MALİKİ
MEZHEBİNDE İCTİHAD VE TAHRİC
247-
İçtihada Duyulan İhtiyaç:
248- Şâtibî,
Mâlikîlerde İçtihadı Anlatıyor:
250- Malik Talebesini Ezberciliğe Değil,İctihade
Teşvik Ederdi:
251-
Müctehidlerin Dereceleri:
252- Tahric
Erbabı Müctehidler:
253-
Fukahâün- Nefs'in Yaptıkları;
254- Bu
konuda Karâfî'nîn Dedikleri:
255-
İctihad, Dünya Durdukça Devam Eder:
256- İctihad,
Mezhebi Hayat ve Yaşayanlar Mezhebi Yayar:
Bir
mezhebin gelişmesi, ufkunun genişlemesi, insanların karşılaştıkları meseleleri
çözebilmesi, içtimai sorunları tedavi edebilmesi için mutlaka ictihad lazımdır.
Bu, ya mutlak ictihad ve istinbatyoluyla, ya o mezhebin usulüne göre mezhebde
ictihad ile veyahut da mezhebde sabit hükümlere tahric yoluyla yapılır.
Müftiler değişik içtimai meseleleri çözmek zorunda kalırlar, çapraşık örf ve
âdetlerle karşılaşırlar. Bu muhtelif örf ve âdetler, türlü, karışık içtimai
olaylar, düğümlenmiş problemler, bunlar fakihin zihnini kurcalar ve açar, onu
ictihade, hükümler çıkarmaya sevkeder. Muhtelif usulleri genişletip artırmaya,
tedavi edeceği içtimai problemlere göre onları ayarlaması lazımdır. Fukahanın
akılları kuvvetince, ufuklarının genişliği nisbetinde, kullandıkları usulün
esnekliği derecesinde mezhebin hayat kuvveti, gelişmeye selahiyeti olur, o
miktarda büyür ve bol meyve verir.
Mâliki
Mezhebi için bütün bu unsurlar mevcuttur. Kuvvet, genişlik ve bol meyve için
şartlar mevcuttur. Birçok ve muhtelif ülkelerde hüküm, Mâliki Mezhebi esasına
göreydi. Hatta bu İmam Mâlik'in sağlığında başladı. Endülüs'de, Mağrib'de
hüküm Mâliki mezhebine göreydi. Mısır'da Mâliki Mezhebinin mevkii vardı.
Endülüs'de medeniyet yükselip bayındırlık çoğalınca meselelerde çoğaldı,
Mağrib'de hakimiyeti kuvvetlendi, meseleler arttı. Bunlar çözüm bekliyor. Bu
mezhebde müctehidler yetişti, ictihad ufku genişledi. Kitap, sünnet, icmal
ümmet ve mesalih ile mukayyed olarak istinbat çoğaldı. Usuldeki yumuşak
müsaade, mezhebi maslahatları ihyaye bir ilaç haline getirdi. Mesalih-i Mürsele
ve istihsân maslahatların bir nevi' olup kitap ve sünnetten sonra onun iki esas
cevheridirler. İlaç, insan hayatının içinde bulunduğu olaydan alınmadır ve ona
yaramaktadır. Böylece mezhe temiz bir surette yaşadı ve güzel meyvelerini
verdi. Öyleyse ictihad v tahricden bahsedelim, mezheb fukahasının onlarla ne
kadar mukayyet olduklarını görelim, sonra da kısaca mezhep usulünün
müsâidliğine değinelim.
Mâliki
Mezhebi fukahası, İmam Mâlik'in büyük ölçüde mukayyed bulunduğu usul dairesinde
füru' meselelerin halline, tahric ve istinbata kendilerini vermişler, çok
çalışmışlardır. Mutlak ictihad ve mezhebde ictihad hakkında Mâliki ulemasının
bazı sözlerini nakledelim de Mâliki usulü dairesinde fer'î hükümlerin nasıl
verildiğini öğrenelim.
Mâliki
Mezhebi fukahasının büyüklerinden ve kendisi de tahric erbabından olan Şâtıbl
içtihadı iki kısma ayırır:
1- Kullara teklif devam ettikçe kıyamete kadar sürecek olan ictihad,
2- Dünya yok olmazdan önce
kesilebilen ictihad.[1]
Kıyamete kadar kesilmeyecek olan birinci nev'i ictihad için şöyle
der:
İnsanlar madem ki bu dünyadadırlar, madem ki ortada tatbik olunacak dini
hükümler vardır, mükellef olan kullar vardır. Öyleyse ictihad lazımdır, o da
hükme medar olan menâtın tahkiki ile olur.[2] Beli
hükmün sübutunu iktiza eden vasfı öğrenip tanır. Bundan sonra vasfın uyup
uymadığına bakar, O mevzu' hakkında kitap ve sünnetten bir delil olmadığı
anlaşılınca, maslahat da onunla ameli gerektiriyorsa, amelle hüküm olunur. Bu
nevi' ictihad yapan müctehidin meseleyi araştırması gerekir. Bunda maslahat var
mı, yok mu? Eğer maslahat varsa, menât da tahkik oluriduğundari, hükmetmek
icabeder ve bu böyle yapılır...
Bundan
sonra içtihadın bu nev'ine herzaman ihtiyaç olduğunu şöyle anlatır: Olaylar
sayılmayacak kadar çoktur, her biri hakkında ayrı ayrı hüküm bulmak mümkün
değil, taklid ile bu hailolunmaz. Bunları hal için hükme medar olan illeti
bilmek ve hakkı bulmak lazımdır. Her olay kendi sebeplerinden dolayı meydana
gelir, önceden olmuş, tekrarlıyor değildir. Bizim için o yenidir. İctihad
yoluyla onu behemahal inceleyip gözden geçirmek lazımdır. O olayın bir mislinin
daha önce olduğunu farzetsek bile, onun misli olup olmadığına da bakmamız,
incelememiz gerekir, bu da bir nevi' ictihad bakışıdır... Bu hususta şunu
bilmek yeter; din, her bir cüz'i olay için teker teker, ayrı hüküm
vazetmemiştir. O külli umur için, mutlak ibarelerle sayılmaz âdetleri ifade
eden hükümler getirmiştir. Bununla beraber her birinin diğerinde bulunmayan
hususiyetleri vardır. Mutlak hükümlerde imtiyaz olunan şey muteber değildir,
ve bu dâima muttarid olmaz. Belki de bu iki nev'e ayrılır.[3]
Üçüncü bir kısım bu iki taraf arasında olup onlardan birine yamanır. Alim
müctehid için zor veya kolay inceleme gerekir, tâ ki hangi delil altına girdiği
belli olsun. Her iki tarafa benzediği alınırsa, bu daha zor olur.Bunlar ilim
erbabınca bilinir. Hâsılı, nazır, hâkim, müfti herkes için ictihade ihtiyaç
vardır, her mükellefe nisbetle de bu fereklidir.
Ortadan
kalkmayan, durmayan bu nev'i içtihadı beyandan sonra, inkitaa uğrayan içtihadı
beyan eder. Mutlak içtihadın esas hükümlerin illetini bilmektir; nasslardan
onları almaktır.
Geçmiş
Mâliki fukahasının ictihad görüşleri böyle. Onlara göre vâki' meselelerin
tahric yoluyla hükümlerini beyan ve eskilerin menatı hüküm yoluyla verdikleri
esasa göre fetva vermek suretiyle ictihad yapmak mutlaka lazımdır. Ve bu
kesilmez, durmaz. Çünkü olaylar her-gün vuku bulmaktadır. Nassla sabit
hükümleri onlara tatbik için ictihad lâzımdır, her olayın kendine has bir vasfı
vardır. Mensûs hükümlerden hangisine uygundur, münasibdir, illet hangisine
kıyas yapılır, birbirine benzer meselelerde hükmün dayandığı asıl nedir, bunlar
ictihad ile olur.
Asırların
arkasına dönüp geriye gidersek, Şâtıbî'yi ve Karafî'yi bırakıp İmam Mâlik'in
talebelerine ve onlardan İlim alanlara dönersek görürüz ki, üstadlarından
aldıkları meslek üzere onun usulüyle mukay-yed olarak ictihad yolunda
yürümüşlerdir. Mâlik, onlarda fıkıh melekesi yaratmaya çok önem verirdi, sadece
kendi fetvalarını ezberlemelerine değil. Nice defalar kendi fetvalarını
yazmaktan onları mehetrniştir. Muvatakat'da şöyle der: İmam Mâlik fetvalara
dair ilmi yazmayı hoş görmezdi, ne yapalım, diye sordular. Şöyle dedi:
«Ezberleyin, anlayın ki, kalbleriniz aydınlansın, sonra kitaba muhtaç
olmazsınız,» Görüyoruz ki, o fıkıh melekesini geliştirmeye çalışıyordu. Bunu
şöyle ifade etti: «Kalbleriniz aydınlansın!» Böylelikle pnları fıkıh öğrenmeye
teşvik etti. Sadece ezberlemek, tâbi olmak yetmez. Onlara şöyle derdi: «Benim
kalbime öyle doğuyor ki, hikmet, Allah'ın dinini iyi bilmek, fıkhı anlamaktır
ve o emirdir ki, Allah lütuf ve merhametinden onu kalblere kor.»[4]
Böylece
İmam Mâlik'in arkadaşları ve talebeleri arasında İctihad çoğaldı, onlardan
sonra gelenler de öyle yaptı, fakat sonraki asırlar gelince, akıllar kapanıp
durdu, anlayışlar daralıp dondu, kendjierine güvenme zayıfladı. Müslümanları
saran zaaf salgını ulemanın akıllarına da sirayet etti. Onlar da zaafa düştü,
güvencelerini kaybettiler. Sonra gelen ulema, anlamadan ve incelemeden
eskilerin yazdıkları kitapların üzerine kapandılar. Onların yolunu takip
etmediler. Halbuki eskiler, çok zengin bir ilim serveti bırakmışlar, onları
gelecek nesillere sunmuşlardı, Onların kalbleri kuvvetli, himmetleri yüce,
akılları anlayışlı idi. Ancak eskilerin intaç ettikleri zengin servet baki
olduğundan sonra gelenlerin zaafından mezheb o kadar zarar görmedi. Mâliki
Mezhebinde fukaha: Müntesib müctehidler, Tahric sahibi müctehidler, ki bunlara
ashab-ı yücûh denir. Bir de Fukaha-İ Nefs olmak üzere üçe ayrılır. Bunların
dışında kalanlar mukallid, avamdan sayılır. Çünkü fetva verme yetkisi, yukarıda
geçen üç sınıfa aiddir. Onlardan başkaları o dereceye yükse-lemezler, avamdan
sayılırlar. Müntesib müctehid, meseleleri deliller müstakil olarak takrir eden
fakihtir. Ancak o bunu yaparken imanının usul ve kavaidini aşamaz, dışına
çıkamaz, mezheb imamının usulüyle mukayyeddir. Fakat imamının istinbat ettiği
füru'un hükümleriyle mu-kayyed değildir. Onun için füru'da imamın görüşüne
aykırı görüşleri olabilir.
Bu
tarzdaki müctehidin fıkhını ve usulünü, hükümlerin delillerini tafsilatıyla
bilmesi, kıyas yollarına vakıf olması şarttır. Tahric ve istinbat ile
bağlantılı olması, imamı tarafından fazla belirlenmeyenleri ilhak etmeyi
bilmelidir. İbni Kasım, Ibni Vehb ve onlardan sonra gelenler bunlardandır. İmam
Mâlik'in görüşleri yanında bunların da görüşleri vardır. İmam Şafii'nin yanında
Müzeni' Ebû Hanife'nin yanında Ebû Yusuf, Muharnmed ve Züfer ne ise, Mâlik'in
yanında bunlar da böyledir (Alah cümlesinden razı olsun).
Mâliki.
mezhebinde böyle değerli alimlerin kesretle bulunması mezhebi geliştirdi, onu
besledi, her türlü hadislerin hükümlerini verir bir hale getirdi.
Tahric
erbabı müctehidler, mezheb imamının kavillerini takrir, nasslarını tahrir
ederler, istinbat usulünü bildirirler ve onlarla mukayyed olurlar. İmamın
füru'una mesele çıkarmazlar. Birinci sınıf müctehidlerle bunlar arasında fark
budur. Bunlar imamdan hükmünü nakil olunmayan meselelerin hükmünü tahric
ederler. Hükmünü bilinenlere kıyas yoluyla bilinmeyenlerin hükmünü bildirirler.
İmamdan yapılan muhtelif rivayetler arasında tercih yaparlar. Onun için
bunların bazıları tercih erbabı, bazıları da tahric erbabıdır.
Bana
göre bunların yaptıkları iki sınıftır, bir sınıf değil. Her biri bir asırda
bulundu ve asrının ihtiyaçlarını-karşıladı. Talebelerinden sonra gelen
asırlarda tahrice ihtiyaç vardı. Zira mezhebde hükmü belirlenmeyen nice
meseleler belirdi. Tercihden ziyade tahrice ihtiyaç hasıl oldu, tahric çoğaldı,
tercih azaldı. Mezheb genişleyip kaviller çoğalınca bu defa birbirine zıd
kaviller arasında mukayese eylemek, ravisi, kaili ve delili bakımından-muvazene
yapmak ihtiyacı duyuldu. Bu tercih işi de tahricden az önemli değildi. Her birinin
zamanı oldu ve ihtiyaç duyuldu. Tahric erbabı, ihtiyaç olunca tercih de yapar,
tercih yapan da hacet duyulunca tahric yapar. Bu sınıfı Mâliki Mezhebinde
Mazerl, İbni Rüşd, İbni Arabi, Karâfi, Şâtıbl ve diğerleri teşkil eder.
Fukahâün-Nef
s denen müctehidler, mezhebi tanrttılar, mesele-erini takdir ettiler, delilleri
belirlediler. Ancak bunlar, öbürleri gibi istinbat ve tahric yapamazlar. Fetva
verirler, zaruret halinde tahric yaparlar. Fakat yaptıkları öncekilerin
derecesinde sayılmaz, hatta ulema onlara bunu caiz görmede müttefik
değillerdir. Bazıları fetva verir, dediler, bazıları tahric ve tercih
erbabından kimseler yoksa zaruret halinde bunu yaparlar, dediler. Bazı ulema
ise müctehid tahric erbabı yoksa, o zaman fetva verir dediler. Demek fetvaları
zaruret dolayısıyledir, tahricleri ise ittifaken zaruret halindedir.
Mâliki
mezhebinde fetva verecek müctehid fukahanın tabakaları bunlardır. Bunlardan
geri kalanlar mukallid sayılırlar. Fetva veremezler. Fetva hususunda Mâlikiler
kadar şiddetli davranan başka bir mezheb bulamadım. Eski ulemanın çoğunun
kitaplarında bu böyledir, sonra gelenler de onları te'yid etmişlerdir.
Karâfî,
İbnü Rüşd, Mâzerî gibi alimlerin fetvaya ehil olanları olmayanları belirleyen
sözlerini gördüm. Sonra gelenler de onları te'yid etti...
Hattab,
Halil'in kitabı, şerhinde İbni Rüşd'den şunu nakleder: «İlim ve temyiz sahibi
olup mahfuz ve mefhumu bilen cemaattan olanlar üç taifeye ayrılır: Bir kısmı
delilsiz, Mâliki Mezhebinin sahih olduğuna inanırlar, fıkıh meselelerinde onun
ashabının kavillerini mücerred ezberlemişlerdir. Mânasını düşünmezler,
sahihini, olmayanı ayırmazlar. İmam Mâlik'in ve ashabının sözlerine göre
bunların fetva vermesi sahih değildir. Çünkü ilirnsiz, mücerred taklid ile
fetva sahih olmaz. Ancak yakınları ona sorabilirler.
İkinci
taife, Mâliki Mezhebinin sahih olduğunu bilir, onun usulünü tanır, fıkıhta onun
ve ashabının kavillerini hıfzetmiştir. Onların mânalarını bilir, onun usulüne göre
sahih olanları, olmayanları tanır. Ancak onun.usulüne füru'u kıyas yoluyla
tahkik edecek dereceye ermemiştir. Buna eğer fetva sorulursa, Mâlik'in veya
ashabının kavillerine göre fetva vermesi sahihtir, ancak kendi ictihadiyie
fetva vermez. Çünkü eskilerden menkul bir kavil bilmiyor, kendisi kıyas ile
füru'u usule tatbik edecek derecede değil.
Üçüncü
taife: Mezhebin usulünün sıhhatini bilir.Kur'an'ınahkamı-na, nâsih ve mensuhuna
vakıftır. Mücmeli, mufassali, hâsı, âamı tanır, onlardan sonra gelen fukahanın
kavillerini, ihtilaf ve ittifak ettikleri noktaları lisan ilmini, sözden ne
anlaşılır, delillerin yerini bilir. Bu gibi kimselerin içtihadı ve kitap,
sünnet ve icma'a kıyasla fetva vermeleri sahihtir.[5]
Karâfî,
Furuk'da ilim talibinin ahvalinden ve ne zaman fetva vermesi caiz olacağından
bahsederek şöyle der: «Bilmiş ol ki, ilim talibinin bir takım halleri vardır.
Birinci olarak mezhebinin bir muhtasar kitabiyle meşgul olmalıdır. Ancak bu
yeterli olmaz. Bununla fetva veremez. İkinci hal: Mezhebde tahsilini
genişletir, şerhlerin tafsilatını öğrenir, mutlakı takyid, umumi tahsis eden
uzun kitaplara muttali olur. Fakat füru'daki dayanakları tam bellemiş değildir.
Bunları üstadların ve talebelerin ağzından işitmiş, bellemiştir. Bunun mezhebde
nakil olunan kavillerle şartlara uyarak fetva vermesi caizdir. Ancak hıfzında
olmayan bir mesele olunca, bu filan meseleye benziyor, deyip fetva veremez. Çünkü
bunu, imamın delillerini, kıyaslarını, illetlerini bilen yapabilir.
Bundan
sonra üçüncü hal, yani yüksek dereceyi beyan eder ki, o tahric erbabının
derecesidir. Tahric, kıyas ahvalini, illetleri, mesalih derecelerini, kayaid
şartlarını muarız olanı, olmayanı bilen yapar. Bunlara usul fıkhı gayet güzel
bilen vakıftır. Bu vasıfları kazanan, bu dereceye çıkan kimse dini kaideleri,
bu mesalihi, kıyas nev'ilerini tanımak için cehd ve gayret sarfeder. Bütün
gayretini sarfettikten sonra tam ilim hasıl olursa o zaman tahric yapmak caiz
olur.[6]
Mâliki
Mezhebindeki tahric erbabından bir kısım ulemanın sözleri böyle. Hepsinin
sözleri fetvayı sıkı tutmakta birleşiyor. Bunu Mâliki Mezhebinde hakkında hüküm
bulunmayan meseleleri istinbat yoluyla tahric edenlere mubah görüyorlar.
Bunlar, mensus olan meselelere benzeyenleri kıyas yoluyla mezheb ulusünden
yararlanarak onlara ilhak ederler. Bunlardan aşağı derecede olanlara fetva
vermek mubah değildir. Ancak nakil sahih ise hıfz ettiğini nakil etmesi mubah
olur. Bu da orada fetva verecek biri bulunmayınca zaruret dolayısıyle mubahtır,
bu istisnai bir haldir.
Fetva
her asırda lazımdır. Çünkü hergün insanlar fetva soracakları meselelerle
karşılaşmaktadırlar. Öyle olunca her asırda müctehidlere ve tahric erbabına
ihtiyaç vardır. Yoksa müctehid bulunmayınca, halk ilimsiz nakil yapanlara
başvurur. Böyle nakil de bulunmazsa, bunda insanlar için zorluk olur. Bu
suretle, bu bahsin başında Şâttbî'den naklettiğimiz şu noktaya geliyoruz:
Tahric suretiyle ictihad veya tahkik-i menât ile ictihad, kıyamete kadar
kesilemez, dünyadurdukca devam eder.
Tahric
yoluyla ictihad veya Tahkik-i Menât suretiyle ictihad, madem ki, asla
kesilmeyecektir, öyleyse fetva da kesilmez, bu onun şartıdır. Fukahasının bunu
söylediği mezheb, sürekli bir gelişme halindedir, hayatla devamlı bağlantı
içindedir. İmam Mâlik'tn mezhebi böyledir. Hayatla sımsıkı bağlıdır. Çünkü
mezhebin tahric erbabı, soruldukları umurun özelliklerini, fetva verdiklerinde
maslahatın miktarını, mazarratın derecesini anlamaya gayret sarfettiler.
Böylece mezheb, yaşayanların ihtiyaçlarını karşılayan dibdiri bir mezheb oldu.
Yoksa, geçmişlerin nassiarında durup bir parmak kımıldamayan donuk bir mezhep
değil. Fakih mezhebin nasslarından birini, kendisinden önceki fukaha-nın
hallettikleri gibi, durumun icabına uyarak tatbik eder, uygunluk sağlar. Eski
nasslan mücerred şeklî benzerliğinden dolayı aynen nakletmez, onu yeni olaya
tatbik etmez. Belki her birinin hususi ayrıcalıklarını dikkate alır, yeni
hâdisede, eski hükmü maslahata uygun, zararı defe yararlı olmayan bir özellik
bulunabilir. Onun İçin aynen almaz. Çünkü nass bulunmayan hususlarda,
hükümlerin takdirinde: Maslahatı celb, mazarratı defetmek bu büyük mezhebde iki
şaşmaz esastır. Tev-fik ve, hidayet yüce Mevla'dandır.
[1] Şâtıbi Muvafakat, C. IV, S. 48.
[2] Menâtın tahkiki usul ulemasınca şu demektir: Nass,
icma' veya başka bir delille bir hükmün vasfı, illeti sabit olur. Müctehid ele
aldığı meselede o illet ve vasfın bulunup bulunmadığını araştırır, hüküm
illetle beraber deveran ettiğinden, kıyasa esas olan vasfın bulunduğu yerde
aynı hüküm de var demektir.
[3] Şâtıbı, Muvafakat, C. IV, S. 48. Bu sözün anlamı
şudur: Hükmün illeti olan ve vasıt kendine tatbik olunan haller, hususiyet
itibariyle birbirinden ayrıdır. Bu mümeyyiz vasıflar, hüküm İtibariyle her
şeyde aynı da olsa, illet onda muttarid olmaz, veya hükümde muteber olmaz.
Müctehid burada iki nev'in uyumluluğunu tahkik eder, ona göre fetva verir.
Meselâ: Şarabın haram olmasının illeti sarhoşluk vermesidir. Meşrubattan bir
şey görüyoruz ki, onda yeni bir hassa var, müctehid onda bu illetin, yani
sarhoşluk verme var olup olmadığını tahkike muhtaçtır. Bu mümeyyiz vâsıflann
İlletin bulunmasında tesiri var mı? Bunu inceler, müctehidin yaptığı budur.
[4] Sâtıbî, Muvafakat, C. IV. S. 51.
[5] Karâfî, Tehzib-i Furuk, C. IV, S. 129.
[6] Karâfî, Furuk, C. II, S. 107, 78. fark.