Haricileri Cemaat Yapan İlkeler
Haricilerin Aralarındaki İhtilaflar
Hariciler Ve Emevi Saltanatına Etkileri
ZEYD DÖNEMİNDE USULİDDİN KONUSUNDAKİ TARTIŞMALAR
95- Zeyd
yaşamı boyunca Hariciler'in ihtişam ve kuvvetlerinin başlangıcından tutun da,
yıldızlarının sönmesini, güçlerinin silinmesini gördü. Dolayısıyla onlar
hakkında, Özellikle kendilerinin Şia fırkalarının karşısında bulunan bir fırka
olduklarından dolayı haklarında bir kaç söz söylememiz gerekmektedir.
Hariciler, fikri yapılanın alan nda Şia'nın fikir yapılarının oluşumunun tam
karşısmdadırlar. Çünkü şiiler İmametin yalnız Ali (ra)ın soyundan olacağını
kabul ederler. Hariciler ise. Arap ailelerinden hiçbirinin imameti tekeline
alamıyacağma inandıkları gibi, bilakis imametin yalnız Araplara has
olamayacağını da kabul ederler. Ayrıca imamın mevaliden olmasını caiz
gördükleri gibi, zulüm veya işkencede bulunduğunda alaşağı edilmesi konusunda
kendisini himaye edecek bir engel olmaması için halifenin Kureyş dışından
getirilmesinin daha uygun olacağını da kabul ederler.
Hariciler, garip
fikirlerin dolup taştığı böyle bir dönemde ortaya çıkan bozuk renklerden bir
renktir. Nitekim haricilerin zuhuru, Şiilerin ortaya çıkışıyla paralellik
arzeder. Çünkü her ikisi de Ali (ra) döneminin bir fırkası imiş gibi ortaya
çıktı. Onlar,Ali'ye son-derece bağlı taraftarlarından idiler.
Hariciler, Sıffin'de
savaş kızışıp, Muaviye'nin savaşın acısını tattığı, savaş ateşinin yüzünü
alazladığı ve şayet hakeme başvurma düşüncesi can simidi gibi yetişip onu
kur-tarmasaydi kaçmayı düşündüğü bir esnada, ortaya çıktı. Muaviye'nin ordusu,
Kur'an'ın hakemliğine başvurmak amacıyla mushafları havaya kaldırdı. Fakat Hz.
Ali, savaşa devam edilmesinde ısrar etti. Ordusu içerisinden ortaya çıkan grup
hakeme başvurmaya çağırarak kıyam etti ve Hz. Ali'yi hakeme başvurmaya kabule
zorladı. İşte ortaya atılan bu grup daha sonraki haricilerin çekirdeğini teşkil
etmiştir. Hakeme başvurma olayı Ebu Musa el-Eş'ari'nin oyuna getirildiği bir
aldatmacayla son buldu. O da, Eş'ari'nin, Hz. Ali'nin azlini, Amr b. el-As'm
Muavİye'yi azletmesi karşılığında kabullenmesidir. Böylece o, Ali'yi azletti,
ancak Amr, Muaviye'yi azletmedi aksine onu yerinde bıraktı. Bu olay sayesinde
Muaviye'nin üstlendiği başkaldırı eyleminin tırmanışına yardımcı olundu. İşte
o anda, ortaya çıkan bu grup hakeme başvurmayı kabul etmekle kendilerinin ve
kendileriyle birlikte Ali'nin de hataya düştüğünü, böyle bir hatanın da küfür
olduğunu, kendilerinin bu düşünceden vazgeçip tevbe ettiklerini, Ali (kv) nin
de işlediği bu hatadan dolayı tevbe etmesi gerektiğini, aksi takdirde tevbe
edinceye kadar kafir sayılacağını ilan ettiler. Hariciler, kendilerine slogan
olarak "Hüküm yalnız Allah'a aittir" sloganını edindiler.
"Hüküm yalnız Alllah'a aittir" sözünü çok tekrarladıklarından dolayı
kendilerine Muhakkime adı verildi. Bu sözle, kişilerin din işlerinde hakem
yapilamiyacağını kastediyorlardı.
96- Bu
fırka, İslami fırkaları, arasında fikirlerine ileri derecede bağlı olanı hiddet
ve atılganlık bakımından da en şiddetli ^olanıdır. Onlar, savunmalarında ve
gözü pek davranışlarında, zahiri anlamlarıyla ele aldıkları lafızlara
ummuyorlardı. Bu zahiri anlamları kutsal bir din zannettiler. "La hükme
illa Iillah" kelimesi kalplerinde köklü bir yer etmişti. Böylece bu
kelimeyi çağrıda bulundukları din olarak benimsediler. Yine onlan, efendimiz
Osman (ra), İmam Ali (kv) ve Emevi oğulannın zalim hükümdarlanndan uzak durma
düşüncesi büyüledi. Bu uzak duruş, kendilerini hakka yöneltecek ve oradan da
tekrarlayıp durdukları kelimelerin anlamlarına vardıracak bütün yollan
üzerlerine kapadı. Daha doğrusu dini hakikatlerin anlamlarına doğrudan doğruya
vardıracak kapıları... Ancak bu uzak kalış düşüncesine cemaatlerine katılmanın
ilk temel ilkesi olarak bakmadılar. Böylece her kim bu imamlardan ve Emevi
oğullarından berî olduğunu açıklarsa onu cemaatleri arasına katıyorlar, bunun
yanında diğer birçok temel ilkeler konusunda tolerans gösteriyorlardı.
Adil hükümdar Ömer b.
Abdülaziz onlarla tartışmaya girdi; hiçbir hükümde onu zulümle İtham edip
sorgulmadilar. Ancak Emevi oğulları ile olan geçmişine karşı çıktığını,
zulümlerin sürüp gitmesini engellediğini, hatta onların elde ettikleri haksız
kazançları ehline geri verdiğini ikrar etmeleri yanında zalim aile ocağından
beraatini alenen söylememesini tenkit konusu kabul ettiler..
Ancak kendilerim berî
sayma mantığı ile düşünmek, onları tümüyle sardığından bu düşünce onların Ömer
b. Abdülaziz'İn itaati altına girerek İslam cemaati sancağı altında
yürümemelerine engel oldu.
97- Böyle
sözcüklere tutunma olayı, onları tuhaf bir fikri saplantıya sürükledi. Zım-miyi
öldürmeyi ve malını yemeyi engellerken, kendilerine muhalif olan mü'mini öldürüyorlardı.
Bu hususta rivayet edilir ki, boynunda Kur'an ve beraberinde hamile hanımı olduğu
halde Abdullah b. Habbabb. Eret onlara rastlar. Şöyle derler:
- Boynundaki, şüphesiz
bize Öldürülmeni emrediyor. Devamla:
- Ebubekir ve Ömer
hakkında neler söylersin? Onları hayırla andı. Bu defa:
- Hakeme başvurmadan
önceki Ali hakkında ve ilk alü yılındaki Osman hakkında ne dersin? (Yani
halifeliğinin ilk yıllarındaki) onlar hakkında da iyi şeyler söyledi.-Bu sefer
de şöyle dediler:
- Peki hakeme başvurma
olayı konusunda ne dersin?
- Şüphesiz Ali'nin
Allah'ın kitabını daha iyi bilen onun, dini karşısında daha muttaki ve
basiretinin daha etkili olduğunu söylerim. Bunun üzerine, "sen hiç de
hidayet üzere değilsin. Sen adamlara isimlerine göre tabi oluyorsun"
dediler, sonra da onu nehrin kenarına çektiler ve boğazladılar. Hanımının da
karnını deştiler. Bu esnada hıristiyan bir adamdan hurmasını satın almak
istediler. Adam, "o sizin olsun" dedi. Onlar:
- Vallahi biz onu
ancak para karşılığı alırız. Adam:
- Ne tuhaf şey, siz
Abdullah b. Habbab gibisini öldürüyorsunuz da bizden bir hurmayı kabul
etmiyorsunuz!
- Senin için
Rasulullah'ın verilmiş sözü var.[1]
Böylece onlarda
birbirine zıt sıfatlar bir araya geldi: Takva ve fikri açıklamada çılgınlık,
kabalık, hıyanet, gözü peklik, ortaya atılış, dini konulara yan bakış... İşte
meram ve gayelere nüfuz etmeksizin lafızlara takılıp kalan herkesin durumu
budur.
98-
Haricilerde bu sıfatların bulunmasındaki temel neden, çoğunluğunun kırsal kesim
Araplarından olmasıdır. Onların az bir kısmı yerleşik Araplardandı. Bu kimseler,
aşırı fakirlik ve cefakarlık içerisinde idiler. Fikri oluşumlarındaki
kısırlıklarına, ta-savvurlarındaki dar görüşlülüklerine ve ilmi düşüncelerden
uzak bulunmalarına rağmen İslam kalplerinin içine kadar girebilmişti.
İşte bu özelliklerin
toplamından akli yapılarındaki dar görüşlülük^nedeniyle mütaas-sıb, tam
inançlı, sahradan çıkageldikleri için aniden parlayan ve düşünmeden ileri
atılan, bir şey bulamadıkları için de zahid olan gönüller oluştu. Çünkü birşey
bulamayan gönül inanç bayındır eder, vicdanına da güçlü bir itikad dokunursa
artık bütün maddi şehvet ve arzulardan, böyle bir hayatın sığmağından vazgeçer
ve bütün varlığıyla ahiretin, şa'şaalı
hayatını kazanmaya
yönelir.
İçinde yaşadıkları bu
yaşama biçimi, onları sertliğe, kabalığa ve terör davranışlarına itmişti. Eğer
onlar lüks yaşam biçimlerinin herhangi birisi içerisinde müreffeh ve eğlenceli
bir tarzda yaşasalardı, bu tarz yaşayış onların terörce davranışlarını
hafifletecek, kabalıklarım yumuşatacak, gönüllerini zinde tutacaktı. Bu konuda
rivayet olunur ki, Ziyad İbn Bbihi'ye gözü pek ve yiğitlerden Ebu'1-Hayr
künyesiyle anılan bir adamın Haricilik görüşünde olduğu haberi ulaşır ulaşmaz
onu çağırır ve vali yapar. Kendisine dört bin dirhem aylık bağlar. Zekat
tahsildarlığı komisyonu olarak da yıllık yüz bin takdir eder. Ebu'1-Hayr şöyle
derdi: "Taatın gerekliliğinden ve cemaatın sırtından geçinmekten daha
yararlı bir şey görmedim." Ziyad'm. kendisinin yaptığı bir şeyi
beğeıımeyinccye kadar bu haliyle vali olarak devam etti. Dolayısıyle kendisi de
Ziyad'ın icraatını beğenmeyince Ziyad onu hapsetti. Ölünceye kadar da
hapishanesinden çıkmadı.[2]
99-
Haricilerin dini hamasetlerine rağmen, onların kenar mahallelerde yaşayan kabilelerden
olduğu ve bu tür kabilelerle şehir merkezinde yaşayan kabileler arasında ezeli
bir çekememezlik bulunduğu varsayılabilir. Dolayısiyle onların hareketleri
şehirlilere hasetten uzak kalamaz. İşte hariciler, Kureyş'i halifeliği
tekellerine aldıklarından dolayı çekemiyorlardı. Belki de bu etken,
gönüllerinde şuursuzca davranışları meydana getiriyordu. Çünkü kinler bazan
görüş ve mezhepleri, veya mezhep sahibini farkında olmadan etkisi altına alır.
Bazan insanın gönlüne, onu sabit bir fikre iten arzusu egemen olur. Yalnız aklı
kendisini doğru yofa ulaştırdığı halde. İhlasın bu yola ittiğini hayal ettirir.
Madem ki bunlar birer
psikolojik gerçekliklerdir, öyleyse çoğunluğu kenar mahalle ehlinden olan
haricilerin, halifeleri lüks hayat içerisinden gelen kimseler olarak gördüklerini,
onların hükümranlığından nefret ettiklerini, halifeliği ve halifeliğe hak
kazananları, bu nefretli bakışların gölgesi altında mülahaza ettiklerini
tasavvur etmek zorundayız. İşte bu durum, onları şuursuzca davranışlara
itiyordu.
Haricilerin çoğunluğu
Araplardan ve pek azı da kendileriyle birlikte yaşayan fakat Arap olmayan
kabilelerdendi. Bu durum, Şia'nın tam tersinedir. Çünkü Şiilerin çoğunluğu
mevaliden olduğu gibi pek azı içlerinde yaşayan Araplardan idi. Mevalilerin
hariciler arasında az oluşunun nedeni, onlardan nefret etmelerinden dolayıdır.
îbni Ebi'l- Hadid rivayet eder ki, bir mevali Haricilerden bir kadına evlilik
teklif etti. Bunun üzrine hariciler kadına; "Sen bizi rezil ettin"
dediler. [3]
100- Haricilerin temel
ilkelerinin bir kısmı onların.akıllarının kısırlığına, bakış açılarına yüzeyselliğine
ve olayları yorumlamalarını kelime oyunlarıyla oluşturmalarına, -ı olarak
yerleşik kabilelere ve özellikle Kureyş'e horJayarak bakmalarına delalet V orsa
da, bu-durum genel olarak fikri yapılanmaları için apaçık bir görüntü sergiliyor.
1) Bu
görüşlerin başta geleni, halifenin yalnız belirli bir kesimin değil topyekün
müslümanlann
katılımıyla seçileceği görüşüdür. Böyle bir kimse, adaleti ayakta tuttuğu,
şeriatı uyguladığı, hata ve sapmalardan uzak kaldığı sürece halife olarak devam
eder. Eğer yan çizerse azledilmesi veya katli vacib olur.
2) Bu
görüşlerin ikincisi, halifeliği Arap ailelerinden bir ocağın tekeline bırakmamalarıdır.
Müslümanların
çoğunluğunun belirttiği üzere halifelik yalnız Kureyş'e ait olmadığı oibi,
sadece Araplara da has değildir. Hilafet konusunda herkes eşit hakka sahiptir.
Bilakis şeriate muhalefet ettiği ve haktan saptığı takdirde azledilmesi veya
öldürülmesinin daha kolay olması için halifenin Kureyş dışından olmasını tercih
ederler. Çünkü Tröyle bir halife için himaye edici asabiyyel bağı ve ona
sığınak olacak aşiret bulunmaz.
3) Necid
Haricileri, şayet İnsanlar kendi aralarında birbirlerinin haklarına saygılı
ola-biliyorlarsa, imama ihtiyaç bulunmadığı görüşündedirler. Eğer kendilerini
hakka götürecek bir imam olmadan haklara saygılı olma işinin tamamlanmayacağım
görürlerse seçerler ve bu caiz olur. Onlara göre İmam şeriatın gereği olarak
vacib değil, aksine caizdir. Eğer imamın seçilmesi zorunlu görülüyorsa, bu
ancak toplumun çıkan uyarınca gerekli görülür.
4)
Hariciler, şu veya bu günah ayrımı yapmadan, bütün günah sahiplerini tekfir
ederler. Özellikle içtihatta hataya düşmeyi günah sayarlar. Dolayısıyle Ali
(kv)yi hakeme başvurmayı kabul etmesiyle kafir sayarlar. Oysa ki onlar Hz;
Ali'ye bir seçenek sunmadılar. Bu içtihadı Hz. Ali'min seçtiği doğruysa, p
zaman durum üzerinde hata edilen içtihat noktasını aşamaz. Hz. AH (r.a)ı
tekfir edişte aşırı ısrarlı oluşları, içtihatta hata etmenin hataya düşeni
dinden çıkardığı görüşünde olduklarının delilidir.
101-
Şüphesiz bu temel ilke, onların İslam cemaatinin dışına çıkmalarını,
karşıtlarını müşrik saymalarını sağlayan, bu yüzden hükümdarlara mevkilerini
kaybetme korkusu yaşatan etkendir. Bu temel ilkeyi Allah Tcala'nm şu sözünde
olduğu gibi lafızların dış görünüşlerine dayandırdılar:
'Ot bulmaya güç
yerirebilenin Beyt'i haccetmesi. Allah'ın insanlar üzerindeki bir
hah ve vecibeyidir.
Kim bu hakkı inkar (ya da terk) ederse herhalde Allah alemlerden
müstağnidir,"
CAl-i İmran 97) Mukabele deliline göre lafzın dış görünüşünden haccı
terkeden kişinin kafir
olacağı anlaşılmaktadır. Yine Allah Teala'mn şu kavli gibi: "Bir-
m yuz'eı'ix ağaracağı
ve bir lakım yüzlerin kararacağı günde büyük azab onlara-
1 toran 106) Fasık,
şüphesiz siyah yüzlü olduğuna göre, kafirdir. Yine Allah Teala'nm kıyamet
gününün durumu hakkında şöyle buyurduğu gibi:
"Yüzler var ki, o
gün ışıl ısıldır, gülmekte ve sevinmektedir. Yüzler de var kî o gün üzeri
tozludur. O tozu da bir karanlık sarar. İste bunlar kafirler vefacirlerdir,"
(Abese 39-42)
Fasik kişinin yüzü,
kıyamet gününde üzerini dumanların kapladığı tozlu vaziyetten başkası olamaz.
Böyle bir fasık da, fücur içerisindeki kafirden başkası değildir. Yine Allah
Teala'nm şu sözü de bunlar arasındadır: "Fakat o zalimler, bile bile
Allah'ın ayetle-rini inkar ediyorlar." (En'am 33) Zulüm, inkar demektir.
İnkar etmekse, küfür demektir. Fasık kişi zalim olduğuna göre, aynı zamanda
kafir ve inkarcıdır.
Bütün bunlar,
delillerin dış görünüşlerine tutunmaktır.
102- Onların bütün
delilleri nasslarm dış görünüşlerine tutunduğu, akıl yürütmeleri de lafızların
dış görünüşünü aşamayıp, özüne ve manalarına inemediği için, taşın gediğine
nasıl konulacağını çok iyi bilen, belagat sahibi Ali (kv) onlarla tartışmaya
girdiğinde Kur'an nasslarıyla veya Hadis-i Nebevi ile münakaşaya girmez,
aksine onlarla Rasu-luflah (sav)in uygulamalarıyla tartışırdı. Ta ki, karşı
çıkmaya bir dayanak oulamasmlar. Hz. Ali'nin, hatanın küfrü gerektirmeyeceği,
hatta büyük bile olsa günahın da küfrü gerektirmeyeceği konusunu açıklarken
serdettiği görüşler bunlar arasındandır:
"İlle de siz,
benim hata ettiğimi ve delalete düştüğümü, ileri sürerek yüz çeviriyorsanız,
peki neden topyekün Ümmet-i Muhammed'i delalete düşmüş sayıyor, benim hatam
yüzünden onları da hata etmiş kabul ediyor ve benim günahlarım yüzünden onlan
tekfir ediyorsunuz? Kılıçlarınız sizin omuzlarınızda; iyi niyetlisine de, kötü
niyetlisine de vuruyor, böylece suç işleyenle suç işlemeyeni
karıştırıyorsunuz. Şüphesiz biliyorsunuz ki, Rasulullah (sav) zina eden evli
erkeği recmettikten sonra cenaze namazını kıldı, sonra da ailesini ona varis
yaptı. Ayrıca katili kısasla Öldürdü ve ailesini terekesine varis yaptı. Yine
hırsızın elini kesti. Zina yapan bekar erkeğe değnek vurdurdu, sonra da her ikisine
ganimetten pay ayırdı. Her ikisi de müslüman kadınlarla evlendiler. Rasulullah
bu kimseler hakkında Allah'ın hakkını uyguladı ama, İslam'dan paylarına düşene
engel olmadı. Esamelerini aile fertlerinin arasından çıkarmadı."
Bu değerli konuşmada,
onları hüccet karşısında aciz bırakan darbe indirici bir cevap tarzı görüyoruz.
Artık bu konuda tartışma cesaretini kaybettiler. Ali <ra), nasslarla delil
serdetmekten vazgeçerek Nebi (sav)in uygulama alanına koyduğu pratik örneklerle
hüccet getirmeye yöneldi. Çünkü pratik örnek, yorumu kabul etmez. Gerçek
yüzünden başka bir şekilde de anlaşılmaz. Artık bu konuda onların yüzeysel
bakış açılarına, ancak tek taraflılığa isabet eden ve ittîcah-i cüz'iden başka
yöneliş göstermeyen fîkri yapılanmalarına hiçbir mecal bırakmaz.
İbareleri anlamada
tarafgir olan itticah-ı cüz'id (kısmı yönelim)'e, varacağı ortak noktadan ve
maksattan uzaklaşma bulunduğu gibi, külli ve kapsamlı bakış açısında ise isabet
ve gerçeği tüm yönlerden algılama vardır.
103- Buradan
hareketle, haricilerin eğilimlerinin, nasslarm zahirleri ile hüküm
ver-uygulamalarda düşünmeden ileri atılma, konuşmalarda aniden alevlenmek ve marnların
birçoğuna saldırgan tavır takınma biçiminde şekillendiğini görmekteyiz. Fikri
olusumlariyla uygulamaları arasında kopukluk yoktur. Bilakis düşünce uygulamaya
eşlik eder. Aynca onlarda şahıslan kutsallaştırma yoktur. Oysa şiiler bunun
-özellikle bu asırda mezheplerini oluşturmaya başlayan îmamiyye-
karşısmdadırlar. Çünkü şiilerin temel ilkeleri, nasslara dayanma, hayaller
içinde yaşama, lafızları ve zahirlerini bırakarak kabul görmeyecek şeylerle
yorumlamaya tabi tutma üzerine oturmuştur. Onlar derler ki, lafızların bir dış
yüzü, bir de iç yüzü, iç yüzünün de iç yüzü... vardır. Bu görüş, haricilerin
örnek aldıkları yöntemin tam karşıtıdır. Şiiler, zulme uğramaları korkusuyla
görüşleri alenen söylememe anlamında olan takiyye ilkesini benimserler. Oysa ki
ötekiler, hakka yardımdan geri durmanın şirk veya şirk hükmünde olduğu
görüşündedirler. Yine onlar, zulmeden zalimler karşısında sustukları
gerekçesiyle genel olarak müslü-manfarla savaşırlar. Bunun ötesinde Şia
mezhebi, belirli bir aile ocağının halifeliği hak etme konusunda Öncelikli bir
konuma sahip olduğu, diğer tüm aile ocaklarının onun alt derecesinde sıralandıkları
esası üzerine bina edilmiştir. Şii'lerin bir kolu olan İmamiyye, İmamları
kutsallaştırma noktasına çıkarır. Hatta peygamberlerin, imamlardan ancak vahiy
nedeniyle yüce bir mertebede bulunduklarını, bu özellikten sonra gelen
peygamberlere ait bütün meziyetlerin imamda da bulunduğunu açıkça söylerler.
İmam Zeyd ise içinde
lafızların zahiri yönlerine tutunma bulunmayan ılımlı bir yaklaşımla konuştu.
Hatta dinin özünü kavramak lafızları, kabul görecek şekilde te'vil ederek asıl
meramını idrak etmek, imamların da diğer insanlar gibi bir insan olduklarını,
ancak takva, ilim ve rasul ile bir bağ içerisinde bulunmak üstünlüklerinin var
olduğunu benimsetmek için çaba sarfetti. İmam Zeyd, ilk dönemlerde takiyye
metodunu benimsedi. Fakat zulmü ve aşağılanmayı kabul etmedi. İşte bu
aşağılanmaları görünce, Ölümün sebeplerine karşı yılgınlık göstermeden ve bir
hazırlığı bulunmadan kendisini ileri attı. [4]
104-
Hariciler hadislerin ve lafızların dış görünüşleriyle hüküm verdikleri için,
aralarına sürekli sürtüşmeler meydana geliyor, küçük hesaplar yüzünden
ayrılıklara düşme-
n icarmakanşık bir hal
alıyordu. Belki de bu durum, savaştaki cesaret göstermelerinin
V ulugü yanında
bozguna uğramalarının bir çoğunun ardındaki sır idi.
mevilerin, haricilerle
savaşmak için görevlendirdiği Muhelleb b. Ebi Sufre kendi
ândaki sürtüşmeleri
bölünmeleri ve hiddetlerini kırmak için pusu olarak kullam-
Onları ihtilaf
içerisinde bulmadığı zaman da, aralarına sürtüşmeyi alevlendirecek bir kimseyi
salıveriyordu.
İşte anlatılan şu olay
bu cümledendir: Ezarika'dan bir demirci (Onlar haricilerin en sert gurubudur)
zehirli mızrak başlıkları yapıyor ve Muhelleb'in ashabına karşı kullanıyordu.
Bu durum Muhelleb'e ulaşınca, "ben sizi inşaallah ondan kurtarırım"
dedi. Kendi adamlarından birisini bir.dirhemle beraber bir mektubu Haricilerin
kumandanı ve aynı zamanda emiri olan Katari b. el-Fucae'nin ordusuna doğru
yönelterek şöyle dedi: "Para ile birlikte bu mektubu kışlanın içerisine
at. Ama kendine çok dikkat et." Adam aynen uyguladı. Mektupta şunlar
yazılıydı: "İmdi, mızrak başlıkların elimize ulaştı. Sana bin dirhem
iletiyorum. Onları al. Başlıkların sayısını artırdık." Mektup Katari'ye
ulaştığı gibi demirciyi çağırdı ve şöyle dedi:
-Bu mektup ne!
-Bilmiyorum!!
- Bu dirhemler kimden?
- Onları da hiç
bilmiyorum. Bunun üzerine adamı öldürdü. Abdu Rabbih es-Sağir çı-kageldi ve
dedi ki:
- Adamı hiçbir vesika
ve belge olmaksızın öldürdün.
- Peki bu bin dirhemin
durumu nedir?
- Onun durumu yalan da
olabilir doğru da. Katari şöyle dedi:
- Öldürülmesinde çıkar
bulunan bir adamı katletmek, yadırganacak bir durum değildir. İmamın, uygun
gördüğü şeyle hükmetme yetkisi vardır. Teb'aran buna hiç de itiraz etme hakkı
yoktur.
Bu durum karşısında
her ne kadar kendisinden ayrılmadıysa da beraberindeki bir cemaatle birlikte
onu şiddetle kınadı.
Bu sürtüşme haberi
Muhelleb'e ulaşınca işi biraz daha kızıştırmak istedi. Nihayet onlara
hıristiyan bir adamı gizlice gönderdi. Ve aynı şeye Özendirecek ücreti ona da
vererek dedi ki: "Katari'yi gördüğünde hemen ona secde et. Eğer seni
engellerse de ki, ben secdemi yalnızca senin için yaptım." Hıristiyan adam
aynısını yapınca Katari dedi ki: "Secde yalnız Allah Teala'ya
yapılır." Hıristiyan ise: "Ben de yalnız sana secde ettim."
dedi.
Bunun üzerine
haricilerden birisi: "O Allah'a değil de, sana secde etti" dedi ve şu
ayeti okudu:
"Şüphesi: ki siz
ve Allah'tan ba§ka taptıklarım: cehennem odunusunuz ve siz oraya varacaksın
i:." (Enbiya 98)
Katari dedi ki;
"Hıristiyanlar Mesih İsa b. Meryem'e taparlar ve bu tapış İsa'ya hiçbir
zarar vermez." Derhal haricilerden bir adam kalkarak Hiristiyanın üzerine
yürüdü ve onu öldürdü. Katari, adamın yaptığı bu işi kınadı. Haricilerden bir
gurup da onu kınamasından dolayı Katari'yi kınadı.
Bu sürtüşme de aynı
şekilde Muhelleb'e ulaşınca, aralarındaki bu durumu biraz daha stırmak istedi.
Onlara soru soracak bir adamı yanlarına gönderdi. Adam da yanlarına İdi ve dedi
ki: "Size doğru hicret ederek gelmekte olan şu iki adam hakkında nedersiniz?
Onlardan birisi yolda ölse, diğeri de size kadar ulaşsa, siz onu bir baskına
göndererek imtihan etseniz ve o da baskına katılmayı uygun bulmasa bu iki
kimse hakkında ne dersiniz? Onlardan bir kısmı ölen cennetliktir fakat öteki
ise mihnet olayına katılmayı uy »un görünceye kadar kafirdir dediler. Diğer bir
gurup da, her ikisi de kafirdir dediler. Ayrılıklar o denli şiddetlendi ki,
Kafari, kavmi bu sürtüşme içerisindeyken îstahar hududuna çekilip bir ay orada
ikamet etmek zorunda kaldı.[5]
105- Haricilerin,
lafızları dış görünüşleri ile benimsemelerinin, ithamları reddetmeye varıncaya
kadar büyük etkisi olmuştur. Bu davranış, sürtüşmeleri alevlendirdiği gibi, ithamları
da defetmeye yarıyordu. Bu hususta, Ubeyde b. Hilal Elişkirinin bir demircinin
hanımıyla töhmet altında bırakıldığı rivayet olunur. Onu. demirci evde yokken
defalarca evine girdiğini gördüler. Emirleri Katari b. Fucae geldiğinde durumu
anlattılar. Katari onlara dedi ki: "Ubeyde, din konusunda bildiğiniz
şekilde olduğu gibi, cihad konusunda da gördüğünüz şekildedir." Bunun
üzerine:
- Onun fuhuş yaptığı
konusunda araştırma yapamayız, dediler. Katari:
- Öyleyse vazgeçiniz,
dedi. Sonra Ubeyde'ye adam gönderdi ve durumu haber verdi. Ubeyde:
- Ya emirelmü'minin,
gördüğün gibi bana bühtanda bulundular. Katari:
- Seninle onların
arasını bulacağım. Fakat sen, ne suçlunun baş eğişi gibi başını eğ, ne de
suçsuzun boyun kaldırışı gibi boynunu kaldır. Böylece aralarını buldu ve konu
üzerinde konuştular. Ebu Ubeyde kalkarak besmeleyi çekti ve şu ayeti okudu:
"Doğrusu iftira
ile gelenler sizden, birkaç kişidir. Bunu kendiniz için şer saymayın. Belki o
sizin için hayırlıdır. O iftiracılardan her birine kazandığı günah vardır.
Onlar-dan iftiranın büyüğüne sahip çıkıp yürütene ise büyük bir azap
vardır." (Nur: 11)
Bu ayetleri
dinledikleri zaman ağlayarak ayağa kalktılar, Ubeyde'yi kucakladılar ve bizim
için mağfiret dile, dediler.[6]
Bu ayetleri okuyuşla,
itham konusunu şöyle düşünmekten onları uzaklaştırmış oldu. Olay doğruysa,
azabı hakeder. Yok eğer yalansa ona bühtan yapmış olurlar. Konuyu, nass
paralelinde, uygulamaya koymaksızm üzerinde düşünmediler bile. Böylece onu de-'
insiz olarak töhmet altında bulundurduktan sonra yine delilsiz olarak beratıyla
ilgili hü-um çıkardılar. Ve böyle hızlı fikir değiştirmeyi gerektirecek güçlü
bir sebep olmaksızın diğer Çelişkiden
diğer çelişkiye intikal ettiler. [7]
106- Her ne
kadar bahsettiğimiz ana ilkeler onları genel hatlarıyla bir araya topluyor
idiyse de, aralarındaki sürtüşmelerin çokluğu nedeniyle fırkalara ayrılmaları
da çok oldu. Bu fırkaların başhcalan: [8]
107- Bunlar,
Hanİfeoğullanndan olan Nafi b. Ezrak'm taraftarlandır. Cesaret yönünden
haricilerin en güçlüsü ve sayıca en kalabalık olanlarıdır. Yine onlar, İbn
ZÜbeyr ve Emevilerden ilk darbeyi alanlardır. Nitekim Nafi', İbn Zübeyr ve
Emevi komutanlan ile on dokuz yıl savaşmış ve savaş alanında ölmüştür.
Kendisinden sonra yönetim işlerini Nafi' b. Ubcydullah, sonra da Katari b.
Fucae üstlenmiştir.
Kendilerini
diğerlerinden ayıran ana ilkeler şunlardır:
a) Onlar,
muhalif müslümanlan sadece mü'min saymamakla kalmayıp, bilakis onlan cehenemde
ebedi kalacak müşrikler olarak görüyorlar, onlarla savaşmayı ve öldürülmelerini
de helal sayıyorlardı.
b) Muhalif
müslümanlann vatanlan, darülharpte mubah kılınan şeylerin mubah görüldüğü bir
darülharp durumundadır. Kadın ve çocukları esir almak mubahtır. Savaşmaktan
geri duranları da Öldürmek mubahtır.
c) Çocukları
öldürmek de mubahtır. Muhaliflerin çocuklarının ebedi cehennemde olduğu kanaat
indedirler. Yani muhaliflerinin küfrünü gerektiren suç, her ne kadar aynı suçu
işlemeseler de çocuklarına sirayet eder. Fakat bu, onlardaki fikri bir
saplantıdır.
d) Fıklıi
görüşleri arasında recm cezasını kabul etmeyişleri mevcuttur. Kur'an-ı
Ke-rim'de sadece "değnek vurma" cezasının bulunduğunu, recm cezasının
Kur'an'da geçmediğini ve kendilerince sünnette sabit olmadığını söylerler.
e) Yine
iftirada bulunma cezasının sadece evli kadına zina isnad eden kimse için sabit
olduğu, fakat evli erkeklere zina isnadında bulunan kimseler hakkında sabit
olmadığı görüşündedirler. Çünkü onlar aşağıdaki nassın zahirine göre hüküm
veriyorlar:
"iffetli hür
kadınlara zina suçu atan, sonra dört şahit get'vemiyenlere seksen değnek vurun
ve onların şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin. Ve işte onlar günah işleyip
ilahi yoldan çıkmış kişilerdir." (Nur 4)
Burada evli erkeklere
zina isnadında bulunmak cezası zikredilmemektedir.
f) Yine
onlar, nebilerin küçük veya büyük günah işleyebilecekleri görüşündedirler.[9]
Bu görüş, şüphesiz
onların durumlan konusundaki çelişkilerden birisidir. Madem ki onlar büyük
günah işleyenin müşrik olduğuna
hükmediyor ve aynı suçu nebiler hakkında da caiz görüyorlar.O halde bu. Nebi de
bazan küfre gidip sonra tevbe eder demektir.Bu görüşleri Allah Teala'nm şu
sözünün zahiri anlamından algılamaktadırlar: "Şüphesiz biz senin için açık
bir fetih yolu açtık. Allah'ın, senin geçmiş ve gelecek kusurla-nnı bağışlaması
için..."(Fetih 1) [10]
108- Bunlar
Hanıife oğullarından Necdet b. Uveymir'in yanlılarıdır. Ezarika, muhalifleri
ile savaşa çıkmayarak geri duran haricileri kafir saymaları konusunda muhalefet
ettiler. Çocukları katletmeyi helal görme konusunda onlara karşı çıkmaları
gibi. Ve yine muhalifleriyle işbirliği İçerisinde olan zımmilerle ilgili hüküm
verme hususunda onlara muhalefet etmeleri gibi. Çünkü Ezarika müsîumanların
güvencesi altına giren zımmiîe-rin anlaşmasına hü'rmetcn kanlarının mubah
sayılamayacağı görüşündedirler. Necedat ise, onların kanlarının, himayelerinde
yaşadıkları karşıt kişilerin kanlarının mübahlığı gibi mubah olduğu
düşüncesindedirler.
Daha önce de işaret
ettiğimiz gibi Necedat, bir imamı başa geçirmenin dini gereklilik anlamında
bir vucubiyet olmadığı, aksine müslümanlar kendi aralarında hakça tavsiyelerde
bulunsalardı ve uygulama alanına koysalardı ona ihtiyaç duyulmayacağından, bir
imamın başa geçirilmesinin gerekli olmayacağı anlamında toplum çıkarına ait bir
gereklilik olduğu görüşündedirler.
Necedat, diğer harici
fırkalarından lakiyye metodunu benimsemeyi, başka bir deyimle bir haricinin
kendi kanım şırınga etmesi amacıyla beraber bulunduğu cemaaten olduğunu izhar
etmeyi caiz görmeleri noktasından aynim aktadırlar.
Necedat, diğer
haricilerin içinde bulunduğu durum gibi kendi topluluklarını fırka fırka yapan
ikinci derecede küçük hesaplarda ayrılığa düşmüşler ve yadırgadıktan birçok
işlerde emirleri olan Necdet'e karşı koymuşlardır.
Bunlardan birisi,
oğlunu ordunun başına kumandan olarak göndermesi, kadınları esir almaları,
ganimetleri peşkeş çekmeleri ve taksim etmeden önce ganimetlerden bir bölümünü
aşırmaları, buna karşılık onları mazur görüp, sorgulamam asıdır.
Yine onlardan birisi,
had cezasını gerektiren bir suç işleyen kimseyi kafir saymama-» elkı de Allah onu affeder; azap etse bile
cehennemin dışında azap eder ve sonra cennete girdirir demesidir.
ecdet bu görüşü ile
günah işleyen kişinin kafir olacağı hükmünü amir olan haricile-rm genel besine
ters düşmektedir,
ecdet, günah işleyen
haricilere toleranslı davranıyor, ancak onların dışındakilere müsamaha
göstermiyordu.
Yine onlardan birisi,
bir orduyu deniz cephesine gönderip, bir orduyu da kara cephesine gönderdikten
sonra, ganimetlerin taksimi esnasında karadaki orduyu denizdeki orduya üstün
saymasıdir.
Ayrılıklar bu ve diğer
konular etrafında çıkmaza girerek şiddetlendi. Bunun üzerine üç taife ortaya
çıktı:
Bir taife Hanife
oğullarından olan Atiyye b. Esved ile birlikte Sicistan'a gitti.
Bir taife de Necdet'e
karşı ayaklanarak onu öldürdü ve yerine Ebu Fudeyk'i getirdi. Necdet'in istila
ettiği yerleri ele geçirdi. Abdulmelik b. Mervan üzerine bir ordu gönderip
bozguna uğratıncaya değin gücünü devam ettirdi.
Üçüncü taife de
yaptıklarından dolayı Necdet'den özür dileyen taifedir. Güçsüz bir halde kendi
kendine varlığına son verinceye kadar kısa bir süre ayakta kaldı. [11]
109- Bunlar,
Ziyad b. Asfar'ın yanlıları olup, görüşlerinde ileride açıklayacağımız gibi
Ezarika'dan daha az tarafgir ve îbadiyye'den daha serttirler.
Günah işleyen
konusunda Ezarika'ya karşı çıkmışlardır. Ezarika günah işleyenleri müşrik
sayarken, Sufriyye müşrik olmaları noktasında ittifak etmemişler, aksine
onların bir bölümü üzerinde kararlaştırılmış had cezası bulunan günahları
işleyen kişinin Allah Teala'nın kendilerini zani. hırsız ve iftiracı olarak
nitelendirdiklerinin dışına çıkarmayacağı, hakkında had cezası bulunmayan
suçları işleyen kişinin ise kafir sayılacağı görüşündedirler. Yine onların bir
bölümü de günah işleyen kişinin valinin belli bir ceza takdirine kadar kafir
.sayılamayacağı düşüncesindedirler.
Sufrilerden olan Ebu
Bilal Mirdas çok değerli bir zattı. Yezid b. Muaviyc günlerinde Basra'nın bir
kasabasında kıyam etti. Fakat kendisini halka açmadı. Ancak eğer başarıya
ulaşırsa devlet malından kendisine yetecek kadarım alacaktı. Savaşı istemiyor,
arzu bile etmiyordu. Fakat Abdullah b. Ziyad onu katleden kişiyi üzerine saldı.
Yine Sufrilerden şair
ve zahid bir kimse olan îmran b. Hiffan, İslam yörelerinde kendi batıl
inanışını yayarak dolaşıp duruyordu. İşte Sufriyye. Ebu Bilal Mirdas'dan sonra
bunu kendilerine imam seçti.
Bu taifenin
yöneticiliğini üstlenen kişilerin haberlerinden, müslümanların kanlarını mubah
saymamaları, muhaliflerinin yurtlarının darülharp sayılamayacağı, kadınların
esir edilebileceğini uygun bulmayışları, hatta sulianm kışlası dışında hiçbir
kimseyle savaşmayı onaylamayişlan açıklık kazanmaktadır. [12]
110- Bunlar,
Necdet'e karşı kıyam eden Afiyye b. Esved'in yanlılarından birisi olan Abdülkerim
b. Acred taraftarlarıdır. Taifesiyle birlikte Sicistan'a gitmiştir. Dolayısıyle
bunlar, görüşlerinde Necedat'a yakındırlar.
Belli başlı görüşleri
şunlardır: Muttaki olduğunu biliyorlarsa, haricilerden, birlikte savaşa
katılmayanları imam yapabiliyorlar, muhaliflerinin vatanlarından hicret etmeyi
zorunluluk değil aksine bir fazilet örneği sayıyorlar, mallarını mubah saymayı
uygun bulmuyorlar, muhalifin malını ancak öldürüldüğü zaman mubah görüyor,
kendileriyle savaşmayan kişiyi de öldürmüyorlardı.
Acaride de çeşitli
durumlar sebebiyle birçok fırkalara ayrılmışlardır. Bunlar arasında kaderle ve
kulun iş yapma gücüyle ilgili olanlar bulunduğu gibi, yine onlar arasında çocukların
hükümleri ile ilgili olanlar da bulunmaktadır. Konu cedelleşme ile başlıyor,
ce-delleşme sürtüşmeyle, o da bir fırkanın doğmasıyla sonuçlanıyordu.
Bunun örneklerinden
birisi de şudur: İsmi Şuayb olan bir adam Meymun ismindeki bir kimseye
borçlanır. Bu adam alacağını isteyince Şuayb:
- İnşaallah onu sana
öderim.
- Allah onu şu saatte
dilemiştir.
- Eğer dilemiş
olsaydı, onu mutlaka sana ödeyebilmem gerekirdi.
- Allah borcu Ödemeni
emretmiştir. Her emrettiğini dilemiş demektir. Çünkü O, dilemediği bir şeyi
emretmez.
Bunun üzerine Şuayb ve
Meymun reisleri ve imamları olan Abdülkerim İcrid'e bir elçi gönderdiler.
İcrid, iki görüşe de ihtimali olan kapalı bir cevap verdi ve şöyle dedi:
"Sen ancak Allah'ın dilediğini söylüyorsun ve o da oluyor, dilemediği şey
meydana gelmez ve Allah'a kötülük işlemez."
Cevaptaki bu kapalılık
yüzünden, her ikisi de verilen cevabın kendi görüşüne uygun olduğunu ileri
sürdü. Böylece Acaride, Şuaybiyye ve Meymuniyye olarak iki kısma ayrıldı.
Sürtüşme sebepleri
konusunda rivayet edilen hu ^îardan birisi de şudur: Adı Sa'Ie-beolan İcridinin
bir kızı vardı. Başka bir îcridi, onunula evlenmeye talip oldu ve istetmek için
annesine birisini gönderdi. İsteğinde şöyle diyordu:
"Eğer buluğa
ermişse ve Acaride'nin itibar ettiği şartlara göre İslam'ı benimsemişse,
mihrinin ne kadar olacağı önemli değil."
Anne şu karşılığı
verdi: "O, baliğ olsun veya olmasın, velayet konusunda serbesttir."
Durum Abdülkerim'e
iletilince, o da çocukların velayetinden beri olmayı yeğledi. Sa'lebe bu görüşe
karşı çıktı ve bu fırkadan Sa'lebiyye adlı diğer bir fırka doğdu.
İşte böylece biz, iki
fırkaya bölünmeye veya kendi içinden başlı başına bir fırkanın doğmasına zemin
hazırlayan, siyasetle hiçbir ilişkisi bulunmayan böylesine küçük sürtüşmelere
şahit oluyoruz. [13]
111- Bunlar,
Abdullah b. İbad yanlılarıdırlar. En ılımlı ve düşüncelerini ortaya koyma
açısından islami cemaate en yakın hariciler oldukları gibi, aynı zamanda zulüm
ve taşkınlıktan da en uzak olanlarıdır. İşte bu yüzden ayakta kalabilmişlerdir.
İyi bir fıkıhları bulunduğu gibi, seçkin alimleri vardır. Bir kışımı taifelnda
Batı Sahra, bazı kesimlerinde, bir bölümü de Zengibar beldelerinde ikamet
etmektedirler. Bunların kendilerine has fıkhi görüşleri vardır. Bu görüşlerin
bir kısmı Mısır anayasası yer almıştır. Bu da azad etme velayetinden dolayı,
varisi bulunmayıp da ölen köleye varislik konusundadır. Çünkü Mısır kanunları
bu kimseyi bütün varislerden; hatta karı veya kocadan birisine reddiye
yaptıktan sonraya bırakıyor. Oysa ki dört mezhebin tümü böyle bir kimseyi nesep
yoluyla asaba olanların sonuna bırakmakta ve onu ashabı feraiz üzerine reddiye
yapmaktan önceye almaktadır.
Bunların belli başlı
görüşleri aşağıdaki şekildedir:
a) Muhalifleri
olan müslümanlar, müşrik olmadıkları gibi, mü'miiî de değildirler. Onlara,
nimete küfredenler biçiminde yorumladıkları kafirler adını veriyorlardı. Çünkü
onlar, Allah'ı inkar etmemişler fakat Allah taraftan olma konusunda kusur
işlemişlerdir.
b) Muhaliflerinin
kanlan haramdır. Sultanın kışlası hariç, yurtlan da tevhid ve İslam yurdudur.
Fakat bu düşüncelerini açıkça söylemiyor, muhaliflerinin yurtlanyla kanlan-nın
haram oluşunu kalplerinde gizliyorlardı.
c) Atları,
silahlan ve savaşlarda kuvvet olarak kullanılan şeylerin dışında kendileriyle
savaşan müslümanlann ganimet mallarından hiçbir şey helaî değildir. Altın ve
gümüşü sahiplerine geri veriyorlardı.
d)
Muhaliflerin şahitlikleri ve onlardan kız alıp-vermek caizdir. Ayrıca onlarla
hariciler arasında biribirlerine varis olma geçerlidir.
İşte bütün bunlardan,
ılımlılıkları ve muhaliflerine karşı insaflı davranmalan açıkça belli
olmaktadır. [14]
112- Harici
mezhebi, dini konularda şiddet yanlısı olma ve taşkınlık yapma üzerine
kurulmuştur. Lakin onlar, nasslann zahirlerine göre hükmetmişler ve İslami
gerçekleri kavrama konusunda öze inememişlerdir. Böylece daha güzeli ararken
bataklığa saplanmış, hem kendilerini, hem de halkı zor durumda bırakmışlardır.
Ancak inancın şuuruna eren kişiler, herne kadar bunlann delaletlerine hükmetmiş
iseler de, kafir olduklarına hükmetmemişlerdir. Dolayısıyle rivayet olunur ki,
Ali (r.a) ashabına kendisinden sonra Haricilerle savaşmamalarını tavsiye etmiş
ve onlarla Muaviye'yi karşılaştmrken şöyle söylemiştir: "Hakkı ararken
hataya düşen kişi, batılı arayıp da onu elde eden kişi gibi değildir."
İşte burada Ali Radiyallahu Anh ve (k.v) haricileri hakkı ararken hataya düşen kişiler
olarak saymıştır. Fakat bu taşkınlıkları yanında hariciler içerisinden hiçbir
şeylerinde İslam eseri bulunmayan mezheplere yönelen insanlar yeşermiştir. Bu
tür mezhepler, yüce kitapta geçenlere ve Rasulullah (s.a.v)'den tevatür
yoluyla gelen haberlere ters düşmektedir. Nitekim Bağdadi'nin "el-Fark
Beyne'l Firak" adlı kitabında haricilerden iki taifenin bazı görüşleri ile
İslam'ın dışına çıktıklan belirmiştir. Bu iki taife: [15]
Bunlar, Yezid b. Enise
el-Harici'nin taraftarlarıdır. Bu şahıs önceleri İbadiyye'ye mensuptu. Sonra
Allah Teala'nın Acemlerden, Muhammedi Şeriati neshede-cek kitabı kendisine
indireceği bir rasul göndereceğini iddia etti. Oysa ki böyle bir görüş,
Kur'an-ı Kerim'in karar altına aldığı "Muhammed (s.a.v)in son peygamber
olduğu" hükmüne ters düşmektedir. [16]
Bunlar da, "Allah
Teala'nın dilemesi ve bu dilemesinin emriyle uygunluğu" konusundki
İcridî'nin karşısına çıkan Meymun el-İcridi'nin etbaıdır. Buna az Önce işaret
ettik. Bu adam, çocuklarının kızlarıyla erkek ve kızkardeşlerinin çocuklarının
kızlarıyla evlenmeyi mubah saymıştır. Bunun gerekçesinde, şöyle söylemiştir:
"Çünkü Kur'an-ı Kerim, bunlardan mahremler arasında söz etmemiştir."
Bu, Kur'an'ı anlamayan, Arapçayı hiç bilmeyen, rivayet yoluyla gelen haberleri
bir kenara atan, aklın postülatlanna var olmanın değişmez kanununa karşı çıkan
bir kimsenin görüşüdür.
Bu Meymuniyyelerden,
Yusuf Suresini inkar ettikleri ve onu Kur'an'dan saymadıkları, rivayet olunur.
Çünkü onlara göre Yusuf Kıssası bir gönül eğlendirme kıssasıdır. Dolayısıyle
onu Kur'an'dan saymak doğru değildir. Bu kötü inançlanndan dolayı Allah on-lan
kahretsin. Zaten bu görüşleriyle büsbütün dalalete sapmışlardır. [17]
113-Haricilerin
faaliyetleri, halkın güvenliği açısından tehdit unsuru oîuşturmalan ve
badiyelerin uzak köşelerindeki müslümanları kaçırma eylemleri Emevi döneminde
aşın derecede arttı. Dini, lafızların zahirlerinden algıladıklarını daha önce
belirtmiştik, îslami gerçekleri, okun avı delip geçmesi gibi Öyle delik-deşik
ediyorlardı ki, ancak onlardan kaçan kurtuluyordu. Fakat başkalanm,
cehaletlerinden dolayı, hiçbir hukuki dayanak bulunmaksızın ve şeriat adına
ellerinde apaçık hüccet olmaksızın fasiklık veya küfürle damgalıyorlardı.
Haricilerin harekatı;
Emevilerin her güçlüklerinin ardından zayıf anlarını yakaladıklarında
şiddetleniyordu. Hal böyle olunca, onların harekatı önce Muaviye'nin, sonra
Yezid'in, daha sonra da Hişam b. Abdülmelik'in ardından şiddetlendirdiler ki,
Emevi hükümranlığının yıkılışına iştirak ettiler. Horasan'daki Abbasi
harekatının zorladığı ve Emevilerin bu durumdan tam sıyrılacaklan sırada -ki
zaten Abbasiler topraklan kenardan köşeden sıkıştırmaya başlamışlardı-
Hariciler kıyam ederek h. 130 senesinde Medine'yi istila ettiler. Yani Emevi
Devletinin can çekiştiği sırada ve İmam Zeyd'in katledilisinden sekiz küsiir
yıl geçtikten sonra.
İbnul-Esir'in el-Kamil
adlı eserinde şöyle geçmektedir: "Bu yılda (yani Ebu Hamza el-Harici'nin
hacca geldiği 129 senesinde)... İnsanların Arafatta bulunduğu sırada ne olduğunu
farketmeden birden bire sancaklar ve mızrakların tepesinde siyah şakırlar
beliri-verdi. Onlar yediyiiz kişi idiler. Halk onları görür görmez paniğe
kapıldı ve durumlarını araştırdılar. Onlara, Mervan ve Mervan ailesine karşı
tavır aldıklarını bildirdiler. O zamanın Mekke ve Medine sorumlusu Abdulvahid
b. Süleyman b. Abdülmclik onlarla mektuplaşü. Onlardan mütareke talebinde
bulundu, dediler ki, "biz aslında hacca en hasret ve en düşkün
kişileriz." Bunun üzerine halka saldırmama noktasında topyekün
biri-birlerinden güvence içerisinde olma üzerinde anlaşma yaptılar.
Hac sona erdikten ve 129.
senesi de bitip 130. senesi girdikten sonra, kendisiyle Me-dineliler arasında
geçen şiddetli çarpışmanın akabinde Haricilerin kumandanı Ebu Hamza Medine'ye
girdi. Medineliierden çok kişi öldürdüler. Medine'de söz sahibi oldukları için,
öldürülenler hep Kureyş'tendi. Onlardan çok sayıda kişi de yaralandı.
Bozgucular Medine'ye girdiği esnada bir kadın, beraberinde diğer kadınlar
olduğu halde avlusundaki ağıt yakanları ikamet ediyordu. Kadınlar,
kocalarından heber gelinceye dek avluyu terketmediler. Haberler gelince tek tek
hepsi de kocalarının ölüsüne varmak için gittiler. Öldürülenlerin çokluğu
dolayısıyla o kadının yanında hiç bir kadın kalmadı."[18]Bundan
sonra Emeviler tarafından kendilerini çıkartanlara karşı üstünlük sağlandı. Zaten
burada emevi kuvvetleri lehine bölünmeler vardı. Böylece Emveiler Abbasiler'i
geri püskürtmeyi başarmış oldu. İşte bu durumda Ebu Hamza'mn Medine'yi
felhedişi anında yaptığı konuşmayı zikretmemiz zorunlu olmaktadır. Bu konuşma,
Emevilere ve Emevi yanlılarına indirilen darbeyi tasvir ediyor. Hutbenin metni
şudur:
"Ey Medineliler,
ben Şaşı Adam'm zamanını görüp geçirdim (Hişam b. Abdülmelik'i kastediyor)
Ürünlerinize hastalık vurmuştu. Siz ona, vergilerinizin kaJdınlmasi isteğini
taşıyan yazı yazmış, o da uygun görmüştü. Böylece zenginler daha zengin,
fakirler daha fakir olmuştu. Siz de Abdülmelik'e, Allah seni hayır ile
ödüllendirsin, demiştiniz. Fakat ne sizi, ne de onu hayırla Ödüllendirdi. Şunu
iyi bilin ki, biz yurtlarımızdan ne şımarıklık ne azgınlık, ne boş şeylerle uğraşmak,
ne varlığına konmak istediğimiz bir padişahın devleti ve ne de uğradığımız
eski bir yenilginin intikamını almak için çıkmadık. Ancak biz, hakkın
kendilerinin atıl bırakıldığını, hakkı söyleyenin kaba kuvvetle yıldırıldi-ği
ve adaleti ayakta tutmak İsteyenin Öldürüldüğünü gördüğümüz zaman geniş olan
yer-yüzü bize dar geldi.
O esnada Rahman'm
taatına ve Kur'an'm hükmüne çağıran bir davetçiyi duyduk. Hemen Allah'ın
davetçisine uyduk. "Kim Allah'ın davetçisine katılmazsa, yeryüzünde Allah'ı
aciz bırakamaz." (Ahkâf 32) Biz, çeşitli kabilelerden yardım istedik.
Çünkü biz azınlığı ve yeryüzünde müstaz'afız. Onlar bize kucak açtı ve
yardımlarıyla desteklediler Onların nimetleri İle biz kardeş olduk. Daha sonra
sizin adamlarınızla karşı karşıya eeldik. Kendilerini Allah'ın taatına ve
Kur'an'ın hükmüne çağırdık. Onlar ise bizi şeytanın taatına ve Mervan
oğullarının hükmüne çağırdılar. Allah'a andolsun. Batıl İle gerçek arasında
fark ne büyük! Sonra sağa-sola yalpalanmaya başladılar. Şeytan salyasını onların
arasına akıttı.
Tencereleri onların
kanlarıyla kaynadı. Şeytanın yanm yamalak bilgisini doğru kabul ettiler. Allah
Azze ve Celle'nin yardımcıları, varı-yoğuyla, tüm yaldızlı keskin kılıçlarıyla
geliverdi. İslam düşmanlarının da hayret kaldıkları bir darbeyle bizim ve
onların değirmen taşları döndü. Siz, ey Medimeliler, Mervan ve Mervan'ailesine
yardım ederseniz, Allah ya kendi katından bir azapla veya bizim ellerimizle
kökünüzü kazır ve inanmış toplulukların gönülleri incinir.
Ey Medineliler,
başlangıcınız hayırlı bir başlangıç, sonunuzsa kötü bir sondur.
Ey Medineliler, Allah
Azze ve Celle'nin kitabında güçlü ve güçsüzlere farz kıldığı sekiz senimden
bana haber veriniz! Bir dokuzuncusu gelmektedir ki, onun içinde sahibi için
hiçbir sehim yoktur[19] Bu sehimi,
büyüklüğünü ileri sürerek ve şiddet kullanarak kendisine ayırmıştır. Ey
Medineliler, sizin, arkadaşlarımı şu şekilde küçümsediğinizi duyuyorum:
"Onlara zamane gençleri ve kaba davranan arabiler diyorsunuz. Vallahi onlar
gençlik çağlarında oluğunlaşmışiardır. Gözleri kötülüğe kapalı ve ayakları
batıl konusunda ağırdır."
114- Bu her
ne kadar hitabeyi, İmam Zeyd'in şehadetinden sekiz küsur yıl sonra söy-lenmişse
de, fikirlerin dalgalandığı bir dönemi ve Emavi asrının son dilimini gösterdiği
'Çin serdettik. Şüphesi/, zulmü duyumsamaktan kaynaklanan psikolojik ızdırap,
bazan sert feveranlar biçiminde ortaya çıkıyordu. Çünkü büyük şahsiyetlerden
her biri veya fırkalardan herhangi birinin liderini ya içine düşmüş olduğu
zulüm coşturur veya kerametini ileri sürer veya da bir zaaf noktası bulduğunda
hemen onu değerlendirir. İmam Zeyd'in kıyam hareketinde meydana gelenler,
bunlardan birincisi türündendir. Nitekim onun ayaklanması, psikolojik
dalgalanmaların ve zulmn ürettiği ızdiraplarm görüntü-ennden birisiydi. Zeyd
(r.a) kıyam etti ve ondan sonra çeşitli feveranlar birbirini izledi. V ü °'nun
şehadeti ve beraberinde taşıdığı şeyler birçok kinlerin kalıntılarıdır. Gerçeten
inanmış gönülleri öyle harekete geçirdi ki, bu hareket Mervan'ın bütün İslam yörelerindeki
hükümdarlığını daha sonraları Endülüs'te varlığını sürdürmüş olsa
bile-kö-künden silipsüpürdü.
Hitabe, birçok
konulara ışık tutmaktadır. O da bu asırda zenginle fakir arasındaki
dengesizliğin hareketlendiğini göstermesidir. O kadar ki, Ebu Hamza bile zenginliği
daha arttıracağı, fakirliği ve züğürtlüğü de daha fazlalaştıracağı
düşüncesiyle bir kısım haracın terkedilmesinden üzüntü duyuyordu. Çünkü
zenginlerin lehine haracın terkedilme-si nedeniyle fakirin hakkı mahrum
edilmektedir. Bu husus İmam Zeyd (r.a)'m ele aldığı ve davet hitabesinde her
hak sahibinin hakkının teslim edileceği taahhüd ettiği şeydir..
Hitabenin ışık tuttuğu
diğer bir husus, Haricilerin özellikle Farisi olanlarının Medi-neliler üzerinde
otorite sağlamış bulunnmalandır. Gerçek şu ki, Medine sakinleri arasında
Emevioğulları tarafını tutma konusunda aşın giden "Darû'î-Hicret"
ehli bulunmaktaydı. Öyle ki, zulümleri ve Rasulullah (s.a.v)'in aline karşı
hilelerinde onların hesabına çalışıyorlardı. Nitekim biz daha önce ille de
Emeviler hesabına çalışması ve değer verişinin aşırılığı ile haksız olarak
İmam Zeyd (r.a)'a saldırıda bulunan Ensariyi, hatta bu duruma Ömer b. Hattab'ın
ahfadında birisinin çok kızdığını, şiddetle öfkesini açığa vurduğunu ve bu tür
olaylara sabredilmeyeceği kanaatini açıkladığını anlatmıştık.
Yine bu hitabe, Hişam
b. Abdülmelik dönemindeki suskunluğun kalben mutmamin olan kimsenin suskunluğu
rdeğil, kinini ve kızgınlığım içine gömer bir kişinin suskunluğu biçiminde
olduğunu gösteriyor.
Yine göstermektedir
ki, bu defasında Harici hareketi kırsal kesimdekilerin hareketi idi. Zeyd'in
hareketi şehirlilerden Öç almayı simgelediğine göre, Ebu Hamza eş-Şari'inin
hareketi da kırsal kesimdekilerin hareketini sembolize etmektedir. İktidann
değiştirilmesinin zarureti noktasında hem şehirliler ve hem de kırsal
kesimdekiler birlik olunca, işte o zaman Abbasioğulları Devleti kurulmuş oldu.
Kuşkusuz Ebu Hamza'nın
dile getirdiği medinelilerin durumu, İmam Zeyd'in hareketini Medine'de değil
de Kufe'de seçmesinin sebebini gösterkmektedir. Bunun da Ötesin-de kıyam
harekelini teşvik edenlerin Irak'lılardan olmasıdır.
115- Buraya
kadar, asnn portresini siyasal açıdan ele aldık. Bu görüntü, siyaset ve devlet
olma noktasında samimiyet içerisindeki düşünürün fikrini ortaya koyusunu en ideal
yola yönlendirir. Kuşkusuz kafalann içinde dolaşıp, uygulamada ortaya çıkmayan
siyaset ve devlet olma alanındaki zikzaklı çizgiler, ancak dosdoğru bir metodun
verh-ğıyla hedefe varışı hızlandırır. Karar altına alınan hususlardandır ki,
doğru çizgi ancak eğiri çizgilerin arasında doğruluğunu belli edecek gibi,
çizgilerin zikzaklı oluşu da ancak düz bir zemin üzerinde belli olur.
Sonra çağın yapısal
durumu gerçekten inanmış gönülleri etki alüna alıyordu. Emevi-lerin İslami
fetih hareketlerinde üstünlükleri olduğuna göre bu durum metod olarak benimsedikleri
devlet olma üslubunu da beraberinde getirmektedir. Bu model, sindirme ve zor
kullanma üzerine kurulmuştur. Zor kullanma metodu, hem böylesine psikolojik sızlanmalara
ve hem de böylesi fikri saplantılara neden olmuştur. Oysa Zeyd için devlet
ol-lanmalara ve hem de böylesi fikri saplantılara neden olmuştur. Oysa Zeyd
için devlet olma noktasında dosdoğru dününceyi uygulamalı bir görüntü halinde
sergileminin üstünlüğü vardı. İmam Ali ve çocuklan etrafında çöreklenen
kuruntuların tutarsızlığını açıklığa kavuşturmuş, Emevi baskısına karşı savaş
açmış ve topyekün hak ehlini menun edecek hem tutarlı, hem de dosdoğru çizgiyi
görüntülemiştir. [20]
116- Zeyd (r.a)
siyaset adamlarından birisi olduğu gibi aynı zamanda Akaid alimlerinden
birisiydi de. Nasıl ki siyasi konumu hakka ve hakkı zafere ulaştırmanın
gerekliliğine olan imanına dayalıydı, aynen öyle akide etrafındaki görüşleri
de cesarete ve itikad ettiklerine güçlü bir imandan kaynaklanıyordu. Onun
döneminde İslami fırkalar topraktan biter gibi bitiyor, hemen pazarlaması
yapılıyordu. İslami fırkalann derinlemesine girdiği konulara Zeyd de kendine
göre uygun gördüğü düşünceleriyle dalış yapıyordu. Ancak Zeyd'in bu konulardaki
görüşleri siyasi alandaki yorumlamaları gibi genel olarak bakıldığında ılımlı
ve toparlayıcıydı. Bir kısım fırkaların aşırı tarafgir oluşları oranında
tarafgirlik yapmıyordu. O, ileride kader konusundaki meseleler ve büyük günah
işleyenler etrafındaki düşüncelerini açıklayacağımız gibi konulara
derinlemesine girdi. Bu konumda bize düşen görev, her iki mesele hakkındaki
tartışmaları başlangıcından itibaren ele almak, sonra da çeşitli fırkalara
kısaca işaret etmektir. Öyle ki İmam Zeyd'in görüşleri onun düşünceleri
üzerinde tartışılırken açık ve net olarak ortaya çıksın. [21]
117- Kader
konusundaki tartışmalar, Allah Sübhanehu ve Teala'nın iradesi yanında insanın
irade ve fiilleri açısından, İslam öncesine kadar derinleşir. Bilakis İsîam'da,
bu konu etrafında tartışma yapanlar, daha Önce söylenilenlerin bir kısmını
tekrarlıyorlardı. Cahiliyye dönem indekiler, biçiminde temize çıkarıyorlardı.
Nitekim Allah Sübhanehu ve Teala onlar hakkında şöyle buyuruyor: "Putperestler
diyecekler ki, Allah dileseydi ne biz ortak koşardık, ne de atalarımız. Hiçbir
şeyi de haram kılmazdık, onlardan öncekiler de aynı şekilde (peygamberleri)
yalanladılar ve sonunda. Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece
yalan söylüyorsunuz." (En'am 148)
Kader konusundaki
tartışma, Rasulullah (s.a.v) döneminde alevlenmişti. Nebi (s.a.v) bizim Kadere,
Hayır ve şerre inanmamızı emretmiş ve Cibril-i Emin kendisine imam konusunda
sorduğunda şöyle buyurmuştur: "Allah'a meleklerine, kitaplarına, peygam
berlerine, Ahiret gününe inanman, kadere, hayır ve şerre iman etmendir."
el-Munye ve'l-Emel
sahibi Kaderin Allah Teala'ya ait ilmi ezeli ile tefsirinin İbn Ömer (r.a) dan
rivayet edilen hadiste geçtiğini belirtir. Bu kitapta şöyle geçmektedir.
ni işittiğini haber
verdi: "Allah'ın sizin aranızdaki ilminin benzeri, sizi gölgeleyen gökle
sizi baürmayıp yüksekte tutan yerin benzeri gibidir. Nasıl ki siz yerle gök
arasından çı_ kanlıyorsanız, aynı şekilde Allah'ın ilminden de dışarı
çıkamazsınız. Yine nasıl ki yerle gök sizi günah işlemeye sevkedemiyorsa aynı
şekilde sema İlmi de sizi sevkedemez." Bu anlamıyla kader, Allah Teala'nın
değişmeyen tebeddülata uğramayan îlm-i ezeli'sindeki programIamasıdır.
Rasulullah (s.a.v)'den gelip, kuvvetle vurgulanan sabit haberlerdendir ki O,
.kader konusunda münakaşaya dalmaktan nehyetm iştir.
118- Nebi
(s.a.v) Refik-i A'la'sına göç edip müslümanlar yahudi ve hıristiyanlarla iç içe
yaşayıp kader konusundaki tartışmalar miras yoluyla kendilerine intikal edince,
kader tartışmaları sahabe döneminde gündeme geldi. Hz. Ömer, işlediği suçtan
dolay! kabahati Kadere yükleyenleri hesaba çekiyordu. Rivayet oluyor ki Ona
hırsız getirildi ve hırsıza:
- Niçin hırsızlık
yaptın? dediği, Hırsızın da:
- Allah binim alnıma bu şekilde yazdı, dediği
rivayet olunur. Bunun üzerine Ömer ferman buyurarak hem eli kesildi ve hem de
değnek vuruldu. Bu konuda fikri sorulduğunda şöyle dedi: "El kesmek
hırsızlığın karşılığı; değnek vurmak da Allah'a karşı yalan isnad etmesinin
karşılığıdır." Kader konusundaki tartışmalar Ali (r.a) döneminde, iç içe
yaşamaların çoğalması nedeniyle artış gösterdi. Ali (r.a)'ın, kaderi ilm-i
ezeli anlamında yorumladığı rivayet olunur. Nitekim İbn Ebi'l-Hadid'e ait
Nehcu'l-Belağa ve şerhinde, metni aşağıda gelen belge geçmektedir:
"Yaşlı bir adam
Ali Aleyhisselam'm huzuruna çıkarak:
- "Bize Şam yolculuğumuzun Allah'ın kaza
ve kaderi sayesinde olup-olmadiğım haber ver.
- Daneyi filizlendiren insan canını yoktan var
edene andolsun ki, biz Allah'ın Kaza ve kaderi dışında ne hiçbir yere adım
atabiliriz, ne de bir vadiye konaklayabiliriz.
- Öyleyse ben bütün
emeğimin Allah katından olduğuna inanıyor ve kendime hiçbir ücret uygun
bulmuyorum.
- Sus ey yaşlı adam.
Şüphesiz Allah sizin gidişinizdeki karşılımızı siz giderken; dö-nüşünüzdeki
karşılığınızı da dönüşünüzü yaparken kat kat vermiştir. Siz hiçbir pozisyonunuzda
zorlanmış ve zora koşulmuş değilsiniz..,
- Öyleyse kaza ve
kader bizi nasıl sevk ve idare ediyor?
- Yazık, sana, belkide sen kaza'yı uygulamaya
zorlayıcı, kader'i de amele cebredici zennediyorsun. Eğer bu şekilde olsaydı,
sevap ve azap, va'd ve vaid, emir ve nehiy an lamsiz olurdu. Günah iş leyene
Allah'tan bir ayıplama, iyilik yapana da övgü gelmezdi. Böylece ne iyilik yapan
medhedilmeye kötülük İşleyenden daha layık ve ne de kötülük yapan kişi
kınanmayı iyilik yapandan daha layık olurdu. Bu anlayış, putperestlerin, şeytan
askerlerinin, yalan şahitlerinin ve doğruyu görmekten gözleri kör olanların
anlayışı-
Onlar, bu ümmetin
kaderiyyesi ve mecusileridir. Şüphesiz Allah, serbestçe davran-vı emretti (Yani
mükellef için itaat konusunda tam serbestlik vardır). Allah bağimhh-ö nehyetti,
kolaylaştırman işleri teklif etti. Ne mağlub asi dedi, ne de istemeyerek itaatkar
saydı. Peygamberleri yaratıklarına boş yere göndermedi. Yer ve öklerle
aralannda-kileri düzensiz bir biçimde yaratmadı.
"Bu, î»kar
edenlerin iannıdır. Bu yüzden inkar edenlere ateşlen bir azab vardır."
(Sad 27)
Yaşlı adam:
- Öyleyse bizim
rotasından çıkmadığımız kaza ve kader nedir? İmam:
- O Allah'ın emri ve
hükmünün kendisidr. Sonra şu ayeti okudu: "Rabbin sadece kendisine kulluk
etmenizi., emretti." (İsra 23) Yaşlı adam, şöyle diyerek sevinçle ayağa
kalktı:
"Sen, Kıyamet
Gününde şefaatıyla Rahman'm rızasını dilediğimiz imamsın.
Sen dinimizin kapalı
yönlerine açıklık getirdin. Bu yüzden Rabbin, ihsanı bizden alıp sana varsin.
"
Bu açıklamalardan
anlaşıyor ki, İmam Ali (r.a) Kazayı "Hükm-İ Teklifi" anlamında
yorumluyor. Böylece ona göre kaderin anlamının da "ilm-i ezeli"
olduğu ortaya çıkıyor.
119- Bu
konudaki tartışmalar sahabe döneminden sonra da sürüp gitti Tabiin ve daha
sonra gelen dönemde tırmanışa geçerek şiddetlendi. Emevi döneminde bu konuya
dalışlar ileri boyutlar kazandı. İmam Zeyd döneminde de kader konusunda
tartışan fırkalar, Ma"bed b. el-Cüheni ve Cehm b. Safvan gibiler ortaya
çıktı. Bu ikisi, insanın yaptığı işlerde hiçbir iradesinin bulunmadığı hükmüne
vardılar. Kaderiyye ile birlikte Vasıl b. Ata'nın zuhur etmesi gibi, Hişam b.
Abdülmelik'in öldürdüğü Gaylan ed-Dımeşki ortaya çıktı. İşte bunların hepsi
İmam Zayd (r.a)'ın çağdaşlardır. Bu fırkaların görüşlerinden, kısa
paragraflarla söz açacağız. [22]
120- Büyük
günah işleyenle ilgili tartışmalar, İmam Ali (k.v) döneminde ortaya çıkmıştır.
Çünkü Hariciler, sadece hakeme başvurma olayını onaylaması dolayısıyla büyük
günah işlediği, tevbe etmek zorunda olduğu, aksi halde kafir sayılacağı
sebebiyle huruç eylemişlerdir. Bu nedenle büyük günah işleyen konusunda o kadar
çok söz sarfedildi ki, Hanciler aşırı sert davaranıp, işleyen kişil kafir
sayarlarken Mürci'e, aşırı yumuşak dav-rananak bu kimseyi yarlıganmış kabul
ettiler. Çünkü onlara göre nasıl şirkin bulunması
urumunda taat yarar
sağlamıyorsa imanın bulunması durumunda da günah işleme zarar vermez. Şu iki fırka
da bu konuda orta yolu seçti;
Jr fırka bu kimsenin
iman- küfür arasında bir yerde bulunduğu ve Kur'an'da adının fasik olduğu,
hakkında mü'min ifadesi söylenmezse de, müslim olduğunun söylenebileceği
görüşündedirler. Yine bunlar, tevbenin önceden işlenenleri silip-süpürmesi nedeniyle
bu kişinin tevbe edip ve tevbesini tam samimiyet derecesine yükseltmediği
sürece ebediyyen cehennemde kalacağına kesin gözüyle bakarlar.
Diğer bir fırka da, bu
kişinin mü'min toplumu içerisinde yaşayan bir müslim olduğu, günah işlemeleri
akidenin temeline zarar vermeyeceği, eğer tevbe eder, tevbesini de tam
samimiyet derecesine yükseltirse Allah Teala'nın onu yarlığayacağı, tevbe
etmediği takdirde azaba uğratılmaya müstehak olacağı, Allah Sübahanehu
Teala'nın kendisini cezalandıracağı, ancak bu cezayı rahmeti ve affıyla
sileceği görüşündedirler. Bu görüşün Özeti, kişinin bütün işlerini Allah
teala'ya varıncaya kadar te'hir etmesidir. Bunlara, Ehl-i Sünnet Mürciesi adı
verilir.
Hasan Basri
Hazretlerinin, büyük günah işleyen kimselerin münafık olduklarını söylediği
rivayet edilir.
İşte İmam Zeyd (r.a)
fikirlerin kısır döngü içerisinde kaldığı bir dönemde yaşıyordu. Özellikle
böyle çeşitli mezheplerin dalgalandığı Basra'ya göç ettiği sırada
"el-Menzile beyne' 1-Menzileteyn" düşüncesini ortaya atan Mu'tezile
taraftarları da Basra'da ikamet ediyorlardı. İnşallah ileride açıklayacağımız
gibi İmam (r.a) bu düşünceyi çok küçük ay-nhğa rağmen hoş karşıladı. Ancak bu
fikri Vasıl b. Ata el-Gazzal'dan aldığı sekilinde aleyhinde propaganda edildi.
Şehiristani, Zeyd'in gelişimi konusunda söz ederken bu konudaki görüşleri
açıklamıştık. [23]
[1] el- Kamil 2/143
[2] el-Kamil 2/14
[3] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 117-120.
[4] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 120-123.
[5] Nehcû'I-Belağe Şerhi 1/406
[6] el-Kamil 2/225
[7] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 123-125.
[8] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 126.
[9] el-MiIel ve'n-Nihal, Şehristani
[10] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 126-127.
[11] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 127-128.
[12] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 128.
[13] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 128-129.
[14] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 130.
[15] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 130-131.
[16] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 131.
[17] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 131.
[18] Sekiz hisse ile, Allah Teala'mn şu ayetinde geçenler
kastedilmektedir: "Sadakalar, Allah'tan bir farı olarak ancak yoksullara,
düşkünlere, zekat memurlarına, gönülleri ısındırılacak olanlara,
(hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp
cihad edenlere, yolcuya mahsustur." (Tevbc 60) Bu sekiz sehim, zekatın ve
haracın harcama kalemleridir. P.bıı Hamza'mn işaret etliği dokuzuncu sehim
ise, hakimin kendisi için ayırdığı şeydir. Biraz daha insaflı davransaydı, bu
iddia edilen sertinin sahibi sehimlerin toplamım yiyiyor ve geriye hiçbir şey
bırakmıyor derdi.
[19] Îhyu1-Esir,el-Kamll, 5/145
[20] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 131-135.
[21] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 135.
[22] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 135-137.
[23] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 137-138.