24- III— ŞAFİÎ MEZHEBİNDE MÜCTEHÎD OLANLAR
240- Şâfıî Mezhebinde Müctedidlerîn Çokluğu, Bunların Ülkelere Dağılışı:
241- Müctehidlerin Envâı Ve Tabakaları, Müctehîd-i Müntesip Olanlar:
242- Müctehid-i Mukayyed Olanlar:
243- Müntesîb Ve Mukayyed Müctehidler Sayesinde Mezhebin Gelişmesi, Diğer
Fakîhlerin Hizmeti:
244- Şâflî Mezhebini Bugüne Kadar Nakledip Yaşatanlar:
245- Îctihad Devrinden Sonra Tahrîc Yoluyla Mezhebin Hayata Uyması:
246- İçtihadın Durması, Tahrîcîn Azalması, Mezhebin Ufkunu Daraltmıştır:
İmam Şafiî'nin Irak'da, Mekke'de ashabı vardı; Mısır'da ashabı vardı. Bu
sonuncu İslâm dünyasının ortasına düşmektedir, Doğuyu Batıya bağlar. Şafiî'nin
fıkhını alıp yaymak isteyenler Mısır'daki talebesi Re-bî'a
koşup gelirlerdi. Şafiî mezhebini alanlar çoğaldı. Bunlar muhtelif diyarlara
yayıldı. Bunların içinde Iraklılar, Nisâborlular,
Horasanlılar vardı. Şafiî mezhebinin yayıldığı bu ülkelerde İslâm
medeniyetleri doğdu, İslâm, devletleri kuruldu. Bunlardan ÂI-i Büveyh ve Selçukîler devletleri Çağlarında en kuvvetli
İslâm devleti idiler.
Şâfiî'lik Suriye'de ve Yemen'de de yayıldı. Yemen'de Zeydiyye nıez-hebiyle
temas etti, o mezheb ahâlisine karıştı. İlim,
birbiriyle görüşen ve .karşılaşan iki tarafa engelleri çiğneyerek geçer. İran'da
da Şâfiîler vardı. Görülüyor ki, Şafiî mezhebinde olanlar birbirinden uzakta
bulunan türlü ülkelere dağılmışlardır. Bunların içinde Şafiî mezhebinde müctehid olanlar vardı. Şafiî'nin usûlüne ve onun
kavillerine göre fer'î nıes'eleler çıkarmakta idiler.
Şüphe yok ki, onlar bu tahriclerinde muhitlerinin ve meşreblerinin tesirinde kalmışlardır. Onları saran
olayların ve bunların halli yollarının da onları görüş ayrılıklarına götürdüğü
şüphesizdir. Onlar her ne kadar bir kaynaktan sulansalar ve bir asıl ile mukayyed olsalar da, düşünce ayrılıkları, temayüller, ayrı
ayrı muhitler, başka başka
olaylar, bütün bunların görüşü bir yöne çevirmede ve mezhebden
mes'ele tahrîc etmede te'siri olmuştur.
Eğer biz Horasan ve Nisâbor fukahâsımn görüşlerini,
Irak fukahâ-sının görüşlerini incelesek ve onları bu
ışık altında tahlil etsek, muhitin te'sirini ve
temayüllerin ayrılığını görürüz. Belki de Iraklılar ictîhadları,
Şafiî'den naklolunanlara, Horasanlıların ve Nisâborluların
ictihadların-dan daha yakındır. Muhiddin
Nevevî buna biraz işaret ederek şöyle demiştir:
"Bilesin ki
Şafiî'nin nasslarını ve mezhebinin kaidelerini, keza
eski Şafiî fukahâsının buluşlarını nakletme hususunda
bizim Irak fukahâmı-zm
nakilleri, Horasanlıların nakillerinden ekseriya daha sağlam ve daha
dikkatlidir. Horasan fukahâmiz ise ekseriya tasarruf, bahis, tertip ve mes'ele
kurma bakımından daha iyidirler."[1]
Bundan da görülüyor
ki, Nevevî, nakil işinde Iraklıları üstün görüyor ve
Horasanlıları da tasarruf, bahis ve mes'ele tefri'inde daha ileri buluyor. Bu şundan ileri geliyor:
Şafiî mezhebinin eskisi de, yenisi de Irak ve Mısır muhitinde doğdu. Bu
bakımdan muhitin icaplarına uyarak sonradan mes'ele tefri' etmeğe o kadar çok ihtiyaç duyulmadı; çünkü bu
muhitler mezhebin İlk doğuşunda daha yapacağı te'siri
göstermişti; vereceğini vermişti. Horasan ve diğer muhitler ise bu mezheb için yepyeni idiler, bu yeni muhitler de kendi
ihtiyaçlarını karşılamak, yaralarını sarmak için bâzı tasarruflarda bulunacak,
araştırmalar yapacak, mes'eleler tefri'
edecektir. Böylelikle mezheb orada gelişecek ve
tutunup yaşayacaktır.
Şafiî'lerin Horasan, Nisâbor ve İran'da bulunmaları onları Şîamn
Imâmiyye koluyla temasa getirdi. Nasıl ki Yemen'de de
Şîamn Zeydiyye koluyla
temasa geldiler. Bâzı cihetlerde birbirine aykırı olan mezheble-rin birbiriyle temasta bulunması, bâzı mes'elelerde
boğaz boğaza gelme^ yi doğursa da, bu mezheb
taraftarlarından her birinin, muhalifleri tarafında olan iyi cihetleri de
anlamalarını mümkün kılmaktadır. Çünkü maddî ve fikrî sahada birbiriyle temasta
bulunmaları, isteseler de, istemeseler de, aralarında fikir mübadelesini
doğurur, fikirler insanlara temas yoluyla geçer. [2]
Bu nıezhebde
müctehid olan fukahâ arasında,
ekseriyetle Şafiî'nin yolunu tutmakla beraber, hür olarak ictihad
edenler vardı. Bir kısmı da yalnız mes'ele tahrîc etmekle yetinirdi.
Muhiddin Nevevî, bu ulemâyı dört
kısma bölmektedir: Her kısmın fetvada bir derecesi vardır. Nevevî'nin
o taksimini kaydedelim:
Birinci kısım: Bir
mezhebe int
"Ustaz Ebû îshak
[3]bu
vasfı bizim ashabımız için iddia
etmiştir.
İmanı Mâlik'in, Ahmed Hanbel'in, Dâvud Zâhirî'nin ashabı ve Hanefiyye-nin goğıı ise mezhebi e riııin imamlarını taklid edegeldiklerinden o mezhebe nisbet
.olunurlar. Muhakkik ulemânın doğru görüşüne
göre, bizim Şâfü ulemâsından Şafiî mezhebine
int
Bu okuduklarımız bizi
şu neticeye götürüyor: Birinci ve ikinci tabakada bulunan Şafiî fukahâsınm hepsinin mutlak müctehid
olduklarını iddia etmek, hiç şüphe yok ki, bu da israfa kaçan bir dâva olur.
İşin ortası şudur: Onların içinde mezhebe int
tbn-i Sübkî, Tabakât'mda, Müzeni hakkında îmâm-ı Harameyn'in
şöyle dediğini nakleder: "Bana göre Müzenî'nİn
bütün mes'eleleri Şafiî mezhebine ilhak olunur. Çünkü
o usûlde Şafiî'den ayrılmış değildir. Usûlde Şafiî'den ayrılmadığına göre onun
hükümlerini çıkardığı mes'eleler (tahrîcleri) imamının kaidesinin dışına çıkmış sayılmaz.
Eğer bir tanrıcı mezhebe ilhak etmek gerekirse, Şafiî'nin usûlünü benimsediği
ve mevki'inin yüceliği i'tİbâriyle. Müzenî'nİn tahrîci buna en
lâyıktır. Zîrâ o, bir mes'elede ayrı bir yol tutarsa,
mezhebden ayrıldığını duyuracak bir kelime
kullanır."
Hulâsa: Şafiî
mezhebini almış olan fukahâ içinde mutlak müctehid mertebesinde olanlar vardı. Bunlar, birinci
tabakadakiler arasında daha çok olup sonraki tabakalara doğru gittikçe
azalmışlardır. [6]
ikinci kısım: Şafiî
mezhebiyle mukayyed olan müctehidler
ki, bunlara mukayyed müctehidler
denir. Nevevî bu kısım hakkında söyle diyor:
"Bizim fukahâmızdan vucuh
sahibi olanların vasfı budur. Bizim imamla-rımizjn
ashabı veyahut onların çoğu bu hâl üzeredir." Yâni demek oluyor ki, Şâfîı mezhebinde müctehid
olanların çoğu mes'eielerin hükmünü çıkarırken
kendilerini Şafiî usulüyle mukayyed tutmuşlar, onun
yoluna muhalefette bulunmamışlardır. Onların bu hükümlerini taklid edenler, Şafiî'yi taklid
etmiş sayılırlar; yoksa bu fukahâyı taklid etmiş sayılmazlar. Bu, İmam Haranıeyn'e
göre böyledir. Çünkü Şafiî mezhebindeki müete-hidlerden birine bir şey soran kimse o mes'elenin
hükmünü Şafiî mezhebine göre bilmek istemektedir, yoksa mücerred
o müetehide göre değil. Fakat bâza ulemâ diyor ki,
Şafiî mezhebinde müctehid olan bir zâtın re1-yini taklid etmesi, Şafiî'nin
mukallidi sayılması veya Şafiî'nin usûlüne göre mes'ele
çıkaranın bu tahrîcinin Şafiî'ye nisbet
edilmesi konusunda ayrılık vardır. Doğrusu bunlar İçtihadı yapana nisbet olunur. Buna göre mukayyed
müetehide mes'ele soran,
Şafiî'nin değil, o müetehidin mukallidi i'tibar edilir. [7]
işte bu iki kısım
sayesinde Şafiî mezhebi gelişmiş, tahrîc ve bahis
hususunda büyümüştür. Yine bu iki kısım sayesinde mezheb,
istenilen şekil ve istikamete yöneltilmiş, cemiyetin hükümlerine ve icaplarına,
zamanın gidişatına ayak uydurmuştur.
Diğer iki kısma
gelince, bunlar da mezhebin kavillerini toplamışlar, delillerini tertip
etmişler, mes'eleleri tehzîb
eylemişler, füru'u bir araya getirmişlerdir. Böylece
üçüncü kısım: İctihad
sahibi olanlar derecesine erişememekle beraber onların da şerefli bir
hizmeti olmuştur. Nevevî'nin dediği gibi: "Bu
kısımda olan kendisi fakîh bir kişidir, imamının
mezhebini muhafaza, onun delillerini bilir, onları takrir eder, tasvir eder,
yazar, hazırlık yapar, birini beğenmeyip diğerini tercih eder. Ancak bu
mertebede bulunan, müctehidler derecesinden geri kaldığı
iğin istinbat bahçesine giremez, usûl bilgisi ve
diğer vasıtaları noksan olduğundan on-İarm payesine
erişemez."
Dördüncü kısım:
Mezhebi bilir ve korur; onu başkalarına nakleder; onun açık olanını da, müşkül
olanını da anlar. Ancak delillerini takrir ve kıyaslarını tahrir edemez. Muhiddin Nevevî, bunun hakkında da şöyle der: "Bunun nakline
güvenilir, imamının nasslarmdan ve mezhebde müc-tehid
o;anlann çıkardıkları mes'elelerinden
mezheb kitablarında yazılanlara
göre naklettiği fetvası muteberdir. Menkul olarak bulamadıklarında ise, menkule
onun benzeri varsa ve derin düşünce ile anlaşılırsa, bunu ona ilhak etmek
caizdir ve ona göre fetva verilir. Keza mezhebde mücte-hid olan bir fakillin kaide altına aldıklarına giren de böyledir. Böyle
olmayanlar hakkında ise fetva vermemesi gerekir. Bu mertebede olan hakkında bunun vuku'u
nâdirdir. Çünkü İmam Harameyn'in dediği gibi: Mezhebde hükmü bildirilmemiş olan veya bunun mânâsında olan
ve bir kaide altına alınmamış bulunan bir mes'elenin
vuku'u çok uzaktır."[8]
Şafiî mezhebinde olan fukahânın mertebeleri işte böyledir. Şafiî mezhebini
nakledenler, Şafiî'nin kavillerini rivayet ve onun usûlüne ve kavillerine göre
mes'eleler tahrîc edenler
bunlar olmuştur. Mezhebin mes'ele-lerini
toplayanlar, tertip ve tedvin edenler yine bunlardır. Bunların yaptıkları
nesilden nesle intikâl etmiş ve böylelikle yaşadığımız çağa kadar gelmiştir.
Şafiî'nin yaşadığı
çağa nisbetle onların zaman i'tibâriyle
sıralanması hemen hemen yukarıki
taksimdeki gibidir. Şafiî'den sonra gelen tabakayı onun talebesi, ashabı
teşkil eder. Bunlar usûlden mes'eleler çıkarıp mutlak
içtihadı çok yapmışlardır. İkinci tabakada ise mezhebe göre mes'ele
çıkarmak işi hâkimdir.
Muhiddin Nevevî, mezhebe int
Mezheb, o mezhebin adamlarının giydikleri kisveye bürünür.
Eğer mezhebin fukahâsı müctehid
iseler, mezhebde istinbat
alanının ufukları geniş geniş açılır. Zîrâ müctehid ancak Şafiî'nin usulüyle mukayyed
olacağından bu imkân vardır. Gerçekten bu usûl mutlak içtihada yer veren bir
mahiyette ve elastikiyettedir. Müctehidin bu usûl
dâiresinde yaptığı her ictihad Şafiî mezhebinden
sayılır. Ancak Şafiî'nin dediği bir kavle muhalefet ederse, o başkadır. Böyle
durumlar olmuştur. Müetehidlerin tek başlarına kail
oldukları veya Şafiî'nin usûlüne muhalefet ettikleri, seyrek de olsa, olmuştur.
Çünkü Şafiî'nin usûlü, Kitab, Sünnet ve kıyas
dairesinde oldukça, müetehidi serbest bırakır, onu
dar bir çerçeve içinde sıkıştırmaz. Mezhebe int
Doğrusu gerçek şudur
ki, Şafiî mezhebinde tahrîc kapısı hiç de da-raltılmamıştı. Ancak mezheb
doğuya, batıya yayılarak muhtelif muhitlerden, birbirine aykırı içtimaî
hallerden, çeşitli ikt
Şafiî mezhebi
muhitlerin te'sirinde kalmadan önce tahrîc yasak edilmeyen ve dar olmayan bir mezhebdir. Onun korunan hazinesi, faydası büyük olan
değerli bir fıkıh serveti ve güzel bir ilim meyvesidir. [12]
Tahrîc kapısı daraltılınca ulemâ, müctehidlerden
ve tahrîc erbabından kendilerine kalan ilim
servetini muhafazaya kendilerini verdiler, muhtelif kaviller ve ayrı görüşler
arasından bir hüküm ve fetva alıp çıkarmağa koyuldular. Müftü, fetva veren
kimse dilediği görüşü seçip almakta serbest dahi değildi. Onun bu ihtiyarını da
kayıd altına aldılar.
Zikrettik ki, onlar mezhebdeki ihtilâfları üçe bölüyorlar.[13]
1- Mezhebin
kavilleri ki, bunlar rivayette ihtilâfa
düşülmeksizin imam Şafiî'ye nisbet olunur.
2- Şâfü'nin usûlüne göre çıkarılmış vecihler ki, bunlar müctehid-lere nisbet
edilir.
3- Şafiî'den
veya müctehidlerden naklolunmasında ihtilâf edilen
yollar.
Son yüzyıllarda müftü
olan kimse Şafiî'nin iki kavlini bulduğu zaman onlardan birini seçme
salâhiyetinden mahrumdur. Böyle bir durumda kalınca, ya
tahrîclerini Şafiî'nin usûlüne göre yapan eski tahrîc ve tercih sahiplerinin tercih ettiklerini veyahut
da muhtelif rivayetlerden en doğru olanını alır. Nevevî
diyor ki: "Herhangi bir yolla bir tercih elde edemezse, buna muvaffak
oluncaya kadar bekler durur." Yâni kendisinden öncekiler tarafından
yapılmış bir tercih bulamazsa, nakledilmiş bir tercih buluncaya kadar bekler.[14]
Ketvâ verilen mes'elenin müctehid için birkaç vechi varsa,
veyahut nakil yolları muhtelif ise, o zaman eski müctehidlerin
tercih ettiklerine başvurulur ki, bu da ekseriyetin doğru bulduğudur, sonra
ilmi, sonra takvası üstün olan tearuz ederse o zaman ilmi üstün olan tercih
edilir. Eğer bunlardan birinin tercihi bulunmazsa iki kavli nakledenlerin
halleri veya iki veçhe kail olanların sıfatları nazar-ı i'tibâre
alınır. Buveytî'nin, Rebî' Murâdî'nin ve Müzenî'nin
Şafiî'den rivayet ettikleri, başkalarının rivayet ettiklerinden ileri tutulur.
Ulemâdan bâzıları diyorlar ki: Eğer Şafiî'nin kavillerinden bâzısı imamlardan
ekserisinin kavline uygun ise, diğerlerinde de tek basma kalıyorsa ve
bunlardan birini tercih ettiğine dâir bir rivayet de yoksa, o zaman imamlardan
ekserisine uygun düşen kavli alınır. Ancak Muhiddin Nevevî bunun tedkîk edilmesi
gereken bir söz olduğunu söylüyor ve şöyle diyor: "Kadı Hüseyin nakleder
ki, Şafiî'nin iki kavli olsa, birisi Ebû Hanîfe'nin kavline uygun düşse, bizim Şafiî ulemâsının iki
görüşü vardır: Biri: Muhalif olan kavil daha evlâdır. Bu Ebû
Hâmid Isferâyinî'nin
sözüdür. Diyor ki: Şafiî, muhalefeti gerektiren bir delile muttali olduğundan
dolayı muhalif bir kavil söylemiştir. İkincisi: Diğer imâmın kavline uygun olan
kavli evlâdır. Bu Kaffâl'in sözüdür ve doğru olan da
budur. Bu mes'ele, geçmiş bir tercih bulunmadığı
zaman böyle farzolunur."
Böylece görülüyor ki, tahrîc devri geçtikten sonra
ulemâ menkulât üzerinde donup kalmışlar, onları geçememişler, mes'eleler üzerinde
kafa işletmekten çekinmişler, kitabların kölesi
olmuşlardır. Onların tercih ettiklerini tercih etmişler, onların
beğenmediklerini tezyif etmişlerdir. Onların, kitabların
içindekilerden ilim almağa çalışmaktan başka bir fikirleri yoktur. Böylece
Şafiî fıkhı ile onun dayandığı usûl arasına, keza bu fıkıh ile yaşadığı muhît
ve toplumlar arasına sedler çekildi. Yazılı kitab-lardaki mes'eleleri
bilen kimse fakîh sayıldı. Yoksa eskilerin yaptığı
gibi o usûl üzerine mes'ele kurup halledenler değil.
Artık fakîh, vuku'bulan olayları serbest tahrîe
yoluyla halletmek için onlara münasib hükümler
çıkaran, mezhebin usûlü dışına çıkmaksızın işlere uygun kararlar veren bir
kimse olmaktan uzaktır. Durum her ne kadar başka bir durum dahi olsa o toplumdan
başka bir toplumda vuku'bulsa da, olayların hükümlerini
yazılıp toplanmış olan füru' kitablanndan alır.
özet olarak diyelim
ki, Şafiî fıkhı, geçenlerden anlaşıldığı üzere, üç devre ayrılır:
1- Şafiî'nin
usulüyle mukayyed olmak şartıyla mutlak içtihadın
hükümranlığında büyüme devri.
2- Tahrîc sayesinde gelişme devri.
3- Son
zamanda duraklama devri.
Acaba mezheb sahipleri, duraklama devrinden sonra ileri yürümeyecekler
mi? Geçenler yürümek için çığır açmışlardır. O da Şafiî'nin bildirmediği
şeylerde onun usûlü gereğince, ortaya çıkan mes'eteleri
inceleyip halletmektir. Muvaffakiyet Allah'dandır. [15]
[1] Muhiddin Nevevî, Mukaddimetü'l-Mecmu', s.
69,
[2] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları: 348-349.
[3] Ebû Ishak, Şîrazlı olup Muhezzeb adındaki
eserini Muhiddin Nevevî Mecmu'
adlı eserle şerh etmiştir. Ebû îshak
seçkin bir fakîh idi; kuvvetli btr
mücadeleci idi. Çağandaki fıkıh erbabının ilmini toplamıştı. Muhezzeb adlı kitabı bunun açık bir delilidir. Hicretin 476
yılında ölmüştür.
[4] Ebû Ali Hüseyin b. Şııayb
b. Muhammed, Sinenidir. Sinç, Merv
şehrinin büyük köylerinden bindir. Hicretin 403 Üncü yılında Ölen Ebû Ali Hüseyin, çağının büyük fakîhlerindendir.
Şafiî fıkhını gayet iyi bilirdi. Şafiî fıkhını, mütakaddimînin
kavillerini nakil ve hikâye ile temayüz etmiş olan Iraklıların yoluyla olduğu
gibi, tasarruf, bahis, tefri' ve tertib
ile temayüz etmiş olan Horasan ulemâsı yoluyla da bilip bu ikisini birleştiren
dirayetli bir zât idi. Irak Şâfiîlerinln üstadı olan Ebû Hâmid Isfirâîni'den
fıkıh okuduğu gibi Horasanlıların üstadı olan Ebû
Bekir Kaf-fâl'dan da Merv'de
okudu. îbn-i Sübkî Tabakât'mda der ki: "Nisâbor'lu
bâzı fuka-hâmız şöyle demiştir: Horasan'da imamlar üç
türlüdür: Biri çok söyler ve
[5] Râfiî,
Fethü'I-Azîz
Şerhi'l-Vecîz, c.
I, s. 414.
[6] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları: 349-351.
[7] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları: 351.
[8] Nevevî,
Mukaddimetti'I-Mecmu', s.
42/44.
Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları:
351-352.
[9] Takıyyüddin İbn-i Sübkî, Tabakât'inda diyor kt: "Babası Ali Sübkt
(ölümü: 756) ictihad sahibi kimselerdendi, Şafiî'ye
muhalefet ettiği olurdu." Onun mezhebini şöyle açıklar: Onun mes'eleleri iki türlüdür. Bir kısmında o, İmam Şâfiî'-,nin (Allah ondan razı olsun) mezhebinden ayrıldığını i'tfraf eder. Her ne kadar kısmen Şafiî'nin mezhebinde bir
zayıf kavle veya şâz bir görüşe muvafık bulunsa da, İhtiyar ettiği hususta
Şafiî'ye muhalif olduğunu takrir ettiği görülür.
[10] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları: 352-353.
[11] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları: 353-354.
[12] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları: 354.
[13] 239 numaralı bende bak, 354
[14] Müctehid ulemâ Şafiî'nin kavilleri arasında
tercih yaparlar, önce Şafiî'nin kendisinin tercih ettiklerini alırlar. .Tercih
tasrih olunmadı ise mes'ele tefri'nde
esas tuttuğunu aJır. Eğer bu da yoksa sonraki kavlini
tercih ederler, bu da bilinmezse usûlüne en yakın olanı alırlar.
[15] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları: 354-356.