MALİKİ MEZHEBİNİN GELİŞMESİ VE
BÜYÜMESİ
241- İbni Haldun'un Bir Görüşü:
243-Hanefî Mezhebi, Bir Medresenin
Mezhebidir:
244- İmam Mâlik'in Talebeleri
Ölümünden Sonra Muhalefetlerini Açıkladılar:
245- Hanefî Kitaplarının Mazbut
Olmasının, Mâlikîlerin Böyle Olmamasının Sebepleri:
246- Esed'in Mâliki Mezhebine Yaptığı
Hizmetler:
Buraya
kadar geçen bahislerde Mâliki mezhebinin usulünü beyan ettik ve sözümüzü: Bu
usul ve kaideler, bu mezhebi devamlı bir gelişme, verimli ve bereketli bir
halde bulundurur diye bitirdik. Fakat İbni Haldun gibi bazı mevsuk
tarihçilerimiz bu büyük mezhebe ve salikle-rine donukluk isnad ettiler. Onun
için biz, madem ki, bu mezhebin gelişmesini anlatmak istiyoruz, önce bu büyük
İslam tarihçisinin iddiasının doğruluk derecesini anlayalım. Zira ulema diyor
ki, aklı doldurmadan önce boşaltmak lazım, yani medihden önce ayıklamak gerek.
Biz, önce onun sözünü aynen nakledelim, tâki birşey katmamış olalım, sonradan
doğru olanı, olmıyanı tartışalım. Doğuda Ebû Hanife'nin, Şafii'min ve Ahmed b.
Hanbet'in mezheblerine tâbi olanları söyledikten sonra şöyle diyor:
İmam
Mâlik'e gelince (Allah rahmet eylesin), başka yerde bulunursa da asıl Mağrib
ve Endülüs halkı onun mezhebindedir. Oralarda başka imama tâbi oianfar çok
azdır. Çünkü onlar ekseriye Hicaz'a giderler, seyahatları oraya kadardır.
Medine o zaman ilim yuvasıydı. İiim oradan İrak'a gitti. Irak ise Mağrib ve
Endülüs halkının yolu üzerinde değil. Onun için Medine ulemasından almakla
yetindiler. O zaman onların üstadlart ve imamları Mâlik idi. Onlar, önce
üstadlarından, ondan sonra da talebelerinden ilim aldılar. Mağrib ve Endülüs
halkı İmam Mâlik'e bağlandılar, yollan ulaşamadığından, ondan başkasını taklid
etmediler. Diğer yandan Mağrib ve Endülüs halkında Bedevilik gafibdi. Irak
ehlinjn kültürlerine ermiş değildiler. Bedevilik münasebetiyle Hicaz ehline
daha meyyaldılar. Onun için Maliki mezhebi onlarda hep aynı halde devam ediyor.
O diğer mezhepler gibi kültür ve medeniyettehzibine uğramadı. Her mezheb
imamının mezhebi, ehli arasında hususi bir mevkii bulunur. Onlar ona uyarlar,
onlar için ictihad, kıyas yolu yoktur. Onlar imamlarının mezhebindeki mukarrer
usule göre meseleleri tenzlr yoluyla hallederler. Bunu yapabilmek de melekeye
muhtaçdır, böylece mümkün mertebe tâbi oldukları mezheb imamına uyarlar. Bu
meleke fıkıh ilmidir. Mağrib ehlinin hepsi İmam Mâlik'i taklidederler.[1]
Bu
büyük tarihçinin söyledikleri böyle, Bunlar incelemeye muhtaç sözler. İçlerinde
makbul olan da var, doğruluğu söz götüren de var. :
a- Şüpheye yer olmayan şudur ki, Mâliki Mezhebinin Mağrib ve feridülüs'te
yayılmasının sebebi, oralıların İmam Mâlik'le daha Önce Onlın üstadlarıyla,
sonra da talebeleriyle görüşüp, Irak fukahasıyla jgörüşmemiş olmalarıdır. Bu
Mısır hakkında da söylenebilir. Zira bu hıezhebin Mısır'da bulunması,
mezhebinin orada yayılması, Eyyubller Devletinin Şafii Mezhebini tutmaları da
Mâliki mezhebini Mısır'dan si-lemedi. Mısır'da İmam Mâliki Mezhebinin mevkii
arttı. Kadılar, Malikl-lerden tayin olundu, Hanefi ve Hanbell mezheblerinden
değil. Mağrib ve Endülüs'de Maliki mezhebinin yayılmasına sebep sadece hac
değildir. Belki devlet sultanının bunda tesiri çoktur. İbni Hazm iki mezhebin
devlet gücüyieyayıldığınısöyler.DoğudaHanef1lik,Batıda ve Endülüs'de Malikllik.
Mezhebin yayılışı sırasında bunu açıklayacağız.
b- İbni Haldun'a göre, Mağrib ve Endülüs'de Maliki mezhebinin kabul
edilmesine sebep, Hicaz halkı ile Mağrib ve Endülüs halkı arasında
Bedevilik'de ortak münasebet bulunmasıdır. Bu üzerinde durulacak birşeydir.
Zira Hicaz şehrinin sakinleri Bedevi sayılmaz. Özellikle Emeviler devrinde hiç
değildi. Emevilerin oraya bol bol akıttıkları hayrat ve nimetler içinde
yüzüyorlardı. Orada refah ve sefanın her türlüsü vardı. Gazel alanında en beliğ
şiirler yazıldı, medeni musiki bütün yollarıyla meydana geldi. Abbasiler
devrinde hilafet merkezi olan Irak'ı bu kültürle onlar besledi. Hicaz şehirleri
sakinlerinin Bedevi olduğunu temsil etsek bile, Endülüs hakkında bunu asla
kabul edemeyiz. Endülüs halkı, eskiden de, yenrdevirde de Müslümanların fethinden
önce de, sonra da her zaman medeniyet sahibiydiler. İbni Haldun gibi bir
kişinin, hükmünü onlara teşmil etmesi yakışmaz. Medine ehlinin Bedevi olduğu
sahih olmadığı gibi, Endülüs halkının Bedevi olduğu doğru değildir, Mısır hafkı
da Bedevi değildir. Onun için haklı olarak bu sebebi ortadan atarız.
c- Medine ehli Bedevi'dir, Mağrib ve Endülüs halkı Bedevi'dir, onun için
onlar bir mezhep yani Maliki mezhebini kabul ettiler, gibi mukaddimeler üzerine
kurduğu hükümden çıkan netice; Mâliki mezhebinin medeniyet ehli mezhebi
olmadığıdır. Onun için birleşmişler ve bu mezhebi benimsemişler. Bu iddia, bu
mezhebin usul ve kaideleriyle asla bağdaşamaz. Zira bunlar, genişlik, müsamaha,
tolerans, toplumun hayatını ıslah ve işlerini tanzim bakımından öyle
kuvvetlidir ki, ufukları ne kadar geniş, meseleleri ne kadar çeşit, hayat tarzı
ne kadar muhtelif olursa olsun, muhtelif medeniyetleri tanzim etmeye
elverişlidir. Mesalih-i Mürsele, şeddi zeriar örf ve âdete itibar, kıyası
almak. Bunlar, her medeniyete uygundur. Hatta kıyasın bazen nassları bile
tahsis etmesi ve mezkur kaideler, içtimai hayat ne kadar karışık, maslahatlar
ne kadar çapraşık da olsa, adaleti temin için en ince kanunları yapmaya ve
üstün bir medeniyet kurmaya elverişlidir. Böyle bir mezhebin Bedevi olması
mümkün değildir, bu mezhebe bu nasıl yakıştırılır!
ç- İbni Haldun, Mağrib halkının Bedeviliği bu mezhebi çapraşık bıraktı,
tenkid ve tehzib edilmedi, diyor. Bu kaziyyenin ne mukaddimesi ne de neticesi
doğru olamaz. Çünkü bu mezhebe girenler sadece Mağrib halkı değildir. Girenler
arasında başkaları da var. Mağribtilerin hepsinin Bedevi halk olduğunu temsil
etsek bile, bu mezhebde olan Mısırlıların uzak veya yakın maziden beri Bedevi
olduklarını asla kabul edemeyiz. Çünkü hiç bir devirde öyle olmadılar.
Ülkelerinin tabiat şartlan Bedevi olmalarına hiç müsait değildir. Öyle olunca,
o mukaddime doğru değildir. Mağrib halkının hepsi Bedevi değildir. Endülüs
halkı Bedevi değildir. Mısır halkı Bedevi değildir, bir tarihçi onların Bedevi
olduğuna hükmedemez.
Mezhebi
kabul edenler Bedevi olmayınca, girdikleri o mezhebin karışık, gevşek olduğuna
hükmedemeyiz. Çünkü gerçekte bu mezheb tenkit edilmiştir. Usulü bellidir,
onlara göre fer'i meseleler çıkarılmıştır, Başındanberi tahric ufku çok
geniştir, tahric ve tenkih devam etmiş, mezheb tekâmül etmiştir. Mısır uleması,
Endülüs uleması bu hususta yarışmışlardır. Maliki fıkıh ulemasının istinbat
ettikleri usulü, yazdıkları meseleleri yukarıda anlattık. Onlardan görüldüğü
gibi, bunlar ne kadar temiz, sağlam, akla uygun, muhtelif muhitlerin
ihtiyaçlarını karşılayacak kanunlara muvafık düşmektedir. Endülüs, Mağrib,
Mısır uleması ve yazarları delillerle, tahriclerle, rivayetleri tenkih ederek
bu mezhebi nasıl takviye ettiklerini görüyoruz. Böylece mezheb medeniyetin bütün
meselelerini çözecek en yeni usullerle doğru tedavi edecek bir halde
bulunmaktadır.
Sözün
kısası, tarihçilerin imamı, milleti olan Berberilere karşı suç-luduV. Medine
imamı mezhebine karşı suçludur. Allah bağışlasın ve ilminden ötürü ona hayırlı
mükafat versin. Maliki mezhebinin gelişmesi sebeplerine girişmeden önce, Maliki
mezhebiyle Hanefî mezhebinin ayrıldıkları iki noktaya işaret edelim:
Birinci
Nokta: Ebû Hanife talebeleriyle birlikte, bir kedrese teşkil ederlerdi.
Talebelerin şahsiyetleri imamın şahsında erimedi, sağlığında üstadlarıyla
münakaşa ediyorlar, tartışıyorlar,'ona muhalefet ediyorlardı. Rabbınin
rahmetine kavuştuktan sonra Irak fıkhının başına Ebû Yusuf ile Muhammed b.
Hasan geçti. Hanefî fıkhını genişlettiler, geliştirdiler ve onu Medine ehli
fıkhına yaklaştırdılar, mezhebi hadisle te'yid ettiler. Üstadlarına muhalif
oldukları meseleler çoğaldı, onun usulüne sarılmakla beraber görüşlerde ayrılık
oldu. Böylece bu büyük mezheb, bu medresenin mezhebi haline geldi, usulleri
bir, fakat fer'i hükümlerde, az-çok farklı bir mezhep oldu. Medresenin bütün
görüşleri tesbit olunmuştur. Bu görüşlerin büyük kısmı, sonraları tercih erbabı
için açık kapı bıraktı ve bu geniş kapı etrafa kol açtı.
Hanefî
mezhebi böyle. Malikî mezhebine gelince, o baştan bu yoldan başka bir
istikamette yürümeye başladı. Sonra ona döndü ve onun benzeri bir yol tuttu.
İmam Mâlik, hayatında İmam Ebu Hanife'nin mesleğini tutmamıştır. Talebeleri
için münakaşa kapısını açmadı, gö-^ rüşler tartışılmazdı. O mehazlarını, yolunu
göstererek meselelerin hükümlerini anlatıyor, dersini veriyor, talebeleri de
yazabildiklerini yazıyorlardı. Talebeleri bu müzakerelere katılmazdı.
Talebelerinden bazısı uzun süre ders aldı, bazısı dersinde az bulundu, başka
yere gitti, fakat onunla ilmi münasebetini kesmedi. Bunların her birinin Mâiikî
fıkhının rivayetinde, usulünü bilmede, tahricte yeri vardı. Onun için Mâliki
mezhebi bidayette bir medrese mezhebi sayılmaz. Çünkü talebe, üstadları
yanında görüşlerini beyan etmezlerdi. Ancak onun ölümünden sonra talebenin
büyükleri görüşlerini açıklayarak üstadlarını muhalif oldukları yerleri beyan
ettiler. Üstadlarını takdirle beraber, onları ilan ettiler ama onun ilmini
rivayete, neşre de önem verdiler. Onun usulüne göre meseleleri tahric ettiler.
Üstadlarına talebelerinin muhalif olduklarını gösteren haberler çoktur. Ancak
bu muhalefet onun sağlığında meydana çıkmadı, ölümünden sonra ortaya atıldı.
Buna sebep de ondan ders almakla, .
istifadeye meraklı olmalarıdır. Münakaşa ve münazara yapmak istemezlerdi. Çünkü
o, cedel ve münakaşayı sevmezdi. Bir de talebeleri onun ölümünden sonra onun
meseleleriyle diğerlerinin rivayetlerini mukayeseye, incelemeye başladılar. Bu
esnada azına muhalif, çoğuna muvafık kaldılar. Nasıl ki Şafiî'nin talebesi
Mazini ve diğerleri de öyle yapmışlardır.
Ölümünden
sonra talebelerinin İmam Mâlik'e muhalefet ettiklerine dair haberler çoktur.
Endülüslü Yahya bir şahid ve davacının yeminle hükmüde muhaliftir. Eşheb, ona
muhalefet etmiştir. Hattâ Esed, Mâ-tik'in görüşlerini toplamak için ona
müracaat ettiğinde, meseleleri tesbit ederken üstadla talebe görüşlerini
ayıramanmş, onun bu tutumunu ayıplayarak ondan vazgeçmiştir. Sonra Abdurrahman
b. Kasım giderek ondan almıştır. İbni Rüşd'Mukaddemat'da şöyle der: «Esed
geldi.. İmam Mâlik o zaman vefat etmişti. Eşhebe gitti, onu dinledi, Eşheb:
Mâlik şu meselede yanıldı, bu meselede hata etti, derken işitti. Üstadı hakkında
böyle konuşmasını ayıpladı, bunu beğenmedi ve şöyle dedi: Bu denizden yana
işeyen adama benziyor.» Sonra İbni Kasım'a gitti.[2]
Bu fakihin talebe hakkındaki bu teşbihi bizi
ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren şudur: İmam Mâlik'in talebeleri sonradan ona
muhalif görüşlerini açıklamışlardır. Ancak istinbat usulleri birdir, ondan
ayrılmamışlardır. Esed b. Fırat'ın Mâlik'in görüşlerini ve fıkhını almak için
başvurduğu İbni Kasım da bazı şeylerde Mâlik'e muhaliftir, bunları yazmıştır.
Bu Esed'in topraklan ilk kaynak olan Sahnûn'un, Müdevvenesinde müddetli satış
için şöyle denir: Bana mevsuk kimseler haber verdi: İmam Mâük'e sormuşlar: Bir
adam mal satmış, mal zayi'-olmuş, adam parayı istiyor, alan da o müddetli
satılmıştı, diyor. Bu ihtilaf hakkında Mâlik şöyle demiş: Eğer az bir müddet
iddia ederse, tasdik olunur. Uzun bir müddet iddia ederse kabul olunmaz. İbni
Kasım diyor ki, bana göre az müddet için olan da tasdik olunmaz.»[3]
Bu
ibareden görülüyor ki, İbni Kasım da üstadı Mâlik'e açıkça muhalefet etmiştir.
Ona göre müşteri müddet iddia ederse bunu isbat etmesi gerekir. Mâlik ise
fıkhında daima müsamahalıdır, yakın bir müddet iddiasını kabul ediyor, Çünkü
bu insanlar arasında âdettir.
Görülüyor
ki, İmam Mâlik'ten sonra talebeleri, mezhebi üzerinde çalıştılar, onun usulünü
esas alarak meseleler çıkardılar, onun füru'ına mukayese yaptılar, bazılarında
muhalif kaldılar. Ebû Hanife'nin talebeleri onun hayatında onunla birlikte,
ölümünden sonra da aralarında müzakere edip çalışarak o koca fıkıh mecmuasını-
külliyatı meydana getirdiler ki, onları İmam Muhammed kitaplarında topladı,
bazısını da Ebû Yusuf yazdı, bir çoklarını da Hasan b. Ziyad ve başkaları
kitaplarına aldı, nesilden nesile nakledildi. Mâlikî mezhebini ise ondan sonra
talebeleri onun usulüne göre işlediler. Füru'ına kıyas yaptılar, bazı meselelerde
muhalefet ettiler. Onlardan sonra gelenler o fıkıh mecmuasını -külliyatını
nesilden nesile rivayet ve nakil ettiler. Mezheb Endülüs'de, Mağrib'de,
Mısır'da ve bazı Doğu ülkelerinde yayıldı.
İkinci
Nokta: Mâliki mezhebinin, Hanefî mezhebinden, umumi olarak Irak fıkhından
ayrıldığı bir husus şudur: Mâliki mezhebinde istinbat 'eyatahric Hanefî usulüne
uymayan bir yolda yürümüştür. Hanefi fıkıh (İtapları -Ebu Yusuf'un bazı
kitapları hariç- delilleri zikretmeseler de leseleleri taksimde, bablara,
fasiküllere ayırmada gayet mazbuttur.
Herşey bir mukayese ve mülahaza iledir. Hükümler, muttarid illetlerin
Şktizasına göre yürür, eğer illet uymazsa kitaplar onun deliline işaret îder.
Bu hadisten veya sahabe fetvasından alınmıştır, der. Veyahud onların emsali has
delillerden alınır ki, bunlar onları kıyasa muhalefete, |stihsana sevkeder.
Hanefî mezhebinin aslındaki nakillerde bulundu-fğumuz usul ve yol budur. Malikî
mezhebine gelince, Müdevvene ve ona yakın tarih taşıyan diğer kitaplarda bu
benzerliği açıkça göremedik. Mevsuk olma bakımından aynı miktarda değil,
onlardaki meseleler dağılmış bir hale benziyor. Irak kitaplarında menkul meselelerde
olduğu gibi onları kuvvetli bir bağ bir yere toplamış değil. Bunun sebebi,
Mâliki Mezhebinin yakını olan Hanefî Mezhebine göre bir noksanlığı değil, asıl
sebep usul ve metod ayrılığıdır. Hanefî mezhebinde esas, kıyasa iti-maddır.
İstihsânı kıyas kadar almaz. İstihsân delilinin çoğu da illeti hafi olan kıyas
nev'indendir. Onun için meseleler birbirine benzer, birbirinin naziridir,
illetler mazbuttur, meseleler arasında bağlantı kuvvetlidir. Mâlikî mezhebi
ise onun ekser itimadı Mesalih-i Mürsele'ye, örf ve âdete, kıyasa muhalefetten
doğan istihsânedir. Onun ekseriya itimadı kıyasa değildir, mesalihe itimadı
galibdir. Bu mesalih, ister bir nassdan şahid bulunan münasib bir tarzda olsun,
ister mesalih-i mürsele şeklinde olsun, ister muhalifi bulunmayan bizatihi kaim
bir asıl veya muhalifi bulunan bir asıl olup da istihsân namı verilen delille
sabit olsun, hep birdir. Mesalihe itimad ve bunu çok almak sebebiyle mezhebde
kıyas çok görülmüyor, Ve mesele zabt ve taksim edilip birbirinin nazîri haline
gelmiyor. Kıyasda illetlerin muttarid olması mülahazasıyla, hükümler de
birbirine sağlam surette merbut bulunur.
Hanefilik
Doğuda, Mâlikîlık Mağrib'de olmak üzere, İslam ülkelerinin Doğusuna ve
Batısına yayılan ve İslam devletlerine hakim olan bu çağdaş iki büyük mezhep
arasında bu küçük muvazeneyi yaptıktan sonra, şunu söyleyelim ki, İmam Mâlik,
Allah'ın rahmetine kavuştuktan sonra, Mâlikî mezhebini harekete geçiren ilk
şey, Irak mezhebinin tesiri altında olmuştur ki, bunu müdevvene'nin
tarihçesinde anlattık. Şöyle ki, Esed b. Fırat, İmam Muhammed'in kitaplarındaki
meselelere, Mâlik'e göre onların hükümlerini beyan ederek cevap vermek istedi.
Fakat bunu yapamadı; Çünkü Medine'ye geldi. İmam Mâlik vefat etmişti, onunla
görüşemedi. Onun sağlığında bunu yapamadı. Bu meselelerin hükümlerini öğrenmek
için Mâlik'in talebelerine gitti. En büyük talebesi olup onun fıkhını en iyi
biten en sağlam rivayet eden İbni Kasım'ı seçti. İbni Kasım cevap vermeye
başladı. Mâtik'in bunlara dair hıfzedilmiş görüşleri yoktu. Mâlik'ten rivayet
olunanları söylemeye başladı, mahfuz bir görüşü olmayanlar hakkında, Mâlik'in o
meselenin benzerine kıyas yaparak cevap verdi, bu da mümkün olmayınca kendi
görüşüyle cevap verdi ve bunun kendi görüşü olduğunu da belirtti.
Şüphe
yok ki, bu Mâliki Mezhebinin ilk büyümesi ve gelişmesidir. İMezheb bundan çok
şey kazandı. Zira Irak fıkhı, fer'i meseleleri çok, İkıyası bol bir mezhebdi.
Farazi ve takdiri meseleleri alırdı. Yalnız olan [meselelere cevap vermekle
kalmıyordu, olması muhtemel meselelere İde cevap hazırlıyordu, zengindi. İmam
Mâlik buna muhalifti. O, sade {olaylara fetva veriyordu. Fakat talebeleri hiyle
yoluyla ondan bu kabi! | meselelere de cevap alıyorlardı: Şöyle ki, başka
birinin ağzından bir I mesele sorarlar, o da bunu olmuş birşey hesap eder, bu
itibarla cevap jvermiş olurdu. Onların bu yolla aldıkları cevaplar; ne miktarda
olursa [olsun, farazi ve takdiri meseleler Mâliki fıkhında pek çok değildir.
Şüphe i yok ki, takdiri fıkhın da güzel yönleri var. Zira fer'i meseleleri zabt
ve rabt altına almak, fakihin önünde tahric yolunu açar. Kitap, sünnet ve kıyas
esasına göre istinbat olunanlara göre yenilerini çözer. Esed b. Fırat,
giriştiği bu büyük işi başardı, gayet güzel tamamladı. Bunun en güzel meyvesi
Mâlikllerin fıkıh kitabı olan Müdevvenedir. Nesiller boyunca •eldedir, Mâliki
fıkhını sağlam gıda ile beslemiştir, onda Medine fıkhının meziyetleri ile Irak
fıkhının" bazı meziyetleri bir araya getirilmiştir. Böy-tlece o güzel meyvelerini
vermiş, fıkıh gelişmiştir. Esed'in bu işi, Hanefi-Ierden Ebû Yusuf'la
Muhammed'in ve onlardan sonra gelenlerin yaptıklarına benzer. Onlar da Ebû
Hanife'nin fıkhını sünnet ve âsâr ile .takviye ve te'yid ettiler. O, kıyasa dayanmıştı,
bu noksanlık böylece tamamlandı. Kıyasla güzel sıralanmıştı, âsâr ile de te'yid
olundu, i Esed'in sayesinde Mâliki fıkhı iki güzelliği topladığı gibi bu da
böylece iki ; güzelliği bir araya getirdi.
Doğrusu,
iki tarz düşüncenin meyve verici neticelerini bir araya 1 getirmek, her ikisini
de güzelce besler. Hanefî Mezhebini, Hicaz ehlinin aşariyle besleyip asara önem
vermesi ona bir takım meziyetler kazan-dırdı, sünnete dayalı ictihad çoğaldı.
Maliki mezhebini Irak ehlinin fer'i mesele yollarıyla beslemek, onda istinbat
yolunu genişletti. Böylece usulünü güzelce tatbik etti, meziyetleri meydana
çıktı. Mezhebin büyümesinde tesirine işaret edeceğimiz usulünün güzellikleri
görüldü ve müctehidler için kapı açıldı.