1. EDA İLE KAZANIN FARKLARI VE KAZA NAMAZLARI ö.nasuhi bilmen
3. Nurul İzah - eş-Şurunbulâli ( HANEFI FAKiHi)
4. SORU CEVAPLI KAZA NAMAZI - MUVAHID PROGRAMI
7. Kazası olanın Sünnet kılması
8. Kazası olanın Nafile kılması
281- Bir
namazı vaktinde kılmaya "eda" denir. Vaktinden sonra
kılmaya da "kaza" denir. Vaktinde kılınan veya
kılınacak olan bir namaza "vaktiyye" veya
"salât-ı hazıra" denir. Vaktinde
kılınmamış olan bir namaza da "faite" denilir.
Bunun çoğulu "fevait" dir.
282- Vaktinde kılınmamış olan beş vakit
farz namazlarının kazası farzdır. Vitir namazının
kazası ise vacibdir. Sünnetlere gelince: Bir sabah namazı sünneti ile
beraber kaçırılınca, o günün güneş doğuşundan
(kerahet vaktinin çıkışından) sonra istiva zamanına
kadar bu sünnet farz ile beraber kaza edilir. Güneşin yükselişinden
(kerahet vaktinden) önce ve istivadan sonra sünnet kaza edilmez. İmam
Muhammed'e göre, bu sünnet yalnız olarak kaçırılmış
olsa, yine güneşin doğuşundan sonra istiva zamanına kadar
kaza edilir. Bir de, öğle namazının her iki sünneti, farza
yetişmek için terk edilecek olsa, farzdan sonra evvelki sünnet ve sonra
iki rekat sünnet kaza edilir. Fetva bu şekildedir. Böylece vakit içinde
sünnet iki defa gecikmemiş olur. Bununla beraber son iki rekat sünnetten
sonra da dört rekat sünnet kaza edilebilir. Namazın sırası iki
defa değişmemesi için bunu daha iyi görenler de vardır.
Cuma namazının ilk dört rekat sünneti hakkında bu
öne alma ve sonraya bırakma hükmü vardır. Terk edilen diğer
sünnetlerin kaza edilmesi gerekmez. Fakat başlanıldıktan sonra,
her nasılsa terk edilmiş olan bir sünnetin (nafile namazın)
kazası gerekir.
Örnek: Öğlenin son sünnetine başlamış iken,
cenaze namazını kaçırmamak için bu Sünnet kesilmiş olsa, bu
sünneti sonradan kaza etmek gerekir.
283- Bir namazı özürsüz yere kazaya bırakmak büyük
günahdır (kebiredir) Bu namaz kaza edilmekle yerine getirilmiş olur.
Fakat bunun geciktirilmesinden dolayı meydana gelen günahın
bağışlanması için tevbe etmek ve Allah'dan afv dilemek
lazımdır. Herhangi bir bahane ile namazı geciktirip kazaya
bırakmakdan son derece sakınmalıdır. Çünkü bunun
günahı çok büyüktür. İnsan, gerek yaratıcısına
karşı ve gerekse insanlara karşı olan borçlarını
bir an önce ödemeğe çalışmalıdır. Hayatın süresi
belli, çok azdır! Borçlarını ödemeden ahirete gidenlerin
hallerine ne kadar acınsa azdır.
UYARI: Kazaya kalan altmış, yetmiş senelik
bir çok namazlar belli bir günde (Ramazan ayının son cumasında)
kılınacak bir günlük namaz ile kaza edileceği ve böylece
bağışlanacağı hakkındaki sözlerin hiç bir dinî
değeri yoktur. Bu konuda rivayet edilen bir hadis, hadis alimlerinin ve
diğer alimlerin açıklamalarına göre asılsızdır,
uydurmadır, ümmetin icmaına da aykırıdır. Çünkü böyle
herhangi bir ibadet, senelerce terk edilmiş olan farzların ve
vaciblerin yerini tutamaz. Böyle bir iddia, farzların ve vaciblerin terk
edilmesini, önemsenmemesini gerektireceğinden akla, şeriata ve
hikmete aykırıdır. Günah, kolaylığa sebeb olamaz. Bu
usul ilminde bir esastır. Bir de bu hadisi nakledenler hadis alimlerinden
değillerdir. Bir kaynak da gösterememektedirler. Artık bu naklin ne
değeri olabilir?
Kazaya kalan namaz, bizim için yerine getirilmesi gerekir. Biz bunu
yerine getirmek zorundayız, bunu yapmazsak azaba hak kazanmış
oluruz. Şu kadar var ki, kazaya kalmış olan bir namazı Yüce
Allah dilerse bağışlar ve dilerse bağışlamaz.
Herhangi bir ibadet sebebiyle de sahibine bir çok sevablar da verebilir. Kimse
bunlara karışamaz ve bunlar üzerinde kesin hüküm veremez. Yukardaki iddia,
kesinlikle kazası gereken bir namazın, ona denk bir ibadetle kaza
edilmesi hakkındaki farziyeti inkar etmektir ki, bu asla caiz olamaz. Bu
konu üzerinde, Merhum Aliyyü'l-Kari'nin ve diğer alimlerin incelemeleri
vardır. Aliyyü'l-Kari'nin "Mevzuatına", Abdurrahim Fetvasına
ve "Mev'ize-i Hasene'ye" bakılsın!..
284- Bir kimsenin namazı kazaya kalınca
bakılır; Eğer o kimse tertip sahibi ise, bu kaza namazı ile
vakit namazları arasında sırayı gözetmek gerekir. Tertib
sahibi değilse, bu namazı kaza etmeden diğer namazları
kılabilir.
285- Bir kimsenin tertib sahibi sayılabilmesi için, en az
altı vakit namazı kazaya kalmamış olmalıdır.
Altı vakit namaz kazaya kaldı mı, tertib sahibi olmaktan
çıkar; artık onun ne kaza namazları arasında ve ne de kaza
namazları ile vakit namazları arasında sırayı gözetmesi
gerekmez.
286- Kazaya kalmış namazlarda eskiye ve yeniye gelince,
bunlar iki kısımdır. Yakın zamanda kazaya kalanlar
altı vakte ulaşınca, ittifakla sıra gözetme gereğini
kaldırır. Evvelce kaçırılmış bulunan (eski)
namazlara gelince, bunlar da altı vakte ulaşmışsa, geçerli kabul edilen fetvaya göre sıra gözetmenin gereğini kaldırır.
Örnek: Bir kimse, vaktiyle bir ay namaz kılmayıp sonradan
bunları kaza etmeden vakit namazlarını devamlı olarak
kılmaya başlamışken tekrar bir vakit namazını
kazaya bırakacak olsa, bu son namazını
hatırladığı halde onu kaza etmeden vakit namazını
kılabilir. Böyle bir kimse, geçmişteki kaza namazlarını
tamamen kılmadıkça tertib sahibi olamaz. Sahih olan görüş budur.
287- Tertib sahibi olan zat, bir farz namazını veya
İmamı Azam'a göre vacib olan bir namazı özürsüz yere veya
hayız ve nifas gibi namazı düşürecek bir nitelikte olmayan bir
özürden dolayı vaktinde kılmamış olsa, bu namazı, ilk
vakit namazından önce kaza etmesi gerekir. Çünkü gerek kaçırılan
namazların arasında ve gerek bunlar ile vakit namazları
arasında sırayı gözetmek esasen şarttır. Ancak kazaya
kalan namaz unutulup sonradan hatıra gelmişse veya vakit
daralmış veya kaçırılan namazlar çok olur da tertib sahibi
olmaktan çıkılmışsa, vakit namazı
kılınır.
Örnek: Tertib sahibi olan kimse, her nasılsa uykuya dalıp
o günün sabah namazını kılamamış olsa, bu sabah
namazını o günkü öğle namazından önce kaza etmesi gerekir.
Bunu hatırladığı halde onu kaza etmeksizin öğlen
namazını kılsa, bu namaz İmam Muhammed'e göre bozulur.
İmam Ebû Yusuf'a göre, farz olmaktan çıkar, nafile olur.
İmamı Azam'a göre ise, muvakkat olarak sahih olur. Şöyle ki:
Bundan sonra o sabah namazını kaza etmeden beş vakit namazı
daha kılacak olsa, bu altı vaktin hepsi de sahih olmuş olur.
Fakat böyle beş vakit namazını daha kılmadan o sabah
namazını kaza ederse, arada kılmış olduğu vakit
namazları fasid olup yeniden kılınmaları gerekir.
Yine böyle bir kimse, sabah namazını
kaçırmış olduğu halde, bunu unutup öğle
namazını kılacak olsa, bu öğle namazı sahih olur.
Yine bir kimse, kazaya kalmış olan yatsı
namazını fecirden sonra hatırlamış olur da, vakit
yalnız sabah namazını kılmaya müsait bulunursa, sabah
namazını kılar, yatsı namazını daha önce kaza
etmemesi, bu sabah namazının sıhhatine engel olmaz. Ancak kaza
namazını hatırladığı halde, vakit
namazını pek uzatıp da bu bakımdan vaktin daralmasına
sebebiyet verilmiş olursa, o zaman vakit namazı caiz olmaz.
288- Kazaya kalmış namazlar (faiteler) birkaç tane olur
da, vakit bunlardan yalnız bir kısmı ile vakit namazına
müsait bulunsa, sahih olan görüşe göre, sırayı gözetme
gereği düşer.
Yine bir kimsenin, vitirden başka altı vakitten çok veya
altı vakit namazları kazaya kalmış olsa, bunları kaza
etmeden vakit namazlarını kılması sahih olur. Çünkü bu
durumda tertibe riayet edilmesinde güçlük vardır. Kazaya kalmış
namazlar (faiteler), vitirden başka altı vakit olunca çok
sayılır, altıdan az olunca da az sayılır.
(İmam Şafîî'ye göre, kazaya kalan namazlarla vakit
namazları arasında sıra gözetilmesi şart değildir,
müstahabdır.)
289- Bir kimse, bir günlük namazlarından birini
kaçırmış olduğu halde, bunu bir türlü belirleyemezse, bir
günlük namazını yeniden kılar. Çünkü böyle yapmakla kazaya kalan
namaz, kesinlikle kılınmış olur; diğerleri de birer
nafile olur.
İki, üç ve daha ziyade günlerde birer vakit namaz
kaçırılmış olduğu halde, bunların hangi namazlar
olduğu belirlenemeyince de, o kadar günün namazları yeniden
kılınır.
290- Kazaya kalan namazlar bir çok olunca, bunların her birini
belirleyerek niyet edilmesi gerekmez; çünkü bunda güçlük vardır. Onun için
şöyle niyet edilmesi uygun olur: "ilk veya en son kazaya
kalmış sabah veya öğle namazını kılmaya"
diye kılınır.
291- Bir kimse, ne kadar namazı kazaya
kaldığını bilmese, kuvvetli olan görüşüne göre hareket
eder. Üzerinde kaza namazı kalmadığına kanaat getirinceye
kadar kaza namazı kılar.
292- Bir kimse, bir namazı kılıp
kılmadığında şüphelense, namazın vakti henüz
çıkmamışsa onu yeniden kılar. Namazın vakti
çıktıktan sonra şübhelense, bir şey yapması gerekmez.
Çünkü farzın sebebi olan vakit çıkmıştır. Bir
müslümanın namazını vaktinde kılmış olması
ise bir asıldır.
293- Müslüman olmayanların yurdunda İslâm'ı kabul edip bilgisizliğinden dolayı namazlarını kılamamış
olan bir kimse, sonradan İslâm yurduna gelip din görevlerini öğrense,
önceki namazları kaza etmesi gerekmez. Fakat İslâm ülkesinde bulunup
da ihtida eden (islamı kabul eden) kimse, bu hususta özürlü sayılmaz.
İslâmı kabul ettiği tarihten itibaren namazlarını
kılmakla yükümlü olur. Çünkü İslam yurdunda cehalet bir özür
sayılmaz. Herkes din görevlerini ehlinden sorup öğrenebilir.
294- Bir kimse kaza namazını kılarken, cemaatle
vakit namazına başlanacak olsa, namazını
tamamlamadıkça cemaate katılmaz, ister tertib sahibi olmasın.
295- Kazaya kalan aynı vaktin namazı, usulü üzere
cemaatle, de kılınabilir. Cemaat bahsine bakılsın!.
296- Kaza namazlarının evde kılınması daha
iyidir. Çünkü günahları örtüp açıklamamak lazımdır. Böyle
bir açıklama Hakka karşı saygısızlık
sayılır ve başkaları için de kötü bir örnek olabilir.
297- Bir kadın: "Yarınki gün şu kadar namaz
kılayım veya şu kadar gün oruç tutayım." diye niyet
ettiği halde o gün adet görmeye başlasa, o namazı veya orucu
temiz olacağı günlerde kaza eder.
298- Kaza namazlarının belli vakitleri yoktur. Üç kerahet
vakti dışında, istenilen her vakitte kaza namazı
kılınabilir.
Örnek: Kazaya kalmış bir öğle namazı
akşamdan sonra kılınabileceği gibi, bir akşam
namazı da öğleden önce veya sonra kılınabilir.
299- Kaza namazları ile uğraşmak, nafile
namazları ile uğraşmaktan daha iyi ve daha önemlidir. Fakat farz
namazların müekked olsun olmasın, sünnetleri bundan müstesnadır.
Bu sünnetleri terk ederek bunların yerine kazaya niyet edilmesi daha iyi
değildir. Bu sünnetlere niyet edilmesi evladır. Hatta kuşluk ve
tesbih namazları gibi, haklarında nakil bulunan nafile namazlar da
böyledir. Bunlara da böyle nafile olarak niyet etmek evladır. Çünkü bu
sünnetler, farz namazları tamamlar, bunların yerine getirilmesi
mümkün değildir. Kaza namazlarının ise, muayyen vakitleri
olmadığı için onların her zaman yerine getirilmesi
mümkündür.
Bununla beraber namazları kazaya bırakmak günahtır.
Bu günahdan mümkün olduğu kadar kurtulmak için sünnetleri feda etmek uygun
olmaz. Böyle bir günahı işleyen kimsenin fazla ibadet ederek
Allah'ın bağışlamasına sığınması
gerekirken, hakkında Peygamber şefaatinin tecelli etmesine vesile
olacak bir takım sünnet ve nafileleri terk etmek nasıl uygun olabilir?
Hem bir kısım vakit namazlarını kazaya bırakmak, hem
de diğer bir kısım vakit namazlarını, kendilerini
tamamlayan sünnetlerden ayırmak iki kat kusur olmaz mı? Buna
aykırı olan bazı nakiller geçerli değildir. Bunlar kabul edilen fetvaya aykırıdır. Hem sünnetleri, hem de kaza
namazlarını kılmaya elverişli vakit bulamadıklarını
iddia edenler bulunursa bunlar insaflı bir iddiada bulunmuş
sayılmazlar. Boş yere en kıymetli zamanlarını harcayan
insanlar, bilmem böyle bir iddiaya nasıl kalkışabilir?..
(İskat-ı Salât bahsine bakılsın.)
0 Vakit namazları ile geçmiş namazlar arasında ve geçmiş namazların birbirleri arasında tertip (= sıra gözetmek) haktır. Kâ-fî'âe de böyledir.
0 Kazayı kılmadan, edayı kılmak caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
0 Farzlar ile vitir arasında da böyle tertib vardır Vikaye Şerhi'nde de böyledir.
Kaçırılan bir namazla vakit namazı arasında ve kaçırılar namazların kendileri arasında sıra gözetmek gereklidir.
Şu üç şeyden biriyle tertib (sıra gözetme lüzumu) ortadan kalkar:
1) Kaçırılan namazların hepsini kaza etmeye ve vakit namazım kılmaya yetmeyecek kadar vaktin daralmış olmasıyla, ki en doğrusu da budur.[1][1]
2) Üzerinde bir namaz borcu olduğunu unutmakla...
3) Vitir hariç kaçırılan namazların altıya ulaşmasıyla. Çünkü her ne kadar vitir namazında da sıra gözetmek gerekliyse de, vitir, sıra (gözetme lüzûmu)nu ortadan kaldırmaz. Kaçırılan namazların azaltılmasıyla ve eskiden kazaya kalmış altı vakit namazın (unutulmasının) ardından bir yenisinin[2][2] daha kılmamamasıyla tertib (sıra gözetme lüzumu) yeniden gündeme gelmez. Bu iki hususta (öne sürülen görüşlerin) en doğrusu budur.
Kaçırdığı bir namaz hatırında iken vitir de dahil (herhangi bir) farz namazını kılan kimsenin (kıldığı bu) farz namazı şarta bağlı olarak bozulur.[3][3] (Ama) hatırında bulunan terkedilmiş namazdan sonra kıldığı beşinci farzın vakti de çıkınca, (terkedilmiş namazlar hükmen altıya ulaşacağından) kıldığı bütün bu namazlar bozulmuş olmaktan çıkar, (yani beşinci farz namazın vakti çıktıktan) sonra terkedilmiş namazın kaza edilmesiyle (kılman bu beş farz namaz) bozulmuş olmaktan kurtulur. Eğer beşinci namazın vakti çıkmadan evvel terkedilmiş namaz kaza edilirse, daha evvel (kılınamayan namaz) hatırında iken kıldığı namaz (farz olma) vasfını[4][4] kaybederek nafile olur... Kaçırılan namazların çok olması halinde (kaza edilmek istendiğinde, bunların) belirtilmesi icâb eder. Kolaylık olması bakımından (meselâ kılınamayan) ilk veya son öğle namazınfın kazasın)a niyet edilir. (Öte yandan) iki (yıllık) ramazan (orucunun) kazasında da birbirinden farklı iki doğrulayıcıdan (ki Zeyla'î belirtmenin gerekliliğine, el-Hulâsa ise gereksizliğine işaret etmiştir) birinin (görüşü doğrultusunda) niyet edilir. Dâr-ı harb'de İslâm'a girenler, şer'î (emir)leri bilmediklerinden (namaz ve oruçları kaza etmemekte) mazurdurlar.
[1][1] Bu sebeple tertibin düşmesindeki hikmet şudur: Kılmamayan namazlarla vakit namazları arasında tertibe riayet edildiğinde (yani sıra gözetildiğinde) vakit namazının kerahet vaktinde (kılınması) icâb eder, dolayısıyla da (bu namaz) noksan olur. Halbuki şer'î yönden bir farzın noksansız olarak edası istenmektedir.
[2][2] "Yenisi" kelimesiyle yeni bir namaz, "eski" kelimesiyle de eskiden unutulan namazlar kasdolunuyor. Yani burada, "Mükellef yeni bir namazı (daha) kaçırırsa, bu yeni namazla bundan sonraki vakit namazları arasında tertîb avdet etmez" denilmek isteniyor. Bir grup âlim ise: "Kılmamayan eski altı namaz dikkate alınmaz ve kılmamayan yeni namazı kaza etmeden vakit namazını kılmak doğru olmaz; bu, (namazı kaçıranlara) zecrî bir tedbir mahiyetindedir" demişlerdir.
[3][3] Namazın, şarta bağlı olarak bozulmasında iki durum söz konusudur: Namaz ya gerçekten bozulur yahut da bozulma durumu ortadan kalkar. Kılmamayan namazlar hatırda olduğu halde kılman vakit namazlarından beşincisinin vakti çıktıktan sonra namazın bozulma durumunun ortadan kalkmasının sırrı, birinci şıkta söylediğimiz gibi, bu beş namaz, şarta bağlı olarak bozulur, bozulan namaz ise
terkedilmiş namaz gibidir. (Sayılan) beşe varmış namazlar, hatırda bulunan terkedilmiş namaza eklenince sanki
altı vakit namaz terkedilmiş gibi olur. Artık terkedilmiş namazların altıya ulaşması halinde tertîbin (sıra gözetme
lüzumunun) düşeceği bilinen birşeydir.
[4][4] Kılınan namaz, namaz olmaktan çıkmaz, sadece farz olmaktan çıkarak nafile namaza dönüşür.
901
- Soru: İkindi namazı kılındıktan sonra kaza
namazı kılınmaz, diyorlar. Bu iddiayı ileri sürenler, bu
hükmü bazı kitaplarda gördüklerini söylüyorlar. Bu mevzuda siz ne
dersiniz?
Cevap: İkindi namazından
sonra, güneşin sararması zamanına kadar, kaza namazı
kılınabilir. İkindinin farzından sonra
kılınması mekruh olan namaz, kaza olmayıp nafile
namazlardır.
902 - Soru: Sabah namazının farzını kıldıktan
sonra, güneş doğasıya kadar kaza kılınır mı?
Cevap: Evet, kılınmasında hiçbir engel yoktur.
903 - Soru: Sabah namazının farzı kılındıktan
sonra ve fakat güneşin doğmasına uzun bir zaman varken kaza
namazı kılınabilir mi?
Cevap: evet, kılınabilir.
904 - Soru: Kaza namazlarını kılarken, "İlk önce
geçirmiş olduğum şu vaktin veya en sonra geçirmiş
olduğum şu vaktin namazına" diye mi niyet edeceğiz?
Cevap: Her iki niyet şekli de caizdir. Fakat; en son kazaya
kalmış namazlardan başlamak daha münasiptir. Zira onlar olgunluk
devresinde kazaya bırakılmış olmaktadır. Küçük
yaşta işlenilen hata ile olgunluk çağında yapılan
günahın arasında fark vardır. Bu sebeple günahı çok olan bu
işin telafisine çalışmak daha münasip olur.
905 - Soru: Kazaya kalan namazları, beş vakit namazın önünde
veya sonunda bulunan sünnetler ile ödesek, yani, bu sünnetleri kaza namazı
yerine kılsak olur mu?
Cevap: Sadece şunu ifade edelim ki, kaza namazlarını
ödetmeyin yolu, Efendimiz'in sünnetlerini feda etmek olmamalıdır.
906 - Soru: Kaza namazı borcu olan bir kimse, kaza
namazlarını en sondan itibaren kıldığına göre,
nasıl bir niyet yapması gerektiğini ifadelendiriniz.
Cevap: "Niyet ettim Allah (cc) rızası için en son kazaya
kalmış namazımın farzını kılmaya"
demelidir.
907 - Behce Fetvalarından: "Kurban Bayramı günü,
(Müzdelife'de bulunup vakfe yapacak) hacılardan başkasına,
yeniden kılmak kaabiî olacak kadar (sabah) namazı(nı) tehir
efdaldir" (H.Ec.c. 1/8)
Açıklama: Sabah namazını cemaatle kılacak
kimselerin, ortalığın ağarmasına kadar beklemesi
sünnettir. Bu bekleyiş cemaatin artmasına ve namaza yetişmesine
yardım eder. Müzdelife'de bulunan hacılar, Mina'ya varıp hacla
ilgili vecibeleri yerine getirebilmek için o günün sabah namazını ilk
vakitte kılarlar. Faziletçe üstün olan hareket budur.
908 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Dört rekatlı bir
namaz, seferde kazaya kalacak olsa, iki rekat kaza olunur" (H.Ec.
1/9)
Açıklama: Dört rekatlı bir namaz, seferilik devam ederken
kazaya kalsa, ister yolculuk sırasında, ister memleketine döndükten
sonra kaza edilsin, iki rekat olarak kaza edilmesi gerekir.
909 - Soru: Kaza namazı bulunan kimse nafile namaz kılabilir mi?
Bu hususta Hanefî mezhebi ile diğer mezhepler arasında görüş
farkı var mıdır?
Cevap: Şafii mezhebine göre, kazası olan kimsenin nafile namaz
kılması haram olarak kabul edilmektedir. Hanefi mezhebine göre durum
farklı bulunmaktadır. Şöyle ki: Kazası olan kimsenin,
geçmiş namazlarını kaza etmesi, nafile kılmakla meşgul
olmasından evla ve efdal bulunmaktadır. Bu hükmün istisnaları
vardır. Beş vakit namazın evvelindeki veya sonundaki namazlar
ile duha, tesbih, tehiyyetü'l-mescid ve evvabin namazları gibi
hakkında teşvik edici hadis-i şerifler bulunan nafileler
müstesna tutulmuştur.
910 - Ali Efendi Fetvalarından: "İkindi
namazını kıldıktan sonra güneşi kızarmasına
kadar, geçmiş (namazlar)ı kaza etmekte kerahet yoktur" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: İkindi namazı ile ilgili iki türlü kerahet
vakti vardır. Birinde sadece nafile namaz kılmak mekruhtur. Bu,
ikindinin farzının kılınmasından sonraki
zamandır. İkincisinde ise hem farz hem de nafile namaz kılmak
mekruhtur. Bu da güneşin kızarması ile başlayan ve gruba
kadar devam eden vakittir. İkindinin farzı kılındıktan
sonra, güneşin kızarması zamanına kadar, kaza namazı
kılmakta bir mahzur ve mekruh yoktur.
911 - Abdürrahim Fetvalarından: "Sabah namazında imama,
rükua varmasına yakın bir zamanda yetişip sünneti kılamayan
kimsenin (farzdan) sonra kaza etmesi caiz olmaz" (H.Ec. 1/11)
Açıklama: Sadece nafile namaz kılınması caiz olmayan
bir vakit vardır. Tanyerinin ağarmasından sonra, sabah
namazından ve ikindi namazından sonra.
912 - Soru: Sünnet-i gayri müekkede olan ikindi ve yatsı
namazının ilk sünnetleri kamet getirip ve "Niyet ettim en son
üzerimde kazaya kalmış ikindi veya yatsı namazının
farzını ve bu vaktin sünnetini kılmaya" diyerek kaza niyeti
ile kılınır mı?
Cevap: Böyle tasarruf doğru görülmemektedir. Peygamber (sav)
Efendimiz'in eda buyurduğu sünnetleri, sünnet niyeti ile
kılmalı, kaza namazlarını da ayrıca
kılmalıdır. Ömer Nasuhi Bilmen (merhum), Büyük İslam
İlmihali'nde aynen şöyle demektedir: "Kaza namazları ile
iştigal, nafile namazlar ile iştigalden evladır, ehemdir. Fakat
farz namazların, müekkede olsun olmasın, sünnetleri bundan
müstesnadır. Yani bu sünnetleri terk ederek bunların yerine kazaya
niyet edilmesi evla değildir. Bilakis bu sünnetlere niyet edilmesi
evladır. Hatta kuşluk, tesbih namazları gibi haklarında
asar varid olan nafile namazlar da böyledir. Bunlara da nafile olarak niyet
etmek evladır. Çünkü bu sünnetler, farz namazlarını ikmal eder,
bunların telafisi mümkün değildir, kaza namazlarının ise
muayyen vakitleri olmadığı için telafileri mümkündür.
Maazhaza namazları kazaya bırakmak bir günahtır. Bu
günahtan mümkün mertebe kurtulmak için sünnetleri feda etmek münasip olamaz.
Böyle bir günahı işleyen kimsenin fazla ibadette bulunarak afv-i
ilahiye iltica etmesi icap ederken, hakkında şefaat-i Nebeviyyenin
tecellisine vesile olacak bir kısım mübarek sünnetleri, nafileleri
terk etmesi nasıl muvafık olabilir? Hem bir kısım
vakfiyeleri kazaya bırakmak, hem de diğer bir kısım
vakfiyeleri, kendilerini mükemmel olan sünnetlerden tecrid etmek, iki kat kusur
olmaz mı? Bunun hilafına olan bazı nakiller muteber
değildir, müftabih olan kavle muhaliftir" (Namazla ilgili bölüm, mad. 298)
913 - Soru: Kazaya kalmış namazlar arasında tertibe riayet
lazım mıdır?
Cevap: Kazaya kalan namazlar az olur, bu namazlar hatırda bulunur ve
vakti çıkmamış olan namazın vakti daralmış olmaz
ise kazaya kalmış namazları, edade olduğu sıra üzerine
kaza etmek gerekir. Peygamber Efendimiz'in ve ashab-ı kiramın, Hendek
harbinde öğle, ikindi ve akşam namazları kazaya
kaldığında, gece bir müddet geçince Resulullah (sav), Bilal-i
Habeşi (ra)'ye ezan okumasını emrettiler. Hz. Bilal (ra) ezan
okuyup ikamet edince, Peygamber Efendimiz (sav) ve ashab cemaat olarak önce öğle,
sonra ikindi ve onu takiben akşam namazlarını kaza
etmişlerdi.
914 - Soru: Kazaya kalan namazın "az" olması kaç vakitle
sınırlıdır?
Cevap: Vitir namazından başka en az altı vakit olursa kazaya
kalmış namazlar çok olarak kabul edilmekte; bundan daha
aşağı olursa "az" kabul edilmektedir.
915 - Soru: Bir kimse üzerindeki birçok kaza namazını ödemek
suretiyle hiç kazası kalmasa sahib-i tertip olur mu?
Cevap: Olmaz, zira "sakıt olan geri gelmez." O kimse, kaza
namazının sayısını altı vakte
çıkardığı zaman sahibi tertiplik onun üzerinden düşer
ve bir daha geri gelmez.
916 - Soru: 12 yaşından 26 yaşıma kadar namazı kah
kıldım kah bıraktım. Şimdi bu 14 senenin
namazının hepsi kaza mı edilecek, yoksa tahmini bir hesapla
kazaya kalan namazları çıkarıp kılabilir miyim, tavsiyeniz
nedir?
Cevap: Kıldığınız yıllar ile namazı
kılamadığınız seneleri kesinlikle biliyorsanız,
bıraktığınız yıl ve ay kadar namaz kaza
edersiniz. Aksi halde galip olan ihtimali dikkate alır ve o kadar kaza namazı
kılarsınız. Zann-ı galibiniz de yoksa ihtiyaten 14 senelik
kaza kılarsınız. Kılınmamış olanlar kaza
edilmiş olur. Kılınmış bir namazın ikinci defa
kaza edilmesi nafile yerine geçer.
917 - Soru: Biz, müsaade vermedikleri için öğle namazını
kılamıyoruz. Bu sebeple, akşamdan sonra kaza ediyoruz. Bu olur
mu?
Cevap: İş sahibinin keyfine tabi olarak, Allah'ın (cc)
emrini terk veya tehir etmek asla doğru bir hareket değildir. Dünyevi
bir menfaat için ahiret hayatinin saadetini ihmal etmek, tuğlayı
alıp karşılığında altın vermek gibi
zararlı bir alışveriş olur.
918 - Soru: Kazaya kalmış namazlar için neden ezan ve ikaamet
okunmaktadır?
Cevap: Ezan ve ikaamet, vaktin sünnetini değil, namazın
sünnetidir. Bu itibarla, vaktin çıkması ile terk edilemez
(Nimetü'l-İslam, l. Kısım, s. 62)
919 - Soru: Bir kimsenin üzerinde, teşrik tekbiri getirilecek
namazlardan biri kazaya kalmış olsa, bu namazı, kaza ederken
teşrik tekbirini getirecek mi?
Cevap: Şayet kazaya kalmış bu namazı, teşrik
tekbirlerinin getirildiği günler çıkmazdan önce kaza ederse tekbiri
okuması gerekir. Bu günlerin çıkmasından sonra kaza etmesi
halinde tekbirleri okumaz. (Nimetü'l-İslam, l. kısım, s. 558)
920 - Soru: Ben, çeşitli sebeplerden dolayı, namaz
kılamadım. Namaz için defter tutuyorum. Geçirdiğim bu
namazları kaza etmek istiyorum. Baştan itibaren mi kılmaya
başlayayım, yoksa sondan mı?
Cevap: Her ikisi de olur. Fakat yaş ilerledikten sonra kazaya
bıraktığımız namazların günahının daha
fazla olacağını düşünerek sondan başlamak daha uygun
görülmüştür.
921 - Soru: Bir kimse namazı kılıp
kılmadığında şek etse ne yapması gerekir?
Cevap: Şayet vakit çıkmamış ise iade eder. Çünkü vakit
çıkmış ve eda ettiğinde de şek vaki olmuştur. Eğer vakit çıktıktan sonra şekederse bir şey lazım gelmez.
Zira vücubun sebebi olan vakit çıkmış, eda etmediği de
tereddütlü olmaktadır. Müslümanın hali, namazı vaktinde
kılmış olacağı istikametinde ağırlık
kazanmaktadır.
922 - Soru: İmsaktan sonra, sabah namazının edasından
önceki süre içinde nafile namaz kılmak caiz olmadığına
göre, kaza kılmak caiz midir?
Cevap: İmsaktan sonra, sabah namazı vaktine kadar kaza
namazı kılmakta hiçbir mahzur yoktur. Mekruh olan husus, bu vakit
içerisinde nafile namaz kılmaktan ibarettir.
923 - Soru: Asıl namaz borcu, birinci kılınan namazla mı
yoksa ikinci defa kılınacak namazla mı sakıt
olmaktadır?
Cevap: Farz borcu, birinci namazla ödenmekte, ikinci namaz bunu tamamlamak
için kılınmış olmaktadır.
924 - Soru: Düşman karşısında bulunan muhariblerin,
durumun çok sıkışık olması sebebiyle
namazlarını tehir etmelerine müsaade var mıdır?
Cevap: Evet, vardır. Bundaki cevazın, sadece harp halinde
verildiği sanılmamalı ve "çok sıkışık
bir harp hali" mazeretine göre verilmiş bir müsaade olduğu
hatırdan çıkarılmamalıdır.
925 - Soru: Kaza namazları için, vakit namazlarında olduğu
gibi, belirli vakitler var mıdır? Diğer bir ifade ile, her kaza
namazını kendi vakitleri içinde mi kaza etmek gerekir?
Cevap: Kaza namazının vakti kaza edildiği vakittir. Yani bu
namazlar için belirli bir zaman yoktur. Öğlenin kazasını,
öğle vakti içinde; ikindinin kazasını, ikindi vaktinde
kılmak gibi bir mecburiyet yoktur. Kerahet vakitlerinin
dışında ne zaman istenirse kılınabilir.
926 - Soru: Kaza namazı kılmakta iken, farz namazların
kılınmasında mekruh olarak bilinen kerahet vakitlerinden biri
girmiş olsa, kaza namazına bir zararı olur mu?
Cevap: Evet, olur. Namazı ifsad eder.
927 - Soru: Hepsinin sabah namazı kazaya kalmış bir cemaatin,
bu namazı gündüz kaza etmeleri halinde kıraeti açıktan mı
yoksa gizli mi okumaları gerekir?
Cevap: Eğer bu cemaat, kazaya kalmış namazlarını
teker teker kılacak olurlarsa serbesttirler. Dilerse gizli, dilerse
açıktan okuyabilirler. Bu hususta eda ile kaza arasında bir fark
yoktur. Şayet bunlann kazaya kalan namazları, hep aynı günün
namazı ise ve cemaatle kaza edecek olurlarsa imam olan zat açıktan
okuyacaktır. (Büyük İslam İlmihali, Namazla ilgili bölüm, madde:
141/10)
928 - Soru: Abdülkadir Geylani (k.s.) "Beş vakit namazların
sünnetleri yerine kaza namazları kılıp, bir an önce kazadan
kurtulmak gerekir" buyurmuş. Bu doğru mu?
Cevap: Bu büyük zatın eserlerinin tamamını incelemek
fırsatını bulamadığımız için böyle bir sözü
olup olmadığını söylememiz isabetli olmaz. Biz
doğruluğunu, yani bu sözün ona ait bulunduğunu kabul ederek
meseleye bu açıdan bakalım. Bu büyük zat, amelde Hanbeli
mezhebindendir. Bu ifade mensup bulunduğu mezhebin görüşünü
aksettirmektedir. Hanefi imamlarının görüşleri bunun
karşısında değilse de, farklı durumdadır. Bu
durumda geniş bilgi almak isterseniz, Ö. N. Bilmen'in Büyük İslam
İlmihali'nin Namazlarla ilgili bölümünün 282. maddesini tetkik etmenizi
tavsiye ederiz.
929 - Soru: Birkaç şahsın aynı namazları, (mesela
yatsı) kazaya kalsa cemaatle kılabilirler mi?
Cevap: Evet, kılabilir ve imam olan kimse kıraeti açıktan
ifa eder.
930 - Soru: Kişi cemaatle namaz kılıyorken gülse veya
başka bir sebeple namazı ifsad etse kazasını
kılması lazım geldiğini biliyoruz. Bir de var ki, müteaddit
namazları geçmiş. Bunların kazası da farzdır. Ancak
bunların hangisi daha faziletlidir dersiniz?
Cevap: Her iki halde namaz bozulmuş ve kazası gerekmiş
olmaktadır. Ancak, yaşça büyük olanların terketmesinde suçluluk
daha büyüktür. Bu bakımdan en son borç kalan namazdan kaza etmeye
başlamak daha faziletlidir.
931 - Abdürrahim Fetvalarından: "Güneşin
doğduğu, battığı ve istiva vaktinden gayri vakitlerde
geçmiş namazları kaza etmek caiz olur" (H.Ec. 1/10)
Açıklama: Sabah namazının sünneti, en kuvvetli bir
sünnettir. Farz kılındıktan sonra, sabah namazının
sünneti kaza edilmezse, güneş doğmadan kılınamayan sabah
namazının farzı ise -kerahet vaktinin çıkmasından
sonra ve öğleden önce kaza edilmesi halinde- sünneti ile birlikte
kılınır.
932 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Öğleyi cemaatle
kılan kimse, ilk sünneti kılamamış olsa, dört rekatı
son sünnetten önce kaza eder" (H.Ec. 1/9)
933 - Abdürrahim Fetvalarından: "Kazaya kalmış
namazlarını kılmak istediğinde, miktarını
bilmese, zannı galibi kadar namaz kaza eder" (H.Ec. c. 1/10)
Açıklama: Herhangi bir hususta, kesin bilgi olmadığı
zaman tahminin ağır basan tarafı ile hareket edilmesi esastır.
Bu noktadan hareket etmek suretiyle, kaza namazları galip bir kanaate göre
kılınmış olur.
Abdülkâdir-i Geylânî, (Fütûhul gayb) kitâbının kırksekizinci (48) makâlesinde diyor ki: Müminin, en önce farzları yapması lâzımdır. Farzlar bitdikden sonra, sünnetleri yapar. Ondan sonra, diğer nâfilelerle meşgûl olur. Farz borcu varken, sünnet ile meşgûl olmak, ahmaklıkdır. Farz borcu olanın sünnetleri kabûl olmaz. Alî ibni Ebî Tâlib radıyallahü anh bildiriyor: Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki, (Üzerinde farz nemâzı borcu olan kimse, kazâsını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile nemâzlarını kabûl etmez).
Vaktinin dışında kılınan namaz.
Kaza; hüküm ve karar verme, yerine getirme demektir. Bir görevin vakti geçtikten sonra yapılması, Cenab-ı Hakk'ın ezelî ilminde belirlenmiş bulunan kader yazısının, uygulama zamanı geldikçe gerçekleşmesi. Bu sonuncu anlamda "kaza" bir kelâm terimidir. Namazın şer'an belirlenen vakti dışında kılınması anlamındaki 'kaza" ise bir fıkıh terimidir. Namazın vakti içinde kılınmasına "edâ" bir eksiklik yüzünden yeniden kılınmasına "iâde" denir.
İslâm'da namaz, oruç ve hac gibi ibadetler için belirli ifa vakitleri konulmuştur. Bu vakitlerin kaçırılması hâlinde artık edâ değil, kaza söz konusu olur. Farz namazların kendi vakitleri içinde kılınması farzdır. Özürsüz olarak bir namazın vaktini geçirmek büyük günahlardan sayılmıştır. Mücerred olarak namazın kazası ile, bu kimsenin üzerinden namaz borcu düşerse de, geciktirmekten dolay meydana gelen günah devam eder. Bunun için, namazı kaza eden kimsenin, ayrıca Allâh'a tevbe etmesi gerekir. Bir de mebrûr hac büyük günahlara keffâret olduğu için hac yapanların, daha önce namazı özürsüz olarak vaktinde kılamamaktan doğan günahlarının da affedileceği umulur. Düşman korkusu ve hamile kadının çocuğunun ölümünden korkması gibi ciddi özürlerle farz namaz kazaya bırakılabilir. Yolcunun, hırsız ve yol kesicilerden korkması da düşman korkusu kapsamına girer (İbnü'l Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Mısır 1389/1970, I, 485 vd.; el-Fetâvâ'l Hindiyye, Beyrut 1400/1980, I, 121 vd.; İbn Âbidin Reddu'l-Muhtâr ale'd-Dürri'l-Muhtâr, İstanbul 1984, II, 62).
Günlük işler, sanat ve meslekler, aile fertlerinin geçimini sağlamak için yapılan çalışma ve yolculuklar namazın geriye bırakılması için özür sayılmaz. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Öyle erkekler vardır ki, onları ne bir ticaret, ne bir alış-veriş, Allah'ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, dehşetinden kalblerin ve gözlerin ters döneceği günden korkarlar" (en-Nûr, 24/37).
Hz. Peygamber'e hangi amelin daha faziletli olduğu sorulunca; "ilk vaktinde kılınan namazdır" cevabını vermiştir (bk. Ebû Dâvud, Salât, 9; Tirmizi, Mevârit, 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 374, 375, 440)
Hendek Savaşı'nda Rasûlüllah (s.a.s)'i, müşrikler dört vakit namazdan alıkoymuşlar, hatta gecenin de bir bölümü geçmişti. Sonunda Allah elçisi, Bilâl-i Habeşi'ye ezan okumasını emir buyurdu. Bilâl ezan okudu, sonra kâmet getirdi ve öğleyi kıldılar. Sonra kâmet getirerek ikindiyi, sonra yine kâmet getirerek akşam namazını, sonra tekrar kâmet getirerek yatsıyı kıldılar. Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) bu sırada Su âyetin indiğini nakleder: "Allah kâfirleri öfkeleriyle geri çevirdi. Hiç bir şey elde edemediler. İman edenlere savaşta Allah'ın yardımı yetti. Allah mutlak kudret sahihidir her şeye galiptir" (el-Ahzab, 33/25). Ancak Hendek Savaşı sırasında, henüz korku namazı ile ilgili âyet inmemişti. Yüce Allah bu âyette şöyle buyurur: "Eğer korku içinde bulunursanız, yaya olarak veya binekli iken namazını kılın. Güven içinde bulunduğunuzda da bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı zikredin" (el-Bakara, 2/239; bk. en-Nisâ. 4/101-103).
Hz. Peygamber bazı gazvelerinde, daha sonra ashab-ı kiram mecusîlerle yaptıkları savaşlarda "korku namazı" kılmışlar. Düşman korkusu yüzünden namazı kazaya bırakma yolunu tercih etmemişlerdir. Bunun kılınış biçimi ile ilgili olarak (bk. Korku Namazı).
Korku namazı Ebû Hanîfe ve imam Muhammed'e göre, düşman, sel baskını, yangın vb. korkulu zamanlarda başvurulacak olan ve kıyamete kadar yürürlükte bulunan bir namazdır. Bu durum İslâm'ın namaza ve onun cemaatle kılınışına verdiği önemi göstermektedir. Ölüm tehlikesi gibi ağır şartlar oluşmadıkça, güç yettiği ölçü ve şekilde, ayakta, oturarak, yatarak, gerektiğinde yalnız, başın iması ile namazın kılınmasının istenmesi, namazın belirlenmiş olan vakti içinde kılınmasını sağlamak amacına yöneliktir.
Rasûlüllah (s.a.s), namazın ancak iki durumda kazaya kalması halinde mü'minin özürlü sayılacağını ifade etmek üzere şöyle buyurmuştur: "Kim uyur kalır veya unutarak namazı vaktinde kılmamış bulunursa, onu hatırlayınca kılsın" (Tirmizî, Salât, 16, Mevâkit, 53; İbn Mâce, Salât, 10). Burada yalnız uyku ve unutma halinde vaktinde kılınamayan namazın kalasından söz edildiği için ibn Hazm gibi bazı bilginler bir mazeret olmaksızın namazını kasten kılmayanların, daha sonra bunu kaza edemeyeceklerini fakat bunun yerine Allah'a tevbe ve istiğfar etmenin daha uygun olacağını söylemişledir (İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, Terc. Ahmed Meylânî, İstanbul 1973, I, 268).
Ancak İslâm fakihlerinin büyük çoğunluğuna göre zamanında kılınamayan farz namazların kazası da farzdır. Çünkü uyku veya unutma gibi bir özür hâlinde bile kaza gerekince, bir özrü olmaksızın namazını vaktinde kılmayanlara da kaza etmeleri öncelikle gerekir. Ayrıca, namazı geciktirmekten dolayı Allah'a tevbe ve istiğfar edilir. Namazı kaza etmeden yapılacak tevbe geçerli olmaz. Çünkü tevbenin ön şartlarından birisi, önce ma'siyetten vazgeçmektir (İbnü'l-Hümâm, a.g.e., I, 485 vd.; İbn Âbidin, a.g.e., II, 62-67).
Ebû Bekir ibnü'l-Arabi'ye göre Rasûlüllah (s.a.s) yolculuklarında, üç defa uyuyarak, sabah namazım ashab-ı kiramla kaza etmiştir. Bunlardan birisi Hayber Gazası dönüşüdür. Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Allah'ın Rasûlü konaklama yerinde, uyku basınca istirahate çekilmiş ve Bilâl (r.a)'e kendilerini sabah namaz için uyandırmasını bildirmiştir. Bilâl, nâfile namaz kılmış, sabah yaklaşınca da, hayvanına dayalı olarak uyuya kalmış. Güneş yüzlerine vuruncaya kadar aşırı yorgunluktan ne Rasûlüllah (s.a.s) ve ne de sahabeden hiçbiri uyanmamışlardı. İlk uyanan Rasûlüllah olmuş ve Bilâl'ı uyarmıştır. Kafilenin ilerlemesinden bir müddet sonra Ashab'a abdest almaları emredilmiş, Hz. Peygamber iki rek'at namaz kılmış, sonra Bilâl kamet getirmiş ve sabah namazı cemaatle kaza edilmiştir. Sonra Allah elçisi şöyle buyurmuştur: "Her kim namazını unutursa, onu hatırladığı zaman hemen kılsın. Çünkü, Allah: "Beni anman için namaz kıl" (Tâhâ, 20/ 14) buyurdu" (Müslim, Mesâcid, 309; Ebu Dâvud, Salât, 11; Tirmizi, Tefsîru Sûre, 20; İbn Mâce, Salât, 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 47).
Ebu Katâde ve İmran b. Hüsayn'ın ayrı ayrı naklettiği başka bir yolculukta da uyku sebebiyle sabah namazı Rasûlüllah (s.a.s) tarafından güneş doğup beyazlaştıktan sonra kaza olarak kılınmıştır. Burada, olayı rivâyet edenler hangi yolculuk olduğunu belirtmedikleri için, hadisçiler, bunun Hayber, Tebük, Hudeybiye veya Ceyşü'l-Umerâ gazâsına ait olabileceğini ifade etmişlerdir (bk. Buhârî, Teyemmüm, 6; Menâkıb, 25; Müslim, Mesâcid, 311, 312; Sahîh-i Müslim Terceme ve Şerhi, IV, 1955-1963).
Kaza namazlarının kılınışıyla ilgili fıkhi hükümleri şöylece özetlemek mümkündür:
Vaktinde kılınmamış olan beş vakit farz namazların, kazası farz. Vitir namazı gibi vacip kazası da vaciptir. Namazların sünnetlerinin durumu ise şöyledir: Sabah namazının farzıyla birlikte sünneti vaktinde kılmamışsa, güneşin doğuşundan sonra istivâ (gündüzün ortası) vaktine kadar bu sünnet farzı ile birlikte kaza edilir. Güneşin doğuşundan önce veya istivadan sonra kaza edilmez. Öğle namazının ilk sünneti cemaatle farza yetişmek için terkedilirse farzdan sonra ve son iki rekat sünnetten önce kaza edilir. Son iki rekattan sonra da kaza edilebilir. Burada sünnet için kaza teriminin kullanılması mecaz yoluyladır (bk. İbn Abidin, a.g.e., II, 65). Terk edilen sünnetlerin kazası gerekmez. Ancak başlanıldıktan sonra herhangi bir sebeple terk edilen sünnet veya nafile namazın kazası vacip olur. Kadınlar özel hallerinde kılamadıkları farz namazlarını kaza etmezler. Fakat tutamadıkları oruçları kaza ederler.
Üzerinde kazaya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazaya kalmış namazlarının toplamı altı vakti geçmemiş bulunan kimseye "tertib sahibi" denir. Altı vakit namazı kazaya kaldığı takdirde tertip sahibi olmaktan çıkar, kaza namazları arasında veya kaza namazlârıyla vakit namazları arasında sıra gözetilmesi gerekmez. Tertip sahibinin kaza namazı ile vakit namazları arasında sırayı gözetmesi gerekir. Tertip sahibi olmayan kimse kazaya kalan namazını kılmadan diğer namazlarım kılabilir.
Tertip sahibi olan bir kişi bir tarz namazını veya Ebu Hanîfe'ye göre vacip olan vitir namazını özürsüz olarak veya hayız ve nifas dışında bir özürle vaktinde kılmamış olsa bu namazı ilk vakit namazından önce kaza etmesi gerekir. Çünkü gerek kaza namazları arasında ve gerek bunlarla vakit namazları arasında sırayı gözetmek şarttır.
Kazaya kalmış namazlar birden fazla olupta vakit bunlardan yalnız bir kısmı ile vakit namazları kılmaya elverişli olursa sıraya uymak gerekmez.
Bir kimsenin vitir namazından başka altı vakitten fazla veya altı vakit namazı kazaya kalmış olsa bunları kaza etmeden vakit namazlarını kılabilir, çünkü kaza namazları vitirden başka altı vakit olunca çok, altı vakitten noksan olunca az sayılır.
Kazaya kalan namazlarda niyet, aakit namazlarda olduğu gibi şarttır. Ancak kazaya kalan namazlar çok olursa ve tayini mümkün olmazsa niyetleri "kazaya kalmış ilk" veya "kazaya kalmış son" namaz olarak yapılır.
Kazaya kalmış namazların vakitleri ve sayıları belli ise ona yöre niyet edilir.
Dâru'l-harb'de müslüman olup da bilgisizliği yüzünden namazlarını kılmamış olan kimse, daha sonra dini görevlerini öğrense bu namazları kaza etmesi gerekmez. Yükümlü olabilmek için bilgi şarttır. Dâru'l-İslâm'da hidayete eren kimse bu konuda özürlü sayılmaz. İhtida etmeden önceki namazlarını kaza etmez, bunlar Allahu Teâla tarafından affedilmiştir, ancak ihtida ettikten sonra namazlarının kılmakla ve bilgisizliği veya ihmali yüzünden kılmadığı namazlarını da kaza etmekle yükümlüdür.
Kaza namazları imam ve cemaatin aynı namazı kılmaları şartıyla cemaatle de kılınabilir. Kaza edilen namaz sabah, akşam ve yatsı namazı gibi sesli okunan namazlardan ise, imam sesli okur, değilse içinden okur.
Kaza namazlarının evde kılınması daha iyidir. Çünkü kazaya namaz bırakmakla büyük bir günah işlenmiştir, bunun teşhir edilmemesi gerekir.
Kaza namazlarının belirli vakitleri yoktur. Üç kerahet vakti dışında her vakitte kaza namazı kılınabilir.
Kaza namazı kılmak nafile namaz kılmaktan daha iyidir. Fakat kaza namazı kılmak maksadıyla farz namazların müekked ve gayr-i müekked sünnetlerini terketmek doğru değildir.
Mukim iken kazaya bırakılmış olan bir namaz yolculuk sırasında kılınmak istenirse kısaltılmadan kılınır. Yolculuk sırasında kazaya bırakılan bir namaz da beldesine döndükten sonra kaza edilmek istenirse kısaltılarak kılınır.
Aşağıdaki üç vakitte ne kazaya kalmış farz namazlar, ne vitir gibi vacip namaz ve ne hazırlanmış durumdaki cenaze namazı kılınamaz. Daha önce okunmuş olan secde âyetinden dolayı "tilâvet secdesi" de yapılamaz.
1. Güneşin doğmasından, kırk-elli dakika geçip, yükselmesine kadar.
2. Güneşin tam başımızın üzerinde bulunduğu vakit. Buna zeval ânı denir.
3. Güneşin sararmasından, yani gözleri kamaştırmaz bir hale geldiğinden itibaren, batıncaya kadar olan vakit.
Bu üç vakitte kılınacak kaza namazının iadesi gerekir. Bunun dışındaki vakitlerde kaza namazı kılmak mümkün ve caizdir. İmam Şafii'ye göre ise kaza namazı her zaman kılınabilir. Söz konusu kerahet vakitlerinde de kaza namazı kılmak caizdir.
Namazlarını özürsüz olarak kasten terkeden ve bunları kaza edemeden vefat eden kimse, büyük günah yükü ile âhirete geçmiş olur. Onun işi yüce Allah'la kendisi arasındadır. Bu namazların, tevbe, istiğfar veya keffâret yoluyla telâfi edileceğine dair açık bir âyet, hadis veya icmâ yoktur. Ancak yaşlılık veya sürekli hastalık nedeniyle orucunu tutamayanların, kaza edemeden ölümleri hâlinde, bunun "fidye" ile telâfisi hükmüne (bk. el-Bakara, 2/184) kıyas yapılarak veya "ihtiyat" prensibine dayanılarak, hanefilerde "namaz fidyesi" de müstahsen görülmüştür (bk. "İskat ve Devir" maddesi) Allah'la şehidler arasındaki hakların affedileceği nass'la (bk. el-Bakara, 2/154; Âlu İmrân, 3/169; en-Nisâ, 4/69; Müslim, İmâre, 152; Nesâî, Cihâd, 22; Ahmed b. Hanbel, II, 322, III, 251, 289) belirtilmiştir.
Şehidler, daha önce kılamadıkları namazların affı konusunda istisnâ olabilirler (Kaza namazı için bk. İbnü'l-Hümâm, a.g.e., I, 458 vd.; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, I, 121 vd.; İbn Âbidîn, a.g.e., II, 62 vd.).
Namaz, kelime-i tevhidden sonra İslam'ın en mühim rüknüdür. Hiç bir surette terk edilmemesi gerekir. Cehalet ve gaflet sebebiyle terkedilirse fırsat bulunduğu anda kazası icab eder, geciktirilmez. Şafii mezhebine göre; Kazası olan kimsenin sünnet ve cenaze namazı gibi farz-ı kifaye olan namazları kılması haram olduğu gibi, farz olmayan Ka'be tavafını eda etmesi de haramdır. Çünkü yemek, uyku, ticaret ve iş zamanı müstesna bütün zamanını kaza kılmaya vermek mecburiyetindedir. Hanefi mezhebinde ise; beş vakit namazın sünneti, duha kuşluk- tesbih ve teravih gibi, hakkında hadis varid olan sünnet, kaza olsa da kılınacaktır. Fakat diğer nafile namazı kılmaktansa kaza ile meşgul olmak daha efdaldır. Doğu ve Güneydoğu illerimizde Şafii mezhebinden olan kardeşlerimizin bir kısmı zimmetinde kaza bulunduğu gerekçesiyle haklı olarak sünnet kılmaz. Amma bunun yanında kazasını da eda etmez. Halbuki hazır olan namazı kazaya bırakmak haram olduğu gibi, kazaya kalmış namazı, fırsat bulunduğunda kazası için gayret gösterilmemesi de haramdır.
Kaza orucu ve kaza namazı olan kişi nafile oruç tutabilir mi ve nâfile namaz kılabilir mi?
Tutabilir ve kılabilir;ancak bu görüş Hanefilere göredir. Ancak çok özel günler ve zamanlar dışında, öncelikle kazâlarını edâ etmelidir. Bu durum, tıpkı para borcu olan birisinin, sevabını düşünerek borç vermek için adam aramasına benziyor. Başkasına borç verdiğinden dolayı sevap alır, ancak kendi borcunu ödemesi daha güzeldir.