66- İmamiyye, Onîki İmam
Tanıyanlar:
imam Şafiî, hayâtında,
türlü tslânı fırkalarına mensup birçok kimselerle
buluşup görüştü. Onların bâzılarından Hadîs bile dinleyip aldı. Onların
görüşlerini ve düşüncelerini inceledi. Yukarıda beyân ettiğimiz veçhile, Mukâtil îbn-i Süleyman'a ait sözü
bunu göstermektedir. Şafiî'nin çağım iyi anlayabilmek için görüşlerinden
haberdar olduğu sanılan ve o devirde yaşayan dînî fırkalardan, kısaca da olsa,
bahsetmek yerinde olur. [1]
Şîa en eski îslâm fırkasıdır. Hz. Osman
devrinin sonlarında siyasî bir mezheb olarak meydana
çıkmıştır. Hz. Ali devrinde büyümüş ve gelişmiştir.
Çünkü Hz. Ali halkla temas ettikçe, onu gören halkın
ondaki yüksek kabiliyete, onun din ve ilim bakımından kudret ve faziletine hayranlığı
artıyordu. Propagandacılar bunu istismar ettiler ve kendi mes-heblerini insanlar arasında, yaymak için bunu vasıta
yaptılar. Emevîler devri gelince Ali taraftarları
zulme mâruz kaldılar. Emevîlerin onlara ezâ ve cefâsı
arttı. Mazluma acımak cibilliyetinde olanlar bu halde onlara acıdılar,
içindeki sevgiler coştu ve onları daha çok sevmeğe başladılar. Hz. Ali'yi ve evlâdını zulme kurban gitmiş olan şehîdir mertebesinde tuttular. Bu sebeple Şîa Mezhebi
yayıldı, taraftarları çoğaldı.
Şîa Mezhebinin
esasları: Mutediller ve müfritler:
1- îmâmet,
milletin re'yine bırakılmış umumî mesalihten
değildir ki, ümmetin tâyin etmesiyle olsun. îmâmet dînin rüknüdür, İslâm'ın bir
kaidesidir. Öyleyse Peygamber onu ihmal etmiş ve ümmete bırakmış değildir,
îmâmı Peygamber kendisi tâyin etmek lâzımdır. îmana büyük, küçük bütün
günahlardan mâsundur[2].
2- Hz. Ali İbn-i Ebî
Tâlib Peygamber aleyhİ's-selâm
tarafından seçilmiş Halîfedir. O Ashabının (Allah cümlesinden razı olsun) efdalidir, derler. Öyle anlaşılıyor ki Hz.
Ali'yi diğer Ashâbdan daha faziletli görenler yalnız
Şîa değil, Ashâbdan buna kail olanlar da varmış. Ammâr b. Yâsir, Mikdâd b. Esved, Ebû Zer Gıfârî, Selman Fârisî, Câbir b. Abdullah,
Übey b. Kâ'b, Huzeyfe, Büreyde, Ebû Eyyûb'el Eîısârî,
Sehl b. Ha-nîf, Osman b. Hanîf, Ebıı Heysem, Huzeyme b. Sabit, Ebû Tufeyl Âmir b. Vâile, Abbâs b. Abdülımıttalib ve
oğulları, Benî Hâşim'in cümlesi bunlardandır. Zübeyr de bidayette buna kaildi, sonra döndü. Ümeyye oğul-îanndan da buna kail
olanlar vardı. Hâlid b. Saîd
b. As, Ömer b. Ab-dulaziz bunlardandır[3].
Şîanın hepsi bir
derece üzere değildi. İçlerinde Hz. Ali'yi ve
evlâdını takdirde çok aşırı gidenler olduğu gibi mutedil olanlar da vardı.
Mutediller, Hz. Ali'yi diğer Ashâbdan
efdâl saymakla iktifa ederler, kimseyi tekfir
etmezler. İbn-i Ebî Hadid bu mutedil zümreden olup onları bize Nehcü'l-Belâga'da şöyle anlatır:
"Bu meselede
onlar Fevz-ü Necat Ashabından olup halâs bulmuşlardır.
Çünkü onlar orta yoldan gitmektedirler... Hz. Ali
kendinden önce Halîfe olanların halifeliğine razı oldu, onlara biat etti.
Arkalarında namaz kıldı, onlara kız verdi, onların ganîmetindefı
yedi, onun yaptıklarından biz öteye geçemeyiz...
Ashabın ulularına ta'an etmeyiz. Onlara onun gibi
muamele yaparız."[4]
Gulât-ı Şîa, yâni Şîanın müfritleri, Hz.
Ali'yi Peygamberlik mertebesine çıkarırlar. Hattâ içlerinden bâzıları
Peygamberlik onun hakkı olduğunu, Cebrail'in yamlarak
onu Hz. Muhammed'e götürdüğünü bile söylerler[5].
Hattâ bir kısmı, Hz. Ali'yi —hâşâ— Tanrı mertebesine
çıkarırlar. Bir kısmı, Allah'ın Hz. Ali'ye ve
evlâdından olan diğer imamlara hulul ettiğini söylerler. Bu söz, Allah'ın Hz.
Rafızî olan Şia'nın
ekserisi son imâmın Ölümsüzlüğü i'tikadmdadır-lar. Onlara göre son imam hayattadır, günün birinde
dönecektir, cevr ve zulümle dolan bu yeryüzünü o,
adaletle dolduracaktır. Hattâ Sebeiy-ye taifesi, Ali İbn-i Ebî Tâlib'in
hayâtta olduğuna, Ölmediğine inanırlar. Birtakımı ise Muhammed b. Hanîfe'nin hayatta olduğunu, Radvâ
dağın da gizlendiğim, yanında bal ve su bulunduğunu söylerler. Bir taife ise,
Yahya b. Zeyd asılmadı, Ölmedi, o sağdır, derler. Oniki imam etbâı ise: Onikinci imam olan Muhammed b. Hasan Askerî'ye mehdî
unvanını verirler. Otıun Hılle'de
bir hanenin bodrumunda gizlendiğini, anasiyle birlikte
derdest edilince orada kaybolduğunu söylerler. Bu mehdi âhir zamanda çıkacak
ve yeryüzünü adaletle dolduracak. Bu taife mehdinin çıkmasını beklemektedir.
Akşam namazından sonra bu hanenin bodrum kapısında dururlarmış, bir binek
hazırlarlar ve mehdiyi ismiyle çağırarak çıkmağa davet ederlermiş, yıldızlar
belirince dağılırlar mış. iş ertesi akşama kalırmış.
Bunlardan bâzıları ölen imâmın tekrar dünyaya döneceğine inanırlar ve buna Kur'ân-ı Kerîm'den, Ashâb-ı Kehfi misâl getirirler.[6]
Görülüyor ki Gulât-ı Şia'ya birçok garib
inançlar karışmıştır. Birbirine uymaz kanaatler kaynağı olmuş. Kendilerini
evhama, hurafelere kaptırmış olan bu taife içine eski milletlerden bâtıl
inançlar ve hurafeler girmiş. Onlara islâm kisvesi
giydirmek istemişler. Yüksek ve saf İslâm akidesini, temiz tevhîd
esasını bozmuşlar.
Avrupa ulemâsı Şia'nın
aslım araştırmışlar, onda islâm'a sonradan karışma
bâzı prensipler bulmuşlardır. Welhosen'e göre Şîa
akideleri, İranlılardan ziyade Yahudilikten çıkmıştır"[7]. Zîrâ
kunfcusu olan Abdullah İbn-i
Sebe'nin Yahûdî olması bunu gösterir, diyor.
Dr. Dozi'ye göre ise, Şia'nın asıl menşei iranlıdır,
zîrâ Araplar hürriyete bağlıdırlar. Iranhlarsa
krallığa, padişahlığa bağlıdırlar. Padişahlıkta hükümdarlık miras kalır.
Halîfe seçmenin ma'nâsmı anlayamazlar. Hz. Muhammed erkek evlâdı bırakmadan vefat etti. Onun
yerine en münasip şahıs amucası Ebû
Tâlib'in oğlu ve aynı zamanda Peygamber'iiı
damadı olan liz. Ali'dir. Hilâfeti ondan alan Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Emevîler onu hak sahibinden almış sayılırlar. Bundan başka
İranlılar pâdişâhlara İlâhî bir kudsiyet nazariyle
bakmağa alişkandılar. Hz.
Ali'ye ve torunlarına da aynı gözle baktılar. İmâma itaat etmek birinci
derecede gelen ilk vâcibdir, ona itaat, Allah'a
itaattir, dediler[8].
Won Flotn diyor ki: Fi'len sabittir ki, Şîa mezheblerinden
bâzıları Budistlik, Zerdüştlük, Mânîlik gibi eski Asya dinlerinden
karışmadır"[9]
Hiç şüphe taşımaz bir
gerçek vardır ki, Şîa, Âl-i Beyti takdis etmekle ve onlara candan bağlılıkla
beraber Gulât'tan olanlar eski Asya dinlerinden
birçok şeyler almıştır. Ruhun bir insandan başka bir insana geçtiğine
kail olan Hind mezheblerinden
tenasüh akidesini almıştır. Bir kısmı bu prensibi imamlarına tatbik etmişler,
imâmın ruhunun kendisinder sonra gelene getçiğine inanmışlardır. Eski Bırahma
ve Hıristiyanlık dinlerinden Tanrı'nın insana hululü akidesini almışlardır.
Yahudilikten de birçok şeyler
almaşlardır. îbn-i Hazm,
imamların rücûu akidesinin Yahudilikten geçtiğini
beyan ederken diyor ki: "Bunlar Yahudilerin yolunda yürüdüler, zîrâ
Yahudiler Hz. îlyas'm ve Finhas b. Âzâr b. Harun'un bugüne kadar hayatta olduklarına
inanırlar. Sofiyyeden bir kısmı da bu yolu
tutmuşlardır. Onlar da Hızır ile îlyas'm hâlâ sağ
olduklarına inanırlar. Bâzıları îlyas'm kırlarda,
Hızır'ın da yeşil çayırlar ve çiçekler arasında bulunduklarını, anıldığı zaman
derhal imdada yetiştiğini söylerler"[10].
Görülüyor ki, bâza Şîa akidelerine eski milletlerin ve mezheblerin
bozuk ve bâtıl inançlarından birçok şeyler karışmıştır. Bunlar ya islâm'ı if-sâd etmek için veyahut da alışkanlık ve eski terbiye tesiriyli karışmıştır. Onlar Müslüman olmuşlar, fakat
eskiyi sıyırıp atamamışlar, geleneklerinden kurtulamamışlardır.
îşte Şia'nın durumu
kısaca beyân olundu. Şimdi de Şia'nın bâza meşhur fırkalarını, onların
tarihçesini anlatmak istiyoruz. Tâ ki bu mezhebin , geçirmiş olduğu devirleri tanımış olalım. [11]
Sebeiyye: Banlar Abdullah îbn-i Sebe'ye uyanlardır. O, Hîreli bir
,; Yahûdidir, Müslüman görünmüştür. Anası bir Zenci
câriyedir. Onun için ona İbn-i Sevda' = Karaoğlu da denir.
Hz. Osman'ın aleyhindp
çalışıp propaganda yapanların başında gelir. Müslümanlar arasında fâsid düşüncelerini yaydı, bozguncu hareketlerde bulundu.
Bunların çoğunu Hz. Ali nâmına uyduruyordu. Evvelâ
halk arasında şunu yaymağa bağladı. Tevrat'ta her Peygamberin bir vâsisi
olduğu sözü varmış. Hz. Ali de, Hz.
Muhammed'in vâsisi imiş. Hz, Muhammed Peygamberlerin
en hayırlısı olduğu gibi, Hz. Ali de vâsilerin en
hayırlısı imiş. Sonra Hz. Muhammed'in tekrar bu
dünya hayâtına döneceğini ortaya attı. Hz. îsâ'nın
döneceğine inanıp da Hz. Muhammed'in döneceğine
inanmayanların aklına şaşarım, derdi. Bu dediklerine Kur'ân'dan
şu âyeti delil gösterdi: "Gerçekten Kur'ân'ı
sana inzal kılan seni dönüş yurduna döndürecektir." (Kısas: 15). Sonra
yavaş yavaş işi ilerletip Hz.
Ali'nin Tanrılığını söylemeğe başladı. Hz. Ali bunu
duyunca onu öldürmek istediyse de Abdullah Ibn-i Abbâs buna mâni oldu: "Eğer sen onu öldürürsen
taraftarların arasında ihtilâf başgösterir. Halbuki sen Şamlılarla savaşa gitmek
niyetindesin, birlik parçalanmasın." dedi. Bunun üzerine Hz. Ali onu Medâin'e sürgün etti.
Hz. Ali şehîd edilince, îbn-i Sebe, halkın Hz. Ali'ye olan sevgisini ve bağlılığını istismar etti.
Muhayyilesinde işlediği yalanlan Hz. Ali'ye nisbet ederek halkı dalâlete ve fesada sürükledi. Öldürülen
Hz. Ali olmayıp onun suretine girmiş bir şeytan
olduğunu, Hz. Ali'nin, Hz.
îsâ b. Meryem gibi göğe çekildiğini söylüyordu. Yahudiler ve Hıristiyanlar Hz. îsâ'nın katli meselesinde yanıldıkları gibi, Haricîler
de Hz. Ali'nin katli meselesinde yanılmaktadırlar.
Yahudiler ve Hıristiyanlar, asılmış bir şahıs gördüler ve onu îsâ'ya
benzettiler. Hz. Ali'nin öldürülmediğine kail olanlar
da böyle, Ali'ye benzeyen öldürülmüş bir kimse gördüler ve onu Ali sandılar.
Halbuki o göğe çıktı. Gök gürültüsü onun sesidir, şimşek onun gülümsemesidir,
dediler. Gök gürlediği zaman Sebeiyye taifesi: Selâm
sana yâ Emîrü'l-Mü'minîn, derler. Ömer b. Şurahbî'nin
rivayet ettiğine göre lbn-i Sebe'e,
Ali öldürüldü, denilmiş. O da: "Şayet onun kellesini bir torba içinde
getirmiş olsanız yine onun öldüğüne inanmayız, o ölmedi, gökten inecek,
yeryüzüne baştanbaşa hâkim olacaktır." demiştir[12].[13]
Keysâniyye[14]: Bunlar Muhtar b. Ubeyd Sakafî'nin etbâıdır. O bidayette
Haricîlerdendi. Sonra Şia'dan oldu. Müslim b. Akıl, Hz.
Hüseyin tarafından Küfe ahvâlini öğrenmek üzere oraya geldiği ^man o da gelmişti. Ubeydullah İbn-i Zıyâd, Muhtâr'ı yakalattı.
Onu doğdu ve hapse attı. Hz. Hüseyin şehîd edilinceye kadar hapiste kaJ'i.
Ondan sonra kız kardeşinin kocası yâni eniştesi olan Abdullah İbn-i Ömer onun hakkında şefaatçi oldu. Kûfe'den çıkıp gitmek şartiyle
serbest bıraktı. O da oradan çıkıp Hicaz'a gitti. Yolda giderken şöyle dediğini
naklederler: "Müslümanların efendisi, Peygamberlerin seyyidinin
kızının oğlu mazlum şehîd Hz.
Hüseyin'in kanını isteyeceğim. Allah nâmına and
içerim ki onun kanı için Peygamber Yahya b. Zekeriyyâ'mn
kam uğrunda öldürülenlerin sayısınca ben de öldüreceğim." Bundan sonra
Abdullah îbn-i Zübeyr'e
katıldı, zafer kazandığı zaman onu vali yapmak şartiyle
ona. bîat etti. Onun saflarında yer alarak Şamlılara karşı döğüştü.
Sonraları Yezid'in ölümünden sonra yine Kûfe'ye döndü ve halka: Vâsî'nin oğlu Mehdi, beni size emîn
ve vezîr olarak gönderdi. Mülhidieri öldürmemi, Ehl-i Beyt'in kanını dâva etmemi,
zayıfları korumamı bana emir etti." dedi.
Bidayette kendisinin
Muhammed b. Hanîfe tarafından gönderildiğini ortaya
attı. Çünkü Hz. Hüseyin'in kanım dâva edecek velîsi o
idi. 2îrâ Muhammed b. Hanîfe Hazretleri halk arasında
çok itibarlı bir zâttı. Gönüller onun sevgisiyle doluydu. Şehristânî'nin
dediği gibi o, ilim ve irfan sahibi bir zâttı, fikri keskin, görüşü
a) Keysâniyye akidesi: Bunlarda imamların Tanrılığına inanmak
yoktur. Halbuki Sebeiyye, beyan ettiğimiz veçhile,
Allah'ın cüz'ünün insana hulul ettiğine inanır. Keysâniyye'ye
göre imam mukaddes bir şahsiyettir. Ona itaat lâzımdır. Onun ilmine mutlak
surette güvenilir. Onun hatâdan salim ve ma'sum
olduğuna inanılır. Çünkü imam ilm-İ ilâhînin bir
sembolüdür.
b) Bunlar da
Sebeiyye gibi imâmın rücu'ma
inanırlar. Bunlara göre imam Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den
sonra Muhammed b. Hanîfe'dir. Bâzıları onun öldüğüne
inanır, fakat tekrar döneceğini söylerler. Ekserisi ise onun ölmediğine
inanır. O Radvâ dağında gizlenmiştir, yanında bal ve
su vardır. Keysâniyye'den olan şâir bu hususta bakın
ne diyor:
"Bilmiş olun ki
imamlar Kureyş'ten olur, hak velîler dörttür:
"Ali, ve onun
oğullarından üçü, bunlar onun evlâdı, bunda gizli bir cihet yok.
"O oğullardan
biri îman ve taat oğludur .(Hz.
Hasan) Bir oğlu da Kerbeîâ'da gitti. (Hz. Hüseyin)
"Bir oğlu ölümsüzdür,
atını sürüp çıkacak ve sancağı
çekecektir. (Muhammed Mehdi)
"Bir müddet için Radvâ Dağında gizlendi, yanında bal ve su bulunmaktadır."
c) Bunlar Bedâe i'tikad ederler. Yâni Allâhu Teâlâ ilminin değişmesine
uyarak dilediğini değiştirir. Bir şeyi emir eder, sonra onun hüâ-fını emir eder. Şehristânî bu hususta diyor ki:
"Muhtar Sekafî bedâe kail oldu. Çünkü o vukubulacak ahvâli bildiğini iddia ederdi. Bunlar
kendisine ya vahiy olunurmuş veyahut da imam
tarafından risâlet sıfatiyle
bildirilirmiş. Arkadaşlarına bir şeyi yapmağı veya bir hâdisenin olacağını vaad ederdi. Eğer o şey dediği gibi çıkarsa onu dâvasına
delil olarak gösterirdi, işte dediğim oldu, derdi. Yok, eğer öyle çıkmazsa o
zaman: Rabbiniz bunu değiştirdi, derdi.
Bunlar ruhların tenâsuhuna inanırlardı. Yâni ruhun cesedden
çıkıp başka bir cesede girdiğine kaildiler. Bilindiği gibi, bu fikir eski Hind felsefesinden alınma bir şeydir.
d) Bunlara
göre her şeyin zahiri ve batım vardır. Her şahsın birer ruhu bulunur. Her
nazil olan âyetin bir te'vili vardır. Bu âlemde her
misâlin bir hakikati mevcuttur. Varlıkta yayılmış ve serpilmiş olan hikmet ve
esrar insanın şahsında toplanmıştır. Bu ilmi Hz. Ali,
oğlu Muhammed b. Hanîfe'ye tevdi* etmiştir.
Kendisinde bu ilim toplanmış olan adam, işte Hak imam odur.[16]
Bu zikrettiklerimiz
onların akıl almaz inançlarından bir kısımdır. Bunlar gösteriyor ki onlar,
İslâm prensiplerinden ayrılmışlardır. İslâm'ın ruhundan uzaktırlar. İmamları
Peygamberler mertebesine çıkarırlar. Onlarca güya Hz.
Muhammed'in Peygamberliği onun ölümüyle sona ermiyor, Âl-i Beyt'te
devam ediyor. [17]
Bu fırka Şîa fırkaları
içinde Ehl-i Sünnet Ve'1-Cemâate en yakın olan
fırkadır. Bunlar akidelerinde aşırılık göstermezler. Bunların ekserisi
Peygamber'in Ashabından kimseyi tekfir etmezler. İmamları Tanrı veya Peygamber
mertebesine çıkarmazlar.
Bunların imâmı Zeyd b. Ali b. Hüseyin olup (Allah onlardan razı olsun), Emevî hükümdarlarından Hişâm b. Abdülmelik'e karşı Kûfe'do
ayaklandı. Fakat muvaffak olamadı, yakalanıp Kûfe'de
asıldı. Zeydiyye Mezhebinin esasları, tagayyüre
uğramazdan önce şunlardır:
a) İmâmın
ismi değil, vasfı nassla bildirilmiştir. Bir imam
bulunmak lâzımdır, bîat edilmesi gereken imâmın evsafı şöyledir: Hz. Fâtıma neslinden gelecek,
muttaki, âlim, cömert olacak, çıkıp halkı kendisine davet edecek. Bu sonuncu
şartta Şia'nın çoğu ona muhalefet ettiler. Hattâ kardeşi Muhammed Bakır da bunu
onunla münakaşa etmiş ve, "Senin mezhebinin şartına göre baban, imam
sayılmamak gerekir. Çünkü o bu dâva ile ortaya çıkmadı ve hattâ çıkmağa
teşebbüs bile etmedi."[18]
demiştir.
b) Faziletçe
daha aşağı derecede bulunanın imameti, reisliği caizdir. Demek yukarıda
sayılan sıfatlar onlarca efdâl ve kâmil olan imam
içindir. Bu vasıfları hâiz olan o makama başkalarından daha lâyıktır. Fakat
söz sahibi olan millet nu vasıfların bâzısı
kendisinde bulunmayan bir şahsı unam olarak seçer ve
ona bîat ederse, onun imameti sahihtir, ona
Uymak lazımgelir, lıte bu esasa göre Ebu Bekir ve Ömer'in
Halifelikleri onlarca d» yerindedir. Onlara biat öden Aahâb-ı
Kirim tekfir olumuna. Zeyd'e göre: Hı. Ali tbn-i Kbl
Tallb Aıhâbm efdâll İdi. Fakat Hilâfet makamına Ebu
Bekir'i getirdiler, bunda gözönllnde tuttukları bir
maslahat, riâyet ettikleri dînî bir kaide vardı. Fitne uyandırmamak, umumun
kalbini okşamak maksadını gUttüler. Şöyle ki: Hz. Peygamber zamanında yapılan harbler
henüz unutulmayacak kadar yakındı, Hz. Ali'nin bu harblerde gösterdiği kahramanlıklar herkesin hatırında idi.
Kılıcında müşriklerin kanı henüz kuramamıştı. Kalbinde Hz.
Ali'ye karşı kin ve intikam hisleri besleyenler vardı. Kalblerin
hepsi tamâmiyle ona meyletmiş denemezdi. Herkes ona
boyun eğip tabi' olmayabilirdi. Hilâfete geçecek
adamın yumuşak huylu, herkesçe sevilen, yaşlı başlı, eski Müslümanlardan ve Hz. Peygamber'in yakın ahbaplarından biri olması maslahat
îcâbı idi[19].
Bu sözlerinden dolayı
Şia'nın ekserisi Zeyd'den ayrıldı. Bağdadî El-Fark Beyne'l-Fırâk kitabında diyor ki:
"Zeyd ile Yûsuf b. Amr
El-Sekafî arasında döğüş
şiddetlenince bunlar Zeyd'e dediler ki:
— Düşmanlarına karşı biz sana yardımda
bulunacağız, ancak bize gunu haber ver: Atan, Ali b. Ebî Tâlib'e haksızlık yapan Ebû Bekir'le Ömer hakkında re'yin
nedir?
Zeyd bu suâle şu cevabı verdi:
— Ben onlar hakkında hayırdan başka bir şey
söyleyemem. Ben Emevîlere
karşı ayaklandım. Çünkü onlar atam Hz. Hüseyin'i
şehit ettiler. Harre günü Medine'yi mubah kılıp
yağma ettiler. Kâbe-i Muazzama'-yı mancınıkla atılan
taşlarla döğdüler, ateşe tuttular.
Bu sözler üzerine Zeyd'den ayrıldılar."
c) Zeydiyye Mezhebine göre başka başka
iki memlekette ayrı iki imam bulunabilir. Aranılan vasıfları hâiz olan bu
imamlardan her biri kendi memleketinde İmam — Halîfe sayılır. Bundan
anlaşıldığına göre onlar, aynı memlekette iki imâmın bulunmasını caiz
görmüyorlar. Çünkü bu halkın aynı zamanda iki imâma bîat etmesini îcâb eder. Bu ise Hadîsle açıkça yasak edilmiştir.
d) Zeydiyyeye göre mürtekib-i kebîre
yâni büyük günâh işleyen kimse tevbe-i nasuh*'etmedikçe Cehennemde ebedî olarak kalır. Bunu onlar,
Mu'tezile'den almışlardır. Çünkü Zeyd
Mu'tezile Mezhebine biraz mütemayildi. Mu'tezile'nin reisi olan Vâsıl İbn-i
Atâ ile münâsebeti vardı. Mu'tezile'nin usûl
hakkındaki görüşlerini almıştır. Denildiğine göre diğer Şia'nın Zeyd'i sevmemelerinin sebeplerinden biri de budur. Zîrâ
Vâsıl'a göre: "Cemel vak'asında
ve Şamlılarla yaptığı savaşlarda Hz. Ali yakînen sevap üzerine denemez.İki taraftan birisi hata
üzere olduğu muhakkak fakat hangisi bu belli değil![20]
Halbuki bu Şia'nın hlg de hoşuna gitmez.Zeyd öldürülünceZeydiler onun oğlu Yahya'ya biat ettiler .Sonra o da nlılUıUMU. YulıyA'ılım H..nr»t Biit MııİHHiımodV ve İmanı
İbrahim'i- hini rtlilı«ı, Abbıuıî I lıılflVInt İnilin • i.ı
Muinin bunlunu ıkııııııı
<|c m .ıiıtlU. Oııılıılı Hinini
/.ryliyv1' .lı. hinin İği bozul.İn Kır/ilcU;»- daha arça£ı drjtı rdr
hıılıınııııııı IııiAıım'H
.. . >ıyılıhi) İMf'.ıı- .Şia'nın yaptığı
^ihi
A.ihAha <lll ıı/.ıılııuı^ıı lıaıj
• <■ hı.vlflıklc onlunu t-n fîl'ızcl lıımıiHİycIlcıi ı-ldcıı gitmiş ulılıı[21]
a) Imamlyye'ye göreHz. Ali'nin imameti
yâni Halifeliği, blusat tarafından'sârahatM ■öytanBÜftİT Un tNUNU HM /»
«âbittir, diyorlar. İmâmın vasfı bildirilmiş deftil, bl»wıt llylıı olunmuştur.
Kendisinden sonra gelecek imâmı da Hc. Ali •ılftlr.
Böylece her imam kendisinden önceki tarafından tayin olu-ı»ı diyorlar ki: Dinde imâmın tâyininden daha
mühim bir t| ıin tayin olunmalı ki ümmetin işinden emin
olunarak huzur-ı | ılıtııyadan ayrılabilsin. İmam,
ihtilâfı kaldırmak ve birliği Huğla-
• i gollr. Yerine geçecek imâmı tâyin
etmeden ümmet araıundan
p nllmi'z. Çünkü böyle olmazsa herkes bir görüşe
saplanabilir, <lı
»i i
una uymaz, ümmet parçalanır, birlik bozulur. Kendisine bağlam- İtli (itliHin tâyin edilmesi behemahal
lâzımdır. Onun için imam mev gilvmılllr bir
kimseyi yerine tâyin eder"[22]
Hz.Ali'nin bizzat Peygamber tarafından Halîfe tâyin
olunduğuna iıAm
IlıuliHİer rivayet ederler ve onların doğru olduğu iddiasında iıuılıu Meselâ: "Ben kimin efendisi isem Ali de
onun efendİHİdir. Vn mkf Ali'yi Miıveni Sen de sev.
Ali'ye düşmanlık yapana Sen de düşman ol. M «it İyi hüküm eden Ali'dir." Bu
mânâda daha başka Hadîsler de ! ııl. iler. Hadîs
ulemâsı bunlardan bâzilannİB sıhhalında
^iiptu>li ı ıh l'eygamberimizin
Hz. Ali'yi tâyin ettiği bâzı vazifelerden do ı.ıiııırırlar.
Meselâ Hac'da Berâ Sûresini okumağı Hz. Ali'ye teklif Mm, Hlttû
Bekir'e değil. Hz. Ebû
Bekir'i ve Hz. Ömer'i Üsâme
ordu-•ta ı i-.umr'nin kumandası altında gönderdi, Hz. Ali'yi ise Medine'de llidnyılıı.
liunlar Hilâfete Hz.
Ali'nin lâyık olduğuna birer işarettir. Hz. I inı.bıı /uman emir altına koymamıştır. Buna benzer
başka deliller •(b *ikı«>dnıl«ır.
Şuhrlat&nt, El-Mllel Ve'1-NlhAl. Bu rlv&yet Üzerinde
durmak gerekir. kH
MıriB»ıin Tmillinde in/inıf olun onların
mutedil Şta'dan olduklarıdır. Şia'nın ı;n |ıı lllhmlıln Mu'teRİİe
menheblne kaçarlar. I flit) H.ı.ıutnm, Bl-Mllel Vo'1-Nlhâl.
b) İmâmlyytte Ki. Ali'den sonra Hı.
Hasan'ın lllIRrnlIııdo müttefiktir. Honra,
1 — İsnâ Aşeriyye (Oniki imâma tabi' olanlar): Bunlara göre Hilâfet Hz. Hüseyin'den sonra şu sırayla gelir: Zeyne'l-Abidin, sonra Mu-hammed Bakır b. Zeyne'l-Abidin, sonra Cafer Sâdık
b. Muhammed Bakır, sonra onun oğlu Musa Kâzım, sonra Ali Rıza, sonra Muhammed Cev-vâd, sonra Ali Hadi, sonra
Hasan Askeri, sonra oğlu Muhammed Mehdi ki bu onikinci
imamdır. O Sâmârâ'da anasının gözünün önünde
babasının evinin altında bir bodruma girmiştir. Ondan sonra dönmemiştir. O zaman
onun kaç yaşında olduğunda da ihtilâfa düşmüşlerdir. O vakit dört yaşında
olduğunu söyleyenler olduğu gibi sekiz yaşında bulunduğunu ileri sürenler de
vardır. Onun nasıl olup da bu yaşta imam sıfatiyle
hükmettiğinde de ihtilâfa düştüler, bâzıları onun bu yaşta da olsa imâmın bilmesi
îcâb eden şeyleri bildiğini, buna binâen itaati vâcib olduğunu söylerler. Bâzıları ise, hüküm, mezhebin
ulemâsı elinde idi, o bulûğa erinceye kadar böyle gitti, derler. [23]
Bunlar Şia'nın imâmiyye bölümünden bir taife olup Cafer Sâdık'm oğlu ismail'e
mensupturlar. Bunlara Bâtıniyye de denir. Çünkü imâmı
bâtın bulunduğuna kaildirler. Bunlara göre: Cafer Sâdık'tan sonra imam,
babasının tasrihi ile oğlu ismail'dir. İsmail her ne
kadar babasından önce ölmüş ise de bu tasrihin faydası, imamlığın onun
neslinde kalmasını sağlamasıdır. İsmail'den sonra imamet oğlu Muhammed Mektum'e geçmiştir. Bu ilk gizlenen imamdır. Muhammed Mektum'dan sonra Cafer Musaddık'a,
ondan sonra oğlu Muhammed Habîb'e geçer. Bu gizli
imamların sonuncusudur. Ondan sonra Abdullah Mehdi'ye geçer. Bu Mağrib'e hâkim olmuştur. Ondan sonra da oğulları Mısır'a
hâkim oldular. Fâtımî-ler işte bunlardır.[24]
Bu mezhebde
olanlar; ilk zamanlarda çok takibe uğramışlardır. Onun için bu mezhebin
silikleri İran'a kaçmışlar ve orada yuvalanarak bu mezhebe eski İran
görüşlerinden birçok şeyler karıştırmışlardır. Gizli maksat güden bâzı kimseler
böyle din perdesi arkasında oynamağı fırsat bilmişler, din nâmına işlerini
yürütmüşler ve bunların bağına geçmişlerdir.
Bu mezhebi ilk yayan Deysan namındaki
kimsedir. Bu fikri Abdullah Kadd&h'tan almış vo IımııMm yuyıııııjliı Monra devletin kalbine im dar sokulmuş ve Basra'ya
gelmiştir. Umutlu gizlice propaganda yaparak mezhebine davete başlamıştır. Âl-l
Beyt'ln mezarlarını ziyaret eden Yemen ileri
gelenlerinden birisiyle buluşmuş, onunla anlaşarak Yemen'e gidip orada Âl-i Beyt nâmına davete başlamağa karar vermişler ve böyle» de
yapmışlardır. Sonra Kaddah, Mağrib'e
iki -adamım gönderdi. ÇUnkU Mağribliler
propagandaya çok kapılırlar. Gönderdiği adamlarına:
— Siz gidin, toprağı
sürüp hazırlayın, tohum ekecek olan sonra gelecek... demiştir. Bundan sonra Mağrib'de Şia propagandası bir sel hâ Ünde aktı. Fâtımîler
Afrika'da hükümet kurdular. Tarihten bilindiği gibi sonra Abbasî
Halîfelerinden Mısır'ı aldılar. [25]
[1] Muhammed Ebu Zehra, İmam
Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 87.
[2] îbn-i Haldun mukaddimesi
[3] Ibn-İ Ebi'I-Hadîd, Nehcü'I-Belâga şerhi.
[4] İbn-i Ebi'I-Hadîd, Nechü'I-Belâga
şerhinden hulâsa olarak.
Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları:
87-88.
[5] Bunlara Gurâbiyye fırkası
denir. Gurâb karga demektir. Kuş kuşa benzediği gibi Hz.
AH de Hz. Feygamber'e
benzermiş.
[6] İbn-i Haldun mukaddimesi
Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları: 88-89.
[7] Ikdü'I-Ferid'in
zikrettiği gibi Şa'bl'nin fikri de budur.
[8] Ahmed Emin, Feerü'l-Islam.
[9] El-Siyâdetü'1-Arabiyye.
[10] lbn-i Hazm, El-Milel Ve'1-Nihâl, c. IV,
s. 180.
[11] Muhammed Ebu Zehra, İmam
Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 89-90.
[12] Abdü'l-Kâhir Bağdadî,
El-fark beynel-Fırak.
[13] Muhammed Ebu Zehra, İmam
Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 90-91.
[14] Keysâniyye: Keysâne nisbet olunur. O ya Hz. Ali'nin kaiesiydi veya Muhammed b. Hanîfe'nin
talebesiydi.
[15] Muhammed Ebu Zehra, İmam
Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 91-92.
[16] Şehristânî, El-Milel Ve'1-Nihâl.
[17] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 92-93.
[18] Şehristânî, El-Müed Ve'1-Nihâl.
[19] Aynı eser.
[20] Şeristani El-Milel Ve’l-Nihal.Bu rivayet
üzerinde durmak gerekir.Çünkü Mutezile tarihinde maruf olan onarlın mutedil
Şiadan olduklarıdır.Şianın çoğu itikadda mutezile
mezhebine kaçarlar.
[21] Muhammed Ebu Zehra, İmam
Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 93-95.
[22] Şeristani El-Milel Ve’l-Nihal.
[23] Muhammed Ebu Zehra, İmam
Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 95-96.
[24] îbn-i Haldun mukaddimesi. 96
[25] Muhammed Ebu Zehra, İmam
Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 96-97.