Mezhep İmamlarım
tanımak, fıkıh'daki usûl ve sistemlerini araştırmak,
Fıkıh Târihini, İslâm Hukuku'nu öğrenmek demekdir.
Mezhep sahibi büyük İmamların hayatını anlatan eserlerin türkçede
azlığı meydandadır. İmânu-i A'zam
adlı eserimi yazarak mezhep İmamımız olan Ebû Hanîfe Noman t>. Sâbit'i biraz
olsun tanıtmak istemiştim. Ondan sonra 1958 yılında Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın teklifi üzerine Muhammed Ebû Zehra'nın
Ebû Hanîfe adlı eserini
dilimize çevirdim. Bu eser Başkanlıkça 1962 yılında basıldı.
Ebû Hanîfe tercemesinin
gördüğü rağbet ve takdir, bana kuvvet ve cesaret verdi. Aynı yazarın İmam, Şâfü adlı eserini tercemeye
başladım.
Yazar eserini, birinci
ve ikinci tâbların önsözlerinde yeteri kadar tanıtmış
bulunduğundan, eser hakkında tarafımdan söylenecek bir söz kalmamıştır. Ancak
bir-iki noktaya işaret etmek isterim.
Şafiî Fıkhı ile
ünsiyetimiz; azdır. Hanefî Flkıh ve Usûl-ü-Fikhın'da, Şafiî'lerle ihtilaflı mes'eleler
geçer ve bunların münâkaşası yapılır. Biz Hanefîlerin Şafiî Fıkhı hakkındaki
bilgimiz hemen hemen bunlara münhasır kalır. Bundan
başka, Şafiî Fıkhı'nm ve Usûlünün de kendine mahsûs
ıstılahları vardır. Fıkıh kitaplarının ibareleri bâzan
ihtisâr-ı muhil denecek derecede kısadır. Mes'ele
bilinmedikçe ibareden onu anlayıp çıkarmak; güçtür.
Tercemede metne sâdık kalmağa çalıştım. Ancak terceme kokusundan kurtulmak için, her iki dilin
özelliğini gözönünde tutarak bâzan
serbest tercemeye kaçtım. El-Um gibi eski bir eserin
ibarelerini aynen nakletmenin zor bir iş olduğunu, terceme
ile meşgul olanlar bilirler sanırım.
Eseri, Ebû Hanîfe'de yaptığım gibi,
fasıllara boldüm. Rakkamlarm hizasına konu ile ilgili
birer bağlık koydum. Bunlar aslında yoktur. Böylelikle eser pek sıkıcı olmadı
sanırım. Ebû Hanîfe'yi seve
seve okuyanlar, bunu da aynı hazla okuyabilirler.
Eserin içinde yer yer birçok kaynaklardan ibareler alınmıştır. Bunların bir
kısmı dipnotu hâlinde verilerek; yazan, eserin cilt ve sayfası gösterilmiş, bir
kısmında ise bunlar yapılmamıştır. Ben mümkün merte-
be dipnotları koydum.
Gerekli gördüğüm yerlerde bâzı notlar da
ilâve ettim. Âyetlerin sûre ve rakamlarını gösterdim.
Bâzı türkçe eserlerde, Şafiî Fıkhı münakkahdır,
denir. Bu sözün doğruluk derecesini burada tartışacak değilim. Ancak şunu
söyleyeyim ki, İmam Şafiî görüşlerini El-Um adlı muazzam eserinde kendisi
toplamıştır, Iraam-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin görüşleri ise
şifahî fıkıh hâlinde kalmış, onun görüşleri sonradan talebesi îmâm-ı Muhammed
b. Hasan Şeybânî tarafından toplanmıştır. İki İmam
arasında bu yönden bir fark vardır. Diğer taraftan Hanefiyye
Fukahâsı birçok eserler kaleme almışlar, fara-zî ve takdîrî fıkha da kol attıklarından yığın yığın mes'eleler çözmüşlerdir.
Böylece muazzam bir fıkıh malzemesi meydana gelmiştir. Bu kadar kabarık bir
yekûn, elbette, ilk bakışta münakkah değilmiş gibi
görünebilir ve bu muazzam fıkıh mes'elelerini tenkîh etmek de kolay bir iş değildir.
Allah'ın lütuf ve
inâyetiyle böyle bir eseri tercemeye muvaffak olmanın
bahşettiği manevî haz, bütün yorgunluklarımı gideren en büyük mükâfat olmuştur.
Tevfîk ve hidâyet dâima Allah'tandır.
Ankara, 30.5.1963
Osman Keskioğlu[1]
Âlemlerin Rabbı olan Allah'a şükürler olsun. Son Peygamber Hz. Mu-hammed'e, O'nun Âl ve Ashâbımn cümlesine salât ve selâm
olsun.
îmam Şafiî hakkındaki etüdlerimi ihtiva eden bu eser, bu sene doktora için
hazırlanan talebeme verdiğim derslerin bir huîâsasıdır.
Bunda imam Şafiî'nin hayatını, yetişmesini, gençliğini, onun yaşadığı muhîti ve
onunla ilgili olan bütün olayları inceledim. Allah'ın kendisine verdiği yüksek
kabiiiyyeti, mevhîbeleri,
zamanların cilaladığı temiz seciyesini belirttim. Bunun yamsıra
Şafiî'nin yaşadığı çağı inceleyerek o zamanki İslâm dünyasını, gelişmesini,
nasıl ilerleyip yükseldiğini anlatarak Şafiî'nin bunlardan nasıl
faydalandığını, nerede bulursa bulsun, fıkıh kaynaklarından kana kana içerek ilim susuzluğunu giderdiğini, çağında nâmı t
duyulmuş fakîhlerderı hiçbirini ihmâl etmeyip
onlardan veya onların talebesinden ders aldığını veyahut da kitaplarım
okuduğunu, bir âlimin mezhebi ve mesleği ne olursa olsun, ondan ilim almaktan
çekinmediği, onun için kab değil, kabın içindeki,
mühim, olduğunu, kelâm ilmindeki tutumlarını beğenmediği halde Mu'tezileden bâzılarından ilim aldığını, siyasî gidişlerine
katılmadığı halde bâzı Şîa ulemâsından ilim almaktan çekinmediğini, bu
bahislerde etrâfiyle anlattık.
Hayâtım,
özelliklerini, çağının ruhiyle olan ilgisini beyan ettikten sonra onun
görüşlerim anlatmağa bağladım. Kısa, fakat açık bir surette onun i'tikat mes'eîeleri hakkındaki
görüşüne, îslâm hükümeti ve Hilâfet mes'elesi hakkındaki düşüncelerine de işaret ettim.
Bundan sonra onun asıl
büyük ve muhalled eserine yâni fıkha olan hizmetine
geldim ve büyük bir önemle üzerinde durdum. Çünkü bu etüdün asıl gayesi ve
hedefi budur.
Evvelâ kitaplarının
rivayet ve naklini inceledim. Bunun hakkında âlimlerin ve tarihçilerin
dediklerinin münakaşasını yaptım. Uyandırılmak istenen şüpheleri tartıştım.
Doğru bulduğum görüşü bildirdim.
Bundan sonra ikinci
önemli işi ele aldım: Birisi, ortaya çıkarmış olduğu fıkıh esasları = usûl-ü
fıkıh kuralları. Bunları önemle beyân ettim.
Çünkü usûl-ü fıkıh
ilmi, bu kuralları imam Şafiî'ye borçludur. Bunları ortaya çıkarması ve
açıklaması bakımından bu ilmin kurucusu sayılmıştır. Şafiî hakkındaki bu
etüdümüzde bu prensipleri ilk onun kurduğunu söyleyerek onun hakkını
vermeliyiz. Onun açıkladığı bu istinbat yâni hüküm
çıkarma kaideleri, onun mezhebinin hüküm esasları ve usûlü olmuştur. O
kaideleri incelemek, onun mezhebini öğrenmek demektir. Onun için biz, kısaca
bahisle yetinmiyerek bu yönleri etrafiyle
açıkladık.
ikincisi: İmam
Şafiî'den sonra mezhebin durumu. Bundan bahsederken mezhebin mâruz kaldığı
halleri, etrafa nasıl yayıldığını, bu mezhebe tabi' olanlar arasındaki
ihtilâfları ve bu ihtilâfların esaslarını, neden ileri geldiğini bildirdik.
Bütün bunlardan sonra
bu etüdümüzde muvaffak olduğumuzu ümid ederiz, islâm Fıkhını öğrenmek isteyenlere îmam Şafiî'yi ve fıkhını
eğer tamtabildikse, bizim için ne mutlu.
Tevfîk ancak Allah'tandır. O ne iyi koruyucu ve ne güzel
yardımcıdır.
Zilkade 1363 (Kasım 1944)
Muhammed Ebû
Zehra[2]