit olan bir hüküm var, onu bildiğimizden bunun devam ettiğine hükmederiz,
değiştiğine bilgimiz yok. Eğer bildiğimize hüküm etmezsek, herşey
altüst olur. Satın alış veya miras yoluyla mülkiyet sabit ise, onu defeden birşey bulunmadıkça, o devam eder. Mülkiyette kimse şüphe
edemez. Yoksa kimsenin bir şeyi olmaz. Bir kimsenin hayatta olduğunu biliyoruz.
Onun şimdi ve gelecekte de hayatta olması zann-i
galiptir, bunun hilâfına delil bulununcaya kadar bu devam eder. Mefkud, ortadan kaybolan bir kişi, ölümü sabit
olmadıkça," sağ sayılır. Öldüğünü gösteren delil ve emare varsa, o zaman
hâkim öldüğüne hükmeder.
Karâfî
şöyle der: İstishâb, Mâlik'e göre delildir. Şafii'nin
talebesi Müzem de öyle der. Bunda Hanefiiere
muhaliftir. İstishâb'ın delil olması şundandır. Zan-ı
Galibe göre mevcut olan hâlin devam etmesi asıldır, onu değiştiren birşey olmadıkça hâli bakidir. Zann-ı
galib şahitlikte delildir. Çünkü râcih
olan odur. O umum için ilzam edici bir delildir. Eğer zannı gaiip
ihmal edilse, onunla amel olunmasa hukuk zayi olur. Zira onu isbat için yol bulunmaz. Buna göre, istishâb
Mâlik indinde, ona muarız bulunmadıkça, deiil
sayılır. Mefkud olan bir kimsenin sağveya
ölü olduğu bilinmese de, bu delile göre sağdır. Hâkim öldüğüne hük-medinceye kadar bu hal böyle
devam eder. Ortadan kaybolduğu zamanlar ölümüne hüküm tarihine kadar hayatta
imiş muamelesi yapılır. Karâfî; Hanefllerin
bunda Mâlikllere muhalif olduklarını söylüyor. Bazıları
istishâbı asla delil saymıyor. Berâet-i
asliye ise muteber bir delildir. Mülkiyet bir defa sabit oldu mu, izâle eden
bir sebep bulunmadıkça zail olmaz. Ve böylece devam eder. Bunların hepsi istishâb-ı hâli delil tutmaktır. Bunlara muhalif olan Hanefllerin ekserisi şöyle derler: İstishâb;
defedici, koruyucu bir hüccettir, isbat için delil
değildir. İnkârla beraber sulhu caiz görürler. Bu sulhta davacı bedeli alıyor
ve helâl oluyor, halbuki hak isbat edilmiş değildir.
Eğer istishâb defi ye isbat
için hüccet olsaydı, bu sulhun caiz olmaması gerekirdi. Çünkü davacı deli!
getirememiştir. Dâvâlının ise mülkiyet üzerinde hakkının istishâb
yoluyla devam ettiğidir. Fakat dâvada sulhu caiz gören Hanefîler diyorlar ki,
inkâr ve berâet-i asliye, hakkın ilzam edilmemesi,
yani defi için delil olmaya salihtir. Ancak müteaddi. yani geçen bir delil olmadığından hasm onunla ilzam edilmez. Buna göre her iki tarafta helâl
olan hakkından sulh yapmış sayılır: Davacı her ne kadar isbatindan
âciz kaldıysa da, batıl olduğuna ilzam edici bir delil getirilemeyen hakkından
sulh oluyor. Davacı da, kendisi yeminden kurtulmak ve davacı ile niza'ı kesmek
ve dâva gürültüsünden kurtulup dinlenmek için sulh oluyor.
İstishâb,
isbat edici değil de defedici bir delildir, buradaki
defi şöyle yorumlarlar: Yani o başkasının aleyhine delil olarak bir hüküm isbat etmez, mevcut hakkı korur, onda başkasının hakkı
olmadığını gösterir. İbni Kayyım bunu umumi olarak
şöyle yorumlar:»
«Bu
şu demektir: İstishâb, bir şeyin bulunduğu hal üzere
kalması asıl olduğundan, o hâlin değiştiğini iddia eden kimseye karşı defedici
bir delil olur. O şeyin hâli üzere kalması, hükmün İcabına dayanır, geçmişteki
o hüküm var. Değiştiren bir şeyde yok. Ne nefi eden,
ne de isbat eden bir delil, bulunmayınca dururuz. Ne
hükmü isbat ederiz, ne de nefi'
ederiz. İsbat etmek isteyenin dâvasını istishâb ile defederiz. Istishâb
deliline sarılanın hâli, delille itiraz edenin hâli gibidir. İddia edenin
iddiasını nefi' eden delil getiriyor. Muâriz başka, mûteriz başkadır.[2]
İtiraz eden, delilin delâletini meneder, muarız ise
delâletini teslim eder, onun aksine başka delil getirir.[3]
Hanefilerin:
İstishâb müdafaa delildir, isbat
delili değildir, yollu kaidesini İbni Kayyum böyle yorumluyor. Bu mantık istidlali ve istishâb ile hakkın sübutu bakımından yaklaştırıcı bir
yorumdur. Onlara göre istishâb, önce sabit olan
mukarrer ve makbul hakların bekası ve devamı için delildir, yeni bir hak
kazandırmak için sebep değildir. Buna misal davada inkâr edenin yani davalının
halini gösterirler, davacının iddiasını inkâr etmesi, onun hakkında bir kuvvet
kazandırmaz, fakat davacının hak iddiasının sübutunu meneder.
Ortadan kaybolan mefkud adam da böyle. Kaybolduğu
günden ölümüne hüküm oluncaya kadar geçen süre içinde o kendi hakkında sağmış
gibi itibar edilir, haklan korunur, malı onunmuş gibi muhafaza edilir,
mirasçılara verilmez. Fakat onun sağ olduğu İstishâb
yoluyla sabit olduğundan, mukarrer ve sabit haklan bununla sabittir, korunur. İstishabla sabit bu hakla yeni mal kazanamaz. Ölümüne
hüküm edilmeden önce ve kaybolmasından sonra o arada ölen akrabasından miras
hakkı alamaz. O kendi hakkında sağ, başkası hakkında ölü sayıhr.
Çünkü istishabla sabit olan şey, yeni bir hak
kazandırmaz, fakat sabit hakların ibtaline mani olur.
Mâlikller, mefkud
hakkındaki bu hükümlerde Hanefîlerle birleşir.[4] Onun
için, reyi Hanefilere yakındır, diyoruz.
Bazı
âlimler istishâbı iki kısma bölerler:
a) Berâet-i asliye istishâbı,
bu, zimmetin bulunduğu hal üzere temiz kalmasıdır. Hilafına delil bulup isbat edilinceye kadar insan zimmeti âridir,
dâvada inkâr durumunda Olan dâvâlının hâli böyledir. O istishâb
gereğince berâet-i zimmet halindedir, suç sabit
değildir İbni Kayyum'a göre
bu. istishâb delilinde fukaha
arasında ihtilâf vardır. Haneftler bunu isbat değil, defi delili olarak alırlar. Mâlik, Şafii ve Ahmed b. HanbePe.göre ise mutlak
delildir.
b) Hüküm isbat eden vasıf istishâbt,
hilafı sabit oluncaya kadar bu hüküm isbat eden
sayılır. İbni Kayyum, fukahantn bunda ayrılığı yok diyorsa da, bizce böyle
değildir. Çünkü Hanefîlere göre vasıf istishabı da isbat değil, müdafaa delildir, yani vasıf istishâbla sabittir, onunla yeni bir hak sabit olmaz, eski
hak devam eder; ölümüne hükümden önce mefkudun hayatı
gibi. Çünkü bu vasıf- hayat, istihâbla sabit bir
vasıftır, yeni bir hak sağlamaz, mefkud akrabasına
mirasçı olamaz, ancak eski hakkı devam eder, mallan veresiye intikal etmez.
Bunda
İbni Kayyum'a muhalif
olmakla beraber, mezkûr iki istishâb nevinde
Hanefîlerin muhalif olduktan hususunda ona katılırız. Onun o sözlerini de
nakledelim: Hilâf-ı sabit oluncaya kadar vasıf isttshabı
delildir. Hüküm sabit olur. Taharette, abdest
bozulmasında, mülk ve nikâhın bekasında, zimmetin meşgul olmasındaki istishâblar böyledir. Hilafı sabit oluncaya kadar bunlar
devam eder. Taharet de böyledir.: Av, suda boğulmuş bulununca yenmez, çünkü o
boğularak mı öldü. attığın okla mı öldü, belli değil. Yine senin av köpeklerine
başka köpekler karıştıysa, o av yenmez. Çünkü sen kendi köpeğini ava salarken
besmele çektin, diğerleri belli değil. Çünkü asıl olan av hayvanının, avların
haram olmasıdır. Onu helâi kılacak şartın bulunup
bulunmadığında şüphe var, istishâb yoluyla avın
haram olması devam ediyor, bir suyun temiz oiup
olmadığında şüphe edilse, su aslında temiz olduğundan, onun pis olduğu sabit
olmadıkça, istishâb yoluyla temiz olduğu kabul
olunur...
Nikâhı
bozma işi buna muarız değildir. O da şöyledir: İki kişi evlenmiştir. Bir siyah
câriye ortaya çıkıp ben onların ikisini emzirmiştim, oniar
süt kardeş diye şahidlik ederse, bu nikah bozulur.
Çünkü asıl olan iki kişinin cinsi münasebet için birleşmesi haram olmaktır, bu,
zahir hâle göre zevciyet sebebiyle mubah sayıldı.
Burada bu zahir hâle onun gibi, hattâ ondan daha kuvvetli bir hal tearuz etti
ki, o da şahidliktir. Tearuz edince ikisi de düşer.
Asıl olan haram olma, muanzsız kalır, onun için haram
olan bu nikâh bozulur. Hz. Peygamber de böyle olan
nikahı bozmuştur, doğru olan budur, kıyas da budur. Fukaha
bu nevide tartışmamıştır.[5]
Fukaha
arasındaki tartışmaya sebep, mesele aslında iki tearuz hâlini alıyor. Bunun
örneği şu: Bir kimse namazdayken abdesti bozulup
bozulmadığında şüphe etse, İmam Mâlik'e göre yeniden abdets
alır. Şüpheli abdestle namazı kılamaz. Her ne kadar
asıl olan burada taharetin istihâbla devam etmesi
ise de, burada diğer bir asıl daha var ki, o da namazın zimmetinde kalmasıdır.
İki asıl tearuz ediyor. Eğer siz, şek ile onu asıl olan taharet dışı çıkarmayız
derseniz, Mâlik de şöyle diyor: Şek halindeki abdestle
onu namaza sokmayız! Bu şek ile namazdan çıkmış sayılır. Eğer siz:Abdest almakla adam, seksiz abdesli
oldu, şüpheyle hades avdet etmez, derseniz, Mâiikde şöyle der: Berâet-i
zimmet asıl olması, namazın farz olmasıyla kalktı, şek ile avdet etmez...[6]
Yine
bu nev'inden bir örnek: Bir veya üçtalakmı
boşadı diye şüphe etse. Mâlik'e göre üç talaktır. Cumhura göre bir talaktır ve
sahih olan budur. Çünkü nikâh istishâb yoluyla var,
üçte şüphe ediyor, şüpheyle yakın zail olmaz... Bu abdesle
namaza girip sonra şüphelense meselesine benzemez. Çünkü asıl olan orada
zimmetin namazla meşgul olmasıdır. Burada da: Asil olan talakla haram
olmasıdır, denemez. Çünkü haram olmak, nikâhla zail olurdu...[7]
[1] Karâfî, Tenkih,
S. 199. Izmiri haşiyesinde türlü tarif vardır:
Geçmişte sabit olan bir şeyin, halen baki olduğuna hüküm vermektir.
[2] Bu şu demektir: İstishâb
delilini tutan kimse, sabit dan bir aslı tutuyor. Onun hakkı sabittir, onun
doğruluğunu isbat için delil getirmeye kalkışmıyor,
buna gerek yok, o fi'ilen değişmemiş olan hâlin
değiştiğini iddia edeni bununla reddediyor. Hasmın delilini çürütecek deli!
getirir. Mûteriz ise hasmın delilini meneder, isbat edinceye kadar onu
kabul etmez.
[3] İbni Kayyım, I'lâmül-Muvakkıln, C. 1, S. 264.
[4] Müdevvene, C. VI, S. 135. Sâsİ
Tab'ı.
[5] Zikrettiği bu meselelerde Hanefîler diğerleriyle
ittifaktadır. Çünkü bunlarda istishâb müdafaa
delilidir. Daha önce sabit olmayan bir hakkı isbat
ediyor değil. Onlann bu ittifakı, vasıf istishâbı-nın delil olması
aslındaki görüşte değil, belki buradaki vasıflarda istishâb
Önce mukarrer olan haklan baki kılıyor, yeni bir hak kazandırmıyor da,
ondandır.
[6] Mâlik burada iki istishâb
arasında tercih yapma durumunda: Taharat istishabı, zimmette namaz istishabı.
[7] İ'lâmül-Muvakktîn,
C. 11, S. 269. Müdevvene, C. VII, S. 13.