21- ŞAFİİ ZÂHİRE GÖRE HÜKÜM VERÎR
208- Şafiî Nassları Zâhirîne Göre Anlar Ve Öyle Hüküm Verîr:
209- Görüşünü Îzah Için Getirdiği Deliller;
211- Bu Esas Üzerine Kurulan
Bîrçok Fer'î Mes'ele Vardır:
212- Kazaî Hükümler Zahire Göredir:
213- Şafii'ye Güre Aktdlerde Kelimelerin Zahîrîne İ'tibar Olunur:
214- Fukahânın Çoğu Akîdlerde Zahîre Bakarlar:
Buraya kadar
anlattıklarımızdan görülüyor ki, Şafiî dînî nasslan,
Arap dilinin icaplarına göre anlamakta ve ona göre hüküm vermektedir. Bir mea'ele hakkında eğer nass
bulamazsa o zaman icmâ-ı ümmete gider. Şafiî'nin
delil olarak aldığı icmâ'ın hudutlarının biraz dar
olduğu anlaşılıyor. Eğer icmâ' da yoksa o takdirde
sahabe kavillerine başvuruyor, onları delil tutuyor. Ancak sahabe kavillerinden
Kitâb'm ve Sünnetin nasslanna
en yakın olanı veya kıyasça en doğru olanı seçer alır. Amelî istikra' onu buna
götürmüştür. Bundan başkaca, diğer nazarî faraziyele-,
ri de vardır. Ona göre, bir sahabenin kavline
muhalefet eden bulunmadıysa o kavle tabi' olmak gerekir. Ancak istikra' bu
kabîl durumların gayet az bulunduğunu gösterir. Ashab,
aralarında ihtilafa düşerler ve^iangi bir kavlin
tercihini gösterir Kitab ve Sünnetten bir işaret de
yoksa, o zaman Hz. jESbû
Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman
ve Hz. Ali'nin kavillerine tabi' olur. Ancak yine
araştırmalar bu gibi ihtilâf hallerinde bir kavli seçmek için Kitab ve Sünnetten bir delâlet bulunmaması gayet nâdir olduğunu
gösterir. Eğer bir mes'ele hakkında sahabe kavli de
yoksa o zaman kıyasa gidiyor. Kıyası da nassa bir
nevi' hami ve nassla bir nevi' istidlal sayıyor.
Demek ona göre nass her şeydir.
îşte bunun için
diyebiliriz İd, îmam Şafiî, dînî nasslan yorumda,' hüküm
çıkarmada, usûle göre fer'î mes'eleleri delillere
göre karara bağlamada nasslann delâlet ettiği zahire
dayanmaktadır. Onun içindir ki, is-tihsânı kabûî etmez. Çünkü istihsan nassın zahirine değil de, faîcîhin
içinde doğan mânâya, yahut şerîatm ruh ve gayesine,
dînî meselelerin içinde yoğrulan müctehidin fıkhî zevkine ve maharetine dayanmakta, fa-kîhin usûl ve füru' anlayışına, kaynakları ve nereden geîdiği bilgisine i'ti-mad etmektedir. Evet Şafiî, istihsânı
reddediyor. Çünkü o, ne nassın ibare ve işaretine, ne
de delâletine dayanır. Eğer burada bugünkü kanunî bâzı tâbirleri kullanırsak,
Şafiî şerîatm yorumunda maddî
noktaya (delile) i'timad etmektedir. Yânı nasstan çıkanı alır, başka bir şeye bak-' maksizın nassların kasdma bakar.
İşte bundan dolayıdır
ki, istihsâlim ibtâline başlarken söze önce: Şeriatın
dünyevî hükümlerde ancak amellerin ve sözlerin zahirine göre câri olduğunu isbatla başlıyor, Kalblerde ve
niyetlerde gizli olanların sevap ve cezasını Allah'ın hükmüne bırakıyor,
vicdanlara müdâhale etmiyor. Buna dâir beyanda bulunup buna delâlet eden
âyetleri zikrederken şöyle diyor:
"Sânı yüce olan
Allah, dünyada verecekleri hükümler hakkında onlara hüccetleri gösterdi, hüküm
verdiklerine zahire göre hüküm vermelerini, en güzel şekilde zahir olanı asla
atmamalarını bildirdi."
"Kullar arasındaki
hadlere, cezalara ve bütün hukuka dâir hususlarda Hz.
Peygamber Aleyhisselâm'm hükümleri bu suretle
yürümüştür, insanlara bildirmiştir ki, bütün hükümleri zahire göredir,
vicdanlarda olanı Allah bilir, gizli olanları O cezalandırır."[1]
Şafiî, insanların muamelesi konusunda dînin zahire göre yol tuttuğunu gösteren
âyetleri, Hadîsleri ve haberleri zikrettikten sonra sözüne devamla diyor ki:
"Benim bu zikrettiğim ve bunlarla yetinerek zikretmeden geçtiğim Allah hükümleri, sonra Hz.
Peygamber'in hükümleri gösteriyor ki, hâkim veya müftü olan kimsenin ancak
ilzam edici bir habere göre hüküm ve fetva vermesi caiz olur. Bu da Kitab ve Sünnettir, yahut da ilim erbabının ihtilafsız
olarak söyledikleri veya bunlardan birine göre yapılan kıyastır. Istihsan yoluyla hükmetmesi, fetva vermesi caiz değildir.
Çünkü istihsân tutulması gereken bir şey değildir,
bu mânâların biri de sayılamaz."[2]
Onun bu sözlerinden
anlıyoruz ki, dînî hükümlerin kaynaklarını o, Kitâb'a,
Sünnete, icmâ-ı ümmete, sahabe kavillerine, nasslar üzerine yapılan kıyasa hasretmekte ve hükümleri
zahire göre vermektedir. Şeriatı anlamada nassın
hükmünü aşmamakta, nassm delâletinin ve maksadının
dışına çıkmamaktadır. Bu yoldan başka bir yol tutanlar, dînin mantığından
ayrılmış, dünyevî hükümlerde zahiri nazar-ı i'tibâra
almamış olur. [3]
Şafiî kesin olarak
diyor ki, şeriat zahire göre tenfiz olunur. Ulû'l-emr, hâkimler şeriatı
tatbikte zahiri geçerek batma yönelmezler. Hâkim,
insanların niyetlerini araştırmaz, içlerinde gizlediklerini, kalblerinde sakladıklarını meydana çıkarmakla mükellef
değildirler. Hâkim, onların zahirî hallerine bakar, tecessüs etmeden onların
ahvâline gehâdet edeni i'tibare
alır. Bu hususta §öyle demektedir: "Hüküm zahire göredir, gay-bı ancak Allah bilir. Zan ve
tahmin üzerine insanlar hakkında hüküm veren kimse, Allah'ın ve Peygamberinin
yasak ettiği bir şey üzerine alıyor demektir. Halbuki insanların muttali'
olamadığı gaybe sevap ve ceza vermek ancak sânı yüce
Allah'a aittir. Çünkü gizli işleneni, gaybı ancak Cenâb-ı Hak bilir. Kullarına ise kulların zahir hallerine
göre haklarında hüküm vermelerim teklif etmiştir. Eğer bir kimsenin başka
birini bâtına içindekilere göre yakalayıp muâhaze
etmesi caiz olsaydı, bu hakkı Hz. Peygamber hâiz
olurdu. Halbuki o bunu yapmadı. Bu vasfolunan bütün
ilme şâmildir. Eğer birisi: Anlattığın-bâtına göre hüküm verilmeyeceğine
delâlet eden şey nedir? derse cevap verilir: Yüce Allah'ın Kitabı, Hz. Peygamber Aleyhisselâm'm
Sünnetidir. Sânı yüce olan Allah'ın münafıklar hakkındaki emrine bak.
Peygamber'ine hitaben şöyle buyurur:
"Münafıklar sana
gelince: Senin şüphesiz Allah'ın Peygamber'i olduğuna şahadet ederiz, derler.
Allah, senin, kendisinin Peygamberi olduğuna bilir. AUah
o iki yüzlü münafıkların yalancı olduklarına tanıktır. Onlar yeminlerini
kalkan edinerek Allah'ın yolundan akkorlar. İşledikleri işler gerçekten ne
kötüdür." (Münafıkûn: 1-2).
Böyle olduğu halde Hz. Peygamber onları hâlleri üzere bıraktı. Müslümanlarla
evlendiler, mirasçı oldular. Ganimet malından onlara da verdi. Onlara,
Müslümanların hükümlerini tatbik etti. Halbuki Allâhu
Teâlâ onların küfrünü, içlerinde gizlediklerini haber
verdi. Onlar îman izhar ederek kendilerini Müslüman gösterip bu îmânı,
öldürülmekten kurtulmak için bir siper yaptılar.
Hz. Peygamber (Ona salât ve
selâm olsun) şöyle buyurmuşlardır:
"Ey msanlar, Allah'ın haram kıldıkları şeylerden vazgeçmeniz zamanı
artık geldi. İçinizden birine bu pisliklerden bir şey
Şafiî, şerîatın zahire
baktığını sık sık söyler, dînin hükümlerinin tasarrufların
zahirine göre verildiğini açıklar. Bu konuda misâl olarak Hz.
Peygamber Efendimiz'in münafıklara yaptığı muameleyi,
kalbleriyîe îman etmedikleri halde: Biz Müslüman
olduk, diyen çöl Araplarına karşı islâm'ın tutumunu
örnek veriyor. Yukarıda açıkladığımız gibi istihsânı ibtâl etmeği bunun üzerine kurmakta, şeriatın ruhunu alıp nasslara bakmamağı, onlara i'timad
etmemeyi hoş karşılamaktadır. [5]
Şafiî yine bu esasa göre
ger'î hükümlerin gizli olan sebeplere, hads ve tahminin, hatâ veya
Bir adam karısını zina
ile itham etse ve isbât edecek dört şahit dö getiremezse o zaman Kur'ân-ı
Kerîm'in tarifi üzere ikisi liân yaparlar. Şafiî'ye
göre bu da gösteriyor ki, hükümler umûmî olarak muttarid
bir şekilde zahirî emre göre ayarlanır. Yoksa agıklanma
veya hiç açıklanmama ihtimâli bulunan gizli veya bâtın bir şeye dayanmaz.
Meselâ şu olayı ele alalım: Bir adam, Hz. Peygamfaer'e gelerek karısının zinadan hâmile olduğunu
söyleyerek itham etti ve münasebette bulundu^ kimseyi de tâyin etti. üz.
Peygamber o adamı gördükten sonra şöyle dedi: "Eğer kadın iazü yüxlü bodur bir çocuk
doğurursa, kocası ona iftira ediyor, sa~ lurîm. Yok büyük gözlü, irice bir çocuk doğurursa kocası
doğru söylüyor demektir." Kadın bu sonuncu vasıflara uygun bir çocuk
doğurdu, böylece kocasının şüpheleri haklı çıktı. Bu hâdise üzerine liân âyeti indi: "Eşlerine zina isnad
edip de kendilerinden başka şahîdieri olmayanların şâ-hidîiği kendilerinin doğru
sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutmasiyle
olur. Beşincide eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine obuasını
diler. Kocasının yalancılardan olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutması cezayı
kadından savar,, Beşincide kocası doğru sözlülerden ise kendisinin Allah'ın
gazabına uğramasını diler." (Nûr Sûresi: 6-9).
Bu âyet-i kerimenin
nüzulünden sonra Hz. Peygamber (Ona salât ü selâm olsun) Allâhu Teâlâ'nın hükmü gereğince karı kocanın liân
yapmasını emretti. Rivayet olunduğuna göre Hz.
Peygamber şöyle demiştir: "Allah'ın hükmü olmasa, onun isi besbelli
meydanda," Yine bu konuda şöyle buyurmuştur: Sizin ikinizden biri mutlaka,
yalancı." Bu da gösteriyor ki şeriat zahire göre hüküm vermektedir. Şafiî
de bunu böyle çıkarmaktadır.
Gerçekten bu mes'elede iki cürümden biri mutlaka bulunacaktır: Eğer koca
doğru ise kadın zina irtikâb etmiş demektir. Eğer
kocanın iddiası doğru değilse o zaman karısına iftira ediyor demektir, ortada
namuslu bir kadına iffetsizlik isnad edilerek kazif yapılmıştır. Eğer bunlar, yemin ettirilse islemiş
olduğu cürcne yalan yere yemin etme suretiyle ikinci
bir cürüm katmış olur. Lanet istemek suretiyle liân
üçüncü bir cürüm katar. Bir mü'minin böyle katmerli
cürüm işlemesi olamaz. Hs. Peygamber nezdinde doğru söyleyenle yalan söyleyen arasındaki fark
emarelerden belli idi. îki taraftan birinin yalancı olduğunu sarahaten
söyledi, ona göre iş aşikâr idi. Bununla beraber Allah'ın hükmü veçhile Hân yaptırdı.
Duyulmaktan uzak gizli işler arkasından gitmedi, çünkü bunda ha-tâ da olur,
__ Senin deven var mı?
diye sordu.
—. Evet, dedi.
— Develerinin rengi nasıldır?
—. Kızıldır.
— îelerinde boz olan da
var mı?
— Evet var.
— Onlar nereden geldi?
—
Cinsine
çekmiştir, eski cinsinde belki öyle olan varmış.
—
Belki bu da
cinsine çekmiştir.[6]
imam, Şafiî, dînî
hükümlerin zahire göre olduğuna istidlal ederek liân
hükmü hakkında şöyle demektedir:
"Hz. Peygamber Aleyhisselâm, liân yapacak iki taraf hakkında vahiy bekledi, nihayet
vahiy geldi; liân yaptılar. Birbirlerinden
ayrılmaları nizama bağlandı, çocuğun nesebini nefî
etmek yolu bulundu. Kocası karısından mehrin
iadesini istediği halde onun geri verilmesine hükmetmedi. Çünkü Hz. Peygamber'in Sünneti, Allah'ın Kitâbı'nı beyandır, onun
dışına çıkmaz. Allah'dan aldığı risâlet
sıfatiyle, ilham yoluyla veya Ce-nâb-ı Hakk'm kendisine bahşettiği
salâhiyetle bunu yapar. Hes'elenin dînî yerini tâyin
ve beyan eder. Allâhu Teâlâ
ona zahire göre hüküm vermeği emir buyurmuştur. Ikİ
kimse arasında had İkâme etmek, ceza vermek ancak zahirî delillere göre olur.
Çünkü zâhir-i hâl, had vurulacak kimsenin i'tiraf
etmesine benzer. Yoksa doğru olması da, yalan olması da ihtimâli olan bir şeyin
delâletine bakılarak hüküm verilmez. Hüküm verilecek delâlet zahir ve umûmî
olmalı, husûsî ve bâtın olmamalıdır."[7]
"Hz. Peygamber Efendimiz'in
verdiği hükümlerde bu böyle olunca, ondan sonra gelen hâkim ve kadıların
delâleti kullanmamaları daha evlâdır. Onların dâima zahire göre hüküm
vermeleri gerekir. Birisi buna delâlet eden şey nedir? derse, şöyle cevap
veririz: Hz. Peygamber liân
yapanlara: 'ikinizden biriniz yalancıdır.' dedi. Onları hadd
dışında bırakmak için doğru olana da, yalancıya da bir hüküm verdi. Yine Hz. Peygamber bu konuda: 'Eğer kadın kızıl çehreli bodur
bir çocuk doğurursa kocası kadına iftira atıyor demektir. Eğer kadın iri gözlü
doğurursa o zaman kocası doğru söylemiş demektir.' buyurdu. Kadın da kocasının
iddiasını doğrulayacak vasıfta bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber: 'Onun işi meydanda belli...' Hz. Peygamber haber veriyor ki, liâna
davet olunan kadına karşı kocasının iddiasının doğru olup olmadığı iki vasfa
dayanıyor. Çocuk şöyle olursa koca sözünde doğru, göy-le
olursa doğru değil. Çocuk, kocanın iddiasını doğrulayacak şekilde doğuyor.
Bununla beraber Hz. Peygamber bu delâleti kadına
karşı kullanmıyor. Onun hakkında Allah'ın hükmünün zahirini infaz ediyor.
Şüphe ile haddi reddediyor, ona nıehrini de veriyor.
Ve 'Allah'ın hükmü olmasa, onun işi belli.' diye de söylüyor."[8]
Özet olarak denecek
şudur: Sâri' zahir ve umûmî olan şeylere göre hüküm verir. Husûsî olan gizli
şeylere göre hüküm olmaz. [9]
Hükmün zahire göre
olmasından murad, şaşırtıcı olan, gerçeğe uymayan
her zahiri alıp kabullenmek demek değildir. Zahirden murad,
tanınması için hadd ve tahmine muhtaç olmayan muttarid ve müstakim, kaidelerdir, zahirî bâzı delâletlerin
bunlara muarız olması onların umumîliğini bozmaz.
Izz b. Abdü's-Selâm Şafiî'nin
alıp kabul ettiği mes'elelerden muttarid
usûle dayanan bir kısmını Kavâid'inde zikretmiştir, gayrimuttarid olan bâzı zahirî hususiyetler bunlarla tearuz
etse de onları kaide olmaktan çıkaramaz. Onlardan birkaçı şunlardır:
a) Doğru,
muttaki, sâdık, adaletine güvenilir bir kimse, mal gas-betmekle tanınmış fâcir birisi
hakkında dâva edip kendisinin bir dirhemini gaspettiğini
iddia etse, davalı da bunu inkâr etse, burada davalının sözü muteber tutulur,
davacının doğruluğu zahir, davalının doğruluğu uzak olmakla beraber söz
dâvâlınındır. Burada zahiri almıyoruz. Çünkü isbat, beyyine veya yemin ile olur. Bu ikisi muttarid
olan bir zahirdir. Davacının adaletinin, doğruluğunun zahir olması, isbât hususunda
delil olamaz. Zîrâ bu, doğruluğu isbat için bir delil
olsa bile muttarid değildir, bâzan
aldatır. Böyle bir şeyi delil olarak alırsak bâzan
haklar zayi olmağa mâruz kalır, kaideler şaşmaz olmalıdır.
b) Fâcir bir kimse, takva sahibi bir adam hakkında dâva edip
kendisinden mal gasbettiğini iddia etse, zahire göre bu dâvanın yalan olması lâzımgelirse de, biz takva sahibi olan o kimseye yemin
veririz. Çünkü yukarıki izahtan anlaşıldığı üzere
burada zahire bakılmaz.
c)
Kocasından boşanmış olan bir kadın iddetinin geçtiğini ikrar etmeden Önce boşanma tarihinden i'tibâren dört seneden[10] az
bir müddet içinde bir çocuk doğursa bu çocuk
boşayan kocaya verilir. Zahire
göre umumiyetle çocuk bu müddete kalmaz. Bundan daha az bir
müddette doğması muhtemeldir. Bu delâlet muttarid
olmayan husûsî bir şeydir. Onun için
bu işte zahire bakılmıştır, buna kail olan fukahâya
göre zahir olan burada hâmil müddetinin a'zamîsidir.
Fakat Izz b. Abdü's-Selâjcn bu hükme i'tiraz ederek
şöyle diyor: "Bunlar çocuğu babaya mal ediyorlar, çünkü aslolan zina etmemektir. Şüphe ile veya zorla iffete geçmemektir, diyorlar. Biz de onlara şöyle deriz: Hâmil
müddetinin dört seneye uzamasından, zinanın vuku'u daha gâlibdir.
Zorla ve şüphe yoluyla iffete geçmek de böyledir. Bununla beraber buna zina haddi de lâzımgehnez.
Çünkü haddler şüpheyle düşer. Bunda bir zarar yoktur.
Halbuki kendisinin olmayan bir gocuğu babaya nisbet
etmekte büyük zararlar vardır. Haksız yere birbirlerine
mirasçı olurlar, bu çocuk babanın mahremlerine akraba olup görüşür, nafaka,
kisve, süknâ hakkı sabit olur, evlendirme, bakıp
yetiştirme lâzımgelir."
d)
Kendisinin yalan söylediği asla duyulmamış olan doğru bir adam, borcunu
ödediğini iddia etse, yalancı, fâcir olan ve
insanların malını haksız yere yemekle şöhret alan biri olan alacaklı da borcun
Ödendiğini inkâr etse; doğru olduğu bilinen adamın sözü kabul edilmez, beyyine ile isbat etmesi istenir.
Halbuki zâhir-i hâl, onun borcunu ödediği sözünün doğruluğunu göstermektedir.
Fakat şer'î ahkâm, isbat hususunda muttarid olan zahire dayanır ki, onlar da beyyinedir, yemindir. Yoksa muttarid
olmayan ve zahir gibi olan şeyler değildir.
c) Karı koca
yirmi sene devam üzere bir arada geçinseler, sonra kadın kocasının kendisine
bakmadığını, nafaka ve kisve vermediğini iddia etse burada zahir hâl kadının
iddiasının yalan olduğunu gösterse de bu dâva dinlenir, çünkü burada kadın
gerçekte davacı değildir, dâvâlıdır. Çünkü Şâfiî'ye göre nafaka evlenmekle
kocanın üzerine farz olur. Kocanın onu ödemesi boynunun borcudur. Kadın şimdi
nafaka dâvası açmakla, kocanın Ödemesini inkâr ediyor demektir, ödediğini isbat kocaya düşer. Burada bir arada yaşamalarının zahirine
bakıp bununla yetinilmez.
Işte böylece görülüyor ki, Şafiî'ye göre dînî hükümler, muttarid ve umûmî olan zahirî umura dayanır. Bâzı husûsî
delâletlere» bâzı zâhirmiş gibi görünen şeylere bakılmaz. [11]
İslâm fukahâsının ekserisi katında olduğu gibi imam Şafiî'ye göre
de kazaî hükümler zahire göre tenfiz
edilir. Gizli olanlar bırakılır. Kadı'-nm hükümleri
bu esas üzere yürütmesi gerekir. Hakkı isbât edip
meydana çıkarmak için Şâri'in muttarid
bir esas olarak kurduğu zahirî delilleri alır ki, onlar da beyyine,
ikrar ve yemindir. Hz. Peygainber'in
şu Hadîs-i Şerifi de bunu gösterir: "Ben bir beşerim. Siz aranızdaki
husûmetin halli iein bana başvuruyorsunuz, içinizden
bir lasnmuz, diğerleriiHİen
daha güzel sözlü olup hüccet bakımından üstün gelebilir. Bea
d© işittiğime göre hükmederim. Her kim için kardeşinin hakkından bîr şeyle biikniettim.se, onu asla
alımısın. Bu haksız şeyi almak onun için ateşten bir parçadır." Bu Hadîs-i
Şerîf de gösteriyor ki, kadılar, zahire göre hüküm vermekle mükelleftirler.
Çünkü Hadîsten çıkan mânâ şudur: Kaza yoluyla hükmo-lunan şey bâtında öyle olmayabilir. Kaza zahiren tenfîz olunur. Yine bu Hadîs-i Şeriften anlaşılıyor ki,
kâdı'nın hükmü haram olan bir şeyi helâl kılamaz, helâl olanı da haram
kılamaz. Fakat hüküm zahire göre infaz olunur. Helâl ve haramın hesabı Allah
katında görülür.
Şafiî bu konuda diyor
ki: "Bu Hadîs-i Şerîf, yukarıda geçen mânâlardan başka şuna da delâlet
eder ki, insanlar hakkında hüküm vermek insanların ifâdelerine, dilleriyle
söylediklerine ve onlardan dinlenene, işi-tilene göre
olur. Niyetleri, içlerinden kasıtları başka türlü de olsa hüküm zahire göredir.
Nasıl ki Hz. Peygamber, Hadîs-i Şerîf te: *Ben her İdin hakkımla söylediğine göre hüküm verirsem,
haksız yer© btr şey almasın/ buyurmuşlardır. İşin
hakikatini, gerçek niyetin ne olduğunu insanların vicdanına bırakmıştır. Bu da
hâkimin bir kimse hakkında ancak ifadesine, söylediğine göre hüküm vermesi
gerektiğini gösterir. Hâkimin, muttali' olamadığı niyet, sebep ve zanlara göre
hüküm vermesi helâl değildir. Çünkü Hz. Peygamber,
*Ben dinlediğim© göre hüküm veririm.* buyurmuştur." Şafiî sözüne devamla
diyor ki: "Tevehhüm ve zan üzerine bir kimse hakkında hüküm vermek veya
sorulan kimseden işitilmeyen bir şeye göre hüküm ve karara gitmek, Allah'ın
Kitâbı'nın ve Peygainber'in Sünnetinin hilâfına
hareket etmektir. Çünkü gayb ilmini ancak Allah
bilir, böyle hüküm veren kimse gayba muttali'
olduğunu iddia ediyor demektir. Hz. Peygamber (Ona salât ve selâm olsun) dinlediklerine göre
hüküm
verdi ve gerçeğin,
zahir olandan başkası olabileceğini de söyledi. Halbuki îiz
Peygamber bu ilme insanların en lâyık olanıdır. Allâhu
Teâlâ kendisine yüksek mevki' ve şeref vermiş,
Peygamberlik vererek vahiy indirmiştir. Bununla beraber o, insanların
içlerindekini kendilerine havale etmiş, gayb umurunu
araştırmamış; bu ise, onları bildiği iddiasında..,"[12]
İmam Şafii, akidierin yorumunda, onların sahih ve bâtıl cVam gibi vasıflarını almalarında, onların üzerine hüküm
kurmakta da zahire göre hareket eder. Akidler
hakkında âkidlerin niyetlerine ve akd yapılırken
söylenmeyen içlerindeki maksatlarına ve bunların bu vasıf ve eserlerine göre hüküm vermez. Bü vasıflar ve eserler, âkidlerin
ahvâlinden ve akdla ilgili umurdan olsalar dahi
söylenmedikçe dikkate alınmaz. Akdlarda kelimelerin,
söylenen sözlerin delâletine, âkidlerin lügat ve örf
bakımından bunları nasıl kullandıklarına bakılır, ona göre hüküm verilir. Yapılan akd,
söylenen kelimeleri ve ibaresi i'tibâriyle haram
olmağı îcâbeden bir şeyi müştemil
değilse ve fakat bâzı hâl karineleri oro.ra haram olan bir şeye yol açtığım gösterse de, akdin sınhatma hükmolunur. Harama zerîa ittihaz olunacağına bakılmaz. Onun için Şafiî şöyle d".uektedir:
"Satış akidlerinde, bir harama zerîa = vesile olduklarını feraset yoluyla tahmin etmekle
hüküm verilmez. Akidlerde esas sıhhatle hükmolunnmktîr. Bir adam bir kadınla nikahlanmak istese,
içinden onu bir veya on gün tutup sonra onu boşamağı niyet etse, kadın da aynı
şekilde niyet etse, bunlar nikâhı şartsız olarak mutlak surette yaptıklarından
muteber olur."[13]
Şafiî, istihsâlim ibtâli hakkındaki kitabında bu konuda der ki: "Yapılan
bir akd, ancak yine akdla
bozulur. Önceki ve sonraki bir şeyle bozulmaz, tevehhümle ve daha gâlib olaniyle de bozulmaz. Her
şey ancak akdiyle fâsiddir. Bu harama vesiledir,
bunda kötü niyet var diyerek bir . satış bozulamaz. Helâl olmayan bir şeye
vesile olmasından korkuluyor diye satışı ibtâ]
etmek caiz olmadığı gibi zan ve şüphe üzerine de bir akd
bozulmaz. Meselâ bir adam bir kılıç satın alsa ve alırken onunla insan
Öldürmeği de aklına koysa, bu alış helâldir. Öldürmeğe niyet etmek caiz
değildir. Fakat bu, alış verişi bozmaz, insan öldüreceği sanılan bir adama
kılıç satmak da böyledir. Kitab, Sünnet, bil'umûm îslânı hükümleri, akdlerin zahire göre sübut bulduklarını göstermektedir. Âkidlerin niyeti onları bozmaz. Akdîer
zahire göre sahîh olunca, âkidlerden başkasının, âkidlerin
niyeti hakkındaki bir tevehhümü ile akd bozulmaz.
Hele zayıf tevehhümler hiç nazara alınmaz. Doğrusunu Allah bilir.[14]
Hakîkaten islâm fukahâsmın çoğu, akdlerin tefsirinde ve hükümlerinin ilzamında zahire
bakmaktadırlar. Fakat îmam Şafiî niyet ve maksatlara bakmaksızın zahiri
almakta son derece titizdir. Akdlerde kelimelerin
zahirini ve zahirî delâletleri almağa şiddetle taraftardır. Çünkü İslâm Dîninde
dünyevî hükümlerin hepsi zahire göre hüküm alır. Niyetleri Allah bilir. Onlar,
bütün sırların meydana çıkacağı günde açıklanacaktır. Gizli maksat ve niyetleri
araştırmak, dünyevî hükümlerin hepsi zahir üzerine kurulur diyen İslâm
prensibiyle bağdaşamaz. Şafiî'nin örnek verdiği gibi, Hz.
Peygamber zahire göre hüküm verirdi. Halbuki kendisine vahiy gelmekte idi.
Dînin hükümleri bu tarzda yürüyünce, bütün akdlerde
niyetlere bakılmaksızın söylenen kelime ve ibareler nazar-ı i'tibâre
alınır. Bir akd, lâfzı ve koşulan şartlariyle
sahîh ise, haram veya helâl bîr şeye zerîa — vesile
olup olmadığına bakılmaksızın her yönden sahîh bir akd
sayılır. Bir satış akdinin ibarelerinde fesada delâlet eden bir şey yoksa, ribâ şartına mu kârin bir akd
değilse, ribâya vesile olsa dahi, sahîh bir akddir. Çünkü zahirde akdi bozacak bir şey yoktur,
niyetlerin hesabım ise, kendisine hiçbir şey gizli kalmayan Allah görür.
İşte bunun içindir ki,
Şafiî'ye göre: Bir adam bir adamdan parası veresiye olmak üzere bir mal alsa,
malı teslim aldıktan sonra aynı adam o malı veresiye aldığından daha ucuz bîr fiatla peşin olarak satsa, bu akidde
ribâ niyeti sabit dahi olsa, bu alış veriş caizdir.
Netice i'tibâriyle müşteri, bâyi'den borç para almış,
sonra onu fazlasiyle ödeyecek demektir. (Veresiye 50
liraya aldığı malı peşin olarak 40 liraya satınca bâyi'den 40 lira alır,
halbuki sonra ona 50 lira ödeyecektir.} Bunda ribâ
emareleri açıktır. Fakat akd yapılırken ribâ kasdı olduğuna delâlet eden
bir söz bulunmadığından bu satış sahihtir. Şafiî, El-Üm'de
bunun doğru olduğunu tasrih etmiştir. Orada şöyle demektedir: "Bir adam
birinden veresiye yiyecek satın alsa, onu satın aldığı kimseye daha ucuza
satmasında bir be'is yoktur.."[15]
Burada satışın sıhhati için harama yâni ribâya vesile
olmasiyle, harama vesîle olmaması arasında bir fark
yapmamaktadır.
Böylece görülüyor ki,
îmam Şafiî, İslâm şeriatının usûl ve füru'unu yorumda
zahire göre yol tutmaktadır. Zahirin dışına çıkmaz. Çünkü zâ'
hirden başkasını alan, zan ve tevehhumle
alıyor demektir. Bunda hata çok,
[1] Şafiî, El-Üm, c. VH, s. 268.
[2] Aynı eser, c. VII, s. 270.
[3] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları: 305-306.
[4] Şafiî, El-Üm, c. IV, s. 41.
[5] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları: 306-307.
[6] Şafiî, El-tTm, c. VII, s. 276.
[7] Şafiî'nin bu sözlerden kasdı şudur: Doğru
veya yalan üsere delâleti ihti-nıalli olan bir şey alınmaz. Ancak gâlib
ve şayi' olup isbat hususunda muttarid
bir kaide gibi şaşmayan delâlet dikkate alınır. Bir delâlet, eğer bâzı ahvalde
dikkate alınacak, bâzı hallerde alınmayacak ise bu muteber olmaz. Husûsî ahvâle
göre de-&l§ir, bâzan doğruluğuna, bâzan yalan olduğuma delâlet ederse bunun umûmî bir kaide oJarak alınması olamaz, bununla bir şey isbat
edilemez. Çünkü bu türlü delâlete şek arız olur. Halbuki Şafiî, hâkimleri ve
müftüleri dâima muttarid ve zahir olan hükümleri
almakla mukayyed tutar, muttarid
olmayan ve hafî olan delâletlere göre hüküm vermez.
[8] Şâfii, El-Üm, s. 114.
[9] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları: 308-310.
[10] Bu faraziye, hamlin azamî mtiddeti dört
senedir, diyen kavle göredir. Tip ve istikra' bunun böyle olmadığını isbat eder. (Hanefîlere göre bu müddet azamî üti senedir.)
[11] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları: 310-312.
[12] Şafiî, El-Üm, c. VI, s. 303.
Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları:
312-313.
[13] Şafiî, El-Üm, c. IV, s. 42.
[14] Şafiî, El-Üm, c. VII, s. 270.
Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları:
313.
[15] Şâfü, El-Üm, e. IV, s. 33. 314
[16] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları: 314.