125- Şâfîî'nîn Şerîat Îlmini Amme İlmî, Hâssa İlmi Diye İkîye
Bölmesi, Bunlar Arasında Fark Tapması:
126- Hassa İlmi, Müctehîdlere Lâzımdır:
ŞAFİÎ'YE GÖRE HÜKÜMLERİN DELİLLERİ
127- Şafii'ye Göre Hükümlerin Kaynakları Ve Bunların Mertebeleri:
îmanı Şafiî, şeriat
ilmini iki kısma ayırır: Biri, umûmun bîîmesi gereken şeyler olup bir Müslümanın
onları bilmemesi caiz oîaro.az. Her Müs-lümanın onları bilmesi
lâzımdır. Aklı başında olan Lir Müslüman onları bilmesin, bu olamaz. Çünkü
bunlar dinde bilinmesi zarın î olan umurdandır. Beş vakit namazın, Ramazan
orucunun, gitmeğe kudreti olanlara Hac etmenin, malının zekâtını vermenin farz
olması; zinanın, ırza geçmenin, insan öldürmenin,
hırsızlığın, şarap içmenin haram olması bunlardandır. Bunlar Kur'ân'ın nasslarmda mevcuttur; te'vil edilemez. Keza Hz.
Peygamber'in herkesçe kabul olunan mütevâtir
Sünnetlerinde beyân olunmuştur.
îkinci kısım ise,
insanların mâruz kaldığı fer'î mes'elelerdir ki, bunların
hakkında Kitapta bir nass yoktur, nass
varsa da te'vîle ihtimali vardır. Keza Hz. Peygamber'den (Ona salât ve
selâm olsun) mütevâtir bir nass
yoktur. Hz. Peygamber'in Hadîsi varsa da haber-i vâhid'dir, ha-ber-i mütevâtir olarak bir Hadîs vârid
olmamıştır. Yâhud da te'vili
kaabil olan nasslar vardır.
Bunları herkes bilemez, buna Îlmü'l-Hâsse — Özel
kişiler ilmi denir.
Bu iki türlü ilim hem
teklif, hem de tahsil bakımından birbirinden farklıdır. Teklif bakımından umûmî
ilimler her Müslümandan istenir. Bir Müslümanm onları bilmemesi caiz olamaz. Çünkü bunlar dinde
bilinmesi zarurî olan şeylerdendir. Îlmü'l-Hâssa —
Üstün kişiler ilmi ancak ha-vâsdan, özel kişilerden
istenir. O farz-ı kifâye gibidir, yapmağa kudreti
olanlardan beklenir. Onu bâzı kimseler yerine getirir. Onların yapmasiy-le hepsi vebalden kurtulur.
Hayrı işleyen kimselere âit olur.
Tahsil bakımından ise,
birinci kısım ilmi öğrenmek aklı başında herkesin yapabileceği iştir. Anlamak
ve elde etmek için özel gayret ve sartlara ihtiyaç
yoktur. İkinci kısma gelince bunu ancak Kitap ve Sünnet bilgisini kazanmış
olanlar, Sahabe kavillerini, insanların ihtilâflarını bilenler yapabilir. Nasslardan hüküm çıkarmak bunların hakkıdır ve bu ancak
onlara vâcib olur.
Şafiî, umumun bilmesi
gereken ilimle üstün kişiler ilmi arasındaki hadd-ı
faslı anlatmadan bırakmıyor. Şöyle diyor:
"Him iki türlüdür. Herkesin bilmesi lâzımgelen
ilim, aklı başında olana onu bilmemek yakışmaz... Beş vakit namaz kılmak, Allah
rızası için Ramazan ayında oruç tutmak, gidebilenler için Kâ'be'yi
ziyaret için Hacca gitmek, malının zekâtını vermek, zinanın, insan öldürmenin,
hırsızlığın, şarabın haram olduğunu bilmek. Daha bunlara benzer şeyler ki,
kullar bunları düşünüp bilmekle, amel edip işlemekle mükelleftirler. Canlarından
ve mallarından verirler. Kendilerine haram kılman şeylerden ise
sakınmalıdırlar. Bu türlü ilmin hepsi Allah'ın Kitabında nass
olarak mevcuttur. Bütün ehl-i İslâm arasında
malûmdur. Umum Müslümanlar bunları geçmişten geleceğe naklederler. Hz. Peygamber'den rivayet ederler. Bu rivayetlerde ve
bunların kendilerine vâcib olduğunda ihtilâfa düşmezler.
Bu umumun ilmidir, bunda yanılmak, te'vîle sapmak
imkânı yoktur. Bunda nizaa düşmek de caiz değildir.
Şafiî Îlmü'l-Hâssa nâmını verdiği ikinci nev'i
şöyle beyan ediyor: "Kulların fürûı farâiza ve bunlarla ilgili mes'elelere
dâir bilmeleri gereken hükümlerdir ki, bunlar hakkında Kitapta bir nass yoktur. Çoğuna dâir Sünnetten de nass
bulunmaz. Bâzıları hakkında Sünnetten bir nass varsa
da bunlar Haber-i Hâssa'dır, Haber-i Âmme değildir. Bunların da te'vîle ihtimali vardır ve kıyasla anlaşılır."[1]
Şafiî bundan sonra
mükelleflere ilmin bu nev'ini nasıl yerine getireceklerini
şöyle anlatıyor: "ilmin bu derecesine avam yetişemez. Hattâ bununla
havasın da hepsi mükellef olmaz. Havâsdan buna
erişmesi ihtimali olanlar vardır. Hepsinin bunu ihmal etmeleri caiz değildir. Havâsdan kaa-biliyeti
olanlar bu vazifeyi yerine getirirlerse, bunu yapmayan diğerleri vebal altında
kalmaz. Bu vazifeyi yapanlar, yapmayanlardan faziletli olurlar."
Bundan sonra havâsdan yapabileceklere bu ilmin farz olduğuna, cihâda ve
cenaze namazına kıyas yaparak şöyle delil getiriyor: Allâhu
Teâlâ buyuruyor ki: "Mü'minlerin
hepsinin toptan savaşa çıkmaları gerekir. Her topluluktan bir taifenin de dîni
çok iyi öğrenmek ve geri döndüklerinde milletlerim uyarmak için ilim yohmda
gitmeleri lâzımdır.
Böylece milletleri
belki yanlış hareketlerden çekinirler."[2]
Bundan sonra diyor ki: Farz-ı kifâye olan işler de
böyledir, Müslümanların bir kısmı onu yapmakla, onu yapmaktan geri kalmış
olanlar vebalden kurtulur. Eğer hepsi bunu yapmazlarsa, bunu yapmağa kudreti
olanların hiçbiri vebalden kurtulamaz. Bunda şüpheye yer yoktu, Ailâhu Teâlâ buyuruyor ki:
"Allah yolunda savaşa çikmaTs^m^ Allah sise can
yakıcı azapla azap eder."[3]
Bundan sonra birinci asırdanberi Müslümanların bu yolda hareket ettiklerini
beyan ederek diyor ki: "Allâhu Teâlâ Peygamberini göndere-liden
bugüne gelinceye kadar Müslümanlar bu tavsif ettiğim hâl üzeredirler.
İçlerinde az bir kısmı tahsil yapıp dinde bilgi sahibi olur, bâzıları cenaze
namazında bulunur, cihada gider, bir cemâatin içinden birkaçı se-lâm alıp verir; diğerleri bunları yapmadan durur. Fıkıh
öğrenen, cihada giden, cenazede bulunan ve selâm alan kimselerin fazîlet
işlediklerini tanırlar, bunları yapmakta kusur edenleri de günah işlemiş
saymazlar." [4]
Fukahânm bahis konusu yaptıkları îlm-i
Hâssa'dır. Müctehidler hüküm istinbat
etmek için onunla çalışırlar. Tartışma onda cereyan eder. Hüküm istinbatı doğru olsun diye bununla kaideler kurulur, bu
kaideler, doğruyu ve yanlışı ölçmek için birer ölçü olur. Tartışma konusu olan
ve ihtilâf edilen mes'elelerde bunlar hakem yapılır.
Şüphe yok ki, istinbatin umumî asılları işte bu
kaidelerdir ve bunlar da thn-i Hâssa'nın en başta
gelen nev'idir. Bunları tahsil etmek, öğrenmek, her Müslümana farz de-ğüdir. Hattâ
bunları öğrenmeğe her Müslümanın gücü dâhi yetmez.
Çünkü bunlar ilmî görüşleri ölçmek için gayet ince ölçülerdir. Bunlar müc-tehitlere istinbat
yolunu gösteren umumî kaidelerdir; bunları onlar bilir. [5]
Şafiî, ilmi beş
mertebe olmak üzere beş nev'e ayırır.
Her mertebe kendinden sonra gelen mertebenin temeli mesabesindedir.
Birinci Mertebe:
Kitaptır ve sıhhati sabit olan Sünnettir. Sünneti Kitapla beraber bir mertebeye
koyuyor. Çünkü Sünnet birçok hallerde Jütabı beyan
eder, onun mücmelini açıklar. Bu bakımdan sıhhati sabit olan Sünneti Kitapla
aynı derecede itibar eder. Ancak haber-i vâhid olari Sünnet, -kuvvet bakımından Kur'ân
derecesinde değildir. Çünkü Kur'ân'-da tevatür
vardır, haber-i vâhid'de ise tevatür yoktur. Onun
için Sünnet, Kur'ân'a taaruz
edemez. Sünnetin beyanına ihtiyaç olmayınca Kur'ân'la
iktifa olunur.
ikinci Mertebe: Kitap
ve Sünnette bulunmayan hususta icma'dır. îc-ma'dan murad,
umumun bildikleriyle iktifa etmeyip Ihn-i Hâssayı da
bilen fukahânın icma'ıdır.
Fukahânın bir mes'elede icma' etmeleri, kendilerinden sonra bu hususta bir
delildir.
Üçüncü Mertebe: Hz. Peygamberin (Ona salât ve
selâm olsun) ashabının kavilleri ki, bunlara muhalefet eden bulunmamalıdır.
Ashabın re'yleri, bizim için kendi görüşümüzden daha
hayırlıdır.
Dördüncü Mertebe: Bir mes'ele hakkında ashâb arasında
ihtilâf vardır, onların içinde Kitap ve Sünnete en yakın bulduğu veya kıyasın
tercih ettirdiği kavli alır, yine ashabın kavillerinin dışına çıkmaz.
Beşinci Mertebe:
Kıyastır. Sırasiyle Kitap, Sünnet ve tema' olmak
üzere geçen mertebelerden biriyle hükmü bilinen bir şeye kıyas yapılır. Yâni
Kitap veya Sünnetlerden bir nassla hükmü beyan olunan
veya ic-ma'la hükmü bilinen
veyahut da sahabe kavline tabi' olunan bir mes'ele-ye
kıyas suretiyle hüküm verilir[6].
Doğrusu, Şafiî'nin bu
görüşü yerindedir. Çünkü Sünnet Kitabı beyan edicidir. Şafiî, El-Um'de bunu şöyle açıklıyor: "İlim türlü tabakalara
ayrılır:
1- Kitap ve
sahih olan Sünnettir.
2- Sonra
Kitapta ve Sünnette bulunmayan hususlarda icma'dır.
3- Hz. Peygamberin ashabından bir kısmının kavlidir ki,
içlerinden ona muhalif olan bulunduğunu bilmiyoruz.
4- Ashabın
ihtilâf üzere oldukları kavilleridir.
5- Bu tabakalardan
bâzısına yapılan kıyastır. Kitap ve Sünnette varken bu ikisinden bagkasına asla gidilmez, ilim ancak yukarıdan alınır.”[7]
işte Şafiî'ye göre
ilmin dereceleri böyledir. Biz de onun başladığıyla başlayalım ki, o da birinci
derecede olan Kitab ve Sünnettir. Özel olarak Kİtabla başlayalım. [8]
[1] Haber-i hâssadan murad mütevâtlr olmayan haber-i vâhidlerdlr.
Haber-i âmmeden maksat da mütevâtir olan haberlerdir.
Buradaki Kıyasla anlagılan maksat, kıyas ve re'y yoluyla anlaşılması istenir, demektir.
[2] Tevbe Sûresi: 122.
[3] Tevbe Sûresi: 39.
[4] Muhammed Ebu Zehra, İmam
Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları:.171-173.
[5] Muhammed Ebu Zehra, İmam
Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 173.
[6] Şafiî der -ki: îtim İki türlüdür: tttiba'
ve istinbat. îttiba' Kitaba
tabi' olmaktır. Kitapta yoksa Sünnete, Sünnette de yoksa muhalefet eden
olduğumu bilmediğimiz umum. selefin kavlidir. Onlarda da yoksa Kitâbullah'la kıyas yapılır; o da olmazsa Peygamber'in
Sünnetine kıyas edilir. O da olmazsa umum selefin muhalifi bulunmayan kavline
kıyas edilir. Ancak kıyas yoluyla hüküm caiz olur. Kıyas yapma salâhiyetini
hâiz olanlar kıyas yapar da İhtilâfa düşerlerse her biri ictihadiyîe
bulduğu kavli söyler, İçtihadının götürdüğünü bırakıp da başkasına uyamaz.
Görüyoruz ki Şafiî burada sarahaten diyor ki: Hüküm önce Kitapta aranır,
Kitapta yoksa Sünnette aranır. Kitapta mücmel ise, beyâna muhtaç İse Sünnete
başvurulur. Kitâbü'l-Üm'de
Kitapla Sünnetin bir derecede olduğunu söyler. Bu iki sözün arasını
birleştirmek açıktır. Çünkü o müetehidin tabi' olması
gereken yolu beyan ediyor, o da selefin yoludur. Eğer Kur'ân'da
bulurlarsa onun ötesinde bir gey aramazlar. Kur'ân'da bulamazlarsa Peygamber'den rivayet olunan
Sünnette ararlar. Bunun böyle olması, Sünnetin mecmûunun Kur'ân
rütbesinde olmasına münâfi değildir. Çünkü Sünnet Kur'ân'ı beyan eder, açıklar. Onun için Şâtıbî
der ki: "Kitabın, beyan hususunda Sünnete ihtiyacından dolayı Sünnet
Kitaba hâkim olur."
[7] El-Üm, c, VII, s. 246.
[8] Muhammed Ebu Zehra, İmam
Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 173-175.