B-HARİCİLER.. 1

Haricileri Cemaat Yapan İlkeler. 4

Haricilerin Aralarındaki İhtilaflar. 7

Haricilerin Fırkaları. 9

1- Ezarika. 9

2- Necedat. 10

3- Sufriyye. 11

4- Acaride. 12

5-İbadiyye. 13

Müslüman Sayılmayan Hariciler. 14

1- Yezidiyye:. 14

2- Meymuniyye:. 14

Hariciler Ve Emevi Saltanatına Etkileri. 15

ZEYD DÖNEMİNDE USULİDDİN KONUSUNDAKİ TARTIŞMALAR.. 18

Kader Konusundaki Tartışma. 19

BüyükGünah İşleyenin Durumu. 21

 

 

 

 

B-HARİCİLER

 

95- Zeyd yaşamı boyunca Hariciler'in ihtişam ve kuvvetlerinin başlangıcından tutun da, yıldızlarının sönmesini, güçlerinin silinmesini gördü. Dolayısıyla onlar hakkında, Özellikle kendilerinin Şia fırkalarının karşısında bulunan bir fırka olduklarından dolayı haklarında bir kaç söz söylememiz gerekmektedir. Hariciler, fikri yapılanın alan nda Şia'nın fikir yapılarının oluşumunun tam karşısmdadırlar. Çünkü şiiler İmametin yalnız Ali (ra)ın soyundan olacağını kabul ederler. Hariciler ise. Arap ailelerinden hiçbirinin imameti tekeline alamıyacağma inandıkları gibi, bilakis imametin yalnız Araplara has olamayacağını da kabul ederler. Ayrıca imamın mevaliden olmasını caiz gördükleri gibi, zulüm veya işkencede bulunduğunda alaşağı edilmesi konusunda kendisini himaye edecek bir engel olmaması için halifenin Kureyş dışından getirilmesinin daha uygun olacağını da kabul ederler.

Hariciler, garip fikirlerin dolup taştığı böyle bir dönemde ortaya çıkan bozuk renk­lerden bir renktir. Nitekim haricilerin zuhuru, Şiilerin ortaya çıkışıyla paralellik arzeder. Çünkü her ikisi de Ali (ra) döneminin bir fırkası imiş gibi ortaya çıktı. Onlar,Ali'ye son-derece bağlı taraftarlarından idiler.

Hariciler, Sıffin'de savaş kızışıp, Muaviye'nin savaşın acısını tattığı, savaş ateşinin yüzünü alazladığı ve şayet hakeme başvurma düşüncesi can simidi gibi yetişip onu kur-tarmasaydi kaçmayı düşündüğü bir esnada, ortaya çıktı. Muaviye'nin ordusu, Kur'an'ın hakemliğine başvurmak amacıyla mushafları havaya kaldırdı. Fakat Hz. Ali, savaşa de­vam edilmesinde ısrar etti. Ordusu içerisinden ortaya çıkan grup hakeme başvurmaya çağırarak kıyam etti ve Hz. Ali'yi hakeme başvurmaya kabule zorladı. İşte ortaya atılan bu grup daha sonraki haricilerin çekirdeğini teşkil etmiştir. Hakeme başvurma olayı Ebu Musa el-Eş'ari'nin oyuna getirildiği bir aldatmacayla son buldu. O da, Eş'ari'nin, Hz. Ali'nin azlini, Amr b. el-As'm Muavİye'yi azletmesi karşılığında kabullenmesidir. Böy­lece o, Ali'yi azletti, ancak Amr, Muaviye'yi azletmedi aksine onu yerinde bıraktı. Bu olay sayesinde Muaviye'nin üstlendiği başkaldırı eyleminin tırmanışına yardımcı olun­du. İşte o anda, ortaya çıkan bu grup hakeme başvurmayı kabul etmekle kendilerinin ve kendileriyle birlikte Ali'nin de hataya düştüğünü, böyle bir hatanın da küfür olduğunu, kendilerinin bu düşünceden vazgeçip tevbe ettiklerini, Ali (kv) nin de işlediği bu hata­dan dolayı tevbe etmesi gerektiğini, aksi takdirde tevbe edinceye kadar kafir sayılacağı­nı ilan ettiler. Hariciler, kendilerine slogan olarak "Hüküm yalnız Allah'a aittir" sloganı­nı edindiler. "Hüküm yalnız Alllah'a aittir" sözünü çok tekrarladıklarından dolayı kendi­lerine Muhakkime adı verildi. Bu sözle, kişilerin din işlerinde hakem yapilamiyacağını kastediyorlardı.

96- Bu fırka, İslami fırkaları, arasında fikirlerine ileri derecede bağlı olanı hiddet ve atılganlık bakımından da en şiddetli ^olanıdır. Onlar, savunmalarında ve gözü pek davra­nışlarında, zahiri anlamlarıyla ele aldıkları lafızlara ummuyorlardı. Bu zahiri anlamları kutsal bir din zannettiler. "La hükme illa Iillah" kelimesi kalplerinde köklü bir yer et­mişti. Böylece bu kelimeyi çağrıda bulundukları din olarak benimsediler. Yine onlan, efendimiz Osman (ra), İmam Ali (kv) ve Emevi oğulannın zalim hükümdarlanndan uzak durma düşüncesi büyüledi. Bu uzak duruş, kendilerini hakka yöneltecek ve oradan da tekrarlayıp durdukları kelimelerin anlamlarına vardıracak bütün yollan üzerlerine ka­padı. Daha doğrusu dini hakikatlerin anlamlarına doğrudan doğruya vardıracak kapıla­rı... Ancak bu uzak kalış düşüncesine cemaatlerine katılmanın ilk temel ilkesi olarak bakmadılar. Böylece her kim bu imamlardan ve Emevi oğullarından berî olduğunu açıklarsa onu cemaatleri arasına katıyorlar, bunun yanında diğer birçok temel ilkeler ko­nusunda tolerans gösteriyorlardı.

Adil hükümdar Ömer b. Abdülaziz onlarla tartışmaya girdi; hiçbir hükümde onu zu­lümle İtham edip sorgulmadilar. Ancak Emevi oğulları ile olan geçmişine karşı çıktığı­nı, zulümlerin sürüp gitmesini engellediğini, hatta onların elde ettikleri haksız kazançla­rı ehline geri verdiğini ikrar etmeleri yanında zalim aile ocağından beraatini alenen söy­lememesini tenkit konusu kabul ettiler..

Ancak kendilerim berî sayma mantığı ile düşünmek, onları tümüyle sardığından bu düşünce onların Ömer b. Abdülaziz'İn itaati altına girerek İslam cemaati sancağı altında yürümemelerine engel oldu.

97- Böyle sözcüklere tutunma olayı, onları tuhaf bir fikri saplantıya sürükledi. Zım-miyi öldürmeyi ve malını yemeyi engellerken, kendilerine muhalif olan mü'mini öldürü­yorlardı. Bu hususta rivayet edilir ki, boynunda Kur'an ve beraberinde hamile hanımı ol­duğu halde Abdullah b. Habbabb. Eret onlara rastlar. Şöyle derler:

- Boynundaki, şüphesiz bize Öldürülmeni emrediyor. Devamla:

- Ebubekir ve Ömer hakkında neler söylersin? Onları hayırla andı. Bu defa:

- Hakeme başvurmadan önceki Ali hakkında ve ilk alü yılındaki Osman hakkında ne dersin? (Yani halifeliğinin ilk yıllarındaki) onlar hakkında da iyi şeyler söyledi.-Bu sefer

de şöyle dediler:

- Peki hakeme başvurma olayı konusunda ne dersin?

- Şüphesiz Ali'nin Allah'ın kitabını daha iyi bilen onun, dini karşısında daha muttaki ve basiretinin daha etkili olduğunu söylerim. Bunun üzerine, "sen hiç de hidayet üzere değilsin. Sen adamlara isimlerine göre tabi oluyorsun" dediler, sonra da onu nehrin ke­narına çektiler ve boğazladılar. Hanımının da karnını deştiler. Bu esnada hıristiyan bir adamdan hurmasını satın almak istediler. Adam, "o sizin olsun" dedi. Onlar:

- Vallahi biz onu ancak para karşılığı alırız. Adam:

- Ne tuhaf şey, siz Abdullah b. Habbab gibisini öldürüyorsunuz da bizden bir hurma­yı kabul etmiyorsunuz!

- Senin için Rasulullah'ın verilmiş sözü var.[1]

Böylece onlarda birbirine zıt sıfatlar bir araya geldi: Takva ve fikri açıklamada çıl­gınlık, kabalık, hıyanet, gözü peklik, ortaya atılış, dini konulara yan bakış... İşte meram ve gayelere nüfuz etmeksizin lafızlara takılıp kalan herkesin durumu budur.

98- Haricilerde bu sıfatların bulunmasındaki temel neden, çoğunluğunun kırsal ke­sim Araplarından olmasıdır. Onların az bir kısmı yerleşik Araplardandı. Bu kimseler, aşırı fakirlik ve cefakarlık içerisinde idiler. Fikri oluşumlarındaki kısırlıklarına, ta-savvurlarındaki dar görüşlülüklerine ve ilmi düşüncelerden uzak bulunmalarına rağmen İslam kalplerinin içine kadar girebilmişti.

İşte bu özelliklerin toplamından akli yapılarındaki dar görüşlülük^nedeniyle mütaas-sıb, tam inançlı, sahradan çıkageldikleri için aniden parlayan ve düşünmeden ileri atılan, bir şey bulamadıkları için de zahid olan gönüller oluştu. Çünkü birşey bulamayan gönül inanç bayındır eder, vicdanına da güçlü bir itikad dokunursa artık bütün maddi şehvet ve arzulardan, böyle bir hayatın sığmağından vazgeçer ve bütün varlığıyla ahiretin, şa'şaalı

hayatını kazanmaya yönelir.

İçinde yaşadıkları bu yaşama biçimi, onları sertliğe, kabalığa ve terör davranışlarına itmişti. Eğer onlar lüks yaşam biçimlerinin herhangi birisi içerisinde müreffeh ve eğlen­celi bir tarzda yaşasalardı, bu tarz yaşayış onların terörce davranışlarını hafifletecek, ka­balıklarım yumuşatacak, gönüllerini zinde tutacaktı. Bu konuda rivayet olunur ki, Ziyad İbn Bbihi'ye gözü pek ve yiğitlerden Ebu'1-Hayr künyesiyle anılan bir adamın Haricilik görüşünde olduğu haberi ulaşır ulaşmaz onu çağırır ve vali yapar. Kendisine dört bin dirhem aylık bağlar. Zekat tahsildarlığı komisyonu olarak da yıllık yüz bin takdir eder. Ebu'1-Hayr şöyle derdi: "Taatın gerekliliğinden ve cemaatın sırtından geçinmekten daha yararlı bir şey görmedim." Ziyad'm. kendisinin yaptığı bir şeyi beğeıımeyinccye kadar bu haliyle vali olarak devam etti. Dolayısıyle kendisi de Ziyad'ın icraatını beğenmeyince Ziyad onu hapsetti. Ölünceye kadar da hapishanesinden çıkmadı.[2]

99- Haricilerin dini hamasetlerine rağmen, onların kenar mahallelerde yaşayan kabi­lelerden olduğu ve bu tür kabilelerle şehir merkezinde yaşayan kabileler arasında ezeli bir çekememezlik bulunduğu varsayılabilir. Dolayısiyle onların hareketleri şehirlilere hasetten uzak kalamaz. İşte hariciler, Kureyş'i halifeliği tekellerine aldıklarından dolayı çekemiyorlardı. Belki de bu etken, gönüllerinde şuursuzca davranışları meydana getiri­yordu. Çünkü kinler bazan görüş ve mezhepleri, veya mezhep sahibini farkında olma­dan etkisi altına alır. Bazan insanın gönlüne, onu sabit bir fikre iten arzusu egemen olur. Yalnız aklı kendisini doğru yofa ulaştırdığı halde. İhlasın bu yola ittiğini hayal etti­rir.

Madem ki bunlar birer psikolojik gerçekliklerdir, öyleyse çoğunluğu kenar mahalle ehlinden olan haricilerin, halifeleri lüks hayat içerisinden gelen kimseler olarak gördük­lerini, onların hükümranlığından nefret ettiklerini, halifeliği ve halifeliğe hak kazananla­rı, bu nefretli bakışların gölgesi altında mülahaza ettiklerini tasavvur etmek zorundayız. İşte bu durum, onları şuursuzca davranışlara itiyordu.

Haricilerin çoğunluğu Araplardan ve pek azı da kendileriyle birlikte yaşayan fakat Arap olmayan kabilelerdendi. Bu durum, Şia'nın tam tersinedir. Çünkü Şiilerin çoğunlu­ğu mevaliden olduğu gibi pek azı içlerinde yaşayan Araplardan idi. Mevalilerin hariciler arasında az oluşunun nedeni, onlardan nefret etmelerinden dolayıdır. îbni Ebi'l- Hadid rivayet eder ki, bir mevali Haricilerden bir kadına evlilik teklif etti. Bunun üzrine harici­ler kadına; "Sen bizi rezil ettin" dediler. [3]

 

Haricileri Cemaat Yapan İlkeler

 

100- Haricilerin temel ilkelerinin bir kısmı onların.akıllarının kısırlığına, bakış açılarına yüzeyselliğine ve olayları yorumlamalarını kelime oyunlarıyla oluşturmalarına, -ı olarak yerleşik kabilelere ve özellikle Kureyş'e horJayarak bakmalarına delalet V orsa da, bu-durum genel olarak fikri yapılanmaları için apaçık bir görüntü sergili­yor.

1) Bu görüşlerin başta geleni, halifenin yalnız belirli bir kesimin değil topyekün

müslümanlann katılımıyla seçileceği görüşüdür. Böyle bir kimse, adaleti ayakta tuttuğu, şeriatı uyguladığı, hata ve sapmalardan uzak kaldığı sürece halife olarak devam eder. Eğer yan çizerse azledilmesi veya katli vacib olur.

2) Bu görüşlerin ikincisi, halifeliği Arap ailelerinden bir ocağın tekeline bırakmama­larıdır.

Müslümanların çoğunluğunun belirttiği üzere halifelik yalnız Kureyş'e ait olmadığı oibi, sadece Araplara da has değildir. Hilafet konusunda herkes eşit hakka sahiptir. Bila­kis şeriate muhalefet ettiği ve haktan saptığı takdirde azledilmesi veya öldürülmesinin daha kolay olması için halifenin Kureyş dışından olmasını tercih ederler. Çünkü Tröyle bir halife için himaye edici asabiyyel bağı ve ona sığınak olacak aşiret bulunmaz.

3) Necid Haricileri, şayet İnsanlar kendi aralarında birbirlerinin haklarına saygılı ola-biliyorlarsa, imama ihtiyaç bulunmadığı görüşündedirler. Eğer kendilerini hakka götüre­cek bir imam olmadan haklara saygılı olma işinin tamamlanmayacağım görürlerse se­çerler ve bu caiz olur. Onlara göre İmam şeriatın gereği olarak vacib değil, aksine caiz­dir. Eğer imamın seçilmesi zorunlu görülüyorsa, bu ancak toplumun çıkan uyarınca ge­rekli görülür.

4) Hariciler, şu veya bu günah ayrımı yapmadan, bütün günah sahiplerini tekfir eder­ler. Özellikle içtihatta hataya düşmeyi günah sayarlar. Dolayısıyle Ali (kv)yi hakeme başvurmayı kabul etmesiyle kafir sayarlar. Oysa ki onlar Hz; Ali'ye bir seçenek sunma­dılar. Bu içtihadı Hz. Ali'min seçtiği doğruysa, p zaman durum üzerinde hata edilen içti­hat noktasını aşamaz. Hz. AH (r.a)ı tekfir edişte aşırı ısrarlı oluşları, içtihatta hata etme­nin hataya düşeni dinden çıkardığı görüşünde olduklarının delilidir.

101- Şüphesiz bu temel ilke, onların İslam cemaatinin dışına çıkmalarını, karşıtlarını müşrik saymalarını sağlayan, bu yüzden hükümdarlara mevkilerini kaybetme korkusu yaşatan etkendir. Bu temel ilkeyi Allah Tcala'nm şu sözünde olduğu gibi lafızların dış görünüşlerine dayandırdılar:

'Ot bulmaya güç yerirebilenin Beyt'i haccetmesi. Allah'ın insanlar üzerindeki bir

hah ve vecibeyidir. Kim bu hakkı inkar (ya da terk) ederse herhalde Allah alemlerden

müstağnidir," CAl-i İmran 97) Mukabele deliline göre lafzın dış görünüşünden haccı

terkeden kişinin kafir olacağı anlaşılmaktadır. Yine Allah Teala'mn şu kavli gibi: "Bir-

m yuz'eı'ix ağaracağı ve bir lakım yüzlerin kararacağı günde büyük azab onlara-

1 toran 106) Fasık, şüphesiz siyah yüzlü olduğuna göre, kafirdir. Yine Allah Teala'nm kıyamet gününün durumu hakkında şöyle buyurduğu gibi:

"Yüzler var ki, o gün ışıl ısıldır, gülmekte ve sevinmektedir. Yüzler de var kî o gün üzeri tozludur. O tozu da bir karanlık sarar. İste bunlar kafirler vefacirlerdir," (Abese 39-42)

Fasik kişinin yüzü, kıyamet gününde üzerini dumanların kapladığı tozlu vaziyetten başkası olamaz. Böyle bir fasık da, fücur içerisindeki kafirden başkası değildir. Yine Al­lah Teala'nm şu sözü de bunlar arasındadır: "Fakat o zalimler, bile bile Allah'ın ayetle-rini inkar ediyorlar." (En'am 33) Zulüm, inkar demektir. İnkar etmekse, küfür demek­tir. Fasık kişi zalim olduğuna göre, aynı zamanda kafir ve inkarcıdır.

Bütün bunlar, delillerin dış görünüşlerine tutunmaktır.

102- Onların bütün delilleri nasslarm dış görünüşlerine tutunduğu, akıl yürütmeleri de lafızların dış görünüşünü aşamayıp, özüne ve manalarına inemediği için, taşın gedi­ğine nasıl konulacağını çok iyi bilen, belagat sahibi Ali (kv) onlarla tartışmaya girdiğin­de Kur'an nasslarıyla veya Hadis-i Nebevi ile münakaşaya girmez, aksine onlarla Rasu-luflah (sav)in uygulamalarıyla tartışırdı. Ta ki, karşı çıkmaya bir dayanak oulamasmlar. Hz. Ali'nin, hatanın küfrü gerektirmeyeceği, hatta büyük bile olsa günahın da küfrü ge­rektirmeyeceği konusunu açıklarken serdettiği görüşler bunlar arasındandır:

"İlle de siz, benim hata ettiğimi ve delalete düştüğümü, ileri sürerek yüz çeviriyorsa­nız, peki neden topyekün Ümmet-i Muhammed'i delalete düşmüş sayıyor, benim hatam yüzünden onları da hata etmiş kabul ediyor ve benim günahlarım yüzünden onlan tekfir ediyorsunuz? Kılıçlarınız sizin omuzlarınızda; iyi niyetlisine de, kötü niyetlisine de vu­ruyor, böylece suç işleyenle suç işlemeyeni karıştırıyorsunuz. Şüphesiz biliyorsunuz ki, Rasulullah (sav) zina eden evli erkeği recmettikten sonra cenaze namazını kıldı, sonra da ailesini ona varis yaptı. Ayrıca katili kısasla Öldürdü ve ailesini terekesine varis yaptı. Yine hırsızın elini kesti. Zina yapan bekar erkeğe değnek vurdurdu, sonra da her ikisine ganimetten pay ayırdı. Her ikisi de müslüman kadınlarla evlendiler. Rasulullah bu kim­seler hakkında Allah'ın hakkını uyguladı ama, İslam'dan paylarına düşene engel olmadı. Esamelerini aile fertlerinin arasından çıkarmadı."

Bu değerli konuşmada, onları hüccet karşısında aciz bırakan darbe indirici bir cevap tarzı görüyoruz. Artık bu konuda tartışma cesaretini kaybettiler. Ali <ra), nasslarla delil serdetmekten vazgeçerek Nebi (sav)in uygulama alanına koyduğu pratik örneklerle hüc­cet getirmeye yöneldi. Çünkü pratik örnek, yorumu kabul etmez. Gerçek yüzünden baş­ka bir şekilde de anlaşılmaz. Artık bu konuda onların yüzeysel bakış açılarına, ancak tek taraflılığa isabet eden ve ittîcah-i cüz'iden başka yöneliş göstermeyen fîkri yapılanmala­rına hiçbir mecal bırakmaz.

İbareleri anlamada tarafgir olan itticah-ı cüz'id (kısmı yönelim)'e, varacağı ortak noktadan ve maksattan uzaklaşma bulunduğu gibi, külli ve kapsamlı bakış açısında ise isabet ve gerçeği tüm yönlerden algılama vardır.

103- Buradan hareketle, haricilerin eğilimlerinin, nasslarm zahirleri ile hüküm ver-uygulamalarda düşünmeden ileri atılma, konuşmalarda aniden alevlenmek ve marnların birçoğuna saldırgan tavır takınma biçiminde şekillendiğini görmekteyiz. Fik­ri olusumlariyla uygulamaları arasında kopukluk yoktur. Bilakis düşünce uygulamaya eşlik eder. Aynca onlarda şahıslan kutsallaştırma yoktur. Oysa şiiler bunun -özellikle bu asırda mezheplerini oluşturmaya başlayan îmamiyye- karşısmdadırlar. Çünkü şiilerin temel ilkeleri, nasslara dayanma, hayaller içinde yaşama, lafızları ve zahirlerini bıraka­rak kabul görmeyecek şeylerle yorumlamaya tabi tutma üzerine oturmuştur. Onlar der­ler ki, lafızların bir dış yüzü, bir de iç yüzü, iç yüzünün de iç yüzü... vardır. Bu görüş, haricilerin örnek aldıkları yöntemin tam karşıtıdır. Şiiler, zulme uğramaları korkusuyla görüşleri alenen söylememe anlamında olan takiyye ilkesini benimserler. Oysa ki öteki­ler, hakka yardımdan geri durmanın şirk veya şirk hükmünde olduğu görüşündedirler. Yine onlar, zulmeden zalimler karşısında sustukları gerekçesiyle genel olarak müslü-manfarla savaşırlar. Bunun ötesinde Şia mezhebi, belirli bir aile ocağının halifeliği hak etme konusunda Öncelikli bir konuma sahip olduğu, diğer tüm aile ocaklarının onun alt derecesinde sıralandıkları esası üzerine bina edilmiştir. Şii'lerin bir kolu olan İmamiyye, İmamları kutsallaştırma noktasına çıkarır. Hatta peygamberlerin, imamlardan ancak va­hiy nedeniyle yüce bir mertebede bulunduklarını, bu özellikten sonra gelen peygamber­lere ait bütün meziyetlerin imamda da bulunduğunu açıkça söylerler.

İmam Zeyd ise içinde lafızların zahiri yönlerine tutunma bulunmayan ılımlı bir yak­laşımla konuştu. Hatta dinin özünü kavramak lafızları, kabul görecek şekilde te'vil ede­rek asıl meramını idrak etmek, imamların da diğer insanlar gibi bir insan olduklarını, ancak takva, ilim ve rasul ile bir bağ içerisinde bulunmak üstünlüklerinin var olduğunu benimsetmek için çaba sarfetti. İmam Zeyd, ilk dönemlerde takiyye metodunu benimse­di. Fakat zulmü ve aşağılanmayı kabul etmedi. İşte bu aşağılanmaları görünce, Ölümün sebeplerine karşı yılgınlık göstermeden ve bir hazırlığı bulunmadan kendisini ileri attı. [4]

 

Haricilerin Aralarındaki İhtilaflar

 

104- Hariciler hadislerin ve lafızların dış görünüşleriyle hüküm verdikleri için, aralarına sürekli sürtüşmeler meydana geliyor, küçük hesaplar yüzünden ayrılıklara düşme-

n icarmakanşık bir hal alıyordu. Belki de bu durum, savaştaki cesaret göstermelerinin

V ulugü yanında bozguna uğramalarının bir çoğunun ardındaki sır idi.

mevilerin, haricilerle savaşmak için görevlendirdiği Muhelleb b. Ebi Sufre kendi

ândaki sürtüşmeleri bölünmeleri ve hiddetlerini kırmak için pusu olarak kullam-

Onları ihtilaf içerisinde bulmadığı zaman da, aralarına sürtüşmeyi alevlendirecek bir kimseyi salıveriyordu.

İşte anlatılan şu olay bu cümledendir: Ezarika'dan bir demirci (Onlar haricilerin en sert gurubudur) zehirli mızrak başlıkları yapıyor ve Muhelleb'in ashabına karşı kullanı­yordu. Bu durum Muhelleb'e ulaşınca, "ben sizi inşaallah ondan kurtarırım" dedi. Kendi adamlarından birisini bir.dirhemle beraber bir mektubu Haricilerin kumandanı ve aynı zamanda emiri olan Katari b. el-Fucae'nin ordusuna doğru yönelterek şöyle dedi: "Para ile birlikte bu mektubu kışlanın içerisine at. Ama kendine çok dikkat et." Adam aynen uyguladı. Mektupta şunlar yazılıydı: "İmdi, mızrak başlıkların elimize ulaştı. Sana bin dirhem iletiyorum. Onları al. Başlıkların sayısını artırdık." Mektup Katari'ye ulaştığı gi­bi demirciyi çağırdı ve şöyle dedi:

-Bu mektup ne!

-Bilmiyorum!!

- Bu dirhemler kimden?

- Onları da hiç bilmiyorum. Bunun üzerine adamı öldürdü. Abdu Rabbih es-Sağir çı-kageldi ve dedi ki:

- Adamı hiçbir vesika ve belge olmaksızın öldürdün.

- Peki bu bin dirhemin durumu nedir?

- Onun durumu yalan da olabilir doğru da. Katari şöyle dedi:

- Öldürülmesinde çıkar bulunan bir adamı katletmek, yadırganacak bir durum değil­dir. İmamın, uygun gördüğü şeyle hükmetme yetkisi vardır. Teb'aran buna hiç de itiraz etme hakkı yoktur.

Bu durum karşısında her ne kadar kendisinden ayrılmadıysa da beraberindeki bir ce­maatle birlikte onu şiddetle kınadı.

Bu sürtüşme haberi Muhelleb'e ulaşınca işi biraz daha kızıştırmak istedi. Nihayet on­lara hıristiyan bir adamı gizlice gönderdi. Ve aynı şeye Özendirecek ücreti ona da vere­rek dedi ki: "Katari'yi gördüğünde hemen ona secde et. Eğer seni engellerse de ki, ben secdemi yalnızca senin için yaptım." Hıristiyan adam aynısını yapınca Katari dedi ki: "Secde yalnız Allah Teala'ya yapılır." Hıristiyan ise: "Ben de yalnız sana secde ettim." dedi.

Bunun üzerine haricilerden birisi: "O Allah'a değil de, sana secde etti" dedi ve şu ayeti okudu:

"Şüphesi: ki siz ve Allah'tan ba§ka taptıklarım: cehennem odunusunuz ve siz oraya varacaksın i:." (Enbiya 98)

Katari dedi ki; "Hıristiyanlar Mesih İsa b. Meryem'e taparlar ve bu tapış İsa'ya hiçbir zarar vermez." Derhal haricilerden bir adam kalkarak Hiristiyanın üzerine yürüdü ve onu öldürdü. Katari, adamın yaptığı bu işi kınadı. Haricilerden bir gurup da onu kınama­sından dolayı Katari'yi kınadı.

Bu sürtüşme de aynı şekilde Muhelleb'e ulaşınca, aralarındaki bu durumu biraz daha stırmak istedi. Onlara soru soracak bir adamı yanlarına gönderdi. Adam da yanlarına İdi ve dedi ki: "Size doğru hicret ederek gelmekte olan şu iki adam hakkında nedersiniz? Onlardan birisi yolda ölse, diğeri de size kadar ulaşsa, siz onu bir baskına göndere­rek imtihan etseniz ve o da baskına katılmayı uygun bulmasa bu iki kimse hakkında ne dersiniz? Onlardan bir kısmı ölen cennetliktir fakat öteki ise mihnet olayına katılmayı uy »un görünceye kadar kafirdir dediler. Diğer bir gurup da, her ikisi de kafirdir dediler. Ayrılıklar o denli şiddetlendi ki, Kafari, kavmi bu sürtüşme içerisindeyken îstahar hudu­duna çekilip bir ay orada ikamet etmek zorunda kaldı.[5]

105- Haricilerin, lafızları dış görünüşleri ile benimsemelerinin, ithamları reddetmeye varıncaya kadar büyük etkisi olmuştur. Bu davranış, sürtüşmeleri alevlendirdiği gibi, it­hamları da defetmeye yarıyordu. Bu hususta, Ubeyde b. Hilal Elişkirinin bir demircinin hanımıyla töhmet altında bırakıldığı rivayet olunur. Onu. demirci evde yokken defalarca evine girdiğini gördüler. Emirleri Katari b. Fucae geldiğinde durumu anlattılar. Katari onlara dedi ki: "Ubeyde, din konusunda bildiğiniz şekilde olduğu gibi, cihad konusunda da gördüğünüz şekildedir." Bunun üzerine:

- Onun fuhuş yaptığı konusunda araştırma yapamayız, dediler. Katari:

- Öyleyse vazgeçiniz, dedi. Sonra Ubeyde'ye adam gönderdi ve durumu haber verdi. Ubeyde:

- Ya emirelmü'minin, gördüğün gibi bana bühtanda bulundular. Katari:

- Seninle onların arasını bulacağım. Fakat sen, ne suçlunun baş eğişi gibi başını eğ, ne de suçsuzun boyun kaldırışı gibi boynunu kaldır. Böylece aralarını buldu ve konu üzerinde konuştular. Ebu Ubeyde kalkarak besmeleyi çekti ve şu ayeti okudu:

"Doğrusu iftira ile gelenler sizden, birkaç kişidir. Bunu kendiniz için şer saymayın. Belki o sizin için hayırlıdır. O iftiracılardan her birine kazandığı günah vardır. Onlar-dan iftiranın büyüğüne sahip çıkıp yürütene ise büyük bir azap vardır." (Nur: 11)

Bu ayetleri dinledikleri zaman ağlayarak ayağa kalktılar, Ubeyde'yi kucakladılar ve bizim için mağfiret dile, dediler.[6]

Bu ayetleri okuyuşla, itham konusunu şöyle düşünmekten onları uzaklaştırmış oldu. Olay doğruysa, azabı hakeder. Yok eğer yalansa ona bühtan yapmış olurlar. Konuyu, nass paralelinde, uygulamaya koymaksızm üzerinde düşünmediler bile. Böylece onu de-' insiz olarak töhmet altında bulundurduktan sonra yine delilsiz olarak beratıyla ilgili hü-um çıkardılar. Ve böyle hızlı fikir değiştirmeyi gerektirecek güçlü bir sebep olmaksızın diğer  Çelişkiden diğer çelişkiye intikal ettiler. [7]

 

Haricilerin Fırkaları

 

106- Her ne kadar bahsettiğimiz ana ilkeler onları genel hatlarıyla bir araya topluyor idiyse de, aralarındaki sürtüşmelerin çokluğu nedeniyle fırkalara ayrılmaları da çok ol­du. Bu fırkaların başhcalan: [8]

 

1- Ezarika

 

107- Bunlar, Hanİfeoğullanndan olan Nafi b. Ezrak'm taraftarlandır. Cesaret yönün­den haricilerin en güçlüsü ve sayıca en kalabalık olanlarıdır. Yine onlar, İbn ZÜbeyr ve Emevilerden ilk darbeyi alanlardır. Nitekim Nafi', İbn Zübeyr ve Emevi komutanlan ile on dokuz yıl savaşmış ve savaş alanında ölmüştür. Kendisinden sonra yönetim işlerini Nafi' b. Ubcydullah, sonra da Katari b. Fucae üstlenmiştir.

Kendilerini diğerlerinden ayıran ana ilkeler şunlardır:

a) Onlar, muhalif müslümanlan sadece mü'min saymamakla kalmayıp, bilakis onlan cehenemde ebedi kalacak müşrikler olarak görüyorlar, onlarla savaşmayı ve öldürülme­lerini de helal sayıyorlardı.

b) Muhalif müslümanlann vatanlan, darülharpte mubah kılınan şeylerin mubah gö­rüldüğü bir darülharp durumundadır. Kadın ve çocukları esir almak mubahtır. Savaş­maktan geri duranları da Öldürmek mubahtır.

c) Çocukları öldürmek de mubahtır. Muhaliflerin çocuklarının ebedi cehennemde ol­duğu kanaat indedirler. Yani muhaliflerinin küfrünü gerektiren suç, her ne kadar aynı su­çu işlemeseler de çocuklarına sirayet eder. Fakat bu, onlardaki fikri bir saplantıdır.

d) Fıklıi görüşleri arasında recm cezasını kabul etmeyişleri mevcuttur. Kur'an-ı Ke-rim'de sadece "değnek vurma" cezasının bulunduğunu, recm cezasının Kur'an'da geç­mediğini ve kendilerince sünnette sabit olmadığını söylerler.

e) Yine iftirada bulunma cezasının sadece evli kadına zina isnad eden kimse için sa­bit olduğu, fakat evli erkeklere zina isnadında bulunan kimseler hakkında sabit olmadığı görüşündedirler. Çünkü onlar aşağıdaki nassın zahirine göre hüküm veriyorlar:

"iffetli hür kadınlara zina suçu atan, sonra dört şahit get'vemiyenlere seksen değnek vurun ve onların şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin. Ve işte onlar günah işleyip ilahi yoldan çıkmış kişilerdir." (Nur 4)

Burada evli erkeklere zina isnadında bulunmak cezası zikredilmemektedir.

f) Yine onlar, nebilerin küçük veya büyük günah işleyebilecekleri görüşündedirler.[9]

Bu görüş, şüphesiz onların durumlan konusundaki çelişkilerden birisidir. Madem ki onlar büyük günah  işleyenin müşrik olduğuna hükmediyor ve aynı suçu nebiler hakkında da caiz görüyorlar.O halde bu. Nebi de bazan küfre gidip sonra tevbe eder demektir.Bu görüşleri Allah Teala'nm şu sözünün zahiri anlamından algılamaktadırlar: "Şüphesiz biz senin için açık bir fetih yolu açtık. Allah'ın, senin geçmiş ve gelecek kusurla-nnı bağışlaması için..."(Fetih 1) [10]

 

2- Necedat

 

108- Bunlar Hanıife oğullarından Necdet b. Uveymir'in yanlılarıdır. Ezarika, muha­lifleri ile savaşa çıkmayarak geri duran haricileri kafir saymaları konusunda muhalefet ettiler. Çocukları katletmeyi helal görme konusunda onlara karşı çıkmaları gibi. Ve yine muhalifleriyle işbirliği İçerisinde olan zımmilerle ilgili hüküm verme hususunda onlara muhalefet etmeleri gibi. Çünkü Ezarika müsîumanların güvencesi altına giren zımmiîe-rin anlaşmasına hü'rmetcn kanlarının mubah sayılamayacağı görüşündedirler. Necedat ise, onların kanlarının, himayelerinde yaşadıkları karşıt kişilerin kanlarının mübahlığı gibi mubah olduğu düşüncesindedirler.

Daha önce de işaret ettiğimiz gibi Necedat, bir imamı başa geçirmenin dini gerekli­lik anlamında bir vucubiyet olmadığı, aksine müslümanlar kendi aralarında hakça tavsi­yelerde bulunsalardı ve uygulama alanına koysalardı ona ihtiyaç duyulmayacağından, bir imamın başa geçirilmesinin gerekli olmayacağı anlamında toplum çıkarına ait bir ge­reklilik olduğu görüşündedirler.

Necedat, diğer harici fırkalarından lakiyye metodunu benimsemeyi, başka bir deyim­le bir haricinin kendi kanım şırınga etmesi amacıyla beraber bulunduğu cemaaten oldu­ğunu izhar etmeyi caiz görmeleri noktasından aynim aktadırlar.

Necedat, diğer haricilerin içinde bulunduğu durum gibi kendi topluluklarını fırka fır­ka yapan ikinci derecede küçük hesaplarda ayrılığa düşmüşler ve yadırgadıktan birçok işlerde emirleri olan Necdet'e karşı koymuşlardır.

Bunlardan birisi, oğlunu ordunun başına kumandan olarak göndermesi, kadınları esir almaları, ganimetleri peşkeş çekmeleri ve taksim etmeden önce ganimetlerden bir bölü­münü aşırmaları, buna karşılık onları mazur görüp, sorgulamam asıdır.

Yine onlardan birisi, had cezasını gerektiren bir suç işleyen kimseyi kafir saymama-»  elkı de Allah onu affeder; azap etse bile cehennemin dışında azap eder ve sonra cen­nete girdirir demesidir.

ecdet bu görüşü ile günah işleyen kişinin kafir olacağı hükmünü amir olan haricile-rm genel besine ters düşmektedir,

ecdet, günah işleyen haricilere toleranslı davranıyor, ancak onların dışındakilere müsamaha göstermiyordu.

Yine onlardan birisi, bir orduyu deniz cephesine gönderip, bir orduyu da kara cephe­sine gönderdikten sonra, ganimetlerin taksimi esnasında karadaki orduyu denizdeki or­duya üstün saymasıdir.

Ayrılıklar bu ve diğer konular etrafında çıkmaza girerek şiddetlendi. Bunun üzerine üç taife ortaya çıktı:

Bir taife Hanife oğullarından olan Atiyye b. Esved ile birlikte Sicistan'a gitti.

Bir taife de Necdet'e karşı ayaklanarak onu öldürdü ve yerine Ebu Fudeyk'i getirdi. Necdet'in istila ettiği yerleri ele geçirdi. Abdulmelik b. Mervan üzerine bir ordu gönde­rip bozguna uğratıncaya değin gücünü devam ettirdi.

Üçüncü taife de yaptıklarından dolayı Necdet'den özür dileyen taifedir. Güçsüz bir halde kendi kendine varlığına son verinceye kadar kısa bir süre ayakta kaldı. [11]

 

3- Sufriyye

 

109- Bunlar, Ziyad b. Asfar'ın yanlıları olup, görüşlerinde ileride açıklayacağımız gibi Ezarika'dan daha az tarafgir ve îbadiyye'den daha serttirler.

Günah işleyen konusunda Ezarika'ya karşı çıkmışlardır. Ezarika günah işleyenleri müşrik sayarken, Sufriyye müşrik olmaları noktasında ittifak etmemişler, aksine onların bir bölümü üzerinde kararlaştırılmış had cezası bulunan günahları işleyen kişinin Allah Teala'nın kendilerini zani. hırsız ve iftiracı olarak nitelendirdiklerinin dışına çıkarmaya­cağı, hakkında had cezası bulunmayan suçları işleyen kişinin ise kafir sayılacağı görü­şündedirler. Yine onların bir bölümü de günah işleyen kişinin valinin belli bir ceza tak­dirine kadar kafir .sayılamayacağı düşüncesindedirler.

Sufrilerden olan Ebu Bilal Mirdas çok değerli bir zattı. Yezid b. Muaviyc günlerinde Basra'nın bir kasabasında kıyam etti. Fakat kendisini halka açmadı. Ancak eğer başarıya ulaşırsa devlet malından kendisine yetecek kadarım alacaktı. Savaşı istemiyor, arzu bile etmiyordu. Fakat Abdullah b. Ziyad onu katleden kişiyi üzerine saldı.

Yine Sufrilerden şair ve zahid bir kimse olan îmran b. Hiffan, İslam yörelerinde ken­di batıl inanışını yayarak dolaşıp duruyordu. İşte Sufriyye. Ebu Bilal Mirdas'dan sonra bunu kendilerine imam seçti.

Bu taifenin yöneticiliğini üstlenen kişilerin haberlerinden, müslümanların kanlarını mubah saymamaları, muhaliflerinin yurtlarının darülharp sayılamayacağı, kadınların esir edilebileceğini uygun bulmayışları, hatta sulianm kışlası dışında hiçbir kimseyle savaşmayı onaylamayişlan açıklık kazanmaktadır. [12]

 

4- Acaride

 

110- Bunlar, Necdet'e karşı kıyam eden Afiyye b. Esved'in yanlılarından birisi olan Abdülkerim b. Acred taraftarlarıdır. Taifesiyle birlikte Sicistan'a gitmiştir. Dolayısıyle bunlar, görüşlerinde Necedat'a yakındırlar.

Belli başlı görüşleri şunlardır: Muttaki olduğunu biliyorlarsa, haricilerden, birlikte savaşa katılmayanları imam yapabiliyorlar, muhaliflerinin vatanlarından hicret etmeyi zorunluluk değil aksine bir fazilet örneği sayıyorlar, mallarını mubah saymayı uygun bulmuyorlar, muhalifin malını ancak öldürüldüğü zaman mubah görüyor, kendileriyle savaşmayan kişiyi de öldürmüyorlardı.

Acaride de çeşitli durumlar sebebiyle birçok fırkalara ayrılmışlardır. Bunlar arasında kaderle ve kulun iş yapma gücüyle ilgili olanlar bulunduğu gibi, yine onlar arasında ço­cukların hükümleri ile ilgili olanlar da bulunmaktadır. Konu cedelleşme ile başlıyor, ce-delleşme sürtüşmeyle, o da bir fırkanın doğmasıyla sonuçlanıyordu.

Bunun örneklerinden birisi de şudur: İsmi Şuayb olan bir adam Meymun ismindeki bir kimseye borçlanır. Bu adam alacağını isteyince Şuayb:

- İnşaallah onu sana öderim.

- Allah onu şu saatte dilemiştir.

- Eğer dilemiş olsaydı, onu mutlaka sana ödeyebilmem gerekirdi.

- Allah borcu Ödemeni emretmiştir. Her emrettiğini dilemiş demektir. Çünkü O, dile­mediği bir şeyi emretmez.

Bunun üzerine Şuayb ve Meymun reisleri ve imamları olan Abdülkerim İcrid'e bir elçi gönderdiler. İcrid, iki görüşe de ihtimali olan kapalı bir cevap verdi ve şöyle dedi: "Sen ancak Allah'ın dilediğini söylüyorsun ve o da oluyor, dilemediği şey meydana gel­mez ve Allah'a kötülük işlemez."

Cevaptaki bu kapalılık yüzünden, her ikisi de verilen cevabın kendi görüşüne uygun olduğunu ileri sürdü. Böylece Acaride, Şuaybiyye ve Meymuniyye olarak iki kısma ay­rıldı.

Sürtüşme sebepleri konusunda rivayet edilen hu ^îardan birisi de şudur: Adı Sa'Ie-beolan İcridinin bir kızı vardı. Başka bir îcridi, onunula evlenmeye talip oldu ve istetmek için annesine birisini gönderdi. İsteğinde şöyle diyordu:

"Eğer buluğa ermişse ve Acaride'nin itibar ettiği şartlara göre İslam'ı benimsemişse, mihrinin ne kadar olacağı önemli değil."

Anne şu karşılığı verdi: "O, baliğ olsun veya olmasın, velayet konusunda serbesttir."

Durum Abdülkerim'e iletilince, o da çocukların velayetinden beri olmayı yeğledi. Sa'lebe bu görüşe karşı çıktı ve bu fırkadan Sa'lebiyye adlı diğer bir fırka doğdu.

İşte böylece biz, iki fırkaya bölünmeye veya kendi içinden başlı başına bir fırkanın doğmasına zemin hazırlayan, siyasetle hiçbir ilişkisi bulunmayan böylesine küçük sür­tüşmelere şahit oluyoruz. [13]

 

5-İbadiyye

 

111- Bunlar, Abdullah b. İbad yanlılarıdırlar. En ılımlı ve düşüncelerini ortaya koy­ma açısından islami cemaate en yakın hariciler oldukları gibi, aynı zamanda zulüm ve taşkınlıktan da en uzak olanlarıdır. İşte bu yüzden ayakta kalabilmişlerdir. İyi bir fıkıh­ları bulunduğu gibi, seçkin alimleri vardır. Bir kışımı taifelnda Batı Sahra, bazı kesimle­rinde, bir bölümü de Zengibar beldelerinde ikamet etmektedirler. Bunların kendilerine has fıkhi görüşleri vardır. Bu görüşlerin bir kısmı Mısır anayasası yer almıştır. Bu da azad etme velayetinden dolayı, varisi bulunmayıp da ölen köleye varislik konusundadır. Çünkü Mısır kanunları bu kimseyi bütün varislerden; hatta karı veya kocadan birisine reddiye yaptıktan sonraya bırakıyor. Oysa ki dört mezhebin tümü böyle bir kimseyi ne­sep yoluyla asaba olanların sonuna bırakmakta ve onu ashabı feraiz üzerine reddiye yapmaktan önceye almaktadır.

Bunların belli başlı görüşleri aşağıdaki şekildedir:

a) Muhalifleri olan müslümanlar, müşrik olmadıkları gibi, mü'miiî de değildirler. Onlara, nimete küfredenler biçiminde yorumladıkları kafirler adını veriyorlardı. Çünkü onlar, Allah'ı inkar etmemişler fakat Allah taraftan olma konusunda kusur işlemişlerdir.

b) Muhaliflerinin kanlan haramdır. Sultanın kışlası hariç, yurtlan da tevhid ve İslam yurdudur. Fakat bu düşüncelerini açıkça söylemiyor, muhaliflerinin yurtlanyla kanlan-nın haram oluşunu kalplerinde gizliyorlardı.

c) Atları, silahlan ve savaşlarda kuvvet olarak kullanılan şeylerin dışında kendileriy­le savaşan müslümanlann ganimet mallarından hiçbir şey helaî değildir. Altın ve gümü­şü sahiplerine geri veriyorlardı.

d) Muhaliflerin şahitlikleri ve onlardan kız alıp-vermek caizdir. Ayrıca onlarla hari­ciler arasında biribirlerine varis olma geçerlidir.

İşte bütün bunlardan, ılımlılıkları ve muhaliflerine karşı insaflı davranmalan açıkça belli olmaktadır. [14]

 

Müslüman Sayılmayan Hariciler

 

112- Harici mezhebi, dini konularda şiddet yanlısı olma ve taşkınlık yapma üzerine kurulmuştur. Lakin onlar, nasslann zahirlerine göre hükmetmişler ve İslami gerçekleri kavrama konusunda öze inememişlerdir. Böylece daha güzeli ararken bataklığa saplan­mış, hem kendilerini, hem de halkı zor durumda bırakmışlardır. Ancak inancın şuuruna eren kişiler, herne kadar bunlann delaletlerine hükmetmiş iseler de, kafir olduklarına hükmetmemişlerdir. Dolayısıyle rivayet olunur ki, Ali (r.a) ashabına kendisinden sonra Haricilerle savaşmamalarını tavsiye etmiş ve onlarla Muaviye'yi karşılaştmrken şöyle söylemiştir: "Hakkı ararken hataya düşen kişi, batılı arayıp da onu elde eden kişi gibi değildir." İşte burada Ali Radiyallahu Anh ve (k.v) haricileri hakkı ararken hataya düşen kişiler olarak saymıştır. Fakat bu taşkınlıkları yanında hariciler içerisinden hiçbir şeyle­rinde İslam eseri bulunmayan mezheplere yönelen insanlar yeşermiştir. Bu tür mezhep­ler, yüce kitapta geçenlere ve Rasulullah (s.a.v)'den tevatür yoluyla gelen haberlere ters düşmektedir. Nitekim Bağdadi'nin "el-Fark Beyne'l Firak" adlı kitabında haricilerden iki taifenin bazı görüşleri ile İslam'ın dışına çıktıklan belirmiştir. Bu iki taife: [15]

 

1- Yezidiyye:

 

Bunlar, Yezid b. Enise el-Harici'nin taraftarlarıdır. Bu şahıs önceleri İbadiyye'ye mensuptu. Sonra Allah Teala'nın Acemlerden, Muhammedi Şeriati neshede-cek kitabı kendisine indireceği bir rasul göndereceğini iddia etti. Oysa ki böyle bir gö­rüş, Kur'an-ı Kerim'in karar altına aldığı "Muhammed (s.a.v)in son peygamber olduğu" hükmüne ters düşmektedir. [16]

 

2- Meymuniyye:

 

Bunlar da, "Allah Teala'nın dilemesi ve bu dilemesinin emriyle uy­gunluğu" konusundki İcridî'nin karşısına çıkan Meymun el-İcridi'nin etbaıdır. Buna az Önce işaret ettik. Bu adam, çocuklarının kızlarıyla erkek ve kızkardeşlerinin çocukları­nın kızlarıyla evlenmeyi mubah saymıştır. Bunun gerekçesinde, şöyle söylemiştir: "Çünkü Kur'an-ı Kerim, bunlardan mahremler arasında söz etmemiştir." Bu, Kur'an'ı an­lamayan, Arapçayı hiç bilmeyen, rivayet yoluyla gelen haberleri bir kenara atan, aklın postülatlanna var olmanın değişmez kanununa karşı çıkan bir kimsenin görüşüdür.

Bu Meymuniyyelerden, Yusuf Suresini inkar ettikleri ve onu Kur'an'dan saymadıkla­rı, rivayet olunur. Çünkü onlara göre Yusuf Kıssası bir gönül eğlendirme kıssasıdır. Do­layısıyle onu Kur'an'dan saymak doğru değildir. Bu kötü inançlanndan dolayı Allah on-lan kahretsin. Zaten bu görüşleriyle büsbütün dalalete sapmışlardır. [17]

 

Hariciler Ve Emevi Saltanatına Etkileri

 

113-Haricilerin faaliyetleri, halkın güvenliği açısından tehdit unsuru oîuşturmalan ve badiyelerin uzak köşelerindeki müslümanları kaçırma eylemleri Emevi döneminde aşın derecede arttı. Dini, lafızların zahirlerinden algıladıklarını daha önce belirtmiştik, îslami gerçekleri, okun avı delip geçmesi gibi Öyle delik-deşik ediyorlardı ki, ancak on­lardan kaçan kurtuluyordu. Fakat başkalanm, cehaletlerinden dolayı, hiçbir hukuki da­yanak bulunmaksızın ve şeriat adına ellerinde apaçık hüccet olmaksızın fasiklık veya küfürle damgalıyorlardı.

Haricilerin harekatı; Emevilerin her güçlüklerinin ardından zayıf anlarını yakaladık­larında şiddetleniyordu. Hal böyle olunca, onların harekatı önce Muaviye'nin, sonra Yezid'in, daha sonra da Hişam b. Abdülmelik'in ardından şiddetlendirdiler ki, Emevi hükümranlığının yıkılışına iştirak ettiler. Horasan'daki Abbasi harekatının zorladığı ve Emevilerin bu durumdan tam sıyrılacaklan sırada -ki zaten Abbasiler topraklan kenar­dan köşeden sıkıştırmaya başlamışlardı- Hariciler kıyam ederek h. 130 senesinde Medi­ne'yi istila ettiler. Yani Emevi Devletinin can çekiştiği sırada ve İmam Zeyd'in katledilisinden sekiz küsiir yıl geçtikten sonra.

İbnul-Esir'in el-Kamil adlı eserinde şöyle geçmektedir: "Bu yılda (yani Ebu Hamza el-Harici'nin hacca geldiği 129 senesinde)... İnsanların Arafatta bulunduğu sırada ne ol­duğunu farketmeden birden bire sancaklar ve mızrakların tepesinde siyah şakırlar beliri-verdi. Onlar yediyiiz kişi idiler. Halk onları görür görmez paniğe kapıldı ve durumlarını araştırdılar. Onlara, Mervan ve Mervan ailesine karşı tavır aldıklarını bildirdiler. O za­manın Mekke ve Medine sorumlusu Abdulvahid b. Süleyman b. Abdülmclik onlarla mektuplaşü. Onlardan mütareke talebinde bulundu, dediler ki, "biz aslında hacca en has­ret ve en düşkün kişileriz." Bunun üzerine halka saldırmama noktasında topyekün biri-birlerinden güvence içerisinde olma üzerinde anlaşma yaptılar.

Hac sona erdikten ve 129. senesi de bitip 130. senesi girdikten sonra, kendisiyle Me-dineliler arasında geçen şiddetli çarpışmanın akabinde Haricilerin kumandanı Ebu Ham­za Medine'ye girdi. Medineliierden çok kişi öldürdüler. Medine'de söz sahibi oldukları için, öldürülenler hep Kureyş'tendi. Onlardan çok sayıda kişi de yaralandı. Bozgucular Medine'ye girdiği esnada bir kadın, beraberinde diğer kadınlar olduğu halde avlusunda­ki ağıt yakanları ikamet ediyordu. Kadınlar, kocalarından heber gelinceye dek avluyu terketmediler. Haberler gelince tek tek hepsi de kocalarının ölüsüne varmak için gitti­ler. Öldürülenlerin çokluğu dolayısıyla o kadının yanında hiç bir kadın kalmadı."[18]Bundan sonra Emeviler tarafından kendilerini çıkartanlara karşı üstünlük sağlandı. Za­ten burada emevi kuvvetleri lehine bölünmeler vardı. Böylece Emveiler Abbasiler'i geri püskürtmeyi başarmış oldu. İşte bu durumda Ebu Hamza'mn Medine'yi felhedişi anında yaptığı konuşmayı zikretmemiz zorunlu olmaktadır. Bu konuşma, Emevilere ve Emevi yanlılarına indirilen darbeyi tasvir ediyor. Hutbenin metni şudur:

"Ey Medineliler, ben Şaşı Adam'm zamanını görüp geçirdim (Hişam b. Abdülmelik'i kastediyor) Ürünlerinize hastalık vurmuştu. Siz ona, vergilerinizin kaJdınlmasi isteğini taşıyan yazı yazmış, o da uygun görmüştü. Böylece zenginler daha zengin, fakirler daha fakir olmuştu. Siz de Abdülmelik'e, Allah seni hayır ile ödüllendirsin, demiştiniz. Fakat ne sizi, ne de onu hayırla Ödüllendirdi. Şunu iyi bilin ki, biz yurtlarımızdan ne şıma­rıklık ne azgınlık, ne boş şeylerle uğraşmak, ne varlığına konmak istediğimiz bir padişa­hın devleti ve ne de uğradığımız eski bir yenilginin intikamını almak için çıkmadık. An­cak biz, hakkın kendilerinin atıl bırakıldığını, hakkı söyleyenin kaba kuvvetle yıldırıldi-ği ve adaleti ayakta tutmak İsteyenin Öldürüldüğünü gördüğümüz zaman geniş olan yer-yüzü bize dar geldi.

O esnada Rahman'm taatına ve Kur'an'm hükmüne çağıran bir davetçiyi duyduk. Hemen Allah'ın davetçisine uyduk. "Kim Allah'ın davetçisine katılmazsa, yeryüzünde Allah'ı aciz bırakamaz." (Ahkâf 32) Biz, çeşitli kabilelerden yardım istedik. Çünkü biz azınlığı ve yeryüzünde müstaz'afız. Onlar bize kucak açtı ve yardımlarıyla destekledi­ler Onların nimetleri İle biz kardeş olduk. Daha sonra sizin adamlarınızla karşı karşıya eeldik. Kendilerini Allah'ın taatına ve Kur'an'ın hükmüne çağırdık. Onlar ise bizi şeyta­nın taatına ve Mervan oğullarının hükmüne çağırdılar. Allah'a andolsun. Batıl İle gerçek arasında fark ne büyük! Sonra sağa-sola yalpalanmaya başladılar. Şeytan salyasını onla­rın arasına akıttı.

Tencereleri onların kanlarıyla kaynadı. Şeytanın yanm yamalak bilgisini doğru ka­bul ettiler. Allah Azze ve Celle'nin yardımcıları, varı-yoğuyla, tüm yaldızlı keskin kılıç­larıyla geliverdi. İslam düşmanlarının da hayret kaldıkları bir darbeyle bizim ve onların değirmen taşları döndü. Siz, ey Medimeliler, Mervan ve Mervan'ailesine yardım ederse­niz, Allah ya kendi katından bir azapla veya bizim ellerimizle kökünüzü kazır ve inan­mış toplulukların gönülleri incinir.

Ey Medineliler, başlangıcınız hayırlı bir başlangıç, sonunuzsa kötü bir sondur.

Ey Medineliler, Allah Azze ve Celle'nin kitabında güçlü ve güçsüzlere farz kıldığı sekiz senimden bana haber veriniz! Bir dokuzuncusu gelmektedir ki, onun içinde sahibi için hiçbir sehim yoktur[19] Bu sehimi, büyüklüğünü ileri sürerek ve şiddet kullanarak kendisine ayırmıştır. Ey Medineliler, sizin, arkadaşlarımı şu şekilde küçümsediğinizi duyuyorum: "Onlara zamane gençleri ve kaba davranan arabiler diyorsunuz. Vallahi on­lar gençlik çağlarında oluğunlaşmışiardır. Gözleri kötülüğe kapalı ve ayakları batıl ko­nusunda ağırdır."

114- Bu her ne kadar hitabeyi, İmam Zeyd'in şehadetinden sekiz küsur yıl sonra söy-lenmişse de, fikirlerin dalgalandığı bir dönemi ve Emavi asrının son dilimini gösterdiği 'Çin serdettik. Şüphesi/, zulmü duyumsamaktan kaynaklanan psikolojik ızdırap, bazan sert feveranlar biçiminde ortaya çıkıyordu. Çünkü büyük şahsiyetlerden her biri veya fırkalardan herhangi birinin liderini ya içine düşmüş olduğu zulüm coşturur veya kera­metini ileri sürer veya da bir zaaf noktası bulduğunda hemen onu değerlendirir. İmam Zeyd'in kıyam hareketinde meydana gelenler, bunlardan birincisi türündendir. Nitekim onun ayaklanması, psikolojik dalgalanmaların ve zulmn ürettiği ızdiraplarm görüntü-ennden birisiydi. Zeyd (r.a) kıyam etti ve ondan sonra çeşitli feveranlar birbirini izledi. V ü °'nun şehadeti ve beraberinde taşıdığı şeyler birçok kinlerin kalıntılarıdır. Gerçeten inanmış gönülleri öyle harekete geçirdi ki, bu hareket Mervan'ın bütün İslam yörelerindeki hükümdarlığını daha sonraları Endülüs'te varlığını sürdürmüş olsa bile-kö-künden silipsüpürdü.

Hitabe, birçok konulara ışık tutmaktadır. O da bu asırda zenginle fakir arasındaki dengesizliğin hareketlendiğini göstermesidir. O kadar ki, Ebu Hamza bile zenginliği da­ha arttıracağı, fakirliği ve züğürtlüğü de daha fazlalaştıracağı düşüncesiyle bir kısım ha­racın terkedilmesinden üzüntü duyuyordu. Çünkü zenginlerin lehine haracın terkedilme-si nedeniyle fakirin hakkı mahrum edilmektedir. Bu husus İmam Zeyd (r.a)'m ele aldığı ve davet hitabesinde her hak sahibinin hakkının teslim edileceği taahhüd ettiği şeydir..

Hitabenin ışık tuttuğu diğer bir husus, Haricilerin özellikle Farisi olanlarının Medi-neliler üzerinde otorite sağlamış bulunnmalandır. Gerçek şu ki, Medine sakinleri arasın­da Emevioğulları tarafını tutma konusunda aşın giden "Darû'î-Hicret" ehli bulunmak­taydı. Öyle ki, zulümleri ve Rasulullah (s.a.v)'in aline karşı hilelerinde onların hesabına çalışıyorlardı. Nitekim biz daha önce ille de Emeviler hesabına çalışması ve değer veri­şinin aşırılığı ile haksız olarak İmam Zeyd (r.a)'a saldırıda bulunan Ensariyi, hatta bu duruma Ömer b. Hattab'ın ahfadında birisinin çok kızdığını, şiddetle öfkesini açığa vur­duğunu ve bu tür olaylara sabredilmeyeceği kanaatini açıkladığını anlatmıştık.

Yine bu hitabe, Hişam b. Abdülmelik dönemindeki suskunluğun kalben mutmamin olan kimsenin suskunluğu rdeğil, kinini ve kızgınlığım içine gömer bir kişinin suskunlu­ğu biçiminde olduğunu gösteriyor.

Yine göstermektedir ki, bu defasında Harici hareketi kırsal kesimdekilerin hareketi idi. Zeyd'in hareketi şehirlilerden Öç almayı simgelediğine göre, Ebu Hamza eş-Şari'inin hareketi da kırsal kesimdekilerin hareketini sembolize etmektedir. İktidann değiştiril­mesinin zarureti noktasında hem şehirliler ve hem de kırsal kesimdekiler birlik olunca, işte o zaman Abbasioğulları Devleti kurulmuş oldu.

Kuşkusuz Ebu Hamza'nın dile getirdiği medinelilerin durumu, İmam Zeyd'in hareke­tini Medine'de değil de Kufe'de seçmesinin sebebini gösterkmektedir. Bunun da Ötesin-de kıyam harekelini teşvik edenlerin Irak'lılardan olmasıdır.

115- Buraya kadar, asnn portresini siyasal açıdan ele aldık. Bu görüntü, siyaset ve devlet olma noktasında samimiyet içerisindeki düşünürün fikrini ortaya koyusunu en ideal yola yönlendirir. Kuşkusuz kafalann içinde dolaşıp, uygulamada ortaya çıkmayan siyaset ve devlet olma alanındaki zikzaklı çizgiler, ancak dosdoğru bir metodun verh-ğıyla hedefe varışı hızlandırır. Karar altına alınan hususlardandır ki, doğru çizgi ancak eğiri çizgilerin arasında doğruluğunu belli edecek gibi, çizgilerin zikzaklı oluşu da an­cak düz bir zemin üzerinde belli olur.

Sonra çağın yapısal durumu gerçekten inanmış gönülleri etki alüna alıyordu. Emevi-lerin İslami fetih hareketlerinde üstünlükleri olduğuna göre bu durum metod olarak be­nimsedikleri devlet olma üslubunu da beraberinde getirmektedir. Bu model, sindirme ve zor kullanma üzerine kurulmuştur. Zor kullanma metodu, hem böylesine psikolojik sız­lanmalara ve hem de böylesi fikri saplantılara neden olmuştur. Oysa Zeyd için devlet ol-lanmalara ve hem de böylesi fikri saplantılara neden olmuştur. Oysa Zeyd için devlet ol­ma noktasında dosdoğru dününceyi uygulamalı bir görüntü halinde sergileminin üstün­lüğü vardı. İmam Ali ve çocuklan etrafında çöreklenen kuruntuların tutarsızlığını açıklı­ğa kavuşturmuş, Emevi baskısına karşı savaş açmış ve topyekün hak ehlini menun ede­cek hem tutarlı, hem de dosdoğru çizgiyi görüntülemiştir. [20]

 

ZEYD DÖNEMİNDE USULİDDİN KONUSUNDAKİ TARTIŞMALAR

 

116- Zeyd (r.a) siyaset adamlarından birisi olduğu gibi aynı zamanda Akaid alimle­rinden birisiydi de. Nasıl ki siyasi konumu hakka ve hakkı zafere ulaştırmanın gereklili­ğine olan imanına dayalıydı, aynen öyle akide etrafındaki görüşleri de cesarete ve itikad ettiklerine güçlü bir imandan kaynaklanıyordu. Onun döneminde İslami fırkalar toprak­tan biter gibi bitiyor, hemen pazarlaması yapılıyordu. İslami fırkalann derinlemesine girdiği konulara Zeyd de kendine göre uygun gördüğü düşünceleriyle dalış yapıyordu. Ancak Zeyd'in bu konulardaki görüşleri siyasi alandaki yorumlamaları gibi genel olarak bakıldığında ılımlı ve toparlayıcıydı. Bir kısım fırkaların aşırı tarafgir oluşları oranında tarafgirlik yapmıyordu. O, ileride kader konusundaki meseleler ve büyük günah işleyen­ler etrafındaki düşüncelerini açıklayacağımız gibi konulara derinlemesine girdi. Bu ko­numda bize düşen görev, her iki mesele hakkındaki tartışmaları başlangıcından itibaren ele almak, sonra da çeşitli fırkalara kısaca işaret etmektir. Öyle ki İmam Zeyd'in görüş­leri onun düşünceleri üzerinde tartışılırken açık ve net olarak ortaya çıksın. [21]

 

Kader Konusundaki Tartışma

 

117- Kader konusundaki tartışmalar, Allah Sübhanehu ve Teala'nın iradesi yanında insanın irade ve fiilleri açısından, İslam öncesine kadar derinleşir. Bilakis İsîam'da, bu konu etrafında tartışma yapanlar, daha Önce söylenilenlerin bir kısmını tekrarlıyorlardı. Cahiliyye dönem indekiler, biçiminde temize çıkarıyorlardı. Nitekim Allah Sübhanehu ve Teala onlar hakkında şöyle buyuruyor: "Putperestler diyecekler ki, Allah dileseydi ne biz ortak koşardık, ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık, onlardan önce­kiler de aynı şekilde (peygamberleri) yalanladılar ve sonunda. Siz zandan başka bir şe­ye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz." (En'am 148)

Kader konusundaki tartışma, Rasulullah (s.a.v) döneminde alevlenmişti. Nebi (s.a.v) bizim Kadere, Hayır ve şerre inanmamızı emretmiş ve Cibril-i Emin kendisine imam konusunda sorduğunda şöyle buyurmuştur: "Allah'a meleklerine, kitaplarına, peygam berlerine, Ahiret gününe inanman, kadere, hayır ve şerre iman etmendir."

el-Munye ve'l-Emel sahibi Kaderin Allah Teala'ya ait ilmi ezeli ile tefsirinin İbn Ömer (r.a) dan rivayet edilen hadiste geçtiğini belirtir. Bu kitapta şöyle geçmektedir.

ni işittiğini haber verdi: "Allah'ın sizin aranızdaki ilminin benzeri, sizi gölgeleyen gökle sizi baürmayıp yüksekte tutan yerin benzeri gibidir. Nasıl ki siz yerle gök arasından çı_ kanlıyorsanız, aynı şekilde Allah'ın ilminden de dışarı çıkamazsınız. Yine nasıl ki yerle gök sizi günah işlemeye sevkedemiyorsa aynı şekilde sema İlmi de sizi sevkedemez." Bu anlamıyla kader, Allah Teala'nın değişmeyen tebeddülata uğramayan îlm-i ezeli'sin­deki programIamasıdır. Rasulullah (s.a.v)'den gelip, kuvvetle vurgulanan sabit haberler­dendir ki O, .kader konusunda münakaşaya dalmaktan nehyetm iştir.

118- Nebi (s.a.v) Refik-i A'la'sına göç edip müslümanlar yahudi ve hıristiyanlarla iç içe yaşayıp kader konusundaki tartışmalar miras yoluyla kendilerine intikal edince, ka­der tartışmaları sahabe döneminde gündeme geldi. Hz. Ömer, işlediği suçtan dolay! ka­bahati Kadere yükleyenleri hesaba çekiyordu. Rivayet oluyor ki Ona hırsız getirildi ve hırsıza:

- Niçin hırsızlık yaptın? dediği, Hırsızın da:

-  Allah binim alnıma bu şekilde yazdı, dediği rivayet olunur. Bunun üzerine Ömer ferman buyurarak hem eli kesildi ve hem de değnek vuruldu. Bu konuda fikri soruldu­ğunda şöyle dedi: "El kesmek hırsızlığın karşılığı; değnek vurmak da Allah'a karşı yalan isnad etmesinin karşılığıdır." Kader konusundaki tartışmalar Ali (r.a) döneminde, iç içe yaşamaların çoğalması nedeniyle artış gösterdi. Ali (r.a)'ın, kaderi ilm-i ezeli anlamında yorumladığı rivayet olunur. Nitekim İbn Ebi'l-Hadid'e ait Nehcu'l-Belağa ve şerhinde, metni aşağıda gelen belge geçmektedir:

"Yaşlı bir adam Ali Aleyhisselam'm huzuruna çıkarak:

-  "Bize Şam yolculuğumuzun Allah'ın kaza ve kaderi sayesinde olup-olmadiğım ha­ber ver.

-  Daneyi filizlendiren insan canını yoktan var edene andolsun ki, biz Allah'ın Kaza ve kaderi dışında ne hiçbir yere adım atabiliriz, ne de bir vadiye konaklayabiliriz.

- Öyleyse ben bütün emeğimin Allah katından olduğuna inanıyor ve kendime hiçbir ücret uygun bulmuyorum.

- Sus ey yaşlı adam. Şüphesiz Allah sizin gidişinizdeki karşılımızı siz giderken; dö-nüşünüzdeki karşılığınızı da dönüşünüzü yaparken kat kat vermiştir. Siz hiçbir pozisyo­nunuzda zorlanmış ve zora koşulmuş değilsiniz..,

- Öyleyse kaza ve kader bizi nasıl sevk ve idare ediyor?

-  Yazık, sana, belkide sen kaza'yı uygulamaya zorlayıcı, kader'i de amele cebredici zennediyorsun. Eğer bu şekilde olsaydı, sevap ve azap, va'd ve vaid, emir ve nehiy an lamsiz olurdu. Günah iş leyene Allah'tan bir ayıplama, iyilik yapana da övgü gelmezdi. Böylece ne iyilik yapan medhedilmeye kötülük İşleyenden daha layık ve ne de kötülük yapan kişi kınanmayı iyilik yapandan daha layık olurdu. Bu anlayış, putperestlerin, şey­tan askerlerinin, yalan şahitlerinin ve doğruyu görmekten gözleri kör olanların anlayışı-

Onlar, bu ümmetin kaderiyyesi ve mecusileridir. Şüphesiz Allah, serbestçe davran-vı emretti (Yani mükellef için itaat konusunda tam serbestlik vardır). Allah bağimhh-ö nehyetti, kolaylaştırman işleri teklif etti. Ne mağlub asi dedi, ne de istemeyerek itaat­kar saydı. Peygamberleri yaratıklarına boş yere göndermedi. Yer ve öklerle aralannda-kileri düzensiz bir biçimde yaratmadı.

"Bu, î»kar edenlerin iannıdır. Bu yüzden inkar edenlere ateşlen bir azab vardır."

(Sad 27)

Yaşlı adam:

- Öyleyse bizim rotasından çıkmadığımız kaza ve kader nedir? İmam:

- O Allah'ın emri ve hükmünün kendisidr. Sonra şu ayeti okudu: "Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi., emretti." (İsra 23) Yaşlı adam, şöyle diyerek sevinçle ayağa kalktı:

"Sen, Kıyamet Gününde şefaatıyla Rahman'm rızasını dilediğimiz imamsın.

Sen dinimizin kapalı yönlerine açıklık getirdin. Bu yüzden Rabbin, ihsanı bizden alıp sana varsin. "

Bu açıklamalardan anlaşıyor ki, İmam Ali (r.a) Kazayı "Hükm-İ Teklifi" anlamında yorumluyor. Böylece ona göre kaderin anlamının da "ilm-i ezeli" olduğu ortaya çıkıyor.

119- Bu konudaki tartışmalar sahabe döneminden sonra da sürüp gitti Tabiin ve daha sonra gelen dönemde tırmanışa geçerek şiddetlendi. Emevi döneminde bu konuya dalış­lar ileri boyutlar kazandı. İmam Zeyd döneminde de kader konusunda tartışan fırkalar, Ma"bed b. el-Cüheni ve Cehm b. Safvan gibiler ortaya çıktı. Bu ikisi, insanın yaptığı iş­lerde hiçbir iradesinin bulunmadığı hükmüne vardılar. Kaderiyye ile birlikte Vasıl b. Ata'nın zuhur etmesi gibi, Hişam b. Abdülmelik'in öldürdüğü Gaylan ed-Dımeşki ortaya çıktı. İşte bunların hepsi İmam Zayd (r.a)'ın çağdaşlardır. Bu fırkaların görüşlerinden, kısa paragraflarla söz açacağız. [22]

 

BüyükGünah İşleyenin Durumu

 

120- Büyük günah işleyenle ilgili tartışmalar, İmam Ali (k.v) döneminde ortaya çık­mıştır. Çünkü Hariciler, sadece hakeme başvurma olayını onaylaması dolayısıyla büyük günah işlediği, tevbe etmek zorunda olduğu, aksi halde kafir sayılacağı sebebiyle huruç eylemişlerdir. Bu nedenle büyük günah işleyen konusunda o kadar çok söz sarfedildi ki, Hanciler aşırı sert davaranıp, işleyen kişil kafir sayarlarken Mürci'e, aşırı yumuşak dav-rananak bu kimseyi yarlıganmış kabul ettiler. Çünkü onlara göre nasıl şirkin bulunması

urumunda taat yarar sağlamıyorsa imanın bulunması durumunda da günah işleme za­rar vermez. Şu iki fırka da bu konuda orta yolu seçti;

Jr fırka bu kimsenin iman- küfür arasında bir yerde bulunduğu ve Kur'an'da adının fasik olduğu, hakkında mü'min ifadesi söylenmezse de, müslim olduğunun söylenebile­ceği görüşündedirler. Yine bunlar, tevbenin önceden işlenenleri silip-süpürmesi nede­niyle bu kişinin tevbe edip ve tevbesini tam samimiyet derecesine yükseltmediği sürece ebediyyen cehennemde kalacağına kesin gözüyle bakarlar.

Diğer bir fırka da, bu kişinin mü'min toplumu içerisinde yaşayan bir müslim olduğu, günah işlemeleri akidenin temeline zarar vermeyeceği, eğer tevbe eder, tevbesini de tam samimiyet derecesine yükseltirse Allah Teala'nın onu yarlığayacağı, tevbe etmediği tak­dirde azaba uğratılmaya müstehak olacağı, Allah Sübahanehu Teala'nın kendisini ceza­landıracağı, ancak bu cezayı rahmeti ve affıyla sileceği görüşündedirler. Bu görüşün Özeti, kişinin bütün işlerini Allah teala'ya varıncaya kadar te'hir etmesidir. Bunlara, Ehl-i Sünnet Mürciesi adı verilir.

Hasan Basri Hazretlerinin, büyük günah işleyen kimselerin münafık olduklarını söy­lediği rivayet edilir.

İşte İmam Zeyd (r.a) fikirlerin kısır döngü içerisinde kaldığı bir dönemde yaşıyordu. Özellikle böyle çeşitli mezheplerin dalgalandığı Basra'ya göç ettiği sırada "el-Menzile beyne' 1-Menzileteyn" düşüncesini ortaya atan Mu'tezile taraftarları da Basra'da ikamet ediyorlardı. İnşallah ileride açıklayacağımız gibi İmam (r.a) bu düşünceyi çok küçük ay-nhğa rağmen hoş karşıladı. Ancak bu fikri Vasıl b. Ata el-Gazzal'dan aldığı sekilinde aleyhinde propaganda edildi. Şehiristani, Zeyd'in gelişimi konusunda söz ederken bu konudaki görüşleri açıklamıştık. [23]

 

 



[1] el- Kamil 2/143

[2] el-Kamil 2/14

[3] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 117-120.

[4] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 120-123.

[5] Nehcû'I-Belağe Şerhi 1/406

[6] el-Kamil 2/225

[7] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 123-125.

[8] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 126.

[9] el-MiIel ve'n-Nihal, Şehristani

[10] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 126-127.

[11] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 127-128.

[12] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 128.

[13] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 128-129.

[14] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 130.

[15] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 130-131.

[16] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 131.

[17] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 131.

[18] Sekiz hisse ile, Allah Teala'mn şu ayetinde geçenler kastedilmektedir: "Sadakalar, Allah'tan bir farı olarak ancak yoksullara, düşkünlere, zekat memurlarına, gönülleri ısındırı­lacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalı­şıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur." (Tevbc 60) Bu sekiz sehim, zekatın ve haracın har­cama kalemleridir. P.bıı Hamza'mn işaret etliği dokuzuncu sehim ise, hakimin kendisi için ayırdığı şeydir. Biraz daha insaflı davransaydı, bu iddia edilen sertinin sahibi sehimlerin top­lamım yiyiyor ve geriye hiçbir şey bırakmıyor derdi.

[19] Îhyu1-Esir,el-Kamll, 5/145

[20] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 131-135.

[21] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 135.

[22] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 135-137.

[23] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 137-138.