Usul-Ü Fıkhın Işığında Hicabın Hususiliği:
Seddüzzerai Kaidesi Ve Bu Kaidenin Tatbikinde Aşırılığın
Sonuçları
İlahi Yasama Yönteminin Bazı Prensipleri:
Peygamber Devrindeki Uygulamanın Bazı İşaretleri
Fitneye Vasıta Olan Yolu Kapatma Hususunda Şeriatın Orta
Yolu Tutmasının Önemli Delaletleri
Seddüzzerai Kaidesi Hususunda Ulemanın Beyanat Ve
Tesbitleri:
Neden "Müslüman Kadının Hicabı" Değil?
Mekasidu'ş-Şeri'a Bağlamımda Kadın Elbisesinde Bulunması
Gereken Şartlar
Şeriat, Kadın Giysisinde Belli Bir Model Ve Belli Bir
Renk Öngörmüş Müdür?
Yabancı Erkeklere Karşı Kadın Giyim-Kuşaminda Riayet
Edilmesi Gereken Şartlar:
Kur'an'a Göre Kadının Örtünmesinde Aranacak Özellikler
Örtünmede Gözetilen Hedef: Hürlerin Cariyelerden İyice
Ayırdedilmesi
Cilbab Farz Mıdır, Yoksa Mendup Mudur?
Kadının Yüzünü Açması, Asr-I Saadet Dönemi İslam
Toplumunda Yaygın Bir Uygulamaydı
Nassların Toptan Delaletinden Çıkarılan Deliller
Kadının Yüzünü Açmasına İşaret Eden Karineler
KADININ YÜZÜNÜ AÇMASNIN MEŞRUİYETİ KONUSUNDA MUKADDİMİN
FUKAHANIN İTTİFAKI
Fukahanın Yüzü Açmanın Meşruiyetine İlişkin Fukaha
Görüşleri:
Kadının İhramda Yüzünü Açmasının Farz Oluşu
Hicabın Peygamber
(s.a.w) "in hanımlarına mahsus oluşunun delilleri: (ikinci cildden devam) peygamberin
hanımlarına ait mahremiyetler
Onuncu delil:
Aralarında Hicab
(perde) olmaksızın erkeklerle karşılaşan şu soylu sahabi kadınlardır:
1. Haris'in
kızı Ümmü'l-Fadl:
Ümmü'l-Fadl:
Rasulullah (s.a.v.)'ın amcası el-Abbas İbn Abdulmutta-lib'in hanımıdır.
Rasulullah (s.a.v.) onun hakkında şöyle demiştir:
"Meymune,
Ümmü'1-Fadl, Selma ve analarına nisbetle onların kız kardeşi Esma bintü Umeys
olmak üzere dört kız kardeş, mü'minedirler."[1]
Ümmü'l-Fadl
bintü'l-Haris (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Bir takım insanlar
Arafat'ta arafe günü Ümmü'l-Fadl'ın yanında Peygamber (s.a.v.)'in oruçlu olup
olmadığı hususunda şüphe ve ihtilaf ettiler. Bazısı Peygamber oruçludur, dedi,
bazıstda oruçlu değildir dediler. Bunun üzerine Ümmü'l-Fadl, Peygamber'e bir bardak
süt yolladı. Peygamber devesi üzerinde vakfe yapmakta iken o sütü içti."[2]
Hafız İbn Hacer der
ki: "Hadisden çıkarılacak Önemli hükümlerden biri de, kadınlarla erkekler
arasında ilim hususunda karşılıklı olarak münazara (yapılması)'nm caiz
olmasıdır."[3]
2. Esma
bintü Umeys:
Esma (r.a.) Cafer İbn
Ebi Taüb'in zevcesidir. Rasulullah (s.a.v.) ondan bahisle: "Şüphesiz ki,
o, mü'min bacılardandır"[4]
buyurmuş; kocası Cafer (r.a.) için de: Sen de yaradılışım bakımından ve ahlâkım
cihetinden bana benzedin" demiştir.[5]
Ebu Musa (r.a,) 'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
- Biz (Eş'ariler)
Yemen'de iken Peygamberin çıktığı haberi bize ulaştı. Biz de, ben ve iki
kardeşim -ki biri Ebu Bürde, öbürü Ebu Ruhm'dur; ben kardeşlerimin en küçükleri
idim.- Kavmimiz Eş'arilerden elliüç yahud ellii-ki kişilik bir grup Peygamberin
yanına doğru muhacirler olarak Yemen'den çıktık. Biz Bir gemiye bindik.
(Havanın muhalefetiyle) gemimiz bizi Habeş hükümdarı en-Necaşi'nin memleketinin
sahiline attı. Orada Cafer İbn Ebi Talib'e kavuştuk. Bir müddet onunla beraber
Habeşistan'da kaldık. Nihayet hepimiz topluca yola çıkıp Medine'ye geldik ve
Peygamber'e Hayber'i fethettiği sırada kavuştuk.
Oradaki mücahidlerden
bazı insanlar bize, yani gemi ile gelenlere:
- Hicret şerefini
kazanmakta biz sizi geçtik diyorlardı. Bir kere de Esma bintü Umeys -ki bizimle
Habeşistan'dan gelenlerden idi- Peygamberin hanımı Hafsa'yı-ki o da vaktiyle
bir muhacir kafilesi içinde Habeşistan'a hicret etmişti- ziyaret etti. Esma
Hafsa'mn yanında iken Ömer de kızı Hafsa'nın odasına girdi. Ömer Esma'yı
görünce kızı Hafsa'ya:
- Bu kadın kimdir?
diye sordu. Hafsa:
- Umeys'in kızı
Esma'dır dedi. Ömer:
- Bu kadın Habeşli
Esma mıdır? Bu kadın deniz yolcusu Esma mıdır? dedi.
Esma da:
- Evet, diye tasdik
etti. Ömer, Esma'ya:
- Medine'ye hicret
faziletinde biz sizi geçtik! Biz Rasulullah'a sizden daha layık, daha yakın
bulunuyoruz, dedi.
Esma bu sözlerden
öfkelenerek şöyle müdafaada bulundu:
- Hayır, siz hiç öyle
değilsiniz. Vallahi Rasulullah ile hicret eden sizlerin, Rasulullah açlarını
doyurdu, cahillerini vaz edip okuttu. Biz ise Habeşistan'da müslümanlara
uzakların ve öfkelilerin yurdunda yahud toprağında bulunuyorduk. (Yani
müslümanlara kinle, düşmanlıkla dolu bir yurtta, bir toprakta bulunuyorduk)
Bütün bu sıkıntıları biz, Allah'ın ve Rasulü'nün n zası uğrunda yüklendik. Ey
Ömer! Allah adına yemin olsun ki, bütün bu dediklerini Rasulullah'a gidip
söyîeyinceye kadar ne bir lokma yemek yiyeceğim, ne de bir yudum su içeceğim.
Ey Ömer, biz uzak illerde eziyet olunuyorduk ve korku içinde yaşıyorduk. Bu
hakikatleri şimdi gidip Peygamber'e zikredeceğim ve ona soracağım. Ey Ömer,
Peygamber'e bunları söylerken yemin olsun ben ne yalan söylerim, ne de haktan
meylederim. Bu konuşmamızı bir kelime bile artırmam:
Bu sırada Hafsa'mn
odasına Peygamber geldi. Esma: Ey Allah'ın Peygamberi, Ömer şöyle şöyle
söyledi; diye nakletti. Peygamber de:
- Sen ona ne cevap
verdin? diye sordu.
- Ben de şöyle cevap
verdim, diye müdafaasını anlattı. Bunun üzerine Peygamber:
- Bu hususta Ömer bana
sizden daha layık ve yakın değildir, Ömer ve Ömer'le (Medine'ye) hicret eden
arkadaşları için bir hicret sevabı vardır. Ey gemi ashabı (yoldaşları), sizin
için ise iki hicret sevabı vardır. (Biri Habeşistan'a hicret, diğeri
Medine'ye, Peygamber'e hicret).
Esma demiş ki: Bu
hadise ve Peygamber'in gemi halkı hakkındaki bu yüksek şehadeti üzerine gördüm
ki, bunu işiten Ebu Musa el-Eş'ari ve bütün yoldaşlarımız birbiri ardınca takım
takım ziyaretime geliyorlar ve bu hadisi sevinçle benden soruyorlardı. Bir derecede
ki, dünya malından arzu edilen hiçbir şey Peygamber'in Habeş muhacirleri
hakkındaki bu yüksek şehadeti derecesinde onların gönüllerinde çok ferahlı ve
yüksek tesirli olamazdı. Hadisin ravisi Ebu Burde dedi ki: Esma şöyle demiştir:
Yemin ederim ben Ebu Musa'yı gördüm ki, O. bu hadisi benden tekrar tekrar
nakletmemi istiyordu.[6]
Sonra -bu kadınlar
arasında- hakkında Rasulullah (s.a.v.)'ın "sohbeti (yani.arkadaşlığı)
hususunda da, malı hususunda da, insanların bana ençok güvenilir olanı Ebu
Bekr'dir. Rabbim'den başka halil edinecek olsaydım, elbette Ebu Bekr'i bir
halil edinirdim. Lakin İslam yönünden meydana gelen kardeşlik ve sevgi (şahsi
dostluktan daha faziletlidir) buyurduğu Ebu Bekir es-Sıddik (r.a.)'ın hanımı da
vardı.[7]
- Abdullah İbn Amr
İbni'1-As (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Beni Haşim'den birkaç
kişi Esma bintü Umeys'in huzuruna girmişler. Derken Ebu Bekr-i Sıddık da
girmiş. Esma o gün onun nikâhı altında imiş.
Ebu Bekr bu zevatı
görmüş ve bundan hoşlanmamış. Bunu Rasulullah'a (s.a.v.) anlatmış ve:
- Ama hayırdan başka bir şey görmedim,
demiştir. Bunun üzerine Rasululİah (s.a.v.):
- Şüphesiz ki, Allah
Esma'yı bundan beri kılmıştır, buyurmuş. Sonra Rasululİah (s.a.v.) minber
üzerinde ayağa kalkarak:
-Bu günden sonra sakın
bir adam beraberinde bir veya iki kişi olmadan, kocası evde bulunmayan bir
kadının yanına girmesin, buyurmuşlar.[8]
Bana öyle geliyor ki,
Rasululİah (s.a.v.) erkeklerden müteşekkil bir grubun kadının yanına girmesi
şüpheyi ortadan kaldıracak şeylerdendir demek istiyor ve bu da, Esma'nın
yanına gidenlerin bir cemaat olması cihetiyle Ebu Bekr (r.a.)'ın kalbini sükûna
ulaştıran sebeblerden biri oluyordu.
Taberani Kays İbn Ebi
Hazim (r.a.)'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Biz hastalandığı sırada Ebu
Bekr'in yanına girmiştik- Yanında, kendisini sineklerden koruyan, elleri
kınalı, beyaz tenli bir kadın gördüm. Bu kadın Esma bintü Umeys idi.[9]
Sonra -Aralannda perde
(hicab) bulunmaksızın erkeklerle karşılaşan sahabi kadınlar arasında Hayber
savaşında Rasululİah (s.a.v.)'ın kendisi hakkında "Yemin olsun, İslam
bayrağını yarın bir kişiye vereceğim ki, Allah ve Rasulü onu sever..."
buyurarak övgüde bulunduğu Ali b. Ebi Talib (r.a.)'ın hanımı da bulunuyordu.[10]
Temim İbnü Ebi Seleme
(r.a.)'dan rivayete göre demiş ki; Amr İbnü'l-As (r.a.) bir ihtiyacı hususunda
Ali b. Ebi Talib (r.a.)'m evine yönelip geldi. Fakat Ali'yi evde bulamadı da
geri dönüp gitti. Sonra bu gelişini iki veya üç defa tekrarladı da onu yine
bulamadı. Nihayet Ali (r.a.) gelince ona:
- Hanımını kastederek
bizatihi ihtiyacın ona düşmüş olsaydı içeri giremez miydin? dedi. Amr İbnü'l
As:
- (Biz erkekler),
kocalarının izni ile olmadıkça, kadınların yanlarına girmekten nehy
olunduk" diye mukabele etti.[11]
3. Esma
bintü Ebi Bekr:
Esma, Rasulullah
(s.a.v.)'ın kendisi hakkında: "Şüphesiz her Peygamberin (sahabileri
arasında) bir havarisi (halis ve seçkin bir dostu) vardır. (Sahabilerim
arasında) benim havarim de Zübeyr'dir" buyurarak, medhetti-ği Zübeyr İbn
Avvam (r.a.)'ın hanımıdır.[12]
Esma bintü Ebi Bekr
es-Sıddik (r.a.)dan rivayete göre şöyle demiştir: Ben Aişe'nin yanına girdim.
İnsanlar namaz kılmaktalardı.
- İnsanların bu hali
nedir? dedim. Aişe:
- (Güneşin tutulduğunu
anlatmak için) başı ile gökyüzüne doğru işaret etti. Ben:
- Bir âyet (yani bir
azab yahud kıyamet alameti) mi, diye sordum. Aişe:
- Yine başıyla evet,
dedi. Esma şöyle dedi: (Bunun üzerine ben namaza durdum.) Rasulullah (s.a.v.)
namazı çok uzattı. Nihayet bana bir baygınlık geldi. Yanımda su dolu bir kırba
vardı. Onun ağzını açtım ve ondan başıma su dökmeğe başladım. Nihayet
Rasulullah (s.a.v.) namazı bitirdi, güneş de açılmıştı. Rasulullah (s.a.v.)
namazdan sonra insanlara hutbeye başlayıp Allah'a layık olduğu sıfatlarla
hamdetti sonra: "Amma ba'du" dedi. Esma dedi ki: Tam bu sırada
Ensar'dan bir takım kadınlar konuşup gürültü etmeye başladılar. Ben de onları
susturayım diye yüzümü onların tarafına meylettirdim...[13]
Buhari'nin diğer bir rivayetinde ise: Esma (r.a.) şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.v.)
bir kere hutbe okumaya kalktı ve kişinin kabirde tutulacağı imtihan fitnesini
zikretti. Rasulullah kabir halleriniıböyle tafsila-tıyla anlatınca müslümanlar
dehşetli bir surette feryadla ağlaştılar [14]
Hafız İbn Hacer der
ki: "... Esma bintü Ebu Bekr hadisini Buhari cidden muhtasar olarak irad
etmiştir. Bunu Buhari'nin tahric ettiği yoldan Nesai ve İsmaili de tahric
etmişlerdir. Dolayısıyla Nesai ravinin feryadla ağlaştılar sözünden sonra şu
ziyadeyi zikretmiştir.
... Cemaatın bu feryad
ve figanı Rasulullah'ın sözlerinin son kısmını anlamama mani oldu. Cemaatın bu
sayhaları sükunet bulunca bana yakın olan bir adama:
- Allah sana
bereketler ihsan etsin! Rasulullah (s.a.v.) hutbesinin sonunda ne buyurdu diye
sordum.
O zat:
"Bana vahyolundu
ki, siz kabirlerinizde Deccal'in fitnesine yakın bir fitne ile imtihan
olunursunuz buyurdu, dedi."[15]
Ebu Nevfel (r.a.)'dan
rivayete göre demiş ki: ... Sonra el-Haccac Esma bintü Ebi Bakr'e haber
gönderdi. Fakat o gelmekten imtina etti. Haccac kendisine tekrar bir elçi
göndererek: Ya gelirsin yahud seni saçlarından sürükleyecek birini yanına
mutlaka gönderirim, dedi. Esma yine imtina etti. Ve şunları söyledi:
- Vallahi bana,
saçlarımdan beni sürükleyecek bir kimse göndermedikçe, ben senin yanına
varmam! Bunun üzerine Haccac
- Bana ayakkabılarımı
gösterin! dedi. Ve Ayakkabılarını aldı. Sonra koşarak yola düştü ve Esma'nın
yanına girdi. (Ona):
- Allah'ın düşmanına
ne yaptağımı gördün mü? dedi. Esma:
- Gördüm ki. ona
dünyasını berbad ettin. Ama o da sana ahiretini berbad etti. Duydum ki, ona, ey
iki kuşaklının oğlu demişsin. Vallahi iki kuşaklı benim. Bunların biri ile
hayvanların üzerinden Rasulullah (s.a.v.)'m yiyeceği ile Ebu Bekr'in yiyeceğini
kaldırırdım. Diğeri bir kadına lazım olan kuşaktır. Dikkat et ki, Rasulullah
(s.a.v.) bize:
- 'Sakif kabilesinden
bir yalancı ve bir can alıcı vardır' demişti. Yalancıyı gördük. Can alıcıya
gelince, bunun ancak senin olacağını zannediyorum, dedi. Bunun üzerine Haccac
onun yanından kalktı, bir daha da kendisine mü-racat etmedi."[16]
4.
el-Gumeysa bintü Milhan (Ümmü Süleym):
Rasulullah (s.a.v.)
onun hakkında da şöyle buyurdular:
Cennete girdim de bir
ayak sesi işittim ve: Bu kim? dedim. Bu Sumeysa bintü Milhan'dır,
dediler."[17] Gumeysa (Ümmü Süleym) Ebu
Talha el-Ensari (r.a.)'ın hanımı olup Enes bin Malik (r.a.) ondan bahisle şöyle
demiştir:
"Uhud günü askerler
bozulup insanlar Peygamber'in yanından dağıldığı sırada Ebu Talha,
Peygamber'in önünde deriden kalkanını O'na siper yaparak sebat etmiş
bulunuyordu...
Peygamber
düşman(okçuların)a bakmak için ayağa kalktığında Ebu Talha:
- Ya Nebiyyallah!
Babam, anam sana feda olsun, sakın yükselme düşman oklarından biri sana isabet
etmesin! Benim göğsüm senin göğsünün önündedir (yani ona siperdir!) derdi...[18]
Enes bin Malik (r.a.)'den rivayete göre:
şöyle demiş: "Rasulullah
(s.a.v.) gazaya Ümmü
Süleym ile birlikte giderdi. O gaza ettiği vakit Ensar'-dan bazı kadınlar da
maiyyetinde bulunur; mücahidlere su verir ve yaralıları tedavi ederlerdi."[19]
Enes b. Malik
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "... Hatta yolda giderken (yani
Hayber gazvesinden dönülen yolda giderken) Safiyye'yi Rasulullah (s.a.v.)'e
(annem) Ümmü Süleym hazırladı ve geceleyin onu Rasulullah, ile gerdeğe
soktu."[20]
5. Ümmü
Eymen (r.a.):
Ümmü Eymen (r.a.)
Rasulullah (s.a.v.)'ın dadısıdır, Rasulullah (s.a.v.) onu Zeyd bin Harise ile
evlendirmiş ve bunlardan Usame b. Zeyd dünyaya gelmiştir.[21]
- Enes Bin Malik
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.)'in
vefatından sonra Ebu Bekr (r.a.) Ömer'e:
- Haydi Ümmü Eymen'e
gidelim. Rasulullah (s.a.v.) onu nasıl ziyaret ediyordu ise biz de öylece
ziyaret edelim, dedi. (Ebu Bekr demiş ki1) ona vardığımızda ağladı: Ebu
Bekir'le Ömer:
- Niye ağlıyorsun?
Allah'ın nezdindeki (makamı) Rasulü (s.a.v.) için daha hayırlıdır, demişler.
Ümmü Eymen:
- Ben Rasulü (s.a.v.)
için Allah indindeki (mertebe)nin daha hayırlı olduğunu bilmediğim için
ağlamıyorum. Velakin Sema'dan vahiy kesildi de ona ağlıyorum, demiş. Böylece
her ikisini de duygulandırmış, onunla birlikte onlar da ağlamaya
başlamışlar."[22]
6-7. Fatıma
bintü Kays ve Ümmü Şerik:
Fatıma bintü Kays ilk
muhacirlerdendir... Ondan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben dul kalınca,
beni Rasulullah (s.a.v.)'ın ashabından bir kaç kişi içinde Abdurahman İbn Avf
istedi. Rasulullah (s.a.v.) de beni azadlisı Usa-me bin Zeyd'e istedi. Bana
rivayet olunmuştu ki, Rasulullah (s.a.v.):
"Beni kim
severse, Usameyi sevsin!" buyurmuşlar. Rasulullah (s.a.v.) benimle
konuşunca:
- İşim senin
elindedir. Beni dilediğine nikâh et! dedim. [23]
(Fatıma devamla dedi ki) Ben de Usame ile evlendim. Allah beni İbnü Zeyd
(Zeyd'in oğlu) ile şerefyab etti. Allah beni Zeyd'in oğlu (İbnü Zeyd) ile
mükerrem kıldı...101 Allah onda hayır halketti; ben de kendisine gıbta
eyledim!"[24]
Ubeydullah bin
Abdillah bin Utbe'den rivayete göre demiş ki:[25]
"Ebu Amr bin Hafs
bin Muğire, Ali bin Ebi Talib ile birlikte Yemen'e gitmiş de karısı Fatıma
bintü Kays'ı kalan bir talakla boşadığı haberini göndermiş. Haris bin Hişam
ile Ayyaş bin Rabia'ya da Fatıma'ya nafaka vermelerini emretmiş.
Bunlar Fatıma'ya:
- Vallahi, senin için
nafaka yoktur. Meğer ki, hamile olasın (Bu müstesna) demişler. Bunun üzerine
Fatıma, Peygamber'e (s.a.v.) gelerek bunların söylediklerini ona anlatmış da,
Peygamber:
Evet! Sana nafaka
yoktur" buyurmuşlar. Fatıma kendisinden evden taşınmak için izin istemiş.
O da kendisine izin vermiş..." m (Müslim'in diğer bir rivayetine göre de
Fatıma şöyle demiştir) "...Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): Ümmü Şerik'e
taşın!" buyurdular. -Ümmü Şerik Ensar'dan zengin, Allah yolunda nafakası
çok bir kadındı.- Ona misafirler gelirdi. Ben de:
- Yaparım, dedim.
- Yapma, çünkü Ümmü
Şerik misafiri çok bir kadındır. Ben senin baş örtünün düşmesini yahud
baldırlarından elbisenin açılıp da cemaatin senden hoşlanmadığın bazı şeyleri
görmesini hoş karşılamam. Lakin sen amcaoğ-lun Abdullah İbn Amr İbn Ümmü
Mektum'a taşın, buyurdu. (Bu zat Ku-reyş'in kolu, Beni Fihr'den bir adamdı.
Kendisi Fatıma'nın mensup olduğu kabileden idi.) Ona taşındım..."[26]
Şa'bi (r.a.)'dan
rivayete göre demiş ki: "Fatıma bintü Kays'ın yanına girdik. Bize İbni Tab
hurması ikram etti; süt karıştırması sundu. Ben kendisine, üç talakla boşanan
kadının nerede iddet bekleyeceğini sordum:
- Kocam beni üç
talakla boşadı da, Peygamber (s.a.v.) bana ailem nez-dinde iddet beklememe izin
verdi, dedi."[27]
8. Ümmü
Haram bintü Milhan:
Ümmü Haram, Ensar'dan
yetmiş kişiyle birlikte Akabe Be'atında hazır bulunan ve on iki temsilciden
birisi olan aynı zamanda Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında hazır bulunan
Ubade bin Samit (r.a.)'ın hanımıdır. Ubade bin Samit (r.a.) gazvelerin hepsinde
Rasulullah (s.a.v.)'la beraber hazır bulunmuştur.[28]
Umeyr İbnü'l-Esved
el-Ansi (r.a.)'dan rivayete göre şöyle tahdis etmiştir:
"Kendisi Ubade
İbnü's-Samit'e gelmiş. Ubade o sırada Hımış sahilinde kendisine ait bir binada
konaklamış, beraberinde de zevcesi Ümmü Haram bulunuyormuş.
Umeyr dedi ki: Bize
Ümmü Haram bintü Milhan, kendisinin Peygam ber'den: "Ümmetimden denizde
gaza eden ilk muharibler mağfiret olunmayı hak etmişlerdir" buyururken
işittiğini haber verdi.
Ümmü Haram dedi ki:
- Ben de, Ya
Rasulallah! Ben bunların içinde miyim? diye sordum. "Sen onların
arasmdasın diye cevap verdi. Bundan sonra Peygamber: Ümmetimden Kayser'İn
şehrine gaza eden ilk mücahid grubu da mağfiret olunmuşlardır" buyurdu.
Ben bunların içinde miyim ya Rasulallah? diye sordum. Peygamber:
"Hayır" diye cevap verdi.[29]
Ümmü Haram'ın bahsi
altıncı delil içerisinde geçmiş idi. Kendisi Üm-mü Süleym'in öz kızkardeşidir.
9. Sübey'atü
bintü'l-Haris el-Eslemiyye:
Sübey'a Peygamber
(s.a.v.)'e beyat ve hicret eden muhacir kadınlardan olUp '[30] yjne
muhacirundan olan, Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katılan ve Hudeybiye Mu
sal anasında hazır bulunan Sa'd ibnü Havle'nin hanımı-dır.[31]
- Sübey'atü
bintü'l-Haris (r.a.)'dan rivayete göre şöyle haber vermiş:
Sübey'a Beni Amir b.
Lüey kabilesinden Sa'd b. Havle ile evliymiş. Bu zat Bedir gazasına iştirak
edenlerdenmiş. Bilahare karısı hamile iken veda haccında Sa'd vefat etmiş. Onun
vefatından sonra çok geçmeden karısı doğurmuş. Nifasmdan çıkıp temizlendiği
vakit taliblileri için giyinmiş kuşanmış. Derken yanma beni Abdiddar kabilesinden
Ebu's-Senabil İbn Ba'kek isminde bir adam girerek:
- Acaba seni neden
giyinmiş kuşanmış görüyorum? Galiba evlenmek istiyorsun? Vallahi üzerinden dört
ay on gün geçmedikçe sen evlenemezsin! demiş. Sübey'a diyor ki: O zat bana bunu
söyleyince geceleyin üzerime dış örtümü aldım. Sonra Rasuluîlah (s.a.v.)'a
gelerek, bu meseleyi ona sordum. Bana hamlimi vaz ettiğim (yani çocuğumu
doğurduğum) anda (başka bir erkekle evlilik için) helal olduğum fetvasını
verdi. Ve istemem halinde evlenmemi emir buyurdu.'[32]
10. Ümmü
Züfer:
Ata İbnü Ebi Rebah
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle tahdis etmiştir: İbn Abbas bana:
- Ben sana cennet
kadınlarından bir kadın göstereyim mi? dedi.
- Evet göster, dedim.
İbn Abbas:
- İşte şu (iri yapılı,
uzun boylu) kara kadındır. Bu kadın (bir keresinde) Peygamber (s.a.v.)'e geldi
de:
- Ben sar'alanıyorum,
sar'alanınca da açılıyorum. Benim için Allah'a dua ediver! dedi.
Peygamber:
- İstersen hastalığına sabret! Bunun
karşılığında sana cennet vardır. İstersen sana afiyet vermesi için Allah'a dua
edeyim! buyurdu.
Kadın:
- Ben sabredeyim dedi
ve: Ben açılıyorum, (üst-baş yönünden) açılma-maklığım için Allah'a dua ediver!
diye rica etti.
Peygamber de onun için
dua etti[33] Onbirinci delil:
(Umumi ve hususi
sahalarda aralarında) hicah (perde) bulunmaksızın kadınlarla karşılaşan
Peygamber (s.a.v.) ve ashabının fiilleridir.
!
Farz namazlarda:
Fatıma bintü Kays
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Nihayet idde-tim tamamlanınca
Rasuluîlah (s.a.v.)'in dellalinin sesini işittim.
- Haydin toplayıcı
namaza! diye sesleniyordu. Hemen mescide çıktım ve Rasuluîlah (s.a.v.)'le
birlikte namazı kıldım. Cemaatın arkalarına gelen kadın safındaydım. Müslim'in
diğer bir rivayetinde ise Fatıma şöyle demiştir: "... Derken namaza
(haydin toplayıcı namaza) diye cemaat arasında nida olundu.'Camiye ben de
gittim. Kadınların ön safında idim. Bu saf erkeklerin son safının arkasından
(itibaren) gelir.[34]
Bayram namazlarında:
Ümmü Atıyye (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
- Biz kadınlara,
bayram günü namazgaha çıkmamız, hatta bulundukları ev köşelerinden bakire
kızlara ve hayızlı kadınlara varıncaya kadar namazgaha çıkmamız emredilirdi de,
kadınlar erkeklerin arka tarafında o-lurlar, onların tekbir getirmelerine uyup
tekbir getirirler ve onların dualarıyla dua ederlerdi. Onlar bu Bayram gününün
bereketini ve paklığını (yani günahlardan temizlenmeyi) umud ederlerdi. "[35]
Küsuf namazında:
Peygamber'in (s.a.v.)
hanımı Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "...Sonra Rasulullah
(s.a.v.) sabah vakti bir bineğe binip çıktı. Derken güneş tutuldu. Kuşluk
vaktinde döndüğünde Rasulullah (s.a.v.) mescidin bitişiğinde hanımlarına ait
olan odalara uğradı. (Müslim'in bir rivayetinde ise Aişe şöyle demiş: Nihayet
ben, hücreler arasından kadınlarla birlikte mescide çıktım). Sonra kalkıp
namaza durdu, insanlar da onun arkasında dikilip namaza durdular. Öyle ki,
Rasululîah uzun bir kıyam yaptı..."[36]
Buhari'nin Sahih'inde:
"Güneş .tutulmasında kadınların erkeklerle beraber namaz kılmalarına dair
bir bab ve ardından Esma bintü Ebu Bekir'in rivayeti olan bir hadis ve
Esma'nın bu namaza iştirak ettiği kaydedilmektedir.
Hafız îbn Hacer şöyle
demiştir: Çuhari bu unvanı (konu başlığı) ile kadınların erkeklerle beraber
namaz kılmalarım menedenlerin reddedileceğine işaret etmektedir.[37]
Buhari'nin bab başlığını, Müslim'in sahihinde Cabir bin Abdillah'ın rivayeti
olar*-bir hadis teyid etmektedir ki, bu hadis de şöyle varid olmuştur:
- Peygamber sonra geri
çekildi, arkasındaki saflar da geri çekildiler. Böylece son safa vardık.
- Müslim'in hocası olan Ravi Ebu Bekir: Böylece
kadınlar safına vardık, diye rivayet etti."[38]
Hacc'da:
- Yahya bin Husayn'dan
onun da ninesi Ümmü'l-Husayn (r.a.)'dan naklen rivayetine göre Yahya demiş ki:
- Ninemi şunu
söylerken işittim:
- "Ben, veda
haccında Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte haccettim, Onu cemre-i Akabe'de taş
atarken ve oradan ayrılırken hep devesinin üzerinde gördüm. Beraberinde Bilal
ile Usame de vardı. Birisi devesinin yularını çekiyor diğeri Rasulullah
(s.a.v.)'ı güneşten korumak için örtüsünü onun başına kaldırıyordu. Rasulullah
(s.a.v.) -orada- bir çok sözler söyledi. Sonra şöyle buyururken işittim.
- Eğer size kulakları
kesilmiş bir köle emir tayin edilir de sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse
hemen kendisini dinleyin ve itaat edin!"[39]
Cihad'da:
Er-Rubeyy'i bintü
Muavviz (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Biz kadınlar
Peygamber (s.a.v.)'in beraberinde gazve ederdik ve mü-cahidlere su verir,
onlara hizmet ederdik. Yaralıları ve şehidleri Medine'ye geri götürür idik.[40]
Abdullah İbn Abbas
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "el-Fadl İbn Abbas, Rasulullah
(s.a.v.)'in redifi (yani hayvan üstünde Peygamber'in arka tarafına binmiş
bulunuyor) idi. Has'am kabilesinden (genç ve güzel) bir kadın Rasulullah'a
geldi. Bu sırada FadUcadına, kadın da Fadl'a bakmaya başladı. Peygamber de
Fadl'ın yüzünü (eliyle kadıdan) başka tarafa çevirmeye koyuldu.
Kadın: Ya Rasulallah!
Allah'ın kulları üzerinde hacc hususundaki farizası babama çok yaşlı bir
ihtiyar olduğu halde erişti. O deve üzerinde sabit duramaz haldedir.
Binaenaleyh kendisine (vekaleten) ben hacc edebilir miyim? diye sordu.
Peygamber:
- Evet, vekaleten hacc
edebilijsin, diye cevap verdi.
Bu sual ve cevap Veda
Haccı sırasında vaki oldu."[41]
İlim taleb etmede:
Ebu Said el-Hudri
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
Bir kadın Rasulullah
(s.a.v.)'e gelerek:
- Ya Rasulallah!
Erkekler senin hadislerini alıp gittiler. O halde biz kadınlar için de
kenlidiğinden bir gün ayır da, bizler o günde sana gelelim, sen de Allah'ın
sana öğrettiği şeylerden bizlere öğretirsin, dedi.
Rasulullah (s.a.v.)
onlara:
- Filan ve filan
günlerde, şu ve şu mekanlarda toplanın" buyurdu. Kadınlar o günlerde ve
yerlerde toplandılar. Rasulullah onların yanlarına geldi de Allah'ın kendisine
öğrettiği şeylerden kadınlara da öğretti. Sonra Rasulullah, kadınlara:
- İçinizden hiçbir
kadın yoktur ki, çocuklarından üç tanesini ahirete kendisinden önce yollasın da
bunlar cehenneme karşı onun için bir perde olmasın, buyurdu.
Bunun üzerine
kadınlardan biri:
- Ya Rasulallah! İki
tanesi de öyle mi? dedi.
Ebu Said: Kadın 'iki
tane1 sqzünü iki defa tekrar etti, dedi: Sonra Rasulullah üç kere tekrar
ederek:
- İki tane de iki tane
de, iki tane de öyledir! buyurdu." [42]
Emr-i bi'1-maruf yapmada:
İbn Abbas (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
Peygamber (s.a.v.)
haccından (Medine'ye) döndüğü zaman Ensar'dan bir kadın olan Ümmü Sinan'a:
- (Bizimle beraber)
hacc etmeden seni meneden nedir, diye sordu. Ümmü Sinan, kocası Ebu Sinan'ı
kastederek:
- Ebu Fulan'ın iki devesi vardır. Bunların
birine binip hacca gitti.
Öbürüsü de bizim
arazimizi suluyor! dedi. Peygamber (s.a.v.) de:
- "Ramazan'da
Umre yapılması (sevabca) bir hacca yahud benim beraberimde haccetmeye bedel
olur" buyurdu..[43]
İnsanın eş ve dostunu
güzel bir şekilde koruyup gözetmesinde:
- Cabir bin Abdillah
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) Hazm oğullarına
yılanı rukye yapmaya ruhsatı verdi. Esma bintü Umeys'e de şöyle buyurdu.
- Bana ne oluyor ki,
kardeşim oğullarının cisimlerini erimiş görüyorum. Aceb bir hacetleri mi var?
Esma:
- Hayır! (yok!) lakin
onlara çabuk nazar değiyor, demiş. Peygamber (s.a.v.):
"Onlara rukye
yap!" buyurmuş. Esma demiş ki; ben kendisine arzettim, fakat o;
"Onlara sen rukye
yap buyurdular!"[44]
Hürmet, tazim ve sena etmede:
- Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre demiş ki; Utbe İbnü Rabia'nın kızı Hind gelerek:
- Ya Rasulallah!
vaktiyle yeryüzünde senin hane halkın kadar zelil ve harab olmalarını istediğim
hiçbir ev halkı yoktu. Sonra bugün (geldi) yeryüzünde senin ev halkın kadar
aziz olmalarını istediğim hiçbir ev halkı yoktur dedi.
(Aişe dedi ki):
Rasulullah (s.a.v.) de Hind'e:
- "Nefsin elinde
olan Allah'a yemin ederim ki, ben de sana karşı ayn düşünceyi taşıyorum"
dedi...[45]
Dua ederken:
Ebu Hureyre (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
Bir kadın Peygamber
(s.a.v.)'e kendisinin bir çocuğunu getirerek:
- Ya Nebiyyallah! Bunun için Allah'a dua et!
Gerçekten üç tanesini toprağa gömdüm, dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- Üç çocuk mu gömdün?
dedi. kadın:
- Evet! (Üç çocuk
gömdüm) dedi. (Müslim rivayetinin birisinde de: Ya Nebiyyallah! bu çocuk
rahatsızdır. Ben ondan korkuyorum. Gerçekten toprağa üç tane gömdüm, dedi,
şeklindedir) Rasulullah (s.a.v.):
- Muhakkak cehennemden
kuvetli bir mani ile korundun!1 buyurdu-lar."[46]
Ziyaretleşmede:
Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
"... Nihayet
bizler Medine'ye geldik. Geldiğim zaman ber bir ay hasta oldum. Bu sırada
insanlar iftira sahihlerinin sözlerine dalmışlar... Bu şekilde ebeveynim
(Annemle babam) yanımda oturdukları, ben de ağlamakta bulunduğum sırada Ensardan
bir kadın benim yanıma girmek için izin istedi. Ben de o kadına izin verdim. O
da oturup benimle ağlıyordu Biz bu hal üzere iken, Rasulullah yanımıza girdi,
selam verdikten sonra oturdu... (Buhari'nin diğer bir rivayetinde[47] Aişe
şöyle demiş: Allah'a hamd edip övdükten sonra, 'Amma ba'du', diyerek şunları
söyledi:
- 'Ya Aişe, eğer bir
kötülük yapmış isen yahud nefsine zulmetmiş isen Allah'a tevbe et. Çünkü Allah
kullarından tevbeyi kabul eder, dedi.
Aişe demiş ki: Bu
sırada Ensardan bir kadın gelmiş ve kapıda oturmakta idi. Ben Rasulullah'a:
- (Onun anlayışına
göre hareminin yüceliğine layık olmayan) birşeyi zikretmeye şu kadından haya
etmez misin? dedim..."[48]
İbn Abbas (r.a.)'ın
mevlası Küreyb (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"... Ümmü Seleme
(r;a,) şöyle dedi: Ben; Peygamber (ş.a.v,)'den, sonra halkı ikindiden sonraki
bu namazdan (yani ikindiden sonra kılınan iki rek'at namazdan) nehyederken
işittim. Sonra bir kere de Peygamber'i; ikindi namazını kıldığı sırada iki
rek'at namaz daha kılarken gördüm. Şöyle ki: Rasulullah (s.a.v.) benim odama
girmişti. Fakat o sırada yanımda Ensar'dan Haram oğullarından bir takım kadın
misafirler bulunuyordu. Rasulullah namaz kılmağa başladı. Onun böyle ikindinin
akabinde benim yanıma girmesinden sonra namaz kıldığını görünce kendine bir kız
gönderdim ve kıza:
Rasulullah'm yanında
dur! "Ya Rasulullah! sana Ümmü Seleme şu iki rek'at namazdan nehyetiğini
işittim. Halbuki şimdi seni onları kılarken görüyorum diye soruyor" de:
Eğer Rasulullah (namazda bulunduğunu) eliyle işaret ederse, yanından geri
çekil, dedim. Kız bu emrimi yerine getirdi. Ve hakikaten Rasulullah eliyle
işaret etti; kız da geri çekildi.
-İRasulullah namazdan
ayrılınca bana hitaben "Ey Eba Umeyye kızı! İkindi namazından sonra
kıldığım iki rek'at namazdan sormuştun. Bunun sebebi şudur; Bana Abdu'1-Kays
kabilesinden bir takım insanlar gelmişti. Bunlar, şu öğle namazından sonraki
iki rek'at (nafile) namazdan beni meşgul edip alıkoymuşlardı. İşte kıldığım iki
rek'at namaz, öğlenin o iki rek'at son sünnetidir" buyurdular.[49]
Ümmü'1-Fadl (r.â.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
- Peygamber (s.a.v.)
benim evimde iken, bir bedevi onun yanına girdi de:
- Nabiyyallah! Benim bir karım vardı; üzerine
bir daha evlendim. Derken birinci karım yeni zevcemi bir veya iki defa emzirmiş
olduğunu söyledi;-dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
- Birveya
ikrdefa^Tnzirn^çtelîürfflattsbatetmez" buyurdular.[50]
Mişkatii'l-Mesabih
adlı eserde Ümmü Hani' (r.a.)'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Fetih günü
(Yani Mekke'nin feth olunduğu gün) olunca Fatı-ma gelerek Rasulullah
(s.a.v.)'in sol tarafına, Ümmü Hani (r.a.) da sağ tarafına oturdular. O sırada
cariye içerisinde şarab (içecek şey) dolu bir kab getirip bu kabı Rasulullah
(s.a.v.)'e eliyle uzatıp verdi. Rasulullah (s.a.v.) bundan içtikten sonra Ümmü
Hani'ye uzatıp verdi. Ümmü Hani'de ondan içtikten sonra:
- YaRasulallah! Ben
oruç tutmakta olduğum halde şimdi gerçekten onu (aleyhime olacak şekilde)
bozmuş mu oldum? dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
- Sana vacip olan
herhangi bir şey (keffaret) mi ödüyor idin? dedi. Ümmü Hani:
- Hayır, birşey
ödemiyordum, dedi. Peygamber;
- Şayet nafile ise onu
bozmuş olman sana zarar vermez" buyurdular."[51]
- Enes bin Malik
(r.a.) rivayete göre haber vermiş ki: (Annesi) Ümmü Süleym bintü Milhan,
Peygamber (s.a.v.) için deriden yapılmış bir döşek yayardı da Peygamber, onun
yanında döşek üzerinde gündüz (Kaylule) uykusuna yatardı.
- Enes dedi ki:
Peygamber uyuduğu zaman, Ümmü Süleym, Peygamber (s.a.v.)'in terinden ve
saçlarından alırdı da onları bir şişe içinde toplardı. Sonra bunları güzel koku
içine katardı. [52]
Hafız îbn Hacer: (...
Muhammed İbnü Sad'ın sahih birsenedle rivayet ettiği haberde ise şöyle
denilmiştir! (...) Bu rivayetten mezkur kıssanın veda haccindan sonra meydana
gelmiş olduğu sonucu elde edilir) demektedir."[53]
- Kays İbnü Ebi Hazim
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Ebu Bekir
(r.a.), Ahmus kabilesinden Zeyneb denilen bir kadının yanına girdi. Ve onu
konuşmuyor gördü. Yanındakilere:
- Bu kadının nesi var
ki konuşmuyor? diye sordu. Oradakiler:
- Konuşmayarak hacc
yaptı, dediler. Ebu Bekr, kadına:
- Konuş, çünkü
konuşmamak helal olmaz; bu konuşmamak cahiliyyet amelindendir, dedi.
Bunun üzerine kadın
konuştu da Ebu Bekr'e:
- Sen kimsin? diye
sordu. Ebu Bekr:
- Muhacirlerden bir
adamım, dedi. Kadın:
- Hangi muhacirlerden?
dedi. Ebu beKr:
- Kureyş
muhacirlerinden, dedi. Bu sefer kadın:
- Sen Kureyş'in hangi
boyundansın? dedi.
Ebu Bekr:
- Sen çok soru
soruyorsun, ben Ebu Bekr'im dedi.
Kadın:
- Cahiliyyet devrinin
ardından Allah'ın bize getirmiş olduğu bu iyi iş (yani İslam dini) üzerinde
bekamız ne kadar olur? dedi.
Ebu Bekir:
- İslam üzerinde baki
olmanız, imamlarınız sizleri dosdoğru tuttuğu müddetçe olur, dedi.
Kadın:
- İmamlar nedir, diye
sordu:
Ebu Bekr:
- Senin kavminin onlara
emretmekte olan ve onların da itaat etmekte bulundukları bir takım başkanları
ve şerifleri vardır, değil mi? dedi.
Kadın:
- Evet, vardır, dedi.
Ebu Bekr:
- İşte onlar insanlar
üzerinde doğruyu imamlardır, dedi.[54]
Ağacın dalındaki hurmanın miktarını tahmin etme müsabakasında:
- Ebu Humeyd es-Saidi
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Biz, Peygamber'in beraberinde Tebük
gazvesine gittik. Peygamber Vadi'1-Ku-ra'ya vardığı zaman, kendi bahçesinde
çalışan bir kadına tesadüf etti. Peygamber (s.a.v.) sahabilerine:
- Şu bahçedeki hurmayı
tahmin ediniz, buyurdu. (Biz tahmin ettik) Ra-sulullah (s.a.v.)'da on vesk
tahmin etti. Akabinde bahçe sahibesi olan kadına:
- (Hurma toplarken)
buradan ne kadar kile hurma çıkacağını say buyurdu.
Tebük'e geldiğimizde
Rasulullah:
- Dikkat ediniz! Bu
gece muhakkak şiddetli bir rüzgar esecektir. Sakın kimse bulunduğu yerden ayağa
kalkmasın! Beraberinde devesi olan da devesini sıkı bağlasın! buyurdu.
Bu emir üzerine biz de
develerimizi sıkıca bağladık. Ve (hakikaten o gece) şiddetli bir rüzgar esti. O
sırada birisi ayağa kalkmıştı. Rüzgar onu Tayy Dağı'na sürükleyip attı. Bu
sefer sırasında Eyle Meliki, Peygamber'e (Düldül adlı) beyaz bir katır hediye
etmiş ve bir bürde giydirmişti. Peygamber de bu Melik'e deniz kenarındaki beldelerin
halkı için bir eman-name yazdırmıştı.
(Dönüşte) Peygamer
Vadi'l-Kura'ya gelince, hurmalık sahibesi olan kadına:
- Bahçedeki hurma ne
kadar geldi? diye sordu. Kadın:
- Allah Rasulü'nün
tahmini veçhile on vesk geldi, dedi.[55]
Hastayı ziyaret
etmede:
Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.) amcası Zübeyr İbnü
Abdulmuttalib'in kızı Dubaa'nın yanına girdi de ona:
- Öyle sanıyorum ki,
hacca gitmek istiyorsun, dedi.
Dubaa da:
- Evet öyledir, fakat
vallahi kendimi hasta hissediyorum, dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- Ey Dubaa, sen haccet
ve hacca niyyet ederken de; ya Allah beni hacc ibadetlerini yerine getirmekten
men ettiğin yerde ihramdan çıkacağım! diye şart kıl, buyurdu. (Dubaa
o$ü33ila.Mıkdad İfoısüjiisyed'in nikâhı altında bulunuyordu."[56]
Yemekte:
Yezid İbnü'l Asamm
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş:
- Medine de bizi bir
güveyi düğün aşına davet etti de bize on üç tane keler sundu. Kimimiz ondan
yedi, kimimiz de yemeyip bıraktı. Ertesi gün ben İbn Abbas'a rastlayarak ona
bunu haber verdim. Etrafındaki insanlar sözü o kadar uzattılar ki, hatta
bazıları:
"Rasulullah
(s.a.v.): Ben onu ne yerim, ne ondan men ederim ve ne de onu haram
kılarım" buyurdu dediler. Bunun üzerine İbn Abbas:
- Ne fena birşey
söylediniz. Nebiyyullah (s.a.v.) ancak helal ve haram kılıcı olarak
gönderilmiştir. Şüphe yok ki, bir defa Rasulullah (s.a.v.) Mey-mune'nin yanında
iken beraberinde de Fadl İbn Abbas ile Halid İbnü Velid ve bir başka kadın
bulunduğu halde kendisine üzerinde et bulunan bir sofra sunuluverdi. Peygamber
(s.a.v.) yemek isteyince Meymune ona: Bu keler etidir, dedi. O da hemen elini
çekiverdi ve: "Bu benim hiç yememiş olduğum bir ettir" buyurdu.
Cemaata: "Siz yeyin" dedi. Ondan Fadl, Halid İbnü Velid ve o kadın
yediler.
Meymune demiş ki:
"Ben hiçbir şeyden yemem. Meğer ki Rasulullah (s.a.v.)'ın yediklerinden
bir şey ola. (Ancak onu yerim.)[57]
Hastaya bakıcılık
yapmada:
Hafsa bintü Şirin
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
- (Biz taze
kızlarımızı bayram gününde namaz yerlerine çıkmalarından men ederdik. Derken
Basra'ya bir kadın geldi... O kadın, kız kardeşinin kocasının Peygamber ile
birlikte on iki gazvede bulunduğunu, kızkardeşinin de bizzat bunlardan altı
gazvede kocasıyla beraber bulunduğunu, O'nun: "Biz hastalara bakıyor ve
yaralıları tedavi ediyorduk" dediğini rivayet etti...[58]
Hafız İbn Hacer:
Tedavi, örneğin, ilacı hazırlamak suretiyle olursa ve tedavi işlemi (de)
kadının teni, zaruri ihtiyaç olmadığı müddetçe direkt olarak erkeğin tenine
temas etmeksizin olursa, fitneden emin olunması halinde kadının yabancı
erkekleri tedavi etmesinin caiz oluşu bu hadisden istinbat edilecek faydalı
hükümler meyanındadır" demektedir.[59]
Beyatlaşmada:
İbn Abbas (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
- Ben fıtır (ramazan
bayramı) günü kılınan bayram namazında Rasulul-lah ile, Ebu Bekr ile, Ömer ile
ve Osman ile beraber hazır bulundum. Bunların hepsi de namazı hutbeden evvel
kildırırlardı. Sonra namazın ardından hutbe okurlardı. Allah Rasulü'nün
hutbeden sonra indiği ve erkekleri yerlerinde oturtmak üzere eliyle işaret
etmesi hali gözümün önündedir. Sonra erkeklerin saflarını yara yara kadınların
saflarına kadar gitti. Bilal de beraber idi. Peygamber orada şöyle buyurur:
"Ey Peygamber'in
mü'min kadınları, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık
yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayaklan
arasından bir iftira düzüp getirmemeleri, herhangi bir iyilik hususunda sana
asi olmamaları şartıyla sana beyatleşmeye geldikleri zaman, beyatlerini kabul
et. Onlar için Allah'tan mağfiret isteyiver. Çünkü Allah çok mağfiret edici,
çok merhamet eyleyicidir" âyetinin tamamanı okudu. Bu âyeti okuyup
bitirdikten sonra:
Siz kadınlar bu beyat
üzere sabit .misiniz? diye sordu. İçlerinden bir kadın:
- Evet, Ya Rasulallah!
sabit kademiz dedi.
Peygamber (s.a.v.)'e
bu kadından başkası cevap vermedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
- Öyleyse sadaka
verin, buyurdu.
Bilal ihramını yaydı,
onlar da halkalarını yüzüklerini, Bilal'in ihramı içine atmaya başladılar.[60]
Ulu'1-Emre müracaatta: Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani (r.a.)'dan rivayete göre
şöyle demiştir:
Ben Mekke fethi yılı
Rasulullah'ın yanına gittim ve onu yıkanıyor buldum. Kızı Fatma (a.s.) da onu
perde ile örtüyordu. Kendisine selam verdim.
- Şu kadın kimdir?
diye sordu.
Ben:
- Ben Ebu Talib'in
kızı Ümmü Hani'yim, dedim. Rasulullah (s.a.v.):
- Merhaben bi Ümmi
Hani, buyurdu.
Yıkanıp çıkınca bir
tek elbise içinde (yani sırtındaki bezi) çapraz vari bağlamış olduğu halde
sekiz rekat namaz kıldı. Namazdan sonra ben kendisine:
- Ya Rasulallah!
Anamın oğlu Ali, benim kendisine ahd ve eman verdiğim falanı, İbnü Hubeyre'yi
öldüreceğini söylüyor, dedim.
Rasulullah (s.a.v.):
- Ya Umme Hani! Senin
ahd ve eman verdiğin kimseye biz de ahd ve eman verdik, buyurdu.
Rasulullah'ın kıldığı
bu namaz, Duha namazı idi.[61]
- Zeyd İbnü EslenVden, onun da babasından
rivayetine göre babası (Ömer'in hizmetçisi Eşlem) şöyle demiştir:
- Ben Ömer İbn Hattab
(r.a.)'ın beraberinde çarşıya çıktım. Çarşıda Ömer'i genç bir kadın karşıladı
ve:
- Ey mü'minlerin
emiri! Eşim şehid oldu ve arkasından küçük çocuklar bıraktı ki, vallahi bunlar
davar ayağı bile pişiremiyorîar bunların hiç ekini ve sağım hayvanları da
yoktur. Ben bunları ölmelerinden endişe ediyorum. Ben Hufaf İbnü İma
el-Gıfari'nin kızıyım. Babam Hudeybiye'de Peygam-ber'in beraberinde hazır
bulunmuştur, dedi.
Bunun üzerine Ömer
ileri gitmeyip, o kadının yanında durdu. Sonra kadına hitaben:
- (Kureyş'e) akraba
bir nesebe merhaba! dedi.
Sonra ayrılarak evde
bağlı duran kuvvetli bir deveye doğru gitti ve ona buğdayla doldurduğu iki
büyük çuvalı yükledi. O iki hararın ortasına da yiyecek ve giyecek şeyler
yükledi. Sonra devesinin yularını kadına uzatıp verdi. Sonra:
- Bu yükü nzık edin,
bu tükenmeden Allah sizlere hayır, yani mal getirecektir, dedi. Orada bulunan
bir adam:
- Ey mü'minlerin
emiri, bu kadına çok atıyye verdin, dedi. Ömer de:
Anan seni yitirsin!
Vallahi ben bu kadının babasını ve erkek kardeşini gördüm ki, onlar bir kaleyi
bir zaman muhasara etmişler, sonunda fethetmiş-lerdi. Sonra biz oradaki
ganimetten bize paylarımızın verilmesini istiyorduk, dedi.[62]
Şefaat ve aracılık
etmede:
el-Esved (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
"Aişe (r.a.)
Berire'yi satın almak istedi, fakat efendileri vela hakkının kendilerine ait
olmasını şart kılmalarından başka türlü satışa razı olmadılar. Aişe de bu
durumu Peygamber'e anlattı: Peygamber (s.a.v.):
Sen Berire'yi satın al
ve hürriyete kavuştur. Çünkü vela hakkı ancak hürriyete kavuşturanındır,
buyurdu... Akabinde Peygamber, Berire'yi çağırdı da onu (henüz köle bulunan kocası
Muğisten) muhayyer kıldı.
Berire bu muhayyer
kılınışı üzerine:
- Eğer kocam bana
şöyle şöyle verse bile, ben onun yanında sabit olmazdım, dedi de, kendi
nefsini tercih etti..
- İbn Abbas (r.a.)'dan
rivayete göre de şöyle demiştir:
- Berire'nin kocası
Mugis denilen bir köle idi. (Berire'yi çılgınca severdi) hala gözümün önünde
görür gibiyim. Zavallı Muğis (onu razı edip de kendisini tercih etmesi için)
ağlayarak ve gözyaşları sakalının üzerine akarak Berire'nin arkasında döner
dolaşırdı. Bir kerre Peygamber (s.a.v.) babam Abbas'a:
- Ya Abbas Mugis 'in
Berire'ye olan aşırı sevgisine, Berire'nin de Mu-gis'e olan buğzuna, nefretine
hayret etmez misin? buyurdu.
Sonra Peygamber,
Berire'ye:
- Keşke şu Mugis'e
dönsen? buyurdu. Berire'de:
- Ya Rasulaîlah! Ona
dönmemi emir mi buyuruyorsun? dedi. Peygamber:
- Hayır, ben
(emretmiyorum) ancak şefaat ediyorum, buyurdu. Berire'de:
- Öyleyse benim o
adama ihtiyacım yoktur, dedi.[63]
Mülaane (karşılıklı
olarak karı ile kocanın birbirleriyle lanetleşmesin-de):
Said îbnü Cübeyr
(r.a.)'dan rivayete göre şunları söyledi:
"Mus'ab İbnü
Zübeyr zamanında bana lian yapanların hükmü soruldu da ben ne
diyeceğimi.bilemedim. Bunun üzerine Abdullah İbnü Ömer'e gelerek:
- Ne dersin, lian
yapan kan ile kocanın aralan ayrılır mı, diye sordum. Şu cevabı verdi:
Sübhanallah! Evet! Bu
meseleyi ilk soran fülan oğlu fülandır. Dedi ki:
- Ya Rasulaîlah! Ne buyurursun, birimiz
karısını kötülük yaparken bulsa ne yapmalıdır? Konuşmuş olsa pek büyük bir şey
hakkında konuşmuş olacak; sussa yine böyle bir şey hakkında susacak!.. Ravi
dedi ki: Peyganıber (s.a.v.) sükut buyurdu; ona cevap vermedi. Biraz sonra o
adam tekrar gelerek:
- Ya Rasulallah! Sana sorduğum başıma geldi,
dedi. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) Sure-i Nur'daki şu: "Karılarına
iftira atanlar..." âyetlerini indirdi. Peygamber (s.a.v.) bunları o zata
okudu, kendisine va'zu nasihatte bulundu. Dünya azabının ahiret azabından daha
hafif olduğunu ona haber verdi. Adam:
- Hayır! Seni hak
(din) ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, karıma iftira etmedim, dedi. Sonra
kadını çağırdı. O'na da va'zu nasihatte bulundu, ve dünya azabının ahiret
azabından daha ehven olduğunu haber verdi. Kadın:
- Hayır! Seni hak din
ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, bu adam hakikaten yalancıdır, dedi. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.) (liana) erkekten başladı. Ve adam kendisinin
cidden doğru söyleyenlerden olduğuna dört defa Allah'a şehadet etti. Beşinci
şehadet:
Eğer yalancılardansa,
Allah'ın la'neti kendi üzerine olması idi. Sonra Peygamber (s.a.v.) bunları kadına
tekrarlattı. O da:
Adamın cidden
yalancılardan olduğuna dört defa -Allah'a şehadet etti. Beşincide: Şayet kocası
doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabı kendi üzerine olması idi. Müteakiben
Rasulullah (s.a.v.) onları birbirinden ayırdı."[64]
Cezanın infaz
edilmesinde: Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Zina eden kadın
ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun; Allah'a ve ahiret gününe
inanan (insanlar) iseniz Allah'ın dini(ni uygulama hususu)nda sizi, onlara
karşı acıma duygusu tutup engellemesin. Mü'minler-den bir gurup da onlara
yapılan azaba şahid olsun." {Nur. 2).
Abdullah bin Bureyde
(r.a.)'m babasından naklen rivayetine göre şöyle demiştir:
"... Bilahare
Gamid'li kadın gelmiş; ve:
- Ya Rasulallah! Beni
neye geri çeviriyorsun? Öyle sanıyorum ki, beni Maiz'i çevirdiğin şekilde geri
çevireceksin! Vallahi ben gebeyim! demiş. Peygamber (s.a.v.):
Olmazsa haydi
doğuruncaya kadar git (buradani)" buyurmuşlar. Kadın doğurduğu zaman
çocuğu bir bez parçası içinde getirmiş ve:
- İşte onu doğurdum;
demiş (yine) Peygamber:
Git de bu çocuğu
sütten kesilinceye kadar emzir." buyurmuş. Kadın onu memeden ayırdıktan
sonra çocuğu, elinde bir parça ekmek olduğu halde getirmiş ve:
- İşte Ya Rasulallah!
Onu memeden ayırdım. Yemek yemeğe de başladı... demiş. Bunun üzerine Peygamber
(s.a.v.) çocuğu müslümanlardan birine vermiş, sonra emir buyurarak kadın için
göğsüne kadar bir çukur kazılmış. Cemaate de emir vermiş ve kadını
recmetmişler. Halid bin Velid bir taşla gelerek başına atmış da kan Halid'in
yüzüne sıçramış; Halid de ona hakaret etmiş. Peygamber (s.a.v.) onun kadına
hakaret ettiğini işiterek:
- Yavaş ol! Ya Halid! Nefsim Yed-i kudretinde
olan Allah'a yemin edirim! Bu kadın öyle bir tevbe etti ki, onu bir zalim baççı
yapsaydı mutlaka mağfiret olunurdu, buyurmuşlar. Sonra kadının hazırlanmasını
emrederek cenaze namazını kılmış ve kadın defnedilmiş."[65]
Hicab'ın Peygamberin
hanımlarına mahsus bir Özellik oluşu hususunda Fukaha'nın görüşlerinden
bazıları:
El-Esrem: Ben, Ebu
Abdillah'a (İmam Ahmed İbn Hanbel'i kastediyor): Bana Öyle geliyor ki,
"Siz de mi amasınız?" şeklindeki Nebhan hadisinin (uygulanması)
peygamberin hanımlarına "İbnü Ürnmi Mektum'un yanında iddet bekle!"
şeklindeki Fatıma bintü Kay s hadisinin hükmü de sair kadınlara mahsus gibidir?
dedim. İmam Ahmed;
- Evet! Öyledir,
cevabını verdi, demiştir.[66] Ebu
Davudi
- İbnü Ümmi Mektum'un girmesi sırasında
Peygamber'in hanımları: Ümmü. Seleme ile Meymune'ye "Ondan perdelenerek
gizlenin" kavlini serdettikten sonra şöyle der:
- Bu uygulama sadece
Peygamber'in hanımlarına mahsus (birşey)dir. Fatıma bintü Kays'ın, İbnü Ümmi
Mektum'un yanında iddet beklemesini görmezmisin? Gerçekten Rasulullah (s.a.v.)
Fatıma bintü Kays'a:
- "İbn Ümmi
Mektum'un yanında iddet bekle! Çünkü o gözleri görmez ama bir adamdır. Yanında
çarşafını atabilirsin!" buyurmuştur.[67]
Taberi de şunları
kaydeder: Allah Teala'mn:
"Onlara -yani
Peygamber'in hanımlarına- ne babaları, ne oğulları, ne kardeşleri, ne
kardeşlerinin oğullan, ne kız kardeşlerinin oğullan, ne kadınları ve ne de
ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında bir günah yoktur. {Yani bunlara
karşı gizlenmeleri gerekmez) Ey Peygamber'in hanımları, siz de Allah'tan
korkun; şüphesiz Allah herşeyi görmektedir." (Ahzab, 53).
kavlinin te'vili
hususunda, "Şanı yüce Allah (bu âyette), Rasulullah'ın eşleri üzerine
babaları hakkında hiçbir günah ve hiçbir beis yoktur" buyuruyor.
Bundan sonra ehl-i
te'vil (olan müfessirler) Peygamber (s.a.v.)'in eşleri üzerinden bu şahıslar
hakkındaki günahın kaldırılmasının ne manaya geldiği hususunda ihtilafa
düştüler. Bir kısmı: Peygamber'in hanımlarından bunların yanında (çarşaf vb.)
dış elbiselerini atmaları hususundaki günah kaldırılmıştır, dediler... Diğer
bir kısmı ise; Peygamber'in hanımları üzerinden bu şahısların yanında
perdelenmeyi terketmeleri hususudaki günah kaldırılmıştır, dediler... Bu
husustaki iki görüşün doğruya (hakka) en müstehak olanı: Bunun manası;
Peygamber'in hanımları üzerinde bu şahısların yanında perdelenerek gizlenmeyi
terketmeleri hususundaki günahın kaldırılmasıdır, diyen müfessüierin
görüşüdür. Bunun bu manaya gelmesinin delili ise; bu âyetin hicab âyetinin
hemen akabinde inmiş olmasıdır.[68]
Peygamber'in hanımları
üzerinden, bu müslümanların yanında perdelenerek gizlenmeyi terketmeleri
hususundaki günahın kaldırılması (şeklindeki görüşün) bizatihi doğruya (hakka)
en müstehak görüş olması, hicabın Peygamber'in hanımlarına mahsus olduğunu
te'kid etmektedir. Çünkü mü'minlerin hanımlarının genelinden sadece, bu âyette
zikredilen müslümanların emsallerine zinetlerini göstermeleri ve onların
yanında çarşaflarını atmaları hususundaki günah kaldırılmıştır. Bu husus ise,
Nur suresinin"... Zinetlerini kocalarından yahud babalarından yahud
oğullarından yahud kocalarının oğullarından... başkalarına
göstermesinler.." kavlinde beyan edilmiştir.
İbnü Kuteybe ise şöyle
demektedir:
Biz deriz ki: Şüphesiz
Allah (Azze ve Celle) Peygamber'in (s.a.v.) hanımlarına örtünmeyi emretmiştir.
Zira bize onlarla ancak perde arkasından konuşmamızı emretmiş ve
"Peygamberin hanımlarından birşey istediğiniz zaman perde arkasından
isteyin..." buyurmuştur.
Aralarında perde
olmaksızın yanına giren ister âmâ olsun ister gören farketmez. Zira her ikisi
de Allah'a asi olurlar. Kadınlar da yanlarına girmeleri için onlara izin
verdikleri zaman Allah'a isyan etmiş olurlar.
Nikâh edilmelerinin
bütün müslümanlar üzerine hususi olarak haram kılınması gibi, bu da sadece
Rasulullah'ın hanımlarına has bir hükümdür. Rasulullah (s.a.v.)'in hanımları
hac veya diğer farzlar için veyahud zaruri olarak dışarı çıkmalarını gerektiren
ihtiyaçları için evlerinden çıktıkları vakit, perdelenme farizası ortadan
kalkar. Zira bu durumda onların huzuruna herhangi bir kimse girmiyor ki ondan
perdelenerek gizlenmeleri vacib olsun. Yolculuk esnasında açıkta bulundukları
zaman (örtünmeleri gerekir) Perdelenerek gizlenme farzı sadece (Peygamber
hanımlarına) onların oturmakta oldukları evler için vaki olmuştur. [69]
Nevevi, Sahihi
Müslim'in şerhinde el-Kaadi Iyaz'ın şöyle dediğini serdetmektedir:
Hicab (perdelenme)
farizası Peygamber'in hanımlarına mahsus kılınan farzlardandır. Bu hicab onlar
üzerine ihtilafsız olarak yüz ve elleri hususunda da farzdır. Dolayısıyla
Peygamber'in hanımlarının ne şahidlik yapmak için ve ne de başka şeyler için
yüzlerini ve ellerini açmaları caiz olmaz. Def-i hacet yapmak için sahraya
çıkmak gibi, buna mecbur eden zaruri bir durum olmadıkça tesettürlü bile
olsalar, onların şahıslarını göstermeleri kendileri için caiz değildir. Allah
Teala "Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde
arkasından isteyin" buyurmuş ve gerçekten onlar da insanlarla oturdukları
zaman perde arkasında oturmuşlar, evlerinden dışarı çıktıkları zaman da
şahıslarını örterek ve perdeleyerek çıkmışlardır... Ürnmü'l-Mü'min'in Zeyneb
(r.a.) vefat edince sahabe, naaşının (tabutunun) üstüne şahsını gizleyip
Örtmesi için bir kubbe yaptılar."[70]
Kaadi İyaz'ın görüşü
budur. Nevevi Kaadi İyaz'ın görüşünün aksine bir hüküm beyan etmemiştir. Bu da
onun Kaadi'nin görüşüne katıldığı anlamına gelir.
el-Mühelleb ise şöyle
demektedir: ... Hicab (perdelenme) sadece Peygamber (s.a.v.)'in hanımları
hususunda farz olan hususi bir hükümdür.[71]
Buhari sarihi İbnü
Battal da şöyle demiştir (... Peygamber'in hanımlarına lazım (farz) olan hicab
(perdelenerek gizlenme)den herhangi bir şey mü'minlerin kadınları üzerine farz
değildir.)[72]
Kurtubi de şunları
kaydeder:
(Tirmizi'nin Ümmü
Seleme'nin azadh kölesi Nebhan'dan rivayet ettiğine göre:
"Ümmü Seleme ile
Meymune'nin yanına Ümmü Mektum'un oğlu girdiği vakit, Peygamber (s.a.v.) Ümmü
Seleme ile Meymune'ye "Ondan gizleniniz!" buyurmuş. Bunun üzerine
Meymune ve Ümmü Seleme:
- (Ya Rasulallah!)
"Şüphesiz o, gözleri görmez bir amadır!" demişler. Peygamber
(s.a.v.):
"(O ama ise) siz
de mi amasınız, siz onu görmüyor musunuz?" cevabını vermiş.
Şimdi:
Bu hadis ehl-i nakil (hadisciler) nazarında sahih değildir. Çünkü onu Ümmü
Seleme'den nakleden ravi mevlası Nebhan'dır. Halbuki bu zat, hadisi ile ihticac
edilmeyen kimselerden biridir. Bu hadisin sahih kabul edilmesi halinde bile;
şüphesiz Rasulullah (s.a.v.)'in bu hareketi, tıpkı üzerlerine hicab emrinin
şiddetli bir şekilde farz kılınışında olduğu gibi, hürmetlerine binaen kendi
hanımlarına karşı Peygamber'in (s.a.v.) bir hassasiyetidir. Nitekim. Ebu Davud
ve daha başka hadis otoriteleri bu hususa işaret etmişlerdir...[73] denilir.
[74]
ilk olarak:
Peygamber'in hanımlarına hicabın farz kılınmasının illeti:
(Peygamber'in
hanımlarına) hicabın (farz kılınmasının) illeti Allah Te-ala'nın "Bu, hem
sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temizdir." kavlinde
açıkça beyan edilmiştir. Fakat bu âyette belirtilen temizlik ile şer'an bütün
erkeklerden ve bütün kadınlardan matlub olan (istenilen) ve nefsin eğilim ve
arzularına karşı koymayı ihtiva eden bir temizlik mi kastedilmektedir? Halbuki
bu bir dereceye kadar fitnenin kokuşmuş bataklığının içine düşmekten uzak
olmakla beraber -az veya çok- fitne ile mücadele etme anlamına gelir. Yine bu
temizlik Şari'nin sünnet olarak koymuş olduğu karşılaşma adabından maksud olan
bir temizlik midir? Yoksa bu temizlik insan ile anası arasında mevcud olan
temizlik seviyesine yükselecek olan hususi bir temizlik midir?
Öyle sanıyoruz ki,
temizliğin bu derecesi bizzat Peygamber'in hanımla-rıyla beraber iken arzu
edilen temizliktir. (Çünkü) Allah Teala onları mü'minlerin anneleri olsunlar
diye seçmiş ve bu suretle Nübüvvet hanesini (Peygamberlik evini) mükerrem
kılmış, ondan hertürlü pisliği gidermiş ve onu tertemiz yapmıştır. (Şu halde)
Allah Teala'nın "Bu hem sizin kalbleriniz için hemde onların kalbleri için
daha temizdir" kavlinin manası şu olmuş olur: Bu hem sizi umumi hallerde
maruz kaldığınız fitne ile mücadele zahmetinden ve hem de ünsiyet peydahlama
(sempati duyma) yahud (birbirinize) bakma yahud konuşma gibi bazan bu fitneyle
birlikte bulunan şeylerden daha ziyade uzaklaştırır.
Kaldı ki bunlar
sizinle anneleriniz arasında meydana gelmesi caiz olmayacak şeylerdir. Bu
manayı tercih ettiren sebeblerden biri de aynı âyette bu cümleden sonra gelen
Allah Teala'nın şu kavlidir:
"Sizin, Allah'ın
Rasulü'nü incitmeniz ve kendisinden sonra onun eşlerini nikâhla (al)manız asla
caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır" (Ahzab, 53).
Peygamber
hanımlarının, kendisinden sonra evlenmelerinin ebediyen haram kılınışı, hicabı
iktiza ettiren şeylerden birisidir. Zira hicabsız (perdesiz) olarak
karşılaşılması bazan evlenmeye karşı rağbeti meydana getirebilmektedir. Bu
rağbet ister erkekler tarafından olsun ister kadınlar tarafından farketnıez.
Evlenme ise hem fıtri hem de şer'an müstehab olan birşeydir. Fakat
Peygamber'in hanımlarına evlenmeleri haram kılınınca, erkeklere karışmaları da
haram kılınmış ve kendilerinden (lüzumlu birşey istenildiği zaman) perde
arkasından istenilmesi farz olmuştur.
Yani Peygamber'in
hanımlarına kendisinden sonra evlenmelerinin haram kılınması, hem Peygamber'in
hanımları cihetinden hem de bütün mii'min erkekler cihetinden rağbetin
terkedilmesi suretiyle evliliğe rağbeti kesmeye yardımcı olacak vasıtaların
teminini gerekli kılmıştır. Bu durum sadece onlara -Peygamberin hanımlarına-
has olan eşsiz bir muhafazayı gerektirmekteydi ki hem onları herhangi bir
erkek görmesin hem de onlar herhangi bir erkeği görmesinler ve sanki
manastırdaki rahibeler gibi yaşasınlar. İşte onsekiz yaşında iken, Allah'ın
Rasulü vefat ederek kendisinden ayrılan ve altmış altı yaşında olduğu halde
Ölünceye kadar evlenmeden ve hiç bir çocuğu olmadan dul bir kadın olarak kalan
ve mü'minlerin annelerinden birisi olan Hz. Aişe bunun delilidir.
İbn Sa'd'ın Tabakat
adlı eserinde şöyle zikredilmektedir: "... Peygam-ber'in (s.a.v.)
kadınlarının iddetlerinin haddi dört ay on gündür. Onlar birbirlerini ziyaret
ederler ve evlerinden başka evlerde gecelemezlerdi. Hatta onlar sanki rahibe
imişlercesine işsiz güçsüz beklerlerdi. Bir günleri, yahud iki günleri yahud üç
günleri geçmiyordu ki onlardan herbir kadının içini çekerek tıkana tıkana
ağladığı duyulmuş olmasın..."[75]
Şu kadar var ki -şayet
kıyas mümkün olsaydı- (Peygamberin hanımla-rıyla) evlenmenin haram kılınması,
hicab farizasının değil, zinetin gösterilmesinden doğan günahın (meşakkatin)
kaldırılması cihetinden meharim (nikâh düşmeyen yakın akraba) hükmünün
uygulanmasını iktiza ederdi. Fakat burada kıyasın mümkün olmadığını görüyoruz.
Bu şekilde kıyasın mümkün olmamasının, bu husustaki tahrimin tek ve hususi bir
tahrim şekli olmasından kaynaklandığını sanıyoruz.
Zira bu tahrim (yani
Peygamberin hanımlarıyla evlenilmesinin haram kılınması) Allah Rasulü'nün
makamını ta'zim ve ona hürmetten ibaret olan sırf halis, manevi bir asla
dayanmaktadır. Sonra bu tahrim (haram olma) ne-sebleri ve diyarları ne kadar
uzak olursa olsun erkekler yönünden Allah'ın -yaratıklarının tamamını içine
alan bir tahrimdir. Halbuki neseb veya süt emme sebebiyle olan annelerle
evlenmenin haram kılınması insanın fıtratıyla alakalı olan maddi ve nefsi bir
asla dayanmaktadır. Aynı şekilde (neseb veya sütten olan) analarla evlenmenin
haramlığı sayılı olan yakın ferdleri içine alan bir tahrimdir.
Hülasa: Mü'minlerin
anneleriyle bütün erkekler arasında Allah'ın mahremleri (yani birbirlerine
nikâhları düşmeyen yakın akrabalar) arasında hal-ketmiş olduğu fıtri nefret
bulunmadığından bu husustaki fitneden emin olur namaz. Bütün bu sebeblere
binaen kıyas cari değildir. Tıpkı Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarının kalblerine
başka cinse karşı fıtri bir meyilden münezzeh ve uzak olma duygusu
yerleştirdiği gibi erkeklerin gönüllerine de mü'minlerin annelerine karşı saygı
hürmet ve mehabet (heybet duygusu) ilka etmesi ve bu suretle her iki taraf
arasında Allah Teala'nın "Peygamber, mü'minlere canlarından daha
Önemlidir. Onun eşleri de onların anneleridir..." buyurarak Peygamber'in
kadınları için tahsis ve takdir etmiş olduğu (hükmi) annelik duygularının
tahakkuk etmesi için Rasulullah'ın kadınlarına tam, kamil bir hicab
(perdelenerek gizlenme) ve daimi olarak gözlerden ırak olma farz kılınmıştır.
ikinci olarak: Hicabın
hususiliği ve nebevi hususiyetler arasındaki yeri:
Nebevi hususiyetleri
(şu şekilde) iki'nev'e ayırmamız mümkündür:
a) Birinci
nevi: Gece namazı kılma, visal orucu, (peşpeşe devamlı oruç) tutma, sadaka
malından yemekten kaçınma, ve kötü kokulu yiyecekleri yemekten ictinab etme
gibi asli karabet (Allah'a yaklaşmak için yapılan taatler) ve fedailü'l-a'mal
(Faziletli amelleri işleme) kabilinden olan hususiyetlerdir.
Hakkımızda müstakil
delillerle sabit olan hükmün sınırları içerisinde kalarak peygamberin bu nevi
huşu siy yellerinde ona iktida etmek için bize ait bir sahanın bulunması her
zaman mümkündür.
b) Peygamber
(s.a.v.)'in hususiyetlerinden ikinci nev'e gelince, bu, ya bir sahada
müslümanların umumu için meşru olan (hükme) haddinden (daha ziyade) genişletme
yapmaktan ibaret bir hususiyettir. Dörtten ziyade kadınla aynı zamanda
evlenmesi ve zevceleri arasında zamanı taksim etme hususunda hür olması bunun
misallerindendir. Ya da bir sahada meşru olan haddinden (daha ziyade) daraltma
yapmaktır. Bunun misallerinden bazıları da şunlardır: Peygamber ehlini ve
evlatlarının mirasçı kılınmasının haram olması, zevcelerini tebdil etmesinin
(yani bir hanımını boşayıp yerine başka bir kadınla evlenmesinin) haram
kılınması, hanımlarından (birşey istenildiği zaman) perde arkasından
istenmesinin vacib olması ve kendisinden sonra kadınlarını nikahlamanın haram
kılınmasıdır. Bu nevi hususiyetlerinde ona iktida etmeye imkan yoktur. *
Çünkü bu hususta ona
iktida edilmesi Allahu Teala'nın ümmetin umumu için meşru kıldığı hududu aşmak
ve ona tecavüz etmek anlamına gelir. Bu tecavüz ve haddi aşma birşeyi harama
veya mekruha çevirmek suretiyle olsun müsavidir. Herşeyi yerli yerince ve
sağlam bir şekilde yapan şeriatın, Peygamber'den kalan mirasdan kendilerini
mahrum ederek Rasulullah'ın zürriyetine (bu sahayı) nasıl daralttığını ve de
müslümanların tamamına (aynı sahayı) nasıl genişlettiğini hatta
genişletilmesini ve genişletilmesinden daha ziyadesini nasıl teşvik ettiğini
düşünelim: Sa'd ibnü Ebi Vakkas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Ben Mekke'de
hasta iken Peygamber ziyaretime geldi. Ben de: Ya Ra-sulallah! Ben malımın
hepsini vasiyyet etmek istiyorum, dedim."[76]
(Buhari'nin diğer bir
rivayetinde Sa'd: Ben malımı vasiyyet etmek istiyorum. Çünkü (miras payına
sahip olanlardan) benim ancak bir tane kızım var, dedim demiştir).
Peygamber (s.a.v.):
- Hayır, öyle yapma!
buyurdu. Ben:
- Yarısını vasiyyet
edeyim, dedim, Rasulullah yine:
- Hayır, diye menetti.
Bu defa ben:
- Malımın üçte birini
vasiyyet edeyim, dedim. Rasulullah:
- Evet, üçte biri
kâfidir. Üçte bir de (aşağısına nisbetle) çoktur. Çünkü Ey Sa'd: Senin
mirasçılarını zengin bırakman, onları insanlara avuç açarak dilenen, fakirler halinde
bırakmandan daha hayırlıdır, buyurdu."[77]
Aynı şekilde şeriatın
bir taraftan daimi hicab ile diğer bir taraftan Rasulullah (s.a.v.)'den sora
evlenmelerini haram kılmak suretiyle Peygamber'in hanımlarına (bu sahayı) nasıl
daralttığını düşünelim. Daha önce zikrettiğimiz gibi Bu hususta İbn Teymiyye
şöyle der: "... Şüphesiz Allah Azze ve Celle Peygamber'in hanımlarına
örtünmeyi emretmiştir. Zira bize onlarla ancak perde arkasından konuşmamızı
emretmiş ve 'Peygamber'in hanımlarından birşey istediğiniz zaman perde
arkasından isteyin...' buyurmuştur"
Nikâh edilmelerinin
bütün müslümanlar üzerine hususi olarak haram kılınması gibi bu da sadece
Rasulullah'ın kadınlarına has bir hükümdür.[78]
Halbuki hareket etme, isteyerek bir iş yapma, hayata ve insanlara karışma sonra
eşlerinden ayrıldıktan, yahud eşlerinin ölümünü müteakip evlenme hususunda
mü'min kadınlara genişlik ihsan edilmiştir. Hatta bu şekilde evlenme hususunda
acele etmenin yollan dahi kolaylaştırılmıştır. Bu kolaylaştırma Allah
Teala'nın şu kavillerinde sabittir:
"Hamile
kadınların iddet bekleme süresi, yüklerini bırakmalarına kadardır."
(Talak, 4).
"İddet
müddetlerini bitirince artık kendileri için uygun olanı yapmalarında -Celaleyn
tefsirinde ifade edildiği şekilde süslenme ve dünür olarak isteyen erkeklerin
karşısına çıkmaları gibi hususlarda- size bir günâh yoktur." (Bakara,
234).
"Böyle kadınlara
-yani iddet bekleme dönemi içerisinde bulunan dul kadınlara- evlenme isteğinizi
üstü kapalı bir biçimde bildirmenizde size bir günah yoktur." (Bakara.
235).
Allah Teala'nın
kullarına genişlik ihsan eylediği şeyleri haram kılmak yahud mekruh saymak
suretiyle kısıtlamanın dinimizde meşru bir şey olmadığı, böylelikle,
anlaşılmış oluyor.
Allah Teala
Peygamber'in kadınlarına, kendisine hürmeten, (mü'min kadınların tamamı için
meşru olan sınırından) daraltarak bir şeyi farz kıldığı zaman artık bu farz
Allah katından bir deneme (imtihan) olup bu pak kadınlar o hükme sabredecek ve
ondan mü'minlerin kadınların tamamından muafiyetlerini ummayacaklardır. Kaldı
ki, Allah Teala o temiz kadınlara bu kısıtlamaya bedel olarak en hayırlı
karşılığı vermiştir, O (kadınlara) dünyada iken Peygamber'in zevceleri olarak
Peygamberlerle arkadaşlık (sohbet) şerefi ve Ölümünden sonra ise ona nisbet
edilme şerefi kâfidir. Bu şeref "mü'minlerin anneleri" olma makamı
gibi Öylesine yüksek bir makama nail olmakla Özdeştir. Üstelik ahirette onlara
hazırlanan kat kat mükafatlan yeter. Firdevs cennetlerinde Peygamber ile
sohbet (arkadaşlık) ne güzeldir! Bu nevi hususiyetler (özellikle) Allahu
Teala'nın. Rasulü'ne hürmet ve onun makamını ta'zim etmek için, kendisiyle
Peygamber1 ini ve onun ehli beytini diğer insanlardan ayırmak istediği
hususiyetlerden olduğundan bu hususlarda ona ittiba edilmesi peygamberlik
makamının hususiyetlerinden birisinde bu makama karşı yasak ve memnu olan bir
yarışa girmek anlamına gelir.
Nebevi hususiyetleri
bu şekilde taksim ettikten sonra şimdi soruyoruz: Hicabın hususiliği nebevi
hususiyetlerin birinci nevinden mi, yoksa ikinci nev'inden midir? Hicabın hususiyetinin
bu nevi hususiyetlerin ikinci nevinden olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Hicabın
hususiliğinin nebevi hususiyetlerin ikinci nevinden olması; onun mü'min
kadınların tamamı için meşru olan bir hususta kısıtlama (ihtiva ediyor) olması
ve Peygamber devri boyunca bu meselenin muktezasma (hükmünün gereğine) uygun
olarak (bu şekilde) uygulanması -ki bu bir yönden böyledir- diğer taraftan
hicab hususiyetinin (Allah katında derecelerin artmasına vesile olacak) nafile
taatler cinsinden olmaması sebebiyledir. Şayet hicab (perdelenerek gizlenme)
kadınlar için kendisiyle Allah'a yaklaşacakları bir fazilet ve bir mükerremlik
olsaydı, Sahabe-i Kiram Peygamber (s.a.v.)'in Ümmü Veled'ine bunu çok görmezler
ve Nebi (s.a.v.)'in Safiyye bintü Huyeyy ile evlenip zifafa girdiği gün şu
sözlerini söylemezlerdi:
- Eğer Rasulullah,
Safiyye'yi örterse, o mü'minlerin analarından birisidir. Eğer onu Örtmezse
(perdelemezse) Safiyye Rasulullah'ın sağ elinin malik olduğu cariyelerden
birisidir." "Müslim'in bir rivayetinde ise "Şayet Peygamber onu
örtmezse Safiyye Ümmü Veled'dir demişlerdi." Eğer hicab, her bir kadının
kendisiyle muttasıf olması güzel görülen bir mükemmellik (ve faziletlerden biri
olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) bunu, hizmet için değil de, Ümmü Veled'i olması için
edindiği cariyesi Cemile'ye noksansız bir şekilde uygulatırdı. Eğer devamlı
olarak perdelenme umumi kadınlar için mendub ve kendisine teşvik edilen bir
fazilet olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) gerek kendi evinde gerekse ashabının
evinde olsun kadınlarla perde arkasından görüşmeye mutlaka özen gösterir ve
Sahabe-i Kiram'ın kadınlarıyla erkekleri de bu hususta ona mutlaka iktida
ederlerdi. Halbuki delillerin, gerçekten bunun hilafına olduğunu yukarda
görmüştük.
Burada şunu da ilave
edelim ki, şayet daimi perdelenme müsiümanlann toplumunu (cemiyetini)
diğerlerinden üstün kılacak bir fazilet olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) bu
faziletin teminini sağlayacak bir kısım düzenlemeleri mutlaka tesis ederdi.
Mesela:
Mescidin içerisinde
erkeklerin safîarıyla kadınların safları arasına bir perde koymak;
Kadınların fetva
sormaları ve Rasulullah'a meselelerini arzetmeleri için onlara erkeklerin
meclisinden uzak bir yer tahsis etmek; Erkeklerin tavaf yapmaları için bir
vakit kadınların tavaf yapmaları için de ayrı bir vakit tayin etmek gibi...
Son olarak da; şayet
hicab (perdelenme) kadınların tamamı için bir fazilet ve mükerremlik olsaydı,
Rasulullah (s.a.v.) Ümmü Haram'ın deniz ve gaza eden mücahidlerle beraber
gazaya çıkması ve Allah yolunda şehidlik mertebesine nail olması için onun
namına dua buyurmaya razı olmazdı.
Özetle: Müslüman
kadın, daimi bir perdelenme ile perdelenip gizlendiği zaman bu hareketi,
(kendisi tarafından) Peygamber'in hanımlarına ait olan bir meziyyet hususunda
onlara ortak olmaya bir teşebbüs ve mü'minlerin annelerinin makamına
yükselmekte onlarla yarışa girmek olur. Halbuki Allah Teala onlar hakkında
şöyle buyuruyor: "Ey Peygamber kadınları, siz, kadınlardan herhangi biri
gibi değilsiniz" Müslüman kadının Peygamber'in kadınlarına iktida ederek
daimi bir suretle hicabı kendisine gerekli kılmasının ve kocasının vefatından
sonra evlenmekten imtina etmesinin hükmü ile herhangi bir durumda herhangi bir
maslahata binaen dul kalma ve perdelenme hükmünü birbirinden ayırmamız
gerekir. Bu iki hükmün birbirinden ayrılmasının gerekliliğinin sebebi şudur:
Zira birinci durumda
vacip olmayan bir hükmü kendimize vacip ve haram olmayan bir şeyi kendimize
haram kıldığımız; yahud kendimize mendub olmayan bir şeyi kendimize mendup ve
bizim için mekruh olmayan bir şeyi kendimize mekruh saydığımız için Allah'ın
şeriatına karşı haddi aşma ve tecavüz etme söz konusudur. İkinci duruma (yani
herhangi bir durumda herhangi bir maslahata binaen gizlenme ve dul kalmaya)
gelince; bunda Allah'ın şeriatını işletme (çalıştırma) söz konusu olup bu
durum, hakkında Allah'ın bize genişlik ihsan etmiş olduğu mubah dairesine
girer. Hiçbir beis olmadan ondan kimini alır, kimini de terkederiz. Her türlü
durumda maslahat olarak gördüğümüz şeyler nisbetinde tercihde bulunuruz.
Üçüncü olarak:
"Nebevi hususiyyetler" Ümmetin umumu hakkında bağlayıcı mıdır?
Bu mevzu hakkında
fıkıh usulü alimlerinin birbirinden farklı bir takım görüşleri mevcuddur:
a) Bir grup
ulema Nebevi hususiyetlerde ümmetin umumu hakkında herhangi bir delil
bulunmadığı görüşünü kabul etmektedir. Gazâlî: "Hususilik olduğu bilinen
herhangi birşey başkası hakkında delil olamaz" diyerek ilave eder:
"Onların: bu fiil hakk'dır, doğrudur ve bir maslahattır böyle olmamış
olsaydı Peygamber o fiile yönelmez ve onunla teabbiid (kulluk) etmezdi,
demeleri (ne gelince): Biz deriz ki Fiilin bu sepetle memnu (haram) bir fiil
olmaktan çıkması için hassaten onun (Peygamber'in) hakkında bunların hepsi
kabulümüzdür. Ancak bizim hakkımızda söylenecek söze gelince; Peygamber'in
hakkında hakk ve doğru olan herşeyin bizim hakkımızda da hak ve doğru olduğuna
hükmedilmesinin gerekli olmadığıdır. Bilakis belki de bu fiil onun Peygamberlik
sıfatına yahud o fiilin kendisine tahsis edilen herhangi bir sıfatına nisbetle
bir maslahattır.
Bu sebeble caiz, vacib
ve haram (mahzurlu) olan hususların cümlesinde Peygamber bizden ayrılmıştır.
(Bazı konularda hüküm ve teklif cihetiyle peygamberin bizden ayrılması şöyle
dursun hatta beş vakit namazlar hususunda mukim ile misafir, hayizh kadın ile
pak kadın dahi hüküm ve mükellefiyetçe birbirlerine eşit değildirler. O halde
hüküm ve teklif yönünden Peygamber ile ümmetin birbirlerinden farklı olmaları
imkansız değildir."[79]
Aynı şekilde Şevkani
şöyle demektedir:
"...Her ne olursa
olsun kendisine has bir hüküm olduğunu bize açıkça söylediği hususlarda
Peygamber'e iktida edilemeyeceği görüşü haktır, doğrudur. Ancak onun, bize
mahsus bir şeriat (hüküm) olması hali müstesna! Mesela Peygamber (s.a.v.); bunu
yapmak bana farz size mendubdur" dediği zaman bizim bu fiili işlememiz, bu
fiilin Peygamber'in üzerine farz olması sebebeyle değil Peygamber'in bize, o
fiilin bizim için mendub olduğunu ir-şad edib göstermiş olması sebebiyledir.[80]<
Şevkani aynı şekilde şöyle der:
"Ama Peygamber
(s.a.v.) bunu yapmak yalnızca bana haramdır" deyip de, fakat "size
helaldir" demese, o işi yapmaktan çekinmekte hiçbir beis yoktur. Fakat
bu, bana haram, sizin için helaldir dese artık o işi yapmaktan çekin-rnek.meşru
olamaz. Çünkü helalin terkinde takva söz konusu değildir."[81]
b) Bir gurup
ulema ise Nebevi'nin hususiyetlerde ümmetin umumu hakında bir delil bulunduğu
görüşünü kabul etmektedir. Bu münasebetle Şeyh Ebu Şame el-Makdisi şöyle der:
"Duna ve vitir
namazı gibi Peygamber'e vacip olan amellerde ona iktida edilmesi müstehabdir.
(Sarımsak, soğan vb.) çirkin kokulu yiyecekleri yemek ve sohbeti (beraberliği)
kötü olan zevcelerini yanında tutmak gibi kendisine haram olan hususlarda ona
iktida edilmesi de aynen böyledir."[82]
Müstehab kabul edilen
bu iktida; Peygamber'in hususiyetlerinden vü-cub tarikiyle sabit olanların
ümmet hakkında mendub, tahrim (haram kılma) yoluyla sabit olanların ümmet
hakkında kerahati tenzihiye ile mekruh olması manasınadır.
Fakat Nebevi
hususiyetlerin araştırılıp incelenmesi, ikinci grubun koymuş olduğu kaidenin
umumi olmadığını isbata kâfidir. Mesela, Peygamber (s.a.v.)'in zevcelerini
boşayıp onların yerine başkalarıyla evlenmesinin ve kendisiyle beraber hicret
etmemiş olan kadınlarla nikâhlanmasının haram kılınması onun hususiyyetlerinden
bazılarıdır. Hiçbir kimse müslümanların hanımlarını boşayıp yerine başka bir
kadınla evlenmelerinin yahud kendileriyle beraber hicret etmemiş olan
kadınlarla nikâhlanmatarının onlara (haram veya) mekruh olduğunu
söylememiştir.
Aynı şekilde Peygamber
(s.a.v.)'in hanımlarına ve nesline miras (bırakmasının ve kendisinden sonra
eşlerinin evlenmelerinin haram kılınması Peygamber'in şahsına mahsus olan
hususiyyetlerinden olup hiçbir kimse (buna iktidaen) müsİümanların vefat eden
muris (miras bırakan velilerinin mirasına varis olmalarının yahud kadınların
umumuna kocalarının vefatından sonra evlenmelerinin mekruh olduğunu
söylememiştir. İmamu'I-Hara-meyn "Mezhep imamlarının işlemiş olduğu
zellelerin (hataların) en çoğu onların sahih bir (manaya) delile ulaşmakta
başkalarından öne geçip ama bunun iktiza ettiği hükmün (herkese) şamil olan âm
veya mufassal bir hüküm olup olmadığını tüme varım yoluyla araştırarak meydana
çıkarmak için bu delili layıkı veçhile ölçüp biçememelerinden
kaynaklanmıştır" derken doğru söylemeştir.[83]
Buna göre biz Nebevi
hususiyyetlerde ümmetin umumunu kapsayan bir delil bulunmadığına ve
müslümanlara kendileri hakkında müstakil delillerle geleA hükümlerLaraştırıp
incelemelerinin elzem olduğuna kail olan j>i-rinci grubun görüşünün sahih
olduğunu tercih ediyoruz. ,,...,
"Ama Peygamber
(s.a.v.), bunu yapmak bana haram sizin için helaldir" derse, artık o işi
yapmaktan çekinilmesi meşru olamaz. Çünkü helalin terkinde takva söz konusu
değildir" demek suretiyle Şevkani'nin izah etmiş olduğu
kaide üzerinde
düşünecek olursak, bu kaidenin hicab mevzuuna tamamen uygun olduğunu görürüz;
Böylece bir taraftan hicabın Peygamber'in kadınlarına ait bir hususiyyet
olduğu isbat edilirken aynı şekilde diğer taraftan kadınların umumunun perdesiz
(hicabsız) olarak erkeklerle karşılaşmalarının meşru olduğu isbat edilmiş
olur. Bu isbat ise Peygamber'in (s.a.v.) söz, fiil ve takrirleriyle hasıl
olmuştur. Bu iki husustaki delilleri yukarıda sunmuştuk. Buna göre sanki
Rasulullah (s.a.v.) şöyle demek istemiştir:
Benim hanımlarımın
hicabsız olarak erkeklerle karşılaşması haram, mü'minlerin kadınlarının
tamamının erkeklerle hicabsız olarak karşılaşmaları helaldir. Şu halde artık
hicabsız olarak kadınlarla karşılaşmaktan devamlı olarak imtina etmeleri
erkeklere meşru olmayacağı gibi Peygamber'in hanımlarını örnek alarak hicabsız
perdesiz olarak erkeklerle karşılaşmaktan diami bir biçimde imtina etmeleri
mü'minlerin kadınları için de meşru olamaz. Hakkında kendisinin insanlara
ruhsat verdiği bir işi yapmaktan çekinen bir topluluğu Peygamber (s.a.v.)
şiddetli bir şekilde kınayarak nehyetti-ği halde[84]
Rasulullah (s.a.v.)'in sîretinden olan bir işi yapmaktan çekinmemiz bize caiz
olur mu? Fakat yukarıda zikrettiğimiz şekilde, bunun böyle olması bazı
hallerde hicabın meşruluğunu ortadan kaldırmaz.
Sonuç olarak
dikkatleri iki önemli noktaya çekmek isteriz: Birinci nokta:
Hicabın, Peygamber'in
hanımlarına ait bir hususiyet oluşunun isbatlan-masından bazı neticelerin
doğacak olmasıdır. Bu sebeble sayın okuyucudan müslüman kadının sosyal hayata
katılması ve aynı şekilde kadının yüzünü açmasının meşruluğu bahislerini
okurken bu neticeleri aklında tutmasını rica ediyoruz:
Bu neticelerin en
önemlileri şunlardır:
"Peygamberin
hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin"
mealindeki hicab âyetinde kadınların erkeklerle perde arkasından
konuşmalarının vacip veya mendub olduğuna delalet yoktur.
Keza hicab âyetinde
kadının erkeklerden yüzünü örterek gizlenmesinin vacip yahud mendub olduğuna
dair hiçbir delalet sözkonusu değildir.
Kadının yüzünü açmasının,
yahud erkeklerle karşılaşmasının caiz olduğuna delalet eden nassların,
tarihleri kesin olarak bilinmediğinden belki-de bu nasslar, hicab farz
kılınmazdan önce vaki olmuştur iddiasıyla reddedilmeleri hususunda hiçbir
sağlam delil rhevcud değildir.
ikinci nokta:
Müslüman kadının
(perdelenerek) yabancı erkeklerden gizlenmesinin meşruluğu devam ettiği gibi
aynı şekilde eşit derecede erkeklerle karşılaşmasının meşruluğu da devam
etmektedir. Bu meşruluk (zamana ve şartlara göre farklılık arzeden) beş ayrı
hükme tabidir. Bu hususu daha ziyade izah etmek için diyoruz ki: kadının
erkeklerle karşılaşması hususunda esas olan hüküm, bunun caiz olmasıdır. Ve bu
beş ayrı hükümden geriye kalanların herbirisi hususi bir durumda ve hususi bir
takım şartlarda şu şekilde ortaya çıkarlar:
Bazı hallerde kadının
erkeklerle karşılaşmasının mendub olduğu ortaya çıkar. İlim taleb etme yahud
Allah yolunda cihad eden mücahidlere yardım etme hali buna misaldir.
Bazı hallerde mekruh
olduğu ortaya çıkar. Bunun misali ise (ortaya çıkmasından endişe edilen)
muhtemel bir fitne hali yuhad İslami edeb kurallarından bazılarının ihlal
edilmesi halidir.
Bazı hallerde kadının
erkeklerle karşılaşmasının haram olduuu ıcbc> yün eder: Ortaya çıkmasından
korkulan kuvvetli bir fitne yahut hcıKa w»'. kadının yabancı bir erkekle yalnız
kalması gibi, herhangi bir haranı m modana gelmesi hali buna misaldir.
Aynı şekilde bazı
hallerde de kadının (erkeklerden perdelenerek) gizlenmesinin mendub olduğu
ortaya çıkar. Bunun misali de muhtemel bir fitnenin mevcud olması halidir.
Bazı hallerde vacib
olduğu ortaya çıkar: Bunun misali fitnenin ortaya çıkıp iyice kuvvetlenmesi
halidir.
Bazı hallerde mekruh
olduğu ortaya çıkar:
Bunun misali ise
kadının erkeklerden perdelenerek gizlenmesinin ma'ruf olan bir amelin
yapılmasına mani olması halidir.
Bazan da kadının erkeklerden
gizlenmesinin haram olduğu ortaya çıkar. Bunun misali de perdelenerek
gizlenmesinin farz bir amelin yapılmasına mani olduğu zamanki halidir. [85]
BAZILARI ŞÖYLE der:
"Doğrusu Kur'an ve sünnette kadının erkeklerle karşılaşmasının meşru
olduğunu ifade eden bir kısım nasslar vardır. Fakat alimlerden birçoğu
seddüzzerai (fitneye vasıta olan yolun kapatılması) kabilinden kadının
erkeklerle karşılaşmasının yasaklanması görüşünü kabul ederler.. Bunun böyle
olmasının nedeni, kadının tabiatında -ki Allah Azze ve Celle onu bu tabiat
üzere yaratmıştır- birçok fitnenin mevcud olması ve fitnenin def edilmesi
hususunda çalışmamızın şer'an üzerimize farz olmasıdır."
Biz muhaliflerimizin
kıskançlıklarını takdirle karşılıyoruz. Zira hakikaten ahlâk yönünden toplumda
mevcud olan fesad ve bozukluklar onların kalblerine elem vermektedir. Fakat
onlar -asırlardan beri bir kısım atalarının ifrata düştüğü gibi- ahlâksızlığın
takdir ve tesbiti hususunda haddi aşarak ifrata düşmüşlerdir. Hatta bu aşırılık
ve ifrat onlara galebe çalarak, kadının sosyal hayata katılmasını ve erkeklerle
karşılaşmasının benimsenmesindeki bir takım maslahatları ve bunların mutlak bir
şekilde menedilmesindeki meşakkat ve güçlüğü görmelerine mâni olmuştur.
Bu mantıki delilin
sürekli olarak ileri sürülmesini ve bu sebeble nasslar-dan birçoğunun
terkedilmesini nazarı itibara alarak, bu bölümü müstakil o-larak, seddüzzerai
kaidesi ile bu kaidenin tatbiki hususundaki aşırılık ve kadının fitne vasıtası
olması hususundaki sözkonusu aşırılığa terettüb eden sonuçlar bahsine ayırmayı
uygun gördük.
Tenbih: (Sahih-i
Buhari'nin bahis ve bab başlıklarından sonra verilen cilt ve sahife
numaralarına ait dipnotların Fethu'1-Bari Şerhu Sahih-i Buhari adlı eserin
Mustafa Halebi, Kahire baskısı olduğunun gözönünde bulundurulması rica olunur.
Sahih-i Müslim'in
bahis ve bab başlıklarından sonra verilen cilt ve sahife numaralarına ait
dipnotların kaynakları ise İmam Müslim'in" Camiu's-Sahih adlı eserinin
İstanbul baskısıdır.) [86]
Şüphesiz ilahi yasama
yöntemi, maksad ve gayeleri arasında tam bir denge kurar. Onun maksadlarından
bir kısmı, mü'minlerin ibadeti yalnızca Allah'a tahsis etmesi, mii'minlere
dinlerinin prensiplerinin öğretilmesi, onların kalblerinin Allah'ın nehyettiği
çirkin şeylerden temizlenmesi, yeryüzünü en mükemmel surette onanp tamir etmek
için hayır hususunda birbirleriyle yardımlaşması ve karşılıklı olarak
dayanışma içerisinde bulunmalarıdır. İşte bu maksadlann tahkik ve temini için
İslam, kadının sosyal hayata katılmasını ve erkeklerle karşılaşmasını meşru
kılmıştır. Aynı zamanda İslam, iki önemli kaideyi tahkim etmeye aşırı özen
göstermiştir. Bu iki kaide: Fitneye vasıta olan yolların kapatılması kaidesi
ile mü'minlere (mükellefiyetleri ve hayatlarında) kolaylık gösterilmesi
kaidesidir. Bunu şöyle açıklayabiliriz:
Birinci olarak: İslam,
kadının erkekleri erkeklerin de kadını görmesini, kadın açısından meşru
kılarak, fitneye vasıta olan yolu kapatmak için bunu yasaklamamıştır. Ancak
aşağıdaki şekilde bu amaçla fitneden emin olunmasını teminat altına alıp görme
ve görüşmenin tam bir temizlik ve iffetlilik içerisinde tamamlanmasını
sağlayacak bir kısım adab kaideleri vazetmiştir:
Nitekim Allah Azze ve
Celle (bu hususta) şöyle buyurur:
"... Namus ve
iffetlerini esirgesinler. (Elbise, yüzük vb.) Kendiliğinden görünen kısımları
müstesna olmak üzere zinellerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının
üzerine koyup boyunlarını Örtsünler..." (Nur. 31).
"(Rasulüm!)
mü'min erkeklere söyle, gözlerini (harama) bakmaktan sakınsınlar. İffet ve
namuslarını korusunlar..." (Nur, 30).
"Mü'min kadınlara
da söyle, gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar. İffet ve namuslarını
muhafaza etsinler..." (Nur. 31).
İkinci olarak: İslam,
kadının erkeklerle karşılaşmasını ve onlarla bir a-raya gelmesini meşru kılmış
ve fitneye vasıta olan yolu kapatmak için bunu menedip yasaklamamıştır. Ancak
aşağıdaki şekilde bunun için fitneden e-min olunmasını garanti edip
karşılaşmanın tam bir temizlik ve iffetlilik duygusu içerisinde tamamlanmasını
temin edecek bir kısım adab kaideleri vazetmiştir:
Rasulullah (s.a.v.):
"Hiçbir erkek, yanında nikâh düşmez bir hışmı bulunmayan bir kadınla
yalnız kalmasın" buyurmuştur.[87]
Üçüncü olarak: İslam,
kadının erkeklerle konuşmasını meşru kilmiş ve fitneye vasıta olan yolu
kapatmak için bunu menedip yasaklamamıştır. Ancak aşağıdaki şekilde bunun için
fitneden emin olunmasını garanti edip konuşmanın tam bir temizlik ve iffetlilik
duygusu içerisinde tamamlanmasını sağlayacak bir edeb kaidesi vazetmiştir:
Allah Teala:
"... Sözü yumuşak
(tatlı bir eda ile) söylemeyin ki. kalbinde hastalık bulunan kimse tamah edip
kötü ümide kapılmasın" buyurmuştur. (Ahzab, 32).
Dördüncü olarak:
İslam, kadının cadde ve yollarda yürümesini ve gezmesini meşru kılmış, fitneye
giden yolu kapatmak için bunu yasaklayıp me-netmemiştir. Ancak aşağıdaki
şekilde bu açıdan fitneden yana emin blunma-sını garanti edecek bir kısım edeb
kaideleri vazetmiştir:
Nitekim Allah Teala
(bu hususta):
"... İlk
cahiliyye (devri kadınları)nın açılıp saçılarak, zinetlerini göstererek
(kırıta kırıta) yürüyüşü gibi yürümeyin" buyurmuştur. (Ahzab, 33).
Yine Allah Teala:
"Ey Peygamber!
Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle: (Bir ihtiyaç için dışarı
çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar (vücudlarınt örtsünler);
onların tanınmaması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah, çok
esirgeyen, çok bağışlayandır"
buyurmuştur.
Yine:
"... Gizledikleri
süslerin bilinmesi için ayaklarını (yere) vurmasınlar" buyurmuştur. (Nur.
31).
Ebu Musa el-Eş'ari
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.v.):
"Herhangi bir kadın koku sürünüp de kokusundan hissetmeleri için bir
topluluğun yanından geçerse, işte o kadın zina etmiş (gibi günahkâr)
olur." buyurmuştur.[88]
Beşinci olarak: îslam,
kadının mescide gitmesini meşru kılmış; fakat fitne ve fesada giden yolu
kapatmak için kadının mescide gelmesini mene-derek yasaklamamıştır. Ancak
aşağıdaki hadislerde görüldüğü şekilde, bu sebeble fitneden emin olunmasını
teminat altına alıp kadının mescide gidip gelişinin tam bir taharet ve afiftik
içerisinde tamamlanmasını sağlayacak bir kısım adab kaideleri vazetmiştir:
Fatıma binti Kays
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"... Derken
toplayıcı olduğu halde namaza diye cemaati arasında nida olundu. Camiye giden
insanlar arasında ben de gittim. Kadınların Ön safında idim. Bu saf erkeklerin
son safının arkasından gelir"[89]
Bu hadis (asn
saadette), kadınlar için erkeklerin saflarının gerisinde (erkeklerin
saflarından) ayrı olarak birtakım safların bulunduğunu ifade ediyor.
- Ebu Hureyre
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.):
"Erkek saflarının
en hayırlısı ilk safdır... Kadın saflarının en hayırlısı ise son saftır"
buyurdular.[90]
Abdullah'ın hanımı
Zeyneb (r.a.)'dan nakledildiğine göre şöyle demiştir: Bize Rasulullah
(s.a.v.):
"Sizden biriniz
mescide giderse kokuya el sürmesin. "[91] Ebu
Hureyre (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
- Rasulullah (s.a.v.):
"Herhangi bir kadın koku sürünürse bizimle beraber yatsı namazında
bulunmasın" buyurdular.[92]
Altıncı olarak:
Cariyenin, örtülmesi gereken yerlerinin hür kadına nis-betle hafif tutulmasında
fitne olmasına rağmen, İslam, cariyenin örtülmesi gereken yerlerinin hür
kadınlardan hafif tutulmasını meşru kılarak fitneye vasıta olan yolu kapatmak
için bu hususta onu hür kadınla denk tutmamıştır. Cariyenin örtüsünün
hafifletilmesi Allah tarafından kullarına bir kolaylaştırmadır.
♦ Nitekim
fitneye vasıta olan yolu kapatma hususunda şâriin takib ettiği yöntem, orta
yolu tutmak olduğu gibi -ki şâriin orta yolu tutması, kadının sosyal hayata
katılması sırasında meydana gelecek fitneden emin olunmasını teminat altına
alacak bir kısım adab kaideleri vazedip kadının bu katılımını engelemek
suretiyledir.- Aynı şekilde onun metodu, insanlara kolaylık göstermek için
belli ölçülerde fitneye müsamaha göstermek olmuştur. şâri'in belli Ölçülerde
fitneye müsamaha etmesi cariyelerin başlarını, el ve ayaklarını açmalarına
müsaade etmesiyle olmuştur. Bu müsaade ise onların efendileri tarafından
kendilerine tevdi edilen hizmet ve vazifeleri yerine getirmek için çok dışarı
çıkmaları ve efendilerinin onlara ihtiyaçtan hali olmamaları dolayısıyladır.
Bu da şâri'in hayatı ve dini kolaylaştırma kaidesini, fitneye vasıta olan yolu
kapatma kaidesinden üstün tuttuğunu gösterir.
Bu arada içtimai
mevkilerinin düşüklüğü sebebiyle, hür erkeklerin cariyeler nedeniyle fitneye
düşmelerinde hür kadınlara nisbetle bir derece zayıflık olsa bile, erkek
kölelerin bunlar nedeniyle fitneye düşmesi oldukça güçlü durumdadır.
Enes bin Malik
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Peygamber
(s.a.v.) Hayber(den dönüşünde onun)la Medine arasında üç gün ikamet etti. Bu
müddet içerisinde Safiyye bintü Huyey ile evlendi. Yemek esnasında, müslümanlar
aralarında: 'Safiyye mü'minlerin analarından birisi midir, yoksa Rasulullah
(s.a.v.)'in sağ elinin malik olduğu cariyelerden midir?' dediler. Bunun
üzerine bir kısım müslümanlar:
- Eğer Rasulullah
Safiyye'yi Örterse (perdelerse), O, mü'minlerin analarından birisidir. Eğer onu
örtmezse, Safiyye, Rasulullah'm sağ elinin malik olduğu cariyelerden birisidir,
dediler."[93]
Bu hadisi Sahabe-i
Kiram'm, Peygamber'in kadınlarından olan hür bir kadının örtüsünün, cariyesinin
örtüsünden muhakkak ayrı olacağını idrak ettiğini ifade ediyor. Onların bu
bilgi ve idrakleri ise tesettür konusunda hür kadınların tamamının, cariyelerin
tamamından ayrı olduğu hususundaki takip edilen sünnete dayanmaktadır.
Rivayet edilir ki,
Ömer (r.a.) üzerinde bütün bedenini örten bir elbise olduğu halde başı yüzü
kapalı bir kadın görünce, bu kadının kim olduğunu sormuş. Kendisine onun bir
cariye olduğu söylenince:
"Cariyeler (kılık
ve kıyafette) hanımefendilerine benzemesin (yani onlar gibi
örtünmesinler" demiştir.[94]
Buhari'de geçen bir
hadisde ifade edildiğine göre bir adam -bazı suçlamalarla- Sa'd İbn Ebi Vakkas
(r.a.)'a ithamda bulunmuştu. Bunun üzerine Sa'd:
"Ey Allah'ım!
Senin bu kulun yalan söylüyor ise, ömrünü uzat, fakirliğini çoğalt, onu
fitnelere uğrat, diye beddua etti. Abdulmelik İbn Umeyr der ki: ...Sonraları
onu ben de gördüm. Yaşlılıktan kaşları gözlerinin üzerine sarkmış olduğu halde,
yollarda rast geldiği cariye kızlara sataşır onları çimdiklerdi."[95]
Bu hadis tabiun
döneminde de tesettür noktasında cariyelerin hür kadınlardan ayrı giyindikleri
ifade ediyor. Aksi takdirde nasıl olup da bu adam hür kadınları bırakıp hususen
cariye kızlara sataşacaktı?
İmam Malik cariye
hakkında, onun başörtüsüz olarak namaz kılabileceği görüşüne kail olarak
böylece kılması cariyenin sünnetindendir, demiştir.[96]
Hanefi mezhebine
mensup olan el-Merginani, cariyenin örtülmesi gereken avret yerlerinin hür
kadınlarmkinden hafif tutulması hususunda şöyle der: "... Zira cariyeler
insanların âdetine göre efendilerinin ihtiyacı için iş elbiseleriyle dışarıya
çıkarlar..." Kemaleddin İbnü'l Humam, İmam el-Mergi-nani'nin "...
Zira cariyeler iş elbiseleriyle dışarı çıkarlar" sözünü şerhedip
açıklarken, "Bu söz avret hükmünü ortadan kaldıran illetin, cariyenin
dışarı çıkıp, insanlara karışmasını zorunlu olarak gerekli kılan vazifeleri
bizzat yapmasına ihtiyaç olduğu halde, bedeninin tamamına avret hükmünün verilmesinden
doğan daimi meşakkat olduğu anlamına gelir" demektedir.[97]
İlk olarak fitne
ihtimallerine rağmen Peygamber devrindeki bir kısım olumlu teşebbüsler:
Bu sahnelerin daha
önce birçok sahneyle zikredilmesi halde, bu olumlu teşebbüsleri izah edecek
sahnelerden bazılarını aşağıdaki şekilde burada (yeniden) serdedeceğiz.
Hususi alanlarda:
Kadım erkeğin arka
tarafına, hayvanın terkine alması:
Esma binti Ebu Bekir
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"... Bir gün
başımda hurma çekirdeği yüklü olarak evime gelirken yolda Rasulullah'a
rastladım. Yanında Ensar'dan birtakım kimseler vardı. Rasulullah (s.a.v.) beni
çağırdı. Sonra beni arkasında (hayvanının) terkisine almak için devesine:
- Ih! ıh! dedi... (Bu
hadisi, Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.)"[98]
Fethu'l-Bari'de şöyle
gelmiştir: "(el-Muhelleb dedi ki: Bu hadiste bir bölük erkek içerisinde
(mahrem olan) kadını erkeğin arka tarafında hayvanının terkisine almanın caiz
olduğuna delil vardır.)"[99]
Rasulullah (s.a.v,)'in
nasıl olup da beraberinde ashabı olduğu halde, Es-ma'ya şefkat ve merhamet
göstererek durup hayvanının arkasına terkisine binmesi için onu çağırdığını
düşünelim. Ama Esma'ya gelince belki de Zü-beyr'in aşırı kıskançlığı olmamış
olsaydı mutlaka haya duygusunu galip gelecek ve Peygamber'in teklifine icabet
edecekti.
(Yalnız kalma halinin
dışında) erkeğin arkadaşının hanımının yanına girmesi:
Ebu Cuheyfe (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
Peygamber (s.a.v.)
Selman ile Ebu'd-Derda arasında kardeşlik akdi yapmıştı. Selman, Ebu'd-Derda'ya
ziyarete gitti, (evde bulamadı) ve zevcesi Ümmü'd-Derda'yı eski bir iş elbisesi
içinde perişan gördü ve:
- Bu halin nedir, diye
sordu.
Ümmü'd-Derda:
- Kardeşin
Ebu'd-Derda'nin dünyada bir işi ve ilişiği yok ki (gündüz oruç tutar, gece
namaz kılar!) diye yakındı...[100]
Bu hadisde geçen
sahnede yüce bir sahabi Allah rızası için (kardeş olan bir) kardeşinin
hanımının yanına girmekte sonra bu sahabi kadını eski bir iş elbisesi
içerisinde perişan bir halde görünce kadından bu halinin sebebini sorup
araştırmakta ve kadın da kendisi cihetinden herhangi bir sakınca görmeden bu
halinin sebebini açıklamaktadır.
Kadının (erkeklerin
meclisinde) kendi nefsini salih bir erkeğe arzetmesi:
- Sehl İbnü Sa'd
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle anlatmıştır: Bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e
gelerek:
- Ya Rasulullah!
Kendimi sana hibe etmeye geldim, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)
kadına bakarak onu tepeden tırnağa süzdü. Sonra başını eğdi...[101]
- Sabit el-Bunani
(r.a.)'den rivayete göre şeyle demiştir:
"... Enes şu
hadisi naklederek şöyle dedi: Bir gün Rasulullah'ın huzuruna bir kadın geldi
de nefsini Rasulullah'a arzederek:
- Ya Rasulallah! Bana bir
ihtiyacın var mı? (yani beni nikâhla alır mısın?) dedi.
Enes'in kızı bunu
işitince:
- Baba, bu ne hayasız
kadınmış, dedi. Enes İbn Malik:
- Kızım öyle söyleme. Emin ol ki, o kadın
senden hayırlıdır. Çünkü o, Rasulullah'ın peygamberlik şerefine rağbet edip
kendisini Rasulullah'a arz ve teklif etmiştir, dedi.[102]
Buhari bu hadisi
"Kadının kendi nefsini salih bir erkeğe arzetmesi" başlığı altında
serdetmiştir.
Fethu'l-Bari'de şöyle
zikredilmektedir: "...Buhari'nin meselelerin ince ve gizli noktalarına
nüfuz eden keskin vukufıyetlerinden birisi de, kendi nefsini hibe eden kadının
kissasındaki özelliği (ki bu özellik kadının kendi nefsini mihirsiz olarak
Rasulullah'a hibe etme özelliğidir) bilip anladığı için bu hadisten kendisinin
de hususilik (özellik) bulunmayan bir hüküm istinbat etmiş olmasıdır."[103]
Buhari'nin çıkardığı bu hüküm, kadının, iyilik ve faziletine rağbet ederek
kendi nefsini sahih bir insana arz ve teklif etmesinin caiz olmasıdır. Zira bu
şekilde kendisini arzu ve teklif etmesi kadın için caiz olmaktadır.
Gerek kadının nefsini
arz ve teklif etmesi yönünden, gerekse arz ve teklifin insanların huzurunda
olması yönünden Enes'in kızının kadının davranışını nasıl yadırgadığını
düşünelim. Halbuki Enes -ki Enes Rasulullah'ın (s.a.v.) elinde terbiye olmuş ve
kadının bütün sahalara katıldığı ve muhtelif maslahatları temine koyulduğu
nebevi toplumun icablanna göre yaşamış olan bir insandır- bunda yadırganacak
birşey görmemiştir. Evet Enes (r.a.) her iki durumda da kendisinden haya
edilecek bir ayıp görmemiştir.
Umumi sahalarda:
Mescidde:
er-Rubeyyi bintü
Muavviz İbn Afra (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"... Biz bundan
(yani-Aşura gününden) sonra artık aşura orucunu tutardık, çocuklarımıza da
tuttururduk. (Müslim bu hadise şu cümleyi ziyade etmiştir: Mescide gider)
oruçlu çocuklarımıza boyalı yünden oyuncaklar yapardık..."[104]
Rubeyyi bintü
Muavviz'in kendisi gibi mü'mine kardeşleriyle beraber nasıl olup da mescidde
oturup çocuklarını, oruçlarını tamamlayınca kadar bu oyuncaklarla oyalayıp
meşgul ettiklerini düşünün.
Bu noktada müslüman
kadının on iki maksadla mescide gittiğini unutmayalım. Bu maksadlar: namazı
eda etmek (bu namaz ister farz, ister nafile, ister cuma ister nezir, ister
cenaze veya isterse küsüf (namazı olsun farket-mez) itikafa girmek, mescidde
itikafa giren bir kimseyi ziyaret etmek ilim (meclisine gidip sohbet) dinlemek,
mü'min kadınlarla beraber can sıkıntısını gidermek, umumi bir toplantı için
davete icabet etmek, törenlere katılmak, davaların görüldüğü kaza (yargı)
meclislerine gitmek, yaralıların bakımını (üstlenerek hasta bakıcılığı) yapmak,
mescidlerin umumi hizmetlerini yapmak ve mescidde uyumaktan ibarettir.
Bayram törenlerinde:
Ümmü Atiyye (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
"Biz kadınlara,
bayram günü namazgaha çıkmamız, hatta bulundukları ev köşelerinden bakire
kızlara ve hayizlı kadınlara varıncaya kadar namazgaha çıkmamız emredilirdi
de, kadınlar erkeklerin arka tarafında olurlar, onların tekbir getirmelerine
uyup tekbir getirirler ve onların dualarıyla dua e-derlerdi. Onlar bu bayram
gününün bereketini ve paklığını (yani günahlardan temizlenmeyi)
umarlardı..."[105]
Rasulullah'ın (s.a.v.)
halkın dışarı çıkmaktan menetmeye alıştıkları ve ta evleninceye kadar evlerinin
köşelerinde perdelenerek gizledikleri bakire kızlara varıncaya kadar bütün
kadınların gelip hazır olmaları hususunda nasıl şiddet gösterdiğini düşünelim.
Hatta Rasulullah (s.a.v.) hayır meclisinde ve müslümanlann cemaatinde hazır
bulunmaları için -kendilerine namaz düşmediği halde- hayızlı kadınlara daha
namazgaha çıkmalarını emir buyurmuştur.
Cihadda:
Hafsa (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
"... (Basra'ya)
Bir kadın geldi... Bu kadın kız kardeşinin -ki onun kocası Peygamber ile
birlikte on iki gazada bulunmuş, kendisi de bizzat altısına iştirak etmiş idi-
(biz yaralıları tedavi eder, hastalara bakardık, dediğini) rivayet
eti..."[106]
Kadınlardan birisinin
Peygamber ile beraber yaptığı altı gazada kocasına nasıl iştirak ettiğine ve
kadınların erkeklerle karışmayı gerektiren vazifeleri nasıl gördüklerine bir
bakın!..
Bu şekilde Rasulullah
(s.a.v.) fitne ihtimallerine rağmen kadının sosyal hayata katılmasının
hertürlüsünü tasvip etmektedir. Peygamber (s.a.v.)'in bu tasvibi ise, hakim bir
vaziyet derecesine ulaşmadığı müddetçe bu gibi ihtimallere göz yumulmasının
gerektiğine dikkatlerimizi yöneltecek delillerden birisidir.
İkinci olarak:
Fitneyi körükleyecek
bir şey zuhur ettiğinde buna giden yolu kapatmak için Rasulullah (s.a.v.)
tarafından alınan sağlam tedbirler:
Ebu said el-Hudri
(ra)'dan onun da Nebi (s.a.v.)'den rivayetine göre Peygamber (s.a.v.):
- "Yollar
üzerinde oturmaktan sakınınız" buyurdu. Bunun üzerine as-
hab:
- Ya Rasulullah! Bizim
için bu kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü yollar bizim meclislerimizdir; oturup
konuşma yerlerimizdir. Biz oralarda işlerimizi konuşuruz, dediler ve müsaade
istediler.
Bunun üzerine
Rasulullah:
- Madem ki sizin için
herhalde oturmak zarureti vardır, o halde meclislere vardığınız zaman yola
hakkını veriniz, buyurdu.
Ashab:
- Ya Rasulaüah! Yolun
hakkı nedir? dediler, Rasulullah:
- Gözü harama
bakmaktan sakınmak, halka (gelip geçenlere) eza vermekten çekinmek, selam
verenin selamını almak iyiliğe emredip, kötülükten nehyetmektir, buyurdu.[107]
Öyle görülüyor ki,
Rasulullah (s.a.v.) erkeklerin yollarda oturmalarının bazı kötülüklere
sebebiyet vereceğini düşünmüş -ki bu kötülüklerden birisi de yollarda oturmanın
kadınları sıkıntıya düşürmesi ve bazan da erkeklerin fitneye düşmalerine yol
açmasıdır- akabinden kötülüğe giden yolu kapatmak için mefsedetlerin
defedilmesini ve fitneden emin olunmasını garanti altına alacak bir tedbir
almaya karar vererek "Sizleri yollarda oturmaktan sakındırırım"
buyurmuştur. Ancak börye bir tedbirin erkekleri sıkıntıya düşürüp onlara
meşakkat vereceğini görünce -ki gerçekten de ashab: "Ya Rasulullah! Bizim
için oralarda oturmalarımız yoktur, biz yollarda oturup konuşuruz" diyerek
bu sıkıntıyı ifade edmişlerdi- bu tedbirden vazgeçerek başka bir tedbire
başvurmuş ve ashaba yollarda oturmaları hususunda ruhsat verip onları
mefsedetlerin defedilmesine ve fitneden emin olunmasına yardım edecek -aynı
zamanda- mü'minler arasındaki dostluk ve muhabbeti muhfaza ederek aralarında
karşılıklı şefkat ve yardımlaşma duygularını kuvvetlendirecek bir takım adab
kurallarına uymaya teşvik eylemiştir ki; bu adab kuralları ezcümle şunlardır:
Gözü harama bakmaktan sakınmak, halka (gelip-geçenlere) eza vermekten çekinmek,
selam verenin selamını almak, iyiliğe emredip kötülükten nehyetmektir."
Abdullah İbnü Abbas
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Rasulullah (s.a.v.)
Kurban Bayramı günü Fadl İbn Abbas'i kendisinin arka tarafına, bineğinin
gerisine bindirdi. Fadl güzel yüzlü parlak bir genç idi. Peygamber, insanların
kendisine soru sorup öğrenmeleri için bineğini durdurdu. Bu sırada Has'am
kabilesinden güzel bir kadın Rasulullah'dan (s.a.v.) fetva istemeye geldi. Fadl
bu kadına bakmaya başladı. Kadının güzelliği Fadl'ı hayran bırakmıştı. Fadl o
kadına bakarken, Peygamber ona yöneldi de eliyle arkaya dönderdi. Fadl'ın
çenesini tuttu ve onun yüzünü öbür tarafa çevirdi.[108]
Bu hadisteki tedbirin
iki hedefi vardır: Birincisi, hadisin metninde açıklanan yakın hedef ki bu
münkeri el ile değiştirip düzeltmedir. İkincisi ise hadisin mefhumundan
anlaşılan uzak hedef olup bu kadının yüzünün fitne vasıtası olmasının bertaraf
edilmesidir. Bu ise ancak erkeklerin bakışlarından bir kısmını yummasıyla (yani
gözlerini harama bakmaktan sakınmasıyla) olur. Yoksa kadına yüzünü Örtmesini
emretmekle değil. Gözün harama bakmaktan esirgenmesinin teminine gelince bu,
birinci olarak insanı terbiye ve hayra tercih etme (yönlendirme)nin
yardımıyla.,. İkinci olarak da toplumun insanı murakabe etmesi ve ona nasihatta
bulunup marufu (iyiliğe) emr mün-kerden nehyetmesi sayesinde olacaktır.
Sehl İbnü Sa'd
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
(Bazı) kimseler.
Peygamber (s.a.v.) ile birlikte namaz kılarlardı. O halde ki. bellerindeki
futalarını, küçük olduğu için (çocuklar gibi) boyunlarına bağlamış olurlardı.
Bu sebepten cemaate-gelen kadınlara: 'Erkekler doğrulup oturmadıkça
başlarınızı secdeden kaldırmayınız' denirdi."[109]
Rasulullah (.s.a.v.)
ashabdan bazılarının elbiselerinin fakirlik sebebiyle kısa olduğunu bu nedenle
secdeye kapandıkları zaman avret yerlerinden bir kısmının açıldığını ve bunda
kadınlar için bir fitne bulunduğunu görünce akabinde fitneden emin olunması
için kolayca uygulanabilecek bu hikmetli tedbire uyulmasını emir buyurmuş,
fakat fitneye giden yolu kapatmak için kadınları mescide gelmekten men
etmemiştir.
Ümmü Seleme (r.a.)'dan
rivayetle şöyle demiştir:
- Rasulullah (s.a.v.)
-namazdan- selam verdiğinde, selamını tamamladığı zaman kadınlar hemen
kalkarlar, Rasulullah da ayağa kalkmadan evvel azıcık dururdu.
İbn Sihab şöyle
demiştir: Öyle sanıyorum ki, -Allah eni bilendir ama-Rasulullah'ın bu bekleyip
eğlenmesi, kadınların cemaatin namazdan çıkmış olanları kendilerine yetişmeden
evvel savuşmuş olmaları içindi[110]
Rasulallah'ın
(s.a.v.): "(Mesciddeki kapılardan birine işaret ederek) keşke şu kapıyı
kadınlar için (açık) bırakmış olsaydık!" sözü de bu manayı teyid
etmektedir.[111]
Öyle görünüyor ki,
Rasulullah (.s.a.v.) erkeklerin, mescidden çıktıkları sırada kadınlarla büyük
bir izdiham meydana getirerek namazı kıldıktan hemen sonra süratle camiden
ayrıldıklarını ve hem kadınlar, hem de erkekler için bir fitneye sebebiyet
veridiği görmüş; ardından fitneden emin olunması için bu müsamahakâr tedbire
işaret etmiştir. Fakat fitneye vasıta olan yolu kapatmak için kadınları mescide
gitmekten menetmemiştir.
Abdullah İbn Amr
İbnü'1-As (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "... Sonra Rasulullah
(s.a.v.) minberde ayağa kalkarak: "Bugünümden sonra adam. beraberinde bir
veya iki kişi olmadıkça, kocası evde bulunmayan bir kadının yanma sakın
girmesin!" buyurdular.[112]
Keza öyle görünüyor
ki, Rasulullah'ın kulağına bazı erkeklerin herhangi bir maslahatı temin etmek
maksadıyla kocası evde bulunmayan kadınların yanına girmesi ve onlarla başbaşa
kalmalarının neticesi olarak bazı fesad hadiselerin haberi gelmiş, hemen
akabinde fitnenin köklerini kazımak için bu sağlam tedbire uyulmasını emretmiş
ama erkeklerin kocası evde bulunmayan kadınların yanlarına girmelerini mutlak
bir şekilde yasaklamamıştır.
Peygamber (s.a.v.)'in
hanımı Aişe (r.a.)'dan rivayete göre, şöyle haber vermiştir:
Rasulullah (s.a.v.)
mü'mine kadınlardan kendisine hicret edip gelenleri şu âyet ile imtihan ederdi:
"Ey Peygamber! Mü'min kadınlar sana şu şartlar üzerine beyat etmeye
geldiklerinde bu suretle onlara beyat ver..." (Aişe devamla der ki):
Artık mü'min
kadınlardan bu âyetteki şartları ikrar edip kabul eden adına Rasulullah:
"Ben seninle
sözlü olarak beyatlaştım" derdi. Allah'a yemin ederim ki, Rasulullah'ın
eli, beyatlaşmada hiçbir kadının eline dokunmamıştır..."[113]
İmam Malik'in
Muvatta'mda Ümeyye bintü Rakika (r.a.)'chm şöyle dediği mervidir: "...
Kadınlar: Ya Rasulallah! Beri gel (sana) beyat edelim dediler bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.):
"Muhakkak ki ben
kadınlarla musafaha yapmam" buyurdular.[114] (Bu
hadis, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserde gelmiştir.)
Bu hadisede Rasulullah
(s.a.v.) kadınlara elini uzatmaktan imtina ederek: "Muhakkak ki ben.
kadınlarla musafaha yapmam (yani tokalaşmam)" buyurmuştur. Rasulullah
(s.a.v.)'in bu davranışı fitneden emin olunması için muhkem bir tedbirdir.
Bunun sebebi ise Rasulullah (s.a.v.)'in kadınların tamamı hususunda musafaha
sırasında ellerin birbirlerine temasının bir neticesi olarak meydana
gelebilecek fitneden yana emin olmamasıdır. İşte kadınların imama (devlet
başkanına) beyat etmeleri de bu şekilde meşru olagelmiştir. Rasulullah (s.a.v.)
Ümmü Süleym ile Ümmü Haram hakkında fitneden yana emin olunca onların, mübarek
vücudana dokunmalarına müsamaha gösterdiğine göre sadece kadının erkekle
musafaha (tokalaşma) yapması yasaklanmıştır. Bu uygulama kadınlarla erkekler
için umumi olan edeb kaidesiyle birlekte akrabalık yahud samimi bir ilişki
yahud daha başka hususların bir neticesi olarak aralarında fitneden yana emin
olunan bazı erkekler yahud bazı kadınlar için istisna olan hallerin
birbirinden ayrı mütalaa edilmesi gerektiği anlamına gelir.[115]
Üçüncü olarak:
Bazı üzücü hadiselerin
meydana gelmesine rağmen Peygamber zamanında kadının aynı minval üzere sosyal
hayata katılması
Beşinci kısımda
nakledilen kadının sosyal hayata katılması ve erkeklerle karşılaşması
hususundaki delilleri araştırmak istediğimiz zaman, bunlardan birçoğunun
Peygamber'in hayatının sonlarında meydana geldiğini görürüz. Bu hadislerin
Peygamber'in hayatının son dönemlerinde meydana gelmesi; bir takım üzücü
olayların cereyan etmesine rağmen, müslüman toplumun bir sîreti olarak kadının
sosyal hayata katılmasının aynı minval üzere devam ettiği, keza Peygamber'in,
bu üzücü hadiselerde sonradan yeni bir kısım yasaklama tedbirleri alınmasını
gerektirecek herhangi birşey görmediği ve sadece o ana kadar yerleşmiş bulunan
adab kaideleriyle yetinilme-sini ve bu adab kaidelerinin umumi bir şekilde
fitneden yana emin olunmasını teminat altına alma hususunda bir garanti
olduğunu kabul ettiği anlamlarına gelir. Sözkonusu üzücü hadiselere gelince;
bunlar insan hayatının tabiatından kaynaklanan hadiseler olup Peygamber'in kendisi
hakkında: "Çağların en hayırlısı benim içinde yaşadığım çağdır"
buyurduğu nebevi toplum dahil hiçbir toplum bu hadiselerden hali olamaz. Bir
kısım çirkinliğin zirvesine ulaşıp haberi İmam'a (Peygamber'e) iletilmeden
evvel sahibinden tevbe sadır olmadığı halde meydana gelen bu üzücü hadiselerin
bir takım örneklerini aşağıda okuyucuya arzetmek istiyoruz:
İbnü Mes'ud (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir: "Bir kimse (yabancı) bir kadını Öptü.
Müteakiben o zat Peygamber'e geldi kendisine haber verdi. Bu hadise üzerine
Aziz ve Celil olan Allah şu âyeti indirdi:
"Gündüzün iki
tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü güzellikler,
kötülükleri (günahları) giderir..." Bunun üzerine o kimse:
"Ya Rasulullah!
Bu yalnız benim için mi?" diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):
"Ümmetimin, bütün
fertleri içindir" buyurdu.[116]
Enes bin Malik
(r.a.)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Bir adam Peygamber'e
(s.a.v.) gelerek:
- Ya Rasulullah! Ben
hadd(i şeri)yi hakk ettim. Onu bana tatbik et, dedi.
Bu arada namaz vakti
de gelmişti. Adam Rasulullah'la (s.a.v.) birlikte namaz kıldı. Namazdan sonra:
- Ya Rasulullah! Ben
haddi hakettim. Hakkımda Allah'ın kitabının hükmünü tatbik et, dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
- Sen bizimle beraber
namazda bulundun mu? diye sordu. Adam:
- Evet! dedi.
- Sen affolundun!
buyurdular.[117]
Cabir bin Semure
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle haber vermiştir:
- Rasulullah
(s.a.v.)'e kısa boylu, dağınık saçlı, adaleli bir adam getirdiler. Üzerinde
bir gömlek vardı. Zina etmişti. Peygamber (s.a.v.) onu iki defa reddetti. Sonra
emir verdi ve adam recmolundu. Müteakiben Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular:
-Biz, Allah yolunda
her gazaya gittiğimizde biriniz kalır, teke gibi meler; o kanlardan birine
birşeyler verir! Allah bunlardan biri hakkında bana imkân vermez ki! Yoksa onu
aleme ibret yapardım! (Yahud tenkil e-derdim!)[118]
Büreyde (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiş: "... Sonra Gamid'li bir kadın gelerek:
- Ya Rasulullah! Ben
zina ettim, şimdi beni temizle! demiş. Peygamber (s.a.v.) onu da geri çevirmiş.
Ertesi gün gelince kadın:
- Ya Rasulullah! Beni
niye geri çeviriyorsun? Galiba beni. Maiz'i çevirdiğin gibi geri çevireceksin!
Vallahi ben gebeyim! demiş. Efendimiz:
- Doğuruncaya kadar
git (buradan), buyurmuşlar... (Kadın doğum yaptıktan sonra çocuğu bir bez
parçası içinde getirmiş; ve:
- İşte. onu doğurdum, demiş. (Yine):
- Git bu çocuğu sütten
kesilinceye kadar emzir! buyurmuş...
"... Sonra emir
buyurarak kadın için göğsüne kadar bir çukur kazılmış, cemaate de emir vermiş
ve kadını recmetmişler...[119]
İmran İbnü Husayn
(r.a.)'dan rivayete göre demiş ki; Cüheyne (kabile-sin)den bir kadın zinadan
gebe kalarak Peygamber'e (s.a.v.) gelmiş ve:
- Ya Rasulallah! Ben
haddi hakk ettim. Onu bana tatbik ediver!- demiş. Peygamber (s.a.v.) de velisini
çağırarak:
- Buna iyi bak!
Doğurduğu zaman onu bana getir! buyurmuş. Velisi de öyle yapmış. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.) kadın hakkında emir vererek üzerine elbisesi bağlanmış.
Sonra emir buyurarak kadın recmedilmiş ve cenaze namazını kılmış...[120]
Kindele Vail
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Bir kadın
evinden çıkıp mescide giderken sabahın karanlığında bir a-dam kendisine
saldırarak tecavüz etmiş. Adam kaçtığı halde kadın o sırada yanından geçen bir
adamdan yardım istemiş . Etraftan çojesayıda halk toplanmış. Kadın onlardan da
imdat isteyince halk kadının imdadına yetişen adamı yakalamış. Halbuki öbür
(saldırgan) adam onlar gelmeden önce kaçıp gitmiş. Derken adamı sürükleyerek
kadının yanına getirmişler. Adam (kadının yanına gelince): 'Ben ancak senin
imdadına gelen adamım. Halbuki öbür adam kaçıp gitmişti' demiş. Bunun üzerine
halk, adamı Rasulullah'a getirdi..[121]
Ebu Hureyre ile Zeyd
İbn Halid (r.a.)'dan rivayete göre ikisi de şöyle demişlerdir:
"Bizler Peygamber
(s.a.v.)'in yanında bulunuyorduk. Bir adam ayağa kalktı ve:
- Ya Rasulullah, sana
Allah adına yemin eder ve aramızda yalnız Allah'ın kitabı ile hüküm vermeni
isterim, dedi.
Ondan daha anlayışlı
olan hasmı da ayağa kalktı, o da:
- (Evet) aramızda
Allah'ın kitabı ile hükmet ve davamı söylemek üzere bana izin ver! dedi.
Rasululah ona:
- Söyle! buyurdu. O da
şöyle anlattı:
- Benim oğlum bu
adamın yanında ücretli çalışıyordu. Onun karısı ile zina etmiş (bana, oğluma
recm lazım geleceği söylediğinden) ben bu adama yüz koyun ve bir de hizmetçi
fidye verdim, oğlumu kurtardım. Sonra ben bu meseleyi ilim sahibi olan adamlara
sordum. Onlar bana, henüz bekar oğluma yüz değnek ile bir yıl gurbete sürgün
gönderme cezası; bunun karısına da recm cezası lazım geldiğini Jıaber verdiler,
dedi. Bunun üzerine Rasulullah da:
- Nefsim elinde
bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben sizin aranızda elbette Aziz ve Celil olan
Allah'ın kitabı ile hüküm vereceğim. Yüz koyunla hizmetçi sana geri verilecek,
senin oğluna da yüz değnek vurulacak ve bir yıl sürgüne gönderilecektir,
buyurdu. Sonra da Uneys'e:
- Ya Uneys! Bu adamın
karısına git! Zina suçunu itiraf ederse onu recm et! diye emretti.
Uneys kadına gitti. O
da zina ettiğini itirar edince onu recmetti.[122]
İbnü Abbas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Hilal îbnü
Ümeyye kendi karısını zina etmekte itham etti. Akabinde Peygamber'e gelerek,
(ilhamında) doğru
söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah'a yemin etti. Beşinci yemini ise:
Eğer yalancılardan ise Allah'ın larfetinin kendi üzerine olmasını kabul etmesi
idi. Peygamber (s.a.v.):
- Şüphesiz ki, Allah
ikinizden birinizin yalancı olduğunu bilmektedir. İkinizden tevbe edecek var
mıdır? buyurdu. Sonra zevcesi ayağa kalkarak o da (adamın yalancılardan
olduğuna dair dört defa Allah adıyla) şehadet etti. (Beşinci de şayet kocası
doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olması idi.[123]
Sehl İbnü Sa'd
es-Saidi (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "... Akabinde Uveymir
döndü ve Rasuîullah'ın yanına geldi de:
- Ya Rasulallah! Bana
haber ver: Birinin, karısının yanında bir adamı bulunsa, kadının kocası o adamı
öldürmeli mi? Ya da bu adam ne yapmalı? diye sordu.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.):
- Senin ve kadının
hakkında Allah âyeti indirdi. Şimdi git, kadım getir, buyurdu.
Sehl dedi ki: Kadını
getirince, bu karı-koca Rasuîullah'ın huzurunda lanetleştiler. Ben de
insanlarla beraber Rasulullah'ın yanında idim...[124]
- Ebu Hureyre ile Zeyd
İbnü Halid (r.a.)'dan şöyle haber verilmiştir:
"Rasulullah
(s.a.v.)'e evenmerniş bir cariyenin zina ettiği zamanki hükmünden soruldu.
Rasulullah:
- Cariye zina edip de
zinası beyyine ile yahut gebelikle yahut da ikrar ile sabit olduğu zaman, ona
değnek cezası verin. Sonra yine zina ederse, ona yüz' değnek cezası uygulayın.
Sonra onu kıldan örülmüş bir ip karşılığında da olsa (ayıbını beyan ederek)
satınız! buyurdu.
Ebu Abdurahman
(r.a.)'dan rivayete göre demiş ki:
- Ali hutbe okuyarak
şunları söyledi: Ey nas! Memluklerinize, muhsan olsunlar olmasınlar, haddi
tatbik edin! Zira Rasuîullah'ın bir cariyem zina etti de. ona dayak vurmamı
bana emretti. Bir de balıı.K yeni nifas olmuş. Ben ona dayak vurursam öldürürüm
diye korktum, ve keyfiyyeti Peygamber'e anlattım. Bunun üzerine Rasulullah:
"İyi ettin!" buyurdular.[125]Abdullah
İbnü Ömer (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
- Yahudiler.
Rasulullah (s.a.v.)'a geleliler de ona kendilerîden bir adamla bir kadının
zina ettiklerini zikrettiler. (Ve hükmünü sordular) Rasulullah onlara:
- Siz recm hakkında
Tevrat'ta ne buluyorsunuz? diye sordu. Onlar:
- Biz, zina edenlerin
ayıplarım ortaya koyup teşhir ederiz, bunlar bir değnekle de dövülürler,
dediler. Abdullah İbn Selam bunlara:
- Yalan söylediniz!
Tevrat'ı getirdilere kitabı açtılar. Yahudiler'den birisi (Abdullah İbn Surya)
elini recm âyeti üzerine koydu, ondan önceki ve sonraki âyetleri okumaya
başladı. Abdullah İbn Selam ona:
"Elini kaldır!
dedi. O da elini kaldırınca recm âyeti görüldü. Yahudiler:
- Ya Muhammed!
Abdullah İbn Selam doğru söyledi, hakikaten Tev-rat'da recm âyeti vardır,
dediler.
Tahkikatla zinanın
sabit olması üzerine Rasulullah bu iki zaninin recm edilmelerini emretti; onlar
da recm olundular. Abdullah İbn Ömer:
- Ben recm edilirken
Yahudi erkeğini, kadına atılan taşlardan korumak için, kadının üzerine meyleder
halde gördüm, demiştir.[126]
Meselenin özeti şu ki:
Peygamber'in sîret ve sünneti kadının fitnesinden ifrat derecede sakınmaktan
ve aşın Ölçüde evhama kapılmaktan büsbütün uzaktır. Zira Rasulullah (s.a.v.)
fitneden yana emniyetin sağlığını bulandıran ve hiçbir beşeri toplumun
kendisinden hali olamayacağı sayılı bir kaç hadiseyi uğursuzluğa yormamıştır.
Bu hadiseler karşısında insanların ayıplanıp nehyedilmesi ve dikkatlerinin bu
hadiselerin tehlikelerine yöneltilmesi yeterlidir. Yani bütün hadiselere
karşı, insanların göğsünü daraltacak ve onlara meşakkat verecek yeni bir takım
kanunlar koymak suretiyle değil, eğitim, terbiye ve insanları hayırlı işlere
yöneltme ve bir de bunun çirkin suçlan işleyenleri caydırıcı cezalara
çarptırmak suretiyle mukavemet edilmesi yeterli olacaktır.
Dördüncü olarak:
Peygamber'in ve
kendisinden sonra ashabının kadının fitne vasıtası olmasına karsı oluşu:
Şüphe yok ki, fitneden
yana emin olmanın yolunu herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekilde vaz eden
sari, kesin çizgilerle ortaya koymuştur. Eğer sari kadının fitnesinden emin
olunması için vaz edilen bu adab kaidelerinin yetmeyeceğini bilseydi, mutlaka
müslümanlann ırz ve namuslarını muhafaza etmek için bunlardan çok daha fazla
kaideler vaz ederdi. Bakınız Rasulullah (s.a.v.) (Bir olay esnasında) ne
buyuruyor: "... Yoksa sizler Sa'd İbn Uba-de'nin bu kıskançlığına taaccüb
mü ediyorsunuz? Allah'a yemin ederim ki. ben elbette Sa'd'dan daha kıskancım.
Allah da benden daha kıskançtır. (Bu hadisi Buhari ile Müslim rivayet
etmişlerdir.) Keza o şöyle buyurmuştur: "... Allah'tan daha kıskanç kimse
yoktur. İşte bundan ötürüdür ki. Allah açık-kapalı. bütün fuhşiyatı haram
kılmıştır.[127] Fakat çeşitli dinlere
sahib olan insanlar arasındaki şiddet yanlısı kimselerin şiddete baş vurması
kaim bir şeydir. Enes bin Malik'in rivayet ettiği şu hadis bunun delillerinden
biridir. Enes demiş ki: Yahudiler aralarında kadın hayız gördüğü zaman onlarla
beraber yemek yemezler, onlarla beraber (aynı kaptan) su içmezler ve evlerde
onlarla bir araya gelmezlenniş. (Peygamber'in ashabı) bu hususu Peygam-ber'e
sormuşlar. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle:
"Sana hayız
meselesini soruyorlar. De ki: O bir ezadır..." âyetini (sonuna kadar)
inzal buyurmuştur. Rasulullah da onlara:
- Onlarla -yani
hayızlı kadınlarla- beraber yemek yemelerini onlarla beraber su içmelerini,
evlerde onlarla biraraya gelmelerini ve cima yapmaları müstesna, onlarla
herşeyi yapmalarını emretmiştir.[128]
Aynı şekilde (eski)
din sahihleri arasındaki bu şiddetin (taassub ve tutuculuk) tezahürlerinden
biri de Ebu Musa (r.a.)'ın ifade ettiği şu hususdur: "...
İsrailoğullarından birinin elbisesine sidik değerse onu makasla
keserdi..."[129]
Muhakkak ki şerefli
Rasul (a.s.) Allah'ın hidâyetinden saptıkları hususlarda bizden öncekilerin
yollarına tâbi olmaktan bizleri tahzir edip sakındır-mıştır. Taassub ve şiddet
ise bu yolun bir dalıdır.
Nitekim Ebu Hureyre
(r.a.)'dan rivayete göre Nebi (s.a.v.):
Benim ümmetim
kendisinden evvelki ümmetlerin yolunu karış karış, arşın arşın takib etmedikçe
kıyamet kopmayacaktır, buyurdu. Sahabiler tarafından:
- Ya Rasulallah
(yollarına uyulan) Fars ve Rum gibi milletler midir? diye soruldu. Rasulullah
(s.a.v.) de:
- Onlardan başka
insanlardan kim var? diye cevap verdi."[130] Ebu
Said el-Hudri (r.a.)'dan rivayete göre Peygamber (s.a.v.):
- Muhakkak sizler,
sizden önceki ümmetlerin yoluna karış karış, arşın arşın uyacaksınız. Hatta
onlar bir kelek deliğine girmiş olsalar bize (siz de o daracık yere gerecek)
onlara tâbi olacaksınız, buyurdular.
Biz:
- Ya Rasulallah! Bu ümmetler Yahudilerle
Hıristiyanlar mı? diye sorduk.
Rasulullah:
- Onlardan başka kim
olacak? buyurdular.[131]
Allah'ın biz
müslümanlara karşı bir rahmetidir ki, bize, bizleri her türlü şiddet ve
zorlaştırmadan nehyederek sakındıran müsaadekar ve müsamahakar bir şeriat
indirmiştir. Rasulullah (s.a.v.) de: "Şüphesiz ki, bu din bir kolaylık
(dini)dir. Hiçbir kimse yoktur ki, bu din hususunda şiddet gösterip kendini
zorlasın da din ona üstün gelmesin" buyururken çok doğru söylemiştir.[132]
Nitekim Peygamber
"Sözlerinde ve fiillerinde haddi aşarak aşırı gidenler (taşkınlar) helak
olmuştur. Sözlerinde ve fiillerinde haddi aşarak aşırı giden taşkınlar helak
olmuştur. Sözlerinde ve fiillerinde haddi aşarak aşırı giden taşkınlar helak
olmuştur," buyurmuştur.[133]
Rasulullah (s.a.v.)
zamanında herhangi bir şeddet ve zorlaştırma sözü ve hareketi ortaya çıktığı
zaman Peygamber (s.a.v.) derhal sert bir şekilde o hareketin karşısına dikilip
onu durdururdu. Bunun delili Enes bin Malik'in (r.a.) rivayet ettiği şu
hadistir:
Enes bin Malik demiş
ki: Üç kişi Peygamber'in kadınlarının evlerine geldi de, Peygamber'in
ibadetinden soruyorlardı. Bunlara Peygamber'in ibadeti haber verilince bu
ibadeti azımsadılar ve:
- Biz nerede. Peygamber nerede? Muhakkak Allah
Peygamber"inin geçmiş olan ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan bütün
günahlarını mağfiret etmiştir dediler.
İçlerinden biri:
- Bana gelince, ben
geceleri daima namaz kılacağım! dedi.
Diğeri de:
- Ben her zaman oruç
tutacağım ve oruçsuz olmayacağım, dedi.
Üçüncüsü de:
- Ben de kadınlardan
ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim, dedi. Onlar bu sözleri söylerken
Rasulullah (s.a.v,) onların yanlarına çıkageldi de:
- Sizler şöyle şöyle
söyleyen kimselersiniz. Dikkat edin! Allah'a yemin ederim ki, ben sizin
Allah'tan en çok korkanınız ve en çok muttaki olanını-zım. Bununla beraber ben
oruç tutarım, oruçsuz bulunurum, nafile namaz kılarım, (gecenin bir kısmında)
uyurum. Kadınlarla evlenirim. (İşte benim sünnetim, budur.) Her kim benim bu
sünnetimden (hayat yolumdan) yüz çevirirse o, benden değildir buyurdu.[134]
İkinci bir delil Aişe
(r.a.)'ın rivayet etmiş olduğu şu hadistir: Aişe demiş ki:
- Peygamber (s.a.v.)
birşey yapmış da o hususta insanlara ruhsat vermişti. Bir topluluk o işten
çekindi ve ona yanaşmadılar. Onların bu çekingenliği Peygamber'e ulaşınca,
hemen hutbeye çıkıp Allah'a hamdetti, sonra:
- Birtakım insanlara
ne oluyor ki, benim yapmış olduğum işten çekiniyorlar? Allah'a yemin ederim,
ben Allah'ı onların en bilenim. Ve Allah'a saygısı en çok olanım buyurdu.[135]
Üçüncü bir delil Ömer
İbnü Ebi Seleme (r.a.)'dan gelen şu haberdir: Ömer RasuluIIah (s.a.v.)'e:
- Oruçlu bir kimse
öğebilir mi? diye sormuş. RasuluIIah (s.a.v.) Ümmü Seleme'yi işaret ederek:
- Buna sor. cevabını
vermiş. Ümmü Seleme de RasuluIIah (s.a.v. )'in bu işi yaptığını ona haber
vermiş; bunun üzerine Ömer (r.a.):
- Ya Rasıılallah!
Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını affetmiş-tir demiş. RasuluIIah
(s.a.v.) ona:
- Dikkat et! Vallahi Allah'a karşı en ziyade
takva sahibi olanınız ve ondan en ziyade korkanınız şüphesiz ki, benim,
buyurmuşlar.[136]
Dördüncü bir delil
ise: Aişe (r.a.)'dan rivayet edilen şu haberdir:
Aişe (r.a.) demiş ki;
Peygamber (s.a.v.)'e fetva sormak için bir adam gelmiş. Konuşulanları Aişe
kapının arkasından işitiyormuş. Gelen zat:
- Ya Rasulallah! Bazan
ben cünüp iken namaz vakti geliyor, o gün oruç tutamıyorum? diye sormuş.
Rasulallah (s.a.v.):
- Ben, cünüp iken de
namaz vakti geliyor. Ama ben oruç tutuyorum cevabını vermiş. O zat:
- Sen bizim gibi
değilsin ya RasuluIIah. Allah, senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını
affetmiştir, demiş. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
- Vallahi ben sizin
Allah'tan en ziyade haşyet içinde olanınız ve ondan ne ile korunulduğunu en iyi
bileniniz olmayı cidden ümid ederim, buyurmuşlar.[137]
Daha sonra
Peygamber1!, Ashab-ı Kiram izleyerek onun yaptığını yaptılar ve onun karşı çıkıp
reddettiğini onlar da ayıplayıp reddettiler. Bunun delilleri pek çok olup
bunlardan bir kısmı şunlardır:
Sahabeden bir topluluk
tabiinden bir adamı ayıplayıp nehyediyorlar.
Zürare (r.a.)'dan
rivayete göre Sa'd İbn Hişam İbn Amir, Allah yolunda gazaya niyet ederek
Medine'ye gelmiş ve Medine'de kendisine ait bulunan bir akar'ı satarak bedeli
ile silah ve at satın almak, böylece ölünceye kadar Bizanslılara karşı cihadda
bulunmak istemiş. Medine'ye gelince, Medi-ne'lilerden bazı kimselere tesadüf
etmiş. Onlar kendisini bu işten nehyetmiş-ler ve ona Nebiyullah (s.a.v.)'in
hayatında altı kişilik bir cemaatin bunu yapmak istediğini fakat Rasuiullah
(s.a.v.)'in onları bundan nehyettiğini ve kendilerine:
- Benim şahsımda sizin
için güze! bir örnek yok mudur? buyurduğunu haber vermişler. Onlar, bunu
söyleyince Sa'd evvelce boşadığı karısına ric'at etmiş ve ric'at ettiğine şahid
de getirmiş..[138]
Huzeyfe Ebu Musa'ya
karşı çıkıyor:
Ebu vail (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
"Ebu Musa
el-Eş'ari sidik serpintileri sıçrayıp dokunmasın diye pek ziyade dikkat
gösterir idi. Huzeyfe bunu işitince: 'Ah keşke Ebu Musa böyle dikkatli
davranmasaydı. RasuluIIah bir kavmin süprüntülüğüne geldi de ayakta dikilerek
işedi' demiştir."[139]
Ömer bir adamı
azarlayıp, ayıplayıp nehyediyor: Muhammed İbnü Şirin(r.a.)'dan rivayete göre
demişki:
Ömer İbn Hattab (r.a.)
bir topluluğun arasında bulunuyordu. Halk Kur'an okumaktaydı. Bir ara Ömer,
def-i hacet yapmak için dışan çıktı. Sonra Kur'an okuduğu halde geri döndü.
Topluluktan bir adam Ömer'in Kur'an okuduğunu görünce ona:
- Ey mü'minlerin
Emiri! Abdestli olmadığın halde sen Kur'an mı okuyorsun? dedi. Bunun üzerine
Ömer öfkelenerek:
- Sana bu şekilde
fetvayı kim verdi? Yoksa Müseyleme mi? diye serî çıkıştı.[140]
Aişe İbn Ömer'e karşı
çıkıyor:
Muhammed
İbnü'l-Münteşir'den rivayete göre şöyle demiştir:
"İbn Ömer'in, (Buhari'nin
rivayetinde yer alan)[141]
'Ben ihramlı olarak sabahlayıp da etrafa koku saçmayı sevmem' (sözünü ve
Müslim'in rivayetinde geçen)'... Katrana bulanmam, benim için bunu yapmamdan
daha makbuldür'[142]
sözünü Aişe'ye anlattım. Bunun üzerine Aişe: 'Ben Rasulullah'a (s.a.v.) koku
sürerdim. O da gece kadınlarını dolaştıktan sonra ihramlı olduğu halde terafa
koku neşrederek sabahlardı." cevabı ile mukabele etti.[143]
İbn Ömer oğlu UbeyduHah'ı
azarlayıp nehyediyor:
Abdullah İbn Ömer'in
oğlu Ubeyduilah (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki: "İbn Ömer'in bir
cariyesi zina etmişti. Bu sebeble Ömer cariyenin ayaklarına ve sırtına
vuruyordu. Bunu görünce ben: 'Zina eden kadın ve zina eden erkeğin herbirine
yüz değnek vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanan insanlar iseniz, Allah'ın
dinini uygulama hususunda sizi, onlara karşı acıma duygusu tutup engellemesin'
âyetini okudum." İbn Ömer:
- Ey oğulcağızım!
(Yoksa) Sen, ona karşı beni bir acıma duygusu tutup engellediğini mi gördün?
Şüphesiz Allah; bana, onu öldürmemi ve başını değneklememi emretmemiştir.
Andolsun ki ben, onun canını yaktım ve pişman ettim" cevabını verdi.
(Ayağına ve sırtına vurarak.)[144]
Ebu Talha ile Ubey bin
Ka'b, Enes İbn Malik'i (r.a.) kınayıp azarlıyorlar:
Abdurrahman İbn Yezid
el-Ensari (r.a.Vdan rivayete göre demiş ki: "Enes İbn Malik (r.a.)
Irak'tan dönmüştü. Ebu Talha ile Ubey bin Ka'b kendisini ziyaret etmek için
yanına girdiler. Enes de onlara ateşde pişmiş bir yemek ikram etti. Hep
birlikte yemekten yedikten sonra Enes (abdestli olduğu halde) kalkıp yeniden
abdest aldı. Enes'in böyle yaptığını görünce Ebu Talha ile Ubey bin Ka'b: Ey
Enes! Bu da ne oluyor? Yoksa sen Peygam-ber'den alınıp öğrenilen Medine ehlinin
amelini bırakarak, Irak'tan bu ilmi mi alıp öğrendin? dediler. Bunun üzerine
Enes yaptığına pişman olarak:
- Ah! Keşke ben bunu
yapmasaydın!, dedi.
Ebu Talha ile Ubey
İbni Ka'b kalktılar ve yeniden abdest almayarak (önceki abdestleri ele) namaz
kıldılar."[145]
Zeyd İbn Sabit'in
(r.a.) kızı bazı kadınları ayıplayıp nehyediyor:
Zeyd îbnü Sabit
(r.a.)'ın kızından rivayet edildiğine göre şunları haber vermiştir:
Zeyd'in kızına bir
takım kadınların paklanmayı umarak gece yarısından itibaren kalkarak
kandellirle dua ediyor oldukları haberi ulaşmış da o bunların yaptıkları bu
hareketi kınayarak:
"(Peygamber
zamanındaki) kadınlar böyle yapmazlardı" demiştir.[146]
Şüphesiz yukarıda
zikredilen bu deliller şiddet ve zorlaştırmanın umumi olarak ayıplanıp
kınandığını ve nehyedildiğini ifade etmektedir. Teşed-düt (şiddet ve
zorlaştırma) burada, şeriatın insanlara kolaylaştırdığı bir şeyde ona
muhalefet ederek zorlaştırma anlamına geliyor. Şeriatın kolaylaştırdığı bir
şeyin zorlaştırılmasına gelince; bu ya şeriatın mubah kıldığı herhangi bir
şeyin menedilip yasaklanması veya onu yapmaktan çekinilmesi ya da bize vacib
(farz) olmayan bir şeyi vacip kılmakta olur. Şimdi de Rasulullah (s.a.v.)'in.
Ashabının ve iyilikle ihsanda onların yoluna tâbi olan (tabiunun) özellikle
kadın noktasında fitneye giden yolun kapatılması hususunda şiddet ve
zorlaştırmayı ayıplayıp kınayarak nehyeden tavırlarından bir kaç tanesini
ortaya koyacağız:
Sa'd İbn Ebi Vakkas
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Andolsun ki,
Peygamber (s.a.v.), Osman îbn Maz'un'un kadınlardan kesilme teşebbüsünü
reddetmiştir. Şayet Peygamber ona kadınlardan kesilip çekilmeyi müsaade etmiş
olsaydı, bizler muhakkak erkeklik yumurtalarımızı çıkartırdık."[147]
Taberani'deki bir
rivayete göre Osman İbn Maz'un. Peygamber'e (s.a.v.):
- Ya Rasulullah!
Muhakkak ki ben, ergenlik hali kendisine ağır gelen bir insanım. Onun için
erkeklik yumurtalarımı çıkartıp kendimi hadımlaştırmam için bana müsaade et,
demiş. Rasulullah:
- Hayır öyle yapma!
Fakat oruç tut! buyurmuşlar.[148]
Abdullah İbnü
Mes'ud'dan (r.a.) rivayete göre şöyle demiştir: "Biz Rasulullah "la
(s.a.v.) beraber gazveye giderdik Yanımızda {mal namına) hiç-birşey yoktu.
(Müslim'in rivayetine göre: kadınlarımız yoktu) (Cinsi münasebete şiddetli
ihtiyaç duyardık). Bu sebeble biz:
- Erkeklik yumurtalarımızı
çıkartıp hadım olalım mı? diye sorduk. Rasulullah (s.a.v.) bizi hadım olmaktan
nehyetti..."[149]
Ebu Hureyre (r.a.Vdan
rivayete g,öre şöyle demiştir: Ben:
- Ya Rasulullah! Ben genç bir erkeğim. Nefsim
aleyhine kötü bir iş yapmaktan korkuyorum. Kadınlarla evlenecek dünyalık da
bulamıyorum, dedim. (Erkeklik yumurtalarımı çıkartayım mı? demek istedim).
Rasulullah (s.a.v.)
bana cevap vermeyerek sustu. Sonra halimi bir daha arzettim. Yine sükut etti.
Sonra bir daha söyledim; yine sustu. Dördüncü kere söylediğimde, Rasulullah
bana:
- Ya Eba Hureyre,
senin kavuşacağın mukadderatı yazan kalem(in mürekkebi) kurumuştur. Şu hal
üzerine sen ister hadımlaş. ister bırak (müsavidir) buyurdu."[150]
Aişe (r.a.)'dan
rivayet edildiğine göre Mürarun ilayna:
- Ya Rasuluilah!
Başkaları iki ecirle dönerken ben bir ecirle mi döneceğim? dedi. Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.) Abdurrahman İbn Ebi Bekr'e onu Ten'im'e götürmesini emir
buyurdu.
Aişe bunu şöyle
anlattı: Kardeşim beni devesinin terkisine aldı. Ben baş örtümü kaldırarak
boynumu açmaya başladım. Abdurrahman deveyi sürdüğü çubukla ayağıma vurdu.
Ona:
- Burada bir kimse
görüyor musun? dedim.[151]
Abdullah İbn Ömer
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş: Rasulullah (s.a.v.):
- Kadınları geceleyin
mescidlere çıkmaktan menetmeyiniz; buyurdular. Bunun üzerine Abdullah İbn
Ömer'in bir oğlu:
- Biz onlara çıksınlar
da bunu gitne ve fesada vesile ittihaz etsinler diye müsaade edemeyiz, dedi.
İbn Ömer bu sözden dolayı oğlunu azarladı. (Diğer bir rivayete göre: Bunu
müteakiben Abdullah ona dönerek kendisine öy[152] le
çirkin bir sövüş sövdü ki ona böyle sövdüğünü hiç işitmemiştim) ve Abdullah:
Ben, sana
Rasulullah'dan (s.a.v.) hadis haber veriyorum, sen hâlâ: Vallahi biz onları
menederiz diyorsun, dedi.[153]
Hafız İbnü Hacer der
ki: "Bana öyle geliyor ki, Abdullah İbn Ömer'in bu oğlu o vakitte bazı
kadınların çıkardıkları fitne ve küfür hareketlerini görmüş, bu da kendisini
böyle bir gayret (kıskançlık) ve hamiyyete sevketmiş olduğundan bu sözünü
söylemiştir... Abdullah İbn Ömer'in oğlunu paylayarak nehyetmesinden
sünnetlere karşı kendi reyi ile itiraz eden kimsenin ve sırf kendi heva ve
hevesiyle karşı çıka alimin tedib edilmesinin lazım olduğu hükmü istinbat
olunur."[154]
İbnü Cüreye (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
"Bana Ata, Cabir İbn
Abdillah'tan haber verip şöyle dedi: Ben Cabir'i şöyle derken işittim:
Peygamber (s.a.v.) Ramazan bayramı günü ayağa kalkıp, bayram namazı kıldırdı.
Yani evvela namazla işe başladı. Sonra hutbeyi yaptı. Peygamber hutbeyi
bitirince bulunduğu yerden indi ve kadınların yanına geldi... Kadınlara vaz
etti.
İbnü Cüreyce: Ben yine
Ata'ya: Sen imamın hutbeyi bitirince kadınlar tarafına gidip, onlara va'z ve
hatırlatma yapmasını imam üzerinde bir hakka görüyor musun? dedim. Ata:
- Bu, onlar üzerinde
elbette bir hakktır. Bunu yapmamakla bilmem ki ellerine ne geçer, dedi..."[155]
ye düşebilir. Bu husus
her alan ve mekandan bu minval üzere devam ettiği müddetçe ne Allah'ın meşru
kıldığı hayat sahalarından kaçıp uzaklaşmakla ne mubah kıldığı şeyleri menedip
yasaklamakla ve ne de Allah'ın emrettiğinden başka şekilde perde ve
engellendirmekle bu fitnelerden kaçıp kurtulmanın imkânı yoktur. Ancak bize
düşen buhayatın meşru olan sahalarına dalmak ve oralarda kümelenen fitnelerle
daimi ve sürekli bir mücadele ile mü-cahede edip savaşmamızdır. Böylece
müslümanın hayatı şehvetlere ve hayvani arzulara karşı verilmiş çeşitli
mücahede şekilleriyle dolar. Bu durumda artık erkeklerin kadınlarla
karşılaşması ve onların hep birlikte fitne ile savaşmaları hem fıtri hem de
hatalardan salim bir hayat şeklinin ta kendisidir.
Bu hayat biçimi
Rasulııllah 'in (s.a.v.) ashabına talim buyurup öğrettiği bir metod olup
Peygamber İslam toplumunun bütün meselelerini bu hayatın esasına göre tanzim
etmiştir. İşte bu meselelerden biri de kadının sosyal hayata katılması
meselesidir: Bakınız Allah'ın Rasulü kadınlara hem diniyle birlikte firar
ederek hicret etmelerini meşru kılmış hem namaz kılmak ve u-mumi toplantılarda
hazır bulunmaları için -onlarla erkekler arasında herhangi bir perde bulunmaksızın-
mescide gelmelerini, yaralı mücahidlere hasta bakıcılığı yapmalarını, boş vakit
geçirip eğlenmelerini ve dini törenlere gelip hazır bulunmalarını meşru kılmış
ve hem de kadınların hacc ibadetlerini eda etmelerini ve erkeklerle beraber
bayram namazında toplanmalarını meşru kılmıştır. Yine onlar için erkeklerle
karşılıklı olarak birbirlerine marufu emredip münkerden nehyetmelerini ve
erkeklerden maruf olan birşeyi istemelerini ve muruf olan birşeyi onlara
takdim etmelerini ve dahi müslüman-ların imamına (İslam devlet başkanına)
bey'at etmelerini meşru kılmıştır.
Kadının bu ve daha
başka sahalara katılmasının delil ve tabloları bu kitabın beşinci kısmında
daha önce arzedilmişti.
Ne kadar zor olursa
olsun, müslümanın fitnelerle mücahede hususunda sabretmesi şer'i bir vazife
(vecibe) olup. Rasulııllah (s.a.v.) bunu ashabına hem talim buyurup öğretmiş ve
hem de onları bu hususta sabra teşvik etmiştir. Fitneler şiddetlenip de bu
durum bazılarına ağır geldiği ve bu insanlar fitneden kaçmaya teşebbüs ettikleri
zaman Rasulullah (s.a.v.) onlara karşı çıkarak kendilerini fitne ile mücahede
hususunda sabretmeye mecbur kılmıştır. Peygamber (s.a.v.)'in fitne ile
mücahededen kaçmak isteyenleri neh yeden tavrını bazı kimselerin ergenlik
halinin sıkıntılarına katlanmayarak erkeklik yumurtalarını çıkartıp hadımlaşma
isteklerine karşı çıkıp onları böyle yapmaktan nehyettiği zaman görüyoruz.
Nitekim Rasulullah (s.a.v.)'in böyle yapmak isteyenleri nehyetmesi yukarıda
geçmişti.
Şüphe yok ki, erkek
olsun kadın olsun müslüman mücahede etmek (nefsi ve fitnelerle savaşmak)
suretiyle elbette pekçok hayır kazanacaktır. Bir de bu nevi mücahedede hayatın
fitnelerine karşı göğüs gerip onlara katlanma hususunda tecrübe ve cesaret
kazanma sözkonusudur. Bu da daha şiddetli bir takım fitnelere karşı mukavemet
etmek (direnip karşı koymak) ve imtihanı kaybetme korkusundan emin olmak için
müslümanın iradesini kuvvetlendirecek şeylerden birisidir. Aynı sekide hayatın
fitnelerinin sıkıntısını çekerek onlara göğüs germevsi hayatı daha detaylı
olarak anlama ve hayatın tabiatını daha engin bir idrakle kavrama imkânı
sağlayacaktır. Bu imkân ise. müslümanın şahsiyyetinde bir denge sağlamaya
yardım edecektir. Bunların hepsinin ötesinde bu durum fitne ve onun
sıkıntılarıyla mücahede eden müslümana iki ayrı sevap kazandıracaktır.
Bunlardan birisi fitne ile mücahedenin. ötekisi kadının sosyal hayata
katılmasının sahih gayesinin sevabıdır.[156]
Müslümanın kalb
terbiyesi,fitnelerle mücahedenin esas dayanağıdır.
Rasulullah (s.a.v.)
kadının erkeklerle yüzyüze gelmesi esnasında (meydana gelebilecek fitnelere
karşı) mücahede prensibini vaz'edip onu fitnenin üstesinden gelmesi en doğru
ve en sağlam yolu olarak kabul ettiği gibi şüphe yok ki, mücahede esnasında
kendisine dayanılacak ilk esası da vazetmiştir. İşte bu ilk esas müslüman
erkekle müslüman kadının kalb terbiyesi ve ıslahıdır. -Ayetlerinin tamamı
hususunda- Allah'ın kitabı, sadece kadınla karşılaşma ve onu görme esnasında
değil, hayatın bütün merhaleleri hususunda müslümanın hareketlerinin üssü
(dayanağı) olan bu kalbin bir terbiyesi, hir eğitimi ve bir hayra
iletilmesinden ibarettir; Kur'an'ın ardından -bütün nasslarıyla- bu terbiye, bu
ıslahı desteklemek, takviye etmek ve onun mücmel (kapalı) kalan yönlerini daha
geniş bir şekilde açıklamak üzere sünneti Nebevi gelir. Allah Teala'nın şu
âyetlerini okuyup bir düşünelim:
"Gerçekten
mü'minler kurtuluşa ermiştir: onlar ki, namazlarında huşu içindedirler, onlar
ki .boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; onlar ki Zekât (vazifelerini)
yerine getirirler; ve onlar ki iffet ve namuslarını korurlar. Ancak eşleri ve
ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı da)
onlar kınanacak değillerdir. Şu halde kim bunun ötesinde
Ebu Said el-Hudri
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş: - Ben, Rasulullah (s.a.v.)'i:
"Sizden herhangi
biriniz bir münker (Aklın ve şeriatın çirkin gördüğü bir kötülüğü) görürse onu
hemen eliyle değişip düzeltsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirip
düzeltsin, ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin. Bu sonuncusu imanın en
zayıfıdır"80 buyururken işittim.
Böylece (herkes
kötülüklere karşı müteyakkiz olduğu zaman) müslü-man toplum muhitinde meydana
gelecek olaylara karşı daima uyanık ve dikkatli olacak netice itibariyle
gördüğü hayırlı işlere razı olup medhedecek, kötü şeylerden tiksinecek, gafili
uyaracak ve cahili talim edip öğretecektir. Böylece daimi bir sosyal murakabe
bir öğüt verme ve öğretim vasıtası, bir kötülükten menetme vesilesi, bir koruma
amili (faktörü) ve bir kurtuluş tasması olacaktır. Bu murakabe fert ya da bir
kısım ferdlerin kalbi zayıfladığı ve erkeklerle kadınların karşılanmasının
fitneden arındırılması için vazedilen adab kurallarını uygulamaktan gafil
olunduğu zaman devreye girecektir.
Rasulullah (s.a.v.)'in
ve onun Ashab-ı Kiram'ının aşağıda sunacağımız bir kısım tavırları dikkatli bir
toplumsal murakabenin örnek gösterilecek misalleri meyanındadır:
Abdullah ibn Abbas
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
- el-Fadl İbn Abbas,
Rasulullah'ın redifi (yani hayvan üstünde Peygam-ber'in arka tarafına binmiş
kimse) idi. Hasam kabilesinden genç bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e (fetva
istemeğe) geldi. Bu sırada Fadl, kadına, kadın da Fadl'a bakmaya başladı.
Peygamber de Fadl'ın yüzünü eliyle kadından başka tarafı çevirmeye koyuldu..."[157]
Havvat İbn Cübeyr
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"... Bir ara
kıldan yapılmış çadırımın içinden çıktım. Bir de ne göreyim birtakım kadınlar
oturmuş sohbet ediyorlar. Derken bu benim hoşuma gitti. Hemen çadırıma geri
dönüp dolabımı açtım, içerisinden yeni ve güzel bir elbise çıkararak onu
giyindim. Ve gelerek bu kadınlarla beraber oturdum. O sırada Rasulullah
(s.a.v.) çıkageldi ve bana:
- Ey Ebu Adillah"
diye bağırdı. Ben Rasulullah (s.a.v.)'i görünce korktum da aklım karıştı ne
diyeceğimi bilemedim. (Havvat İbn Cübeyrdedi ki) Ben:
- Ya Rasulullah! Benim
bir devem ürküp kaçmıştı. Onu bağlamak için istiyorum, dedim. Rasululuh da
geçip gitti. Bundan sonra Rasulullah (s.a.v.) bu yolculuk sırasında bana
yetişmemeye (yani arkamdan ulaşmamaya) başladı ve yetişince de:
- Selam sana Ey Ebu
Abdillah! Şu devenin ürküp kaçması işi nedir? diyordu. Derken ben kendi
kendime:
- Vallahi, ben mutlaka
Rasulullah (s.a.v.)'e mazeret beyan edip özür dileyeceğim, dedim... Bunun
üzerine:
(Ey Allah'ın Rasulü) Seni
hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben müslüman olakdan beri bu devem
hiç ürküp kaçmamıştır, dedim. Ben böyle söyleyince Rasulullah (s.a.v.):
- Allah sana rahmet eylesin! dedi ve bunu üç
kez tekrarladı. Sonra meydana gelen işlerden hiçbiri için bu sözünü
tekrarlamadı.[158]
- Sübey'a bintül-Haris
(r.a.)'dan rivayete göre[159]
şunları haber vermiştir:
"...Sübey'a (Beni
Amir b. kabilesinden) Sa'd İbn Havle'nin nikâhın-daymış. Bu zat Bedir gazasına
iştirak edenlerdenmiş. Bilahare karısı hamile iken veda haccında Sa'd vefat
etmiş. Onun vefatından sonra çok geçmeden karısı doğurmuş. Nifasından
temizlendiği zaman kendisini isteyecekler için giyinip kuşanmış. Derken yanına
Beni Abdiddar kabilesinden Ebu's-Sena-bil b. Ba'kek isminde bir adam girerek,
Sübey'a'ya:
- Acep seni neden
giyinmiş-kuşanmiş görüyorum? Galiba evlenmek istiyorsun. Vallahi üzerinden dört
ay ongun geçmedikçe sen evlenemezsin, demiş.[160]
deki şeyi
giderir" buyururken işittim.[161]
Üçüncü derece: (Bu
dereceye girenler): Gördüğü bir kadına bir veya birkaç defa bakıp da sonunda
uyanan yahud başkaları tarafından uyarılan kimselerdir.
Abdullah İbnü Abbas
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Hakam
kabilesinden genç bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e (fetva istemeğe) geldi. Bu
sırada FadI kadına, kadın da Fadl'a bakmaya başladı. Peygamber de Fadl'ın
yüzünü (eliyle kadından) başka tarafa çevirmeye koyuldu...[162]
Dördüncü derece: (Bu
dereceye sahiblenecekler ise): Küçük günahlardan henangi bir şeye yaklaşıp
sonra (Rabbîni ve günahını) düşünüp de tevbe ederek Rabine yönelen ve günahının
keffaretini aramak için gelen kimselerdir.
- İbnü Mes'ud
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
- Bir adam yabancı bir
kadından bir Öpücük aldı. Akabinde bu adam Ra-sulullah'a geldi, de yaptı öpme
işini O'na zikretti. Hemen tümeakiben Rasu-lullah'a şu âyet indirildi:
"Gündüzün iki
tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü hasenatlar
(iyilik ve güzellikler) kötülükleri (günahları) giderir..."[163]
Beşinci derece: (Bu
derecede bulunanlar): Zina yolunda koşan ve kesin karar esnasında uyarılıp da
Allah korkusuyla geri çekilen kimselerdir.
Abdullah İbnü Ömer
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Ben Rasulullah (s.a.v.)'den işittim
şöyle diyordu:
"Sizden evvelki
milletlerden üç kişilik bir cemaat setere gittiler; nihayet gecelemek için
dağda bir mağaraya sığındılar. Mağaraya girdiklerinde dağdan bir kaya parçası
aşağıya düştü ve bunların üzerine mağarayı kapadı. Bunlar kendi kendilerine:
Şu muhakkak ki.
sizleri bu kayadan, amellerinizin iyisi ile Allah'a dua etmenizden başka
hiçbirşey kurtarmaz dediler.
(Bunun üzerine
onlardan biri şu duayı söyledi)... Peygamber (s.a.v.) devamla buyurdu ki: Bu
defa da bir başkası:
- Ey Allah'ım! Benim
amcamın bir kızı vardı. O gözümde insanların en sevgilisi idi. Ben ouun nefsinden
murad almak istedim, fakat o benden korundu, nihayet ona yıllardan bir kıtlık
yılı erişti. Derken amcamın kızı bana gelip (ihtiyacını söyledi). Ben de ona,
benimle kendisi arasındaki engelleri kaldırması şartıyla yüzyirmi dinar verdim.
O, va'dini yaptı, nihayet ben onun ismeti üzerine çıkmağa kaadir olduğum zaman
o bana: (Yaratıcı kudretin bu bekarlık) mührünü senin, nikâh hakkıyla olmak
müstesna, hiçbir sebeple açmanı helal etmem, dedi. Artık ben de onun üzerine
düşme (tecavüz etme) günahından çekindim de, insanların bana en sevgili olan
kızın yanından ayrıldım. Ve ona verdiğim altınları da bıraktım.
- Ey Allah'ım! Eğer
ben bu günahtan yalnız senin rızan ve sevgini kazanmak için çekindiysem,
içinde kapandığımız şu kayadın bizi kurtar! diye dua etti.
(Bunun üzerine kaya
biraz daha açıldı...[164]
Altıncı derece: Zinaya
düştükten sonra tevbe ederek müstahak oldukları haddin tatbik edilmesini taleb
edenlerin dereceleridir.
- Abdullah İbnü
Büreyde (r.a.)'ın babasından naklen rivayetine göre şöle demiştir:
"... Bilahare
Gamid'li kadın gelerek:
- Ya Rasulallah! Ben
zina ettim. Şimdi beni temizle! demiş...[165]Yedinci
derece: (Bu dereceye haiz olanlar): Zina işledikten sonramiş- öyle bir tevbe
etti ki, o tevbeyi Medine halkı yapsaydı onların hepsinden kabul olunurdu,
buyurdular.[166]
Dokuzuncu derece:
Şeytanın, zinayı alışkanlık haline getirmiş kişiye yaptıklarını hoş gösterdiği,
gafil olmakla birlikte, kalbindeki merhamet duygusu büsbütün kaybolmamış.
Allah'ın mağfiret ettiği kimselerdir.
Ebu Hureyre (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle haber vermiştir:
Rasulullah (s.a.v.):
"Bir defa bir köpek bir kuyusunun etrafında dolaşıp duruyordu. Nerdeyse
susuzluktan ölecekti. Aniden onu Beni İsrail fahişelerinden bir fahişe gördü.
Hemen çarığını çıkararak onunla kuyudan köpeğe su çekti ve hayvanı
suladı."[167] (Diğer bir rivayete
göre: Kadın hemen ayağından ediğini çıkarmış ve onu yaşmağı ile sıkıca
bağlayarak (kuyuya sarkıtmış) ve kuyudan bu köpek için su çıkarmış. Bu yaptığı
sulama sebebiyle o fahişe kadın mağfiret olunmuştur" buyurdular.
Fahişe bir kadın, bir
köpek sebebiyle affedilince Allah'ın mağfiretinin yegane vesilesi olan tevbe
nerede kalır. (Yani tevbe sebebiyle haydi haydi affolunur). Şüphesiz Rasulullah
(s.a.v.) müslüman bir kulun, kendileriyle, işlemiş olduğu günahları silip yok
edeceği müteaddid vasıtalar beyan etmiştir. Bu vasıtalardan bazıları
şunlardır:
Abdesî almak:
Rasulullah (s.a.v.): "Müslim yahud mü'min bir kul, ab-dest alır da yüzünü
yıkarsa, gözleri ile yüzünden çıkar" buyurmuştur.[168]
Namaz kılmak:
Rasulullah (s.a.v.) "Re'yinizi söyler misiniz: Birinizin kapısının önünde
bir akarsu bulunsa, (ev sahibi) her günde beş defa onun içinde yıkansa ne
dersiniz? Bu yıkanma, onun kirinden birşey bırakır mı? Ashab 'hayır' dedi.
Rasulullah: "Beş vakit namaz da işte bunun gibidir. Onlarla Allah Teala
günahları siler, mahveder" buyurdular.[169]
Oruç tutmak: "Her
kim Ramazan orucunu inanarak ve mükafaatını ancak Allah'tan umarak tutarsa,
onun geçmiş günahları mağfiret olunur" buyurmuştur."[170]
Sadaka vermek, marufu
emredip münkerden nehyetmek: Huzeyfe (r.a)'den rivayete göre Rasulullah
(s.a.v.):
"İnsanın ailesi,
çocukları ve komşusu yüzünden uğradığı fitney, namaz kılmak, sadaka vermek,
iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek örter" buyurmuştur.[171]
Yoldan eziyet veren
şeyleri gidermek: Rasulullah (s.a.v.): "Bir defa bir adam yolda yürürken
yol üzerinde bir diken bularak onu aldı. Allah ondan hoşnut oldu ve onu
affetti.[172]
Müslümana isabet eden
musibetler: Peygamber (s.a.v.):
"Müslümana.
vücuduna batacak bir dikene varıncaya kadar, yorgunluk, hastalık, gelecekten
kederlenme, geçmişten hüzünlenme, başkalarından gelen eza ve iç sıkıntısı
isabet ederse, Allah muhakkak bu musibetleri sebebiyle o müslümanın
günahlarından bir kısmını keffaretleyip örter" buyurun muştur.[173]
- Nasslann ısrarla
mağfirete hamledilmesi, bu sebeble de bazılarının bundan masiyetler meselesini
küçümseme ve önemsememe manasını anlamasının bir neticesi olarak vehme
düşülmesi ihtimalinden sakınıp korunmak için Allah'ın dininin metin (sabit) ve
onun nasslarının. bütünü itibariyle emsalsiz bir vahdeti (birlik) temsil ettiği
hususunu kuvvetle vurgulamanın zaruri olduğu görüşündeyiz.
Her ne kadar biz
buraya değin, Allah'ın rahmeti ve onun mağfireti etrafında birçok nass
arzetmiş olsak da diğer taraftan Allah'ın azabının, ceza ve intikam (öç
almasının) şiddetli olduğu hususunda da başka pekçok nass mevcuttur.
Allah Teala buyuruyor
ki:
"... Allah'tan
korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir." (Maide, 2).
"...
Peygambersize neyi verdiyse, onu alın. Size neyi verdiyse, onu alın. Size neyi
yasaklaıiıysa ondan da sakının. Allah'tan korkar; çünkü Allah'ın azabı çetindir
." (Ast. 7).
"... Kim bu suçu
tekrar işlerse. Allah da ondan intikam alır. Allah daima güçlüdür (galibdir).
inlikam sahibidir."
Şu halde Allah'ın
azabından korkma duygusu ile Allah'ın rahmetini ümid etme (Beyne'1-havf
ve'r-reca) duygusu arasında daimi bir denge kurmak gerekmektedir. Nitekim
Allah Teala: "Çok bağışlayıcı ve çok merhametli olduğu gibi aynı şekilde
o 'cezası çetin olan'dır. da." Allah Teala bu hususta da şöyle
buyurmaktadır:
"Ey Muhammed.
Kullanma haber ver: İşte ben böyle bağışlayan, öyle esirgeyen (merhamet
edentİm. Fakat benim azabım da çok acı bir azabdır" (Hicr. 49-50).
Buna göre rahmet ve
mağfiret naslarmdan elde edilen eşsiz hikmet, Allah'ın rahmetiden ümit
kesilmesini reddeden işte bu ebedi Kur'anî nidadan ibarettir. Zira isyan içinde
olan asi bir insan, Allah'ın rahmetinden ye'se düştüğü zaman, günah isyanına
ve fiskü fücuruna devam etmekten başka bir çare bulamayacak bu sebeple de
şeytan (aleyhillane) onu istila altına alacaktır. (Halbuki) Allah Teala:
"(Ey Muhammed!
Tarafımdan onlara) de ki: 'Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah'ın
rahmetinden ümil kesmeyin. Allah bülün günahları bağışlar. Çünkü o. çok
bağışlayan, çok esirgeyendir." (Zümcr. 53). [174]
Fitneye vasıta olan
yolu kapatma hususunda orta yolun tutulması ve bunun, kolaylık göstermenin
ehemmiyyetine delalet (işaret) etmesi;
Şüphe yok ki, kolaylık
gösterme, kaidesi, şeriatın kaidelerinden muhkem bir kaidedir. Çünkü Allah
Teala:
"... Allah sizin
için kolaylık isler, güçlük islemez." (Bakara. 185). ve:
"... O. sizi
seçti ve dinde size bir güçlük yaratmadı (yüklemedi sizin dininizi de} babanız
İbrahim'in dini (gibi geniş kapsamlı, yaptı, daraltmadı)" (Hacc, 78).
buyururken. Rasulullah
(s.a.v.) de: "Kolaylaşırınız zorlaştirmaymız..."[175]
buyurmaktadır. Aişe
(r.a.)'dan rivayete göre: "Rasulullah (s.a.v.) dünya işle rinden biri
diğerinden daha kolay olan) iki şey arasında muhayyer bırakıld mı, (günah
olmamak şartıyla) onların en kolay olanını seçerdi"[176]
diye ha ber vermiştir.
Fikri kaide ise
"Meşakkat teysiri celbeder" demektedir. Mubah dairesi nin genişlemesi
her türlü işlerinde insanlara kolaylık gösterilmesini sağlar ken. bu dairenin
daraltılması insanlara güçlük (meşakkat) verecek ve işlerin yürütme bakımından
onları meşakkate sevkedecektir. Aynı şekilde şeriatır takib ettiği yöntemden de
anlaşıldığı gibi fitneye giden yolun kapatılmas sedd-i zerai hususunda orta
yolu tutulması mubah dairesini mevcud olar genişlik hali üzere muhafaza edecek
ve istisnai haller dışında bu daireyi daraltmayacak; bundan dolayı da,
Allah'ın meşru kılmış olduğu kolaylaştırma yeterince mümkün olacaktır. Fakat
(seddüzzerai kendisinin uygulamasındaki) aşırılık mubah dairesinin şiddetli
bir şekilde daraltılmasına yol açacak bu durumda da herşeyi yerli yerince
sağlam ve güzel bir şekilde vazeden şa-ri'nin meşru kabul ettiği mubahlardan
bir çoğu haram kılınmış olacaktır.
Seddüzzerai fitneye
vasıta olan yolu kapatma hususunda orta yolun tutulması ve bunun, müsliimanın
beraatının (suçsuzluğunun) aslolduğuna delalet etmesi:
Müslümanın beraati
demek, onun fıtratı (yaratılıştaki temiz ve hatalardan salım olma hali)nin
istikamet üzere olması demektir. İşte bu istikameı (doğruluk) mü'minlerin şer'i
emir ve yasaklarla mükellef tutulmalarına yegane illeti (sebebi )dir. Nitekim
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"... Andolsun ki.
biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağı ların aşağısına çevirdik.
Fakat inanıp salih ameller İşleyenler müstesna, onlaı için eksilmeyen devamlı
bir eeir (mükâfat) vardır." (Tiyn, 4-6).
"Gerçekten insan
hırslı (ve huysuz) yaratılmıştır. Kendisine bir fena lık dokunduğunda sızlanır,
feryad eder; iyilik dokunduğunda ise. pinti kesiliı (yoksullara yardım etmez).
Aneak namaz kılanlar bunun dışındadır. Onlaı ki, namazlarını sürekli kılarlar.
(İhmal göstermezler)" (Mearic. 19-22).
O halde namazlarını
aksatmadan devamlı olarak kılan mü'minler, ahse-ni takvim üzere bulunmakta;
emir ve yasaklara uymaları bakımından istikamet sahibi ve onun itimadına sayan
ve de Allah'a karşı takva ehli olmaktadırlar. Her şeyinde hikmet sahibi olan
şari'nin namazlarım devamlı olarak kılan mü'minlerin istikamet üzere
bulunduklarına ve zimmetlerinin beraati-ne (suçsuzluğuna) -ki bu beraet bazı
hallerde haliyle zayıf olanlarının bulunabileceğine ortadan kaldırmaz-
hükmettiğini teyid eden hususlardan biri de onun, cihada katılmasında, olduğu
gibi. kadının, sosyal hayata katılma şekillerinden bir çoğunu meşru olarak
kabul etmesidir. Kadının cihada katılması ister susuzlara su içirmek, ister
yaralıları tedavi etmek, isterse hastaları (hastaneye) taşımak suretiyle olsun
müsavidir. Bu işlerin hepsi ve de onun gerekli kıldığı kadın-erkek karışımı
bazen fitneye bir kapı aralayabilir. Fakat sari kadın olsun erkek olsun
müslümanların beratine güvenerek üstelik de müslüman askerlerin bu nevi
hizmetlere ihyitacına bakarak kadının cihada katılmasını meşrukabul etmiştir.
Aynı şekilde sari. bir
kimsenin -Allah yolunda savaşçı olarak gazaya çıkan- kardeşine ailesi hakkında
hayırla halef olup onun yerini tutmasını meşru kabul etmiş hatta dahası buna
teşvik etmiştir. Nitekim Zeyd İbn Halid (r.a.)'dan rivayete göre Rasulullah
(s.a.v.):
- Her kim Allah
yolunda gaza eden bir askerin (gerideki işlerini görmekte) hayırla onun yerini
tutarsa (ve Müslim'in rivayetine göre ailesi hakkında hayırla onun yerini
tutarsa) muhakkak ki o da gaza etmiş olur, buyurmuştur. [177]
İlmen sabittir ki,
insanların adetine uygun olarak bu hilafetin (yani bir kişinin Allah yolunda
gaza eden bir askerin ailesi hakkında ona hayırla halef olup onun yerini
tutmasının) peşinden, erkeğin, kocası evde olmayan bir kadınla bir araya
gelmesi gelecek ve bazan da bu gaybet (yani kocanın evde olmaması hali) uzun
müddet devam edecektir. Bundan ise büyük bir ölçüde fitne ihtimali
sozkonusudur. Fakat herşeyde hikmet sahibi oian sari bu hilafeti meşru kabul
etmiş; ve bir taraftan müslüman erkeğe ve onun mürüvvetine (insaniyetine)
itimad ederek diğer taraftan kadının ihtiyaçlarının eksiksiz olarak
giderilmesine karşı aşırı düşkünlük gösterecek ve üçüncü bir yönden de İslam
cemaatinin ruhunu terbiye ve yardımlaşma duygularını geliştirmek için buna
teşvik etmiştir. Bu gibi mevzularda müslümanların mürüvvetine olan itimadın
daha fazla olması sebebiyle, hıyanet halinde verilecek ceza da daha büyüktür.
Gerçekten Rasulullah (s.a.v.), Allah yolunda cihad ederek savaşan bir askere
ailesi hakkında hiyanet etmenin karşılığını, bu suçun alçaklığım ve bu ihanete
karşılık verilecek cezanın azametini beyan ederek şöyle buyurmuştur:
"Mücahidlerin
kadınlarının, (evlerinde) oturan erkeklere hürmeti (ha-ramlığı). annelerinin
hürmeti gibidir. (Evinde) oturanlardan bir erkek, mü-cahidlerden bir adama
ailesi hususunda halef olur da onlar hakkında kendisine hıyanet ederse,
kıyamet gününde durdurulur da, hiyanete uğrayan (gazi) kimse onun amelinden
dilediği kadarını alır. Ne zannediyordunuz!"[178]
Fitneye vasıta olan
yolu kapatma hususunda orta yolun tutulması, müs-lümanın beraeti (yani aleyhine
delil sabit olmadıkça masumluğu) hususunda güven ve itimada delalet ettiğine
göre, o zaman bu hususta aşırılık gösterilmesinde bu beraetin nefyedilmesi ve
sanki müslümanlar karşılaştıktan her kadınla zina edeceklermiş gibi onlara karşı
sıı-i zanda bulunma vardır. Halbuki Allah Teala bize. müslüman toplumuna
itimad edip güvenmemezi ve bu toplum hakkında hüsnü zanda bulunmamızı talim
ediyor. (Bkz. îfk hadisesi hakkında Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Erkek
mü'minlerle kadın mü'minlerin, bu iftirayı işittikleri zaman, kendi viccLuıhırı
ile hüsnü zanda bulunup da, "bu apaçık bir iftiradır' demeleri gerekmez
miydi?" (Nur. 12).
Fitneye vasıta olan
yolun kapatılması hususunda orta yolun tutulması ve bunun mubahın mevkiine
delaleti:
Daha önce gördüğümüz
gibi, fitneye fasıta olan yolu kapatma hussunda şarininorta yolu tutması
mubahın şeriattaki mevkiine apaçık şekilde delalet eder. Çünkü şeriat sadece
farzlar ve haramlarla ayakta duramaz. Bilakis bir müslümanın farzları işlemeye
haramlardan kaçınmaya devam etmesinin yani sıra -mubah olan hususlar
dairesinde- ki bu daire geniş bir dairedir- işinde bir serbestlik içerisinde
olması lazımdır. Bundan dolayı bu üç dairenin Allah'ın meşru kıldığı şekilde
muhafaza edilmesi zorunludur.
Vacip (farz)ların
tamamı müsbet, olumlu amellerdir. Olumlu bir amel -zor bile olsa- insana ve
hayata yeni bir şey kazandırır, bu da müsbet olması açısından bazan keşif ve
icad derecesine ulaşır. Bu durumda müsbet olması açısından bazen keşif ve icad
derecesine ulaşır. Bu durumda farzların tamamı hem insan hem de hayat için bir
kazanç vasıtasıdır. Bu kazancın derecesi ise o husustaki Allah'a karşı ihlas ve
samimiyetin ve amellerdeki ihsanın derecesine göredir. Ancak insanlar arasında
bir kuvvetli bir de zayıf bulunduğundan Allah Teala farzlar hususunda şöyle
buyurmuştur:
"Allah, hiçbir
kimseye gücünün üstünde birşey teklif etmez." (Bakara, 286).
Haram kılan şeyler,
ise hayatı bozup ifsad eden bir kısım çirkin (ve pis) şeylerdir. Nitekim Allah
teala haram olan şeylerin mahiyetine işaret ederek:
"Peygamber onlara
çirkin şeyleri haram kılar..." (Araf, 157).
buyurmaktadır. Haram
olan şeyler mahdud ve sayılı şeylerdir. Rasulullah (s.a.v.) "Dikkat
ediniz! Allah'ın yeryüzündeki koruluğu da haram kıldığı şeylerdir" derken
doğru söylemiştir. Demek ki Allah'ın arzı çok geniş olduğu halde ondan haram
kılınan miktar da ve mahdud (sınırlı) bir parçadır. Farzların işlenmesinde
insan için bir kazanç sözkonusu olup insan onlardan dolay ı hergün yeni bir şey
kazanıyorsa, o zaman haramlardan kaçınmasında da aynı şekilde bir kazanç var
demektir. Bu kazanç da insanın daimi ve sürekli yenileşen bir temizlik
kesbetmesidir.
Mubah kılınan şeylere
gelince; bunlar dünya hayatının temiz ve güzel şeyleridir. Allah Teala mubah
olan şeylerin mahiyetine işaret ederek:
"Peygamber onlara
temiz ve güzel şeyleri mubah kılar." {Araf. 157).
buyurmaktadır. O halde
temiz ve güzel olan şeylerin tamamı helaldir. Halbuki temiz ve güzel olan
şeyler ne kadar da çok ve boldur. Bu ise insanın temiz ve güzel olan şeylere
nisbetle geniş bir hürriyet içerisinde olması ve bizim Allah'ın genişlik ihsan
ettiği şeyleri insana kısıtlamamazın caiz olmaması demektir. Ancak kimi
zamanlarda temiz olan şeylere arız olan çirkin şeylerin sınırlanması bundan
müstesnadır.
Mesela cinsel ilişki
.evlilik yoluyla temiz ve güzel şeylerdendir. Halbuki bu, zina yoluyla
(evlilik müessesini, kadını ve cinsi arzulan) su-i istimal etmektedir. Üzüm ve
hurma şırası temiz ve güzel şeylerdendir. Fakat şarap bozulmuş pis bir şeydir.
Keza malı, çalışmak ve ticaret yapmak suretiyle artırmak temiz şeylerdendir.
Fakat faiz alıp vererek artırmak zorla almaktır. Aşağıdaki âyetleri okuyup
gereği gibi düşünelim. Zira hepsi de helali haram kılmanın sakıncasına işaret
etmektedir.
Allah Teala tarafından
yasağın arttırılması, sadece zulme karşılık olarak verilen bir cezadır.
Allah Teala şöyle
buyurmaktadır:
"Yahudilerin
yaptıkları zulümden, çok kimseyi Allah yolundan çevirme Icrindendo I ayı
kendilerine helal kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara yasakladık. Meneclildikleri
halde faiz olmalarından ve haksız yere insanların mallarını yemelerinden ölürü
(böyle yaptık). İçlerinden inkar edenlere de acı birazab hazırladık."
(Nisa, 160-161).
Allah Teala helal olan
bir şeyi haram kılmaktan şiddetle nehyetmiştir:
Allah Teala bu hususta
şöyle buyuruyor:
"Bilgisizlik
yüzünden beyinsize, çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği
rızkı, Allah'a İftira ederek haram kılanlar muhakkak ki ziyana uğradılar,
saptılar; yola gelecek de değiller." (En'am. 140).
"De ki: 'Allah'ın
kulları için çıkardığı süsü ve güzel rıztkları kim haram elti?' De ki: 'O dünya
hayatında inananlarındır, kıyamet gününde yalnız onlarındır.' İşle biz, bilen
bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz." (A'raf,32).
"Ey iman edenler!
Allah'ın size helal kıldığı güzel ve temiz şeyleri haram etmeyin, haddi
aşmayın. Çünkü Allah haddi (sanın) aşanları sevmez." (Maide. 87).
"Ey Peygamber
niçin. Allah'ın sana helal kıldığı şeyi. eşlerinin, halın için (kendine) haram
kılıyorsun? Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir" buyurmakladır. (Tahrim.
1).
Helali haram kılmak
şirkin arkadaşıdır. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"(Allah'a) ortak
koşanlar diyecekler ki: 'Allah isteseydi ne biz ne de babalarımız ortak
koşmazdık, hiç bir şeyi de haram kılmazdık" Onlardan önce yalanlayanlar da
Öyle demişlerdi de nihayet azabımızı tatmışlardı. De ki yanınızda bize çıkarıp
göstereceğiniz bir bilgi var mı? Siz sadece zanna yuyorsunuz ve sadece
saçmalıyorsunuz." (En'am, 148),
"Ortak koşunlar
elediler ki: 'Allah dileseydi ne biz, ne de babalanınız ondan başkasına ibadet
ederdik. Onun emri olmadan hiç bir şeyi de haram kılmazdık' onlardan öncekiler
de böyle demişlerdi. Peygamberin üzerine açık-seçik tebliğden başka bir şey var
mı?" f Nalıl. 35).
Helali haram saymak,
haramı helal kılmak, Allah'ın şeriatına karşı haddi aşma hususunda eşittirler;
Ailah Teala şöyle
buyurmuştur:
"De ki: 'Gördünüz
mü. Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını haram ve bir
kısmını helal yapımız' De ki: 'Allah mı size böyle izin verdi, yoksa siz
Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" (Yunus. 59).
"Dillerinizin
yalan olarak vasleiliği şeyler hakkında 'bu helaldi]-, bu da haramdır' demeyin,
çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olunsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan
uyduranlar, kurtuluşa eremezler" (NahI, 116).
Şüphesiz helalin haram
kılınmasında Allah'ın şeriatına karşı büyük bir hata söz konusunudr. Zira bu
haram kılma daha ziyade Allah'a yaklaşma ve Allah'ın sevabını kazanmayı arzu
etmek yahud takva ve şüphelerden uzaklaşma veyahut fitneye giden yolun
kapatılması ve fitneden emin olunması iddiaları gibi pekçokbatıl iddialarla
karıştırılmaktadır. Halbuki Rasulullah (s.a.v.) Allah'ın helal kıldığı
şeylerden kaçınmak suretiyle daha ziyade sevap arzulama iddiasını en şiddetli
bir biçimde kınayarak reddetmiştir. Peygamber (s.a.v.Vin ibadetini azımsayan
bu sebeple de Rasulullah'ın "Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse artık
o kimse benden değildir" buyurarak kendilerini azarlayıp nehyettiği üç
kişinin hadisini yukarıda görmüştük. Aynı şekilde yukarıda gördüğümüz gibi
Rasulullah (s.a.v.) "Bazı cemaatlere ne oluyor ki, benim yapmakta olduğum
birşeyi yapmaktan çekiniyorlar?" buyurarak (helali terkederek) takva
iddiasında bulunulması en şiddetli bir şekilde reddetmiştir. Bunun için İmam
Şevkani: "Helalin terkinde takva yoktur"[179]
demiştir. Ne var ki, bazı insanlar -kimi zamanlar- Rasulullah'ın "Helal
belli haram da bellidir. İkisi arasında (helal mi haram mı olduğu belli olmayan
bir takım) şüpheli şeyler vardır ki. çok kimseler bunları bilmezler. Her kim şüpheli
şeylerden sakınırsa, ırzını da dinini de tertemiz tutmuş olur..." hadisini
karıştırıyorlar.[180]
(Evet) bazı kimseler
bunun içinde onlara göre şüpheli şeylerin dairesi (daha da) genişliyor ve
şeriatın sahasından tamamen uzaklaşıncaya kadar mubahlardan bir çoğunu yutuyor.
Bu hadis "İkisi arasında (helal mi vardırki, çoğu kimseler bunları
bilmezler..." buyurmasına rağmen bu durum böyle olmaktadır. Yani şüpheli
şeylerin hükmü insanlardan çok azı tarafından anlaşılmaktadır ki, bu az
olanlar da alimlerdir. Bu ise şüpheli şeylerin herhangi bir vakitte çoğu
kimselere karışık geleceği ve karışık geldiği zaman da onların bu şüphelerden
kaçınmalarının elzem olduğu anlamına gelir. Fakat aynı şekilde onların ilim
sahiplerine müracet etmeleri ve onlardan bu meselenin hükmünü araştırmaları ve
şüpheyi ortadan kaldırmaları gerekir. Zira şüpheli şeylere nazaran bir
meselenin hükmü ya helal ya da haram dairesine girer.
Fitneye vasıta olan
yolun kapatılması ve fitneden emin olunması şeklindeki üçüncü iddiaya gelince;
bu iddianın kendisindeki batıl; bunun fitneye vasıta olan kapatılması
kaidesinin doğru bir şekilde tatbikinin garanti altına alınması için usul
ulemasının meşru kabul ettiği şartların dışına çıkmış olmasıdır. Zira usul
uleması mubah olan birşeyin haram kılınması için onun muhakkak bir mefsedete
yahut vuku bulma ihtimali galib olan bir mefsedete sebebiyet verici olmasını
şart koşmuşlardır. Fakat bazıları velev ki nadiren bile olsa, herhangi bir
meşietin vukubulmasına yolaçtağı zaman mubah işlenmesine terettüp edecek
mefsedet ve maslahatın derecesini düşünüp onlardan en üstün olanını tercih
etmeksizin (kesin olarak mubahın işlenmesini) hayırsız sayar ve onu
yapmaktansa ölümün ve büyük müsibeterin başlarına gelmesini isterler.
Muhakkak ki, şer'i
mubah olan şeyi, ona karşı helalin aşılmasından ve hükmünün mübahlıktan hürmete
(harama) yahud mekruhluğu çevrilmesinden muhafaza etmeye aşırı özen
göstermektedir. Çünkü mubah olan şeyi (aslı üzere) muhafaza etmek bir taraftan
Allah'ın insana ihsan etmiş olduğu hürriyeti muhafaza, diğer taraftan da
Allah'ın şeriatını hatadan tenzih ve insanları ona teşvik eder. Bunların
hepsinde ise Allah'a itaat ve insanların bölük bölük Alkolün dinine girmeleri
için onun dinine davet söz konusudur. Bunun tam karşı tarafında ise. bir taraftan
insanın hürriyetine kelepçe vurmak bir taraftan da Allah'ın şeriatını teşviş
etmek ve insanları ondan korkutup ürkütmek için Allah'ın helal kıldığı
şeylerin haram kılınması hususunda haddi aşma aynı zamanda bunların hepsin de
de Allah'a isyan ve Allah'ın dininden alıkoyma söz konusu olduğunu görüyoruz.
Doğrusu İslam,
dosdoğru olan Allah'ın dinini, insanın taşkınlık ve zorbalığını, mutedil akıl
sahiplerini dinden uzaklaştıran teşvişlerinden kurtarmak için gelmiştir. Bunun
için de Allah'ın şeriatı insanı, hayatın temiz ve güzel şeylerini haram kılma
zincirlerinden kurtarmaya çalışmıştır.
Çünkü bu şekilde bir
haram kılma Allah'ın rahmetini insanlardan uzaklaştırma ve; velev ki hile
yollarından birisiyle dahi olsa, insanlardan bu zincirlerin bir kısmını
hafifletmek arzusuyla onları kâhinlerin ve ilim ve din iddiasında bulunan
kahin misali insanların pençesine düşürmek anlamına gelir:
Özetle haram kılma
hususunda haddi aşmak (insanları) sapıtmak ve Allah'a isyan etmek için ezeli
ve şeytani bir hiledir. Halbuki haddi aşmaktan sakınmak ve mubah olan şeyi,
haram kılınmasından korumak dosdoğru yolun ve Allah'a itaatin ta kendisidir.
Bunun için İslam şeriatı, en önemlilerini aşağıdaki şekilde sunacağımız
vacibler mecmuasıyla mubahın ihata edilmesine son derece itina göstermiştir:
Birinci vacib:
Müslümanın, şeriatın mubahı beyan ettiğine itikad etmesi.
Allah Teala bu hususa
işaretle şöyle buyuruyor:
"O Peygamber,
onlara temiz (ve güzel) şeyleri helal, çirkin (ve pis) şeyleri haram
kılar..." (A'raf, 157).
Rasulullah (s.a.v.)
ise şöyle buyurur:
"Helal Allah'ın
kitabında helal kıldığı, haram da Allah'ın kitabında haram kıldığı şeylerdir.
Allah'ın sükût ederek kendisinden hiç bahsetmediği şeye gelince, o Allah'ın
afvetmiş olduğu şeylerdendir."[181]
Şüphesiz bazı usulü
fıkıh alimleri, Sarinin mubah beyan ettiğine itikad edilmesinin vacib olması
yönünden mubahı, seri tekliflerden biri olarak kabul ederler. Binaenaleyh
Üstad Ebu ishak el-İsferayini: Mubah kılındığına itikadın vacib olması
sebebiyle mubahı, seri bir teklif olarak kabul eder.[182]
Gazâlî'ye gelince o da
şöyle der: Eğer öyleyse mubah teklifi hükme dahil olur mu? Ve Mubah şer'i
tekliflerden birisi midir? Diye sorulacak olursa biz deriz ki: Şayet teklif,
kendesinden bir külfet bulunan şeyin taleb edilmesinden ibaret ise. o zaman bu
külfet mubah hakkında söz konusu değildir. Şayet, şeriat yönünden tarif edilen
şeyin mutlak olarak zikredilip hakkında izin verilmesi kastediliyorsa o zaman
mubah bir tekliftir. Eğer teklif edilen şeyin, şeriat cihetinden teklif
edildiğine itikad edilmesi kastediliyorsa bu takdirde bu teklifle, mübahlığın
kendisi değil bilakis imanın aslı teklif edilmiş olur.[183]
İkinci vacib: Mubah
olan şeyin insanlara hem söz hem de fiille açıklanması ve onun haram veya
mekruhla karıştırılmasından menedilmesi:
Muhammed
İbnü'î-Münkedir (r.a.)'den rivayete göre şöyle demiştir:
"Cabir.
elbiseleri, elbise sehbası üzerine konulmuş olduğu halde, bir tek izarını
boynunun gerisine bağlamış olarak namaz kıldı. Bir kimse ona:
- Bir tek ilbesi
(izar) içinde mi namaz kılıyorsun? dedi Cabir de:
Bunu ancak senin gibi
bir ahmak kimsenin beni görmesi için yaptım (Bir rivayette ise[184]:
Sizin gibi cahillerin beni (bu şekilde) namaz kılarken görmelerini arzu ettim)
Peygamber zamanında bizim hangimizin iki tane elbisesi (izan) vardı?
dedi."[185]
Hafız İbn Hacer der
ki: (Cabir'in yapmış olduğu şeyden kastı, her ne kadar iki parça izar (elbise)
içerisinde namaz kılmak dan aefdal ise de, bir tek elbise içinde namaz kılmanın
caiz olduğunu beyan etmektir. Güya o şöyle demek istemiştir: Bunu, bu şekilde
namaz kılmanın caiz olduğunu beyan etmek için kasten böyle yaptım. Ta ki. ya
cahil olan kimse işin başında bana iktida eylesin ya da bana karşı çıksın, ben
de ona böylece namaz kılmanın caiz olduğunu öğreteyim..."[186]
- Nezzak İbn Sebre'den
rivayet edildiğine göre o, Ali (r.a.)'dan şöyle takdir ediyordu. Ali (r.a.)
öğle namazını kıldırdı. Sonra insanların hacetleri için Küfe mescidinin geniş
yerinde ikindi namazı vakti gelinceye kadar oturdu. Sonra kendisine su
getirildi. Ondan içti. yüzünü ve ellerini yıkadı. Ravı başını ve ayaklarını da
zikretti. Abdest aldıktan sonra ayağa kalktı, artan suyu da ayakta dikilerek
içti. Sonra:
- Şüphesiz bir takım
insanlar, ayakta dikilirken su içmeyi kerih görürler. Muhakkak ki. Peygamber
(s.a.v.) şu benim yaptığımın benzerini yaptı, dedi.[187]
Hafız İbn Hacer şöyle
der: Ali hadisindeki faide(li hükümlerden birisi de şudur: Alim'e düşen kendisi
onun caiz olduğunu bilip dururken insanların birşeyden kaçındıklarını gördüğü
zaman iş uzayıp da haram kılındığının zannedilmesinden korkarak o husustaki
doğru olan hükmü açıklamasıdır. Yine Alim bir kimsenin, böyle olmasından endişe
ettiği zaman, şahsına so-rulmasa dahi, hükmü bildirme hususunda acele
davranması gerekir. Eğer sorulursa bununla mesele kuvvet kazanmış olur."[188]
Şer'i hükümleri önce
sözle sonra sözü tekid etmek için fiille beyân etmenin zaruriliği hususunda
Şatıbi'nin nefis bir açıklaması vardır. Hükümlerin böyle önce sözle, ardından
fiille beyan edilmesinin zaruriliği, insanların hükümleri birbirine
karıştırmaması içindir. Bu hususta farzla karıştırılmaması için mendub'un
beyan edilmesi ile haramla karıştırılmaması için mekruhun beyan edilmesi ve
mendub veya mekruhla karıştırılmaması için mubahın beyan edilmesi arasında
hiçbir fark yoktur. Böylece ziyade ve noksan-laştırılma olmadan Allah'ın
şeriatı yegane hüküm olmaya devam edecektir.
Şatıbi şöyle der:
Velhasıl fiiller sözlerle birleştiği zaman iktida etme ve beyan etme hususunda
tek başına sözlerden daha kuvvetlidir. Binaenaleyh sözlerle fiillerin
birleşmesinin hakikatte iktida makamında bulunan kimse için dikkate alınması
daha ziyade lazımdır. Hatta denilebilir ki: Kendisi iktida makamında bulunan
kimselerin her biri hakkında bu husus muteber olunca, onun söz ve fiillerinin
araştırılıp incelenmesi de müktedi üzerine farz olur. Bu hususta vacip olanla
mendub yahud mubah .yahud mekruh yahud da haram olan söz ve fiilleri arasında
hiçbir fark yoktur. Zira muktedi açısından onun söz ve fiilleri hususunda iki
durum sözkonusudur.
Birinci durum muktedinin
mükelleflerden biri olması cihetindendir. Zira bu cihetten onun hakkındaki
durum (farz, mendub, haram mekruh ve mubah gibi) beş ayrı hükme tealluk eder.
İkinci durum iktida makamında bulunan kimsenin söz, fiil ve ahvalinin, Allah
Azze ve Celie'nin meşru kıldığı şeylerin beyan ve açıklaması olması
cihetindendir. İktida makamında bulunan zat bu makama tayin edildiği zaman
onun hakkındaki sözlerin tama-mıyle. fiiller ya farz ya da haram olur. Ve
bunların bir üçüncüsü olmaz. Zira iktida makamında bulunan kimse bu cihetten
bir beyan edici (Mübeyyin)dir. Beyan ise farzdan başka birse değildir. Beyan
ise farzdan başka birşey değildir. Binaenaleyh beyan edilen şey yapılacak
yahut söylenecek şeylerden ise beyan edilen hükmü işlemek cümle herkese farz
olur. Şayet işlenilmeyecek şeylerden ise artık Allah'ın yasağına dair hüküm
(beyan) sabit olduğu nisbet-te terk farz olur. Çünkü bu şekilde beyanın sabit
olması fiilin bizatihi haram kılınması demektir, Fakat bu durum, kendisine
iktida (ittiba) edilecek fiile nisbetle ancak beyan etme sebebi mevcud olduğu
zaman teayyün eder. Bu ise ya işJeme veya terk etme hükmünün bilinmemesi ya da
asıl hükmün aksine inanılmasının muhtemel olması halindedir. (Binaenaleyh
işlenmesi mat-lub olan) fiilin beyanı bizzat fiil ile yahud fiil vacib (farz)
ise fiile muvafık olan öz iledir. Kaza bu fiil hükmü bilinmeyen bir mendub ise
yine böyledir. Şayet işlenmesi metlab olan fiil farz olduğuna inanılması
muhtemel olan bir mendub ise o zaman bunun beyan, tıpkı kurban kesmenin ve
Şevval ayından altı gün oruç tutmanın terkedilmesinde yapıldığı gibi terketme
yahud terket-mekle beraber söz iledir. Şu zamanlarda unutulan sünnetlerde ve
mendub-larda olduğu şekilde bunun benzerleri; matlub olan fiilin taleb
edilmediğine inanılma ihtimali varsa yahut tamamen terkedilmesi muhtemel ise o
zaman bunun beyanı fiile ve ihtimale denk olarak o hususta devam etmekle olur.
Terkedilmesi istenilen
fiile gelince; şayet bu fiil haram ise, onun beyanı terketrnekle yahut terk ile
desteklenen söz ite olur. Terkedilmesi istenilen fiil mekruh ise, hükmü de
bilinmiyorsa o da aynen böyledir. Şayet mekruh olan şeyin haram kılındığına
inanılma ihtimali varsa ve de fiile beyan edilmesinin tercihi söz konusuysa
mümkün olan şeyin en asgari ve en uygun şekline göre fiile beyanı teayyün
eder... Özet olarak bu hususlarda gözetilen şey aşın uçlardan ve sapmalardan
koruyan ve sırat-ı müstakim (dosdoğru yol)a döndüren tatmin edici bir
açıklamanın taleb edildiği yerlerdir. Bu mana hakkında selefi salihinin
sıyretlerini gereği gibi düşünen kimse Allah'ın yasaklamasıyla sabit olan
şeyleri görecektir. Bu hususlarda arzu edilen maksadın açığa çıkması için
bunların tamamının (malum olan) beş hükme veya beş hükümden bazısına nisbetle
beyan edilmesi şarttır. Yardım istenilecek kimse yalnız Allah'dır. . -
Şatıbi aynı şekilde
devamla şöyle dçr. (Mendub'a gelince) tıpkı itikad-da aralarının eşit
sayılamayacağı gibi. ne sözde ne de amel (fıil)de mendub ile farzın aralarının es.it
sayılamaması onun mendub olarak su butunun hakikat olmasındandır. Eğer sözde
veya fiilde mendub ile farzın araları eşitlene-cekse, bu eşitleme itikada halel
getirmeyecek bir şekilde olabilir. Bunun a-çıklanması birkaç kelimeyle
şöyledir:
Birincisi: Farz
olmayan bir şey hususunda onun farz olduğuna inanılması manasında farz ali
mendubun itikadda eşit sayılması ittifakla batıl olup. söz veya fiil mutlak
olarak eşitlenmeye sebep teşkil etiği zaman aralarının ayırdedilmesi vacip
olur. Bu ayırdetme ancak sözlü beyan ile mümkündür.
Kendisiyle ayirdetme
kastedilen fiile gelince, bu fiil. mendub olmak husu-siyyetinden olan mendub
bir amele devam etmeyi kendisine gerekli kılmayı terketmekten ibarettir.
İkincisi: Peygamber
bir hidayet rehberi ve kendilerine indirilen şeyi inanlara beyan edecek bir
mübeyyin olarak gönderilmiş ve hakikaten bu görev birçok mesele arasında onun
en önemli işlerinden biri olmuştur.
Üçüncüsü: Sahabe, din
hususunda bu ihtiyaç içerisinde amel ediyordu. Zira onlar bu ihtiyatın sanattan
bir asıl olduğunu ve kendilerinin, ümmet tarafından kendilerine iktida
edilecek imam (önder)ler olduklarını biliyorlardı. Bunun için de (sari
tarafından) taleb edilmiş olsa bile, terkedil melerin in zarar verecek birşey
olmadığını beyan etmek için bir kısım şeyleri terkedi-yor ve bunu da izhar
ediyorlardı. Huzeyfe Useyd (r.a.) şöyle demiştir: "Ben Ebu Bekr ile
Ömer'in, insanların, onun vacip olduğu görüşüne sahip olmalarından korkarak
kurban kesmediklerine şahid oldum."
Dördüncüsü:
Müslümanların imamları, her ne kadar ayrıntılar noktasında ihtilafa düşseler
de. toplu olarak bu asıl üzere devam etmişlerdir. Binaenaleyh İmam Malik ile
İmam Ebu Han ite şevval ayından altı gün oruç tutulmasını kerih görmüşlerdir.
Onların bunu kerih görmeleri; Şevval orucunun tutulmasına teşvik edildiği
sahih ve sabit olmasına rağmen, bunun ramazan orucuna ilave edildiğine itikad
edilmemesi için yukarıda zikredilen illete (ihtiyatla hareket etme sebebine)
binaendir. el-Karafi: Gerçekten de Acemler için böyle bir itikadın vaki
olduğunu söylemiştir. İmam Şafii de vacip olmadığı hususunda, sahabenin
yukarıda zikredilen uygulaması ve onların delilleriyle istidlal ederek kurban
kesme hususunda buna benzer bir görüşe kail olmuştur. İmam Malikten bu neviden
nakledilen görüşler pek-çoktur. Malik'e göre kötülüğe giden yolun kapatılması
hem adetler de hem de ibadetler de umumi olan ve uyulması gereken bir asıldır.
Şu halde bu delillerin
tümüne dayanarak şer'an maksud olan ve kendisine iktida eden herkestenkati
olarak taleb edilen iki kavil (söz) yahud iki fiil (amel) birbirine denk oldukları
zaman, itikaden aralarını ayırdetmeye yönelmenin gereğine kesin olarak
hükmedileceği gibi, farz ile mendubunda aralarının ayırdedilmesi gerektiğini
kesin olarak hükmederiz... Nasıl ki mendub oli vacibin aralarının fiil
hususunda denk sayılmaması mendubun, mendub olarak subutunun hakikat olmasından
ise, aynı şekilde herhangi bir açıklama olmaksızın mutlak terk hususunda
mendubla bazı mubahların aralarının denk sayılmaması da onun mendub olarak
istikrarın hakikat olmasındandır.
Mubah olan şeylere gelince;
onların ne mendub ne de mekruh olan şeylerle aralarının eşit kılınamaması
mubah olan şeylerin mubah olarak sübutu-nun hakikat olması bakımındandır. Zira
kendilerindeki muayyen veya gayri muayyen bir keyfiyete göre fiile devam etmek
suretiyle mubah olan şeylere mekruh olan şeylerin aralan eşit kılımrsa
muhtemelen mekruh oldukları zannedilebilir.
Mekruh olan şeylere
gelince; mekruhların da aralarının ne haram ne de mubah olan şeylerle denk
sayılmaması onların mekruh olarak istikrarının hakikat olması bakımındandır...
Birincisine (yani mekruh olan şeylerle haram olan şeylerin denk sayılmasına)
gelince, şüphe yok ki, (terk etme hususunda) mekruh olan şeyler haram olan
şeylerin konumuna konulduğu zaman onların haram oldukları zannedilir. Belki de
bilmeyen kimselere göre zamanın uzamasıyla teıkedilmesi farz olur. Bunun
beyanında mekruhu irtikab etme söz konusudur. Halbuki bundan nehyedildik.
denilemez. Çünkü biz de deriz ki: Beyan (terketmekten) daha kuvvetlidir. Çünkü
bazan onun için daha üstün birmenfaat bulunduğu zaman kati bir haram irtikab
edilebilir.[189]
Allah'ı teşbih ve her
türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim... Usul uleması, şer'i hükümleri
birbirine karıştırılmaktan muhafaza etmek için ne kadar büyük ve ne kadar
güzel kaideler icad etmişler. Onlar mubah olan şeyleri sırf mekruh olan
şeylerle karıştırılmaktan muhafaza etmeyi vacip saydıklarına göre, (o zaman)
onların haram kılınmaktan muhafaza edilmesinin daha kuvvetli bir vacip olduğu
kanaatine varırız. Helali haram kılmanın, haramı helal kılmak gibi olduğu hükmü
sahih bir hükümdür. Zira R usulü İlah (s.a.v.): "Doğrusu helali haram
kılan kimse, haramı helal kılan kimse gibidir" buyururken doğru
söylemiştir.'[190] Fakat bu iki şey
arasındaki fark, haramın helal kılınmasının genellikle çabuk ifşa olunur
olmasıdır. Haramın çabuk ifşa edilir olması iki sebebe binaendir: Bunlardan
birincisi; haramın, Allah'ın şeriatında az olması, dolayısıyla da onu bilip
tanımanın insanlar için kolay olmasıdır. İkincisi ise fasıkların tuzaklarının
zayıf, hilelerinin açığa çıkmasının ve haramadan kötü koku yayılmasının çabuk
olmasıdır. Helalin haram kılınmasına gelince, bunun da fasid bir amel olmasına
rağmen, şu kadar var ki, ekseriyetle bu hareketin dayanağı, maalesef iyi
niyetlerle süslenen batıl iddialardır. Nitekim biz bu hususu yukarıda izah
etmiştik. Haram olan şeylerin helal kılınması büyük bir suç ve Allah'ın
hükümranlığına karşı apaçık bir düşmanlık ve tecavüz olunca, günah ve düşmanlık
bakımından bunun aynısı, mubah olan şeylerin haram kılınmasıdır. Yani Allah'ın
hükümranlığına tecavüz edip haddi aşarak (Allah'ın yeryüzündeki koruluğu
(haramları)ndan) bir miktarını mubah kılan kimse ile Allah'ın hakimiyetine
tecavüz ederek onun kullan için çıkarmış olduğu zinetlerinden bir miktarını
haram sayan kimse arasında hiçbir fark yoktur. Bu husus, Allah'ın koruğunun
(haramlarının) dar ve sınırlılığına, zinetlerinin (helal kıldığı şeylerin)
geniş ve bol olmasına rağmen böyledir. Zira her iki durumda Allah'ın
haki-miyyetine tecavüz etmek ve günaha girmektir. Allah Teala bu husustan bahisle
şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler!
Allah'ın size helal kıldığı güzel ve lenıiz şeyleri (siz kendinize) haram
kılmayın ve haddi aşmayın. Allah haddi aşanları sevme/,." (Maide. 87).
Yine bunların her
ikisi de Allah'ın hükümlerinden bir hükmü inkâr etmektir. Allah Teala şöyle
buyurmaktadır:
"İyice bilen bir
toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?" (Maide. 50).
Helali haram kılma ve
haramı helal saymanın her ikisi de Allah'ın murad ettiği gibi tertemiz olan
dünya hayalının şeklini çirkin bir şekilde değiştirmektir. Allah Teala (bu
husustan bahisle) şöyle buyurmaktadır:
"De ki: 'Allah'ın
kulları, için çıkardığı (yarattığı) zineti ve temiz ve güzel rızıkları kim
haram kıldı?" (Araf. 32).
Haram olan bir şeyi
hela! saymak, hayatın temizliğine tecavüz edip onu bozmak olduğu gibi helal
olan bir şeyi haram kılmak da hayatın güzelliğine tecavüz etmektir. Halbuki
Allah Teala hayalın tertemiz olmasjnı murat ettiği gibi güzel olmasım da murad
etmekledir. Fakat tanıklar -Allah onları ıslah eylesin- hayatın temiz kalmasını
arzu etmiyor, şiddetçiler (zorlaştırıcılar) ise -Allah onları doğruya
yöneltsin- hayatın güzel olmasını istemiyorlar. Ne var ki, hayat Allah'ın murad
ettiğinden başka şekilde hiçbir zaman düzene girmeyecek, aksine bunun soncunu
ve sorumluluğunu fasıldann üzerine; kısıtlama ve zorlaştırmanın sorumluluğunu
da zorlaştıranların üzerlerine yükleyerek eğri ve kötü çehreli olmaya devam
edecektir. Doğrusu alim ve hükim -yarattıklarını en iyi bilen hükmünde hikmet
sahibi- olan Allah, ümmi bir Peygamber ve onunla birlikte apaçık aydınlatıcı
bir nur göndererek şöyle buyurmuştur:
"Yanlarındaki
Tevrai ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümme Peygambere uyanlar (var
ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder: onları kötiilükicn meneder.
onlara temiz ve güzel .şeyleri helal kılar, pis ve çirkin .şeyleri haranı
kılar. Ve ü zerlerindeki ağır yükleri, sırtlarındaki zincirleri kaldırır (yani
hata ile adam öldüımek te kısas cezasını, ve günah işleyen azaların, pislik
değer elbisenin kesilmesi gibi teklifleri kaldırır) o Peygambere inanıp ona
saygı gösteren, yardım eden ve onunla birlikle gönderilen nura (Kur'un'a)
uyanlar var ya işle kurtuluşa erenler onlardır." (Araf. 157).
İşte böylece Allah
Teala önce geçmiş ümmetlerin üzerinde bulunan a-ğır yükleri. Muhammed
ümmetinden kaldırmayı ve en son şeriat olan onun şeriatının, kolay ve
iniisaadekâr bir şeriat olmasını murad etmiştir. Bu iradenin içerisinde ise
insanlara kolaylık göstermekten ibaret olan şer'i ve asli bir kaidenin beyanı
vardır. Yüce Allah dosdoğru buyururken şöyle demiştir:
"Allah size
kolaylık isler zorluk islemez." (Bakarı.. 1X5). [191]
İlk olarak: Usul-ü
Fıkıh kitaplarından (nakledeceğimiz tesbitleri
1.
Karafi'nin Kitabü'l-Füruk adlı eserinden:
"Seddüzzerai
teriminin manası, kötülüğü defetmek için ona vasıta olan yolları kapamaktır.
Bunun için aslında mefsedetten salim olan bir fiil herhangi bir kötülüğe
vasıta olduğu zaman İmam Maîik birçok surette bu fiilden menetmiştir. İmam
Malik'in mezhebinin hususiyetlerinden olan seddüzzerai (Kötülüğe vasıta oîan
yollar) üç kısımdır: Biri ümmetin kapatılması, menedilmesi ve kesilmesi
hususunda ittifak ettiği kısımdır. Mesela, müslü-manların (gelip geçtiği umumi)
yollarının içerisine kuyular kazılması gibi. Çünkü bu, müslümanların helak
edilmelerine bir vasıta (vesile )dir. Diğeri ümmetin menedilmemesi hususunda;
ve kendisinin kapatılmayacak bir vasıta (yol) ve menedilmeyecek bir vesile
olduğunda ittifak ettiği kısımdır. (Mesela) Şarap yapılması korkusuyla üzüm
yetiştirilmesinden menetmek gibi... Zira hiç bir kimse bu görüşe kail
olmamıştır. Keza zina edilir endişesiyle evler arasındaki yakınlıktan
menedilmesi de böyledir. Üçüncüsü kapatılıp kapatılmayacağı hususunda hakkında
ulemanın ihtilafa düştükleri kısımdır. Bizim mezhebimize göre vadeli
satışlarda olduğu gibi... Mesela: Bir kimse bir eşyayı bir ay vade ile on
dirheme satsa, sonra ay tamam olmadan önce beş dirheme geri satın alsa bu
durumda İmam Malik: "O kimse halihazırda elinden beş dirhem çıkarmış ayın
sonunda on dirhem almış olur. İşte bu alış-veriş, böyle bir kazanç için sureta
bir alım-satım izharına tevessül ederek beş dirhemin, vadi ile on dirhem
mukabilinde ödünç verilmesi için bir vesiledir. (Bu da bir nevi faizdir) der.
Şafii ise, bu ahm-satımın şekline bakılır ve hadise zahirine hamledilir, bunun
için de alım-satım caiz olur, der. Keza zinaya yol açacağı için kadınlara
bakmanın haram kılınıp kılınmayacağı hususunda da ihtilaf edilmiştir."[192]
"Tehzibü'l-Füruk
Ve'1-Kavaidis-Sünniyye Fi Esrari'l-Fıkhiyye" adlı eserde şu görüşlere yer
verilmiştir: "İbnü'l-Arabi. Ahkâmü'l-Kur'an adlı eserinde şöyle der:
Şer'an kapatılması vacip olan vasıtanın temeli; mutlak haram olmayıp, haramhğı
nass ile sabit olan herhangi bir harama yol açabilecek mubah fiillerdir...
Gereği gibi ifasından endişe edilen ve Allah tarafından mükellefisi emanetine
bırakılan her bir iş hususunda: Şüphesiz bu iş haram bir işe vesile
olacağından, ondan menedilmelidir, denilemez."[193]
2) İbnü'l
Kayyım el-Cevzi'nin A'lamü'l-Muvakkiyn adlı eserinden:
"... O halde
hikmet, maslahat ve mükemmellik derecelerinin zirvesinde bulunan bu kamil
şeriat hakkındaki itikadınız nedir? Onun asıl ve kaynaklarını gereği gibi
düşünen kimse, muhakkak Allah ve Rasulü'nün haram olan şeylere vasıta olan
yollan, haram kılmak ve onlardan nehyetmek suretiyle kapattığını yakinen bilip
tasdik edecektir. Zeria: bir şeye vasıta ve yol olan şeydir.
"
Kötülüğe vasıta olan söz
veya fiil iki kasımdır. Birisi: Sarhoşluk mefse-detine vasıta olan sarhoşluk
verici şeyi içmek, yalan ve iftira mefsedetine vasıta olan namuslu kadına zina
isnadında bulunmak, neslin esası olan erkeklik sularının karışmasına ve
yuvanın bozulmasına vasıta olan zina fiilini işlemek ve benzeri şeyleri yapmak
gibi; söz veya fiilin kötülüğe vasıta olmak için vaz edilmiş olmasıdır. Zira
bu söz ve fiiller, bu nevi mefsedetlere vasıta olmak üzere vazedilmiş bir kısım
söz ve fiiller olup onların bundan başka herhangi bir zahiri yönü
bulunamaktadır. İkincisi: Söz veya fiilin caiz veya müstehap olan bir işe
vasıta olması için vaz edilip de kişinin: Yakindi kasdıyla ya da kendisi
tarafından herhangi bir kasıt bulunmaksazın haram olan bir şeye vasıta
edilmesidir. Birincisine misal: Bir kimse boşamayı kastederek nikâh akdi yapsa
yahut riba kasdıyla alım-satım akdi ve benzeri şeyler yapsa böyedir. İkincisine
misal: Bir kimse herhangi bir sebep yokken nehyedilen vakitlerde nafile olarak
namaz kılsa yahut müşriklerin aralarında onların ilahlarına sövse, yalîut da
Allah rızası için (herhangi bir) kabrin başında namaz kılsa ve buna benzer
şeyler yapsa böyledir. Sonra kötülüğe vasıta olan yolların bu kısmı da iki
nevidir. Birinci nevi: Fiilin mashalatının mefsedetinden daha fazla olmasıdır.
İkincisi: Nefsedetinin
(zararının) maslahatından (faydasından) daha fazla olmasıdır. O hade dört kısım
vesile vardır.
Birincisi: Bizzat
mefsedete (kötülüğe) vasıta olması için vazedilen vesile.[194]
İkincisi: Aslında
mubaha vasıta olması için vaz edilmiş olup da kendisiyle mefsedete tevessül
kasdedilen vesile.
Üçüncüsü: Biz/at
mubaha vasıta olması için vaz edilmiş olup da kendisiyle mefsedete vasıta olan
ve de zararı faydasından daha fazla olan vesile.
Dördüncüsü: Mubah için
vaz edilmiş olup da. fakat bazen mefsedete vasıta olan ve mashalati
mefsedetinden daha fazla olan vesiledir.
Birinci kısımla ikinci
kısmın misalleri daha önce yukarıda geçmişti.
Üçüncü kısmın misaline
gelince: Nehyedilen vakitlerde namaz kılınması, müşriklerin aralarında onların
ilahlarına sövülmesi, kocası vefat etmiş olan kadının iddei bekleme zamanı
içerisinde zinetlenip süslenmesi ve buna benzer şeylerdir.
Dördüncü kısmın misali
ise: Erkeğin nişanlısı olan kadına, üvey annesine, mahkemede şahidliği
istenilen kadına, erkeğin cima yaptığı cariyesine ve alış veriş yaptığı kadına
bakması, nehyedilen vakitlerde bir takım sebepleri bulunan bir işin yapılması,
zalim bir sultanın yanında hakkın söylenmesi ve buna benzer şeylerdir; Zira
İslâm şeriatı, maslahattaki dereceleri itibariyle bu kısım vesileleri mubah
yahud müstehak yahut da vacib kılmak için gelirken mel'sedetteki dereceleri
itibariyle birici kısım vesileleri de keraha-ten yahudda tahrîmen menetmek için
gelmiştir.
Geriye arada geçen iki
kısım hususunda: Bunlar şeriatın mubah kılınmaları için geldiği vesilelerden
mi. yoksa kendilerinden menetmek için geldiği vesilelerden midir? diye iyiden
iyiye düşünülmesi kalmaktadır. Bunun için biz, bir kaç noktadan bunların
menedildiğine dair delalet bulunduğu görüşünü kabul ediyoruz...
Hakikaten
İbnü'l-Kayyım el-Cevzi, şeriatın arada geçen bu iki kısım vesileyi menettiğini
deüllendirmek (isbatlamak) için doksandokuz tane sebep ileri sürmüştür. Fakat
biz bu sebepler içerisinden kadınlar sebebiyle fitneye giden yolun kapatılması
ile alakalı olan sebepleri seçeceğiz:[195]
İkinci sebep: Allah
Teala'nın "Gizledikleri zinetlerin (Ayaklarındaki halhalların) bilinmesi
için ayaklarını yere vurmasınlar' kavlidir. Çünkü hakikatte caiz olmasına
rağmen kadınların ayakları yere vurmaktan menedil-meleri erkeklerin,
ayaklarındaki halhalların sesini işitmesine sebep olmaması içindir. Zira bu
durum erkeklerin kadınlara karşı şehvet duygularını harekete geçirir.
Onbirinci sebep:
Rasulullah (s.a.v.)'yı kendisinden sakındırılan fitneye ve mizacın galebe
çalmasına vasıta olan yolun kapatılması için isterse Kur'an okutma hususunda
olsun erkeğin yabancı bir kadınla başbaşa kalmasını, keza isterse hacca gitmek
ve anne-babasını ziyaret etmek için olsun (yanında nikâh geçmez bir mahremi
bulunmadıkça) erkeğin yabancı bir kadınla sefere çıkmasını yasaklamasıdır.
Onikinci sebep: Harama
götüren (irade (arzu) ve şehvete vasıta olan yolun kapatılması için, özellikle
yaratılışın güzelliklerine vakıf olmaya ve Allah'ın sanatı hususunda
düşünülmesine sebep olacak olsa bile Allah Tea-la'nın gözü harama bakmaktan
sakındırmayı emretmiş olmasıdır.
Elliüçüncü sebep:
Rasulullah (s.a.v.)'in kadınları, erkeklerle beraber namaz kıldıkları zaman
izar (etek)lerin arkasından erkeklerin avret yerlerini görmelerine vasıta
olmaması için erkeklerden önce başlarını kaldırmaktan nehyetmiş olmasıdır.
Nitekim bu nehyin illetini beyan eden husus (daha önce) hadisde geçmişti.
Elliyedinci sebep:
Rasulullah'ın kadın kısmını mescide (gitmek üzere evinden) çıktığı zaman koku
(esans) sürünmekten yahut buhur (parfüm)len-mekten nehyetmiş olmasıdır.
Rasulullah (s.a.v.)'in kadını mescide gitmek üzere evinden çıktığı vakit esans
sürmekten yahud parfümlenmekten neh-yetmesi, bunun, erkeklerin kadına
meyletmelerine ve onlara göz dikmelerine yol açacağı içindir. Zira kadının
kokusu, zineti, süsü, sureti ve güzelliklerini ortaya koyarak göstermesi
kendisine davetiye çıkarmaktadır. Bunun için de Rasulullah (s.a.v.) kadın
kısmım parfümsüz olarak ve koku sürün-meksizin çıkmasını, erkeklerin arkasında
namaza durmasını ve namaz es-nassında herhangi bir musibet arız olduğu vakit
(erkekler gibi) teşbih yapmayıp bilakis avuçlarının içini diğer elenin üzerine
vurmak suretiyle el çarpmasını emretmiş olup bunların tamamı fitneye vasıta
olan yolun kapatılması ve mefsedetin önlenmesi içindir.
Ellisekizinci sebep:
Rasulullah (s.a.v.), bir kadının başka bir kadını kendi kocasına, kocası sanki
o kadını görüyormuşçasına tavsif etmesinden nehyetmiş olmasıdır.
Aşikârdır ki,
Rasulullah (s.a.v.)'in bundan nehyetmesinin nedeni, fitneye giden yolu
kapatarak ve kadının suretinin gözünde canlanmasıyla koca nın kalbine herhangi
bir kötülüğün düşmesini ve kadına meyletmesini Önlemektir. Zira şahsını
görmeden önce anlatılmak suretiyle başka birini sevip aşık olan nice kimseler vardır.
Ellidokuzuncu sebep:
Rasulullah (s.a.v.)'in yollar üzerinde oturmaktan nehyetmesidir. Rasulullah
(s.a.v.)'in bundan nehyetmesi anca onun harama bakmaya vasıta olması
sebebiyledir. Zira sahabiler Peygamber (s.a.v.)'e kendilerinin oralarda
oturmaktan başka çarelere olmadığını haber verince Rasulullah (s.a.v.):
"... O halde
yolun hakkını bari veriniz" buyurmuştur.
Sahabiler:
Yolun hakkı nedir?
demişler Rasulullah:
"Gözü harama
bakmaktan sakınmak, halka eza vermekten çekinmek, selam verenin selamını almak,
iyiliği emredip kötülğü yasak etmektir" buyurmuşlar.
Altmışıncı sebep:
Peygamber (s.a.v.)'in nikâhlı (kocası) yahud nikâh geçmez bir yakını olmadıkça
bir erkeğin bir kadının yanında gecelemesini nehyetmiş olmasıdır. Rasulullah
(s.a.v.)'in bundan nehyetmesi sadece yabancı kadının yanında gecelemenin
harama vasıta olan bir yol olmasından dolayıdır.
Altmışüçüncü sebep:
Rasulullah (s.a.v.)'in yatak odalarında çocukların birbirlerinden ayrı
yataklarda yatırılmalarını ve erkek çocuğun kız çocukla aynı yatakta
uyumalarına müsaade edilmemesini emretmiş olmasıdır. Çünkü erkek çocukla kız
çocuğun aynı yatakta uyamaları, döşeğin aynı olması ve bilhassa uzun zaman
geçmekle bazen şeytanın aralarında haram bir ilişki kurmasına ve erkeğin uykusu
arasında farkında olmayarak yanında uyumakta olan kadınla oynamasına yol açan
bir vasıta olabilir. Bu ise aynı şekilde kötülüğe vasıta olan yolların
kapatılmasının en hassas nevilerindendir.
Altmışaltıncı sebep:
Peygamber (s.aıv.)'in, kadın kısmını yanında nikâh geçmez bir mahremi (hışmı)
bulunmadıkça sefere çıkmaktan nehyetmiş olmasıdır. Peygamber (s.a.v.)'in
bundan nehyetmesinin nedeni, kadının mahremi bulunmaksızın sefere çıkmasının
bazan kadın hakkında yersiz umuda kapılınmasma ve onunla zina yapılmasına
vasıta olan bir yol olmasından başka birşey değildir.
Seksenikinci sebep:
Rasuluİlah (s.a.v.)'in cima ile Övünmeyi yasaklamış olmasıdır. Zira cima ile
övünmek nefislerin tahrik edilmesine ve teşeb-bühe (benzemeye) çalışmasına
vasıta olan bir yoldur. Bazan insanın yanında
meşru yoldan
ihtiyacını giderecek birhelali bulunmayabilir. Bu sebeple de harama tecavüz
eder. Bundan dolayı gizli olarak işledikleri günahları açıkça insanlara heber
veren kimseler Allah'ın rahmet ve mağfiretinden uzaktırlar. Zira bunları
dinleyen kimsenin nefsi onlara benzemeye tahrik edilmektedir. ' Bunda ne derece
yaygın bir fesad olduğunu Allah'tan başkası bilemez.[196]
Daha sonra
İbnü'l-Kayyım el-Cevzi -Allah ona rahmet eylesin- fitneye vasıta olan yolların
kapatılması bahsini "Fitneye vasıta olan yolların kapatılması-
seddüzzerai bahsi teklifin kısımlarından biridir. Çünkü fitneye giden yolun
kapatılması da bir emir ve bir nehiyden ibarettir. Emir ise iki nevidir.
Birincisi bizatihi kendisi maksud olan (şeyi) emir; ikincisi, (Kendisi maksad
(olmayıp) maksada vesile olan (şeyi) emirdir. Nehiy de iki kısımdır: birincisi:
kendisinden nehyedilen şey hakikatte mefsedet olan nehiy ikincisi kendisinden
nehyedilen şey (hakikatte mefsedet olmayıp) nıefsedete vesile olan nehiydir. Bu
sebeple harama vasıta olan yolların kapatılması dinin sübeklerinden
biridir" sözüyle tamamlanmıştır.[197]
İbnü'l-Kayyım'ın
açıklamalarından aşağıdaki hususları özetleyebiliriz:
İlk olarak: Mubah için
vaz edilen bir vesileyi haram sayıp menedebil-nıemiz için iki şartın tam olarak
biramda bulunması gerekir. Birinci şart: Mubah için vaz edilen vesilenin
mefsedete yol açmasının nadiren değil, çoğu zaman olmasıdır. İkincisi: Mubah
için vazedilen vesilenin mefsedeti-nin maslahatından daha fazla olması ve
yalnızca (maslahatından daha aşağı) muhtemel bir mefsedet olmamasıdır. Sonra bu
iki şartın tam olarak mevcud olmasının ardından vesilenin menedümesinin kati
bir tahrim (haram kılma) ile olmayıp bilakis mefsedetin derecesine göre kerih
görme ile haram kılma arasında bir yasaklama olmalıdır.
İkinci olarak: Mubah
için vaz edilen vesile herhangi bir mefsedete vasıta olur; fakat maslahatı
mefsedetinden daha fazla olursa, bu durumda şeriat tonu sadece mubah kılmayıp
bilakis bazan maslahatın derecesine göre nıüs-Ktehab veya farz kılar.
Üçüncü olarak: Şüphe
yok ki, İslâm, çoğu zaman kadınlar sebebiyle
fitneye vasıta
oldukları ve daha fazla mefsedete yol açtıkları için aslen mübah için vaz
edilen bir takım vesileleri meneden çeşitli hükümler getirmiştir.
Yukarda zikredilen
sebep arasında şerdedilen şeyler bu hükümler meyanın-dadır. Şeriat bu
hükümlerle kadınlar sebebeyli fitneye düşülecek sahalardaki fitneye giden
yolları kapattığına göre öyle sanıyoruz ki. bizim bu hükümlerin hududlarmda
durup beklenSbınii ve yeni bir kısım sebebler.ve4eşri zamanında mevcud olmayan
bir takını şartlar onaya çıkıp hakkında yukarıda zikredilen iki şart tahakkuk
etmediği müddetçe kötülüğe giden yolun kapatılması iddiasıyla mubah için vaz
edilen diğer bir takım vesilelerin yasaklanmasını ilave etmememiz gerekir.
3) Şattbi'nin
Kitabü'l-Muvafakat'ından:
Altıncısı: Mefsedete
yol açması nadir olan vesiledir. Bu da müsaade edilmesi bakımından aslolduğu
hal üzeredir.
Çünkü normalde
büsbütün mefsedetten ari bir maslahat mevcud olmayacağı için maslahatın çoğu
zaman meydana gelmesi halinde nadiren ortadan kalkmasına itibar olunmaz. Zira
sari hüküm koyarken nadiren vukubu-lan mefsedete değil çoğunlukla vaki olan
maslahata itibar eder.
Yedincisine gelince:
Bu mefsedete yol açması zanni olan (yani mefsedetin vukuu zannı galibe dayanan),
bu sebeble de aksi mümkün olan vesiledir. Fakat altınca vesile hakkında
zikredildiği gibi bunun hakkında da esas olan hükmün mübahlık ve müsaade olduğu
aşikârdır. Zarar ve mefsedetin zatına dayalı olmasına gelince, birkaç sebepten
dolayı zarının itibara alınması daha fazla tercihe şayandır. Bu sebeplerden
birincisi: Amelle alakalı konularda zannın ilik makamına kaim olması
dolayısıyla da bu hususta zahir olan, zannın muteber olmasıdır.
Sekizincisine gelince:
Bu, mefsedete yol açması (muhtemelen ve nadiren değil de) çoğu zaman vaki olan
vesile olup şüphe ve lereddüd konusu olmuştur. Bu hususta asiolan Şafii ve
diğerlerinin mezhebinde okluğu gibi. iznin sahihüği bakımından aslına
hamletmektir. (Ki aslı da mübahlıktır). Zi ra bu hususta mefsedetin vuku bulmasıyla
bulmaması arasında ne rnücerred bir ihtimalden başka birşey ne.de iki taraftan
birini diğerine tercih ettirecek herhangi bir karine, sözkonüsıı olmadığından
mefsedetin vukuuna dair Mim ve zanda mevcud değildir. Mefsedetin mevcud okıp
olmadığtnrifv-feilimttc*1 mesi ve daha başka şeylerin mevcudiyeti sebebiyle
mefsedet ve zarar vermeye niyyel edilmesi ihtimali, ne niyyetin kendisi
makamına kaim o'ur ne de bunu iktiza eder."[198]
Şatibi yine şöyle der:
İctihad hususiindaki onuncu hususi: Neticelerine muvafıkmı yoksa muhalif midir?
diye fiillerin neticeleri hususunda inceden inceye düşünmenin şer'an muteer ve
maksud olmasıdır. Bu sebeple mücte-hid mükelleflerden sadır olan hiçbir fiile;
bu fiilin varacağı neticeyi düşünmeden evvel yapılması ya da yapılmaması
hususunda hüküm vermez. Zira bu fiil, bazan kendisindeki celbedilmesi gereken
bir maslahata yahud defe-dilmesi gereken bir mefsedete binaen meşru olur fakat
o fiilin, hakkında kas-dedilen şeyin hilafına bir neticesi bulunur. Bazan da
fiil, kendisinden neşet eden bir mefsedete veya kendisi sebebiyle kaybedilecek
bir maslahata binaen gayri meşru olur. Ama onun da bu hükmün aksine bir
neticesi bulunur. Dolayısıyla birincisi hakkında mutlaka meşru olduğu görüşüne
kail olunur da muntemelen ondaki maslahatın celbedilrnesinin istenmesi
maslahata müsavi veya maslahattan daha fazla bir mefsedete yol açarsa o zaman
bu durum mutlak olarak meşru olduğu görüşüne kail olmaya mani olur. Keza
ikincisi hakkında mutlak olarak meşru olmadığı görüşüne kail olunur da muhtemelen
mefsedetin defedilmesinin istenmesi mefsedet müsavi veya daha fazla bir
mefsedete yol açarsa, o zarrfan fiilin mutlak olarak gayri meşru olduğu
görüşüne kail olunması caiz olmaz. Bu saha müctehid için neticeye ulaşılması
zor bir sahadır. Ancak şu kadar var ki tadı güzel, akıbeti övülen ve
şeriatınmaksadlarına uygun bir sahadır."[199]
Şatıbi'nin
açıklamalarından aşağıdaki hususları özetleyebiliriz:
Birinci olarak: Şüphe
yok ki Şatibi, mefsedete yol açması nadiren olmayıp çoğu zaman vaki olduğunda
mubah için vaz edilen vesilenin yasaklanması hususunda Îbnü'l-Kayyım ile
birleşmektedir.
İkinci olarak: Şatibi,
bir üçüncü kısım vesile daha zikretmektedir ki o da mefsedete yol açması
genellikle ve nadiren olmayıp çoğu zaman vaki olan vesiledir. Şatibi (bu hususta
mefsedetin vuku bulmasıyla bulmaması arasında mücerred bir ihtimalden başka
birşey olmadığı ve iki taraftan birini diğerine tercih ettirecek herhangi bir
karinede bulunmadığından) bu kısma giren vesilelerin yasak edilemeyeceği
görüşünü kabul eder.
Üçüncü olarak: Şatibi,
(ahş-veriş yapma yahud ilim tahsil etme esnas-smda erkeklerin kadınlarla
karşılaşması gibi) bir kısım insanların aslen mubah bir vesile esnassında
mefsedete niyyet etmesi ihtimalinin, niyyetin kendisi makamına kaim
olamayacağı ve onu iktiza etmeyeceği onun için de bu nevi ihtimale itibar
edilmeyeceği görüşünü kabul eder.
Dördüncü olarak:
Kendisine giden yolun kapatılması vacib olan mefsedet, maslahata müsavi ya da
maslahattan daha fazla olan mefsedettir.
Beşinci olarak:
Şatibi. mefsedeti defetmemizin, defedilen bu mefsedete müsavi yahud ondan daha
büyük bir mefsedete yol açacak mahiyette olmasından bizleri sakındarmaktadir.
ikinci olarak:
Fukahanın khahlarından (nakledeceğimiz teshiller) d) Harama yolaçan bir
vasıtanın daima haram olması gerekmez: Ömer İbn Hattab (r.a.)'dan rivayete göre
şöyle demiştir: "Aşka gelerek oruçlu olduğum halde (zevcemi) öptüm de:
- Ya Rasulallah: Bugün
büyük bir iş yaptım. Oruçlu iken öptüm, dedim. Rasulullah (s.a.v.):
- Oruçlu olduğun halde
su ile ağzını çalkalasan ne dersin? (oaıcun bozulur muydu) buyurdular.
Ben:
- Bunda bir beis
yoktur, dedim. Rasuluîkıh (s.a.v.):
- Öyleyse konuşma,
buyurdular.
(Bu hadisi, Ebu Davud
rivayet etmiştir).[200]
Hattâbi şöyle der:
(... Şüphesiz oruçlu kimsenin öpmesinin orucu bozacak cimaya yol açan bir
vasıta olması gibi, su ile ağzın çalkalanması da suyun boğaza inip mideye
ulaşmasına bu sebeple de orucun bozulmasına vasıta olan bir yoldur).[201]
Bu manaya teyid eden
hususlardan birisi de cimaya sevk eden sebeplerden ve ona yol açan
vasıtalardan biri olduğu için koku sürmenin ve çımanın ihramda haram olmasıdır.
Şüphesiz bazı fakihler ihrama girdikten sonra eserinin devam elmesi
münassebetiyle ihrama girmeden önce koku sürülmesinin haram olduğu görüşünü
kabul etmişlerdir. Şu kadar var ki, Hz. Aişe (r.a.)'ın, kendisi ihramlı olduğu
halde Rasulullah (s.a.v.)'in saç ayrımlann-;daki kokunun pırıltısını gördüğünü
sahih hadisle sabit olmuştur. Nitekim Aişe {T.a.yâm'şijyle dethği de rivayet
edilmiştir:
"Biz ihrama
girmeden önce alınlarımızı güzel kokulu bir misk ile yağlar ardından ihrama
girerdik. Sonra terlerdik de yüzümüze akardı. Biz Rasulullah ile beraber
olduğumuz halde o bizleri bundan nehyetmezdi." [202]Serahsi'nin
el-Mebsud adlı eserinde şu ifadeler zikredilmektedir: "Velhasıl hacc'da
iki nevi ihramdan çıkma vardır. Birisi traş olmakla, ikincisi beyti tavaf
etmekledir. Binaenaleyh traş olmak suretiyle Hacı için kadınlardan başka,
ihramlıya haram olan herşey helal olur. İmam Malik -Allah ona rahmet eylesin-
Kadınlar ve koku sürünmekten başka herşey onun için helal olur demiştir... Keza
Malik: 'Koku kullanmak cimaya teşvik eden sebeplerden biridir. Bu sebeple o da
cimanın kendisi gibi tavafı yapmadığı müddetçe helal değildir1 derdi. Bizim
delilimiz: Hz. Aişe'nin (r.a.): 'Ben Rasulullah1! ihrama girmezden önce ihrama
girmesi için ve Kabe'yi tavaf etmezden önce de ihramdan çıkması için
kokulardım' hadisidir."[203]
Böylece Rasulullah
(s.a.v.)'in, oruçlu kimsenin öpmesi hususunda Ö-mer'e söylemiş olduğu sözü ile
ihramdan sonra da eserinin devam etmesiyle beraber ihrama girmezden önce koku
sürünme ve Kabe'yi tavaf etmezden Önce kokulanma fiilinden harama vasıta olan
bir yolun daima haram olması gerekmeyip ancak çoğu zaman mefsedete yol açıyor
olması halinde haram kılınacağı (neticesi) anlamış oluyoruz.
2) Fitneye
vasıta olan yolların kapatılması emri farz kılma suretiyle değil, nedb (mendub
kılma) yoluyladır. (Bunun nehyi de haram kılma yoluyla değil mekruh kılma
suretiyledir)
Buharı, Ebu Said
el-Hudri'nin RasutoJlah (:s.a.v.)Jden riyayetettiği şu : hadisi serdetmiştir:
Rasulullah (s.a.v.):
"Sizleri yollarda
oturmaktan sakındırırım" buyurdu. Sahabiler:
- Ya Rasulallah! bizim
oralarda oturmamız kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü yollar bizim meclislerimizdir,
oturma yerlerimizdir. Oralarda (oturup) işlerimizi konuşuruz, dediler. (Ve
müsaade istediler). Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
"Gözü harama
bakmaktan sakınmak, gelip geçenlere eza vermekten çekinmek, selam verenin
selamını almak, iyiliği emredip kötülükten nehyet-mektir buyurdular. (Bu hadisi
Buharı ile Müslim rivayet etmişlerdir)[204]
Hafız İbn Hacer
şöyletter:^'Gerçekten hadisin siyakından (sözgeliminden) anlaşıldığına göre
yollarda oturmaktan nehyedilmesi. oturan kimseyi; üzerine düşen hakkı eda
etmekten aciz bırakmasın diye fitne mahallinden uzaklaştırmak içindir. Hadis-i
şerifte fitneye vasıta olan yolların kapatılması haram kılma süratiyle değil
evla olanı yapma tarikiyledir. Zira Peygamber evvela fitnenin kökünü kesmek
için yollarda oturmaktan nehyetmiş neticede sahabiler: Bizim oralarda oturmamız
kaçınılmaz birşeydir deyince, onlara yasak kılmanın asli maksatlarını
zikretmiştir. Böylece önceki nehyin en doğru olana irşad için oltbığıı
anlaşılmış olur. diyenlere hüccet vardır."[205]
İbn Kııdame'nin
el-Muğri adlı eserinde şu ifadelere yer verilmiştir:
"el-Esrem der ki:
(Ahmed b. Hanbel'i kastederek) Ebu Abdullah'a: Üvey annesinin (çıplak) bacağına
ve göğsüne bakan kimse hakkında görüşünü sordum. Ahmed: böyle yapması benim
hoşuma gitmez dedikten sonra: Ben, bir kimsenin şehvetle annesinin ve kız kardeşinin
bu gibi yerlerine ve her bir yerine bakmasını kerih görüyorum, sözünü ilave
etti. Ebu Bekir der ki: Ahmet b. Hanbel'in, insanın, annesinin çıplak bacağına
ve göğsüne bakmasını kerih görmesi, bu durumu kendisini şehvete sevkedeceği
için (fitneden) sakınma esasına göredir. Yani Ahmed bunu haram kabul etmeyip
mekruh saymaktadır."[206]
Bu da nehyin fitneden
sakınmak için yani fitneye giden yolların kapatılması için olması halinde
sözkonusu olduğu anlamına gelir. Zira İmam bunu haram saymayıp mekruh kabul
etmektedir.
İbn Hacer
el-Heytemi'nin "el-Fetava'I-Hadisiyye" adlı eserinde -Peygamber'in
eş-Şifa bintii Abdullah'a: "Hafsa'ya yazı yazmasını öğrettiğin gibi sıraca
hastalığına karşı rukye yapmasını da öğret" hadisini müteakiben onun şöyle
dediği vaki olmuştur:
"Bu hadis
kadınlara yazı yazmayı öğretmenin caiz olduğuna delildir. Biz bu görüşe
sahibiz. Ancak hadisdeki emrin nihai gayesi kendisine terettüp eden
mefsedetleri defetmek için bundan nehyetmektir."[207]
Serahsi'nin el-Mebsut
adlı eserinde şöyle denmiştir: "Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edildiğine
göre ona:
Hacc için ihrama
girdikleri halde karısıyla cinsi münassebette bulunan kimseden sual edilmiş.
Peygamber (s.a.v.):
"Hacclarını
taamlayarak (ceza olarak) kurban keserler ve üzerlerine ertesi yıl yanedin
haccetmeleri farz olur" cevabını vermiş. Ömer, Ali ve İbnü Mes'ud gibi
sahabeden de bu şekilde rivayet edilmiştir. Ancak bunlar: Kadınla kocası
ertesi yıl hacclarını kaza etmek için (kabeye) döndükleri vakit ayrı ayrı
yerlerden gelirler demişlerdir. Onların bu sözünün manası: Karı ile kocadan
herbirinin, öbürünün geldiği yoldan başka bir yol tutmasıdır. Biz deriz ki:
"Sahabenin maksadı: karı ile kocanın, nefislerinin fitneye düşmesinden
korktukları zaman böyle yapmaları üzerlerine vacip olarak değil de mendub olmak
üzere ayrı ayrı yollardan gelmeleridir. Nitekim öğmenin haricindeki şeyler
için nefsinden emin olmadığı vakit genç bir insanın oruçlu olduğu halde
öpmekten imtina etmesi de mendub olur."[208]
3)
Mefsedetlerin giderilmesi esnasında ihtiyaç ve maslahatların karşılaştırılmasının
vacip oluşu İbn Teymiyye'nin fetvaları içerisinde şu ifadelere yer verilmiştir.
* Haram kılmayı gerektiren mefsedetin
büyüklüğünü düşünmek, bununla beraber müsaade etmeyi hata müstehab veya farz
kılmayı icabetiren ihtiyaç ve maslahatları da düşünmedikçe caiz
değildir."'[209]
* Fitneye vasıta olan
yolu kapatmak için "Herhangi bir şeyden nehye-den kimse ifadesi yoktur.
Zira o şeyi nehyeden kimse bunu daha üstün bir maslahat için yapar (...) Tıpkı
Rasulullah'ın, fitneye yol açacağı için yabancı bir kadıla tenhada yalnız
başına kalmaktan, onunla yolculuğa çıkmaktan ve kadınlara bakmaktan nehyetmesi
ile. beraberinde kocası veya nikâh geçmeyen bir hısımı bulunmadıkça tek başına
yolculuğa çıkmaktan kadını menetmesi gibi. Şüphe yok ki, Rasulullah bundan
sadece mefsedete yol açacağı için nehyetmiştir. Zira bu nehiy daha üstün bir
maslahatı mucib olunca mefsedete yol açması düşünülemez."[210]
* Caiz olmakla beraber
kullanılması mekruh olan hiçbir şey "Farz olan bir iş" sebebiyle
kendisine ihtiyaç duyula duyula mekruh olarak kalamaz. Fakat "Müstehab
olan bir iş" hususunda kullanılmasına ihtiyaç duyulması halinde mekruh
olarak kalabilir mi? Kerahatin mefsedetiyle müstehabın maslahatı karşı karşıya
geldiği için bu konuda tereddüt edilmiştir. Hakikat olan, bazan maslahatın
bazan da mefsedetin üstün gelmesi itibariyle bazan berikinin bazan da ötekinin
ercin edilmesidir."[211]
* Şeriatın usullerinden bir tanesi de,
maslahata mefsedet çatıştığı zaman en üstün olanının öne alınmasıdır.[212]
Seddüzzerai kaidesi
hususunda halefin aşırılığı:
Seddüzzerai: Fitneye
vasıta olan yolun kapatılması) kaidise, işlenmesi herhangi bir fitneye veya
fesada yol açtığı zaman mubah olan bir şeyin mekruh veya haram olacağı
anlamına gelir. Bu kaide haddizzatında muhkem (sağlam) bir kaidedir. Fakat onun
tatbikedilişi geniş bir ictihad ve büyük bir ihtilaf mahalli olmuştur.
Arapların söyledikleri gibi "bu mahal bir kısım insanların yolunu
şaşırdığı ve bir takım ayakların kaydığı bir yerdir."
Son dönem fıkıh
kitaplarını araştıran yahud müslümanların uygulamalarını tetkik eden kimse
muhteşem kaidenin tatbiki hussunda "Nice insanların yolunu şaşırdığını ve
nice ayakların kaydığını" hatta şer'i hükümler üzerine zorba bir kılıç
çekildiğini ve neticede müslüman toplumunhayatının Peygamber zamanında üzerinde
bulunulan renge muhalif bir boya ile boyandığını açık bir şekilde müşahade
edecektir, sözkonusu hükümlerin misallerinden bir kısmı şunlardır:
- İslâm kadının
mesciddeki cemaata gelip hazır olmasını meşru kılmış fakat fitneye vasıta olan
yolun kapatılması adına kadın bundan menedilmiş-tir.
- İsJâm kadına, bayram
namazlarına gelip hazır olmasını emretmiş fakat o, kötülüğe vasıta olan yolun
kapatılması adına bundan menedilmiştir.
- İslam dini, İslam
devlet başkanının kadınlara hususi olarak ders vermesini meşru kılmış fakat
fitneye vasıta olan yolun kapatılması adına o bundan menedilmiştir.
- İslam, İslam devlet
başkanının bayram namazını müteakip okunan hutbeden sonra hususi olarak
kadınlara^vaaz etmesini meşru kılmış fakat seddüzzerai adına bü dutum
menedHmiştir.
- islam dünür olan
erkeğin dünür olunan kadını görmesini emretmiş fakat fitneye vasıta olan yolun
kapatılması adına bu husus yasaklanmıştır.
- islam kadına, dinini
ikame edeceği ve dünyasını düzene koyacağı kadar bir ilimtahsil etmesini
emretmiş ama fitneye giden yolun kapatılması namına kadın bundan
menedilmiştir.
- İslam kadına iyiliği
emredip kötülükten nehyetmesini meşru kılmış a-ma fitneye giden yolun
kapatılması adına o bundan menedilmiştir.
- İslam kadının alış
veriş yapmasını ve (aile reisinin aciz olması veya kaybolması halinde) rızkını
kazanmak yahud fakir olan kocasına yardım etmek için çalışmasını meşru kılmış
fakat O, fitneye giden yolun kapatılması hesabına bundan menedilmiştir.
- İslam cihad
meydanlarında, kadıpın yaralı mücahidlerin yaralarını sarmasını ve mücahidlere
su vermesini meşru kılmış fakat fitneye vasıta o-lan yolun kapatılması adına o
bundan menedilmiştir,
İslam kadının evinin
haricinde yüzünü ve ellerini açmasına müsaade etmiş fakat fitneye vasıta olan
yolun kapatılması adına kadın bundan menedilmiştir.
- İslam kadının, şer'i
adap kaidelerinin hududları dahilinde erkeklerle karşılayıp görüşmesine müsaade
etmiş fakat fitneye vasıta olan yolun kapatılması adına kadın bundan
menedilmiştir.
Böylece seddüzzerai
kaidesinin uygulanması hususundaki haddi aşmanın bir sonucu olarak kadının
yaşantısı üzerine birçok kayıt ve zincirler konmuştur, tabii bizden önce geçen
seleflerimizin bu tedbirleri almaya kendilerine mecbur eden bazı haklı
nedenleri olabilir. Bu onların kendi zamanları için yapmış oldukları
ictihadlarıdır. İster bu ictahatlarında hata etmiş olsunlar isterse isabet
etsinler müsavidir.
Bu hususla kıyamete
kadar geçerli olabilecek hiçbir beşer'i ictihad yoktur. Aksi takdirde onlar tıpkı
Allah'ın emretmiş olduğu hükümler gibi kesin olan derin hükümler yerine
geçerler. Halbuki Allah yarattıklarını en iyi bilendir. Ve hakikaten o Allah
kullan üzerine, ebedi ve noksansız şeriatıyla onların ırz, namus ve hayatlarını
muhafaza altına alacak bir tak im hükümleri inzal etmiştir. Diğer bir ifadeyle
bazılarının düşüncesine göre bu ihtiyati kayıtlar insanın fıtratı hususunda
doğrudan bağlayıcı olduğu zaman burada "Bugün size dininizi tamamlayıp
kemale erdirdim" buyuran Allah Azze ve Celle'ye fetva verme ve kitabın
açıklayıcısı (mübeyyini) olan Allah'ın Rasu-lü'nü töhmet altına alma
sözkonusudur.
Bu ebedi ve ihtiyaç
kabilinden olan kayıtları koyanlar, asrının en hayırlı asır, erkek ve
kadınlarının ahlâk yönünden aynı yükseklikle olmaları deliliyle istidlal
ederek Peygamber asrını müstesna bir asır (olarak) kabul ederler. Bunu böyle
kabul etmeleri direkt olarak Allah ve Rasulüün emirlerine muhalif düşmemek
içindir. Ama bunlar Medine toplumunun bütün fertlerinin Ebu Bekir, Ömer, Osman
ve Ali gibi veya Aişe, Esma ve Ümmü Süleym gibi olmadığını aksine o toplumda
münafıklardan, Yahudilerden ve Medine'ye gelip yerleşen bedevi arablardan
müteşekkil muhtelif insan gruplarının bulunduğunu unuturlar.
Tıpkı içlerinde genç
delikanlılarla yaşlı ihtiyarların, kuvvetli insanlar zayıfların ve akıllı
kimselerle beyinsizlerin buluncu gibi... Bütün bunlara rağmen İslâm kadınla
ilgili hususlarda mubah kılmak istediği şeyleri mubah farz kılak istediği
şeyleri de farz kılmıştır.
Öyleyse asli olan dini
hükümlerle kendi içtihadımızla koyduğumuz; zaman ve mekan şartlarıyla kayıtlı
olan ve sonunda tecrübeye göre değiştiri-lebiler zamana bağlı istinsani
hükümleri birbirinden kesin olarak ayırmamız gerekiyor. Zira bazan biz bir
hüküm koyarız ardından bir müddet geçtikten sonra noksan veya ihtiyaçtan fazla
olduğunu anlayarak onu reddederiz.
Yani demek oluyor ki,
bazan -Evvelce yokken sonradan ortaya çıkan bir takım şartlar sebebiyle- mubah
yahud mendub veyahud da farz olan şeylerden birisine onu fitneyi harekete
geçirici bir vasıla haline getiren bir kısım şeyler arız olabilir, (bu sebeple
de onu menedebiliriz) Fime ise ya, eseri toplumun muhitinde ortaya çıkan umumi
bir fitne olur ya da eseri ferd veya bir kısım ferdlerin muhitinde ortaya çıkan
hususi bir fitne olur. Umumi olan fitnenin miktarını toplum takdir eder. Ve
toplumun içerisinde ilim ve görüş sahiplerinden müteşekkil lider ve
komutanları vardır... Hususi olan fitneye gelince; (giderilmesi esnassında)
onun miktarını, onunla karşı karşıya gelen kimse yahud kendi muhitinde meydana
gelen kimseler veyahudda ondan mesul olacak olan ilim ehli zevat takdir
ederler. Fakat her iki halde de önceden yokken sonradan ortaya çıkan ve mubah
olan bir şeyi haram kılan fitneyi» tıpkı "haram olan bir şeyi mubah
kılan" zarureterin kendi miktarınca takdir edilmesi gibi, kendi
miktarınca takdir etmemiz icab eder.
Bundan önce de
bahsettiğimiz gibi -seddüzzerai iddiasıyla- haddi aşan, aşın hükümler vaz
etmemiz hayatın fitnelerine karşı durmaktan bir kaçış olarak kabul edilir.
Azimle ve tabiatına sahip çıkarak dünya hayatının fitnelerine karşı durması
üzerine bir hak olduğu halde ibadetler hususunda aşırı giden bir grup
(mutasavvıfa) fitnelere karşı durmaktan kaçınarak insanlardan ve hayattan
uzaklaşınca, aynı şekilde ihtiyati (tedbir)ler koyma hususunda haddi aşanlar
yahud onların muhalifleri de hayatın fitnelerinden kaçtılar ve hayatan
sahalarını terkettiler. Neticede İslâm toplumu pekçok hayrı kaçırmış oldu.
Bunun için bütün müslümaıılara -Allah'ın mubah yahud mendub yahud farz; yahud
mekruh veyahud da haram olarak meşru kıldığı hükümlere sımsıkı sarılarak
kuvvetli bir ahlâk, tutarlı bir şahsiyetle silahlanmaları farzdır. Böyle
olduğu takdirde ister aile içerisinde isterse salih içtimai faaliyetlerde
olsun, kadının şahsiyyeti gelişir ve olgunlaşır. Kadın üretir ve icad eder.
(Şimdi) hayatımızı
daha başlangıçtan itibaren Rasulullah'ın tatbikatı ve onun ihtiva eylediği
(sağlam adab kurallarından oluşan) mutedil hükümlerle ikame ve idame ettirmemiz
mi? sonra tecrübenin verdiği neticelere binaen izafi bir kısım hüküm ve
tedbirleri koymamız ve hayatı daraltmamız mı daha evladır. Yoksa hayatımızı
başlangıçta ifratçı hüküm ve tedbirlere göre ikame ve idame ettirmemiz mi daha
evladır? Asrımızda bazı kimseler hala fitneye giden yolun kapatılması ilkesine
iutunma hususunda ısrar etmeye devam etmekte bu da kendilerine mubah olan
şeylerden birçoğunu terkettir-mekte ve haksız yere bunları mekruh veya haram
kılınan şeylerle değiştirtmektedir.
Bizim üzerimize
gerekli olan -yukarda da söylediğimiz gibi- şeriat nez-dinde temiz ve güzel
olan şeylerden olmasına rağmen, çirkin ve pis şeylerden kabul edilecek
derecede şiddet ve aşırılık gösterilmesine karşı mübahları muhafaza etmektir.
Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki; (Her kim şüpheli şeylere dalarsa koruluk
etrafında davarlarını otlatan bir çoban gibi, çok sürmez içeriye dalabilir).
Haberiniz olsun, her devletbaşkanıın kendine mahsus bir koruculuğu vardır.
Dikkat ediniz; Allah'ın yeryüzündeki koruluğu da haram ettiği şeylerdir."
(Bu hadisi Buharı ile Müslim rivayet etmişlerdir.)[213]
O halde Allah'ın haram
olan arzında otlatmak fücur işlemek, koruluğuna yaklaşmaktan sakınmak da
hikmet ile hareket etmekse. Allah'ın geniş ve helal olan arzında otlatmaktan
kaçınılması da sefihtik ve ahmaklıktır. Keza haram işleyen bir kimse nefsine
zulmediyorsa helal olan birşeyi kendi nefsine ve insanlara haram kılan kimse
de hem nefsine hem de insanlara zulmediyor demektir.
Bu hususda iki görüş
mevcud olup ikisi de yanlıştır:
Birinci Görüş:
Erkeklerin kadınlarla karşılaşma sahasındaki mubahların tamamını meneden
kimselerin görüşüdür. Bunlara göre kadının ne mes-cidde namaz kılması, ne alim
bir zattan ilim dinlemesi -ki bu ister umumi meclislerde olsun isterse
kadınlara mahsus hususi meclislerde olsun farket-mez- ne erkeklerle kadınlar
arasında selam alınıp verilmesi, ne eı keklerleka-dmların karşılıklı olarak
birbirlerine iyiliği emredip kötülükten nehyetmesi ve ne de kadının şerire
kumandanlığına müsaade edilmesi caiz olabilir. Ancak onlar, bu mubahları
menederlerken bunların haram veya mekruh olduklarını kabul etmezler. Sadece
mutlak bir şekilde onları işlemekten sakınmakla yetinirler ve bunları tecrübe
etmekten tiksinirler. Bunda da iki hata sözkonusudur.
Birincisi mubah olan
birşeyi işlemekten çekinmenin hatasıdır. Bu tutum, daha önce beyan ettiğimiz
şekilde Rasulallah (s.a.v. )'in ashabını kendisinden şiddetle nehyettiği bir
şeydir.
ikincisi mubahı mekruh
veya haram ile karıştıracak şekilde meseleyi hem kendisine hem de başkalarına
yanlış aksettirme hatasıdır. Zira mubah olan birşeyi tecrübe etmekten
tiksinmek, zamanla onda mü'min bir kimsenin normal olarak tiksinip nefret
edeceği çirkin birşey olduğu vehmine götürür. Bu suretle mubahın şeriatta beyan
edilen temizliği ortadan kalkmış ve Allah'ın hükümlerinden birisi heder
edilmiş olur. Nitekim hükümlerin yanlış anlaşılmasını bertaraf etmenin
zaruriliğine dair ulemanın benimsediği göriişler daha önce beyan edilmişti.
İkinci Görüş: Mubah
olan şeyler için şer'i müsaadenin esas; mekruh veya haram olalarının sonradan
arız olan hususi bir kısım şartların neticesi olarak onlar için arizi
olduğunu, dolayısıyla bu şartlar ortadan kalktığı zaman esas olan hükmün avdet
edeceğini -ki bu esas olan hüküm caiz olduklandır-izah etmeksizin fitneye
vasıta olan yolun kapatılması ve fitneden emin olunması deliline dayanarak
sozkonusu bu rrtübahların tamamının haram veya mekruh olduğunu kabul edenlerin
görüşüdür. Bu görüşün sakatlığı ise insanlara şer'i vazifeleri hususundaki
Allah'ın hükmünü çarpıtmasıdır. Hal böyle olunca insanlar Allah'ın kendi
şeriatında helal kıldığı şeylerin haram veya mekruh olduğunu zannedeceklerdir.
Bu biryönden böyledir.
Başka bir yönden ise -seddüzzai kabilinden olmak üzere- mubah olan birşeyin
haram veya mekruh olduğu görüşüne kail olunduğu zaman bu görüş, şahsın kendi
düşüncesine ve içtihadına dayanıp Allah'ın kitabından ve Rasulünün sünnetinden
herhangi bir nassa dayanmıyor demektir. Bunun bunun için de bu görüşe sahip
olan kimsenin onun, imamının reyi olduğunu, reyin ise doğruya da yanlışa da
ihtimalinin mümkün olduğunu söylemesi gerekir.
Tıpkı bu hususu
kendisinden fetva isteyen insanlara açıkça söylemesi ve sanki Allah'ın kati
hükmüymüşcesine haram olduğuna hükmetmekle yetinmemesi lazım olduğu gibi...
Geliniz^aşağıdaki ifadeleri birlikte okuyup gereği gibi düşünelim. Çünkü
onlarda açıklamaların en hayırlısı bulunmaktadır.
İbnü'l-Kayyım el-Cevzi
alamülmuvakkiyn adlı eserinde şöyle der
Sahabe -Allah onlardan
razı olsun- reyi kabul etmelerine ve ona başvurmalarına rağmen onlardan
hiçbirisi reyi ile ulaşmış olduğu hükme 'bu Allah'ın hükmüdür' diye kestirip
atmaz ahcak "bu benim reyimdir şayet doğru ise bu Allah'tandır, eğer
yanlış ise bendendir. Allah ve Rasulü benim bu görüşümden beridirler"
derdi.
Ebu Bekr, Ömer ve İbnü
Mes'ud gibi sahabenin fakihlerinden birçok kişiden nakledilen haberler
bunlardır. Keza onlar başkalarını kendi görüşlerini alıp kabul etmeye mecbur
tutmazlardı. Zira herkesin rey ve içtihadı ancak kendisini bağlar. Şu haber bu
hususa işaret etmektedir, rivayete göre Ömer İbnü'l-Hattab (bir gün) bir adamla
karşılaşarak ona:
Neden böyle
yapıyorsun? diye sorar. Adam.
Ali b. Ebi Taîib ile
Zeyd bu şekilde hükmettiler cevabını verir. Ömer:
Ben osaydim şu şekilde
hükmederdim, der. Adam hüküm sana ait oidu-ğu halde seni bundan meneden nedir?
der. Ömer:
Şayet ben, seni
Allah'ın kitabına veya Rasulullah'ın sünnetine çevirecek olsaydım, bunu
mutlaka yapardım. Fakat ben seni bir reye çevireceğim. Halbuki rey müşterektir
der. Ve Ali ile Zeyd'in verdikleri hükmü nakzet-mez. [214]
Keza İbnü'l-Kayyım
şöyle der:
Allah Teala. Allah ve
Rasulü'nün nassla helal ve haram kılmadığı şeyler için herhangi bir kimsenin
"bu helaldir, bu da haramdır" demesini yasaklayarak ve böyle yapan
bir kimsenin Allah'a karşı yalan yere iftira etiğini haber vererek şöyle
buyurmaktadır:
"Dillerinizin
yalan yere vasfelliği şeyler hakkında: 'Bu haleldir, bu da haramdır' demeyin.
Çünkü Allah'a kar.1;! yalan uydurmuş oluyorsunuz."
(Nahl; I16)[215]
İbn Abdilberr ise
" Camiu Beyani'1-İlim ve Fadlihi" adlı eserinde şöyle der:
"Rebia, İbn
Şihab'a hitaben: Ey Ebu Bekr! İnsanlara kendi reyinle bir şey söylediğinde
onlara bunun kendi reyin olduğunu, sünnetten birşey haber verdiğin zaman da
onun sünnetten olduğunu heber ver," derdi.'[216]
Malik bin Enes der ki:
Bu, ne zamanımızda yaşayan adeti idi, ne de ben kendisine iktidar edilip de,
herhangi bir şey hakkında: 'Bu helaldir bu da haramdır1 diyen bir kimseye
yetiştim. Onlar buna cesaret edemezlerdi; ancak, 'biz bundan hoşlanmıyoruz,
bunu güzel buluyoruz, böyle yapmaktan sakınırız, bunu uygun görmüyoruz' derler,
ama asla 'bu helaldir, bu da haramdır' demezlerdi. Yoksa sen, Allah Azze ve
Celle'nin: 'De ki Allah'ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helal bir
kısmını da haram kılmanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi? Yoksa
Allah'a iftira mı ediyorsunuz?' kavlini işitmedin mi? Helal, Ailah ve
Rasulü'nün helal kıldığı, haram da Allah ve Rasulü'nün haram kıldığıdır."
İbn Abdilber, bu
habere temas ederek şöyle der: Malik'in bu özünden kastedilen mana "Biz
rey ve istihsan ile elde edilen hüküm hakkında" helaldir, haramdır"
demezdik, demektir. Allah daha iyisini bilir."[217]
Şüphe yok ki haddi
aşmak, haddi aşan kimseleri herşeyi bilen ve hikmet sahibi olan Allah'ın
müsamahakâr ve kolay hidâyetinden sapmaya ve kendi nefislerinden; ister mubah,
ister mendub isterse vacip olsun, kadının hareket ve faaliyetlerini kısıtlayan
ve hem erkeği hem de kadını hakkında Allah Tea-la'nın herhangi bir hüküm
indirmediği çeşitli meşakkat ve güçlüğe sevkeden birbiri ardından birtakım
hüküm ve kayıtlar uydurmalarına yol açmıştır. Halbuki -kullarına karşı şefkatli
ve merhametli olan- Allah: "Allah sizin için kolaylık ister güçlük
istemez" buyurmaktadır.
Aişe, (r.a.) ümmetine
karşı son derece nazik olan Rasulullah'tan (s.a.v.) bahsederek şöyle diyor:
"Rasulullah (s.a.v.) -dünya işlerinden- iki şey arasıda muhayyer kalındı
mı, günah olmadığı müddetçe muhakkak onlardan en kolayını alırdı."
Allah'ın kitabından ve Rasulü'niin sünnetinden, alimlerimiz "meşakkat
teysiri celbeder" kaidesini çıkarmışlardır. Yani şariin beyan ettiği teklife
meşakkat dahil olduğunda, meşakkat zail oluncaya kadar şer'i emre tam olarak
devam etme hususunda mükellefe kolaylık göstermek gerekir. O halde bize ne
oluyor ki, müadekar olan şeriatımızda beyan edilen bütün bu kolaylıklardan
sonra İslâm dininin genişlik ihsan eylediği şeylerden birçoğunu kendi
nefislerimize kısıtlıyoruz?" [218]
Meşru maslahatları
temin etmek için umumi hallerde karşılaşmanın mubah kılınmasıyla birlikte,
alametleri zahir olan arızi bir fitneden emin olmak için herhangi bir vakitte
veya herhangi bir durumda erkeklerin kadınlarla karşılaşmalarını tamamen her
türlü ahval ve şartlarda haram kılma arasında büyük bir fark vardır. Zira
birinci hal, helal olan aslı, hatta sünneti muhafaza etmek olduğu için şeriata
uygun, mutedil bir haldir.
Sonradan ortaya çıkan
bir fitneden dolayı erkeklerin kadınlarla karşılaşmalarının yasaklanması ve
iptal edilmesi fitneye vasıta olan yolu kapatma kaideinin tatbiki olarak
meydana gelir. İkinci hale gelince; bu, anormal ve şeriata uygun olmayan bir
haldır. Zira bu hal, helal olan birşeyi, bizim mutlak bir şekilde iptal
etmemiz, yani helal olan birşeyi kendi nefislerimizden haram kılmamız ve
şari'in beyan ettiği mubahın hükmünü nesbetmemiz anlamına gelir.
O halde İlmeye vasıta
olan yolların kapatılması ve fitnenin köklerinin kazınması hususunda kadının
yüzünün açılmasını yasaklamak ve kadını sosyal hayata katılmaktan mahrum
etmekle bu aşırılık başarıya ulaşır mı? Biz bunun başarıyla tamamlanacağını
sanmıyoruz. Zira Nebevi sirete muhalefetine rağmen bu hareketin başarıyla
sonuçlanması mümkün değildir. Hatta kadınlarla erkekler arasına demirden
duvarlar çekmiş ulsak bile her türlü vasıtalarla haramdan faydalanma hususunda
hile meydana gelmesi kaçınılma/ birşcydir. Zira onlar herhangi bir şekilde bu
duvarların zayıf noktaları arasından nüfuz etmeye muktedir olmasalar bile -ki
genellikle bu nüfuz etme meydana gelecektir- hem erkekler hem de kadınlar
sn/konusu duvarların içerisinde hemcinsleriyle haramdan faydalanmaya
başvururlar. Birbirlerine, karşılıklı olaraklaııbali cinsel fıkralar anlatmak
sureliyle faydalanmaları bunun gibidir.
Bu durum, çağdaş fitne
ve fesad vasıtaları ihdas edilmeden Öncesine nisbetle böyledir. Çağdaş fitne ve
fesad vasıtalarının ihdas edilmesinden sonrasına gelince, buna, hayasız, seks
mecmualarının okunması ve utanç verici seks filmlerinin seyredilmesi ele ilave
edilir. Böylece fime ve fesadın kökü kesilmemiş -zira belli miktarlarda fitne
ve fesadın varlığı beşer'i toplumların tâbialınclandır- aksine çoğu kere
yasaklama ve seruiın emrine tecavüz etmede huddin aşılması ile birlikte filne
ve fesad çoğalmış olur.
Son olarak faziletli
bir alimin İbn Ömer hadisine Kılık (açıklama) olarak yazdığı ifadelerini
serdecliyoru/. Abdullah İbn Ömer:
"Rasulullah
(s.a.v.)'i: 'Kadınlarını/m mesckiieıe ıiıuuA için sizden i-zin istedikleri
vakit, onları mesciıtlerden menelıiK yıni/ luıuiıiırkcn işittim, dedi. Bunun
ü/crine Bilal b. Abdullah:
- Vallahi biz onları
pekala mencileri/ (aksi takdirde kadınlar bunu bir fitne ve fesad vesilesi
iuihaz ederler) dedi. Bu cevap ü/erine Abdullah ona dönerek kendisine öyle bir
hakaret elti ki. ona bin le davrandığını hiç isjlme-miştim. AhduHuh: "Ben
sana Rasulullah (s.a.v.)'dcn hadis naklediyorum, sen ise hâlâ vallal.i biz
onları menedeıiz' diyorsun, dedi."
(Bu haberi Müslim
rivayet etmiştir).[219]
Abdulhamid b. Badis
-Allah ona rahmet eylesin- şöyle der: "Bilal'den sadır olan bu durumun
aynısı yahut da benzeri yaşlanmış ve ihtiyarlamış cahil bir bid'atçı
kimselerden çoğu zaman sadır olur. Hatta onların nazarında bid'at olan birşey
sünnet, sünnet olan birşey de bid'attir. Bunlara Kur'an ve sünetten deliliyle
şer'i bir hüküm söylediğin zaman ondan yüz çevirirler; tiksinirler, ürkerler,
kibirlenirler ve açıkça muhalefet ederler yahud da muhalefetlerini gizleyip
sükut ederler. Halbuki bu, mü'minlerin şanına yakışmaz. Binaenaleyh şer'i bir
hüküm, Kur'an'a ait bir nass yahud sahih bir nebevi hadis duyduğun zaman,
aksiyle mukabele etmekten sakın. Bilakis ona kalbin açılsın ve Allah ve
Rasulü'nün verdiği hükümden dolayı gönlünde bir burukluk olmasın. Tam bir
teslimiyetle ona teslim ol."[220]
Fitneye vasıta olan
yolu kapatma hususunda haddi aşmaya sevkeden faktörler:
Şüphesiz fitneye
vasıta olan yolu kapatma hususunda haddi aşmaya sevkeden faktörler, meseleyi
ince bir tahlille ele alan derin bir araştırmaya ihtiyaç duyar. Bu da konunun
gözle görülen bütün yönlerini kapsayan ilmi bir araştırma yapıldıktan sonra
mümkündür. Biz burada sadece muhtemel faktörlerin bir kısmını arzetmekle
yetinerek ileri sürdüğümüz şeylerin bizatihi etken faktörlerin tamamı olduğunu
iddia etmeyeceğiz. Zira kullarının akıllarından geçen ve kalblerinde olan
şeyleri yalnızca noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarıyla muttasıf olan
Allah Teala bilir. Ancak kesin o-Iarak mevcudiyetine inandığımız bir şey varsa,
o da fitneye vasıta olan yolu kapatma kaidesinin tatbiki hususunda haddin
aşıldığıdır.
Bu da, sözkonusu
kaidenin işletilmesi için usul alimlerinin tesbit ettiği şartlardan ötürü bu
kaidenin tatbikinin zorluğuna binaendir. Faziletine inandığımız bir kısım
alimlerimiz ifrata düşünce, bu durumda bizim -onların ilim ve üstünlüklerini
takdir etmemizle beraber- şöyle demekten başka elimizden birşey gelmez: Hataya
düşmeyen yalnız Allah Teala'dır.
Birinci faktör:
Fitneye vasıta olan yolu kapatma kaidesiyle ilgili şartların ihmal
edilmesidir:
Yukarıda fitneye
vasıta olan yolu kapatma kaidesi hususundaki ulemanın tesbitleri beyan
edilirken bu tesbitlerden, fitneye vasıta olan yolu kapatmak için herhangi bir
mubahı yasaklarken bu noktada yeryüzünde bulundurulması gereken birtakım
şartların bulunduğu ortaya çıkmıştı. Bu şartlar şunlardır:
1) Mubah
olan vasıtanın, mefsedete nadiren değil, çoğu zaman yol aç-masKİır. Şatıbi
-nadiren ve muhtemelen değil- çoğu zaman mefsedete yol a-çan vasıtanın dahi
menedilemeyeceğini ilave ediyor. Zira burada mefsedetin vukubulmasıyla
bulmaması arasında mücerred bir ihtimalden başka birşey ve iki cihetten birini
diğerine tercih ettirecek herhangi bir karine sözkonusu değildir.
2)
Mefscdelinin maslahatından daha fazla olması ve sırf maslahattan daha aşağı bir
mefsedet olmamasıdır.
3) Bu iki
şart tastamam mevcud olduktan sonra, vasıtanın kat'i bir şekilde haram
kılınmayıp, bilakis mefsedetin derecesine göre haram ile mekruh arasında bir
yasaklama olmasıdır.
4) Mubah
olan vasıta mefsedete yol açan, fakat maslahatı mefsedetin-den daha fazla
olursa, bu durumda şeriat onu (haram kılmak şöyle dursun) yalnızca mubah
kılmakla kalmayıp bilakis maslahatın derecesine göre ba-zan müstehab veya farz
dahi kılar.
Usul alimleri
tarafından yapılan bu tesbitlerin gayet açık olmasına rağmen, son dönem
alimlerinden bazıları bu tesbitleri ihmal etmiş ve bu ihmal kadın sebebiyle
fitneye vasıta olan yolu kapatma konusunda haddi aşmaya yol açmıştır.
İkinci faktör:
Kadının fitne vasıtası olması hususunun yanlış anlaşıl-masıdır.
Şüphesiz sünnet
nasslan herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekilde vazeden şari'in kadınlarla
erkekler arasındaki her türlü alakayı kestirip atmadı ğını açıkça beyan ediyor.
Bana öyle geliyor ki, sari bu dünyanın imarı hususunda karşılıklı olarak
birbirleriyle yardımlaşmaları için erkeklerle kadınlar arasında bir takım
köprüler bulunmasını murad etmektedir. Ve bu köprülerin mevcudiyetlerini
sürdürmeleri için de, İslâm dini bizim, kadının silueti ve yüzü gibi bazı
şeylerini görmemize müsaade etmiştir. Öyle ki onları yeni yetişmekte olan genç
mü'min görecek sonra sabrederek gözünü harama bakmaktan sakındıracak ve bazan
da evlenme külfetine malik oluncaya kadir oruç tutarak nefsine engel olacaktır.
Olgunlaşmış mii'min
genç de görecek ki, neticede hasrederek gözünü harama bakmaktan sakındıracak ve
bazan da azmi kuvvetlenerek gönlü ona ısınsın diye herhangi bir kadına
bağlanmak için gerekli hazırlığını yapacaktır. Mü'min ve muhsan (evii) bir
erkek de görecek neticede gözünü harama bakmaktan esirgeyip zevcesine dönerek
nefsindeki arzuyu giderecektir. Zayıf bir mü'min de onları görecek
neticede*gözünü üzerine salıp bazan küçük bir günaha düşecektir. Yine fasık bir
kimse de görecek Nihayetinde gözlerini iyice dikip bakacak; fakat bazan da büyük
bir günaha düşecektir. Ama ne zayıf mü'minin küçük günahı, ne de fasık mü'minin
büyük günahı kadının yüzünün açılması sebebiyle değildir.
Bu, sadece -herhangi
bir kadının yüzünü görmese bile- zaman zaman zayıflığı kendisine galebe çalarak
orada burada aylaklık eden zayıf mü'minin zayıflığı yahud -herhangi bir
kadının yüzünü görmese dahi- zaman zaman kendisine hakim olup da haddi
aşanların koyduğu perde ve engelleri yırtarak maksadına ulaşmak için hile
yolların başvuran fasık mü'minin hasta olan kişiliği sebebiyledir.
Bu köprüleri
kuvvetlendirip sabitleştirmek için herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekilde
koyan İslâm şeriatı, kadının sosyal hayata katılmasını ve hayatını belli bir
genişlik ve kolaylık içerisinde sürdürmesi için ciddi ve gayeli bir şekilde
erkeklerle karşılaşmasını meşru kılmıştır. Şayet sari, bu köprülerin
kurulmasını ve bizimle kadınlar arasındaki alakanın kesilmesini mu-rad etmiş
olsaydı elbette kadına, yüzünü kesin olarak örtmesini emreder ve bizlere de
harama bakmaktan gözlerimizi sakındırmamızı açık bir şekilde emretmezdi. (Zira
kadının yüzü örtülecekse) biz, hangi şeyden gözlerimizi sakındıracağız?
Simsiyah bir karaltıdan mı? Hayır! Herşeyi layikı ile bilen ve herşeyi yerli
yerince ve sağlam bir şekilde emreden sariden böyle bir şeyin sadır olması
caiz değildir. Eğer sari. kadının sosyal hayata katılmasını ve erkeklerle
karşılaşmasını murad etmemiş olsaydı, erkekleri, kadınlarını mescidlere
gitmekten menetmelerinden nehyetmezdi.
Kadının bayram
namazlarına çıkmasını emretmez, susayan mücahidle-re su vermesi ve yaralıların
yaralarını sarması için kadınların savaşa katılmalarını meşru kılmaz ve
beraberinde bir veya iki kişi bulunduğunda kocası evde olmayan kadının yanına
girmesi hususunda erkeğe müsaade etmezdi.
Bu durumda müslüınana
düşen hikmet sahibi şari'in, erkeklerle kadınlar arasındaki fıtri meyli
bildiği halde, ister kadınların, isterse erkeklerin cihetinden olsun, gözün
harama bakmaktan sakındırılmasını emretmek suretiyle fitneyi tedavi ettiğini
idrak etmesidir. Bu husus böyleyken, bir de ka-dınlaria erkeklerin
karşılaşmalarına dair şariin vaz ettiği edeb kaideleri unutulmamalıdır. Bu
şer'i tedaviden yeteri kadar nasibini alamayan yahud tamamen aciz kalan kimse,
ancak kendi nefsini ayıplasın. Ve de gayretini harekete geçirerek aczini
yemeye çalışsın. Gözü harama bakmaktan sakındırmak meşakkatli olsa bile, bilsin
ki, bu meşakkate katlanmaktan kurtulmaya imkân yoktur. Zira bu, Allah Teala'nın
ademoğullarıyla kızlarına eşit seviyede takdir eylediği bir meşakkattir. Bu da
onların hepsini denemek ve imtihan etmek içindir...
Hikmet sahibi Allah'ın
tesbit eylediği bu tedavinin hedefi, fitnenin tesirini mümkün olan en asgari
noktaya kadar hafifletmektir. Bizim bu görüşümüz, bilhassa Peygamber
zamanındaki pratik uygulamaya ve alimlerin tasvibini kazanmış uzun asırlar
boyu devam edegelen uygulamaya istinad etmektedir. Bu uygulama halen çağdaş
Mısır, Suriye, Filistin ve daha başka gelişmiş toplumlarda mevcut olup
Peygamber'in dönemindeki uygulamanın benzeridir. Bu da kadının hayatın bütün
alanlarına ilgilenmesi ve herhangi bir maslahatın gerekli kılması halinde
erkeklerle karşılaşmasının meşru olması anlamına gelir.
Tabii bu karşılaşma ve
hayata karışma ameliyesi, her iki taraf için uyulması farz olan şer'i adab
kaidelerinin hududları dahilinde olmalıdır.
Öyleyse bu durumda
kadına nisbetle sözkonusu fitne, iki çeşittir. Birincisi, müslüman insanın
karşısına çıkan gelip geçici fitne türüdür. Bu durumda müslüman, ya gözünü
harama bakmaktan koruyup Rabbine sığınarak vazifesine devam eder, ya tekrar
tekrar sözkonusu fitne unsuruna bakar, ya nefsinden birşeyler geçirir, yahud
küçük bir günah işleyip hemen ardından tevbe eder. Ya da gaflet içerisinde
kalmaya devam eder. Fakat Allah Teala, sonsuz rahmeti ile bu nevi küçük günahları
affeder. Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Bu, Allah'ın
güzel davrananları daha giizeliyle m ük afal I andırması içindir. Ufak tefek
kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlara gelince,
şüphesiz Rabbin affı bol olandır..." (Necm, 31-32).
Ibn Abbas (r.a.) şöyle
der:
"Ben Ebu
Hureyre'nin (r.a.) Peygamber'den (s.a.v.) rivayet ettiği hadisteki kadar küçük
günaha çok benzer hiç birşey işitmedim. Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.v.)'in
şöyle buyurduğunu söyledi:
"Allah, Ademoğlu
üzerine zinadan nasibini takdir eylemiştir. Ademoğlu (ezelde) takdir edilip
yazılmış olan bu akibete muhakkak erişecektir. Gözün zinassı (yabancı kadına
şehvetle) bakmaktır. Nefs de zina temenni e-der ve buna arzu ve iştiha besler
(bu da nefsin zinassıdır) cinsiyet organı da bu organların hepsinin arzularını
ya tasdik edip gerçekleştirir yahut bunları bankarak yalanlar."[221]
Küçük günahlara
keffaret olan amelleri daha önce yukarıda beyan etmiştik ki, bu amellerden bir
kısmı da şunlardır: Rasulullah (s.a.v.): "Müslim yahud mü'min bir kul
abdest alır da yüzünü yıkarsa, gözleri ile baktığı her günah suyla yahud suyun
son damlası ile yüzünden çıkar" buyurmuştur.[222]
Yine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
"Büyük
günahlardan kaçınildığı takdirde beş vakit namaz, iki Cuma ve iki Ramazan
aralarındaki günahlara keffarettirler."[223]
Nebevi toplum gibi en
temiz bir toplum da yaşanılsa dahi fitne müslü-manın karşısına her zaman
çıkacaktır. (Fitneye vasıta olan yolu kapatma kaidesinin uygulaması hususunda
Nebevi siretten bahsederken sahabe-i kiramın bu nevi fitneden dolayı nasıl
eziyet çektiklerini, hatta erkeklik yumurtalarını çıkartarak hadımlaşmak için
Rasulullah (s.a.v.)'den kendilerine izin vermesini istediklerini daha önce
görmüştük). Aynı şekilde çömleğin içerisine girerek uzlete çekilip hiç
kadınlarla görüşmese dahi, bu fitne müslümana arız olacaktır. Çünkü insanın
aklından bir takım tahayyüllerin geçmemesi veya gönlüne kötü bir düşüncenin
gelmemesine çare yoktur.
Zira Allah Teala,
insanın fıtratına diğer cinse karşı derin bir meyletme duygusu
gerçekleştirmiştir. O halde bu müslüman, insanların arasında yaşıyorken sana
ne oluyor (da onun için bir takım sınırlama ve kayıtlar koyuyorsun?) Nitekim
şeytanın bu taifesi, şehvet duygusu ve mal, evlad, gösteriş ve makam sevgisi
gibi daha başka dünyevi arzular içerisinde müslümanın -ama her müslümanın-
karşısına dikilecektir. Fakat insan, sabah akşam Allah'ın ademoğullarına takdir
eylediği ve kendilerinden kurtuluş imkânı olmayan bütün bu şehvet ve arzularla
mücahede edecektir. Zira mücahede, insanın şahsiyetini bina eder, iradesini
güçlendirir. Ayrıca insana mutedil ve sağlam bir kişilik kazandırır. İşte
fitnenin bu seviyesi, Allah'ın meşru kıldığı ve sünneti seniyyenin beyan
ettiği şekilde erkeklerle kadınların karşılaşmaları es-nassmda meydana gelmesi
muhtemel olan fitnedir.
Daha önce yukarıda
gördüğümüz gibi, fitnenin bu derecesi. Peygamber devrinde de fiilen vaki olmuş
fakat Peygamber (s.a.v.) bundan dolayı kadınlarla erkeklerin karşılaşmalarını
haram kılmamıştır. Fitnenin ikinci seviyesine gelince, bu zinaya sabebeyyet
verecek daimi fitne olup meşru olan karşılaşma sebebiyle onun vukubulması
ihtimalden uzak bîrşeydir. Vaki olsa bile, bu istisnai bir durum olup
istisnanın hiçbir hükmü yoktur. Daha önce de gördüğümüz gibi bu istisnai fitne
Peygamber zamanında da vukubulmuş, bununla beraber Peygamber (s.a.v.) ne
kadının yüzünün açılmasını ne de erkeklerin kadınlarla karşılaşmasını haram
kılmıştır.
Fitnenin manasını
(mahiyetini) yanlış anlamadan kaynaklanan vehimleri bir kenara bırakıp, bu
vehimlerden kurtulup da ardından, sakınılması ve çıkıp yollarının kapatılması
gereken fitnenin hakikatini ortaya çıkarmak için gayret sarfettiğimiz zaman
sözkonusu fitnenin bilhassa genellikle Allah Te-ala'nın -ki o kadının
fitneliğini en iyi bilendir- meşru kıldığı şer'i adab kurallarına muhalefet
edildiğinde meydana geldiğini göreceğiz. O takdirde bu adab kurallarını
vazeden, bu adab kuralları herşeyi hakkıyla bilip haberdar olan Allah'ın
bildiği fitneye karşı emniyet garantisi olacaktır. Burada mevzu bahis olan
fitne yukarıda işaret ettiğimiz daimi, fitne olup helak eden, harama, yani
zinaya sebebiyet veren ve müslümanların ırzlarını çiğnemek ve evlerini
(yuvalarını) yıkmak gibi zanının başlangıç ve sonuçlarına düşüren fitnedir.
Muhaliflerin gelip
geçici fitnenin bazan daimi fitneye sebebiyet verdiğini söylemeleri doğrudur.
Fakat bu durum nadiren
meydana gelir. Halbuki -usul alimlerinin beyan ettikleri gibi- fitneye vasıta
olan yolu kapatmak için mubah olan birşeyi menetmenin şartlarından biri de
mubah olan vasıtanın nadiren değil çoğu zaman fesada sebebiyet verici
olmasıdır. Usûl alimlerinin bu husustaki açıklama ve tesbitlerini
ayrıntılarıyla yukarıda nakletmiştik. Buna göre heva ve heveslerimizle Allah'ın
meşru kıldığı hükmü iptal etmememiz için önemli bir hususa dikkat edilmesi
gerekir.
Bu da mubah olan
birşeyin haram veya mekruh kılınmasını gerektiren fitnenin, gözönünde
bulundurulması şart olan birtakım kriterlerinin bulunduğudur. İşte bu
kriterlerin neler olduğunu Rasulullah'ın sünnetinden ve ulemanın yapmış olduğu
tesbitlerden öğrenmemiz mümkündür. Bu kriterlerin en Önemlilerini şu şekilde
zikredebiliriz:
Birincisi:
(Mubah olan bir şeyin
haram veya mekruh kılınmasını gerektiren) fitnenin, bir veya birkaç kişinin
kadına doğru çevirdiği mücerred bakışlardan ibaret bulunmamasıdır. Bu husustaki
delilimiz. Abdullah İbn Abbas (r.a.)'ın rivayet etmiş olduğu şu hadistir:
Abdullah İbn Abbas
şöyle demiştir: "el-Fadl İbn Abbas, Rasulullah'ın redifi (yani hayvan
üstünde Peygamber'in arka tarafına binmiş kimse) idi. Has'am kabilesinden genç
bir kadın Rasulullah'ın yanma geldi. Bu sırada Fadl kadına, kadın da Fadl'a
bakmaya başladı. Peygamber de Fadl'ın yüzünü eliyle (kadından) başka tarafa
çevirmeye koyuldu..." (Bu hadisi Buhari ile Müslim rivayet etmişlerdir).[224]
Böyle bir durum.
Peygamber'in terkisinde olduğu halde Fadl'dan vaki olunca başkasından sadır
olması daha evveliyette kalır. Buna rağmen Rasu-lullah (s.a.v.) ihramh kadına,
ne ihramının bir ucuyla yüzünü örtmesini ne de erkeklerin cemaatinden
uzaklaşmasını emretmiştir. Yalnızca Fadl'ın yüzünü (kadından) başka tarafa
çevirmekle yetinmiştir.
ikincisi:
Sözkonusu fitnenin,
bir kısım erkeklerin kadına yönelik sarfettikleri eziyet verici bir kısım
mücerred sözlerden ibaret olmamasıdır. Buna ait delilimiz ise Allah Teala'mn:
"Onların tanınmaması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur"
kavlidir.
İbn Cerir et-Taberi
"Camiulbeyan fi te'vilil-Kur'an" adlı tefsirinde şöyle der:
"Allah Teala Nebisine şöyle hitab etmektedir: 'Ey Peygamber, hanımlarma,
kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle; kıyafet ve giyimleri hususunda
cariyelere benzemesinler... Bilakis (bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında)
herhangi bir fasıkm -onların hür kadınlar olduğunu bilerek kendilerine laf atıp
eziyet ederek taciz etmemesi için örtülerini üstlerine salsın (vücudla-rını
güzelce örtsün)ler."151
Demek ki Medine'de ve
Medine'nin dışından gelen bedevilerin arasında münafık ve sefihlerin
bulunmasına, -yani kendilerinden bayağı davranış beklenebilecek kimselerin
varolmasına- rağmen, Rasulullah (s.a.v.) kadınlara, yüzlerini, Örtmelerini
emretmemiş ve evden dışarı çıkmaları konusunda herhangi bir sınırlama
getirmemiştir. Bu kitabımızın beşinci bölümünde serdettiğimiz kadınların sosyal
hayata katılmaları ve erkeklerle karşılaşmaları hususundaki sahneler, bu
hususa işaret eden sahih delillerdir.
Üçüncüsü:
Mevzuu bahis olan
fitnenin ferdi bir hadise veya ferdi bir kısım şüpheler sebebiyle olmamasıdır.
Bu hususa ait delilimiz; bir kısım ferdi hadiselerin vukubulmasına rağmen,
Rasulullah'ın fitneden emin olunması için herhangi bir yasaklama karan
çıkarmamış olmasıdır.
Bunun için herşeyi
layıkıyla bilen ve yerli yerince vazeden Allah'ın, tamamıyle bildiği ve en
mükemmel tarzda tedbir eylediği -ki Allah'ın tedbir etmesi, kadın olsun erkek
olsun, hiçbir kimseye zahmet ve meşakkat vermeyen ve aktif hayatın akışını
bozmayan ince adab kaidelerinin tamamı iledir-umumi ve beşer'i zaafiyetlerle
bazı kimselere galebe çalarak onları, şariin sakınılmasını emreylediği ve
kendisine vasıta olan yolların kapatılması gereken fitnenin mahiyetini anlama
hususunda hata etmeye sevkeden, bu yüzden de, daimi olarak adı geçen fitnenin;
her türlü edeb kaideleriyie tahkim edilmiş olsa dahi kadının sırf topluma
katılmasından temkinle atılmış birkaç adım olsa dahi kadının yapmış olduğu her
türlü hareketten, vak'ularla söylenen birkaç kelime olsa dahi kadından sadır
olan her türlü sesten ve de yüzü yahud parmaklarında herhangi birisi bile olsa
vücudunun açılan her bir uzvundan ortaya çıkacarak yayıldığını zannetmelerine
sebep olan vehmi birbirinden ayırmak lazımdır. Zira bu vehim başka bir sefer
de galebe çalarak onları her anda kötülükten sakınmaya ve her fırsatta
kötülüğün açığa çıkmasından korkmaya sevketmektedir.
Hakikaten sözkonusu bu
vehim, çoğu zaman bir takım zayıf nasslarla veya bir kısım sahih nasslann
yanlış bir tarzda tevil edilmesi ile teyid edilmiş, bu durumun bir neticesi
olarak pekçok kimselerin akıllarına şeriatta esas olan hükmün; kadının
erkeklerin toplumundan uzaklaşarak ayrı bir hayat yaşaması, herhangi bir
mecburiyet yahud zaruri bir ihtiyaç olmadığı müddetçe, erkeklerin cemaatine
yaklaşmaması şeklinde bir anlayışın yerleşmesine neden olmuştur.
Bu anlayış, uzun
asırlar boyu devam ederek nihayetinde akıl nazarında şer'an zaruri olan
hususlardan biriymiş gibi kabul görmüştür. Fakat hakikat ise, sıhhat
derecelerinin zirvesinde bulunan sahih nassların bir bütünlük içerisinde
kadının -şer'i adab kaidelerinin hududları dahilinde erkeklerin toplumuna
katılmasında aslolan şeyin, fitneden salim olacağına sübut ve delalet
bakımından kat'i delil olarak geldikleridir.
Bizim buradaki
fitneden kastımız fari'in yasakladığı ve kendisinden tahzin buyurduğu fitnedir.
Çünkü aslolan, kadının gerçek hayatın bütün sahalarına katılmasıdır. Hayat
sahalarını çoğu zaman erkekler kaplamışlarsa, bu, hayatın bir gereği olup onlar
bazan (hayatın sahalarında) bulunur batan da (hastalanma ve ölüm sebebiyle)
bulunmuyor olurlar. Fakat kadına düşen, erkekler bulunuyorken de bulunmuyorken
de bu hayata katılmasıdır. Yani mü'min kadına gereken, ekseriyetle erkeklerin
mevcudiyetinin kendisini hayata katılmaktan alıkoymamasıdır. Zira erkeklerin
mevcudiyeti onu topluma katılmaktan ürkütmeyeceği gibi katılmaya teşvik de
etmeyecektir.
Aynı şekilde mü'min
erkeğe gerekli olan da ekseriyetle (hayatın muhtelif alanlarında) kadınların
bulunmasının kendisini hayata katılmaktan alıkoymamasıdır. Zira onu da
kadınların varlığı topluma katılmaktan nefret ettirmeyeceği gibi katılmaya
teşvik de etmeyecektir. Daha önce söylediğimiz gibi, bu katılımda bir dereceye
kadar geçici bir fitne ile mücahede meydana gelse bile, bu fıtri bir şeydir.
Allah, bu fitneyle kadın olsun erkek olsun bütün kullarını imtihan etmeyi murad
etmiştir. Dolayısıyla bu imtihandan kaçmaya imkân yoktur.
Son olarak:
Müslümanların
ırzlarına karşı gayreti ve hamiyyeti bol olan kıskanç kardeşlerimizin
dikkatlerini fitne endişesinden ötürü erkeklerin kadınlarla karşılaşmaktan
sakınmaları hususundaki ifratın, akli muhakemelerinde bir halel meydana
getireceği hususuna, yani fitne olmayan yerlerde fitne olduğu vehmini
doğuracağına aynı şekilde fitneden aşırı derecede evhama düşül meşinin
karşılaşmaktankaçınılma sonra da sözkonusu karşılaşma meydana geldiğinde fitne
ile mücahede edilmesinin son derece güçleşmesi neticesini doğuracağına çekmek
istiyoruz. Fakat şer'i edeb kaidelerine sarılmakla birlikte hayata katılma ve
karşılaşmada orta yolun tutulmasına gelince, karşılaşma esnassmda fitneden
korunma ve fitneye göğüs germe hususunda orta yolu tutma neticesini vereceği
gibi fitne tasavvurunda da itidal meydana getirecektir.
Üçüncü faktör: Kadın
hakkında su-i zan beslenmesi ve kadının hakir görülmesidir:
Kadın, cahiliyye
devrinde çeşitli şekillerde horlanma ve hakir görülme duyguları altında bitab
düşürülüp ezilmekteydi. Nihayet İslâm dini gelince, kadının üzerindeki
ağırlıkları ve sırtındaki zincirleri kaldırıp atma ameliyesine girişti.
Nitekim aşağıda nakledeceğimiz nasslar bu hususu teyid etmektedir:
Ümmü Seleme (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir: "... Bir kadın Rasulullah'a gelerek:
- Ya Rasulullah!
Kızımın kocası vefat etmişti. Şimdi de gözleri rahatsız oldu. Bu durumda ben
kızımın gözlerine sürme çekeyim mi? diye sordu. Rasulullah:
- 'Hayır1 diye
buyurdu.
Kadın iki, yahut üç
defa bu isteğini tekrarladı. Rasulullah her seferinde 'hayıp' dedi. Nihayet
Rasulullah:
- Kocası ölen kadının
iddeti dört ay on gündür. Cahiliyyet çağında sizden biriniz (bir sene beklerdi
de) senenin başına geldiğinde bir deve tezeği atardı (ve böylece matemden
çıkardı) buyurdu.
Zeyneb'in ravisi
Humeyd dedi ki: Ben Zeyneb'e:
- Bu, "senenin
başında deve tersi atardı" sözünden naksat nedir? diye sordum. Zeyneb
şöyle cevap verdi:
- Cahiliyye devrinde
kadın, kocası öldüğü zaman, evinin en küçük ve en hakir odasına (karanlık bir
köşesine).girer ve en kötü elbiselerini giyerdi. Bir sene geçinceye kadar
hiçbir koku sürünmez, hiçbir tuvalet ve temizlik yapmazdı. (Böyle ağır bir
hasip hayatını tamamladıktan) sonra kadının yanına merkeb, koyun yahut kuş
nevinden bir hayvan getirilirdi. Kadın (efsunlanır gibi) o hayvanı kendi
vücuduna sürterdi. Kadının böyle vücuduna süite sürte ezdiği hayvan artık
yaşayamaz ölürdü. Sonra kadın o çirkin hapis odasından çıkardı. Bu defa
kadının eline bir deve tersi verilirdi, o da bunu fırlatıp atardı. Bu merasimden
sonra artık kadın temizlenir, yıkanır ve istediği gibi süslenerek ortaya çıkar
evlenme teklif edecek kimselere, görünebilirdi.
(Bu hadisi Buharı ile
Müslim rivayet etmişlerdir.)[225] -
Ömer îbn Hattab (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
"Bbiz cahiliyye
devrinde kadınları kaale almazdık, ta Allah onlarla ilgili hüküm indirinceye
ve haklarında verdiği payı verinceye kadar..."'[226]
(Başka bir rivayette ise şöyle demiştir:
"Bizler cahiliyye
devrinde kadınları birşey saymazdık. Nihayet İslâm dini gelip de Allah onları
zikredince bizler, Allah'ın onları zikretmesiyle onları işlerimizden hiç birine
girdirmeksizin, üzerimizde onların hakkının olduğunu düşündük). Ben, kendi
kendime bir işte düşünürken, karım 'şöyle şöyle yapsan' dedi. Ben de ona: 'Bu
senin neyine gerek? Benim istemekte olduğum bir işte senin külfete girmen de ne
oluyor? dedim. O da bana: Hayret sana, ey Hattab'ın oğlu! Sen kendine karşı
söz döndürülmesin i istemiyorsun, halbuki senin kızın Rasulullah'a karşı söz
döndürüyor, mırıldanıyor, hatta onu öfkelendiriyor...' dedi.
(Bu hadisi Buhari ile
Müslim rivayet etmişlerdir.)[227]
Taberani'nin
naklettiği bir rivayete göre de Ömer İbn Hattab (r.a.) şöyle demiştir:
"Mekke döneminde,
karımızla muhatap olup konuşmazdık. Zira kadın, ancak evin hizmetçisi sayılırdı.
Adamın karısına ihtiyacı olduğu zaman, ayaklarından yakalayıp kendisine çeker
ve ona olan ihtiyacını giderirdi. Nihayet,Medine'ye geldiğimizde kadınlarımız
ensar kadınlarından öğrendikleri şeyleri bizimle muhatap olup konuşmaya ve
bize karşı söz döndürüp mırıldanmaya başladılar."[228]
İyan b. Abdillah
(r.a.)'dan rivayete göre o da şöyle demiştir: "Rasulul-lah (s.a.v.):
- Allah'ın dişi
kullarını dövmeyiniz, buyurdular. Ömer Rasulullah'a gelerek:
- Ya Rasulallah!
Kadınlar kocalarına isyan ettiler, dedi.
Rasulullah (s.a.v.)'de
kadınların güzellikle tedib edilmelerine müsaade etti ve ruhsat verdi. Bunun
üzerine kocalarından şikâyet ederek birçok kadın Rasulullah (s.a.v.)'in
ailelerinin etrafında dönmeye başladılar. Bu durumu görünce Rasulullah
(s.a.v.): 'Andolsun kocalarından şikâyet eden birçok kadın Muhammed'in
ailelerinin etrafına üşüştüler. Bunlar sizin hayırlılarınız değildirler'
buyurdular."[229]
Hakikaten İslâm dini
kadının şanını yükseltip onu mükerremlikle erkeğe müsavi olan şerefli bir
insan kabul etmiştir. Allah Teala bu hususta şöyle buyurur: "Biz,
hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık." Kadın insani
sorumluluk bakımından erkekle müşterek sorumluluğa sahiptir. Allah Teala bu
hususa işaret ederek: "Bunun üzerine Rabbleri onların dualarını kabul edip
(dedi ki): Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hepiniz
birbirinizdensiniz-içinizden çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa
çıkarmayacağım..." Keza (İslâm nazarında) kadın hukuki mesuliyyet
bakımından da erkekle aynı sorumluluğu sahiptir. (Bu husustan bahisle de)
Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Hırsızlık eden erkek ve kadının
-yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah tarafından başkalarına bir ibret olmak
üzere- ellerini kesin..." ve "Zina eden kadın ve zina eden erkekten
herbirine yüz sopa vurun."
İslam'ın kadına bu
mevkii vermesinin bir neticesi olarak (İslâm tarihinde) kadının şahsiyetinin
güçlülüğünü ve sorumluluğunu idrakinin mükemmelliğini ortaya koyan eşsiz örnek
kadınlar yetişmiştir. İşte bu örnek kadınlardan bazıları şunlardır:
Atike bintü Zeyd ki,
bu kadın Mescidde cemaatle beraber namaz ılar ve onu kocasının kıskançlığından
Rasulullah (s.a.v.)'in bu konuda kadınlara tanımış olduğu dokunulmazlık
korurdu:
İbnü Ömer (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
Ömer'in bir zevcesi
vardı ki, sabah ve yatsı namazlarını hergün mescidde cemaatle kılardı. Bu
kadına: Ömer'in bunu istemez ve seni kıskanır olduğunu bilip dururken niye
mescide çıkıyorsun? denildi. Kadın: Beni nehyet-mesinden Ömer'i meneden şey
nedir? dedi. Soran zad da: Rasulullah'ın "Allah'ın dişi kullarını,
Allah'ın mescidlerinden menetmeyiniz" sözüdür dedi.[230]
- Kocasından ayrı
olarak -Rasulullah (s.a.v.)'e esenlik dileyen Utbe bin Rabia'nın kızı Hind:
Aişe (r.a.)'dan
rivayete göre şöyle demiştir:
" Utbe İbn
Rebia'nın kızı Hind (Rasulullah'a) gelerek:
- Ya Rasulullah!
vaktiyle yeryüzünde senin hane halkın kadan zelil ve harab olmalarını istediğim
hiçbir hane halkı yoktu. Sonra bugün geldi, yeryüzünde sein hane halkın kadar
aziz olmalarını istediğim hiçbir hane halkı yoktur, dedi. Rasulullah da Hinde:
"Nefsim elinde
olan Allah'a yemin ederim ki, ben de sana nisbetle senin gibiyim" dedi...[231]
Ümmü Haram bintü
Milhan ki bu kadın ilk deniz gazileriyle beraber şe-hid olması için Rasulullah
(s.a.v.)'den kendisi namına Allah'a dua etmesini istermiş.
Enes b. Malik
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle derdi:
-... Rasulullah
(s.a.v.): "Rüyamda bana ümmetimden birtakım insanlar şu deniz üstündeki
gemilere biniyorlar da, hükümdarların tahtları üzerine kuruldukları gibi
kurularak, Allah yolunda deniz harbine giden gaziler olarak
gösterildiler." buyurdu. Buun üzerine Ümmü Haram (Ya Rasulallah! beni de o
deniz gazelirenden kılması için Allah'a dua et" dedi.
Rasulullah da dua
etti.
(Bu haberi Buhari ile
Müslim rivayet etmişlerdir.)[232]
Risalet asrı içerisinde
bu nevi örnek kadınların ortaya çıkmasına rağmen şurası muhakkak ki, Arapların
nefislerine kök salan cahili adet ve düşüncelerin sökülüp atılmasının;
İslâm'ın ve onun yüce hükümlerinin kıymetlerinin yayılıp topluma hakim olması
ve bazılarının yanında halen mahfuz bulunan cahili atıkların silinip yok
edilmesinin mümkün olabilmesi için u-zun bir vakit, sürekli bir vaz-u nasihat
ve ciddi bir mücadele şart olmuştur. Abdullah İbn Ömer'in oğlu Bilal'in,
kadınların mescidlere çıkmaları hususundaki tutum ve davranışı bu cahili
kalıntıların, misallerinden biridir. Nitekim O, (Rasulullah'ın: "Kadınlar
sizden izin istedikleri zaman onları mes-cidlerdeki nasiplerinden
menetmeyiniz" emrinin kendisine haber verilmesine rağmen) "vallahi
onları mutlaka menederiz. Aksi takdirde kadınlar bunu bir fitne ve fesad
vesilesi ittihaz ederler" diyordu. Risalet asrından sonra birbiri ardından
İslami fetihler meydana geldi. Ve Peygamber asandaki bu ciddi mücadele
terkedildi. Bu mücedelenin terkedimesi birçok kavimlerin, ilk cajıiliyye
devirlerinden kalma bazı adet ve alışkanlıklarını da kendileriyle birlikte
taşıyarak İslam'a girmesiyle olmuştur. Bu durumun bir neticesi olarak da
Allah'ın hidâyetinden sapma gittikçe artmıştır. Bu hususta İbn Teyrniyye şöyle
der:
" ... Eğer şeriat
acemlere (müslüman olmayan unsurlara) benzemekten nehyedıyorsa... Tıpkı İslam
öncesi cahiliyye halkının üzerinde bulundukları adet ve alışkanlıklarla
arabarın üzerinde bulunduğu ve birçoğunun (İslama girdikten sonra) kendisine
tekrar rücu ettiği cahiliyyenin arab cahiliyyesi diye isimlendirilen şeye
dahil oluşu gibi müslüman acemlerin, hicrette öne geçen ilk müslümanların
üzerinde bulunmadıkları türden adet ve alışkanlıkları da bu nehye dahil
edilir..."[233]
Biz burada -ister Arab
cahiliyyesi, ister başka cahiliyye olsun- kadim cahiliyye adet ve
alışkanlıklarının müslüman akla tesiri bahsine uzun uzadı-ya dalmayacağız. Zira
bu mevzuyu, onun araştırılmasına alaka duyan araştırmacıların başka yerlerde
bulacağını ümid ederiz. Bu nedenle bizim burada çalışmamız Kur'an ve sünnet
nasslanndan hareket ederek ilahi hidâyeti beyandan ibarettir.
Asırların peşpeşe
birbirini kovalamasıyla beraber özellikle kadının durumu hakkında, Allah'ın
hidâyetinden uzaklaşma da artmış Nihayet kadın, erkekler nazadında ikinci yahud
üçüncü dereceden bîr insan haline gelmiştir. Bu anlayışa göre kadın ya ilk
bakışta veya ilk konuşmada aldatılıp düşürülen ahmak ve zayıf bir varlık ya da
hile ile aldatan, hile ve fesaddan başka birşey beceremeyen habis bir şeydir.
Her halükarda o, mutedil bir insan şahsiyetine sahip değildir. Bilakis kadın
sırf cinsi bir oyuncaktır. Şari'in şu sözü de bu hususu teyid edib
doğrulamaktadır.
(Bu) ne kadına, ne
yazı sanatına, ne zanaatkara ve ne de hitabet sanatına aittir.
Bu (hak) sadece bize
aittir. Kadınlar için bözlerden birinin yanında geceleyip yatma hakkı vardır.
Bütün bu sebeplerden
dolayı kadının Ramazan gecelerinde cemaatle beraber teravih namazı kılarak
nafile ibadet yapmasına gerek yoktur. İbadetin en aşağı şekli onun için
kafidir. Onun mesciddeki ilim meclislerine katılmasına da gerek yoktur. İlmin
en asgari miktarı onun için yeterlidir. Hatta ilimsiz talimsız ve bilmediğini
sormaksızın da durabilir. Kocasının, önemli işlerine onu karıştırmasına ve
hanımını kendisiyle beraber, seyahatlerine çıkarmasına da kadının ihtiyacı
yoktur.
En asgari riâyetin
gösterilmesi onun için yeterlidir. Hayırlı sosyal faaliyetlerine ortak
etmesine de ihtiyaç yoktur. Onun için sevabın en azı kifayet edebilir. Böylece
ifrat'ın ve aşırılığın kolları kadınla alakalı herşeye uzanmaktadır. Bu
aşırılık ve ifratın misallerini uzatmaktan el çekmemiz için İbn Ebu Şeybe'nin
Musannefi gibi ikinci asrın sonlarından itibaren tasnif edilen bir musannef e
bir defa gözatılması yeterlidir.
Gerçekten bu Musannef
haddi aşan nassların yanında mutedil nassiara da yer verir. Fakat birincilerin
kaydedilmesi müslümanların düşüncelerine giren, Allah'ın meşru kıldığı şeriata
muhalif batıl düşüncelerin hangi seviyede olduğnu isbat etmektedir. İşte bu
eserden bazı misaller:
- Kadınm abdest
suyunun fazlasıyla abdest almaktan erkeğin menedilmesı.[234]
- Hayızlı kadının
artığını içmekten erkeğin menedümesi.
- Erkekle aynı kaptan
yıkanmaktan kadının menedilmesi.
- Kadının, kadınlara
imam olmaktan menedilmesi.
- Kadının, camaate
162b ve Cuma namazına gitmekten menedilmesi [235]
- Kadının, teorik
günlerinde teşrik tekbirlerini almaktan menedilmesi.
Erkeklerin kadına
karşı sui zanda bulunmalarına bir de onu hakir görüp küçümsemeleri ilave
edilmelidir. Bunu nedeni de, kadının, Allah Teala'nın kendisiyle (imtihan
vasıtalarından biri oluşudur. Öyleyse neden, fitneye vasıta olan yolun
kapatılması kaidesi hususunda haddi aşanların gayret ve çabalan sadece kadının
fitne sayılması üzerinde merkezleşmektedir. Ve kadının Tıtnesinden emin olmak
için neden büsbütün kadını sıkıştırırlar? Hatta fitneye vasıta olan yolu
kapatma kaidesinin tatbiki hususundaki aşırı ifratın şekillerine vakıf olanlar
-ki bu ifrat asırlar boyu devam etmiştir- hayrete düşerek şu suale
soracaklardır:
Acaba bu umumi ifrat,
zamanın bozulduğunu söylemelerine rağmen neden dünya hayatının diğer
fitnelerine karşı değil de sadece kadının fitnesine vasıta olan yolu kapatma
hususunda meydana gelmiştir? Zira fesad, sadece kadın fitnesine karşı değil tüm
fitne unsurlarına karşı direnmede zaa-fiyet meydana getirir?
Eğer Rasulullah
(s.a.v.) aralarında şu hadislerin de yer aldığı birçok hadislerinde bizleri
kadınların fitnesinden tahzir etmişse ki;
- Üsame bin Zeyd
(r.a.)'in Peygamber (s.a.v.)'den rivayetine göre: Rasulullah (s.a.v.):
'İBenden sonra erkeklere
kadınlardan daha zararlı hiçbir fitne vasıtası bırakmadım" buyurmuştur.
(Bu hadisi Buhari ile
Müslim rivayet etmişlerdir).[236]
Ebu Said el-Hudri
(r.a.)'ın Peygamber (s.a.v.)'den rivayetine göre Ra-sulullah (s.a.v,):
"Kadınlardan
korunun! Zira İsrailoğullarının ilk fitnesi kadınlardan olmuştur."
buyurmuştur.
(Bu hadisi Müslim
rivayet etmiştir).[237]
Aynı şekilde
aralarında şu hadislerinde buluduğu birçok hadislerinde bizleri mallarımızın
fitnesinden de sakındırmışım
Ebu Said el-Hudri
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.):
- Sizin üzerinize en
çok korkmakta olduğum şey, Allah'ın sizler için çıkaracağı arzın bereketleri
(dünya zengiklikleri)dir, buyurdular.
Kendisine:
- Arzın bereketleri
nedir? diye soruldu: Rasulullah:
- 'Dünya çiçekleri, dünya
güzellikleridir, buyurdu... (Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir).[238]
- Amr İbn Avf
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle haber vermiştir; "Rasulullah (s.a.v.):
- Vallahi ben bundan
sonra sizin üzerinize fakirlik geleceğinden korkuyorum. Fakat sizin üzerinize geleceğinden
korktuğum şey, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya nimetlerinin
serildiği gibi sizin önünüze de serilerek, onları birbirlerine hased ettikleri
ve nefsaniyyet güttükleri gibi, sizin de birbirinize düşmeniz ve bunun onları
ahiret işlerinden alıkoyduğu gibi, sizleri de ahiret işlerinden alıkoymasıdır,
buyurdular.[239]
Ka'b İbnü Iyaz
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Ben Rasulullah (s.a.v.)'i şöyle
söylerken işittim:
- Şüphesiz her ümmetin
bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldan olacaktır."
(Bu hadisi Tirmizi
tahric edip "Hasen-sahihdir" demiştir.)[240]
Keza Allah ve Rasulü
bizleri evlad fitnesinden de tahzir edib sakındır-mışlardır:
(-Kişinin evladı
sebebiyle fitneye düşmesi şu şekillerde tecelli eder):
a) Evladın
bir kısmını diğer bir kısmından daha fazla sevmek:
Fitnenin bu nevi Yusuf
(aleyhisselamın) kardeşlerinden vaki olan bir fitnedir. Hakikaten onlar,
babalarının Yusuf u ve kardeşi (Bünyamin'i) kendilerinden daha fazla sevdiği
vehmine kapılmışlardı. Allah Teala bu hususa şöyle işaret eder:
"(YusuTun
kardeşleri) dediler ki: Yusufla kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha
sevgilidir. Halbuki biz güçlü kuvvetli bir cemaatiz. Herhalde babamız apaçık
bir yanlışlık İçindedir."
"(Aralarında
dediler ki): Yusuf'u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın
teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) salih kimseler
olursunuz." (Yusuf, 8-9).
b) Evladlardan bir kısmının biraz (fazla) malla
diğerlerinden üstün tutulması.
Numan bin Beşir
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:
- Annem, babam
(Beşir)'den kendi malından benim için bir parça hibe istedi. Evvela
çekinmesinin ardından babama hibe etmek fikri (uygun) geldi ve bana bir hibe
yaptı. Annem:
- Bu hibeye sen
Peygamber'i şahid tutmadıkça ben razı olmam, dedi.
Bunun üzerine babam
elimden tuttu. Ben bir çocuktum. Beni Peygam-ber'e götürdü ve:
- Bunun anası Revaha
kızı (amre), bu çocuk için benden hibe vermemi istedi, dedi.
Peygamber:
- Senin bundan başka
çocuğum var mı? diye sordu. Babam:
- Evet vardır, dedi.
Başka bir rivayete
göre de Rasulullah (s.a.v.):
- Sen Numan'a verdiğin
hediyen gibi öbür çocuklarına da hibe verdin mi? diye sordu.
Beşin
- Hayır (vermedim)
dedi.[241] Bunun üzerine Peygamber
(s.a.v.):
- Sen beni bir zulüm
ve haksızlık üzerine şahid yapma, buyurdu.[242]
c) Evladları
için endişe ederek -ister sözle olsun ister silahla- cihaddan geri kalma.
el-Esved İbn Halef
(r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.):
"Muhakkak ki
çocuk cimriliğe, korkaklığa, bilgisizliğe (cehalete) ve tasalanmaya
nedendir" buyurdular.[243]
Elbette herşeyi yerli
yerince ve sağlam bir şekilde vazeden sari, kadının yüzünün açılması ve onun
erkeklerle karşılaşmasından doğacak fitneye karşı olduğu gibi ma! ve evlat
fitnesi için de bir takım tedbirler ve adab kuralları vazetmiştir. Bu tedbir ve
adab kurullarından bazıları da şunlardır:
a) Mal ve
evlat fitnesinden umumi tahzir (sakındırma): Allah Teala (bu konuya temasla)
şöyle buyurmuştur:
"Biliniz ki,
mallarınız ve çocuklarınız birer fitne (imtihan vasıtasıjdır. (Enfal, 28).
b) Evlatlar
arasında ayrıcalık yapmaktan nehyetme: Rasulullah (s.a.v.) bu hususta şöyle
buyurmuşlardır:
"Allah'tan
korkunuz da çocuklarınız arasında adaletle muamele ediniz."
(Bu hadisi Buhari ile
Müslim rivayet etmişlerdir.)[244]
c) Mal
hususunda cimrilikten nehyetme:
Allah Teala
cimrilikten nehyederek şöyle buyurur:
"Altun ve gümüşü
biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar var ya! İşte onları acıklı bir
azabla müjdele!" (Tevbe, 34).
Rasulullah
(s.a.v.)'de:
Cimrilikten de
sakının! Çünkü cimrilik sizden önce geçen ümmetleri helak etmiştir"
buyurmuşlardır.
(Bu hadisi de Müslim
rivayet etmiştir).[245]
d) Evlad ve
mal sevgisi yüzünden cihaddan geri kalmaktan nehiy: Allah Teala bu hususta
şöyle buyurur:
"De ki: Eğer
babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-akrabanız,
kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız
meskenler (evler, konaklar, köşkler) size Allah'tan, Rasu-lün'den ve Allah
yolunda cilıad çimekten daha sevgili İse, artık Allah emrini (azabını) getirinceye
kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidâyete erdirmez." (Tevbe,
24).
e) Haram
malı yemekten nehiy:
Allah Teala bu mevzua
temas ederek şöyle buyurur:
"Ey iman edenler!
Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki, kurtuluşa eresiniz."
(Al-i İmran, 130).
"Haksızlıkla
yetimlerin mallarını yiyenler, şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış
olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir." (Nisa, 10).
"Mallarınızı
aranızda haksız scbeblerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların
mallarından bir kısmını, yalan yemin ve şehadet ile yemeniz için o malları
hakimlere (reislere, yetkili idarecilere veya mahkeme hakimlerine el altından)
vermeyin." (Bakara,188).
Müslüman toplumda,
erkekler evlatlarıyla birlikte yaşar, mal ile birbirleriyle ahş-veriş yapar ve
devamlı olarak mal ve evlad fitnesiyle yüzyüze gelerek bu fitneyle mücedele
yaparlar. Orrlardan kimi Allah'tan sakınır ve bu nevi fitnelere düşmekten
kurtulur. Kimi de az ya da çok bu nevi fitnelere düşerler.
Fakat hiç bir kimse,
müslüman, zevcelerinden herhangi birinin çocuğunu diğer zevcelerinin
çocuklarından daha fazla sevme fitnesine maruz kalmasın diye -evlad fitnesine
vasıta olan yolu kapatmak için- ne birden fazla kadınla evlenmenin menedilmesi,
ne hür kadınların çocuklarını (ümmü'l-veled olan) cariyenin çocuklarına üstün
tutma fitnesine düşme korkusuyla cariye edinmenin menedilmesi ve ne de evlad
sevgisinin kendisini ama hayır sahalarına bol bol infakta bulunmaktan cimriliğe
ama Allah yolunca cihad etmekten korkaklığa sevketmesi korkusuyla evliliğin ve
necip soylu çocuk sahibi olmanın yasaklanması görüşüne kail olmamıştır. Yine
bir kısım mutasavvıflar dışında- hiç bir kimse mal fitnesine vasıta olan yolun
kapatılması sebebiyle ihtiyacı kapatmaya yetecek kadarının dışında mal ve mülk
sahibi olmasının menedilmesi görüşüne kail olmamıştır. Öyleyse -zamanın ve
ahlâkın bozulmasına rağmen- mal ve evlad fitnesine vasıta olan yolun kapatılması
hususunda benzeri görülmediği halde kadın fitnesine vasıta olan yolu kapatma konusunda
bu umumi aşırılık neden meydana gelmiştir? Evet, Allah Azze ve Celle'nin birtek
âyette her üç fitneden de sakındırmasına rağmen bu umumi aşırılık sadece kadın
fitnesi için vaki olmuştur. Allah Teala bu fitnelere işaret ederek şöyle
buyurmaktadır:
' Kadınlardan,
oğullardan yığın yığın biriktirilmiş altun ve gümüşten, salma allardan, sağmal
hayvanlardan ve ekinlerden gelen zevklere düşkünlük ve bağlılık insanlar için
bezenip süslendi. Bunlar, dünya hayatının metai-dır. Nihayet varılacak güzel
yer, Allah'ın huzurudur." (Al-i İmran, 14).
Bazen Rasulullah
(s.a.v.)'in "Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı hiçbir fitne
vasıtası bırakmadım" hadisi delil gösterilmek suretiyle kadın fitnesinin
en şiddetli fitne olduğu söylenilmektedir. Bu gerçek ve doğrudur.
Ama aynı şekilde -bu
fitnenin şiddetini en iyi bilen birisi olarak- Rasulullah (s.a.v.)'in bu
fitneden emin olunması için meşru yolu gösterdiği de gerçek ve doğrudur. O
halde yaptığı herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekilde yapan şariin göstermiş
olduğu meşru yolu ilave yapılmasının sebebi nedir? öyle sanıyorum ki, bu ilave
ve aşırılığın arka planında zikrettiğimiz ve zikredeceğimiz faktörlere ilave
edilmesi gereken başka bir faktör daha vardır. İşte bu faktör erkeklerin
kadınlara hakim olup onları hakir görmesi ve kendijerini büyük görmeleridir.
Zira kadın fitnesi hususundaki her türlü aşırılığın ve ifratın kötü akibeti
erkeklerin değil bizatihi kadınların aleyhine sonuçlanacaktır. Halbuki bu
aşırılık mal ve evlad fitnesi hususunda meydana gelecek olduğu zaman şüphe yok
ki, bu, erkekler adına güçlü bir azim gerektirecektir. (Yan; onlara pahalıya
mal olacaktır). Bu bir yönden böyle..
Aynı şekilde ikinci
bir yönden de bu durumun çeşitli zararları erkekler aleyhine sonuçlanacaktır.
Sonra kadın kendi üzerindeki bu musibeti defetmeye muktedir olamayacak hatta
bunu reddetmeye ve ona karşı çıkmaya bile malik olamayacaktır. Çünkü kadının
ne gücü ne de kuvveti vardır. Kadın, sanki, sahibinin maiyyetindeki bir esir ve
efendisinin yanındaki bir köle gibidir. Böylece kadınların hiçbir yardımcıları
olmadığı halde erkekler kadınlara karşı zulmetmekte, kendilerinden hesap
soracak yahud onları bu zulümden menedecek birilerini bulamayarak kendi
nefislerine de yazık etmektedirler.
Erkekler tam bir serbestlik
içerisinde hareket ederlerken, kadın fitnesini menetmek için haddi aşan
müsriflerin vaz etmiş olduğu vasıtalar üzerinde düşünecek olursak, bu
vasıtaların sadece kadın üzerine ne kadar kısıtlama getirdiğini ve onu nice
hayırlardan mahrum bıraktığını mutlaka göreceğiz. Öyle ki, onlar kadını devamlı
olarak yüzünü örtmeye mecbur ettiler. Bu durum, kadının, Allah'ın kendisine
bahsettiği görme kuvvetini ve havayı teneffüs etme hürriyetini kısıtlamıştır.
Keza kadını mescide gitmekten menetti-ler. Bu da kadını Kur'an dinlemekten,
vazu nasihat dinlemekten, ilim öğrenmekten ve mü'min kadınlarla biraraya
gelmekten mahrum etmiştir. Aynı şekilde kadını bayram namazı merasimlerine
katılmaktan menettiler.
Bu ise kadını
tekbirden, tehlilden, tahmidden, hayra şahid olmaktan ve mü'minlerin duasından
mahrum etmiştir. Yine bunlar kadını malının idare ve üretimini bizatihi
üstlenmekten de menettiler. Onu mahremlerinden birini malına vekil tayin
etmeye mecbur bıraktılar. Bu da kadını, malını artırma hakkından mahrum
etmiştir. Hatta çoğu zaman malının tamamı veya bir kısmı, kadını vekil tayin
etmeye mecbur kıldıkları mahremlerinin ellerinde zayi olmuştur. Keza onlar
kadını ihtiyaç halinde geçimini temin etmek için çalışmaktan da menettiler.
Onu insanlara avuç açmaya mecbur ettiler. Bu ise kadını, şeref ve izzetini
muhafaza etmekten mahrum etmiştir. Herşeyden tuhaf olanı bu insanların bütün bu
nevi hususlarda Peygamber zamanında cari olan uygulamaya açık bir şekilde
muhalif olmalarıdır.
Geliniz, kendi
nefisleri hususunda zinaya düşmekten korkarak kadın fitnesinden sakınmak
isteyen bazı sahabe-i kiramın tavrını düşünelim. Zira onlar fitne hususunda
aşırılığa teşebbüs ettekleri zaman, sadece nefislerine karşı aşırı gitmişler;
nefisleri üzerinde kısıtlama yapmak istemişler ve er keklik yumurtalarını
çıkartıp hadımlaşmak için Rasulullah (s.a.v.)'den izin istemişlerdi. Nitekim
Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet edilmiştir:
- Ya Rasulullah ! Ben
genç bir erkeğim. Nefsim aleyhine kötü bir iş yapmaktan korkuyorum. Kadınlarla
evlenecek dünyalık da bulamıyorum, dedim. (Erkeklik yumurtalarımı çıkartıp
hadım olayım rnı? demek istedim).[246]
Rasulullah (s.a.v.)
bana cevap vermekten (imtina edip) susut. Sonra bu suretle halimi bir daha
arzettim. Yine bana cevap vermeyerek sustu. Sonra bunun gibi bir daha söyledim,
yine sustu. (Dördüncü) bir daha söylediğim de Rasulullah (s.a.v.) azarlayarak
bana:
- Ya Eba Hureyre.
senin kavuşacağın mukadderatı yazan kalem(in mürekkebi) kurumuştur. Şu hal
üzerine sen ister hadımlaş, ister bırak (müsavidir) buyurdular.[247]
Görüldüğü gibi onlar,
kadınları sosyal hayata katılmaktan ve erkeklerle karşılaşmaktan menetmek
suretiyle kadın üzerine herhangi bir kısıtlama getirmemişlerdir. Bu, iki
hususdan dolayıdır:
Birincisi: Onların,
aktif hayatın hareketliliğini iptal veya durdurmanın (ne demek olduğunu) ve bu
hayatın, belli ölçülerde kadının hayata katılmasını gerekli kılacağını düşünüp
akledecek kadar akıllı olmalarıdır.
İkincisi ise:
Sahabenin zulümden uzak bulunmasıdır. Zira onlar -zulümden uzak
bulunmalarından dolayı- kadını hor ve hakir görmekten ve fitneye mukavemetten
acziyet hissetmelerinin sonucunu kadına yüklemekten uzak idiler.
Dördüncü faktör: Hastalık derecesine varan aşırı kıskançlık duygusudur:
Irz ve namusa karşı
hissedilen kıskançlık duygusu iki çeşittir: Biri namusun korunmasına, serkeşlik
ve tecavüzden hikâye edilmesine yardım eden normal ve mutedil fıtri bir
kıskanma duygusudur. Diğeri ise ortada herhangi bir şüphe olmaksızın meydana
geldiğinden mahzurlu bir kıskanma duygusudur. Onun için bunevi kıskançlık,
nefse ızdırap veren ve haksız yere insanı itham altına alan, hastalık
derecesinde müsrif bir kıskançlıktır. Bazen bu duygu aklı zail eder ve her
türlü şüphe ve ithamdan beri olan insanlara tecavüz olur. Bununda ötesinde
hayattaki düzenli akışı bozup iptal eder. Nitekim 'Kıskınçlık duygusu nun bir
kısmı vardır ki, Allah onu sever. Diğer bir kısmı da vardır ki, Allah ona
buğzeder. Allah'ın sevdiği gayret ve kıskanma şüphe halinde vaki olan
kıskançlıktır. Allah'ın buğzettiği kıskançlık ise ortada herhangi bir şüphe
olmadığı halde meydana gelen kıskançlıktır1 buyururken Rasulullah (s.a.v.)
doğru söylemiştir.[248]
Gerçekten Rasulullah
(s.a.v.)'in ashabından bazılarının gayret ve kıskançlıkları da bu meşru
kıskançlık duygularını aşmaktaydı. Bunlar arasında Ömer İbn Hattab ve Zübeyr
îbn Avvam (r.a.) sayılabilir. Ömer (r.a.)'in gayret ve<kıskançlığı hakkında
Rasulullah (s.a.v.)'den şu sözler sadır olmuştur:
"Ben (bii"
defasında) uyurken kendimi cennete gördüm. O sırada bir kadın bir köşkün
yanında abdest almakta idi. Ben (yanımdaki meleklere):
- Bu köşk kimindir?
dedim. Melekler:
- Ömer'indir, dediler.
Ben Ömer'in
kıskançlığını hatırladım da hemen yüzümü arkama çevirip uzaklaştım.
Rasulullah'ın Öyle
demesi üzerine Ömer (sevincinden) ağlayarak:
- Ya Rasulallah, sana
karşı mı kıskançlık duyacağım? dedi. (Bu hadisi Buhari ile Müsim rivayet
etmişlerdir).[249]
Zübeyr'in
kıskançlığından söz ederek Esma (r.a.) bint Ebi Bekr (r.a.)'dan şöyle demiştir:
"Yine böyle
birgün, başımın üzerinde hurma çekirdeği yüklü olarak evime gelirken (yolda)
yanında Ensardan birtakım kimseler de olduğu halde Rasulullah'la karşılaştım.
RasuluIIah beni çağırdı. Sonra beni arkasında terkisine almak için devesine:
-Ih! Ih! dedi.
Fakat ben erkeklerle
beraber yolculuk etmekten utandım. Hem Zü-beyr'i ve onun kıskançlığnı
hatırladım. Ziibeyr insanların en kıskancı idi. Ben (davetine icabet etmeyince)
Rasulullah (s.a.v.) benim utandığımı anladı da devesini sürüp gitti.[250]
Fakat Allah'ın
Iütfuyla şeriatın emirleri bu sahabilerin gayret ve kıskançlıklarını kontrol
altına alıyordu.
Nitekim az önce
yukarıda geçtiği gibi, Hz. Ömer'in bir zevcesi vardı ki, bu kadın sabah ve
yatsı namazlarını hergün mescidde cemaatle kılardı. O kadına:
- Ömer'in bunu istemez
ve kıskanır olduğunu bilip dururken ne diye mescide çıkıyorsun? denildi. Kadın:
- Beni nehyetmesinden
Ömer'i meneden şey nedir? dedi. Soran zat da
- Rasulull'ah'in
"Allah'ın dişi kullarını, Allah'ın mescidlerinden menet-meyiniz"
sözüdür, dedi.[251]
- Rasulullah'ın
ashabının asrı olan -asırların en hayırlısının sona ermesiyle birlikte gayret
ve kıskançlık duygusu bağlarından yani bütün şer'i kayıtlardan sıyrılıp
kopmaya başladı. Şari'in "Allah'ın dişi kullarını Allah'ın mescidlerinden
menetmeyiniz" buyruğuyla koymuş olduğu sınırlar parçalandı. Ve mescidin
-bilhassa ilk asırlarda- ibadi, kültürel içtimai (sosyal) ve siyasi
aydınlanmanın merkezi olmasına rağmen kadınlar mescidlere gitmekten
menedildiler.
Rasulullah (s.a.v.)
tarafından çıkartılan yasak sebebiyle Ömer İbn Hat-tab'ın kıskançlık duygusunu
kontrol altına almasına rağmen, torunu Bilal bin Abdullah bin Ömer -daha önce
zikrettiğimiz şekilde kadınlara karşı beslediği su-i zandan kaynaklanan-
kıskançlık duygusunu kontrol altına alamamış (onları mutlaka menederiz)
diyerek bu yasağa uymamıştı, tabii Bilal'ın bu hareketi fitneye vasıta olan
yolu kapatmak iddiasıyla vaki olmuştur. Nitekim kendisi bu tutumunu "Aksi
halde onlar bunu bir fitne ve fesad vesilesi ittihaz ederler" diyerek
izah etmiştir. Ama Abdullah İbn Ömer, oğlunun bu delilini kabul etmeyip,
Rasulullah (s.a.v.)'in sünnetine sımsıkı sarılıp yapışmasın farz olduğunu
teyid ederek oğlunun bu görüşünü reddetmiştir.
Kıskançlık duygusunun
kendisine şer'i bir dayanak bulmak için hile yollarına başvurması gerekiyordu.
Gerçekten de "fitneye vasıta olan yolu kapatma" iddiasında bu
dayanağa fiili olarak bulmuş oldu. Bu insanlar iddialarını teyid etmek için
bazan Hz. Aişe'nin: "Şayet Rasulullah (s.a.v.) kadınların çıkardıkları
modalara yetişmiş olsaydı, tıpkı İsrailoğullan kadınlarının menedildikleri
gibi, onları mutlaka menederdi (Müslim'in rivayetindeki şekliyle: "Onları
mutlaka mescidden menederdi"[252]
sözü gibi sahih bir haberin tevilinde aşırılığa saptılar.)
Zira onlar Hz.
Aişe'nin bu sözünü, sanki Rasulullah (s.a.v.)'in "Allah'ın dişi kullarını
Allah'ın mescidlerinden menetmeyin" hadisini neshetmek ü-zere söylenmiş
bir söz gibi kabul ettiler. Bazan da Rasulullah'ın mescidine ihtiyar, acize
kadınlardan başkasının gelmediğini tekid eden zayıf veya mevzu hadisleri neşre
koyuldular. Sahih hadislerin yanlış tevilini ve mevzu hadislerin reddini
Allah'ın izniyle az sonra arzedeceğiz. Diğer taraftan kıskançlık duygusundan
korunulması hususunda bazı alemliren, içerisinde bir çeşit aşırılık gördüğümüz
bir kısım görüş ve kavilleri bulunmaktadır. Bunlar da -daha önce söylediğimiz
gibi- aşırılıklarını bir kısım zayıf veya mevzu ve de Buhari ile Müslim'in
üzerinde ittifak ettiklerinden sıhhat derecelerinin zirvesinde bulunan sahih
hadislerdeki ifadelere muhalif olan eserlere dayandırdılar.
Bunlardan bir tanesinin
şu sözleri bu cümledendir: Kıskançlık duygusundan kurtaracak yegane yol
kadınların yanlarına erkeklerin girmemeleri kadınların da çarşı ve pazarlara
çıkmamalarıdır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) kızı Fatıma (a.s.)'a:
"Kadın için hangi
şey daha hayırlıdır?" diye sordu. Fatıma:
"Kadının erkeği
erkeğin de kadını gormemesidir, cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v.) Fatıma'yı bağrına basarak: "Bu peygamberlerin hepsi de
birbirinden gelen tek bir nesildir" âyetini okudu.[253]
Bunu yapmakla Rasulullah (s.a.v.) kadının sözlerini beğenmiş oluyordu. Keza
Rasu-lullah'ın ashabı, kadınlar erkekleri görmesinler diye duvardaki delik ve
paçaları kapatırlardı. Muaz b. Cebel (r.a.) hanımını duvardaki delikten bakarken
görmüş de bu yüzden onu dövmüştür. Yine Muaz (r.a.), hanımını ısırmış olduğu
elmayı kölesine verirken görmüş bunun içinde hanımını dövmüştür."
Ömer İbn Hattab (r.a.)
ise şöyle demiştir: "Kadınlara yeni elbise almayınız ki, onlar evlerde
perde arkasında oturmaya mecbur olsunlar." Ömer bu sözünü bilhassa
kadınların kötü bir görüntü içerisinde dışarı çıkmaya rağbet etmeyecekleri için
söylemiştir. Keza O, 'kadınlarınızı 'yok' demeye alıştırınız. Rasulullah,
kadınların mescide çıkmaların müsaade ederdi. Ama bu gün doğru olanı, ihtiyar
kadınlardan başkalarını bundan menetmektir' demiştir.
Asırların birbirini
kovalaması ve fethedilen ülkelerin cahili inanç ve düşüncelerinden bîr kısmının
müslümanlara sıçramaması -ve arap cahiliy-yesinin kalıntıları- sebebiyle
kıskançlık duygusunun azgınlığı artmış neticede iş bazı müslüman cemiyetlerde
insanın annesinin yahud kız kardeşinin yahud hanımının yüzünden dolayı
kıskanmasına kadar ileri gitmiş hatta bu taşkınlık kişinin hanımının adını
açıkça söylemesinden çekinmesine ve ortaya çıkan herhangi bir ihtiyaca binaen
bile olsa, bunu söylemekten kıskanmasına ve bunu namusunu zedeleme olarak
kabul etmesine kadar varmıştır.
Bu durumun sebebini
açıklama ve onun bir takım erkeklerin şahsi mizaç ve kıskançlık duygularına
dayandınlmasmdaki doğruluk payına karşın, bu insanların, bu aşırı tutum ve
davranışlarını haksız yere şer'i bir hareket o-larak görmeğe kalkıştıklarını ve
bu hareketin, ırz ve namusun korunması ve fesada vasıta olan yolun kapatılması
kabilinden olduğunu ileri sürdüklerini görüyoruz.!..
Beşinci faktör:
Zamanın bozulduğu iddiasıdır.
Sanki insanların
kalblerinde hayrın zerresi kalmamış, mevcud durumdan daha kötüsü imkânı
dahilinde değilmiş, kıyametin kopması çok yakınmış ve yerin altı üstünden daha
hayırlıymış gibi bazı çevreler sürekli olarak zamanın bozulmasından, ahlâkın
zayıflamasından, fısk ve fücurun yayılmasından şikâyet etmekten zevk
duyuyorlar. Bu sebeble devamlı olarak insanları azabla, helak olmakla ve büyük
musibetlerle korkutup zamanın hayırlı, ahlâkın kuvvetli, insanların Allah'a
itaatlerinin bol, iyiliklerinin çok ve faziletlerinin fazla olduğu önceki
devirden biri de u müsrif iddianın, insanların kalblerine ektiği ümitsizlik
tohumlarının ötesinde onları İslah faaliyetlerinden alıkoyması ve iyiliği
emredip kötülükten nehyetme çabasından vazgeçirmesi dolayısıyla da onun,
fitneye vasıta olan yolun kapatılması hususundaki taşkınlığın en kuvvetli
yardımcısı olmasıdır.[254]
Zira böyle bir iddia
-fesadın çoğalmasıyla birlikte- fesadın çıkış yollarının kapatılmasına olan
ihtiyacı da artıracaktır. Velev ki bu çıkış yolları aslen helal dairesi
içerisinde meydana gelmekte olsun! Fitneye vasıta olan yolu kapatma konusudaki
taşkınlığın bir özelliği de onun yaşı da kuruyu da yiyecek şekilde doymak
bilmeyen, yedikçe daha fazlasını isteyen neticede kadınların erkeklerle
karşılaşma sahalarından büyük küçük hiçbir saha bırakmayarak hepsini
parçalayan hatta mubah olan sahaların tamamı yasaklandığı zaman mendub olana
ardından farz olna yönelen ve hepsini ortadan kaldıran bir obur olmasıdır.[255]
Nitekim erkeklerin
kadınlara, kadınların da erkeklere selam verip selam alması, kadınların
mescidde cemaatle namaz kılması, ziyaretleşme, misafirlik ve mesleki işlerde
kadının erkeklere iştirak etmesi haram kılınan mubahlardandır. Keza kadınların
erkeklerden ilim tahsil etmesi, nişanlanacak kimsenin nişanlanmak istediği
kimseyi görmesi, kadının erkek akrabalarını ve nikâh düşmeyen yakınlarım
sevmesi, onları güzelce görüp gözetmesi, hastalarını ziyaret etmesi, taziyede
bulunması, men edilen menduplar cüm-lesindendir. Aynı şekilde kadınların
erkeklerin selamını alması, bayram namazına katılması ve iyiliği emredip
kötülükten nehyetmesi de menedilen farzlardan bir kısmıdır.
Aşırılığın
özelliklerinden biri de asırların geçmesiyle beraber umumi ahlâkın bozulduğu
iddiasına sarılarak tekrarının artıp şiddetlenmesidir. Bunun misallerinden bir
kısmı da şunlardır:
* Kadının erkeklerle
karşılıklı konuşması:
Kendilerine hicab farz
kılındığı zaman mü'minlerin anneleri müstesna, aralarında hicab (perde)
bulunmaksızın karşılıklı olarak erkeklerin kadınlarla konuşmaları Peygamber'in
sünnetindendi. (Bu kitabın beşinci kısmına bakınız)
Zamanla umumi ahlâkın
bozulduğu [256]ve müslüman kadınların
tamamının perdelenerek gizlenmeye mii'minlerin tertemiz annelerindendaha fazla
muhtaç oldukları iddiasıyla perde arkasından almadıkça bu konuşma yasaklanmıştır.
(Bu kitabın ikinci kısmına bakınız. Zira bu kısım hicab hususunda mü'minlerin
annelerine iktida etmeye imkân bulunmadığını, isbat etmektedir) Keza asırların
birbirini izlemesiyle kadının zayıflaması sebebiyle bunda fitne olduğu
iddiasıyla isterse perde arkasından olsun kadının erkeklerle konuşması
menedilmiştir.
* Kadının mescidde
namaz kılması:
Aralarında genç
kızların, evlenmiş kadınlarla acuze kadınların da bulunduğu bir takım
kadınların mescide gelmesi Rasuîullah'ın sünnetinden di. (Bu kitabın beşinci
kısmındaki kadının mescide katılması bahsine bakınız.)
Peygamber devrinden
kısa bir müddet sonra bazı çevrelerde Peygamber'in bu husustaki:
"Allah'ın dişi kullarını Allah'ın mescidlerinden menet-meyiniz"
emrine muhalefet ederek kadınları mescidlerden menetmeye yönelmeler ortaya
çıktı. Nitekim daha Önce gördüğümüz gibi, Abdullah ibn Ömer 'in oğlu:
"Vallahi onları mutlaka menederiz. Aksi halde onlar bunu bir fitne ve
fesad vesilesi yaparlar" demişti. Büyük bir alim İbn Ömer'in bu oğlunun
sözünü şöyle tashih ediyordu: Abdullah'ın bu oğlu Peygamber'in emrine karşı
çıkmağa sadece zamanın bozulduğunu bildiği için cüret etmiştir.[257]
Zamanın geçmesiyle
birlikte kadın için, kadının kocası ve velisi için kerih görüldüğünden arzu
eden genç kız ve kadınların mescide katılma imkânına sahib olması engellendi.
Ama bu husus îslâmi kaidelerden dolayı kerih görülmeyip sadece zamanın
bozulduğu iddiasıyla kerih görüldü.[258]
Keza çağların
birbirini kovalamasıyla aynı şekilde ihtiyar kadınlar bile mescide çıkmaktan
menedildiler. Zira ihtiyar kadın mescidde namaz kıldığı vakit namaz
münassebetiyle yüzü açılacak dolayısıyla erkekler onu göreceklerdi. Nitekim bu
aşırılar şöyle dediler: Bilhassa zamanın bozulmasıyla birlikte "Konuşanın
ağzından düşen her lafı bir işitip yaşayan bulunur.[259]
* Kadının bayram günü
namaz yerine çıkması:
Başından nikâh akdi
geçmemiş taze bakire kızlara ve hayızlı kadınlara varıncaya kadar bütün
kadınların bayram günü namaza ve bayram törenine katılmak üzere namazgaha
çıkmaları Peygamber'in sünnetindendi. (Kitabın beşinci kısmındaki kadının
bayram törenlerine katılması bahsine bakınız).
Fakat zamanla taze
genç kızlar bundan menedildiler. Nitekim Hafsa bintü Şirin'den rivayete göre
(ki o tâbiun neslindendir) şöyle demiştir:
"Biz taze genç
kızlarımızı bayram günlerinde namazgaha çıkmaktan menederdik..." Bu haberi
Buhari rivayet etmiştir.[260]
Hafız İbn Hacer şöyle
der: (Öyle görünüyor ki tâbiun nesli taze genç kızları bayram namazına
çıkmaktan, ilk asırdan sonra meydana gelen fitne ve fesad sebebiyle
menetmeşlerdir."[261]
Çağların birbirini
izlemesiyle birlikte taze genç kızlar menedilip sadece ihtiyar kadınlara
müsaade edildi. Çünkü diğerlerinin hilafına ihtiyar ve gösterişsiz kadınların
çıkmaları müstehabdı![262]
Keza asırların
birbirini kovalamasıyla beraber "Konuşanın ağzından düşen her lafı bir
işitip yayan bulunur" iddiasıyla ihtiyar acize kadınlar da menedildiler.[263]
Şurası muhakkak ki,
taşkınların sürekli olarak umumi ahlâkın bozulmasından şikâyet etmeleri ve
bunu gitneye vasıta olan yolu kapatma kaidesi hususundaki aşırılıklarına delil
kabul edinmeleri, üstelik bu delilin gayret ve çabalan ıslaha yönelmekten
alıkoyması ile Peygamber'in: "Bundan sonra ü-zerinize gelecek zaman
muhakkak bundan daha şerli olacaktır. Ve bu fenalık siz ölüp de rabbinize
kavuşuncaya kadar asırlarca böylesürüp gidecektir." Sözü arasında büyük
bir çelişki vardır. (Bu hadisi Buharı rivayet etmiştir.)[264]
Zira Rasulullah'ın bu sözü Allah'ın yarattıkları hakkındaki sünnetlerinden bir
sünneti izah etmekte ve her asırda yaşıyan insanlara herhalükarda Allah'a
hamdetmelerini öğütlemektedir. Çünkü onların zamanında mevcud olan şerrin
ardından; onlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki bu zaman öncekinden daha
şerli olacaktır. Bu ise onların yaşadıkları devirde az da olsa, bazı hayırların
bulunduğu anlamına gelir. İnsanların, içinde yaşadıkları hayır ve şerri
değerlendirmede itidalli davranmaları ile yaşadıkları olayları tasavvurları da
doğru olacaktır.
Zira insanların
yaşadıklarıhayatta bir çok kötülük olsa da, aynı şekilde ondan birtakım
hayırlar da vardır. İşte bu bir takım hayır ilk önce umudun a-nahtarı ikinci
olarak da İslahın dayanağıdır. O halde İslahın kuvvetlenmesi ve cesaretle devam
etmesi için ıslah için çalışan bir kısımhayırlı ferdlerin ve bütün insanların
gönüllerinde hayır cihetlerinin bulunması gerekir. Demek-ki Rasulullah'ın az
önceki hadisi mü'minleri ıslah faaliyetine mani olacak vasıtalara karşı koymak
için kılıçlarını kuşanmaya ve fesad stresi karşısında bayrağını çekmekten ve
ümitsizliğe düşmekten kaçınmaya daveti ihtiva etmektedir.
Rasulullah (s.a.v.)'in
bu haberi tıpkı önlerine çıkacak tehlikelere karşı hazırlık yapmaları ve onlar
hakkında güzelce tasarrufta bulunmaları için yolculara Önlerindeki yolda bazı
tehlike ve engellerin bulunduğunu haber veren kimsenin durumu gibidir.
Her asırda hayır ve
iyiliğin mevcud olduğunu tekid eden hususlardan biri de kötülük ve fesadın
artması sebebiyle zamanın kötülüğünün yayılıp teşhir edildiği vakitte her
neslin babalarının ve atalarının içinde bulundukları pekçok hayrı yad
etmeleridir. Nitekim İbnü Hacer el-Askalani Fethulbari adlı eserinde
-"Kıyametin alametleri şunlardır: Zamanın birimleri birbirine yakın olur.
(Yıllar ay. aylar gün, günler ele saatler gibi hızla geçer) Allah'a kulluk ve
hayır amelleri eksilir, kalbleri şiddetli cimrilir yerleştirilir, birçok
fitneler meydana gelir ve hercümerc çoğalır"[265]
hadisini şerhederken- İbn Battal'ın şöyle dediğini nakleder:
"Bu hadisin
ithiva ettiği alametlerin tümünü hakikaten gözlerimizle gördük. Gerçekten
Allah'a kulluk ve hayır amelleri eksildi, cehalet zuhur etti, kaîblere
şiddetli cimrilik yerleştirildi, fitneler hertarafa yayıldı ve öldürme
olayları çoğaldı." İbn Hacer, İbn Battal'ın bu sözlerini müteakiben şöyle
der: Zahir olan şu iki, İbnü Battal'ın gördüğü alametlerden birçoğu mukabili
olan hayrın mevcuduyeti ile beraber bulunuyordu. Hadiste kastedilen mana; nadir
olanı dışında karşısında hayır amellerinden hiçbirşey kalmayacak şekilde bu
alametlerin tamamen hakim olmasıdır. Hakikat şu ki, zikredilen bu alametlerin
asılları sahabe asrından itibaren mevcud idi. Daha sonra başka yerlerin
hilafına bir kısım beldelerde çoğulmaya başladı. Nitekim beyan ettiğimiz
şekilde kıyametin kopmasından önce meydana gelecek durum bu alametlerin her
tarafa iyice hakim olmasıdır."[266]
Rasulullah (s.a.v.)'in
busözünün üslubuna uygun olarak büyük ve soylu şahsiyetlerden de bir kısım
sözler sadır olmuştur. İlk söz, Enes ibn Malik (r.a.)'dan rivayet edilmiştir:
Enes (Haccac namazı
vaktinden sonraya tehir edince): Peygamber zamanında mevcud olanlardan
hiçbirşey tanımıyorum, dedi. Kendisine: Namaz (Peygamber zamanında mevcud olup
hemen devam eder birşeydir. Binaenaleyh bu umumi önerme nasıl doğru olur?)
denilince, Enes: O, kendisinde zayi kılmalar, tağyirler yapıp zayi etmiş
olduğunuz birşey değil mi? dedi.
İkinci söz Malik'den
rivayet edilmiştir. Ebu Seni İbn Malik'in -tâbiunun büyüklerinden biri olan-
babası Malik'den rivayetine göre Malik şöyle demiştir:[267]
"İnsanları
üzerinde bulduğum amellerden namaza nida edilmesi dışında hiçbir şey
tanımıyorum." Bu iki söz de ilk asrın fazileti ve o asırda yaşayan
insanların üzerinde bulunduğu yüksek seviye beyan edilmekte aynı şekilde
Rasulullah'ın sünnetine ve Ashab-i Kiram'ın yoluna muhalefet etmekten o
dönemdeki insanlar tenzih ve tezkir edilmektedir.[268]
Üçüncü söz, yine
Malik'den rivayet edilmiştir. Kendisine, cariyelerini giyinmiş oldukları halde
çıplak bir vaziyette bedenleri ve göğüsleri açık bir şekilde çıkarmaları ve
tüccarların onları bu hal üzere satışa arzetmeleri gibi, Medine ve Mekke
halkının yaptıkları şeylerden sorulunca, bu durumu çok çirkin gördü ve bundan
nehyederek "Bu, ne sizden önce geçen fakihlerin ve hayırlı insanların ne
de fetva veren fıkıh ve hayır ehlinin yaptığı bir şeydir. Bu ancak Allah korkusu
ve takvası olmayanhayasız insanların amelinden-dır" cevabını verdi.[269]
Döndürcü söz ise Hişam
İbn Urve ihn Zübeyr'den rivayet edilmektedir: İbn Zübeyr der ki: Urve Akik
denilen kıymetli taşlarla köşkünü yaptırıp tezyin edince bundan ötürü kınanarak
kendisine "Rasulullah'ın mescidinden uzaklaşan" denildi. Bunun
üzerine Urve: "Camilerinizi terkedilmiş, çarşı ve sokaklarınızı çirkin,
cadde ve yollarınızda fuhşun ayyuka çıkmış, buna rağmen sizin rahat veafiyet
içinde olduğunuzu gördüm. (Bunun için de köşkü yaptırdım) dedi... İnsanlar:
Urve, bize bahsettiği şeylerle Medine ehlinden haber veriyor. Hakkında hiçbir
delil bulunmayan Medine ehlinin amelinden bir şeyle nasıl delil getirilir?
dediler. Ebu Ömer şöyle dedi: Benim kabul ettiğim görüş şudur: İmam Malik Muvatta'ında
ve diğer eserlerinde bilhassa Medine ehlinin ameliyye ihticac eder ve bunda
alimlerin, hayırlı ve erdemli insanların amelini kasteder. Yoksa kötü huylu
halkın amelini değil..."[270] Bu
iki söz her asırda kötü huylu ahalinin ve Allah korkusu (takvası) bulunmayan
kimselerin bulunacağı ve kendilerinden fesad ve ilk asırdaki siretten sapmalar
bulunan şeylerin vaki olacağı gibi hayır ve fıkıh ehli insanların da mevcud
olacağı ifade etmektedir.
Zamanın bozulduğu
İddiasına, "Şeriatın kolaylık gösterme ve hafifletme hükümleri itaatli ve
faziletli insanların asrında sabit olmuştu. Fakat artık durum değişmiştir.
Zamanın bozulmasına paralel olarak bu hükümler devam edemez. Fesada vasıta
olan yolu kapatmanın, haram kılma (yasaklama) kısıtlama ve Peygamber ile-Raşid
halifeler zamanında geçerli olan kolaylık gösterme hükümlerinideğiştirme,
kadının sosyal hayata katılmasını ve erkeklerle karşılaşmasını -ki isterse bu
karşılaşma Allah'ın evlerinden herhangi bir evde ve Allah'ın huzurunda namaz
esnassında olsun- askıya almaktan başka yolu yoktur" şeklindeki görüş
ilave edilmektedir.
Pak ve itaatkâr
insanların asrının geçip gittiği şeklindeki görüşün mi sallerinden biri de
şöyle diyenlerin görüşüdür: (Ebu Bekr ile Ömer (r.a.)'ın Ümmü Eymen ile bir
araya gelmelerinden bunların ona bakmaları icab etmez. Ayrıca bu nevi
insanlarla başkaları mukayese edilemezler. Bundan dolayı alimler bu nevi
insanlar için halveti caiz görmüşlerdir.)[271]
Bu aşırılık, bize İmam
el-Cuveyni'nin haddi aşan müsriflerden haber verdiği şu sözleri hatırlatıyor.
Haddi aşan müsrifler, cezalar hususunda şari-in tesbit ve beyan ettiği kolaylık
gösterme ve hafifletme ile ilgili hükümlerin sınırı aşmamayı kabul etmeyerek
şöyle derler: "İslâm'ın başlangıcından uygulanan ağır hükümleri
hafifletme ve kolaylık gösterilmesinin sebebi o devirdeki insanların İslâm'ın
en hayırlı çağında yaşamalarıydı. Onları bir-şeyden menedip vazgeçirmek için
basit bir tenbih ve azıcık bir tazir yetiyordu. Bu gün ise, kalbler katılaştı,
ahde vefa terkedildi ve akidler zayıfladı. Halkın umumunu şeriatın hükümlerine
bağlayan yegane şey tergib (teşvik) ve terhib (korkutma) haline geldi. Mevcut
cezalarla yetinilecek olursa insanların idaresi aynı minval üzere yürümez.
Bu yöntemle bazan
ahmak ve cahil kimseler zebun olabilirler. Ama hakikatte o, Peygamberlerin
efendisi Hz. Mifhammed'in kendisiyle gönderildiği hidâyete muhalefet etmeye
çare aramaktır. Özet olarak her kim şeriatın akıl sahihlerinin istıslahnıdan
(yani bir şeyi günel ve iyi görmelerinden) ve ulemanın görüşlerinin muktezasmdan
alınıp çıkarılacağını zannederse muhakkak o kimse şeriatı reddetmiş olur. Ve
onun bu zanm şeriatın ahkamını redde yol açan bir vasıta kabul edilir. Zira bu
yöntem zanla hareketten ibarettir. Şayet zanlar dinin esas kaidelerini
tasallut altına alacak olursa, akla müracaat eden herkes düşüncesini şeriat
edinmiş, şeriatı red ve menetmek için düşüncesine meyletmiş olur. Neticede
insanların akıl ve hatırından geçen fikirler Peygamber'e gelen vahiy mesabesine
yükselir. Sonra bu fikirler zaman vemekanın değişmesiyle değişeceğinden
şeriatın sübut ve istikran kalmaz.
O halde uyulması
gereken hakikat güvenilir insanların mahlukatın e-fendisi (Hz. Muhammed)
(s.a.v.)'den haber verdiği kesin nasslardır. Bundan başkanına uyulması
muhaldir. Zira haktan sonra ancak sapıklık vardır. Şeriatın kantrolünden ancak
onun güzelliklerini idrak edemeyen incelik ve sırlarına vakıf olamayan
cahiller çıkar. Hüküm koyma hususunda şeriatı araştırıp ona veya ondan
herhangi bir delile tutunanlar müstesna hiçbir kimse üstünlükte öne geçemez.
Peygamberler -Allah'ın salat ve selamı onların üzerine olsun- insanların
davranışlarını düzeltmek ve bütün işleri asıl maksadına uygun olarak yapmaya
davet etmekle görevlendirilmişlerdir."198
Zamanın bozulduğu
iddiasma yardım eden ve fitneye vasıta olan yolu kapatma hususunda aşırılığa
yol açan unsarlardan biri de en ihtiyatlı olana sarılma iddiasıdır. Bunun
misali müfritlerin şu sözleridir: "Akil ve baliğ olan bir insanın akile ve
balığa olmuş yabancı bir kadına bakması haramdır. Yüce Allah'ın: 'Mü'min
erkeklere söyle, gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar...' kavline binaen yüz
ve elleri müstesna kadına bakmanın haramlığmda ihtilaf yoktur.
Fitneden korkulması
halinde kadının yüz ve elleri de böyledir... Sahih olan görüşe göre nefsinden kaynaklandığım
zannettiği durumlarda fitneden emin olunması halinde şehvetsiz olarafe bakması
da böyledir... İmam bu hükmünü yabancı kadına bakmanın fitne sebebi ve şehveti
tahrik eden bir muharrik olduğu ve şeriatın güzeliğine münasib olan şeyin bu
kapıyı kapatmak ve yabancı kadınla başbaşa (halvet halinde) kalmak gibi; bu
hallerin ayrıntılarından uzaklaştırmak olduğu tarzında izah etmiştir. Bu
izahla, el ve yüzler avret değildir binaenaleyh onlara bakılması nasıl haram
olur? Şeklindeki görüş raddedilmiş olur. Zira el ve yüz avret olmamakla
beraber ona bakılması fitne yahud şehvet kaynağıdır. Bu yüzden de
insanlartedbir ve ihtiyat olarak bundan kaçındılar."
En ihtiyatlı olana
sarılmanın reddi hususunda muassır bir alim haklı olarak şöyle der: Uzun araştırma
ve incelemeler sayesinde genellikle en ihtiyatlı olana sarılmaya yönelmenin
bir sonucu olarak uzun asırlar boyunca pekçok şiddet ve meşakkate sevkeden
mezhebi anlayışa müracaat edilmesinin aksine doğrudan doğruya Kur'an ve
sünnete baş vurmanın daima hafifletme, kolaylık gösterme, meşakkat ve
zorlaştırmadan uzaklaşma prensibiyle beraber olduğunu gördüm. Din
"ihtiyata dayalı hükümler" bütünü haline geldiği zaman kolaylık ruhu
kaybolur. Aksine meşakkat ve zorlaştırma p-rensibi teşvik edilir. Halbuki Allah
Teala "Allah sizin üzerinize dinde hiçbir güçlük yüklemedi"
buyurarak, zatından kesin olarak meşakkat ve güçlüğü nefyetmiştir.[272]
Nitekim büyük
alimmerin bir kısmı asırlardan beri en ihtiyatlı olana sarılmanın vacip olduğu
görüşüne karşı çıkmışlardır.
Bu cümleden olarak
îmamül Harameyn el-Cüveyni şöyle der: "Şayet, en ihtiyatlı olana sarılmak
vacip olmalı değil miydi? denilirse, biz de deriz ki; vakif olduğunda şüphe
edilen şeyin gereğine sarılmanın vacib olduğu hükmü dinin asılları arasında yer
almamıştır."[273]
Biz muhaliflerin
tutumunu takdire diyoruz. Zira umumi ahlâkın bozulması onların gönüllerini
eleme boğmuştur. Fakat onlar ahlâkın bozulduğu iddiasında -atalarının haddi
aştığı gibi- haddi aşıp ileri gitmişlerdir. Neticede bu aşırılık kendilerine
galebe çalarak kadının sosyal hayata katılması ve erkeklerle karşılaşmasını
benimsemedeki maslahatlardan ve de menetmedeki meşakkat ve güçlüğü idrak
etekten onları gafil bırakmıştır...
Altıncı faktör: Yanlış
tevil edilen bir kısım âyet, hadis ve haberlerdir.
Fitneye vasıta olan
yolu kapatma kaidesi hususundaki aşırılığın bazı sebep ve faktörlerini daha
önce zikretmiş idik. En tuhafı, bu sebep ve faktörlerin kendilerini
destekleyen bir diz inass ve görüşler bulması ve onlara, yanlış tevil edilen
bir kısım âyet ve sahih hadislerle zayıf yahud mevzu (uydurma) hadis ve
haberlerin ilave olunmasıdır.
Bunların bazı
misallerini aşağıda zikrediyoruz:
ilk olarak: Kadına
karşı su-i zan beslenmesini destekleyen bazı âyet, hadis ve haberler:
a) Yanlış
tevil edilen âyet-i kerimelerden bir tanesi şudur: "Çünkü sizin tuzağınız
gerçekten büyüktür."[274]
Bu ifade, noksan
sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olan Allah Teala'nın diliyle
değil (zamanın maliye bakanı olan Mısırlı) Aziz'in diliyle söylenmiştir. Zira
bu söz, Aziz tarafından, kendi karısından sadır olan özel bir olay üzerine bir
tenkid ve kınama sadedinde söylenmiştir.
Sonra Kur'an-ı
Kerim'in bu sözü hikâye etmesinde Kur'an'ın bu durumu, her zaman ve mekanda
tüm kadınların tabiatını belirleyen kati bir ilahi hüküm olarak kabul ve itibar
ettiğine dair herhangi bir delil sözkonusu değildir.
Keza kardeşlerinin
Yusuf (a.s.)'a ne kadar büyük bir tuzak hazırladıklarını, sonra bu tuzaklarım
gerçekleştirmek için nasıl hilelerin en büyüğüne başvurduklarını düşünelim:
İğrenç bir mukaddime sonra çok çirkin bir iş, ardından korkunç bir yalan ve
hilelerini yalancı bir şahidle süsleme gibi...
Nitekim Allah Teala bu
hususu hikaye ederek şöyle buyurmaktadır: "Kardeşleri dediler ki: Ey
babamız! Sana ne oluyor da Yusuf u bize emanet etmiyorsun? Oy.sa ki biz ona
iyilik İsteyen kimseleriz. Yarın onu bizimle beraber (kır'a) gönderde bol bol
yesin, (içsin), oynaşsın. Biz onu mutlaka koruruz. (Babalan) dedi ki: Onu
(kıra) götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun
yemesinden korkarım. Dediler ki: Vallahi biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz
halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten aciz kimseler sayılırız. Onu
götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf a:
'Andolsun ki, sen onların bu işlerini onlar farkına varmaksızın, (bir gün)
kendilerine haber vereceksin' diye vahyettik. kardeşleri akşamleyin ağlayarak
babalarına geldiler. Ey babamız! Biz (alışla) yarışmak için (sahraya) gittik,
Yusuf da eşyamızın yanında bırakmıştık, (ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat
biz, doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın, dediler. Gömleğinin
üstünde de yalancı bir kan ile geldiler. (Yakub) dedi ki: 'Belki de
nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) güzel bir
sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak ancak Allah'tır'.
" (Yusuf,l 1-18).
Şimdi bu durumda
erkeklerin hile ve tuzakları mı daha büyük yoksa kadınlarınki mi?
b) Yanlış
te'vil edilen sahih hadislerden bazıları şunlardır: "... Eksik akıllı ve
eksik dinli..." hadisi [275]
Gerçekten bu hadîs o
kadar yanlış ve kötü bir teville tevil edilmiştir ki, neticede insanlar kadının
aklının zayıf ve güya aptal olduğunu sanmışlardır. Halbuki Rasulullah (s.a.v)
bu eksikliğin sadece mali hususlarda şehadet sahasına tam olarak nüfuz etme
hususunda hafıza kabiliyyeti ve kudretindeki bir eksiklik olduğunu beyan
etmiştir. Zira bu saha evinin içerisinde kadının alışık olduğu hayattan uzak
bir sahadır. Bu sebeple Rasulullah (s.a.v.) Radaa (sütemme) meselesinde bir tek
kadının şahidliğini bakbul saymıştır. Keza fukaha da kadınlara mahsus davalar
hususunda iki kadının şahidliğini geçerli kabul etmişlerdir.
"... Çünkü
kadınlar eğe kemiğinden yaratılmışlardır. Bu kemikte en eğri kısım üst
tarafıdır. Eğer sen eğri kemiği doğrultmaya kalkışırsan onu kararsın"
hadisi.[276]
Bu hadisi de o kadar
yanlış bir teville tevil edilmiştir ki Nihayet bazıları:
"Şüphesiz bu
hadis kadının bozuk tabiatlı olduğunu ifade etmektedir" demişlerdir.
Halbuki doğru olanı;
bu hadisin, kadının hilkatinin farklı olduğuna ve erkeğe meşakkat ve sıkıntı
verecek cinsten bazı davranışları hususunda bu hilkatin tesirine işaret
etmektedir. Eğrilik, doğruluğun zıddıdır. Hadisteki eğriliğin ani ve şiddetli
duygusallıkla tefsir edilmesi mümkündür. Buna göre bu duygusallığın dengede
tutulması ve kontrol altına alınması doğruluk, çabuk ve şiddetli olması ise
doğruluktan (istikametten) sapmadır. Herşeyi yerli yerince sağlam ve güzel bir
şekilde yapan ve her türlü noksan sıfatlardan münezzeh kemâl sıfatlarla
muttasıf olan Allah Azze ve Celle kadını bu duy-gusalUk melekesi ile
donatmıştır ki, çocuklarını terbiye etmesi için zaruri bir merhamet ve şefkatle
dopdolu olsun...[277]
(Bununla önceki
hadisin delalet ettiği mananın ne olduğu bahsi ikinci cildin beşinci kısmında
ayrıntılı olarak ele alınmıştır.)
"Şayet
uğursuzluktan birşey hak olsaydı, bu kadında atda ve evde olurdu" hadisi.
İhtisar veya bazı
ravilerin yaptığı tasarruflar sebebiyle bazı rivayetlerinde meydana gelen
hatanın bir sonucu olarak bu hadis de yanlış bir teville tevil edilmiş ve halk
arasında "uğursuzluk üç şeydedir" yahud "Uğursuzluk ancak üç şeydedir"
lafzıyla şayi olmuş [278] ve
bu sebeple kadın -Allah'a sığınırız- uğursuzluk kaynaklarından biri
sayılmıştır. Halbuki İslâm şeriatı uğur ve bereketi makbul ve muvafık görürken
uğursuzluk saymayı umumi bir sıfatla reddetmiştir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
"Uğursuzluk sayma
yoktur. Fakat uğur ve bereket evde, kadında ve attadır."[279]
c) Zayıf
hadislerden bazıları da şunlardır:
"Kadınlar sadece
(cinsi) bir oyuncaktır. Binaenaleyh her kim bir oyuncak edinmişse ona iyi
baksın, yahut ona iyi muamele etsin."[280]
Halbuki Rasulullah
(s.a.v.)'in sahih bir hadiste "Kadınlar ancak erkeklerin (tamamlayıcı)
parçalarıdır"[281]
buyurduğunu görüyoruz.
"Erkekler,
kadınlara itaat edip boyun eğdikleri vakit helak olmuştur."[282]
Allah Ebu Bekr
İbnü'l-arabiyye rahmet eylesin! Zira O, zayıf hadislerin insanlar arasında
nakledilip dolaştırılmasını reddederek şöyle der: "İnanan mii'minlere
düşen mallarına dikkat ettikleri gibi dinlerine de dikkat etmeleri ve mallarını
mülklerini koruyup muhafaza ettikleri gibi dinlerini de koruyup muhafaza
etmeleridir. Zira onlar, nasıl ki alış-veriş yaparlarken ayıplı ve kusurlu
parayı almazlar; sadece kusursuz ve temiz olanını tercih ederlerse, aynı
şekilde Rasulullah (s.a.v.) adına isnad edilen uydurma ve yalan hadislerle
konuşulmaması için Peygamber(s.a.v.)'den gelen rivayetlerden de ancak sahih
bir senetle gelen hadisleri alıp kabul edebilirler. Aksi takdirde Allah ve
Rasulü fazileti isterken bu suretle dine nakısa karışır. Hatta çoğu zaman apaçık
hüsrana.düçar olur."[283]
d) Mevzu
hadislerden bazıları da şunlardır:
"Ben Adem'e iki
hasletle üstün kılındım. Onun hanımları kendisine masiyette yardım ederdi.
Halbuki benim hanımlarım bana taatte yardımcıdırlar"[284]
hadisi.
"Kadına itaat,
nedamettir" hadisi.[285]
"Kadınlarla
istişare edin. Fakat onlara muhalefet edin" hadisi.[286]
Halbuki sahih
hadislerin beyanına göre, Rasulullah (s.a.v.)'in Hudeybi-ye (müsalahası) günü
Ümmü Seleme'nin mübarek görüşlerine müracaat ederek onunla istişare ettiği
sabit bir şeydir."[287]
"Şayet kadınlar
olmasaydı Allah'a hakkıyla ve gerçek olarak ibadet edilirdi"[288]hadisi.
'^Kadınlara yazı
yazmayı Öğretmeyin. Onları odalarda da oturtmayın. Fakat onlara Nûr sûresini
öğretiniz."[289]
Aksine Şifa bintü
Abdillah'tan rivayet olunan sahih bir hadiste şifa şöyle demiştir:
"Ben Hafsa'nın
yanında iken Peygamber (s.a.v.) yanımıza girip bana: Ey Şifa, Hafsa'ya yazı
yazmayı öğrettiğin gibi sıraca hastalığına karşı Rukye yapmasını da öğretmez misiniz?"[290]
buyurdular.
Gerçekten
"Kadınlara yazı yazmayı öğretmeyiniz" şeklindeki mevzu (uydurma)
hadis Hicrî 14. asrın (M. 20. yüzyılın) başlarına kadar İslâm aleminin büyük
bir kısmında geçerliliğini sürdüren aşırılığın Örneklerinin esasını
oluşturuyordu. Nihayet bir kısım fazilet sahibi alimler bu aşırılığa karşı
mücadele verdiklerinden Allah'ın lütfuyla bu aşırılık bulutlan dağılıp yok
olmaya başladı. Fakat bu aşırılık bazı islam beldelerinde ta bu asrın yarısına
kadar devam etmiştir. Bu örnekleri beyan ederken Dr. Takıyüddin el-Hilali
söylememektedir:
"Kadınların
eğitim ve öğretimi hususunda birbirine muhalif üç ayrı görüş vardır:
Birinci görüş:
Kadınların, manasını anlamaksızın Kur'an'ı okumalarından daha fazla
eğitilmemeleridir. Bu görüşe sahip olanlar şöyle derler: Bu görüşlerin en
güzeli ve doğruya en yakın olanı atalarımızı üzerinde bulduğumuz görüştür.
Zira onlar bizden daha ziyade ihsan sahibi idiler. Kadınların e-ğitilmesi
onların ahlâkını ifsad eder. Çünkü okuma yazma bilmeyen kadınlar insan
şeytanlarını kolayca elde edemezler. Şüphe yok ki kalem aşikâr olduğu veçhile
lisanlardan biridir. Dolayısıyla kadın, okuma yazma bilmemekte bu lisanın
şerrinden emin olur. üzerine sağlam ve sarsılmaz bir perde çekilmesiyle ikinci
lisanın şerrinden de emniyete kavuşmuş olacaktır. Böylece kadının fitnesinden
yana emin olması kemale erer. Nice eğitimli kadınlar gördük ki, onlara şer ve
kötülük yalnızca eğitilmeleri cihetinden bulaşmıştır.
Bu, İslami dönemde,
insanların iffetli olduğu devirde ve Arapların ha-miyyet ve izzet sahibi
oldukları günlerde böyleydi. Ama bu zamandaki duruma gelince iş şiddetlenip
haddi aştı. Artık delik büyük, yamalık küçük! Şüphesiz genç kızların
okuma-yazma öğrenmeleri onların akıllarına dünyada olup biten fesad ve flört
hadislerinin in tamamını ulaştırmaya vasıta olacak onların fikrine kendisinden
uzak oldukları kötü düşünce ve hatıraları dolduracaktır. Hadiste
"Kadınları odalarda oturtmayın. Onlara yazı yazmayı da öğretmeyin. Fakat
onlara ip eğirmeyi ve Nûr sûresini öğretiniz" Duyurulmaktadır. İşte doğru
olan eğitim ve öğretim şekli budur. Çünkü yazı yazma fasıklarla yazışmaya
vasıta olacak bir araçtır. Odalarda oturmaları ise işaretle bile olsa
fasıklarla konuşmalaranı, anlaşmalarına yol açacak bir vasıtadır..."[291]
Allah, İbn Hacer'e
rahmet eylesin! Zira O, kendi akıllarınca dini bir maslahat için Rasulullah
adına hadis uydurmayı caiz görenlerin delillerini redderek şöyle der: Kerramiye
ve bazı zahidler gibi, dinin ve ehli sünnet olunun takviye edilmesi, tergib ve
terhib ile ilgili hususlarda Peygamber adına yalan söylenmesi caizdir, diyen
kimseler cehletmişlerdir.
Bunlar. Peygamber
adına yalan söyleyenler hakkında yapılan vaidin (tehdidin) onun lehinde olan
yalan hakkında olmayıp aleyhinde olan yalan isnadı konusunda olduğunu söylemek
suretiyle delil getirip bu görüşlerini isbata yöneldiler. Bu batıl bir
istidlaldir. Zira Peygamber (s.a.v,)'den sadır olan vaidden maksad, onun adına
yalan (uydurma) hadis nakleden kimselerdir. Bu yalan hadisi uydurma ister
lehine olsun ister aleyhinde, farketmez. Allah'a hamdolsun İslâm dini tam ve
mükemmel bir din olup yalanla desteklenmeye muhtaç değildir..."[292]
e) Zayıf ve
mevzu (uydurma) hadislerden bir kısmı da şunlardır:
Rivayete göre Lokman
çocuklara okuma, yazma ve Kur'an öğretilen küçük bir okulda bir cariyeye
rastlamış da: Bu kılıç kimin için parlatılıyor? (Yani kendisiyle kimin
Öldürülmesi için parlatılıyor?) demiş.[293]
Keza rivayete göre
Ömer İbn Hattab (r.a.):
"Kadınlara
muhalefet edin! Zira onlara muhalefette bereket vardır" demiştir.[294]
Yine rivayete göre
Ömer İbnü Abdilaziz'in ailesinden bir kadın vefat etmişti. Kadın defnedildikten
sonra kendisiyle beraber halk da evine dönerek kendisine evinde taziyede
bulunmak istemişler. Bunun üzerine Ömer İbn Abdilaziz içeri girerek kapısını kapatmış
ve:
"Şüphesiz biz
kadınların ölümünden dolayı taziye olunmayız" demiştir.[295]
Mevahibü'l-celil adlı
eserin müellifi bu haberi reddederek şöyle der:
Rasulullah (s.a.v.)
kız ve erkek ayrımı yapmaksızın "Her kimin üç tane çocuğu ölür de o kimse
onlar(la uğradığı musibet)e sabredip ecrini Allah'tan umarsa cennete girer"[296]
buyururken, Allah Teala da: "... Başınıza ölüm musibeti gelmişse..."
buyurmakta (ve ölümün musibet olması noktasında kadını erkekten
ayırmamaktadır.) Yine Nebi (s.a.v.): "Müslümanlar, başlarına gelen
musibetler hususunda bana gelen musibetle birbirlerini sabra teşvik etsinler
diye..."[297] buyurarak saliha olan
zevce ile salih bir eşin başına gelen musibeti bir tek musibet kabul etmiştir.[298]
İkinci olarak: Kadının
fitne vasıtası oluşunun manasının yanlış anlaşılmasını destekleyen bazı âyet,
hadis ve haberler:
a) Yanlış
anlaşılan âyetlerden bir kısmı şunlardır:
Allah Teala (hicab
konusuna temas ederek) şöyle buyurmaktadır.
"Peygamberin
hanımlarından birşey istediğiniz zaman, perde arkasından isteyin. Bu hem sizin
kalbleriniz için hem de onlann kalbleri için daha temizdir." (Ahzab,53).
Bu âyet, hicab (yani
erkeklerden perdelenerek gizlenme) farizasının sadece Peygamber'in hanımlarına
mahus bir hüküm olduğunu beyan etmektedir. Ne var ki, bazıları bu âyeti yanlış
tevil ederek hicab farizasının umumi ve mü'minlerin kadınlarının tamamı
hakkında mendub olduğunu kabul etmişlerdir. Biz bu hususta mü'minlerin
annelerine tâbi olunmasına imkân bırakmayacak şekilde hicabın, Peygamber'in
hanımlarına mahsus bir özellik olduğunu (daha önceki kısımlarda) isbatlamıştık.
(Bu mevzu için bu cildin ikinci kısmına bakınız).
Keza Allah Teala
(Peygamber'in hanımlarına hitaben):
"Evlerinizde
oturun. İlk cahiliyye (devre kadınları)mn açılıp saçılarak, zinetlerini göstererek
(kırıta kırıta) yürümeyin" buyurmaktadır (Ahzab, 33).
Bu âyetin nasıl yanlış
tevil edildiğini görmek için, bu cildin birinci kısmına bakınız.
b) Bazı
kimselerin fasid bir teville tevil ettikleri sahih hadislerden kimisi de
şunlardır:
Biz burada sadece iki
hadisi zikretmekle iktifa ederek (okuyucudan) bu cildin birinci kısmına
müracaat etmesini rica ediyoruz. Zira orada bazı kimseler tarafından tamamen
yanlış bir şekilde tevil edilen ve seddüzzerai konusundaki aşırılığa sebep
teşkil eden sahih hadislerin büyük bir kısmıyla bu iki hadisin hangi manaya
delalet ettiğini ayrıntılarıyla ele aldık.
"Ben ve Meymune
Rasulullah'ın yanında bulunuyorduk" şeklindeki Ümmü Seleme hadisi.
Ümmü Seleme şöyle
demiştir: Biz Rasulullah'ın yanında iken o sırada İbnü Ümmi Mektum çıkageldi.
Bu olay bizim hicabla emrolunmamızdan sonra idi. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v.):
"Ondan
(perdelenerek) gizlenin!" buyurdular. Biz:
- Ya Rasulallah! O,
gözleri görmez bir ama değil midir? Bizi ne görür ne de tanır, dedik. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.): (O âmâ ise), siz de mi âmâsınız, siz onu görmüyor
musunuz? cevabını verdi.[299]
Bu hadis sadece
Peygamber'in hanımlarına mahsus (bir hüküm) ifade ettiği halde insanlar onu
mü'minlerin hanımları için umumi olduğu şeklinde tevil ettiler.
Rasulullah:
"Sizleri (beraberinde mahremi bulunmayan) kadınların yanlarına girmekten
sakındırırım" buyurdular. Bunun üzerine Ensardan bir adam:
- Ya Rasulallah!
(Zevcin babalan ve oğullarından başka) erkek akrabalarına ne dersin? diye
sordu. Rasulullah:
"Onlarla halvet
ölümdür" buyurdu, şeklindeki hadis.[300]
Bu hadisi şerheden
alimler onu, kadınların yanlarına girmekten nehyet-tiği şeklinde tevil
etmişlerdir. Halbuki kadındaki nehiyden maksad halvet (yani başbaşa kalma)
halindeki girmekten nehiydir.
Bu hadislere, aslına
uzak bir teville tevile maruz kalan bir takım sahih mesur görüş ve sözler de
dahildir. Bunlara misale gelince:
Hz. Aişe'nin şu
sözüdür: Aişe şöyle demiştir:
- Şayet Rasulullah
(s.a.v.) kadınların çıkardıkları modalara yetişseydi, İsrailoğulları kadınlarının
menedildikleri gibi onları mutlaka menederdi. (Müslim'in rivayetine göre ise:
Onları mutlaka mescidden menederdi.)[301]
Hz. Aişe'nin bu sözünü
te'vil eden aşırılar, sanki bu söz, Rasulullah (s.a.v.)'in "Allah'ın dişi
kullarını Allah'ın mescidlerinden menetmeyiniz" şeklindeki hadisini
neshetmiş gibi, onun, kadınların mescidlerden menedil-mesini vacip kıldığı
şeklinde tevil etmişlerdir. Halbuki bu söz, zinetlenme ve güzel koku sürünmeyi
nehyetme gibi Rasulullah (s.a.v.)'in koymuş olduğu prensiplere muhalif olan
modaları çıkartan kadınlar için zecretme (caydırma) makamında söylenmiş bir
sözdür.
c) Zayıf
hadislerden bazıları da şunlardır:
"Kadınlara karşı
eski elbiseden yardım isteyiniz. (Yani onlara yeni elbiseler almayınız ki kötü
elbiselerini giymeye mecbur olup dışarıya çıkma-sınlar)[302]
"Kadınlara yeni
elbise almayınız ki evlerde perde arkasında oturmaya mecbur olsunlar."
"Kadınların avret
yerlerini evlerle örtüp gizleyiniz."[303]
"Rasulullah (s.a.v.) kızı Fatıma (a.s.)'a:
"Kadın için hangi
şey daha hayırlıdır? diye sordu. Fatıma: Kadının erkeği erkeğin de kadını
gormemesidir, cevabını verdi.[304]
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.) kızını bağrına basarak:
"Bu
Peygamberlerin hepsi de birbirinden gelme tek bir nesildir" âyetini okudu.[305]
Ümmü Seleme bintü
Hakim'den rivayete göre şöyle demiştir: "Ben, hayızdan, çocuktan ve
evlenmeden kesilmiş kadınlara eriştim. Onlar Rasu-lullah'la birlikte farz
namazları kılıyorlardı."[306]
Süleyman İbnü Ebi
Hasme'nin annesinden rivayetine göre Annesi rivayetine göre annesi şöyle haber
vermiş:
"Hayızdan,
çocuktan ve evlenmeden kesilmiş kadınları Rasulullah (s.a.v.)'le beraber
mescidde namaz kılarlarken gördüm."[307]
Daha Önce aralarında
Esma bint Ebi Bekr'in, Ömer ibn Hattab'ın hanımı Atike bint Zeyd'in, Fatıma
bintü Kays'ın ve Rubeyyi bint muavviz (r.a.)'ın da bulunduğu genç kadınların
Rasulullah (s.a.v.)'le birlikte mescidde cemaat namazına katıldıklarını
gösteren sahih hadislerden birçoğunu -besince kısımda- arzetmiştik..
d) Mevzu
hadislerden bir kısmı da şunlardır:
Abdulkays oğullarının
elçileri Rasulullah'a geldiler. Aralarında parlak ve güzel çehreli bir de genç
vardı. Rasulullah o genci arka tarafına oturtarak şöyle dedi:
"Davud (a.s.)'ın
kusuru (bu nevi kimselere) bakmaktı."[308]
Haddi aşan taşkınlar
şöyle der: Parlak ve güzel çehreli bir uşağın fitnesi ile ilgili hususta
Peygamberin sireti ve sünneti böyle olunca artık kadın fitnesine karşı durum
daha şiddetli ve daha tehlikeli ve de kadınların erkeklerden uzak tutulmaların
daha evla olur.
e) Zayıf
haberlerden biri de İbn Mes'ud (r.a.)'ın şu sözüdür: İbn Mes'ud (r.a.) şöyle
demiştir:
"Eskimiş deri
ayakkabıları içerisindeki ihtiyar acuze kadınlar müstesna -Mekke ve Medine
mescidleri dışında- hiçbir kadın evinin içerisindeki namazından daha faziletli
bir namaz kılmamıştır."[309]
Fitneye vasıta olan
yolu kapatma hususundaki aşırılığa yardım eden sebep ve amilleri iyice
düşündüğümüz zaman bunun arkasında sürekli olarak ya zanna tâbi olma ya heva ve
hevese uyma ya da her ikisinin birlikte bulunduğunu görürüz. Bunun açıklaması
şudur:
Zanna tâbi olma
hususunda söylenecek söze gelince; Zan ilmin zıddı-dır. İlim hadiselerin
hakikatini idrak etmek ve bir meseleyi delilleriyle bilmek anlamına gelir. Zan
ise zayıf haberlerden yahut eksik bilgilerden yahud da yanlış düşüncelerden
ibaret bulunan aldatıcı şeylere tâbi olmak demektir.
Heva ve hevesin peşine
düşme hakkında söylenecek söze gelince; şudur: Heva ve heves, nuru her tarafı
aydınlatsa bile, Allah'ın indirdiği hakikati görmeğe mani olur ve aynı şekilde
sahibini neredeyse etrafında olup biten hiçbir şeyi görmeyecek şekilde gözleri
bağlı olarak nefsinin çevresinde dönüp duran kimse haline çevirir.
Irz ve namusa karşı
duyulan gayret ve kıskançlık duygularının ardında da yine zanna tâbi olma
yatmaktadır. Bu da insanların içindeki dindarlık duygusunun zayıflamasıyla
mubah bir amelin işlenmesinin sonucunda ekseriyetle fesad meydana geleceğinin
birbirine karıştırılması ve aynı şekilde yaşanılan vakıayı tasavvur etme
hususunda eksik ve güvenilir olmayan malumatlara dayanmak suretiyle olur. Keza
bunun ardında da heva ve hevese uyma yatar. Bu ise mutedil kıskançhkduygusuyla
aşırı kıskançlık duygusunun birbirine karıştırılmasıyla olmaktadır.
En ihtiyatlı olana
sarılma iddiasının ardında da, en ihtiyatlı olana sarılma ve mubah olan
birşeyden çekinmenin medholunan veradan olduğu zannedildiğinde yine zanna tâbi
olma vardır. Zanna tâbi olmanın geri planında ise bazan heva ve hevese uyma
bulunmaktadır. Zira heva ve heves sadece harama rağbet ve meyilden müteşekkil
değildir. Bilakis onda nefsi ve Allah'ın yarattıklarını mahrum etme ve onlar
üzerinde kısıtlama yapmaya meyleden bu sebeple de helal olan şeylerden yüz
çevirten bazı karakterlerde bulunmaktadır.
Zayıf ve mevzu
hadislerin insanlar arasında nakledilip dolaştırılması meselesine gelince; bu
hadislerin insanları daha ziyade Allah'a itaat etmeye ve masiyetlerden
uzaklaşmaya sevkedeceği zannedildiğinden bunun da arkasında zanna tâbi olma
yatmaktadır.
Diğer taraftan fitneye
vasıta olan yolu kapatma hususunda aşırılığa sev-keden sözkonusu bu faktörlerin
tamamı arasında müşterek bir özellik vardır. O da aklid şeklinde kendini
gösteren zanna tâbi olma özelliğidir. Buna aşırı gaflet denilmesi de mümkündür.
Zira taklid, şeriatın nasslarından gafil olmaya sebep olur. Nitekim bu cildin
bütün kısımları üzerine bir kere göz a-tılması kadının, ciddiyet ve vakar
içerisinde hem sosyal hayata katılması ve hem de erkeklerle karşılaşmasının
Rasulullah {s.a.v.)'in siretinden ve müslü-man toplumun belirgin
hususiyetlerinden biri olduğunu ifade ve beyan eden sünnet nasslarından gaflete
düşüldüğünü kati olarak isbat eder.
Aynı şekilde taklid.
fıkıh usulünü tam olarak idrak etmekten de habersiz olmaya sebep olur. Nitekim
fitneye vasıta olan yolu kapatma (seddüzze-rai kaidesi) hususunda usulü fıkıh
alimleri tarafından beyan edilen tesbitler mütalaa edildiğinde -ki usulcülerin
beyan ve tesbitlerin daha önce zikredilmişti- bu kaidenin tatbiki hususunda şu
iki şarttan gaflet edildiğini kesin olarak isbat edecektir.
Birinci şart: Fitneye
vasıta olan yolu kapatmak amacıyla yasak edilecek mubahın ekseriyetle mefsedete
yol açacak vesilelerden olması ikincisi ise yasaklanacak bir mubahın mefsedet
ve zararının maslahatından daha fazla olması şarttır.
Eğer mesele zanna tâbi
olmakla kalsaydı, kitap, sünnet, usulü fıkıh ve sosyal hadiselerin bilinmesinden
ibaret olan ilimle bunun telafi edilebileceği için bu durum elbette bir nevi
önemsiz sayılırdı. Ama hadise bununla kalmayarak heva ve heveslere tâbi olmaya
kadar ileri giderek haddi aşmıştır. Bu ise telafisi çok zor birşeydir. Zira
heva ve hevese tâbi olma akıl ve kalbin ışığını tamamen söndürür ve bunları
karartır.
Allahu Teala'nın her
halükârda bizleri, bir taraftan ilmi diğer taraftan gizli heva ve arzulan açığa
çıkarmada -belli bir dereceye kadar- muvaffak kılmasını ümid ediyor kendi nefislerimize
ve kardeşlerimize Allahu Teala'nın
"Onlar zanna ve
nefislerinin meylettiği arzulara uyuyorlar. Halbuki kendilerine de Rableri
tarafından bir yol gösterici (hidâyet) gelmişti." kavliyle onlar sadece
zanna tâbi oluyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakamından hiçbir şey ifade
etmez" (Necm, 23-28).
kavillerini
hatırlatırız.
Hülasa: Kadının
yüzünün açılması ve onun meşru şekilde sosyal hayata# katılrpasından doğacak
fitne sabah ve akşam kendilerini imtihan etmek için Allah Teala'nm
ademoğullarına ve kızlarına takdir ettiği kaçınılmaz ve gerekli bir fitnedir.
Müslümanın, Allah tarafından takdir edilen bu fitneye göğüs gerip onunla
mücahede etmesi iradesini güçlendirecek, heva ve heveslerine üstünlük
sağlamasını kuvvetlendirecek neticede ona sağlam bir kişilik ve mutedil bir
şahsiyyet kazandıracaktır.
Bu fitneden kurtulmak
için ondan kaçmaya gelince (insanların hayatını) kısıtlamak ve (onlara)
zulmetmeksizin buna imkânı yoktur. Fakat insanların hayatını kısıtlamak ve
onlara zulmetmek ebedi olarak hiçbir hayır getirmeyecektir. Nitekim Ebu
Hureyre (r.a.)'ın -günün birinde- bu nevi fitne sebebiyle nasıl sıkıntı
çektiğini ve erkeklik yumurtalarını çıkartıp hadımlaş-mak suretiyle ondan
kaçmak istediğini, bu yüzden de Rasulullah'ın onu reddederek: "Ya Eba
Hureyre, senin kavuşacağın mukadderatını yazan kalemin mürekkebi kurumuştur. Şu
halde sen ister hadımlaş, ister bırak farketmez" buyurduğunu [310] bu
cildin ilk başlarında görmüştük.
Seddüzzerai (fitneye
vasıta olan yolu kapatma) kaidesi şeriatın kaidelerinden muhkem bir kaidedir.
Fakat usul alimlerinin beyan ve tesbit ettiği şartlara uygun olmadığı zaman bu
kaidesiy uygulamanın şeriattan olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira
uygulamanın bu şartlara uymaması halinde şeriatın dışına çıkma günahına düşülmüş
olur.
Şüphesiz sahabe-i
kiramın -ve onlardan sonra gelen müctehid imamların- bu yüce kaideyi şeriatın
ahkâmının başka şeylerle karıştırılmasına vası-ta olan yolu kapatmak için
işletmelerine karşın -ki mubahın beyan edilmesinin vacip oluşu bahsinde Şatibi'nin
bu hususta söylediği şeyler yukarıda geçmişti- sonra onların ardından halef
ulemasının gelerek bu kaideyi şeriatın hükümlerini karıştırma hususunda
işletmeleri hayret verecek bir durumdur. Yani halef alimlerinin bu kaidesi
uygulamadaki aşırılıklarının neticesi olarak mubah olan şeylerin bir çoğu
mekruh ve haram olan şeylerle karışmıştır. Allah bizi halka hidâyet
buyursun... (Amin)! [311]
BU BOLÜMÜN konusu,
müslüman kadının gerek ev içerisinde, gerekse ev dışında yabancı erkeklerin
önünde nasıl giyineceği ve ne kadar süsleneceğidir. Günümüzde yazar-çizer
takımı, şer'î ölçülere uygun kadın elbisesine "hicab" diyor. Halk
arasında da bu yanlış kullanıma rastlanmakta, bu vasıfta elbise giyen kadınlara
"luhaccebe" denilmektedir. Doğrusu ıstılahlarda tartışma olmaz.
Ancak bu çağdaş kelimeyi kullanmaktan sakınmayı gerektiren hususlar vardır.
1. Bu çağdaş
terimin, Kur'arida geçen "hicab" keli0mesinin anlamına aykırı bir
mana ifade etmesi;
Allah Teaîa buyuruyor:
"İki taraf
arasında bir hicab (engel) ve a'raf (cennet İle cehennem arasındaki engel)
üzerinde de hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır..." (A'raf. 7/46).
"O (Süleyman) da
demişti ki: 'Gerçekten ben, at sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih
edip sevdim'. Sonunda bu atlar, hicabın (toz perdesinin) arkasına
saklandılar." (Sad, 38/32).
"Ve dediler ki:
'Bizi davet ettiğin şeye karşı kalblerimiz bir örtü içindedir; kulaklarımızda
bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir hicab (perde) vardır. Artık sen
(yapabileceğini) yap, biz de gerçeklen yapıyoruz." (Fussilet; 41/5)
"Kendisiyle
Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir-vahiy ile
ya da hicab (perde) arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine
vahyetmesi (durumu) başka..."(Şûra, 42/51)
"Kur'an okuduğun
zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir hicab (perde)
kıldık."{İsra, 17/45)
"Kitab'ta
Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere
çekilmişti. Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir hicab (perde)
çekmişti..."(Meryem, 19/16-17)
- "... Onlardan
(Peygamberin hanımlarından) bir şey isteyeceğiniz zaman hicab (perde)
arkasından isteyin. Bu sizin kalbleriniz için de onların kalbleri için de daha
temizdir." (Ahzab, 33/53)
Bu âyet-i kerimelerde
geçtiği üzere "hicab" iki şeyin arasını ayıran, birbirini
görmeyiimkânsız kılan engel anlamına gelir. İnsanın giydiği elbise için
kullanılması asla doğru değildir. Zira cinsi ne olursa olsun -kadının yüzü
dahil tüm bedenini örtse bile- giydiği elbise kadının etraftan görülmesini
engellemez. Tepeden tırnağa siyahlara bürünse insanların görmesine engel
olamaz. "Onlardan bir şey isteyeceğiniz zaman hicab arkasından
isteyiniz" âyetinde geçen hicab, evde erkeklerle kadınların arasını ayırmak
için çekilen perdedir.
2. Bu çağdaş
anlamıyla "hicab" tabirinin, sü mette geçen manasına ters düşmesi:
Ömer'den (r.a.)
rivayet edilmiştir: "Ya Rasulallah, huzurunuza iyisi geliyor, kötüsü
geliyor. Keşke mü'minlerin annelerine hicabı emretseniz" dedim. Çok geçmeden
hicab âyeti nazil oldu.'[312]
Enes b. Malik (r.a.)
demiştir ki: "Hicab âyetinin inişini en iyi bilen benim. Rasulullah
(s.a.v.) Zeyneb binti Cahş ile evleniyordu. İnsanları davet edip yemek
vermişti. Yemekten sonra gelenler dağıldı. Ancak bir gurup kalkmadı ve uzun
uzadıya oturdular. Rasulullah kalkıp dışarı çıktı; ben de onunla beraber
çıktım. Bunu kalksınlar diye yapmıştı. Aişe'nin kapısına kadar gelip
misafirlerin kalktığım zannederek geri döndü. Ben de döndüm. Ancak içeri
girdiğimizde hâlâ kalkmadıklarını gördük. Rasulullah tekrar çıktı; Aişe'nin
kapısına kadar yürüdü, herhalde çıkmışlardır düşüncesiyle geri döndü. Bu sefer
gitmişlerdi. Rasulullah aramıza bir perde gerdi. Çok geçmeden "hicab
âyeti" nazil oldu.[313]
Not: Sahih-i
Buhari'den verilen referanslarda "Fethu'1-Bari Şerhi Sahihi'l-Buhari,
Kahire Mus tafa Halebi baskısı, Sahih-i Müslim'den verilen referanslarda ise
İmam Müslim'in "el-Ca miu's-Sahih"irıin İstanbul baskısı esas
alınmıştır.
Aişe (r.a.) şöyle
demiştir: "Süt amcam gelmişti. Eve girmek için izin isteyince,
Rasurullah'a sormadan içeri almak istemedim. Bu olay bize hicab emredildikten
sonra olmuştu. (Bir rivayette:[314]
"Ben senin amcan olduğum halde neden bana karşı hicaba bürünüyorsun?"
demişti.) Müslim'in rivayetinde 1se şöyle: Hicaba bürünerek Rasurullah'a
durumu haber verdi. O da buyurdu ki: "Ona (amcana) karşı hicaba
bürünme."[315]
Abdulmuttalib b. Rebia
b. Haris'ten rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) öğle namazını
kıldırdıktan sonra çıkıp evine gittik. Kendisinde önce varıp kapıda beklemeye
başladık. Gelince uzunca bir müddet sükut etti. Biz konuşmak isteyince Zeyneb
hicab arkasından onunla konuşmamamızı işaret etti..."[316]
Enes'ten (r.a.)
rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) Hayber ile Medine arasında üç gün
kalıp Safıyye bintu Huyey ile evlendi. Müslümanlar "cariyesi mi, yoksa
mümenlerin annesi mi" diye düşünürlerken, "eğer hicab kullanırsa
mü'minlerin annesi, kullanmazsa cariyesidir" dendi. Yola koyulunca onu
arkasına aldı ve bir hicab gererek insanların görmesini engelledi."[317]
Sünnetten bu kadar
delil ile yetinelim. Daha fazla delil isteyen "Buhari ve Müslim'in
sahihlerinde, "hicab lafzının sadece mü'minlerin annelerine mahstıs
oluşu" başlığına (üçüncü cildin ikinci bölümü) müracaat edebilir.
Kur'an'da ve sünnette
"hicab"ın ne manada kullanıldığını gördükten sonra şimdi -bizim bu
cilde isim olarak tercih ettiğimiz- "libas ve zinet" (giysi ve süs)
lafızlarının Kur'an'da kullanılışlarını görelim:
Allah Teala buyurdu:
"Ağacı tattıkları
anda ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından
yamayıp-örtmeye başladılar."(Araf, 7/22)
"Ey Ademoğulları,
biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir libas (elbise) ve süsleyecek bir giyim
indirdik (varettik)." (A'raf, 7/26)
"Ey Ademoğulları,
şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini göstermek için, libaslarını
sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya
uğratmasın." (A'raf, 7/27)
"Başörtülerini
gerdanlarını kapatacak şekilde sarkıtsınlar." (Nûr, 24/31)
"Süslerini açığa
vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni bariç."(Nûr, 24/31)
"Ey Peygamber,
eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına cilbablarıni (dış elbiselerini)
giymelerini söyle." (Ahzab, 33/59)
"Kadınlardan
evliliği ummayıp da oturmakta olan (adetten ve çocuk doğurmaktan kesilmiş
yaşlı)Iar, süslerini açığa vurmaksızm (dış) elbiselerini çıkarmalarında
kendileri için bir sakınca yoktur. Yine de İffetli davranmaları kendileri için
daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir." (Nûr, 24/60)
Libas ve zinet
lafızları sünnette şu manalarda kullanılmıştır.
"Mü'minlerin
anneleri Rasulullah ile beraber baştan ayağa dikişsiz dış örtülerine bürünmüş
olarak sabah namazına gelirlerdi."[318]
"İzarlarım(
Bedenin alt yarısını örten elbise) yandan bölerek başörtüsü yapıp başlarını
örttüler."[319]
"Rasulullah'a
ipekli elbiseler getirdiler. Bir tanesini Ali'ye verdi ve 'onu böl, kadınların
başörtüsü yapsınlar' buyurdu,"[320]
"Rasulullah'ın
hanımı Aişe entari ve başörtüsüyle namaz kılardı."[321]"Meymune
izar kullanmadan, entari ve teaşörtüsüyle namaz kılardı."
"Bir kadın,
Urve'den fetva istedi: 'Mintak (ortasına kuşak bağlanarak aşağıya sarkıtılan
geniş ve bol elbise) bana zor geliyor, namazı entari ve başörtüsüyle kılsam
olmaz mı? dedi. 'Uzun ve geniş olursa olur' dedi."[322]
Malik dedi ki:
"Yemin keffaretinin ödenme şekli konusunda işittiğim en güzel şey, elbise
ile ödenmesidir. Erkekleri giydirerek olursa birer elbise, kadınları giydirecek
olursa başörtüsü ve entariden oluşan ikişer elbise vermesi gerekir -ki her
ikisi için de namazın caiz olması için gereken asgari sınır budur-."[323]
"Akşam olunca
elbisemi giydim..."[324]
"Mahrem kadın, peçe ve eldiven takmaz."[325]
"Kadınlar da
halkalarını, yüzüklerini Bilal'ın elbisesi içine atmaya başladılar..."[326]
"Süba'a
el-Eslemiyye, nifastan temizlenince düğün için süslendi. (Ah-med'in zikrettiği
bir rivayete göre, sürme çekip süslendi).[327]
Ebüssenabil de onunla gerdeği girdi."[328]
3. 'Hicab've 'libas' arasındaki fark:
Hicab, erkekleri
kadınları görmesini engellediği gibi kadınların erkekleri görmesini de
engeller. Bu sebeple yüce Allah, "Bu sizin kalbleriniz ve onların kalbleri
için daha temizdir" buyurmuştur. Kalblerin temiz oluşu, erkeklerin
mü'minlerin annelerini görmemeleri, onların da yabancı erkekleri görmemeleri
sebebiyledir. Oysa kadınların giydiği elbise, peçe taksalar bile erkeklerin
görmelerine engel olmamaktadır.
4. 'Hicab'ın mü'minlerin hanımlarını §amil
olmaksızın Rasulullah'ın hanımlarına has oluşu:
Yukarıda izah
ettiğimiz üzere "hicab" mü'minlerin annelerine has olup libas
herkesin giydiği bir giysidir. Peygamber'in hanımları birtakım ihtiyaçları
için dışarı çıktığında şer'i ölçülerdeki elbiselerini giyerlerdi. Buna da
"hicab" denmezdi. "Hicab"ın Peygamber hanımlarının ev
içinde yabancı erkeklere karşı riayet ettiği bir edeb olduğu kanaatindeyiz.
Bunu diğer mü'min kadınlarından ayırdedilmeleri ve Rasulullah'a hürmet ve ikram
olsun diye yapıyorlardı. Bu edeb, bir başka edebin uzantısı olarak gelmiştir. O
da Allah'ın:
"Evlerinizde
vakarla oturun" (Ahzab, 33/33)
emrinde beyan
buyurulduğu üzere evlerinde oturmaktır. Bu edeplerin her ikisin de de Rasulullah'ın
hanımlarını koruma onların kendilerini ibadete vermelerine zemin hazırlama ve
Rasulu İlah'tan sonra nikâhlanmalanm yasaklama maksadı gözetilmiştir. Bu
husus; "hicab" âyetinin sonunda ifade edilmektedir:
"Allah'ın
Rasulü'ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eşlerini nikahlamanız size ebedi
olarak (helal) olfnaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah katında çokbüyük (bir
günah)tir." (Ahzab, 33/53)
Hicabın Peygamber'in
hanımlarına has oluşu, üçüncü cildin ikinci bölümünde delilleriyle ortaya
konmuştu. Bu durumdan habersiz olmaları sonucu birçoklarının nasıl hataya
düştüğü ve Allah'ın mü'minlerin annelerine emrettiği ile mü'minlerin
hanımlarına emrettiği şeyleri birbirinden ayırdet-menin gerekliliği ortaya
çıkmış oldu. [329]
İslam şeriatında
kadının giysisi şu iki temel maksadı gerçekleştirmeyi hedef edinir. Birincisi;
avret yerlerinin örtülmesi ve fitneden korunma. İkincisi; bir nevi saygı ve
ayrıcalık kazandırma. Biz bu iki maksadı genişçe açıklayacağız.
Birinci maksad: Bu
maksadı gereğince anlamayan bazı çağdaşlar şu soruyu yöneltiyorlar: Giyinmekten
maksat avretin örtülmesi ve fitneden sakınmak ise neden her ikisinin bedeni de
birbirine karşı fitne konusu olduğu halde kadının avret yerleri erkeğinkinden
farklı sayılıyor?
Bu soruyu bir çok
açıdan cevaplamak mümkündür:
1. Erkek ve
kadında fitne derecesinin farklı farklı oluşu:
Cenab-ı Hak kadının
bedenine erkeğin bedeninden ayıran bir takım özellikler vermiş, bedeninin her
bir bölgesini ayrı bir fitne konusu yapmıştır. Kadın erkeğe baksa bile daha çok
genel görünümüne bakar, ayrı ayrı uzuvlarına değil. Böyle baktığı da olsa
fazlaca bir etki göstermez. Oysa kadın, vücudu böyle değil. Onun bütün
uzuvlarının özel bir güzelliği, Özel bir çekiciliği ve özel bir etkileyiciliği
vardır. Beşer hayatında bunun çok daha çarpık tezahürlerine rastlamak
mümkündür. Mesela, erkek elleri ve yüzü dışında vücudunun her tarafını kapatan
elbiselerle süslenirken, kadın açılıp saçılarak süslenme yoluna gider. Belki
de bu erkek vücudunun sert ve kaba, kadın vücudunun ince ve yumuşak oluşundan
kaynaklanmaktadır.
2. Çalışma
alanlarının farklı oluşu. Her ikisine mahsus asıl işlerini kastediyoruz.
Erkeğin çalışma alanı, genellikle evindışında nzık temini olup vaktinin çoğu
çeşitli işlerde geçer ve uzun uzadıya örtünmek onun için zor o-lur. Kadının
çalışma alanı ise evi ve çocuklan olup vaktinin çoğu evinde geçer ve bedenini
tamamen kapatması gerekmez. Şahsi ve toplumsal bir iş için dışarı çıkacak ya da
dışarıda çalışacak olursa bu süre zarfında kapanması gerekir. Ancak meşakkat
artacak veya işi dışarda olup vaktinin çoğu evinin dışında geçecek olursa ve
tam tesettür büyük zorluk gerektirecek olursa ne olacak? Bu durumda ictihad
ehli alimlerin "meşakkat teysiri celbeder" veya "hacetler, memnu
şeyleri mubah kılan zaruretler menzilesine iner" kaidesini işleterek,
meseleye bir kolaylık getirmek ve bunun sınırlarını çizmek zorundadır. Ulema,
çok sıcaklarda çok hareket eden bir kadının boynunu açarak sadece başını örtmesine
fetva verebilecek mi? İşin gerekli kıldığı durumlarda kolun bir kısmını veya
ayağın topuktan yukarısını açmaya cevaz verebilecek mi? Bazı Hanifi
fakihlerinin "İbtila bi'1-İbda" başlığıyla ele aldıkları bu meseleyi
nasıl değerlendirdiğini görelim:
Hidaye sahibi
Merginani şöyle der: "Rasulullah'ın 'kadın mesture bir avrettir1 sözü
gereğince yüzü ve elleri hariç hür kadının tüm bedeni avrettir. Bu iki uzvun
istisna edilişi de "İbtila bi'1-îbda' (açık tutulmak zorunda) oluşu
sebebiyledir."
Kemal İbnu'l-Hüman,
Hidaye Şerhi'nde şöyle der: "Avretin sübutu Rasulullah'ın 'kadın avrettir1
sözüne dayanmakla beraber 'ibtila bi'1-ibda' gerekçesiyle kadının bazı uzuvları
hariç tutulabiliyorsa buna iki ayağı da eklemek gerekir. Zira bunlarda çoğu
kez açık tutulmaz zorunda kalabilir." İhtiyar'da şöyle der: "Namazda
kolu açılsa namaz caizdir. Çünkü kol, bilezik takılan 'açıkbir zinet' yeridir.
İş icabı kolun açılabilmesi mümkün olmakla beraber örtülmesi efdaldir. Bazıları
da kolun sadece namazda avret sayıldığını söylemiştir."[330]
'Şerhu'l-İnaye
ale'l-Hidaye* sahibi Baburti de şöyle demektedir: Hasan Ebu Hanife'den ayağın
avret olmadığnı rivayet etmiştir. Kerhi de böyle söylemiştir. Musannif
"doğru olan da budur" demiştir. Çünkü yalın ayak veya nalin ile
yürürken ayak mecburen açık kalır. Bazen ayakkabı bulunamadığı da olur."
Yine Merginani'den:
"Erkek için avretin sınırı ne ise cariye için avretin sının da odur. Çünkü
o da efendisinin işi için dışarı çıkar ve genellikle mesleğinin gerektirdiği
bir elbise giyer.
Kemal İbnu'l-Hümam bu
hükmün şerhinde şöyle der: "Yani, cariye için avret hükmünü düşüren husus,
onun tüm bedenini avret hükmü içine sokmanın doğuracağı büyük sıkıntıdır.
Çünkü, iş icabı dışarı çıkmak ve erkeklerle de karışmayı gerektirebilecek işler
kovalamak zorunda kalabilecektir."[331]
Burada, ihtiyaç ve
meşakkati kaldırma hususlarının, hür kadının namaz dışında kolunu, cariyenin de
bazı uzuvlarını açmasına ruhsat verilmesinde nasıl illet oluşturduğunu iyi
değerlendirmek gerekmektedir.
Son olrak ihtiyacın
nasıl mecbur ettiğini göstermek için Ühud gazvesinde cereyan eden bir olaya
işaret edelim: Aişe ile Ümmü Süleym halhalları görünecek şekilde elbiselerini
sıvamışlar, kırbaları sırtlarında koşturuyor, süratle mücahidlere su
dağıtıyorlardı."[332]
3. İslam
örfünde erkeğin avreti belirlenmiş olmakla birlikte genel insanlık örfünde de
erkeğin giyinmesi daha çok avret örtmeye değil, süslenmeye, güzel görünmeye
yönelik olmaktadır. Erkeklerin avret sınırlarında giyindiği nadir
görülmektedir. Buna ilaveten kadının erkek vücudunun ayrıntılarından etkilenme
şiddeti de erkeğe nisbetle çok daha azdır.
ikinci maksad: Hür
müslüman kadına saygınlık kazandırma ve cariyelerden ayırdetme. Bizce bu son
derece olumlu bir ayrıcalıktır. Zira mal, makam ve mevki ile Övünme üzerine kurulmuş
bir ayrıcalık değil, aksine izzet, şeref, iffet ve korunmadan ibarettir. Bu tür
libas giyen açısından seviyeli bir konumun ifadesi olurken toplum açısından da
hürmet ve takdir ifade etmektedir.
Bu ikinci maksadla
ilgili delillerimizi şöylece sıralayabiliriz:
1. Kadın
vücudu genel olarak çekici ve etkileyici olmakla birlikte şeri-atte üç gurup
mü'min kadın için üç ayrı örtünme modeli çizildiğini görüyoruz:
a)
Mü'minlerin annelerine has model. Bunlar, bir ihtiyaç için evden dışarı
çıkmaları hariç siluetlerini bile erkeklerden gizliyorlardı. Bu konudaki
deliller daha önce sözkonusu olmuştu.
b) Hür
müslüman hanımlara has model. Bunların yüz ve eller hariç tüm bedenlerini
örtmeleri gerekir. Delili:
"Kendiliğinden
görüneni hariç süslerini açığa vurmasınlar..." (Nûr, 24/31) âyetidir. Bu
delilin ayrıntılı izahı ileride yapılacaktır.
c) Müslüman cariyelere has model. Bunlar,
başlarını ve (kollar ve bacaklar gibi) bazı uzuvlarını açabilir (bazı
durumlarda açmak zorundadır). Delili:
"Ey Peygamber,
eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına cil-bablannı (dış elbiselerini)
üstlerine giymelerini söyle; onların (hür ve iffetli) tanınması ve eziyet
görmemeleri için en uygun olan budur." (Ahzab; 33/59) âyetidir.
Taberi, bu âyeti şöyle
tefsir eder: Allah Teala, Nebisi'ne buyurur ki:
"Ey Peygamber,
eşlerine, kızlarına, ve mü'minlerin kadınlarına süyle, giyinişlerinde
cariyelere benzemesinler."
İmam Malik, başörtüsüz
namaz kılan bir cariye hakkında "bu onun sünnetidir" demiştir.[333]
İbn Kudame Muğni'sinde
şöyle der: "Cariyenin başı açık namaz kılması caizdir."[334]
Ibni Teymiyye de şöyle
demiştir: "Hicab, Peygamber'in ve halifelerinin zamanında olduğu gibi
cariyeler dışındaki hür kadınlara mahsustur. O zamanlar hür kadın örtünür,
cariye açık gezerdi. Birinde Ömer (r.a.) başörtü takan bir cariye görmüş ve ona
vurarak "aptal, hür kadınlara benzemeye mi çalışıyorsun?"
demişti."[335]
Ömer'in (r.a.) bu
davranışı, iffet ve korunma açısından biraz daha düşük olan cariyenin giyim
kuşamda hürlere tamamen benzemesi durumunda, hürlerin onların muhtemel bazı
hafif davranışlarının hür kadınların şeref ve iffetine leke getirebileceği
kaygısından neş'et etmiştir sanırım.
2. Bu
örtünme dereceleri, bir "fahişe" (çirkin iş) sözkonusu olduğunda
uygulanacak olan ceza konusunda da geçerlidir. Şöyle ki: Örtünmenin ve
saygınlığın en üst derecesindeki mü'minlerin annelireni biçilmiş olan ceza, hür
kadınlara uygulanacak cezanın iki katıdır.
"Ey Peygamberin
kadınları, kim sizden açık bir çirkin iş işlerse onun azabı iki kat
artırılır." (Ahzab, 33/30)
Örtünmenin ve
saygınlığın orta derecesinde bulunan hür kadınlar da, alt derecedeki
cariyelerin iki katı cezaya çarptırılırlar.
"(Cariyeleriniz)
fuhuş yapacak olurlarsa hür kadınlara verilen cezanın yarısı(nı
uygulayın)..." (Nisa, 4125)
İbn Rüşd bu hükmün
illetini şöylece belirler: "Haddin azaltılmasının maksadı kölenin (ehliyet
açısından) noksan oluşu sebebiyledir. Onun yaptığı bir guhuş hürün yaptığı
kadar ağır değildir."[336]
Yani saygınlık arttıkça suçun cezası da artıyor; saygınlık azaldıkça suçun
cezası da azalıyor.
Şu hususu belirtmekte
yarar vardır: Peygamber'in hanımlarının bu derece örtünmelerinin asıl maksadı,
Rasulullah'ın saygınlığını ve ayrıcalığını vurgulamaktır. Zira hanımları
saygınlıklarını O'ndan alırlar.
Son olarak nasıl ki
İslam kadına değer vererek vücudunu ve dişilik cazibesini Örtmesini, zaruri
haller dışında bunları teşhir etmemesini istiyorsa, müslümanların örfü de
erkeğe saygınlık kazandırarak, zorunlu haller dışında kuvvetini, adalesini ve
vücudunu teşhir etmemesini istemektedir. Zira İslam terazisinden insanın değeri
aklı, ahlâkı, bilgisi ve fazileti iledir, yüzünün güzelliği ile değil. Allah
Teala buyurur:
"Hiç şüphesiz.
Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileri
oianmızdır." (Hucurat, 49/13).[337]
Rasul aleyhisselam da
bu hakikati şu şekilde ifade etmiştir: "Şüphesiz Allah sizin
cesetlerinize, suretlerinize değil,"kalblerinize bakar." [338]
Elbiseden söz edip de
görüntüsünden ve manadan söz etmemek olmaz. Elbisenin modeli ve rengi
görüntüsünü oluşturur. Ama onun bir da manası vardır. Erkek olsun kadın olsun,
giyinmede gözettiği ilk şey, bedenini örtmektir. İkinci olarak soğuktan ve
sıcaktan korunmaktır. Gözettiği bir üçüncü maksat ise güzel bir görüntü
arzetrnektir. Genel anlamda elbise bu gayeler için giyilir. Ancak müslüman
kadın bunlara ilaveten takva elbisesine de bürünür.
"Takva ile
kuşanıp donanmak ise daha hayırlıdır." (A'raf, 7/26) ve iffet boyasıyla
boyanır.
Allah'ın (verdiği)
renk. Allah'tan (verilen renkten) daha güzel rengi olan kimdir?" (Bakara,
2/138)
İşte müslüman kadının
giysisinin manası ve ruhu bu. Bunca güzelliğine rağmen kadının giysisi, onun
külli varlığından sadece bir cüzdür. Elbise giyinmesi onun bir çok
eylemlerinden sadece bir tanesidir. Kadın asıl aklı (düşüncesi), kalbi (duygusu),
şerefi ve sorumlulukları ile başlı başına bir şahsi yettir.
Kadının gerçek
konumuna oturtulabilmesi için parçanın bütünün hizmetinde olması
gerekmektedir:
Müslüman kadının
giysisi -koruması ve iffet kazandırmasına ek olarak-düşüncesinin gelişmesine, parlaklık
kazanmasına da yardım eder.
Keza kalbini
(duygusunu) da korumasına, uyanık ve hayra dönük olmasına yardım eder.
Müslüman kadının bol
ve geniş elbisesi gittiği her yerde şerefini korumasına da yardım eder.
Son olarak. İslami
kıyafeti, kadının sorumluluklarını yerine getirmesine, evinin işlerini çekip
çevirmekten toplumun kalkınmasına -sosyal ve siyasal etkinlikleriyle veya
toplumun ya da kendisinin bir ihtiyacını gidermek maksadıyla bizzat çalışarak-
katkıda bulunmasına yardım eder.
Kadının konumu ve
hayatın ona bakan cephesi böylece denge noktasına oturmuş olur.
Ancak, kadının giysisi
onun evin dört duvarı arasına hapsedecek ve toplumda hareket ve etkinlikten
alıkoyarak hayattan soyutlayacak olursa, aklını (düşüncesini) felce uğratmak,
kalbini (duygusunu) öldürmek, değerini (şerefini) düşürmek ve nihayet
sorumluluklarını yitirmekten başka bir şeye yaramaz. Kadın da insandır ve Allah
onu yeryüzünün imarında erkeğe yardımcı hatta ortak olsun diye yaratmıştır.
Rasulullah (s.a.v.) ne güzel buyurur: "Kadınlar, ancak erkeklerin
kardeşleridirler. "[339]
Şeriat kesinlikle
belli bir model öngörmemiştir. Sadece, ülkeden ülkeye ve örfe göre değişiklik
arzeden her türlü üslub ve modelde bulunması gereken şartları belirlemiştir.
Şeriatın bir hükmünü veya bir edebini iptal etmediği müddetçe, örfe müdahale
etmemektedir. İslam, cahîliyenin giyim kuşam örfünü tamamen değiştirmemiş,
bilakis gerekli düzeltmeleri yapmakla yetinmiştir.
İslam öncesi Arap
kadını belli bir modele uygun olarak giyinip kuşanırdı. Bu model, başı örten
başörtüsü, bedeni örten entari, buikisinin üstüne tepeden örtülen cilbab ve
bazı kadınların kullandığı ve sadece gözlerinin görüldüğü peçeden
oluşmaktaydı.
İslam gelince bu tarz
giyim kuşama bir takım adab eklendi ve örtünmeyi kamilen gerçekleştirmesini
tavsiye etti. Mesela, başörtüsünü boynunu ve gerdanını örtecek şekilde aşağıya
sarkıtmasını öngördü.
"Başörtülerini
yakalarının üslünü (kapatacak şeklide) koysunlar." (Nûr, 24/31).
Keza hür kadına dışarı
çıkacağı zaman cariyelerden ayırd edilebilmesi için cilbab örtünmesini öngördü.
"Ey Peygamber,
eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden
(cilbablanndan) üstlerine giymelerini söyle; onların (Özgür ve iffetli)
tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur." (Ahzab,
33/59).
İslam, nikab (peçe)
kullanmayı adet edinen kadına, namaz kılacağı zaman alnın ve burnun yere
değerek secde rüknünün gerçekleşebilmesi için, ihrama gireceği zaman ise
kıyafet zevkini bir tarafa bırakıp pejmürde bir gorünüm arzetmeye yönelmesi
için nikahını çıkarmasını emretmiştir. İhramdaki bu uygulamaya kıyasla bazı
Hanbeli fukahası, iddet süresinde süslenmesi uygun olmayan ve bir nevi yas
tutan kadının da peçe kullanmasının mahzurlu olduğunu ifade etmişlerdir.
Buraya kadar
söylenenler kadının giyim-kuşam konusunda yapılan bir takım tavsiyeler olup,
yabancı erkeklere görünebileceği kıyafetinde aranan şartları biraz sona
maddeler halinde sıralayacağız. Ancak burada şu hususu bir daha vurgulamak
isteriz. Bu konuda şekle değil mahiyete itibar oluNûr. Bunun mahiyeti ise,
"(El, yüz gibi)
kendiliğinden görünenler hariç, süslerini göstermesinler." (Nûr, 24/31)
âyetinde de
belirtildiği üzere fitneye sürükleyici zinetlerin ve zinet mahallerinin
örtülmesidir.
Elbise modeli ne
taabbudi, ne de tevkifi bir meseledir. Aksine, şeriatın maksadına uygun olarak
bir illete mebni işlem gören muamelat meselelerin-dendir. Zamana ve mekana göre
değişiklik gösteren adetler cümlesindendir. Şer'i ölçülere uygun şekilde
örtünmeyi sağlayan ve bunun yanında bölgenin iklimine uyan bir de kolayca
hareket etmeye elverişli tüm model ve stiller şer'an makbuldür.
Sözün burasında,
sarinin koyduğu şartlar ve adab bulnduğu sürece giyim-kuşam konusunda renk ve
model sınırlaması olmadığı hususu üzerinde ısrarla duran İmam İbn Teymiyye'den
birkaç parlak görüş aktaralım:
İbn Teymiyye,
Feteva'sında şöyle der: "Cenab-ı Hakk'ın Kitab'ında ve Sünnet-i
Nebeviye'de hakkında hüküm beyan edilen kavramların bir kısmı bizzaf şeriat
tarafından tarif edilerek, namaz, oruç ve zekat örneklerinde olduğu gibi ne
manaya geldiği açıklanmıştır. Bu kavramların bir kısmı da dil ve edebiyat
açısından tarif edilir, güneş ve ay gibi. Bu kavramların bir kısmı da
insanların örf ve adetlerine göre tarif edilir ve doğal olarak geleneklerin
değişmesine paralel olarak bunların tarifleri değişir; bey, nikâh, kabz, dirhem,
dinar gibi. Bu gibi kavramları şeriat tarif edip sınırı belirlemediği gibi
insanlar arasında da bu konuda bir ittifak mevcut değildir. Bilakis değişik
Örflerde bu gibi kavramların mahiyeti ve sınırı bir farklılık arzeder."[340]
Bir başka yerde şöyle
der: "Rasulullah'ın (s.a.v.) sünnetine ittiba, bazen fiilin nev'inde,
bazen de cinsinde sözkonusu elur. O bir fiili genel bir anlam gözeterek
yapardı, özel bir hususu kastederek değil. Mesela, yağ kullanmak gibi. Burada
maksat yağ kullanmak mıdır, yoksa saç taramak mı? Yöre rutubetli ve yöre halkı
yağdan arınmak için sıcak suyla yıkanıyorsa onlardan istenecek olan saçlarını
taramaları, bakımlı tutmalarıdır, yoksa yağlamaları değil. Zira yağ onların hem
saçları, hem de ciltleri için zararlıdır. Aynı şekilde, Rasulullah (s.a.v.)
yörenin yiyeceği olan yaş hurma, kuru hurma, arpa ekmeği vs. yerdi. Şimdi
buradan yaş ve kuru hurma ile arpa ekmeği yemenin gerekliliği sonucuna
varılabilir mi? Bu konuda delil fethidelin çeşitli ülkelere dağılmış olan
sahabilerin oradaki tutumlarıdır. Herkes bulunduğu ülkenin yiyeceklerini yer,
giyeceğini giyer ve Medine yiyeceğinden ve giyeceğinde ısrar etmezdi. Eğer bu
ikinci şık efdal olsaydı, onlar elbette onu tercih ederlerdi. Rasulullah ve
ashabı genellikle izar ve rida (altlı üstlü iki parçadan oluşan ve peştemal
şeklinde bağlanarak kullanılan bir tür giyecek takımı-çev.) giyerlerdi diye
bunun efdal olduğu iddia edilebilir mi? Yoksa bunun yerine pantalon ve
gömlekten oluşan bir kıyafet mi tercih edilmeli? [341]Bu
konu ulemanın üzerinde tartıştığı bir konu olmakla birlikte bizce ikincisi daha
uygundur. [342]
1. Yüz,
eller ve ayaklar hariç tüm bedeni örtmesi.
2. Gerek
elbisenin, gerekse el, yüz ve ayakların süslenmesinde itidalli davranmak.
3. Gerek
elbisenin, gerekse zinetin müslüman toplumun örfünde bir yere sahip olması.
4. O
toplumun örfüne göre erkek elbisesine benzememesi.
5. O
toplumda gayri müslimlere has olan kıyafetlere benzememesi.
Yüzü, elleri ve
ayakları açmanın mubah olduğu konusunda bir takım ihtilaflı münakaşaların
olduğuna işaret ederek du beş maddenin ayrıntılarına gireceğiz. Birinci maddeyi
beş bölümde (2-6. bölümler) Kur'an'dan ve Sünnet-i Seniyye'den delilleriyle
teferruatlı bir şekilde ele alacağız. [343]
KADININ ÖRTÜNMESİYLE
ilgili başlıca prensipler, Kur'an'ın iki sûresinde toplanmıştır: Hendek
gazvesinden sonra nazil olan Ahzab sûresi ve Müreysia gazvesinden sonra nazil
olan Nûr sûresi.
Birinci özellik:
Hicab'ın Rasulullah'ın (s.a.v.) hanımlarına mahsus oluşu:
Çenab-ı Hak şöyle
buyurur:
"Ey İnananlar, (rastgele)
Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak yemek için size izin verilir de
girerseniz (erkenden gelip) yemeğin pişmesini beklemeyin. Çağrıldığınız zaman
girin, yemeği yedikten sonar dağılın, (birbİrinizle veya ev halkı ile) söze
dalmayın. Çünkü bu (hareketiniz) Pey-gamber'i incitiyor. Fakat o (size bunu
söylemekten) utanıyordu. Ama Allah, hakkı söylemekten utanmaz. Onlardan (yani
Peygamber'in hanımlarından) bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin.
Bu, hem sizin kalbleriniz. hem de onların kalbleri için daha temizdir. Sizin
Allah'ın Elçisini incitmeniz ve kendisinden sonra O'nun eşlerini nikahlamanız
asla olamaz. Çünkü bu Allah katında büyük (bir günah)tır." (Ahzab, 33/53)
"Onlardan bir şey
istediğiniz zaman hicab arkasından isteyin" emrinde geçen hicab, arkasında
kadının oturduğu (perde vb.) engeldir. Hicaba riayet, yabancı erkeklerin
isteklerini Peygamber hanımlarına, onları görmeyi engelleyecek bir engel
arkasından iletmeleri anlamına gelir. Peygamber hanımlarına herhangi bir
ihtiyaçları için dışarı çıkma izni verilmiş, ancak bütün bedenlerine ilaveten
yüzlerini de kapatmaları emredilmiştir. Buradanb hicabın fonksiyonu ortaya
çıkıyor: Peygamber hanımlarının yabancı erkeklerle yüz yüze görüşmesini
engellemek ve erkeklerin gözlerinden ırak olmalarını sağlamak. İhtiyaç halinde
dışarı çıkarken yüzlerini de Örtmeleri, hicabın yerine ikame edilen geçici bir
uygulamadır. Böylece hicabın iki şekli ortaya çıkmış oldu. Birincisi, ev
içerisinde cereyan eden ve yabancı erkeklerle perde arkasından konuşmaktan
ibaret asıl hicab. İkincisi, ev dışında geçerli olan ve tüm bedene ilavaten
yüzü de örtmekten ibaret fer(i (ikincil) hicab.
Hicabın mahiyetine ve
bu âyette geçen lıicab emrinin Peygamber hanımlarına mahsus oluşu konusunda
daha önce özel bir bölüm açmıştık. (Bkz. 3. cild. 2. bölüm)
İkinci özellik: Hür
kadınların giyim-kuşamlarında cariyelerden ayırdedilmesi:
Allah Teala şöyle
buyurur:
"Ey Peygamber,
eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle, (bir ihtiyaç için dışarı
çıktıkları zaman) örtülerini üstelrine salsınlar (vücutlarını örtsünler);
onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah çok
bağışlayan, çok esirgeyendir." (Ahzab, 33/59)
Bu âyet çerçevesinde
bazı tefsîr kitaplarından pasajlar aktaracağız. Taberi'nin Camiu'l-Beyan'ı
"Tevil ehli
(yorumcular) Allah'ın kadınlara emrettiği 'idna'nın (sarkıtma, başörtüyü göğse
doğru uzatma) mahiye ti Jconu sunda ihtilafa düşmüştür. Bazıları, bir tek göz
hariç, baş ve yüz dahil tüm bedenin örtülmesi şeklinde anlamış, bazıları ise
bütün yüzün Örtülmesi şeklinde anlamıştır.
Taberi birinci görüş
için biri ibni Abbas'tan, ikisi Ubeyde'den üç rivayet aktarır. İkinci görüş
için de İbn Abbas, Katade, Mücahid ve Ebu Salih'ten birer rivayet aktarıyor.
Gerçi bunlardan Mücahid ve Ebu Salih'in rivayetleri bütün yüzün örtülmesine
delil olmaz. Çünkü 'cilbab kullansınlar', 'cilbabla başlarım örtsünler'
denmektedir.
Vahidi'nin el-Veciz'i
"Cilbablarını
üstlerine idna etsinler" yani ridalarını ve dış örtülerini (çarşaflarını)
bollaştırıp, uzatsın ve sarkıtsınlar. Hür oldukları bilinsin ki, rahatsız
edilmesinler."
Zemahşeri'nin Keşşafı
"Cilbab,
başörtüden geniş, ridadan küçük bol bir giysidir. Kadın onu başına dolar, bir
kısmını da göğsüne sallandırır. "Cilbablarından" ibaresinde geçen
"min" (-dan) harf-i cerri, teb'iz içindir. Ve iki manaya gelebilir:
Birincisi, cilbablarının bir kısmıyla süslenebilecekleri, ikincisi ise
cilbabla-rımn, bir kısmını başlarına ve yüzlerine örtmeleri gerektiği.
İbn Atiyye'nin
el-Muharreru'l-Veciz'i
"Cilbab, başörtüsünden
daha büyük bir giysi çeşididir. İbni Abbas ve İbn Mes'ud'dan (r.a.) cilbabın
rida olduğu rivayet edilmiştir. Ancak nasıl kullanılacağı konusunda ihtilaf
edilmiştir. İbni Abbas ve Abidetu's-Selma-ni, sadece bir tek göz görülecek
şekilde örtülmesi gerektiğini belirtmiştir. Bir başka görüşünde İbn Abbas ve
Mücahid şöyle demiştir: Başını örtüp ucunu çekerek burnundan aşağıya sarkıtması
dır. İki göz görünmekle beraber yüzün büyük bir kısmı örtülmüş olur."
Burada iki, bir de
Taberi'de üç ayrı şekil ortaya çıkmış oldu. Bunlardan başka şekiller
gösterenler de var.
İhtilafların çokluğu
bu konunun bir ictihad konusu olduğuna delil olarak yeter de artar bile.
İbnu'l-CevzVnin
Zadu'l-Mesir'i
"Cilbablarını
üstlerine salsınlar" "İbni Teymiyye demiştir ki: "Ridalarını
giysinler." Bir başkası da şöyle demiştir: Başlarım ve yüzlerini örtsünler."
Ebu Hayyan'ın
el-Bahru'l-Muhit'i
"Kısai demiştir
ki: 'İdna etsinler', dış örtülerini başlanna örtsünler demejctir."
Hatib eş-Şirbi'nin
es-Siracu'l-Munir'i
Halil demiştir ki:
Disar (bedenin üstünü örten giysi) olsun şiar (bedenin altını örten giysi)
olsun, başka giyecekler olsun hepsi cilbab tabirinin içine girer. Bu âyette
hepsi kastedilmiş olabilir. Sözkonusu olan entari ise, tüm bedeni ve ayakları
kapatacak şekilde bol ve uzun olması, başörtüsü ise yüzü ve boynu kapatacak
şekilde örtülmesi, dış elbise ise tüm bedeni ve giysilerini Örtecek genişlik ve
uzunlukta olması anlaşılır, sözkonusu çarşaf dışında bir giysi ise
"idane"den elleri ve yüzü de kapatmak manası çıkar.
Şevkani'nin Fethu
'l-Kadir'i:
'Tanınmalarına en
elverişli yani insanlar tarafından tanınıp hür olduklarının bilinmesi için
daha uygundur. Böylece 'incitilmemeleri' sağlanır. Töhmet erbabınca taarruza
uğramazlar. Hürlere mahsus kıyafeti giymekle onar sarkıntılık vb. ezalardan
uzak kalırlar.
Şimdi, müfessirlerin
görüşlerinden "cilbabı idna" konusunda söylenenleri özetleyelim:
1. Sadece
bir gözü açıkta bırakarak bütün yüzü örtecek şekilde başörtüsünü aşağı
sarkıtmak. (Taberi vb.ndeki rivayetlere göre)
2. Bütün yüzü kapatmak (Taberi'deki rivayetlere
göre)
3. Yüzü
örtüp İki gözü açıkta bırakmak (İbn Atıyye'deki bir rivayete
göre)
4. Bedenin altını ve üstünü örten elbiselerin
bol ve uzun yapılması (Vahidi'ye göre). Buna benzer bir görüş de İfjn
Kuteybe'de yer alır: (İbnu'l-Cevzi'den naklen) ridalannı giyerler.
5. Cilbabm
bir kısmıyla süslenme (Taberi ve Zemahşeri'deki birer rivayete göre).
6.
Çarşaflarıyla başlarını da örtmeleri (Ebu Hayyan'ın Kisai'den naklettiği bir
görüşe göre).
7. Cilbabtan
entariyi anlayacak olursak, bunun "idna"sı ayakları ve tüm bedeni
örtecek şekilde bol ve uzun tutulmasıdır.
8. Cilbabtan
başörtüsü anlaşılacak olursa bunun "idna"sı boynu ve yüzü örtecek
şekilde sarkıtılmasıdır.
9. Cilbabtan
dış örtü anlaşıldığı takdirde de "idna", bunun tüm bedeni ve
elbiseleri örtecek şekilde bol ve uzun yapılması manasına gelir.
10. Cilbab
çarşaftan daha aşağı bir giysi olarak anlarsak, bunun "idna"sı yüzün
ve ellerin kapanması anlamına gelir.
Son dört ihtimali
Hatib Şirbi'ni Halil'den nakletmiştir. Hatib açıklamalarına "gerek disar,
gerek şiar, gerekse başka giysilerin hepsi cilbabtır. Cilbabtan bunların hepsi
anlaşılabilir" diyerek başlıyor.
Müfessirlerin ortaya
koyduğu bu sekilerin hepsi de imkân dahilindedir. Ancak, yüzünü örtüp bir
gözünü veya iki gözünü açık bırakmak için cilbabı-nın bir tarafını tutması
kadın için gerçekten büyük meşakkat doğurur. Çünkü iki eli de sürekli bir
şeylerle meşgul olacak ve her iki eli birden kullanmayı gerektirecek çamaşır
yıkama, kırsal kesimde yaşayan kadınların yaptığı gibi çiftçilik, hurma toplama
-ki bu konuda 'bir kadın hurmasını toplamaya gitmişti...'[344]
mealinde bir rivayet vardır- gibi işler yapacaktır. Tek elle çocuk taşıması,
satın alacağı bir malı incelemesi, bineğe binmesi vb.ihtiyaçlarını gidermede
sıkıntı çekecektir. Oyka Rasulullah (s.a.v.) bayram namazına çıkmak isteyen
kadına cilbab edinmesini emir buyurmuş ve "bir arkadaşı ona bir cilbab
veri versin"[345]
demişti. Bu kadın namaz kılacağına göre tekbir alması, rüku ve secde yapması
için ellerinin serbest olması gerekir. Burada namazda yüz avret sayılmaz
şeklinde bir itiraz yapılamaz. Çünkü bayram namazgahında kadının yüzü, yabancı
erkeklerin nazarlarına açık olacaktır. Halbuki burada da -yüzü açmanın meşru
olduğu görüşüne muhalefet edenlerin dediği gibi- kadının yüzü avret sayılsaydı
örtülmesi gerekirdi. Tüm bunlar, cilbabı salma ile yüzü örtme arasında sürekli
bir gereklilik bağı olmadığını göstermektedir.
Son olarak, yüzü
Örtmek meşru ise, bunu nikapla yapmak daha uygundur. Şu, eskiden beri
bilinirdi; bir. Gerek örtme gerekse delil açısından daha sağlamdır; iki. Daha
kolaydır üç. Nikap, kadını cilbabının bir kısmını yüzüne sarkıtmak için
sürekli olarak bir elini meşgul etmekten kurtaracaktır. Biz, "sadece tek
göz görünecek şekilde yüzü örtmek gerektiği" görüşünü, cilbab kullanma
şekillerinden sadece biri olduğu ve kesinlikle yegâne meşru biçim olmadığı
kanaatindeyiz. Sanırım bu makul bir yorumdur; çünkü diğer tarzları gayr-i
meşru ilan etmemiş oluyoruz. Bütün zorluğuna rağmen bazı durumlarda sözkonusu
olsa da. bu tarzı öngören rivayetleri bunun vücubuna hamletmek yanlış bir yorum
olur. Çünkü vücubunun imkânsızlığına "ihrama giren kadın nikab
örtmez" hadis-i şerifi delil teşkil eder. Bu hadis, nika-bm ihram dışında
meşru olduğuna da delildir. Nikapta ise göz çukurlarıyla beraber her iki göz de
görünür, tek bir göz değil. Yine de biz "sadece tek gözün göründüğü"
tarzı da meşru kabul ediyor ve rivayetleri ve delilleri bir araya getirmeye ve
nassları tokuşturmamaya özen gösteriyoruz. Ahzab süresindeki "cilbablarını
üstlerine alsınlar" âyet-i kerimesi ile Nûr süresindeki "kendiliğinden
görüneni müstesna zinetlerini açığa vurmasınlar" âyet-i ke rimesi arasında
bir ilişki kuruyoruz. Birinci âyette hür kadınların cilbabla cariyelerden
temayyüz etmeleri vurgulanırken, ikinci âyette yüzün ve ellerin görünmesinin
meşru olduğu vurgulanıyor. El ve yüz zinet olmakla birlikte yabancı erkeklere
karşı açılması caiz oluyor. Biz bu tercihimizle "cilbab-larını ve
üstlerine alsınlar" âyeti çerçeveside müfessirlerin görüşleri ve aktardığı
rivayetlerin de arasını bulmuş oluyoruz. Madde madde verilen değişik tarzları
biraz irdeleyecek olursak (ibni Kuteybe ile Vahidi'nin kail olduğu) ikinci ve
döndüncü; (Taberi'nin bir rivayetinde ve Zemahşeri'nin bir görüşünde görülen)
beşinci; (Ebu Hayyan'ın Kisar'den naklettiği) altınca; (Hatib'in Halil'den
aktardığı) yedinci ve dokuzuncu tarz cilbab kullanma şekillerinden hepsinde
yüz anılmaksızın genel bir ifade ile bedeni örtme söz-konusu edilmiştir.
Taberi ve diğerlerinin
aktardığı rivayetlere dayanarak yüzü örtmenin vacip (farz) olduğunu isbata
yeltenenlere deriz ki; bu rivayetler kesin şer'i deliller olmayıp,
araştırmacılar için ipuçlarıdır. Sonra, senedinin sahih mi, zayıf mı ne olduğu
bir yana, Rasulullah'tan ne kavli, ne de takriri hiçbir sünnet
nakledilmemektedir. Bu rivayetler, çağının kadına öngördüğü örtü biçimini de
hesaba katarak İdna konusunda fikir beyan eden müctehidlerin içtihatlarından
ibarettir. Faraza, Peygamber döneminden bu rivayetlere mesned olacak takriri
sünnetler nakledilse bile, bu o uygulamanın sadece caiz olduğuna delil
olabilir. Mutlak olarak vacib olduğuna delil teşkil etmez. Ne olursa olsun,
görüşlerde ihtilaf mevcuttur ve hiçbir görüş diğerinden evla değildir. Bu tür
görüşlerle de hiçbir şer'İ vacib ortaya çıkmaz.
Sanırız, evla olan,
Zemahşeri'nin "cilbaMarmdan" ibaresinin yorumunda serdettiği iki
görüşten ilkidir. Yani "cilbablannın bir kısmıyla
süslenebil-meleri"dir. Bu görüş, aşağıdaki yorumlarla da uyuşmaktadır:
Taberi'nin mü-cahid'e izafe ederek nakletiği "cilbablannı giysinler de hür
oldukları belli olsun", yine Taberi'nin Ebu Salih'ten aktardığı
"cilbabla başlarını örtsünler", İbn Kuteybe'nin "dış örtülerine
(çarşaflarına) bürünüp -ki idna'dan bürün-meyi anlayor- bunun idnası tüm
bedenini ve ayaklarını örtecek bolluk ve u-zunlukta yapılması, cilbabtan
kastedilen dış elbise ise onun idnası da bütün bedeni ve elbiselerini örtecek
bolluk ve genişlikte olmasıdır, şeklindeki a-çıklamalann hiçbiri yukarıda
tercih ettiğimiz görüşe ters düşmemektedir.
Bu görüş, sünnete de
uygundur. Sübey'a el-Eslemiyye şöyle demiştir: "Akşam olunca (dış)
elbisemi üzerime alıp Rasulullah'a geldim."[346]
Fatıma binti kays'da "(Dış) elbisemi giyip bağladım ve Rasulullah'a
geldim"[347] demiştir. Bu
rivayetler, İdna'nın tek bir şekilde olduğunu ve diğerlerinin yanlış olduğunu
isbat şöyle dursun, aksine bir çok tarz idna'nın mümkün oluşuna delil teşkil
etmektedir, tefsîr kitaplannda idna'nın değişik uygulamalarından bahseden
birçok rivayet mevcuttur. Bunların tamamı -bazıları arasında olsa da- ihtimal
dahilindedir.
Yüzü açmanın meşru
olduğuna karşı çıkanlara son olarak şunu söylemek isteriz:
Cilbab için yapılan bu
tanımların ve idna için getirilen yorumların hepsi ihtimal dahilinde iken -ki
bu yorumlar faziletli alimlere aittir- üstelik ne Allah'ın kitabından, ne
Rasul'ün sünnetinden, hatta sahabi sözlerinden bile delil olmadığı halde tek
bir model üzerinde ısrar etmenin ne anlamı var?
İdna'nın tek göz
görünecek şekilde tüm yüzü örtme şeklindeki yorumunun İbni Abbas'a ribseti
zayıf, büyük tabiinden 'Abidetu's-Selmani'ye nisbe-ti sahihtir. Lakin, bu
rivayetin ona nisbetinin sahih olması, Beyhaki'nin İbn Abbas, İbn Ömer ve
Aişe'den[348] (r.a.) rivayet ettiği
sahih görüşlere tercih edilmesini gerektirir mi? Sonuçta şu hükme varmış
oluyoruz: Yabancı erkeklere gösterilebilecek (kendiliğinden görünen) zinet, yüz
ve ellerdir.
Şeyh İbn Badis'in bu
konuda güzel bir yaklaşımı vardır:
"İdna, yakınlık
anlamındaki "dunüvv"den gelir, "yakınlaştırmak" demektir.
"Cilbablarım üzerlerine idna etsinler", üzerlerine yakınlaştırsınlar
demektir. "Dena" fiile "ala" ile kullanıldığında geçişli
olur. Ve eklemek ya da bürümek ve örtmek manası verir.
"Cennet gölgeleri
üzerlerini örtmüş..."(İnsan, 76/14). İle:
"Cilbabiarını
üstlerine alsınlar"
âyetlerinde bu manada
kullanılmıştır. Cilbab'm tarifinde de dil bilimciler ihtilaf etmişlerdir.
Cilbab, kadının başının üstünden aşağıya kadar Örttüğü çarşaf vb. dış Örtüdür.
Âyette geçen "nün" teb'iz içindir. Çünkü yüzünün iki yanından aşağıya
sarkıtması bir kısmıyla olur. Ayet, cilbabın bir kısmıyla yüzün örtülmesini
ifade etmiş oluyor. Ancak, tamamını mı yoksa bir kısmını mı örtmesi gerektiği
hususunda selef uleması ihtilaf etmiştir. Bu âyetin tefsiri zımnında Arap
ulemasından aktarılan görüşlerin en güzeli Kısai'nin görüşüdür:
"Üzerlerine alıp büründükleri çarşaflarıyla başlarını da örtsünler."
Zemahşeri bu yorumda geçen "munzammeten" ibaresinin idna'nın yorumu
olduğunu söyler. "Tekannu" (başörtü kullanma) ise yüzün tamamını
örtmeyi gerektirmez. Bu âyetin yorumunda, İbn Cerİr'in meşhur tefsirinde yer
alan iki temel görüş mevcuttur. Birincisi, sadece tek göz görünecek şekilde
tüm bedeni ve yüzü örtmek. Bu Abide ile İbnu Abbas'ın Ebu Salih tarikiyle
gelen görüşüdür. İkincisi; cilbablarmı alınlarının üzerinde bağlamaları gerektiğidir.
Bu da Katade ile İbnu Abbas'ın Muhammed b. Sa'd kanalıyla gelen görüşüdür.
Ancak, yüzün ve ellerin açılabileceğini, bunların gösterilmesinin caiz
olduğunu açıklayanâyet daha önce gelmiş bulunuyordu.[349]
"İdna" âyeti birinci görüşte olduğu gibi tüm yüzün örtülmesi
anlamında anlaşılabilir. Ancak "İbda" (açma) âyeti bununla çelişiyor
gözükmektedir. Biri yüzün açılmasını mubah karşılarken, diğeri yasaklayor. Biri
yüzün açılmasını mubah karşılarken, diğeri yasaklıyor. Bp iki görüşü şöyle
telif etmek mümkündür. Cilbaba bürünüp örtme, onun bir kısmını yüzün bir
kısmına -yüzün iki yanı, iki şakak- örtmeyi de içerir. Bu durumda
"ibda" âyetine bir aykırılık sözkonusu olmaz. Bellibaşh bir model
Öngörmeyen ikinci görüşü, iki âyeti telif etmeye en yakın göründüğü için tercih
ediyorum.
"Onların
tanınması ve incitilmemesi için en uygun olan budur" âyetine gelince:
Burada idna'nın illeti, hür kadınların, açık-saçık bir şekilde ve sadece bir
başörtüsüyle dolaşan cariyelerden ayırdedilecek sefih ve zibidi takımının sarkıntılık
vb. davranışlarına maruz kalmamaktır. İdna'nın ikinci görüşte olduğu gibi
algılanıp uygulanmasıyla bu maksat tahakkuk etmektedir. Dolayısıyla bu yorum
itiraz götürmez münassip bir yorumdur. Her iki âyette vurgulanan şeyler
farklıdır. "İbda" (açma) âyeti, eller ve yüz hariç tüm bedei örtmeyi
emrederken, "idna" âyeti elbiseleri de örtecek şekilde baştan aşağıya
-yüzü iki yanından örterek- sarkıtılan dış örtü gerekliliğini vurgulamaktadır.
Böylece hür olduğu iyice bilinmiş olur. Az sözle çok mana ifade eden Kur'an'a
en uygun düşen bizce budur. En iyisini Allah bilir.."[350]
İlmi ve makamı ne
olursa olsun, herhangi bir insanın görüşü sünnet-i nebeviyye ile çeliştiği
zaman takınılacak tavır konusunda İbn Kayyım'ın çok güzel bir ölçüsünü
aktaracağız. Nitekim ikinci bölümde, Asr-ı Saadet'te İslam toplumunda kadının
yüzünün genellikle açık olduğuna dair deliller serdedeceğiz.
İbn Kayyım şöyle der:
"Kendisine taptığımız ve O'ndan başka varacak kapımız olmayan Allah'a
yemin olsun ki, bir konuda Rasulullah'tan (s.a.v.) sahih bir hadis gelir ve onu
nesheden başka bir sahih rivayet de bulunmazsa, o hadisle amel etmek ve ona
muhalefet eden bütün görüşleri terketmek bizim ve tüm ümmetin üzerine farz
olur. İster ravisi olsun, ister bir başkası, hiç bir insanın sözüyle o hadisi
atmayız. Zira ravi unutmuş olabilir, meselenin iç yüzünü kavramamış olabilir,
olaya bizzat şahid olmamış olabilir. Yanlış yorumlamış olabilir, başkasının
etkisinde kalmış ve onu taklid etmiş olabilir. Yani ravi masum değildir."[351]
Cilbab, dışarı
çıkarken ayırt edilmek için giyilen bir giysidir. Allah Teala buyurur:
"Ey Peygamber,
eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle (bir ihliyaç için dışarı
çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar (vücutlarını örtsünler);
onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah, çok
bağışlayan, çok esirgeyendir." (Ahzab, 33/59).
Âyet kadınlardan, her
bir ihtiyaçları için dışarı çıkacakları zaman cil-babhırını üzerlerine
almalarını ister. Bu da cariyelerden ayırd edilerek töhmete maruz kalmalarına
engel olmak içindir. Buradan anlıyoruz ki cilbab dışarıdaki dış görünümün en
olgun bir şekle bürünmesi için meşru kılınmıştır. Dış görüntünün mükemmel
oluşu ayırd edilmenin, korunmanın ve say-gınlıgm mükemelliği demektir. Oysa
farz olan "avret mahallenin örtülmesi" şeriatın çizdiği asgari
şartlan taşıyan herhangi bir elbise ile yerine getirilmiş olur. Cilbabın,
dışarıda en kâmil bir dış görünüm arz etme ve en iyi şekilde ayırd edilme
maksadına binaen emredildiğine delil olarak şu nassları zikredebiliriz.
1. Allah
Teala şöyle buyurur: "Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli
olan budur." Bu âyette cilbab kullanmanın illeti açıkça belirtilmiştir
ki, o da insanların hür olduklarını anlayarak rahatsız etmelerine fırsat
vermemektir.
2 Ümmü
Seleme Şöyle demiştir: "Örtülerini (cilbablarını) üstlerine salsınlar"
âyeti nazil olduğunda, Ensar kadınları, başlarında kara kargalar varmış gibi
(siyah) Örtüler içinde çıkmaya başladılar."[352]
3. Ümmü
Atiyye demiştir ki: "Bayram günleri hayız kadınlarla bakirelerin de
çıkarak, cemaate katılmaları, ancak hayızlann namazgaha girmemeleri emredildi.
Kadının biri "Ya Rasulullah, birimizin cilbabı yok" dedi. "Bir
arkadaşının cilbabım ahversin" buyurdular."[353]
Keşmiri'nin
Feyzu'l-Bari'sinde bu hadis*şöyle açıklanır:
"Buradan
anlaşılıyor ki, cilbab dışarı çıkarken giyilmesi istenilen bir giysidir...
Şayet 'cilbabın tepeden salınması başörtü örtmeye gerek bırakmaz1 denecek olursa,
şöyle cevap veririz: Cilbab bir ihtiyaç sebebiyle evren çıkarken lazım olur,
oysa başörtüsü her halükârda örtülmesi gerekir."[354]
"Bir kadın,
birimizin cilbabı yok dedi" sözü, avret mahallerinin örtülmesi için
cilbabın zaruri ve temel bir giysi olmadığına delil teşkil eder. O, ancak
dışarı çıkarken, özellikle de gece def-i hacet için çıkarken ya da cemaatle
namaza katılmak için çıkarken lazım olur. Bu da dışarıda hür kadınların iffetli
bir gölünüm arzetmeleri. en iyi şekilde korunmaları içindir. Umuma açık musalla
yerlerinde cilbab, kadının sağlam bir şekilde örtünmesine en uygun modeldir.
Cilbab herkeste bulunmadığına ve örtünmenin en mükemmel şekilde
gerçekleşmesine yönelik olduğuna göre daha çok namazlar ve yabancı erkeklerle
münassebet kurma esnassında sözkonusu olmaktadır. Zira her hanımın evinde
giydiği, bununla örtünmesini gerçekleştirdiği ve genellikle bir başörtüsü ve
bir entariden oluşan giysisi vardır.
4. Sübey'a
el-Eslemiyye'den rivayet edilmiştir: "Nifası bitip temizlenince düğün
için süslendi. O arada Ebu's-Senabil b. Ba'bek yanma geldi. Dedi ki; bakıyorum
da süslenmişsin, nikâh kıyılmasını mı istiyorsun? Dört ay on güç geçmedikçe
nikâhın kıyılmayacak, boşuna umutlanma. Sübey'a diyor ki; bana bunu söyleyince
akşam olur-olmaz elbisemi (örtümü) üzerime aiıp Rasulullah'a geldim..."[355]
Fatıma binti Kays
şöyle demiştir: "Koçak Ebu Amr b. Hafs b. El Muğire
Örtünmenin şartı ve
özellikleri
boşadığmı bildirmek
dzere beş sa1[356] hurma ve beş sa1 arpa
ile birlikte Ayyaş b. Ebi Rebia'yı gönderdi. Dedim ki: Nafakam bu kadar mı?
İddet süresince evinizde kalmıyacak mıyım? Dedi ki; hayır. Derhal elbisemi
(örtümü) bağlayıp Rasulullah'a geldim..."[357]
Sübey'a (r.a.)
Ebu's-Senabil yanına geldiğinde örtünme hudutları dahilinde bir elbise
giyiyordu. Ancak Peygamberin yanına çıktığında üzerine elbisesini (cilbabım)
almıştı. Keza Fatıma binti Kays, Ayyaş ile konuşurken vücudunu yeterince, örten
bir elbise giyiyordu. Ama konuşması bitip Rasu-lullah'ın yanma çıkmak isteyince
dış elbisesini (cilbabım) bağladı. Kadınların dışarıda iffetli ve güzel
gölünüm arzetmeleri için nasıl ki cilbab varsa erkekler için de aynı şey
sözkonusudur. Mesela Ömer b. Hattab (r.a.) dışarıda erkeklerin de heybetli bir
görünüm arzetmeleri için dış elbise giymelerini tavsiye etmiş, kendisi de giymiştir.
"... Sonra dış elbisemi üzerime alıp (bir başka rivayette bağlayıp[358]
Hafsa'nın yanına gittim."[359]
Namaza giderken de dış elbisesini giyermiş"...Dış elbisemi üzerime alıp
gittim ve sabah namazını Allah Rasulü'yle beraber kıldım."[360]
Yani erkekler de gerek dışarı çıkarken, gerek cumalara gerekse bayram
namazlarına giderken heybetli ve güzel bir görünüm arzetmek için dış
elbiselerini giyerler, asgari düzeyde yeterli olan işar (belden aşağısını örten
giysi) ile yetinmezlerdi. Aynı şekilde kadınlar da güzel ve ihtişamlı bir
siluet çizmek için elbiselerini de örten bir dış elbise giyer lerjj
5. Malik'ten
Aişe'nin (r.a.) entari ve başörtüsüyle namaz kıldığı rivayet edilmiştir.
Ubeydullah b. Esved
el-Hevlani'den -ki Peygamberin hanımı Meymu-ne'nin himayesinde büyüdü-
Meymune'nin izar olmaksızın bir entari ve bir başörtüsüyle namaz kıldığı
rivayet edilmiştir.[361]
Muhammed b. Zeyd b.
Kunfüz annesinden rivayet etmiştir: Allah Ra-sulü'nün hanımı Ümmü Seleme'ye
namaz kılmak için ne giymek gerektiğini sormuş, başörtüsü ve bacakları tamamen
örtecek bel ve geniş entari diye cevaplamış.[362]
Hişam b. Urve
babasından rivayet etmiştir: Bir kadın gelip "mintak (ortasına kuşak
bağlanarak aşağıya sarkıtılan geniş ve bol elbise) bana zor geliyor, entari ve
başörtüyle namaz kılsam olur mu?" diye sormuş. O da entari ol olursa olur
demiştir.
Malik demiştir ki:
Yemin keffaretini ödemek hususunda işittiğim en güzel yok güzel yol
giyindirmektir. Eğer giyindireceği erkekse bir elbisen-kadınsa iki elbise
verir; başörtüsü ve entari. Ki bu namazda gereken asgari Örtünme düzeyidir.[363]
Entari ve başörtünün
namaz için yeterli oluşu, "kendiliğinden görüneni müstesna zinetlerini
açığa vurmasınlar" âyet-i kerimesiyle emredilen sefr-i avretin
gerçekleşmesi için bu iki giysinin yeterli olduğuna delalet eder. Cil-bab ise
setr-i avretten öte. iffetli, haşmetli ve güzel bir görünüm arzetmek
"ayırdedilmek" için emredilmiştir.
6. Usame b. Zeyd şöyle
demiştir: Rasulullah (s.a.v.) bana kendisine Dihye el-Kelbi'ninhediye ettiği
sık dokunmuş bir "kubtiye"[364]vermişti.
Ben de onu hanımına verdim. Birinde, "kuptiyeyi neden giymiyorsun?"
diye sordu. Hanımına verdiğimi söyledim. Buyurdular ki; git söyle, altında
astar giysin. Yoksa kemiklerini belli edebilır.[365]
Rasulullah'ın bu sözü,
şeriatın, evine gelen yabancı erkeğe karşı kadını cilbab giymeye zorlamadığını
gösterir. Altında astar olduğunu takdirde kubtiye ile yabancı erkeklere
görünebilir demektir. Bir başka açıdan bakacak olursak, şayet ev içinde de
cilbab gerekli olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) Usa-me'nin bu davranışım yererek,
yanlış olduğunu belirtmekle yetinirdi. Oysa "git, şöyle altına astar
giysin" buyurmuştur.
7. Hz.
Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir: Rasulullah'ın ve babamın yattığı (eski)
evime girerken "biri kocam, biri babam" diyerek dış elbisemi çıkarıp
giderdim. Ömer de onların yanına defnedildikten sonra haya ettiğim için oraya
dış elbisem üzerimde bağlı olduğu halde girmeye başladım.[366] Bir
başka rivayette; Ömer (r.a.) defnedildikten sonra Aişe cilbabını alır oldu.
Sordular; neden cilbab giyiyorsun? Dedi ki; biri kocam, biri de babam idi.
Ömer (r.a.) defnedilince cilbab giydim.
Peygamber'in hanımları
evin içinde hicabla emredilmişlerdi. Hicab ise onları yabancı erkeklerin
gözlerinden tamamen engelliyordu. Cilbab ise burada, evin dışında hicaba
alternatif olarak Aişe'nin (r.a.) vera ve takvasının bir gereği olarak gündeme
gelmiştir.
8. Said b.
el-Müseyyeb'ten rivayet edilmiştir: "Said'in Zira adında bir cariyesi
vardı. (Bir gün bu cariye) üzerinde ipek bir entari olduğu halde dışan çıktı.
Rüzgan entarisini açınca onu gören Ömer elindeki mısır sapıyla dürttü. Sa'd
gelip engel olmaya yeltenince ona da aynı şekilde dürttü. Sa'd da onu dava
etmek istedi. Ömer, mısır sapını Sad'a uzatıp 'kısas yap1 dedi. Sa'd da o-nu
affetti."[367]
Hadisten anlaşıldığı
üzere cariyenin cilbab örtmeden entariyle dışarı çıkmasında bir beis yoktur.
Ömer'in (r.a.) dürtmesinin sebebi ise onun laubali ve lakayt davranışıdır.
Özet: Cilbabın evin
dışında olgun bir görünüm kazanmak ve ayırdedilmek için giyilmesinin
emredildiğini anladık. Cenab-ı Hak, cilbab âyetinde illetini de açıkça
belirtmiştir: "Böylesi tanınarak ine itilmemeleri için daha
uygundur." Yani cariyelerden ayırdedilecek, hür olduklarının bilinmesi ve
rahatsız edilmemesi için ciîbab en emin yoldur. Ancak kadının avret mahallini
örtmüş sayılması için başörtü entari vb. herhangi bir giyecek modeli yeterlidir.
Bu konuda İbn Teymiyye şöyle demiştir: " Daha sonra cilbaba bü-rünmesi
emredilmiştir. Bu bürünme evden çıktığında sözkonusu olur.[368] Yoksa
ev içinde değil." [369]
İlgili âyet-i kerimede
cilbab giymenin illeti açıkça beyan edilmiştir: "Böylesi tanınarak
incitilmemeleri için daha uygundur." Burada illet, bir yönden mansüs,
(nasssan, beyan edilmiş), bir günden ma'kül (akla uygun) olup, bir başka yönden
de hür kadınların maslahatını gözetmektedir. İlletin bu tür özellikleri
konusunda Kadı İbn Rüşd şöyle der:"... Ulema, makul bir emri içeren
nasslardan emirlerin mendup,[370]
yasakların mekruh olarak algılanıp algılanamayacağı konusunda ihtilaf etmiştir...
Ma'kul olanlar içeren şer'i hükümler genellikle, güzel ahlâk ve maslahatı
gözetmekte, mendupluk ifade etmektedirler."[371]
Üçüncü Özellik:
Kadının yabancı erkeklere gösterebileceği yerlerinin sınırlandırılması Yüce
Allah şöyle buyurur;
"Kendiliğinden
görüneni müstesna zihetlerini açığa vurmasınlar." (Nûr, 24/31)
Bu âyet-i kerimenin
tefsîr kitaplarında nasıl yorumlandığını görelim: Taberi'nin (ö. 310)
Camiu'l-Beyan an Te'vili Ayi'l-Kur'an'ı "Zinetlerini açığı
vurmasınlar", yani mahremleri olmayan yabancı erkeklere zinetlerini
göstermesinler. Zinet iki türlüdür: Birincisi, halhal, bilezik, küpe ve
gerdanlık gibigizli olan zinet. İkincisi, kendiliğinden görünen zinet. Ancak bu
noktada âyetten anlaşılan mana hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
Bazıları elbisenin görüntüsü, süsüdür demişlerdir. İbn Ab-bas'tan şöyle rivayet
edilmiştir: Zinet iki çeşittir. Zahir olanı elbisedir. Gizli olanı da halhal
küpe ve bileziklerdir. Başka birileri, gösterilmesi mubah olan açık zinetin
sürme, yüzük, bilezikler ve yüz olduğunu söylemiştir. Katade, sürme, bilezikler
ve yüzük demiştir. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre zinetin kendiliğinden
görüneni sürme ve yanaklardır. Said, b. Cübeyr ile Ata, yüz ve eller olduğunu
söylemiştir. Yine İbn Abbas'a göre kendiliğinden görünen zinet, yüz, göre
çekilen sürme ele yakılan kına ve yüzüktür. Evine gelen insanlar bunları
kendiliğinden görür. Mücahid, sürme, kına ve yüzük demiştir. Amir, sürme, kına
ve elbise olduğunu söylemiştir. İbn Zeyd, sürme, kına ve yüzüktür, demiştir.
İşte böyle değîşik yorumlar yapılmıştır. Mesele Evzai'ye sorulduğunda, eller
ve yüz demiştir. Dahhak da bu görüştedir. Bir başkası, yüz ve elbise olduğu
kanaatindedir. Yunus demiştir ki: Hasan bunun yüz ve elbise olduğunu
söylemiştir. Bu konudaki görüşlerin en doğrusu şudur: Ayette yüz ve eller kas
terdi lmiştir. Bunun içine sürme, yüzük, bilezik ve kına da girmektedir.
Namazda herkesin avret yerlerini kapatması ferzdir. Kadının da namazda yüzünü
ve ellerini açması, bunun dışında tüm bedenini örtmesi gerekmektedir. Bütün
alimler bu konuda ittifak ve icma ettiğine göre, aynen erkeklerde olduğu gibi
kadınlar da avret olmayan yerlerini rahatlıkla gösterebilirler. Çünkü avret
değilse gösterilmesi haram olmaz. Bunları göstere biliyorsa, demek ki âyette
kastedilen de budur, çünkü bunlar kendiliğinden doğal olarak görünen
yerlerdir."[372]
Taberi'nini tercihi
bir fıkhi zorunluluk üzerine olduğuna göre, biz de onun bu görüşünden önemli
bir delil çıkarırız. Onun bu mesele hakkındaki görüşü, çağının uygulamasını da
yansıtmaktadır. Giyim kuşam, bütün toplumu yakından ilgilendiren bir iştir.
Dolayısıyla herkes bunu yaygın olarak bilir. Şayet yüzü örtmek farz olsaydı
yaygın bir şekilde uygulanmasr ve o devirde (hicri üçüncü asır) bunu herkesin
bilmesi gerekirdi. Dahası tüm müslüman kadınlar bunu titizlikle uygular, açılıp
saçılmaya meraklı asi kadınlar dışında kimse buna uymaktan geri kalmazdı.
Cassas'm (Ö. h. 370)
Ahkamu'l-Kur'an'ı "İbnu Abbas, Mücahid ve Ata'dan "kendiliğinden
görüneni müstesna" ibaresinden, yüzde ve elde olan sürme ile kınanın
kastedildiği rivayet edilmiştir. İbnu Ömer ve Enes'ten de buna benzer
rivayetler yapılmıştır. îbn Abbas'tan gelen bir başka rivayette el, yüz ve
yüzük olduğu belirtilmiştir. Aişe f r.a.), kendiliğinden görünen zinetin
bilezik ve kaşsız yüzük olduğunu söylemiştir. Ebu Ubeyde, başlı ve başsız
yüzük; Hasan ise elbise olduğu yolunda görüş belirtmiştir. Ebu'l-Ahvas'ın
Abdullah'tan rivayet ettiğine göre; zinet iki kısımdır: Sadece kocanın gördüğü
taç (saç bandı), bilezik ve yüzük gibi gizli zinetler. Açık zinet ise
elbisedir. İbrahim de zahiri süsün elbise ol-duğunu söylemiştir. Hanefi
Fukahası demiştir ki: Ayetten murad yüz ve ellerdir. Çünkü sürme yüzün, kına
ve yüzük elin zinetidir. Yüzün ve ellerin zi-netine bakmak mubah sayıldığına
göre elbette yüze ve ellere bakmak da mubah olacaktır. Yüzün ve ellerin avret
olmadığının bir delili de namazda bu uzuvların açık tutulmasıdır. Şayet avret
sayılsalardı sair uzuvlar gibi bu iki uzvun da örtülmesi gerekirdi. Bir yabancı
erkeğin kadının yüzüne ve ellerine şehvet duymadan bakması caiz, şayet,
nikahlama âyetinde olma gibi bir mazerete mebni ise şehvetle dahi bakması
caizdir. Tüm bunlar, evlenmek niyetinde ise şehvetle de olsa yabancı bir
erkeğin kadının yüzüne ve ellerine bakmasının caiz olduğuna delil teşkil
etmektedir. Ayrıca şu âyet-i kerime de buna delildir:
"(Ey Peygamber)
bundan sonra artık sana (başka) kadınlarla evlenmek), bunları başka eşlerle
değiştirmek helal değildir. İsterse güzellikleri çok hoşuna gilsin."
(Ahzab, 33/52)
Güzelliklerini
beğenmesi için elbette yüzlerini görmesi gerrkir. İbn Mes'îid'un
"kendiliğinden görüneni müstesna" âyetini elbiseyle yorumlamasının
bir anlamı yoktur. Çünkü, malumdur ki zinet zikredilir, zinetin üze- rinde
durduğu uzuv kastediler. Yoksa kadının takınmadığı gerdanlık, halhal, bilezik
vb. süs eşyalarını yabancı erkeğin görmesinde ne mahzur olabilir. Demek ki
murad zinetin mahallidir.
"Süslerini
kimseye göstermesinler. Yalnız kocalarına..."(Nûr, 24/31) âyetinden de
anlaşıldığı üzere zinetten maksat onun mahallidir."[373]
Vahidinin (Ö. h. 468) el-Vecizfi tefsîrVl-Kur'anVl-Aziz'i "Kendiliğinden
görüneni müstesna" yani, elbise, sürme, yüzük kına ve bilezik. Kadının
yüzü ve dirseklerinin yarısına kadar ki uzuvları dışında hiçbir yerine
göstermesi caiz olmaz.[374]
Beğavi'nin (o. h. 546)
Me'alimu't-Tenzil Fi't-tefsîr'i "Kendiliğinden görüneni müstesna" âyetinde
zahiri zinet kastedilmiştir. Ancak, ilim erbabı Allah Teala'nın istisna ettiği
zahiri sünnetin ne olduğu hususunda ihtilaf etmiştir. Said b. Cübeyr, Dahhak ve
Evza'i, yüz ve eller olduğunu söylemiştir. İbn Mes'ud, elbise olduğu görüşünü
savunarak:
"Ey Ademoğulları
her mescide gidişinizde süs(la güzel elbisele-ler)inizi (üzerinize)
alın..." (Araf; 7/31)
âyetini delil getirir.
Burada zinetten murat elbisedir. Hasan, yük ve elbisedir, demiştir. İbn Abbas
sürme, yüzük ve eldeki kına olduğu görüşünü serdet-miştir. Yabancı erkeğin
zahiri zinetleri -şehvet ve fitneden- korkmadığı sürece görmesinde bir beis
yoktur. Eğer bu korku varsa gözlerini sakınır. Kadının bedeninden bu kadarım
açmasına ruhsat vermiştir. Çünkü bunlar avret olmadığı gibi, namazda açılması
da emredilmiştir. Ancak sair tüm uzuvları avret olup örtmesi gerekir."[375]
Zemahşeri'nin (ö. h.
528) tefsîm'l-Keşşafı
"... Zinet,
sürme, kına gibi süslenmek için kadınların kullandıkları şeylerdir. Bunlardan
yüzük, kaşsız yüzük, sürme/kına vb. açık olanların yabancılara gösterilmesinde
bir beis yoktur." Kendiliğinden görüneni müstesna" yani, adeten ve
hilkaten açık olan uzuvlar. Bunlarda aslolan açık olmalarıdır."[376]
Kadı Ebu Bekr b.
El-Arabi'nin (ö.h. 543) Ahkâmu'l-Kur'an'ı
"Zahiri zinet
konusundaki ihtilaflar üç noktada odaklanmaktadır: Birincisi; elbisedir.
Kadının özellikle açıkta olan zineti elbisedir. Bu görüş İbn Mes'ud'a aittir.
İkinci görü; sürme ve yüzüktür. (İbn Abbas ile Misver'in görüşü). Üçüncüsü;
yüz ve ellerdir. Bu görüşle ikinci görüş aslında birdir. Ancak şöyle
yorumlayan da olmuştur: Yüz ve eller (kendiliğinden görünen) zahiri zinettir.
Ancak sürme ve yüzük bulunmaması şartıyla. Şayet sürme ve yüzük kullanılacak
olursa örtülmesi vacib (farz) olur. Çünkü batini (gizli) zinete girer."
Bilezik konusunda
ihtilaf edilmiştir. Aişe (r.a.), elde olduğu için zahiri zineti en olduğu
görüşündedir. Mücahid ise elde değil kolda olduğu için batini zit.et olduğu
kanaatindedir... Doğrusu "zahiri zinet" nereden bakarsakba-kalını.
yüz ve ellerdir. Zira bunlar namazda ve ihramda açık tutulur. Adeten ve
kendiliğinden açık tutulur."[377]
'.bnu Atıyye'nin (ö.
h. 546) cl-Muharreru'l-Veciz fi-tefsîri'l-Kitabi'l-Aziz:
"... Sonra
zinetin kendiliğinden görünen kısmını istisna etti. İnsanlar istisn ı edilen kısmın
miktarı konusunda ihtilaf etmiştir. İbn Mes'ud (r.a.) zinetin kendiliğinden
görünenin elbise; Said b. Cübeyr, yüz ve elbise, Ata ve Evzai ile bölüştüğü bir
başka yorumunda yüz, eller ve elbise olduğu görüşündedir. İbn Abbas, Katade ve
Misver b. Mahreme, sürme, bilezik (dirseğin yansına kadar) kına, küpe ve yüzük
demiştir. Dolayısıyla kadının eve gelen yabancılara bunları göstermesi mubah
olur...[378] Kadı Ebu Muhammed şöyle
demiştir: Bana göre âyette kadının zinetlerini göstermemesi, gizlemeye çalışması
emredilmektedir. Ancak istisnası sözkonusudur. Zarureten kendiliğinden görüneni
affedilmiştir. Yüz ve eller çoğu zaman açık kalmak durumundadır. Namazda olduğu
gibi. (Buna rağmen) yüz güzelliğinin mahrem olmayanlara karşı örtülmesi daha
uygun olur. Ayetin lafzından, kendiliğinden görünen zinetlerin açılması
gerektiği de anlaşılabilir. Ancak bizim görüşümüz, ihtiyat ve fesada mahal
vermeme açısından daha kuvvetlidir."[379]
. bım'l-Cevzi'nin (.
h. 596) Zadü'l-Mesir fi Ilmi't-tefsîr'i Kendiliğinden görüneni müstesna"
hususunda yedi görüş mevcuttur:
Birincisi: Elbise
olduğu. Bu görüşü, Ebu'l-Ahvas İbn Mes'ud'dan rivayet etmiş olup bir başka
varyantında rida (Araplara has örtü şeklinde bir giysi) olduğu belirtilmiştir.
İkincisi: El, yüzük ve yüz, üçüncüsü: Sürme ve yüzük (ba iki v& üçüncü
görüş Said b. Cübeyr ile İbn Abbas'a aittir.) Dördüncüsü: Bilezik, yüzük ve
sürmedir.-fMüsver b. Mahreme'nin görüşü) Beşincisi: Sürme, yüzük ve kınadır.
(Mücahid). Altıncısı: Yüzük ve bileziktir. (Hasan) Yedincisi: Yüz ve ellerdir
(Dahhak).
Kadı Ebu Yala şöyle
demiştir: Birinci görüş tartışma götürür. Zira Ah-med b. Hanbel demiştir ki:
Zahiri zinet elbisedir. Tepeden tırnağa avrettir. (Kadın)... Şayet, "peki
namazda yüz açıldığı halde namazı bozmadığına göre nasıl avret olduğunu
söylersiniz" diye itiraz edilecek olursa deriz ki: Namazda yüzün
kapatılmasında meşakkat olduğu için muaf tutulmuştur.
Biz de deriz ki:
Namazda yüzü örtmekte meşakkak var ise, namazın dışında bu meşakkat daha
çoktur. Çoğu zaman örtülü kalma süresi namaz dışında namazdakinden çok uzun
olur*. Hem bu görüş Hanbeli mezhebine i-zafeten zikrediliyorsa Hiraki'nin
Muhtasar'ında, İbn Kudame'nin Muhta-sar'a yazdığı şerhinde serdedilen şu görüş
ne oluyor? "... Özetle mezhep, kadının namazda yüzünü açmasının caiz
olduğuna kaildir. Namazda olsun, namaz dışında olsun yüz avret değildir."[380]
Fahru'r-Razi'nin (ö.
h. 606) et-tefsîru'i-Kebir'i
"Kendiliğinden
görüneni müstesna zkıetlerini açığa vurmasınlar" âyetinde birtakım
meseleler mevcuttur.
Birinci Mesele:
'Zinetlerini' ibaresinden ne kastedildiği konusunda ihtilaf edilmiştir. Zinet.
Allah'ın bahşettiği güzelliklerine ve insanın süslendiği elbise, takı vb.
nesnelere verilen bir isimdir. Bazıları da bu ismin hilkat (yaratılış)
güzellikleri için kullanılmadığı, aksine, sürme, kına vb. süs malzemeleriyle
sonradan kazanılan güzellikler için kullanıldığı görüşündedir. Doğrusu hilkatin
de zinet kapsamı dahilinde olduğudur. Bu yargıya şu iki delilden vardık;
Birincisi, kadınların büyük bir çoğunluğu, süs malzemeleri olmadan da yaratılış
güzellikleriyle temeyyüz eder. Dolayısıyla zinet tabirinin kapsamına hilkat
güzelliğini de kattığımızda "genel" bir mana ifade eden bu tabire
hakkını vermiş oluruz. Böyle anlaşılması sair süs malzemelerinin ferimin
kapsamı dışında kalmasını gerektirmez. İkinci delil:
"Başörtülerini
yakalarının üzerine koyulup boyunlarını örtsünler." (Nûr, 24/31)
âyet-i kerimesi olup,
hilkat güzelliğini sair süslerle birlikte zinet kapsamı dahiline almaktadır.
Nitekim Allah Teala başörtüsüyle kapatarak, fıtri güzelliklerini
göstermemelerini emretmiştir. Oysa zineti güzellikleri dışındaki süslerden
ibaret sayanlar, bu tabiri üç noktada sınırlandırmış ve daraltmış oluyorlar.
Birincisi, gözü sürme, yanakları zaferan, el ve ayakları kına vb. süs
malzemeleriyle güzelleştirmek. İkincisi, yüzük, bilezik, halhal, pazu-end,
gerdanlık, taç, kuşak (kemer) ve küpe gibi takılar. Üçüncüsü,- elbise
(giysiler).
"ey Adem oğullan,
her mescide gidişiniz de süslü, güzel elbiselerinizi üzerinize alın..."
(A'raf, 7/31)
âyetinde olduğu gibi.
Sekizinci mesele:
Kendiliğinden görüneni müstesna" âyetinin anlamı konusunda ihtilaf
edilmiştir. Zineti yaratılış güzellikleri olarak yorumlayanlardan Kaffal
demiştir ki: Adeten ve yaygın olarak insanların görünen uzuvlarıdır ki,
kadınlara el ve yüzdür. Herhangi bir zaruret sebebiyle açmak zorunda
kalmadıkları uzuvlarını örtmekle emrolunmuşiardır. Kadınlar, zaruret veya
itiyat (alışkanlık, yaygınlık) halinde bazı uzuvlarım açabilir. Çünkü İslam
şeriatı hanif, tabii, kolay ve hoşgörülüdür. Yüzün ve ellerin açılması zaruri
olup bunların avret olmadığı konusunda ittifak vardır. Ancak, ayağın açılması
zaruri olmayıp avret olup olmadığı tartışılmıştır."[381]
Kurtubi'nin (ö. h.
671) el-Camili-Ahkâmi'l-Kur'an'ı
"Cenab-ı Hak
kadınlara fitneden sarkınmak için kendilerine bakanlardan zinetlerini
gizlemelerini emretmiş ve âyetin devamında bakmasında sa kınca olmayan
mahremlerini istisna etmiştir. Keza gizlenmesini emrettiği zilletlerine de bir
istisna kaydı koymuştur. Ancak bunun miktarı konusunda ihtilaf edilmiştir. (Bu
konudaki karşıt görüşleri tek tek ele aldıktan sonra diyor ki:) Ellerin ve
yüzün gerek adeten, gerekse ibadeten (namazda ve Hacda olduğu gibi) açılması
daha yaygın olduğuna göre, âyette istisna edilen kısım bu iki uzuv olsa
gerektir. Bu görüş, ihtiyat ve insanların fitne fesadını dikkate alma açısından
en güçlü olanıdır. Kadm, kendiliğinden görünen elleri ve yüzü hariç tüm
zinetlerini gizler. En iyisini kendisinden başka Rab olmayan Yüce Allah bilir.
Zinet iki kısımdır:
Yaratılıştan olan, sonradan kazanılan. Yaratılıştan o-lan yüzdür. Çünkü yüz,
zinetin aslı ve yaratılış güzelliğinin aynası olup tanınma vb. birtakım
menfaatlerin sebebidir. Sonradan elde edilen zinet ise, kadının yaradılışını
daha da güzelleştirmek için kullandığı elbise, takı, sürme ve boya gibi süs
malzemeleridir."[382]
Beydavi (ö. h. 685)
Tefsiri
"Kendiliğinden
görüneni müstesna âyeti, elbise ve yüzük gibi eşyaların kullanımıyla
alakalıdır. Çünkü bunların örtülmesinde zor! jk vardır. Zinet-ten muradın zinet
yerleri veya daha genel bir ifadeyle hem yaratılıştan olan hem de sonradan
kazanılan zinetler olduğu ve avret olmadıkları için eller ile yüzün istisna
edildiği de söylenmiştir. Halbuki bu durum namazda geçerlidir, bakışta değil.
Çünkü hür kadının bütün bedeni avret olup kocası ve mahremleri dışında,
-tedavi ve şahidlik gibi zaruri durumlar dışında- hiçbir yabancıya hiçbir
yerini göstermesi helal değildir. "[383]
Kadının biri namazda,
biri bakışta iki avretinin olup olmadığının uzun uzadıya tartışıldığı
"Mütekaddimin fukahanın yüzün avret olmadığı hususunda ittifakı"
başlıklı bölüme bakanız.
Hazinin (ö. h. 725)
Lübahu'n-Nukulfi-Me'ani't-Tenzil:
"Kendiliğinden
görüneni müstesna" yani zinetlerden Said b. Cübeyr, Dahhak ve Evzai yüz ve
eller, İbn Mes'ud, elfoise, İbn Abbas, sürme, yüzük, kına demiştir. Yabancı
erkeğin şahidlik zaruret hallerinde zahiri zinete bakması caizdir. Ancak fitne
ve şehvet korkusu olursa gözünü kaçırır. Mamafih kadının bedeninden bu kadarını
açığa vurmasına ruhsat verilmiştir. Çünkü avret değildir ve namazda açık
tutulması emredilmiştir."[384]
Nisaburi'nin (ö. h.
728) Garaibu'I-Kur'an ve Regaibu'l-Furkan'ı
"Kadının yabancı
erkeğe karşı avreti bütün bedeni olup elleri ve yüzü hariç hiçbir yerine
bakılması caiz değildir. Yüzün alış-veriş, elin de almak ve vermek için açık
tutulması gerekecektir. El deyince, avuç içiyle ve el üstüyle bileğe kadar ki
kısım anlaşılmalıdır."[385]
Ibnu Cüzeyy
el-Gırnati'nin (ö. h. 741) et-Teshil li-Vlumi't-Tenzi'i.
"Kendiliğinden
görünen kısım istisna edildi. Zira iş görürken, hareket ederken veya başka
durumlarda bu husus kaçınılmaz olmaktadır. Bu kısmın elbise olduğu da
söylenmiştir. Bu durumda bütün vücudunu kapatması gerekir. Elbise, yüz ve
eller olduğu da söylenmiştir ki bu İmam Malik'in görüşüdür. Çünkü o, ellerin
ve yüzün namazda açılmasını mubah görür. Ebu Hanife buna ayakları da
eklemiştir."[386]
Ebu Hayyan
Endelusi'nin (ö. h. 754) el-Bahru'l-Muhit'i.
^Sonra Allah Teala:
'Zinetlerini açığa vurmasınlar' buyurur ve kendiliğinden görünen kısmını
istisna eder. Zinet, kadının süslenmek için kullandığı takı, sürme, kına gibi
şeylerdir. Zinetin, yüzük, kaşsız yüzük, sürme kına gibi zahiri açık olanlarını
yabancılara göstermekte bir beis yoktur. Bilezik halhal, taç, gerdanlık,
pazubend, kemer ve küpe gibi gizli zinetler istisna edinen mahremlerden
başkasına gösterilemez... Açık zinete Örtülmesinde meşakkat olduğu için
müsamaha edilmiştir. Kadının, bir takım eşyaları kullanabilmek için elini
açması kaçınılmaz olduğu gibi, şahidlik, yargılanma, nikâh vb. zaruri haller
sebebiyle yüzünü de açması gerekmektedir. Yolda yürümek zorunda kalan
kadınların -özellikle fakir olanların- ayaklarının açık olması da mümkündür.
"Kendiliğinden görüneni müstesna" âyetinin manası, adaten ve hilkaten
açık olagelen uzuvların örtülmemesidir. Çünkü bunlarda aslolan açık
olmalarıdır. Hafif zinete müsamaha edilmiştir... Bazıları zineti hilkate de
teşmil etmenin yanlış olduğu görüşünü savunmuştur. Doğruya daha yakın olanı
teşmil etmesidir. Öyle ya, son derece itidalli ve güzeUy ar atılmış olan
uzuvlardın daha güzel zinet ne olabilir? Adet ve ibadet gereği eller ve yüz
genellikle açık tutulduğuna göre, âyette geçen istisnanın bunlarla tefsir
edilmesinin gayet uygun bir yorum olduğu söylenmiştir."[387]
'.bn Kesir'in (ö. h.
774) tefsîru'l-Kur'ani'l-Azim'i.
"Yani gizlenmesi
mümkün olmayan müstesna, yabancılara hiçbir zi-netieriui göstermesinler. İbn
Mes'id, rida ve elbise gimi, demiştir... Aynı görüşü Hasan, İbn Şirin,
Ebu'l-Cevza' ve İbrahim Nehai ve daha başkaları da paykışmıştır.-A'meş, Said b.
Cübeyr'in İbn Abbas'tan rivayet ettiği bir görüş aktarır: Yüz, eller ve yüzük.
İbn Ömer, Ata, İkrime, Said b. Cübeyr, Ebu'ş-Şa'şii. Dahhak İbrahim Nehaî ve
daha başkalarından da buna benzer rivayetler aki: rılmıştır. Bunu, kolaylıkla
açtığımız zinetlerimizle tefsiri mümkündür. Malik'in Zühri'den rivayet ettiği
bir haberde bunun yüzük ve halhal olduğu belirtilmiştir. İbn Abbas ile onun
görşünü tercih edenlere göre âyetin bu kısmı yüz ve ellerle tefsîr edilmiştir
ki, cumhur nezdinde meşhur olan da budur."[388]
Ebussuud (ö. h. 951)
Tefsiri:
"Âyette istisna
edilen, kadınların gündelik işlerini yaparken kapatıp gizlemeleri gerçekten zor
olan kına, sürme, yüzük vb. süslerdir. Zinetten muradın -muzafın hazfiyle-
zinete konu olan uzuvlar olduğu da söylenmiştir.[389]
Keza hem yaratılış, hem de süs güzelliğini bir arada kapsadığı söylenmiştir.
İstisna edilen kısım ile yüz ve ellerdir, çünkü bu ikisi avret değildir."[390]
Şevkani'nin (ö. h.
1250) Fethu'l-Kadir'i
"Gerek başörtüsü,
cilbab, gibi, gerekse ayak ve elleri süsleyen zinetler gibi kendiliğinden görünenler
dışında kadınfn zinetlerini göstermesini yasaklayan Kur'an nasslarında bir
kapalılık bulunmamaktadır. Zinetten muradın zinete konu olan uzuvlar olarak
algılanması halinde istisna, ayak, el vb. kapatılmasında meşakkat olan uzuvlara
raci olur. İbn Münzir, Enes'ten rivayette kendiliğinden görünen zinetin, sürme
ve yüzük olduğunu söylemiştir. Said b. Mahsur, Abd b. Humeyd, İbn Cerir, İbn
Münzir ve Sünen'inde Bey-haki İbn Abbas'tan naklen, istisna edilen zinetin
sürme, yüzük, küpe ve gerdanlık olduğu beyan edilmiştir. Abdurrezzak ve Abd b.
Humeyd yine ondan yüzük ve kın olduğu rivayet edilmiştir. İbn Ebi Şeybe ve Abd
b.b Humeyd İbn Abbas'tan rivayetle zahiri zinetin yüz ve eller olduğunu
söylemişlerdir. Yine ibn Abbas'tan aynı iki zat, yüz ve elin içi, olduğunu
rivayet etmiştir. İbn Ebi Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Münzir ve Sünen'inde
Beyhaki, Aişe'den (r.a.) rivayet edilen bir haber zikrederler: Aişe'ye zahiri
zinetin ne olduğu sorulduğunda bilezik ve (kaşsız) yüzük olduğunu
söylemiştir."[391]
Stddık Hasan Han'ın
(ö. h. 1307) Neylu'l-Meram min Tefsiri'!-Ahkâm'ı
"Zahiri zinetin
ne olduğu konusunda insanlar ihtilaf etmiştir. İbn Mes'ud, elbise, olduğunu
söylemiş, Said b. Cübeyr buna yüzü de eklimiştir. Ata ve Evzaî yüz ve eller
olduğunu belirtmiştir. İbn Abbas, Katade ve Mis-ver b. Mahrame demişlerdir ki;
zinetin zahiri olanı sürme, bilezik, dirseğin yarısına kadar kına vb.
süslerdir. Kadın bunları gösterebilir. İbn Atıyye demistir ki; kadın zinetini
hiçbir şekilde göstermez ve bütünüyle gizler. İstisna hükmü zaruret icabı
görünen yerler için sözkonusudur. Kadının başörtüsü, cilbab, el ve ayak süsleri
gibi kendiliğinden görünenler dışında kalan zinetlerini göstermesini
yasaklayan Kur'an nasslarında bir müphemlik bulunmamaktadır."[392]
İbn Badis'in (ö. h.
1359) eserlerinden
"Zinetin,
bilekteki bilezik, pazudaki pazubend, kulaktaki küpe, gerdandaki gerdanlık ve
ayaktaki halhal gibi batini (gizli) olanı olduğu gibi, göze çekilen sürme,
parmağa takılan yüzük gibi zahiri (açık) olanı da vardır. Zinet süs
eşyalarıdır. Ancka süse konu olan uzuv, yani süs mahalli sebebiyle zinet olarak
isimlendirilmektedir. Aslolan zinet mahalleri olup bir uzvu süsleme-yen
nesnelere zinet denmez. Selefin zahiri zinet konusundaki yorumu iki noktada
odaklanmaktadır. El ve yüz ile sürme ve yüzük. Aslında ikinci yorum biikinciye
racidir. Çünkü, yüz sürmenin, el ise yüzüğün mahallidir. Birincisi murad
edilen, ikincisi ise lafzın hakiki manasıdır. "Zinetlerini açığa
vurmasınlar" âyeti zahiri ve batini zineti birden kapsamış,
"kendiliğinden görüneni müstesna" âyeti de zahir olanı tahsis ederek
bu kısmın gösterilme-sine cevaz vermiş, batini olan kısım ise yasak olarak
kalmıştır. Ayet, oyun, göğüs, oacak, kol ve diğer batini tüm uzuvların
açılmasını yasaklamış; zahiri olanın açılmasına müsade etmiştir ki o da yüz ve
ellerdir. Çünkü kadının bu iki uzvunun avret olmadığı üzerinde ittifak
edilmiştir. Meseleye değişik bir boyut kazandırmak için iki büyük hadis ve
fetva imamından bir takım alıntılar yapacağız. Hanefi imamlarından Cassas ve
Maliki imamlarından Kadı İyaz. Cassas şöyle der: "Kendiliğinden
görüneni" konuunda Hanefiler yüz ve eller olduğu görüşündedir. Çünkü sürme
yüzün, yüzük ve kına ise elin zi-netidir. Elin ve yzün zinetlerine bakmanın
mubah olması demek, el ve yüze bakmanın da mubah olması demektir. Ellerin ve
yüzün avret olmadığının bir delili de namazda açılmalarıdır. Şayet avret
olsaydı, sair uzuvlar gibi onların da kapatılması gerekirdi. O halde, 'şehvet
duymaksızın- yabancı bir erkeğin kadının yüzüne ve ellerine bakması caizdir."
Kadı İyaz ise şöyle der: "Tüm bunlarda -bir anlık bakmakla ilgili hadisten
sözediyor- ulemaya göre kadının yüz.nü örtmesi gerekmediğine dair delil
mevcuttur. Ancak bu bir müste-hap, biı sünnetir ki, erkek için sünnet olan da
gözünü kaçırmaktır. Yüzü örtme farzının Peygamber'in hanımlarına has oluşu
konusunda ihtilaf yoktur."
Muvatta'da şöyle der:
"Malik'e kadının namahremle veya kölesiyle yemek yiyebilip yiyemeyeceğini
sordular. Dedi ki; kadın kocasıyla, başkalarıyla, kardeşleriyle yemek
yiyebilir. Bunda bir beis yoktur. Yeter ki örf dahilinde ve bir mahreminin
eşliğinde olsun. Malik, halvet olmadığı sürece kadının bir yabancı erkekle
-kocası, kardeşi gibi birinin eşliğinde- yemek yemesini caiz görmektedir. Bu
da yabancı erkeğe filerini ve yüzünü göstermeyi beraberinde getirir. Çünkü,
Baci'nin de belirttiği gibi başka türlü yemek yiyemez. Tüm bu nakiller, âyetin
istisna ettiği kısımları belirleme ve ellerin ve gözün avret olmadığı,
dolayısıyla örtülmeleri gerekmediği konusunda bir karara varmada yardımcı olan
faydalı delillerdir."[393]
Tefsirlerden
aktardığımız bu pasajlarda, on üç müfessirin, yabancı erkeklere gösterilmesi
meşru olan zahiri zinetin eller ve yüz olduğu görüşünü tercih ettiğini
görüyoruz. Bu müfessirler şunlardır:
1. Taberi,
2. Vahidi,
3. Zemahşeri,
4.
Fahru'r-Razi,
5. Cassas,
6. Beğavi,
7.
İbnu'l-Arabi,
8. Kurtubi,
9. Hazin,
10.
Neysaburi,
11.
EbuHayyan,
12.
Ebu's-Suud,
13. İbn
Badis,
Zahiri zinetin elbise
olduğu görüşünü tercih edenler ise şunlardır: îbnu'l Cevzi, Beydavi ve İbn
Kesir. Şevkani ve Sıddık Hasan Han buna elleri ve ayakları eklemiştir. İbn
Atiyye ile İbn Cuzeyy el-Gırnati ise sadece farklı görüşleri zikretmekle
yetinmiş olup tercih belirtmemişlerdir. Sonra İbn Kesir, cumhur nezdinde meşhur
olanın yüz ve eller olduğunu belirtmiştir.
On üç müfessirin el ve
yüzü zahiri zinet saydığını söylerken, sayısal çoğunluğun doğruluk ölçüsü
olduğunu söylemek istemiyoruz. Ancak, yüzü açmanın meşru olduğunu kabul
etmeyenlere, bunun sırf Batı taklitçisi moda hayranlarının ortaya attığı ve
yüzü örtmeyi ilkel ve gelenek gören bir anlayıştan ibaret olmayıp, İslam
şeriatında da müsamaha edilen bir durum olduğunu anlatmak istiyoruz.
Şunu da eklemek
gerekir ki, Taberi'nin vb.nin aktardığı rivayetlerin senet ve metin açısından
sahih mi yoksa zayıf mı oldukları bir tarafa, Rasulul-lah'tan bize tâbi
olabileceğimiz ve kavli ne de takriri bir sünnet rivayet edilmiştir. Tüm
rivayetler, istisnadan maksadın ne olduğu hususuda fikir yürüten ve kadının
tesettürüne uygun gördüğü bir takım mülahazalardan oluşan içtihadlardan
ibarettir. Öyle ki istisnanın hasr değil, örnek olsun diye yapıldığını
söyleyenler bile olmuştur. Bu çeşitli rivayetleri değerlendirdiğimizde her
rivayette istisna sınırı dahiline girmesi mümkün bir açıklama yapılmıştır.
Gerek elbise, gerek yüz, gerek eller ve gerekse yüzük ve kına zahiri
zinet-lerdendir. Hasan'ın ve Amir'in Taberi'nin kaydettiği rivayetlerinde bu
yargı doğrulanmaktadır. Hasan der ki; "yüz ve eller"dir. Amir ise,
"sürme, kına (boya) ve elbise" olduğunu beyan eder.
Dördüncü özellik:
Başörtüsünün bir
kısmıyla boynun ve göğsün kapatılması Allah Teala şöyle buyurur:
"Başörtülerini
yakalarının üzerine koy(up boyunlarını örl)sünler." (Nûr, 24/31).
Urve'nin rivayet
ettiği bir haberde Aişe (r.a.) şöyle der: "Allah ilk muhacir hanımlarına
rahmet etsin. 'Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar' âyeti inince
(çarşaf gibi dikişsiz dış) örtülerini parçalayıp başörtüsü yaptılar." Bir
başka rivayette şöyle denir: (Bedenin alt kısmını örten peştemala benzer)
izarlarını kenarlarından bölüp başörtüsü yapmaya başladılar."[394]
Kadı Ebu Bekr b.
Arabi, Ahkâmu'l-Kur'an'mda şöyle der: "Başortüleriyle ceyblerini
örtsünler" âyetinde geçen ceyb, gerdanlık, himar (başörtüsü) ise başı
kapatan örtüdür. Buhari Aişe'den (r.a.) rivayet etmiştir ki: Allah ilk muhacir
kadınlarına rahmet etsin. "Başönüleriyle ceyblerini örtsünler" âyeti
indiğinde marat denen çarşaf gibi örtülerini -bir başka rivayette izarla-nnı-
parçalayıp başörtüsü yaptılar. İzarı olan izarım, maratı olan maratını başörtüsü
yaptı. Bu, boynun ve göğsün de kapatılması gerektiğine delil teşkil eder. Aişe
hadisi bunu daha da açıklamaktadır. Rasulullah (s.a.v.) sabah namazını
kıldırınca, kadınlar örtülerine bürünmüş vaziyette alaca karanlıkta
dağılıverirdi. Kimse kimseyi tanımazdı.[395]
Fethu'I-Bari'de şöyle
denmektedir: "Onu başörtüsü edindiler." Bunu başörtüsünü başlarından
aşağıya doğru, sağ taraftan indirip sol omuzlarına atarak yaptılar. Ferra
demiştir ki, Cahiliyye de kadınlar başörtülerini arkalarından sallarlar ve
önleri açık kalırdı. Bu âyetle önlerini (boyun ve göğüslerini) örtmekle
emrolundular. Kadının başörtüsü, erkeğin sanğ mesabesindedir."[396]
Cassas şöyle der:
Ayette kastedilenin entarinin yakası olduğu söylenmiştir. Zira kadınlar
yakaları açık entariler giyer, göğüs ve boyunları görünürdü. Allah onlara
buralarını kapatmalarını emretmiştir. Bu, aynı zamanda gerdanın ve boynun da
avret olduğuna, yabancı erkeklere gösterilmesinin :aiz olmadığına da delil
sayılır.
Nûr ve Ahzap
sûrelerinde geçen örtünmeyle ilgili âyetlerin Tefsîriyle ilgili bunca alıntıdan
sonra şu kanaate varmış bulunmaktayız. Ahzab sûresin- de geçen
"cilbablarını (dış örtülerini) üzerlerine alsınlar" âyet-i kerimesi,
müslüman kadının ev dışına çıkışını edebe muvafık bir kurala bağlayarak
cariyelerden ayırdedilmelerini, sefihlerin sarkıntılıklarına maruz kalaktan
korunmalarım sağlamıştır. Daha sonra nazil olan Nûr süresindeki âyet ise, kadın
erkek görüşmelerini düzenleyerek farz sınırını belirtmiştir. Böylece her iki
cinsin, gerek evde gerekse dışırda her ortamda, fitneden uzak kalması
sağlanmıştır. Bu Öncelikle her iki kesimin de gözyerini kaçırmakla
emrolunmasıyla sağlanmıştır. "Mü'min erkeklere söyle, gözlerini sakınsınlar...'1,
"Mü'min kadınlara söyle gözlerini sakınsınlar( yumsunlar)."
İkinci olarak da,
fitneyi uyandırıp besleyen kadın zinetlerinin mümki olan en son sınıra kadar
kontrol altına alınmasıyla sağlanmıştır. Önceden k dınlar, başlarına örttükleri
örtüyü arkadan sarkıtıyor ve yüz ve eller yanını kulaklar, boyun, gerdan ve
bunların takı ve süsleri de görünüyordu. Gözde sürme, ellerdeki kına,
kulaklardaki küpeler ve gerdandaki gerdanlık açıkı görünürdü.
"Kendiliğinden görüneni müstesna zinetlerini açığa vurmasu lar" emri
geldi ve doğal olarak veya mevcut örfe göre kaçınılmaz sayılan k sımlar müstesna
kadının bütün güzelliklerini kaptaması istendi. Entari giy lip başörtüsü
Örtülmekle birlikte sayılan zinetler açıkça görünüyorken "b; şörtülerini
yakalarının üzerine koysunlar (sarkıtsınlar)" emri gelerek gerd; nm,
boynun ve kulakların da başörtüsünün bir kısmıyla kapatılması sağlar mistir. Bu
âyette gösterilebilecek zinetlerin alanı daraltılarak sadece elbist yüz ve
ellere istisna kaydı konmuştur. Başörtüsü yakanın üzerine salınma saydı kulak,
boyun ve gerdan takılarıyla birlikte açıkta kalacaktı. Bu da şa ri'in maksadına
mugayir olurdu. Ancak sari' yüzün de açık kalmasını iste mistir. Değilse
başörtüsünün yüzü de örtecek şekilde aşağıya salınmasın emrederdi. Bu konuda
İbn Hazm şöyle der: "Cenab-ı Hak kadınlara başörtü lerinin bir tarafıyla
yakalarını da örtmelerini emretmiştir. Bu, boynun v< göğsün de avret sayılıp
örtünmesini emreden bir nasstır. Bu nassa aynı za manda yüzün açık tutulmasının
mubah olduğuna da delildir. Başka türlüsi de mümkün olmaz. "[397]
Beşinci özellik: Kadın
batini linetlerini kimlere gösterebilir? Allah Teala buyurur:
"... Süslerini
kimseye göstermesinler. Yalnız kocalarına, yahut babalarına, yahut kocalarının
babalarına, yahut oğullarına, yahut kocalarının oğullarına, yahut kardeşlerine,
yahut kardeşlerinin oğullarına, yahut kız kardeşlerinin oğullarına, yahut
kadınlarına, yahut ellerinin altında bulunan (köle ve cariyelerine, yahut
kadına ihtiyacı bulunmayan (iktidarsız, şehvetsiz) erkeklerden tabilerine (yani
hizmetçilere, yardım^pnuhtaç ihtiyarlara, bunaklara ve dilencilere), yahut
henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan Çocuklara gösterebilirler."
(Nisa, 24/31)
Bu âyet-i Kerime,
kadınların -zinetleriyle birlikte el ve yüz dışında-batıni (gizli) zinetlerini
sayılı birkaç şahıs dışında kimseye gösteremeyeceklerini beyan etmektedir.
Ancak âyette amca ve dayılar istisna edilmiş ve a-çıkça zikredilmemiş
olduğundan kardeşlerinin ve kız kardeşlerinni kızlarının zinetlerini görebilip
göremeyecekleri konusunda ihtilaf edilmiştir. Kimisi aynen baba gibi istisna
edilmiş olduğu kanaatinde, kimisi de yabancı gibi oldukları, dolayısıyla
mahremlerin bakabilecekleri zinetlere kesinlikle bakamayacakları görüşünde.
Tefsîr kitapları İkrime ile Şabi'den, oğullan a-dma alıcı gözle bakabilecekleri
gerekçesiyle amcanın ve dayının yanında kadının gizli zinetlerini açmasını
kerih gördükleri şeklinde bir rivayet aktarmaktadır. Kitab'in açıklayıcısı
olan sünnet konuya kesin çözüm getirmiştir.
Amr b. Abdurrahman'dan
rivayet edilmiştir: "Aişe (r.a.) anlattı. Birinde Rasulullah (s.a.v.)
yanında iken Hafsa'nın evine girmek için izin isteyen bir erkek sesi
işitmişler. Diyor ki: Ya Rasulallah, dedim. Yabancı bir adam evine girmek
istiyor. Rasulullah (s.a.v.) evet, o, Hafsa'nın süt amcasıdır, buyurdu. Dedim
ki; süt amcam falat zat sağ olsaydı yanıma rahatlıkla girip çıkabilir miydi?
buyurdular ki; Evet, doğumun (kan bağının) haram kıldığını süt kardeşliği de
(süt bağı) haram kılar."[398]
Hz. Aişe'den (r.a.)
rivayet edilmiştir: Hicab âyeti indikten sonraydı. Ebu'l-Ku'ays'ın kardeşi
Eflah benimle görüşmek için izin istedi. Rasulul-lah'a danışmadan izin
veremeyeceğimi söyledim. Öyle ya, beni emziren Ebu'l-Ku'ays' değildi,
karısıydı. Bu-arada Rasulullah (s.a.v.) geldi. Dedim ki: Ya Rasulullah,
Ebu'l-Ku'ays'ın kardeşi Eflah benimle görüşmek istedi, size danışmadan kabul
etmek istemedim. "Neden kabul etmedin, o senin amcan" buyurdular. Ya
Rasulullah, beni emziren o adam değil, beni Ebu'l-Ku'ays'ın hanımı emzirdi,
dedim. "Allah hayrını versin, ona izin ver, o senin amcandır" bu
yurdular.[399]
Fethu'l-Bari'de şu
kayıtlar yer alır: Allah Teala'nın:
"Bir şeyi açığa
vursanız da, yahut onu gizleseniz de (fark etmez), Allah ha- şeyi gayet iyi
bilmektedir. Onlara (yani Peygamber'in hanımlarına) ne babalaı, ne oğullan, ne
kardeşleri, ne kardeşlerinin oğullan, ne kızkar-deşlerinîn oğulları, ne kadınları
ve ne de ellerinin altında bulunan (köle ve cariyeleri hakkında bir günah
yoktur. (Bunlara karşı örtünmeleri gerekmez. Ey Peygamber'in hanımları)
Allah'tan korkun, şüphesiz Allah, herşeyi görmektedir."[400]
(Ahzab, 33/54-55) âyeti babı:"
Aişe'nin (r.a.)
Eflah'la ilgili hadisiyle bu âyetin başlık olarak verildiği babın-alakası
şudur: "Onlara babalan hakkında bir günah yoktur" âyeti ile hemen
öncesindeki âyette batini zinetlerin kimlere gösterilebileceği açıklanmaktadır.
Hadiste geçen "izin ver, o senin amcandır" emr-i nebevisini,
"amca, baba mesabesindedir" mealindeki hadis-i şerifle birlikte
değerlendirmeliyiz. Böylece, Aişe hadisi ile bab başlığı âyet arasında bir
ilgi kuramayanların itirazı geçersiz kalmış olur. Buhari bu tutumuyla, amca ve
dayının yanında batini zinetleri göstermenin mekruh olduğu kanaatine varan
zevata cevap vermiş olmaktadır. Taberi'nin Davud b. Ebi Hind tarikiyle İkrime
ve Şa'bi'ye izafe ederek naklettiği bir görüşe göre, âyette amcanın ve dayının
açıkça zikredilmemesi, oğullan adına alıcı gözle bakabilecekleri ihtimalidir.
Dolayısıyla kadının başörtüsünü onların yanında açması mekruh olur. Halbuki
eflah kıssasını anlatan Aişe (r.a.) hadisi bu iki zatın görüşlerini
çü-rükmektedir. Bu bab başlığı, Buhari'nin en ince manalı bab başlıklanndan
biridir."[401]
Aynı kaynaktaki bir başka rivayette şudur: "Ayette amca ve dayı
zikredilmedi denecek olursa derizki, buna gerek görülmemiştir. Çünkü amca,
baba menzilesinde, dayı ise anne menzilesindedir."[402]
Kurtubi şöyle der:
"Cumhur (ulema ve fukahanın büyük bir çoğunluğu) amca ve dayının diğer
mahremler (nikâh düşmeyen yakın akrabalar) gibi batini zinetlere bakmasının
caiz olduğu görüşündedir."[403]
Şevkani,
Fethu'l-Kadir'inde şöyle der:
"Amca ve dayı
zikredilmerniştir, çünkü bu ikisi anne ve baba yerine geçer. Zeccac da şu
görüşte: Amca ve dayı, oğullarına yeğenlerinin bir takım güzelliklerini
vasfedebilirler. Zira amca ve dayı çocuklarına nikâh düşer. Dolayısıyla amca ve
dayıya batini zinetleri göstermek mekruh olur. Bu görüş gerçekten zayıftır. Problem
kadının güzelliklerini vasfetmekse bunu pekala amca ve dayı dışında
görüşmesinde sakınca olmayan, birileri de yapabilir. Mesela, kardeşlerin ve
kız kardeşlerin oğulları. Zeccac'ın görüşü batıl bir kıyastan öte bir şey
değildir. Öyle olsa, yabancı kadınlara da zinetlerin gösterilmemesi icab
ederdi. Çünki onlarda pekala (kocalarına ve kardeşlerine) kadının
güzelliklerini vasfedebilirler. Aynı şekilde başörtüsünü çıkarmasının mekruh
olduğu yolundaki görüşleri de manassızdır."[404]
"Yahud
kadınları" konusunda ihtilaf vukubulmuştur.
Kadı Ebu Bekr b.
Arabi, Ahkâmu'1-Kur'an'ın'da şöyle der: "Yahud kadınları" konusunda
iki görüş vardır. Birincisi; bütün kadınlar. İkincisi, mü'min hanımlar. Bence
doğru olanı birinci görüştür."[405]
Muğni'sinde İbnu
Kudame şöyle der:
"Bakma konusunda,
nasıl ki iki mü'min erkekle bir mü'min ve bir zım-mi erkek arasında fark yoksa,
aynen iki mü'min hanımla bir mü'min ve bir zımmi kadın arasında da fark yoktur.
Ahmed b. Hanbel der ki: Bazıları, mü'min hanımın, Yahudi ve Hristiyan kadınların
yanında başını açamayacağını söylemiştir. Ben onların tenasül uzvuna
bakamayacağı, ebelik yapamayacağı kanaatindeyim. Yine Ahmed'ten bir başka
rivayet: Müslüman hanım zımmi kadınların yanında başını açamaz, onlarla hamama
da giremez. Bu görüş, Mekhul ile Süleyman b. Musa'ya aittir. Bu görüşlerden
ilki evladır. Çünkü gerek kâfir, gerekse yahudi kadınlar veya başkaları,
Peygamber hanımlarının yanma gelip giderlerdi. Hicab kullanma gereği
duymazlardı. Böyle bir emir de olmamışlardır. Çünkü hicab kadınla erkek
arasında sözko-nusu olur, kadınla kadın arasında değil. Nasıl ki bir mü'min
erkekle bir zımmi arasında bakma açısından fark gözetilmiyorsa bir mü'min
hanım ile zımmi kadın arasında da fark gözetilmemesi gerekir. Hem bu konuda bir
yargıya varabilmek için ya nass olması ya da kıyas yapılması gerekir. Böyle bir
şey de sözkonusu değildir."[406]
Altıncı özellik: Bacak
linetini gizleme Allah Teala buyurur:
"... Gizledikleri
süslerin bilinmesi için ayaklarını (yere) vurmasın-lar."(Nûr, 24/31)
Bacakları örtmeyi
emreden sünnet nasslan:
Ebu Hureyre'nin
Aişe'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasulul-lah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Kadınlar eteklerini bir karış uzatsın." Aişe: "O
zaman bacakları görünür" dedi. Buyurdu ki: "O halde bir zira (dirsek)
uzatsın."[407]
İbn Ömer'den:
Peygamber'in hanımları O'na eteğin durumunu sordular. "Bir karış
uzatın" buyurdular. Dediler ki, bir karış avreti kapatmaz. "O halde
bir zira yapın" buyurdular.[408]
Peygamber'in hanımı
Ümmü Seleme (r.a.)'den rivayet edilmiştir: İza-rın konu edildiği bir konuşmada,
"ya Rasulallah, kadınların durumu nedir?" dedim. "Bir karış
uzatsınlar" buyurdu. "O zaman biraz açık kalır" dedi. "O
halde bir zira yapın. Bu kadarı yeter" buyurdular.[409]
Bu hadislerde
bacakların avret olduğu, dolayısıyla açılmasının caiz olmadığı vurgulanmakla
beraber ayaklardan söz edilmektedir. Sanki bunların açılmasında bir beis yokmuş
gibi bir intiba doğmaktadır. Avret sayılmaları halinde evleviyetle
zikredilmeleri gerekirdi. Çünkü elbise biraz kısalacak olsa ilk görünecek olan
ayaklardır. Hatta elbise uzun da olsa ayaklar yine de görünür.
Bacakları örtmenin
farz oluşunu güçlendiren bir delil de, bacakları açmaktan sakındıran şu hadis-i
şeriftir.
Fatıma b. Kays'tan
rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.), Ümmü Şü-reyk'in evine yerleş,
buyurdular. Peki öyle yapayım, dedim. "Hayır, öyle yapma Ümmü Şüreyk
misafiri çok gelen bir kadındır. Başörtün düşer, bacağın açılır, başkalarının
avret yerlerini görmelerini istemem" buyurdular.[410]
Elbise biraz açılacak
olsa ilk görünecek olan ayaklardır. Ayakların açılmasında bir sakınca olsaydı,
hadiste "elbise açılıp ayakların görünebilir" denirdi. Çünkü,
misafirlerin önünde hareket ederken, ayakların açılma ihtimali daha yüksektir.
Bacakların açılması ise daha uzak bir ihtimaldir.
Bir başka hadiste
değerli bir sahabi, ihtiyaç halinde bacakların alt kısmının açılabileceğine
işaret eder:
Enes'ten (r.a.)
rivayet edilmiştir: "Aişe b. Ebi Bekir ile Ümmü Süleym'i (r.a.) paçalarını
sıvamış -o kadar ki halhalları görünüyordu- habire omuzlarındaki su
kırbalarını koşturup mücahidlerin ağızlarına boşalttığını, sonra hemen dönüp
tekrar doldurup gelerek mücahidlerin ağızlarına boşalttıklarını
gördüm..."[411]
Öyle görünüyor ki,
ravinin dikkatini, açılan bacaklar çekmiştir, ayaklar değil. Yoksa, ayaklarını
ve halhallanyla beraber bacaklarını alt kısımlarını gördüm derdi. Gelenek,
İslam'dan önce de sonra da ayağın açlımasım doğal karşılamıştır. Çünkü bu,
Hanefi fukahasının da belirttiği gibi "açılması kaçınılmaz" bir
özellik arzetmektedir.
Yukarıdaki hadiste müslüman
hanımlar için sözkonusu edilen "bacağın açılması" müşrik kadınlar
için de sözkonusudur:
- Bera'dan (r.a.)
rivayet edilmiştir: ... (Uhud gazvesinde müşriklerle) karşılaştığımızda kaçmaya
başladılar. Kadınları dağda darmadağın vaziyette kaçışıyorlardı. Eteklerini
toplamışlardı, halhallan görünüyordu.[412]
Ayağın açılabileceğine
işaret eden sünnet nasslan:
Rasulullah zamanındaki
Arap kadının kıyafeti, gerek terlikle gerekse yalın ayak yolda yürürken kadının
ayaklarının görülebileceğine delil sayılmaktadır. Terlik kullansa bile çoğu
kez ayağın bir kısmı açık kalmaktadır. Birkaç rivayet aktaracağız:
Said b. Cübeyr'den;
İbn Abbas şöyle demiştir: Kadınlardan "mintak"ı ilk kullanan
İsmail'in annesidir. Sare'den izini saklamak için "mintak" edindi.[413]
Ebu Nevfel rivayet
etmiştir: (Esma b. Ebi Bekir) şöyle demiştir: ... Benim iki nitakım[414]
vardı. Biriyle Rasulullah'ın (s.a.v.) ve Ebu Bekir'in yemeğini sunardım.
Diğeri de her kadının giyinmesi gerekendi..."[415]
Hafız İbn Hacer
demiştir ki: "Mintak ortadan bağlanarak... Hacer bir "mintak"
edindi ve belinde bağlayıp kaçtı. Sare'den izini saklamak için de etğini uzun
tutup sürüdü."[416]
Keza şöyle demiştir:
hacer hadisinde geçen "mintakt" (çoğulu menatik gelir), elbiseyi
ortasından bir şeyle bağlayıp yukarıya kaldırarak aşağıya doğru salıvermektir.
Genellikle etek dolaşmasın diye yapılır. "[417]
İbn Teymiyye şöyle
demiştir: "Eteklerini aşağıya sarkıtıyorlardı. Yürüdüklerinde ayakları
görünüyordu."[418]
Ben de derim ki: Kadın
bunu genellikle iş yaparken bu şekilde yapar, evindeyken, namaz kılarken veya
herhangi bir normal hareketinde elbiseyi yukarı çekmeye hacetkalmaz. Çünkü
eteğin dolaşması sözkonusu olmaz.
Bazı müslüman
hanımların çıplak ayakla dışarda dolaşması:
Bazen bedevi Arap
kadınlarının adeti olarak, bazan da ayakkabısı olmadığı için çıplak ayakla
dışarı çıkmak sözkonusu olmaktaydı:
Ümmü Seleme'den (r.a.)
rivayet edilmiştir: "İzar sözkonusu edilince, 'Ya Rasulallah, kadınların
durumu ne olacak?' dedim. Dedi ki, 'bir kanş uzatacak.' O zaman açık kalır
dedim. 'O halde bir zira yap, bunu da geçme' buyurdular. "[419]
Ümmü Seleme hadisin
şerhinde Baci şöyle der:
Bu, Arap kadınlarının
giyim kuşam tarzında çorap ve ayakkabının yer almayışından kaynaklanmaktadır.
Ya nalın giyerler, ya da çıplak ayakla dolaşırlar ve eteği uzun tutmakla
ayaklarını örtmüş olurlardı. En iyisini Allah bilir."[420]
Ebu Hayyan Endülüsî
el-Bahru'1-Muhit'te şöyleder: "Kadınlar yolda yürümek ve -özellikle
fakirlerinin- ayakları da açılmak mecburiyetinde kalırlar."[421]
Yalın ayak dolaşmak,
bazen işin gereği olur:
Cabir b. Abdullah'tan:
"Teyzem hurmalarını toplamak üzere dışarı çıkmak istedi, fakat bir adam
engel oldu. Rasulullah'a gelip şikâyet etti. Git hurmanı topla, belki de biraz
tasadduk eder, bir hayır işlersin buyurdular."[422]
Yalın ayak dolaşmak
bazen gayrimeşru nezirler sebebiyle olur:
Ukbe b. Amir'den:
"Kız kardeşim, Beytullah'a yalın ayak gitmeyi nez-rettnişti. Gidip
Rasulullah'a bunun hükmünü danışmamı istedi. Ben de gidip danıştım: 'Yürüsün'
buyurdular."[423]
Hadis, Rasulullah'ın
yürüme tekellüfünü reddettiğini göstermektedir.
Aynı zamanda, yalın
ayak yürümeyi reddettiği anlaşıldığı gibi cevaz verdiği de anlaşılabilir. Yalın
ayak yürüyenin ayaklarının görünmemesi de mümkün değildir.
Mü'min hanımların
nalinle dışarı çıkması, çorapları, mestleri veya ayakkabıları olmadığından
olabilir. Bu konuda bazı fakihlerin görüşlerini aktaracağız:
Ebu Hanife der ki:
"Kadın ayakkabı bulamayıp da nalinle ya da yalın ayak yürümek zorunda
kalırsa, ayakların görünmesi kaçınılmaz olur."[424]
Baci de şöyle der:
"Arap kadınları çorabı ve ayakkabıyı bilmezdi, nalin giyerdi."[425]
İbn Teymiyye ise şu
görüşte: "Ayakkabı kullanmazlardı."34d Ayakları örtmeye delil teşkil
eden sünnet nassları:
İbn Ömer'den (r.a.):
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kibrinden elbisesini (yerde) sürüyene
Allah, kıyamet günü nazar etmeyecektir. Ümmü Seleme, kadınlar eteğini nasıl
tutsun, diye sordu. 'Bir karış uzatır1 buyurdular. 'O zaman ayaklan açık kalır'
dedi. 'O halde bir zira uzatsınlar daha fazla uzatmasınlar' buyurdu."[426]
Enes'den (r.a.):
"Rasulullah (s.a.v.) Fatıma'ya geldi. Yanında ona bağışladığı bir köle
vardı. Fatıma üzerinde bir örtü vardı. Başını örtse ayaklan açılıyor, ayaklannı
kapatsa başı açık kalıyordu. Rasulullah onun bu halini tedirginliğini görünce
'canını sıkma, beis yok, biri baban, biri kölen' buyurdu."[427]
Muhammed b. Zeyd
annesinden rivayet etmiştir: "Ümmü Seleme'ye kadının omuz kıyafetini
sordum, dedi ki; başörtüyü ve ayaklan da gizleyen bol entari.[428]
Bu hadisler, ayağın
örtülmesi gerektiğine işaret etmektedir. Ancak bu hadisi, yukanda geçen Hacer
ve Esma hadisleriyle birlikte ele aldığımızda kastedilenin ayağın üst
kısımlarının, bir başka deyişle bacağın alt kısımlarının örtülmesi olduğu
görülür. Bir de şu mesele var: Etek, ayaklan örtecek kadar uzun da olsa bu
ancak kadın evinde otururken mümkün olur. Bir takım işlere yeltenince, ya da
dışarı çıkıp yürüyeceği zaman eteğini -dolaşmaması için- toplamak zorunda
kalacaktır. Bu durumda da elbisenin altından ayaklar görünecektir. Şu hususu
da göz Önünde tutmak gerekir: Kadının -herhangi bir meşguliyeti olmadığı
zaman- ayağının görünmesinde bir problem yoktur. Ancak iş yaparken -mesela, bir
şeyi alıp koyarken, taşırken veya namazda- halhallara kadar bacağın alt tarafı
görülebilecektir. Bizce bu hadislerde ayakları açılmasından kastedilen biraz
yukarısının, yani bacaklann alt kısımlarının açılması olup bunların örtülmesi
gerektiği vurgulanmaktadır.
hadisteki sakındırma,
bacağın alt kısımlarını açmakla ilgilidir, yoksa ayakla değil. Bu yorumumuz,
Ümmü Seleme hadisinin sonundaki kayda uygun düşmektedir: "O halde bir zira
uzatsınlar, daha fazla uzatmasınlar: Bir karış uzatmakla bacağın tamamen
kapanmayacağı bildirilince Rasulullah böyle diyor ve bunu geçmeyin, diyor.
Sözkonusu bacak değil de ayak olsaydı bir zira (dirsek) uzatın demezdi de, üç
parmak uzadın, derdi. Zira ayağı kapatmak için bu kadarı yeterlidir.
İbn Teymiyye de
yukarıdaki nassların bacakla ilgili olduğu görüşünde: Kadınlar dışarı çıkarken
bacaklarının alt kısmını örtmek için mest kullanmayı bundan sonra adet
edindiler. Bunları evde giymezlerdi. Bu yüzden "o halde bacakları açık
kalır" diye itiraz edildi. Böylece maksat bacakların örtülmesi olarak
belirir. Elbisenin eteği topuk kemiklerinden yukanda olacak olursa yürürken
bacaklar görünür."[429]
Burada bir başka
tartışma açalım: Yukarıdaki hadisler ayakların örtül-mesinjn vacip olduğuna mı
yoksa mendup olduğuna mı delalet eder? Hadiste mutlak bir emir olmadığından
"emir kipinde aslolan vücuptur (farziyet)" kaidesini işletmek zor.
Zira hadiste Ümmü Seleme'nin itirazına bir cevap verilmektedir. Keza Fatıma'nın
ayaklarının açık kalmasından kaynaklanan tedirginliğine bir cevap
verilmektedir. Burada, her iki durumun da vacip olması mümkün olduğu gibi
mendup olması da mümkündür. Hanefi fukahası mecburiyetten dolayı açmanın caiz
olduğu görüşündedir. Ancak bu bedevi veya kırsam kesim kadınları için sözkonusu
olabilir. Yoksa diğer kadınlardan gerek ev içinde, gerekse ev dışında onlar
kadar ağır iş yapan var mıdır? Ne var ki sıcak memleketlerdeki kadınlar da
şiddetli sıcaktan dolayı ayakları Örtmede meşakkatle karşılaşmaktadır. Şehir
kadınları ise teknik imkânların bolluğu sebebiyle genellikle zor ve pis işlerle
uğraşmak zorunda kalmaz veya çok sınırlı olanlarda böyle işler yapmaya mecbur
kalabilir. Bu durumda bizce evla olanı ayaklan örtmenin mendup oluşudur. Çünki
bir taraftan ibtila (mecbur kalma) hali ortadan kalkarken öbür taraftan zor
işlerle uğraşmayan kadınların ayaklan temiz ve beyaz kaldığından fitneye
(şehvetli tahrike) sebebiyet verebilme Özelliği taşır.
Eteğin uzatılmasıyla
ilgili hadisler, Peygamberin hanımlarına mı mahsustur?
Eteğin uzun tutulması
konusundaki hadislere göz atılacak olursa hepsiden Peygamber hanımlarının
sözkonusu olduğu dikkati çeker.
1. Ümmü Seleme'den: Eteğin yerde sürüklenme
siyle ilgili sözlerini söyleyince dedim ki: Ya Rasulallah, biz nasıl yapacağız?
Buyurdu ki bir kanş uzat...[430]
2. İbn Ömer'den: Hanımları Peygamber'e eteğin
durumunu sordular: "Bir kanş tutun" buyurdu...
3. Enes'ten:
Hz. Peygamber (s.a.v.) Bazı hanımlarını durdurup, eteğini bir kanş
kıvırdı."[431]
4. Ömer'den: Hanımları Peygamber'e (s.a.v.)
elbiselerini ne kadar uzatacaklarını sordular. Buyurdu ki: "bir
kanş..."[432]
5. Ebu
Hureyre'den: Rasulullah (s.a.v.) Fatıma'ya ya da Ümmü Sele-me'ye şöyle demişti:
"Eteğini bir zira uzat."[433]
6. İbn
Ömer'den (r.a.) "Rasulullah (s.a.v.) mü'minlerin annelerinin e-teklerini
bir kanş uzatmalanna (bunun yeterli olacağına) ruhsat verdi. Sonra daha uzun
olmasını istediler, bir karış daha uzattı. Daha da uzatılmasını istediler, bir
zira yapın dedi."[434]
Bu altı hadise ilave
edeceğimiz iki hadis daha var: Bu ikisinde hitap bütün mü'min kadınlara
yöneliktir.
Ümmü Seleme'den:
"Rasulullah (s.a.v.) izar hakkında konuşunca Ümmü Seleme dedi ki:
Hanımlarda nasıl olacak?38c Bir başra rivayette, dedi ki:
Ya kadının durumu
nedir, ey Allah'ın Rasulü?[435]
Üçüncü bir rivayette Ümmü Seleme Rasulullah'a kadınların eteğini hatırlattı.[436]
Dördüncü bir rivayette Ümmü Seleme dedi ki: Kadınlar eteklerini nasıl
yapsın?"[437]
Ebu Hureyre'nin
Aişe'den (r.a.) rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Kadınlar eteklerini bir karış uzatsın... "[438]
Ümmü Seleme hadisinde
hitab bütün mü'min kadınlaradır. Ancak biraz yukarıda ilk sırada zikrettiğimiz
Ümmü Seleme hadisinde hitab sadece mü'minlerin annelerine mahsustur.
Acaba, Peygamber
hanımlarının kastedildiği hadislerin daha çok oluşu, aslında bu emrin onlara
has olduğuna delil olur mu?
Altıncı hadisin
ibaresi, bu yaklaşımı doğrulamaktadır:
"Rasulullah
(s.a.v.) mü'minlerin annelerine eteklerini bir karış uzatma ruhsatı
verdi." Bu ibare, hicab farzının da mü'minlerin annelerine has olduğuna
delil teşkil edir. Hicab emri, dışarı çıktıklarında da eller, yüz ve ayaklar
dahil tüm bedenlerini kapatmayı gerektirir. Yani ayakları örtmek, mü'minlerin
anneleri için farzdır. Sair kadınlar için mendup olabilir. Ancak, uğraştıkları
işin gereği, şiddetli sıcakta kapatma meşakkati veya yoksulluk sebebiyle
muhtemelen ayaklarını açmalarında bir beis yoktur. Bu gibi sebeblerle açılma
zaruretinin yaygın oluşu, Aişe hadisinde zikredilmeye hacet bırakmamıştır:
"Kadın hayız çağma ulaşınca, şu ve şu -yüzünü ve ellerini gösteriyor-
hariç bedeninin hiç bir tarafını göstermesi doğru olmaz."[439]
Asr-ı Saadette yaygın olarak açık tutulduklan ve toza toprağa bulanması
hasebiyle perişan bir görünüm kazanmaları ve fitneye konu olmaktan çıkmaları
sebebiyle ayrıca zikredilmeye gerek duyulmamıştır.
Ayakları açma
konusunda fukahamn görüşleri:
Hanefi fukahasından
Kemal b. Hümam Fethu'l-Kadir'inde şöyle der:
"Avret'in 'kadın
avrettir' hadisiyle sabit olmasına rağmen bazı istisnalar da yapılmışsa -ki
ibtila (kaçınmanın çok zor olması) sebebiyle yapılmıştır-buna kıyasla ayakların
da istisna edilmesi gerekir, zira bunda da ibtila sözko-nusudur."[440]
Baburti, Hidaye'ye
yazdığı Şerhu'I-İnaye'de derki: "Hasan, Ebu Hanife'den ayağın avret
olmadığını rivayet etmiştir. Kerhi de bu görüştedir... Çünkü yürürken gerek
yayan yürüsün, gerekse terlik giysin uygun bir ayakkabı bulamayanları da
katabiliriz, ayakları ister-istemez görünecektir. Kaldı ki ayağa bakmakla
-yüzde mümkün olsa da- şehvet ka-barmaz. Şehveti tahrike çok daha elverişli
olan yüz, avret olmadığına göre ayak evleviyetle avret olmaz. "[441]
Nevevİ'nin
el-Mecmu'nda şu kayıt yer alır:
"Ebu Hanife,
Sevri ve Müzeni şöyle demiştir: Kadının ayaklan da avret değildir. "[442]
Ebu Hayyan
el-Bahru'1-Muhit adlı eserinde şöyle der:
"Zahiri zinete
müsamaha edilmiştir, çünkü Örtülmesi gerçekten zor...
Yolda yürümek
zorunda'olduğuna göre -Özellikle fakir- kadınların ayaklan açık olacaktır.
"[443]
Şevkani,
Neylu'l-Evtar'ında şu görüşe yer verir:
"Hür kadının
avreti konusunda ihtilaf edilmiş ve eller ve yüz hariç tüm beden diyen olmuş,
buna ayakları ve halhal yerlerini (ayak bileklerini) ekleyenler olmuştur. Bu
görüşü Kasım, ondan aktardığı bir rivayette Ebu Hanife, Sevri ve Ebu'l-Abbas
savunmuştur.39d Şevkani Fethu'l- Kadir 'de de şöyle diyor: ".. Zinetten
murat zinet yerleri ise, istisna kadının Örtmekte meşakkat çekeceği eller,
ayaklar vb. uzuvlara raci olur."[444]
Sıddık Hasam Han
Heylu'J-Meram'da şöyle kaydeder: "Kur'an nazımı, kendiliğinden görünen
dışında tüm zinetlerin kapatılması gereğini açıkça beyan eder... Zinetten
murad, zinet yerleri ise, istisna kadının örtmekte güçlük çekeceği eller, ayaklar
vb. uzuvlara raci olur."[445] ibn
Teymiyye ayakların açılabileceği görüşünde, ancak... "Keza ayağında
namazda açılmasında Ebu Hanife'ye göre bir mahzur yoktur. Daha güçlü olan görüş
budur. Aişe (r.a.) ayağı zahiri zinetten sayarak: 'Kendiliğinden görüneni
müstesna, zinetlerini açığa vurmasınlar' â-yetini yorumlarken, şöyle der: Ayak
parmaklarına takılan gümüş halkalar (feteh) bu zahiri zinetlerdendir.
İbn Teymiyye ayakların
namazda avret olmadığını söylüyor. Daha önce (beşinci bölümde) avretin tek
olduğunu ve namaz dışmda, namaz içinde diye taksimata tâbi tutulamayacağını
delilleriyle isbatlamıştık. Namaz dışında avret saydığı ayağın namazda
açılmasına cevaz vermesinin bir manas-sı yoktur. Kaldı ki, "namazda ayağı
örtmekte büyük bir meşakkat var ise" (bu onun ibaresidir),[446]
namaz dışında daha büyük bir meşakkat vardır. Özellikle sıcak memleketlerde,
çeşitli sebeplerden saatlerce dışanda kalan kadınlar için bu meşakkat büyük bir
düzeye ulaşır.
Yedinci özellik: Bazı
kadınlara giyim-kuşam kurallarında tolerans tanınması:
Cenab-ı Hak şöyle
buyurur:
"Evlenme arzusu
kalmamış oturan (ihtiyar) kadınların, kasden süs göstermeğe çalışmadan dış Örtülerini
bırakmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama sakınmaları kendileri için
daha hayırlıdır. Allah işitendir, görendir."(Nûr, 24/60)
Bu âyette ihtiyarlık
yaşına ulaşmış, evlenme arzusu kalmamış, şehveti kamçılayarak, bir cazibeleri
bulunmayan -bu hususta emin olunan- kadınların bazı giysilerini
bırakabilecekleri belirtilmektedir. Bu gibi yaşlı (acuze) hanımlar, eve yabancı
bir erkek geldiğinde -tüm kadınlar için mülzim olan-başörtüsü olmaksızın
karşılayabilirler. Bir ihtiyaç için dışan çıkarken de cil-bab (dış giysi)
kullanmayabilirler. Şayet, âyetle kastedilen, peçeyi bırakabilecekleridir,
denecek olursa, bunun ancak peçenin tüm kadınlar için vacip (farz) olması
durumunda böyle aniaşılabiyeceğini, oysa daha önce peçenin vacip olmadığını
isbatladığımızı söyleriz. Bu hususu destekleyen bir delil de Esma'nın (b. Ebu
Bekr) ihtiyarlığında yüzü açık olarak dışarı çıkmasıdır. Çıkarılmasına
müsamaha edilen giysi nikap olsaydı Esma, iffetli ve takvalı davranmayı yeğler
ve nikabı çıkarmazdı. Zira Allah Teala "Ama sakınmaları kendileri için
daha hayırlıdır" buyurmuştur ve bu emre imtisale O (Esma) çok daha
lâyıktır.
Kadının örtünmesi ve
giyim kuşamıyla ilgili Kur'an'da geçen özellikle-ri açıkladıktan sonra, şimdi
birinci özelliğe -ki eller, ayaklar ve yüz hariç tüms bedenin örtülmesi idi-
ait bir takım'teknik özelliklere değinmek istiyoruz. Örtünmenin sahih (doğru ve
geçerli) olabilmesi için elbisenin şeffaf olmaması, altını göstermemesi,
hatlarını ve uzuvlarını belli etmeyecek bolluk ve genişlikte olması gerekir.
Aksi takdirde gerçek bir örtünme olmaz.
"Zinetlerini
açığa vurmasınlar" âyetinde emredilen zinetleri Örtme işi, yüzeysel bir
olay değildir. Yani zinetin üzerine herhangi bir nesne koyuvermekle olmaz.
Bilakis apaçık bir hikmet gereği tam manassıyla bir gizlemeyi sağlayacak
şekilde örtünmek gerekir. Bu açık hikmet ise öncelikle o zinetin israf
edilmeyip korunması, fitnenin engellenmesi ve gözlerini sakınmakta erkeklere
kolaylık sağlamaktır. Kadınların, Allah'ın yukarıdaki emrine hakkıyla uymuş
olabilmeleri için giysilerinde bu özelliklerin bulunması gerekmektedir. Bu
konuda daha geniş açıklamalar yapmayı arzu ederdik. Ancak şu kadarla yetindim:
Elbisenin kadının hiçbir uzvunu belli etmemesi şart değildir. Belli olan uzvun
zinet olmamasına, dolayısıyla fitneye sürükleyici olmamasına dikkat etmektir
önemli olan. Eğer elbise böyle bir uzuv belli ediyorsa erkekler için fitne
kaynağı olur. Usame b. Zeyd hadisi bu konuya ı^k tutmaktadır: "Rasulullah
(s.a.v.) bana, kendisine Dıhyerü'l-Kelbî'nin hediye etmiş olduğu sık dokunmuş
bir keten elbise vermişti. Ben de onu JıanırrM^ıa verdim. Rasulullah (s.a.v.)
günün birinde birinde, bakıyorum dakubîiyeyi hiç giydirmiyorsun buymduiar.
Hanimıma verdim giyiyor, dedim. "Git söyle, altına bir astar giysin,
kemiklerinin hacmini (siluetini) belli etmesinden korkarım" buyurdu.40b
Burada geçen "kemiklerden maksat, cazibesi olan uzuvlardır. Yoksa kemiğin
baskı başına bir cazibesi olmaz. Bu İbare etten kinayedir. Bıma delil olarak
İbn Ömer hadisini zikredehiIirsij[447]
"Temimu'd-Dari
Rasulullah (s.a.v.) -biraz şişmanlayınca- size b-.rpği-nizi taşıyacak bir
minber yapayım mı? diye sordu. Evet yap buyurdular, O da bir minber
yaptı."[448]
İbn Hazm'in rivayet
ettiği şu hadis de böyle bir kinayeye delil sayılır. "Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: Oruçluyken bir kadım kemiklerinin hacmini (baldırının
siluetini) görecek kadar düşünen (hayal eden) orucum bozmuştur."[449]
Bu sebeple kadının,
baş, omuz, ayak. topuk, ayak bileği gibi bazı miklerini vasfedecek elbise giymesinde bir
beis yoktur. Yeter ki bunlar şeffaf olmayan bir giysi ile örtülsün. Fukaha -mesela,
İbn Kudame ve Nevevi [450]elbiselin
uzvun rengii melli edecek kadar şeffaf olmamasını şart koşmakla beraber,
cilbabın alttaki elbiseyi göstermeyecek kadar mat ve kalın olmasın] müstehap
görmüştür.
Asrımızda saliha Türk
kadınlarının ayak topuğu ve bileği görünmekte. ancak lastikli kalın çorapla
örtülmektedir. Bu da alimlerce reddedilmiş değildir.
Kadının vücudunu
örtmesiyle ilgili bunca kelamdan sonra, sözü, Allah'ın -iç zinetlerini teşhir
eden- çıplak giyiniklere tehdidini içeren şu hadis-i şerifle bağlamak yerinde
olacaktır sanırım. Ta ki fitneyi uyandıran zinetlerini örtsünler.
Ebu Hureyre'den
rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Cehennemliklerden (dünyada) görmediğim iki sınıf vardır: (Biri) ellerinde sığır
kuyruğu gibi kamçılar bulunan ve bunlarla insanları döven bil kavim! (Diğeri)
giyinmiş ama çıplak, salınarak yürüyen, kırıtkan başlar] Horasan develerinin
eğik hörgüçleri gibi bir takım kadınlar! Bunlar cennete giremeyecekleri gibi,
kokusunu da duyamayacaklardır. Halbuki onun kokusu çok uzaklardan
duyulacaktır."[451]
1. Kur'an-ı
Kerim'den deliller ve sünnetteki yansımaları
KONUYA GİRMEDEN
-Kur'an'dan ve sünnet-inebeviyyeden- getireceğimiz delillerin sarahaten
maksada delil teşkil etmediğini, ancak bu nasslann siyak ve sibakından ve
ulemanın getirdiği yorumlardan istifade edildiğini hatırlatmak isteriz.
Kur'an'dan ilk delil
ve sünnetteki yansıması: Allah Teala buyurur:
"İnanan erkeklere
söyle: Bakışlarından bazıların yumsunlar, ırzlarını korusunlar. Bu (hareket)
onlar için daha temiz (ve yararlı)dır. Şüphesiz Allah, onların her yaptıklarım
haber almaktadır. İnanan kadınlara da söyle; Bakışlarından bazılarını
yumsunlar, ırzlarını korusunlar..."(Nûr, 24/30-31)
Şevkani,
Fethu'l-Kadir'de bu âyeti tefsîr ederken şunları söyler: "İbn Merduye'nin
Hz. Ali'den aktardığı bir rivayette şöyle denmektedir: Rasulul-lah (s.a.v.)
zamanında bir adam, Medine yollarının birinde bir kadına rastlar ve ona bakar.
Kadın da ona bakar. Şeytan her ikisine de vesvese verir ve birbirlerini
beğenerek bakışırlar. Kadına bakarak yürümesine devam ederken önündeki duvarı
görmeden çarpar ve burnu kanar. Adam der ki; Allah'a yemin olsun ki,
Rasulullah'a gidip durumumu anlatmadıkça kanımı yıkamayacağım. Gelip durumu
anlatınca Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bu günahının cezasıdır.
"İnanan erkeklere söyle; bakışlarından bazılarını yumsunlar."[452]
Iyaz diyor ki: "Avretten
ve benzerlerinden her halükârda gözü sakınmak gerekmektedir. Kimi durumlarda
nâmahrem olmasa bile gözü sakınmak gerekir."[453]
İbn Abdilberr de şöyle
demiştir: "Kadının ellerine ve yüzüne bakmak caizdir. Ancak töhmetten uzak
olması gerekir. Şehvetle bakacak olursa, haram olur. Elbisenin üzerinden bile
olsa, şehvetle hayal kurarak bakması haramdır. Kaldı ki açık yüze şehvetle
bakmak, evleviyetle haram olur."[454]
İbn Arabi şöyle
demiştir: "Bakışlarından bir kısmını yumsunlar" yani şehvet dolu
bakışlarını geri çeksinler... Ayette geçen "min" harfi teb'iz için
olup bütün bakışları değil, (duygu ve şehvet) yüklü bakışları ifade eder.3a
İbn Kayyim derki:
"Allah Teala, -yaradılış güzelliklerine Allah'ın yüce sanatını düşenerek
baksa bile- bakışları kayırmayı ve kaçırmayı, bir günaha sürüklemekten men
etmek maksadıyla emretmiştir."[455]
Anılan iki âyet, kadın
yüzünün genellikle açık oluşuna zımmen delalet eder. Böyle bir âyet daha
vardır.
"(Allah) gözlerin
hain (bakışla)ını ve göğüslerin gizlediği düşünceleri bilir." (Mü'min,
40/19)
Fethu'l-Bari'de şu
açıklamalar yer alır: Kirmani şöyle der: "Allah gözlerin hain bakışlarını
bilir", yani helal olmayan bir şeye bakanın kaçamak bakışlarından
haberdardır. Bu konuda İbn Ebi Hatem, İbn Abbas'ın şu sözünü aktarır: Ayette, evine
gittiği güzel bir kadına bakan, eve girince aklını başına alıp gözünü kaçıran
adamın durumu sozkonusu edilmektedir..."[456]
Peki, kadınların yüz
açık olmasa, adam evine gittiği güzel kadına bakarak nasıl fitne fesat
düşünebilir?
Bakışını korumaya
teşvik eden, gözünü kaumayı öneren, art niyetli bakışlar göndermekten
sakındıran bir çok hadisi şerif mevcuttur. Bazılarını aktaracağız:
Ebu Said el-Hudri'den:
"Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: 'Yollarda oturmaktan sakının' Dediler
ki: Başka seçeneğimiz yok. Oralar bizim sohbet meclislerimizdir. Buyurdu ki:
'Madem ki bu alışkanlığınızı terketmeye yailişmiyorsunuz ohalde hiç olmazsa
yola hakkını veriniz.' Yolun hakkı nedir? dediler. Buyurdu ki: Gözü kaçırmak ve
bakışı yummak, gelen geçene sıkıntı vermemek, selamı iade etmek, marufu emredip
münkerden sakındirmak-tır."[457]
Hafız İbn Hacer diyor
ki: Yol ağızlarında oturmayı meneden hadisler, yoldan geçen -bilhassa genç-
kadınlar sebebiyle fitne ve fesada zemin hazır-lamamayı hedeflemektedir.
Çünkü., çeşitli ihtiyaçlar sebebiyle kadınların caddelerde dolaşmasını
engellemek mümkün değildir.[458]
İbn Abbas'tan rivayet
edilmiştir: Ebu Hureyre'nin Rasulullah'tan (s.a.v.) rivayet ettiği şu hadiste
belirtilen şeyden daha çok günaha yakın bir şey görmedim. "Allah,
Ademoğluna zinadan nasibini yazmıştır, bunu mutlaka yapacaktır. Gözün zinası
bakmak, dilin zinası konuşmaktır. Nefsin canı çeker, ister, cinsel organ da ya
onaylar, ya yalanlar."[459]
Cerib b. Abdullah'tan:
"Rasulullah'a (s.a.v.) (kasıt olmaksızın gerçekleşen) bir anlık bakışın
hükmünü sordum. Bakışımı başka tarafa çevirmemi emretti."[460]
Büreyre'den:
"Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 'Ey Ali, bakışını ikinci bir bakış
izlemesin. Zira birincisi senindir, ama ikincisi senin değildir."[461]
Ebu Umame'den gelen
bir rivayette Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Şu altı şeyi garanti
edin, size cenneti garanti edeyim: Sizden biri konuştuğunda yalan söylemesin.
Kendisine bir emanet bırakıldığında ihanet etmesin. Söz verdiğinde sözünden
dönmesin. Gözlerinizi (bakışlarınızı) sakının, ellerinizi çekin, ırzınızı
koruyun.[462]
Tüm bu ihtarların
elbiseye bakmakla ilgili olduğu söylenebilir mi? Yoksa, aslında örtülmesi
gereken, ancak her hangi bir ihtiyaç sebebiyle açılan bir zinet mahalline -ki
bu durum nadiren sozkonusu olur- bakmakla ilgili olduğunu söylemek daha doğru
mu olur?
"İnanan erkeklere
söyle, bakışlarından bazılarını yumsunlar" âyeti, genel olarak kadının
bazı yerlerinin göründüğüne, erkeğin de buralara bakmamak için gözlerini
kaçırmaları gerektiğine, işaret etmektedir. Yoksa kadın, siyahlara bürünmüş,
hiçbir yeri görünmeyen bir karaltı değildir. Aynı şekilde erkeğin de bazı
uzuvları görünür, ancak kadına bakışlarım kaçırması emredilir: "İnanan
kadınlara da söyle bakışlarından bazılarını yumsunlar." Yani, üzerinde
durulan nokta fitnedir. Her iki tarafın da karşı tarafın açıkça görünen
yerlerinden bakışlarını sakınmaları gerekmektedir.
Eğer şeriat, kadının
yüzünü örtmesini emretmiş olsaydı, erkeklere gözlerini ve bakışlarını
sakınmalarını emretmeye gerek kalmazdı. Kaldı ki bu emir değişim
münassebetlerle yinelenmiştir. Yoksa sari Teala sadece kadınlara bakışlarını
yummayı emrederdi. Zira, erkeklerin bazı yerleri açık olacak, kadınlardan
hiçbir yer göriinmeyecekti. Oysa Allah bakışı yumma emrini hem erkeklere, hem
de kadınları eşit olarak indirmiştir. Bu da her iki cinsin de bazı uzuvlarının
göründüğü anlamına gelir. Fitneye konu olabilecek asgari müşterekleri ise eller
ve yüzdür. Bu, kadının açabileceği en son sınır iken erkek için sınırın
başlangıcı demektir.
O halde -erkek olsun
kadın olsun- insanın ellerini ve yüzünü açarak gündelik işlerine bakması fıtri
bir durum sayılır. Erkek kadının ellerini ve yüzünü görebilirken, kadın erkeğin
daha da fazla yerlerini görebilecektir. Kadınla erkek arasındaki farklılık,
bedenlerinin fitneye mahal olma konusundaki derece farkıdır. Kadının vücudu
(büyük oranda) erkek için fitne konusu olmaktadır. Bazıları da kadının yüzünü
de örterek fitne kapısının tamamen kapatılabileceğini iddia etmiştir. O halde
erkek de yüzünü örtsün de kadınlar için fitne konusu olmasın. (Bu yaklaşım
yanlıştır) mesele sadece kadın meselesi değildir, fitne her ikisi için de
sözkonusudur ve fitne korkusu duyunca bakışları kontrol etmek gerekir.
Bu tutum iki hususu
ortaya koymaktadır:
Birincisi: Kurallara
aldırmadan, inatla erkeklerle kadınlar arasındaki fitne kapısını büsbütün
kapatmaya kalkışmak imkânsızdır. İkincisi: Burada erkeklerin kadınlara karşı
bir zaafı görülmektedir. Erkeklerin hastalık derecesindeki kıskançlığı,
kadının yüzünün görülmesini, kocalık ve mahremiyet özelliklerinden sayarak
yabancı erkeklere görülmesini caiz görmemektedir.
Kur'an'dan İkinci
delil ve sünnetteki yansıması: Yüce Allah şöylebuyurur:
"Bundan sonra
artık sana (başka) kadınlar(la evlenmek), bunları başka eşlerle değiştirmek
helal değildir. İstersi güzellikleri çok hoşuna gitsin, (artık başka kadınlar
alamazsın)..."(Ahzab, 33/52)
Ayet-i kerime,
Rasulullah'ın (s.a.v.) -bazı kadınların güzelliğini çok be-ğense de-bundan
sonra evlenmesiin helal olmayacağını hükme bağlamaktadır. Peki ama, -nişan
sebebiyle bakma gibi bir durum sözkonusu olmadığı halde- yüzlerini görmeden
Rasulullah'ın bazı kadınları beğenmesi nasıl mümkün olur? Nişan niyetiyle
yüzünü örten kadından peçesini kaldırmasını istemenin meşru oluşu bir yana, her
halükârda kadının yüzünü açması, nişan niyeti olmadan bir kadının yüzünü görüp
beğenmesi de mümkündür. Cassas tefsirinde bu hususu şu şekilde ifade eder:
"Kadının güzelliğini ancak yüzünü görürse beğenebilir."[463]
Ayet-i kerime,
Rasulullah (s.a.v.) için de dışarda kadınların yüzünü görüp beğenme mümkün
olduğunda da işaret etmektedir. Bütün erkekler için bu tür beğenisiyle ilgili
bir çok rivayet mevcuttur. Bu da ancak kadınların her ortamda yüzlerini
açmaları ve erkeklerin görmelerine fırsat vermeleriyle mümkün olur.
Cabir'den rivayet
edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) günün birinde bir kadın görmüştü. (Ahmet
b. Hanbel'in rivayetinde,[464] bir
kadın görmüş ve hoşuna gitmişti). Hemen, hanımı Zeyneb'in yanına gitti -Zeyneb
o arada bir deri parçasını eliyle ovmakla meşgul idi.- ihtiyacını giderip çıktı
ve ashabına şöyle dedi: Bazen kadın, şeytan gibi önünüzde ya da arkanızdan sizi
tahrik edebilir. Sizden biri böyle bir kadına gözleri iliştiğinde hanımına
gitsin, onda nefsinin aradığını bulacaktır."
Müslim'in kaydettiği
bir başka rivayette Cabir şöyle der: "Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle
dediğini duydum: Sizden biri bir kadını beğenip canı çekerse hanımına yönelip
muhabbet etsin, böylece nefsinin arzusuna cevap bulacaktır."[465]
Abdullah b. Mes'ud'un
şöyle dediği rivayet olunur: "Kadınlar avrettir. Kadın evinden çıkınca,
şeytan gözlerini ona dikip der ki: 'Seni görüp de beğenmeyen hiç kimse
olamaz."[466]
Kur'aridan üçüncü
delil ve sünnetteki yansıması; Allah Teala şöyle buyurur:
"Böyle (iddetini)
bekleyen kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde bildirmenizden, yahud
içinizde tutmanızdan dolayı size bir günah yoktur. (Çünkü) Allah sizin onları
anacağınızı bilmektedir. Sakın (üstü kapalı evlenme teklifi sırasında), iyi söz
söylemeniz dışında, onlarla bir gizli (buluşma)ya sözfeşmeyin ve farz olan
bekleme süresi dolmadan nikâh bağını bağlamaya kalkmayın ve bilin ki, Allah
içinizden geçeni bilir. O'ndan sakının ve yine bilin ki, Allah bağışlayandır,
halimdir (ceza vermekte aceleci değildir)." (Bakara, 2/235).
Taberi, bu âyetin
tefsirinde sahabe ve tabiinden, vefat veya bain talak sebebiyle beklenen iddet
esnassında nişanın (evlenme niyetinin) nasıl ihsas ettiğifeceği hususanda bir
takım görüşler aktarır:
İbn Abbas: "Senin
gibi olan kadını severim" gibi güzel sözlerle niyeti hissettirir.
Mücahid: "Sen
gerçekten çok güzelsin, çok çekicisin, hayırlı bir kadınsın" gibi sözler
sarfeder.
Kasım b. Muhammed:
"Benim sana çok meylim var, seni çok istiyorum, çok hoşuma
gidiyorsun" gibi sözlerle niyetini izhar eder.
Fatıma b. Kays: Kocam
Ebu Amr b. Hafs. B. Muğire, Ayyaş b. Ebi Re-bia'yı yanında beş sa (ölçek) hurma
ve beş sa' arpa ile boşadığını bildirmeye gönderdi, dedim ki; bundan başka
nafaka yok mu? İddetimi evinizde tamamlamayacak mıyım? Dedi ki, hayır! Hemen
dış örtümü sağlayıp Rasulul-lah'a (s.a.v.) geldim. "Kaç talakla
boşadı?" buyurdular. Üç dedim. "Doğru söylemişler, sana nafaka
vermesi gerekmez. İddetini de amcanın oğlu İbn Ümmi Mektum'un evinde
tamamlarsın. Zira o ama olduğu için kıyafetinde rahat olursun. İddetin bitince
de bana bildirirsin."[467]
Nevevi diyor ki:
Hadiste bain talakla boşanana nişan teklifinin caiz olduğuna bir işaret
mevcuttur. Bizce (şafilerce) sahih olan da budur.[468]
Anlaşılıyor ki, kadın
yüzü açık olarak gelmiş ve Rasulullah (da (s.a.v.) onu Usame adına beğenerek,
iddeti sürdüğü, halde nişan teklifinde bulunmuştur. -Hafız İbn Hacer'in de
dediği gibi- Fatıma b. Kays, ilk muhacir hanımlardan olup akıllı ve güzel bir
kadındı.[469]
İddet süresince
kadının yanına gitmek, dolaylı olarak onun yüzünün açık olduğunu da gösterir.
Şayet yüzünü Örtmek zorunda olsaydı kadın da erkek de sakıntıya düşecekti.
Kaldı ki "sen çok güzelsin", "ben seni çok beğeniyorum"
gibi sözler, yüzün açık olma ihtimalini iyice yüksetlmektedir. Kadının iddet
süresince, erkeklerin görmesinden kırkarak, sürme vb. süresince, erkeklerin
görmesinden korkarak, sürme vb. süslerden nasıl uzak durduğunu daha önce
açıklamıştık. Nişan teklifi, iddet bekleyen kadını görebilmenin bir yoludur.
Nişan teklifini yapanın nişanlının yüzünü görmek istemesi de -ki bir hadisi
şerifte ba mealde bir vurgu da mevcuttur- yüzün genellikle açık olduğunu, bir
delilidir. Zira böylesi anlaşmaya, uyuşmaya daha elverişlidir. Yüz açık olmazsa
nişan teklifi nasıl gerçekleşecek? Kadın yüzünü kasten -nişan için- açmış
olamaz. Çünkü teklifi yapan, daha önce -yüzünü görmeden- nasıl teşebbüs
edecek?
2. Sünnet-i
Seniyye'den deliller
Sünnetten ilk delil:
Burun ve alın dahil
yedi kemik üzerine secde edilmesi.
İbn Abbas,
Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yedi Kemik
üzerine secde etmekle emrolundum: Alın -parmağıyla burnunu göstermiştir- iki
el, iki diz ve ayak uçları...[470]
Nesai'nin rivayetinde [471] şu
kayıt yer alır: "Elini alnına koyup burnuna doğru getirdi ve 'burası bir1
buyurdu."
Buhari bu hadisi
"Burun üzerine secde etmek" babında zikreder.
Hafız İbn Hacer de
şöyle der: İbn Münzir, sadece burun üzerine secde etmenin caiz olmadığı
konusunda sahebe icmai olduğunu belirtmiştir. Cumhur yalnızca alın üzerine
secde etmenin caiz oduğu görüşünü paylaşır. Mali-kilerden İbn Habib, İshak Ahed
ve Evzaf ve diğer bazı fukaha her ikisine birden secde etmek gerektiği
görüşündedir. Şafii de aynı görüştedir.[472]
Şafii el-Ümm'de şöyle
der: "Secde'nin farzı ve sünneti şudur: Alın, burun, eller, İki diz ve iki
ayak üzerine secde etmek. Bumu ihmal edip sadece alna secde etmesi kerahatle
caizdir. Ancak örtü vb. bir şeyle kapanmış alınla secde etmesi caiz
değildir."[473]
İbn Abdilberr
et-Temhid'te şöyle diyor: Kadın namazda ellerini ve yüzünü açmak zorundadır.[474]
Nevevi, Mecmu'unda şu
kayda yer verir: "Kadının namazda peçe kullanması mekruhtur."[475]
eş-Şerhu'I-Kebir
sahibi şunları kaydeder: "Namaz kılarken peçe takması mekruh olur. İbn
Abdilber der ki: namazda ve ihramda kadının yüzünü açması gerektiği konusunda
icma etmişlerdir. Çünkü bu, secde mahalli ile (secde uzuvları olan) alın ve
burun arasında bir engel oluşturur, ağzı da kapatır. Oysa Rasulullah (s.a.v.)
bundan nehyetmiştir."[476]
İbn Teymiye
Fetava'sında diyor ki: "Kadının namazda ellerini örtmekle emredilmiş olma
ihtimali gerçekten çok uzaktır. Çünkü eller de yüz gibi secde
uzuvlarıdır."[477]
Namaz avretinin normal
avretten farklı olduğu görüşü ise gerçekten son derece uzaktır. Bu konudaki
delilleri inşaallah beşinci bölümde teffrua-tıyla sunacağız.
Bu görüşün doğruluğunu
varsayacak olursak camide namaz kılan kadının durumu ne olacaktır? Bazı mü'min
kadınlar mescide gelerek namazlarını Rasulullah'ın kadınlar mescide gelerek
namazlarını Rasulullah'ın (s.a.v.) arkasında eda ederlerdi. Peki, bu durumda
kadın namaz kıldığı gerekçesiyle yüzünü açık mı tutacak, yoksa yabancı
erkeklerin görmesi ihtimaline binaen örtecek mi? Hem sonra mü'min hanımların
yüzlerini örtmeleri yaygın bir uygulama olsaydı, namazda yüzlerini açtıklarına,
peçelerini kaldırdıklarına dair rivayetler gelirdi. Rasulullah (s.a.v.)'ın
arkasında başından beri namaza devam etmiş olan hanımlar hakkında böyle bir
rivayet aktarılmamıştır.
Sünnetten ikinci
delil:
Ebu Hureyre'den;
"Rasulullah'ın (s.a.v.) yanındaydım. Bir adam gelerek ensardan bir
kadınla evlendiğini söyledi. Rasulullah (s.a.v.) 'ona baktın mı?' diye sordu.
'Hayır' deyince 'git ona bak, zira ensar kadınlarında göz hastalığı
olabilmektedir' buyurdular.[478]
Muğire b. Şube'den:
"Bir kadınla nişanlandığında kendisine Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiş:
'Ona bak, zira bakmak aranızda ülfet peyda etmesine ve kaynaşmanıza daha
elverişlidir."[479]
Ebu Humeyd
es-Sa'idî'den: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Biriniz bir kadınla
nişanlanmak istediğinde ona bakmasında -kadın bilmeden de baksa- bir günah
yoktur."[480]
Cabir'den RasuluHah'ın
(s.a.v.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Sizden biri bir kadınla nişanlanmak
istediğinde, onu nikâhlamya teşvik edecek bazı yerlerine bakma imkânı bulursa
baksın."[481]
Ebu İshah Şirazi
(Şafii) der ki: Bir kadını nikahlamak isteyen onun ellerine ve yüzüne bakabilir.
Bunların dışında başka yerlerine bakamaz. Çünkü avrettir."[482]
İbn Kudame (Hanbeli)
şöyle der: "Nişan yapmak isteyen erkek, kadının yüzüne bakabilir. Zira
yüz, bütün güzelliklerin toplandığı, gözün doğal olarak iliştiği bir uzuv olup
avret de değildir. Genellikle açık olan eller ve ayaklara bakıma konusunda iki
rivayet gelmiştir: Birincisi, mübahür; çünkü genellikle, adeten açık olur ki,
yüz gibidir. İkincisi, mubah değildir, çünkü avret olup kendiliğinden
görünmeyen uzuvlara benzer."[483]
Keza şöyle der: İlim
ehli arasına, nişanlanacak kadının yüzüne bakmanın mubah olduğu konusunda bir
ihtilaf yoktur. Çünkü yüz avret olmadığı gibi güzelliklerin toplandığı bakma
yeridir."[484]
İbn Kudame'nin bu
görüşünden, şari'in (Rasulullah1 m) nikâh kasdıyla kadına bakmyı emrederken
kapalı bir avret yerine değil, adeten açık olan -ki yüzdür- yerlere bakmayı
kasdettiğini anlıyoruz.
Begavi diyor ki:
Nişanlanacak kadına bakma konusunda alimler şunları söylemiştir: Bir kadınla
evlenmek isteyen ona bakabilir. Sevri, Şafii, Ahmed ve İshak bu görüştedir.
Kadının izin verip vermemesi farketmez. Ancak, kadının sadece ellerine ve
yüzüne bakabilir. Kadına çıplak halde bakamayacağı gibi herhangi bir avret
yerine de bakamaz. Evzai diyor ki; sadece yüzüne bakabilir.[485]
Nihayetu'l-Muhtac fî Şerhi'1-Mhinac'da
şu kayıt yer alır: Nikâhlamaya niyet ederse, bakması sünnettir. Tabii bu
nişandan öncedir; yoksa sonra değil. Kadının kendisi ya da velisi izin vermese
de Rasulullah'ın izni bakmak için yeterli olur. Nitekim bir rivayette
"Kadın bunu (kendisine bakıldığını) bilmese de" buyurulmuştur. Hatta
Evzai şunu tavsiye etmektedir: Kadının bilmemesi daha uygundur, bilirse
süslenerek olduğundan başka türlü görünebilir.[486]
Ben de diyorum ki:
Yüzünü peçeyle veya başka türlü bir yolla örtüyorsa kendisinin veya velisinin
izni olmaksızın ona bakması nasıl mümkün olur? Demek ki mü'min kadınlar yaygın
olarak dışarıya yüzleri açık çıkıyorlardı.
Sünnetten üçüncü
delil:
(Kocası öldüğü için)
yas tutan kadının süslenmesinin haram oluşu:
Ümmü Atıyye'den gelen
bir rivayette Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve ahiret
gününe inanan bir mü'min kadına kocası (nın ölümü) dışında üç günden fazla yas
tutması helal olmaz. Kocası ölen kadın sürme çekmez, (parlak) renkli elbise
giymez -nakısı kendinden beyaz elbise hariç- güzel koku sürünmez..."[487]
Ümmü Seleme'den:
"Bir kadın Rasulullah'a (s.a.v.) gelerek dedi ki: Ya Rasulullah, kızımın
kocası Öldü, (ağlamaktan) gözleri rahatsızlandı, sürme kullansın mı? 'Hayır'
buyurdular. İki üç kere tekrar etti, ancak her defasında 'hayır'buyurdu."[488]
Hafız İbn Hacer şöyle
diyor: "İki üç kere tekrar etti, ancak her defasında 'hayır'
buyurdu". Bunu, sadece süs özelliği olan özel bir sürme olarak yorumlayanlar
olmuştur. Çünkü salt tedavi, genellikle süs özelliği olmayan nesnelerle yapılır.[489]
İbn Kudame şöyle der:
"Yas babı. Yas, (kocası ölen kadının) zinetten ve güzel görünmekten
kaçınmasıdır. Bu da vefat sebebiyle beklenen iddet süresince farzdır... Yas
tutan kadının renkli sürme kullanması hadis-i şerif gereğince haramdır. Çünkü yüzü
güzelleştirir... Takı takınması da hadis-i şerif gereği haramdır. Çünkü
güzelliğin artırır, güzel görünmesie ve teklif almasına yol açar."[490]
Yani erkeklerin ellerindeki ve yüzündeki süsleri görerek güzelliğine
kapılmalarına yol açar...
İbn Rüşd şunları
kaydeder: "Fukahaya göre yas tutan kadına sürme, takı, renkli elbise, gibi
erkeklerin kadınlara meylini kamçılayan bütün zinet-ler yasaktır. Süs özelliği
olmayan sürme ile siyah elbise hariç. Fukahanın yas • tutan kedinin kaçınması
gerektiğini belirttikleri hususlar büyük oranda erkekleri tahrik etme
noktasında temerküz etmektedir. Bu konuda titizlik göstermesi en gerekli
olanlar da kocaları ölenlerdir. Böylece yasdan maksadın erkeklerin tahrik
olacakları birşey göstermemek olduğu anlaşılmaktadır. "[491]
Ben şu noktaya dikkat
çekmek istiyorum: Yas tutan kadınların yüz zi-netinden ve bunları erkeklere
göstermemelerinden bahsedilmek için elbette yüzlerinin açık olması gerekir.
İbn Kayyım şunları
söylüyor: "Yas tutan kadına kına, renkli nakış, par- mak ucu ve tırnak boyama, allık ve pudra
haramdır. Nitekim Raslüllah (s.a.v.) hadisinde kınayı zikrederken, zinet ve
fitne olma özelliği çok daha yüksek ve yasın manassına çok daha aykın olan
zinet türlerine de işaret etmiştir."[492]
Lbiı Kayyim'in
burada'fitne özelliği ^ok daha yüksek'1 betimlemetûör den ne anhyoruz? Ku fitne
kadın için mi, yoksa erkek için mi sözkonusudurZ -Elbette erkekler için
sözkonusudur ve ancak kadının yüzünü açıktutmasi, erkeklerinde süslenmiş
haliyle o yüzü görmeleri halinde bir fitneden bahsedilebilir-.
Şayet mü'min kadınlar
çoğunlukla yüzlerini kapatıyor ve sadece ihtiyaç halinde bir tek gözlerini
açıyor olsaydı, yas tutan kadının yüzündeki zineti erkekleıin görmesindea
korkmaya hiç gerek kalmazdı. Zaten bakmalarLve
malan sebebiyle
erkeklerin fitneye düşmesinden nasıî söz edifebilîr?
Sünnetten dördüncü
delil:
Ümmehat-ı mü'mininin
hicabla, hür kadınların yüzünü açmakla, cariyelerin de yüzleriyle beraber
başlarını açmakla temayüz etmeleri:
Enes'ten (r.a.)
rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.) Hayber ile Medine arasında üç gün
ikamet etti ve Safiyye b. Huyey ile izdivaç etti... Müslümanlar; "Eğer
Hicab arkasına alırsa mü'minlerin anneleri arasına girer, olmazsa cariyesi
demektir" dediler..."[493]
Bu hadis, sahabilerin
-Allah onlardan razı olsun- Rasulullah'ın hür hanımları ile cariyeleri
arasındaki örtünme farklılığının bilincinde olduğunu açıkça göstermektedir.
Hanımları hicab ile tesettür emrini yerine getirirken cariyeleri geniş elbise
ile örtünüyorlardı. Bu sünnete binaen sair hür hanımlar da cariyelerden
ayrılmakta daha olgun Örtünmektedir.
Cabir b. Semra'dan
rivayet edilmiştir: "Bir adam, Sa'd b. Ebi Vakkas'ı suçladı... Sa'd dedi
ki: Allah'ım, eğer bu kulun yalancıysa... ömrünü uzat fakirliğini uzat ve
fitnelere maruz kıl. Abdülmelik b. Umeyr et-Tabi diyor ki: Çok sonraları ben
onu gördüm, yaşlılıktan kaşları çökmüştü ve yoldan gelip geçen cariyelere
sarkıntılık ediyordu."[494]
Hadis, Tabiîn
döneminde de örtünme konusunda cariyelerin hürlerden farklı olduğunu ifade
etmektedir. Yoksa anılan adamın cariyeleri hürlerden ayırd etmesi ve sadece
onlara sarkıntılık etmesi nasıl mümkün olurdu?
Hz. Ömer'in başım da
kapatan bir cilbaba bürünmüş bir kadını görerek kim olduğunu
(yanındakilere)sorduğu ve bir cariye olduğu söylenince, "cariye
hanımefendisine benzeyemez" dediği rivayet olunmuştur.[495]
Bu eser (hadis) hür
kadının cariyeden cilbab ve başörtüsü ile ayrıcalık kazandığını ifade
etmektedir. Bu ikisi de yüzü örtmemektedir. Değilse kendisine sorulan zat, o
kadının cariye olduğunu nasıl bilebilirdi? Onu yüzünden tanımıştır.
Malik'den rivayet
edilmiştir: "Abdullah b. Ömer b. Hattab'in bir cariyesi vardı. Ömer, onun
hür kadın kıyafetinde giyindiğini gördü. Kızı Hafsa'mn yanına giderek dedi ki:
Bakıyorum da, kardeşinin cariyesi hür kadın kılığına girerek insanları
yanıltıyor. Hz. Ömer bu davranış, reddetmiştir."[496]
Bu eser, cariyenin hür
kadın kıyafetine büründüğü halde yüzünü örtmediğini göstermektedir. Hür
kadının yüzünü örtmesişart olsaydı, bu cariye yüzünü örtecekti ve onun oğlunun
cariyesi olduğunu bilmeyecekti.
Hz. Ömer (r.a.)
başörtüsü örtmüş bir cariye görmüş ve ona vurarak şöyle demiştir: "Aptal,
hürlere mi benzemeye çalışıyorsun?"[497]
Ömer (r.a.) Enes
ailesinin başörtülü bir cariyesini görmüş ve ona vurarak, başını aç ve hürlere
benzeme" demiştir.[498]
Ömer'in cariyelere
vurması ve onları başlarını Örtecek hürlere benzemekten alıkoyması bizim
lehimize bir delil sayılır. Eğer bütün hür hanımlar yüzlerini örtüyor olsaydı,
cariyeler sadece yüzlerini açmakla ayırdedüebiie-ceklerdi ve böylece
müslümanlar da cariyelerini başlarını açmaya zorlama ihtiyacı
hissetmeyeceklerdi. Zira bunda daha fazla açılma, açılıp saçılmakta ise daha
fazla fitne sözkonusudur.
Sünnetten beşinci
delil:
Mü'min hanımların
sabah namazına yüzleri açık olarak gidişi
Aişe'den (r.a.) rivayet
edilmiştir: "Mü'min hanımlar sabah namazını (bir nevi) çarşaflarına
bürünmüş halde Rasulullah 'in (s.a.v.) arkasında eda ederler ve namaz bitinci
hemen evlerine dönerlerdi. Alacakaranlıkta kimse-onları tanıyamazdı,"[499]
Aynı mealde ancak
erkeklerle ilgili bir başka hadis varid olmuştur. Hafız Haysemi'nin
Mecmeu'z-Zevaid'de naklettiği bir hadiste Hz. Ali şöyle diyor:
"Rasulullah'm (s.a.v.) arkasında namazı eda eder ve dağılırdık. Kimse:
kimseyi tanımazdı,"[500]
Hz. Aişe (r.a.)
yukarıdaki hadiste genel manada mü'min kadınlardan söz ediyor ve şöyle diyor:
"Alaca karanlıkta kimse onları tanımazdı"; yani karanlıktan dolayı
tanınmazlardı, yüzleri kapalı olduğu için değil. Bu da genel olarak mü'min
kadınların yüzlerini açtıkları anlamına gelir.
Bu olay hicab emrinden
önceydi diyenlerin bu itirazı yersizdir. Zira hadiste "mü'min hanımlar
sabah namazına katılırlardı" denmiş ve bu işin sü-rekliliği vurgulanmış,
ayrıca bir zamandaydı da konmamıştır. Eğer bu uygulama hicab âyetiyle
neshedilmiş olsaydı Aişe (r.a.) bunu mutlaka belirtirdi. (Hicabın Peygamber
hanımlarına -ki mü'minîeıin anneleridirler- muhsus oluşu konusunda dördüncü
babın ikinci bölümüne bakınız).
Sünnetten altıncı
delil:
Velisinin, yanında
kalan yetim kızın güzelliğini beğenerek onu nikahlaması:
Urve'den: "Aişe'ye
'Şayet Öksüz (kadınlarla evlendiğiniz takdirde on)lar hakkında adaleti yerine
getiremeceğinizden korkarsanız...' (Nisa, 4/3) âyetini sorunca: 'Ey kardeşimin
oğlu, bu yetim, velisinin yamrıds, onun hicrindedir (sorumluluğu altındadır).
Mabna ve güzelîiğinevmuhrak -bir de mehrini az vermeyi tasarlayarak) nikahlamak
İster. Ancak mehri x\\m olarak verme konusunda adil olamayacak ise bundan
nehyediİ£>rtrıJ![501]
Aynı evde velinirt
yaranda yeüm kızuı yüzünü Örtmesi-7raJrok&voîma2. Kaldı ki nass, velinin
onun yüzünü görerek güzelliğini-beğendiğine açıkça işaret etmektedir.
Sünnetten yedinci
delil:
Kadının ellerini ve
yüzünü gösterebileceğine dair izin:
Aişe'den (r.a.)
rivayet edilmiştir; "Ebu Bekir'in kızı Esma, üzerinde . ce bir elbise
olduğu halde Rasulullahrm yanma girmişti. Rasulullah (s.a.v.) yü.rünü çevirerek
şöyle buyurdu: 'Ey Esma, kadın hayız yaşına ulaşınca, onun şurası ve şurası
hariç -ellerini ve yüzünü göstermiştir- hiçbir yerini göstermesi doğru
olmaz."51
Davaci demiştir ki: "Bu hacfis mürseldîr;
zira Halid b. Dureyk
Aişe'ye (r.a.)
yetişmemiştir."
Nasiruddin Eîbani, bu
hadîsin senedi hakkında şunları söylüyor:
"Said b. Beşir
-hadisin ravilerinden biridir- Hafız İbn Hacer'in de Tak-rib'inde belirttiği
üzere 'zayıf bir ravidir. Ancak hadis, başka yollardan gelen rivayetlerle
kuvvetlenmektedir:
1. Ebu-
Davud, mürset hadisler arasında KaCade'dem HasHfelItthirr (s.a.v.) şöyle
detEğini rivayet eder: "Bîr kız hayız görmeye başladı rm, yüzü ve
dirseklere kadar elleri dışında hiçbir yerinin görünmesi doğru
2. Beyhaki,
İbn Luhey'a tarikiyle İyaz b. Abdullah'tan, İbrahim b. Ubeyd b. Rifae
el-Ensari'den duyduğunu söylediği bir haber aktarır: Babam anlattı (diyor
İbrahim b. Ubeyd), sanırım o da Esma b. Umeys'ten şöyle duymuştur:
"Rasulullah (s.a.v.) Aişe'nin odasına girdi. Yanında kız kardeşi Esma
vardı. Üzerinde yeni bol bir elbise vardı. Rasulullah (s.a.v.) on gözü ilişince
kalkıp dışarı çıktı. Aişe ona, bir köşeye çekil (ve göze görünme), Rasulullah
(s.a.v.) kerih bir şey görmüş olmalı, dedi. Biraz sonra Rasulullah (s.a.v.)
geri geldi. Aişe ona neden dışarı çıktığını sordu. "Nasıl giyindiğini
görmedin mi? Müslüman bir kadının şu ve şu hariç hiçbir yeri görünemez"
dedi ve ellerini (Asıl 'da da böyle geçiyor ama doğrusu Mecma'da olduğu üzere
iki yerini olacak) tutup ellerinin dışını örttü. Öyle ki sadece parmaklan
görünüyordu. Sonra iki elini şakağına dikti, sadece yüzünü görünüyordu."
Beyhaki diyor ki: Bu
hadisin senedi zayıftır. Aslında zayıf sayılmasına neden olan İbn Luhey'a'dir.
Bu zatın adı Abdullah el-Hadrami Ebu Abdir-rahman el-Mısri el-Kadi'dir. Sika
(güvenilir) ve fazıl bir kimseydi. Ancak tuttuğu kayıtlardan hadis rivayet
ederdi. Onlar da yanınca ezberden hadis rivayet etmeye başladı ve bu arada
biraz karıştırdığı da oldu. Bazı mütehhirin ulema onun hadisini hasen kabul
ederken bazıları da sahih addeder. Heyse-mi onun bu hadisini, Taberani'nin
"el-Kabir" ve "el-Evsat"ında kaydettiği ri-vayetiyle
Mecmeu'z-Zevaid'nde nakleder ve der ki: Bu hadisin senedinde İbn Luhey'a da yer
almaktadır. Onun hadisi, hasendir. Geriye kalan ricali sahih hadis ricalidir.
Şüpheye mahal olmayan husus, onun hadisinin hasen derecesinden aşağıya
düşmediğidir. Beyhaki hadisi başka yönlerden kuvvetlendiriyor ve Aişe hadisini
ve "kendiliğinden görüneni müstesna" âyetini eller ve yüz olarak
yorumlayan İbn Abbas'm ve diğerlerinin görüşünü aktardıktan sonra şöyle diyor:
Hadis mürsel olmakla beraber, Allah'ın mubah kıldığı zahiri zinet konusunda
sahabilerin görüşlerinden kuvvet kazanmaktadır. Zehebi de Tehzibu
Süneni'l-Beyhaki'de bu kanaatini izhar etmiştir. İşaret edilen sahabiler
şunlardır: Aişe, İbn Abbas, İbn Ömer. "Zahiri zinet eller ve yüzdür"
sözü İbn Ömer'e aittir. Diyor ki: Aynı manada (bir hadis) Ata b. Ebi Rebah'tan
ve Said b. Cübeyr'den rivayet ettik. Bu da Evzai'nin görüşüdür.[502]
Elbani'nin bu hadisle ilgili araştırması urada son bulmuştur. Ebu Da-vud aynı
hadisi Sünen'inde aktarır ve "sahihtir" der.[503]
İbn Kudame Muğni'sinde
Aişe hadisini bir başka rivayet zinciriyle aktarır ve şu kaydı ekler: Ahmed b.
Hanbel bu hadisle amel etmiştir.[504]
Gerek burada
aktardığımız, gerekse dördüncü bölümde göreceğimiz Kur'an ve sünnet delilleri
ve karinelere Aişe hadisini daha çok kuvvetlendirmektedir.
Yüzün
peçe vb. bir şeyle örtülmesi mü'min hanımlarının toptan uyguladığı güzel bir
adel olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) Esma'yı yüzünü de kapatmaya teşvik ederdi.
Ebu Bekir'in kızı ve Zübeyr'in hanımı olan o muhterem kadın böyle bir şeye çok
daha elverişli ve layık idi. [505]
Birinci delil: Bize
ulaşan ve mü'minlerin annelerinin yüzleriaçtıklannı gösteren metinlerden
çıkarılan delil:
(Hicab emrinden önce)
İkaz:
Yüzü peçeyle örtme
adeti cahiliye döneminde bazı Arap kadınlannca uygulanıyordu. Cahiliye
şiirinde, peçe manasına gelen "nikap", "burka" gibi sözlere
rastlanması, bu görüşü desteklemektedir. Bir kaç örnek verelim:
Ümmü Amr binti Vekdan[507]
şöyle der:
Eğer kardeşinizin
kanını gütmeyecekseniz, Bırakın silahlan, atın batak bir yere Çekin sürmeler,
giyin parlak al giysiler Takın kadın nikaplan, yenik kavim ne kötüdür
Bir başka şair[508] de
şöyle diyor:
Görmedin mi Aylanlı
Kays'ı, peçe takmıştı, Sakalını gizleyip şerefini satmıştı.
Hutay'e şöyle demişti:[509]
Defalarca dolaştı
kafileyi Ümame,
O ne güzel bir endam,
o ne güzel peçeydi.
Nabiğatu'l-Ca'di de
şöyle demiştir:[510]
Genç kız peçesi gibi
gayet parlak bir yanak, Ve sektikçe kabuğu dökülen bir çift boynuz.
Sünnet nasslan:
Buhari ve Müslim'in
aktardığı rivayetler:
Enes'ten rivayet
edilmiştir: "Uhud günü mü'minler hezimete uğramaya ve Rasulullah'ın
etrafından dağılmaya başladı... Bir de baktımAişe b. Ebi Bekir ile Ümmü Süleym
(halhallan görünecek kadar) eteklerini sıvamışlar su kırbaları omuzlarında
habire koşturuyorlar ve insanların ağzına boşaltıp hemen dönüyorlar, doldurup
tekrar geliyor ve halkın ağzına suyu boşaltıyorlardı."[511]
Enes b. Malik'ten
rivayet edilmiştir: "Hicab âyetini en iyi büen benim. Zeyneb b. Cahş
(r.a.) Rasulullah'a hediye edildiğinde, insanları davet edip yemek verdi.
Zeyneb de aynı odadaydı. İnsanlar oturup konuşmaya daldılar. Müslim'in rivayetinde;
"Zeyneb de evin biryanında oturuyordu. Kendisine güzellik bahşedilmiş bir
kadın idi..."[512]
İnsanlar otururken Rasulullah (s.a.v.) dışarı gidip gelmeye başladı. Allah
Teala derhal şu âyeti indirdi:
"Ey inananlar,
yemeğe çağrılmadan Peygamber'in evlerine girmeyin... Onlardan bir şey
istediğiniz zaman perde (hicab) arkasından isteyin..." Peygamber
hanımların (hicab) arkasından isteyin..."
Peygamber hanımları,
hicab arkasına geçti; oturanlar dağıldı."[513]
Aişe'den (r.a.)
rivayet edilmiştir: "Hendek günü Sa'd yaralandı. Kurey-zaoğullanm
Rasutullah'ın (s.a.v.) huzuruna getirip haklarında hüküm vermesini istedi.
Allah Rasulü, onların muhakemesini Sa'd'a bıraktı. O da dedi-ki:
"Onlar*hakkındaki hükmüm şudur: Onlardan savaşanlar öldürülecek, ka-dınman
ve çocukları esir muamelesi görecek, mallan bölüşülecek..." Sonra Sa'd
dedi ki: 'Ey Allah'ım, Rasulü'nü yalanlayıp onu yurdundan çıkaran bu kavme
karşı savaşmakta benden daha istekli bir kimse olmadığını biliyorsun.
Allah'ım, öyle zannediyorum ki onlarla bizim aramıza bir savaş koydun. Eğer
onlarla bir savaş vuku bulacaksa beni de o zamana kadar yaşat ki senin yolunda
onlarla çarpışayım..."[514]
- Aişe'den (r.a.)
rivayet edilmiştir: "(Uzun ifk hadisinde:) Safvan b. Mu'attal es-Sülemi
ez-Zekvani ordunun ardından geliyordu. Akşam hava kararmaya başlayınca yola
çıkmış (olmalı ki) bulunduğum yere geldiğinde uyuyan bir insan karaltısı görüp
yanıma yaklaştı. Beni görünce hemen tanıdı. Beni Hicab emrinden önce gördüğü
için hemen tanımıştı..."[515]
İlk hadis:
"Aişe'nin yüzünün açık olduğuna işaret etmektedir. Böylece Enes, Uhud
gazvesinde Ümmü Süleym ile Aişe'yi tanıyabilmişti."
İkinci hadis;
"Zeyneb b. Cahş'ın yüzünün açık olduğuna işaret etmektedir. Bu yüzden
hayasından dolayı yüzünü duvara dönüp oturmuştu. Özellikle gelin, zifaf günü
en güzel görünümünde olur."
Üçüncü hadis:
"Buhari'nin bu rivayetinden Aişe'nin yüzünün açık olduğu açıkça
anlaşılamıyorsa da Sahiheyn dışındaki sünnet nasslan arasında zikredeceğimiz
bir rivayette yüzünün açık olduğuna dair işaretler mevcuttur. Mesela, Ömer
kendisine tanımayarak bu zor günde dışarı çıkmasının yanlış olduğunu
söylemiştir."
Dördüncü hadis:
"Rivayetler arasında en sahih ve Aişe'nin Hicab emrinden önce yüzünü
Örtmediğinin en açık delilidir. Safvan onun açık olan yüzünü örtmüş ve tanımıştır."
Sahihayn (Buhari ve
Müslim) dışındaki Sünnet nasslan:
Alkame b. Vakkas'tan
rivayet edilmiştir: "Aişe bana anlattı: Hendek günü dışarı çıkıp
insanların peşine takıldım. Derken, yer sarsılıyormuşcası-na şiddetli bir
gürültü işittim. Dönüp baktım bir de ne göreyim; Sa'd b. Mu'az ile yeğeni Haris
b. Evs bir kalkan taşıyorlar. Yere oturdum, Said üzerinde demir bir zırh olduğu
halde geçti. Zırhın uçları dışarı çıkmıştı. Sa'd'in zırhının uçları beni
korkutuyordu. Recez bahrinde bir şiir söyleyerek geçti gitti. Şöyle diyordu:
Deve gibi güçlü
adamlar ne de az harp görürler, Ecel gelince ölüm ne de güzel oluyor.
Hemen kalktım ve bir
bahçeye daldım. Bir müslüman nefer gördüm. Derken Ömer b. Hattab'ın da
aralarında olduğu bir gurup gördüm. Aralarında boydan bir zırh giyinmiş bir
adam vardı... Ömer dedi ki: Derdin ne senin? Vallahi çok cüretkar bir kadınsın.
Başına bir bela gelmeyeceğindan yada kaçırılmayacağından nasıl emin
olabiliyorsun? Beni öyle kınadı, öyle kınadı ki o an yer yanlsa da içine girsem
istedim.."[516]
Aişe'den (r.a.)
rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) ile beraber aynı kaptan yemek
yiyorduk.[517] O arada Ömer geldi.
Rasulullah onu da buyur etti, o da oturdu, yemeye başladı. (Bir ara) parmağı
parmağıma çarptı ve ah, dedi. ^ Ve ekledi:) Sizin hakkınızda itaatkâr olsaydı
sizi göz bile görmezdi. Bunun üzerine hicab âyeti indi.[518]
Nasslarm delaleti:
"İkat"
başlığı altında verdiğimiz şiir metinlerinden, nikabın İslam öncesi Arap
toplumunda kadınların bildiği ve yer yer kullandığı bir giyim kuşam unsuru olduğunu
anladık. Eğer nikap (peçe) iffet, korunma ve haya açısından gerekli temel bir
unsur olsaydı, mü'minlerin anneleri elbette onu kullanırlardı. Zira onlar
iffetin, korunmanın (takvanın) ve hayanın zirvesinde idiler. Senetçe en
sağlam, ibarece en açık bir rivayette mü'minlerîn annelerinden birinin hicab
emrinden önce yüzünü Örtmediğini gördük. Biraz sonra göreceğimiz gibi
saygıdeğer diğer sahabi hanımlarının bir çoğu da yüzünü örtmüyordu.
O halde şu iki tesbiti
yapabiliriz: Birincisi; Nikap sadece bir giyim tarzı olup Arap kadınları da
bunu biliyor ve kullanıyordu. Kaldı ki nikabın Örtme özelliği yanında kendine
has bir süs özelliği de vardır.[519]
İkincisi; yüzün nikabla örtmek Medine İslam toplumunda yaygın olan bir şey
değildi. Peçe kullananlar olduysa da nadirdir. Nitekim mü'minlerin anelen ve
değerli sahabi hanımlarının çoğunluğu yüzünü örtmemiştir.
Hicab emrinden sonra
mü'minlerin annelerinin yüzlerini örtmeleri gerektiğini ifade eden nasslar:
Buhari ve Müslim'in
kaydettiği rivayetler:
Aişe'den (r.a.)
rivayet edilmiştir: "Şevde, hicab emri geldikten sonra bir ihtiyaç için
dışarı çıkmıştı. İri yapılı (bir başka rivayette[520]
uzun boylu idi, bir başka rivayette ise[521]
kadınların en uzunu idi) bir kadın idi. Onu bilen görünce hemen tanırdı. Ömer
b. Hattab onu gördü ve dedi ki: Ey Şevde, yemin olsun ki sen kendini bizden
gizleyemiyorsun, nasıl çıktığına bak (biraz daha dikkat et)."[522]
- Aişe'den (r.a.)
rivayet edilmiştir (uzun ifk hadisinde): "Hicab âyeti indikten sonra idi,
Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte çıkmıştık... Safvan b. Muattal "ordunun
ardından geliyordu. Kaldığım yere ulaşınca, uyuyan bir insan karaltısı
görmüş... Beni tanımış ve istirca [523]okumaya
başlamıştı. Sesinden u-yandim ve hemen cilbabimla yüzümü örttüm."[524]
Yukarıda Aişe'nin
(r.a.) "beni görünce tanıdı, hicab âyetinden önce idi" sözünün
ardından, Hicab emrinden önce ümmehat-i mü'mininin yüzlerinin açık olduğu
konusunda en sahih rivayetin ve an açık ibarenin bu olduğunu söylemiştik.
Şimdi, biraz önce aktardığımız rivayette yer alan "istirca okumaya
başlayınca sesinden uyandım ve cilbabımla yüzümü örttüm" sözü üzerine de
şu şerhi koyuyoruz: Hicab emrinden sonra ümmehat-ı mü'mininin yüzlerini örtmek
zorunda oldukları konusunda en sahih rivayet ve en açık ibare budur.
Enes'ten (r.a.)
rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) Hayber ile Medine arasında üç gün
konakladı. Safîyye b. Huyey ile evlendi. Hareket edince onu arkasına aldı. Bir
de hicab gerdi."[525]
Ata'dan:
"Rasulullah'ın (s.a.v.) hanımları geceleyin gizlenerek çıkar ve tavaf
ederlerdi... (Yani, ihramlı değillerse nisapla, ihramlı iseler cilbablan-nın
bir tarafım sarkıtarak yüzlerini örtüyorlardı."[526]
Sahihayn dışındaki
kaynaklarda yer alan rivayetler:
Hayber gazvesi
kıssasını ve Safîyye'yi kendisine seçişini anlatırken E-nes şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.v.) Hayber'den çıktı... Devesi yanma getirildiğinde Rasulullah
(s.a.v.), Safîyye'nin dizine basıp deveye binmesi için ayağını uzattı. Safîyye
ayağıyla basmak istemeyip dizini koyarak deveye bindi. Rasulullah onan üstünü
örderek arkasında götürdü. Ridasını sırtını da yözünü de kapatacak şekilde
örttü, sonra ayaklarının altından bağladı. Ona aynen hanımları gibi muamele
etti.[527]
Aişe'den (r.a.)
rivayet edilmiştir: "Rasulullah'la beraber ihrama girmiştik. Atlılar
gelip geçiyordu. Aynı hizaya geldiğimizde cilbabımızla yüzümüzü örtüyor,
geçince açıyorduk."[528]
Abdurrahman b. Avf in
oğlu İbrahim'den rivayet edilmiştir:
Ömer b. Hattab son
haccında Rasulullah'ın hanımlarının da haccetmesine izin verdi. Yanlarında
Osman b. Afvan ile Abdurrahman b. Avf ı gönderdi. Osman şöyle nida ediyordu:
Dikkat edin, kimse onlara yaklaşmasın, kimse onlara bakmasın. Peygamber,
hanımları develerinin üzerinde, hev-declerin içinde idi. Şi'b denilen dağ
eteğine geldiklerinde Osman ile Abdurrahman orayı tuttular ve hanımlar dönene
kadar kimseyi sokmadılar."[529]
Safiyye b. Şeybe'den
rivayet edilmiştir: "Aişe'nin Kabe'yi peçeli olarak tavaf ettiğini
gördüm."[530]
Mü'minlerin anneleri
yüzlerini örtmeye hicab âyeti indikten sonra başladıklarına göre, bu hususun
Hicab emriyle ilgili olduğu aşikârdır. Sair mü'min kadınları bu konuda onlarla
aynı statüde değildir. (Bkz. Dördüncü babın ikinci bölümü, hicabın Peygamber
hanımlarına mahsus oluşu.)
İkinci delil:
Mü'min hanımların
yüzlerini açtıklarına dair rivayet edilen metinlerden çıkarılan delil:
(Hicab emrinden önce
ve soma)
Rasulullah (s.a.v.)
zamanında mü'mın hanımların yüzlerini açık tuttuğuna dair burada aktaracağımız
olaylar, yüzü açmanın sadece caiz olduğunu değil, aksine normal ve yaygın
olanın bu olduğuna delalet etmektedir. Zira, yaygın olan yüzü örtmek ve yüzü
açmak nadir olsaydı, raviler bu hususta mutlaka işaret ederlerdi. "Yüzü
açık bir kadın geldi" vb. ifadeler kullanırlardı. Halbuki bunun tersine
rivayetler mevcuttur. Mesela; "Kadın Rasulullah'a dedi ki: Kendimi sana
bağışlamaya geldim. Ve yüzünü açtı, göz baktı ve (gönül) onayladı"
mealindeki bir rivayet. Doğrusu normal ve yaygın olana aykırı bir nadir durum
olayı izleyenin dikkatini çeker ve (anlatırken de) bu noktaya işaret etme
ihtiyacı hissettirir.
Biz, hadis
kitaplarında, yüzü açık iken herhangi bir sebeple sonradan yüzünü Örten
herhangi bir kadından bahseden tekbir sahih rivayete bile rastlamadık. Bir tek
Aişe (r.a.) var. Bu da sadece mü'minlerin annelerine has olan hicab emri
geldikten sonra olmuştur. Keza, yüzü örtülüyken bahseden tek bir sahih rivayete
de rastlamış değiliz. Yine, bir adamın bir kadını görüp de yüzü kapalı olduğu
için tanıyamadığına dair tek bir sahih habere de rastlamadık
İşin bir de şurası
var: Yüzü açık tutma sünneti, sadece Muhammed aley-hisselamın bir sünneti
olmayıp, aynı zamanda Önceki peygamberlerin de sünnetidir
Ebu Hureyre'den
Rasulullah'ıri (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İbrahim
aleyhisselatü vesselam üç yer dışında asla yalan söylememiştir. Bunlardan
birincisi (bayrama gitmemek için) "ben hastayım" demesi. İkincisi
"bilakis bunu işte şu büyükleri yapmıştır" demesidir. Üçüncüsü de,
"Bir gün Sare ile beraber dururlarken bir zorba onları görmüştü de gidip
reislerine; bir adamla, dünya güzeli bir kadın olduğunu söylemişti. Reis adam
gönderip o kadının neyi olduğunu sordurunca, 'kardeşim' demişti..."[531]
Bu hadis, atamız
İbrahim'in (a.s.) hanımı Sare'nin güzelliğine, hatta güzelliğinin fitne konusu
olmasına rağmen yüzünün açık olduğunu ifade etmektedir.[532]
Şimdi değerli sahabi
hanımları dahil -tüm mü'min kadınların hicab â-yeti inmeden önce yüzlerini
açtıklarına dair rivayetlerden bir gurup aktaracağız. Şunu da hatırlatmak
gerekir ki, yüzü açmanın meşru olduğuna dair delillerin bütün mü'min kadınlar
için sözkonusu olduğunu biliyoruz. Bu kural aynen devam etmektedir. Hicab
âyeti bu hükmü neshetmiş değildir. Zira hicab, sadece ümmehat-ı mü'minine
emredilmiş olup bu emir geldikten sonra da mü'min hanımlar yüzlerini açmaya
devam etmişlerdir. Tamamı hicab-tan sonra vukubulmuş olayları birazdan
aktaracağız ve bu hükmün delilini açıkça göreceğiz.
Şunu da belirtmekte
yarar var: Yüzün açık oluşuna delalet eden nassla-nn tamamı kat'i değildir.
Ancak bunları kesinlik arzeden delillerle beraber değerlendirdiğimizde,
Allah'ın bir emrinin tarih boyunca nasıl anlaşılıp uygulandığına bir delil
teşkil edecektir.
Değerli sahabi
hanımları yüzlerini açıyordu: (Ümmehat-ı mü'minin hicabla emrolunmadan önce)
Ebu Hazim'den rivayet
edilmiştir: "Sehl b. Sa'd'a Rasulullah'ın (s.a.v.) nasıl yaralandığının
sorulduğunu ve şöyle cevapladığını işitmiş; Vallahi ben Allah Rasulü'nün
yarasını kimin yıkadığını, kimin su döktüğünü ve neyle pansuman yapıldığını çok
iyi biliyorum. Kızı Fatıma yıkıyor, Ali b. Ebi Talib kalkanla su döküyor Faüma
suyun kan kaybını artırmaktan başka bir şeye yaramadığını görünce, bir hasır
parçası alıp yakarak külünü yaraya ba-sıverdi ve kan durdu. O gün Rasulullah'ın
(s.a.v.) (ön dişinin yanındaki) bir dişi kırılmış, yüzü yaralanmış ve başında
ki miğferi kırılmıştı.[533]
Ebu Bekir'in kızı
Esma'dan (r.a.) rivayet edilmiştir: "... Rasulullah'la (s.a.v.)
karşılaştım. Yanında ensardan bir gurup vardı. Beni çağjrdı arkasına beni almak
için devesini ıhtırdı. Erkeklerle beraber gitmekten utandım. Q a-ra Zübeyr'i ve
onun gayretini hatırladım. İnsanların en gayretlisi (kıskancı) idi. Rasulullah
(s.a.v.) utandığımı anladı ve yoluna devam etti."[534]
Avn b. Ebi Cahuyfe
babasından rivayet etmiştir: Allah Rasulü (s.a.v.) Selman ile Ebu'd-Derda'yı
kardeş yapmıştı. Birinde Selman, Ebu'd-Derda'yı ziyarete gittiğinde annesini
perişan bir kılıkta gördü. 'Nedir bu halin?1 diye sordu. Dedi ki: Kardeşin
Ebu'd-Derda'nın dünyalıkta hiç gözü yok."[535]
Salebe b. Malik'ten
rivayet edilmiştir: "Ömer b. Hattab Medine hanımları arasında cilbablık
kumaşları bölüştürdü. En son iyi bir cübablık kaldı. Yanındakilerden bazıları;
ey mü'minlerin emiri, bunu da Rasulullah'ın kızına ver,.dediler. Yanı başında
duran Ali'nin kızı Ümmü GülsümUkastediyor-lardr, Ömer, Umma Süteyf bana daha
îayıfc, dedi. Ümmü Suleyt Rasululfah*a (s.a.v.) beyatetmiş olan Ensar
hanımlarından idi. (Ömer (r.a.) ekledi) O, Uhu& günü ağır su kırbalara
taşıyıp durmuştu.[536]
Cabir b*. Abdullah'tan
rivayet edilmiştir: "Allah Rasulü (s.a.v.) Ümmir Saib'in (ya da Ümmü
Müseyyeb) yanına gitmişti. Onu görünce dedi ki: "Ey Ümmü Saib (veya
Müseyyeb), ne oldu sana, neden titriyorsun böyle?' 'Allah kahretsin, hummadan',
dedi. Buyurdu ki: 'Hummaya lanet etme, zira humma demircrköniğünim demirin
kirim pasını ayridarftğf gibi- inşam it günahlarım ayıklar.[537]
Abdurrahman b. Avf m
oğlu İbrahim'den rivayet edilmiştir: "Medine'ye geldiklerinde Rasulullah
(s.a.v.) Abdurrahman b. Avf ile Sa'd b. Rebi'i kardeş ilan etti. Sa'd dedi ki:
'Ben Ensar'ın en zenginiyim. Malımı ikiye böleceğim. İki de kanm var, bak,
beğendiğini söyle boşayayım. İddeti bitince evlenirsin.' Abdurrahman dedi ki:
'Malının ve ailenin hayrını, bereketini gör."[538]
Sahihayn dışında yer
alan olaylar:
(Ümmehat-ı mü'mininden
hicab emredilmeden önce)
Haris b. Haris
el-Gamidi'den rivayet edilmiştir: "Babama sordum; nedir bu kalabalık diye.
Dedi ki: 'Bu topluluk dinlerinden dönen bir adam için toplanmıştır. İndik
baktık ki, Rasulullah (s.a.v.) insanları tek Allah'a i-nanmaya (tevhide) davet
ediyor, kalabalık ise onu protesto ve eziyet ediyor. Öğleye doğru kalabalık
dağılmaya başladı. Derken elinde ibrik ve peşkir göğsü (bağrı) açık bir kadın
geldi. Onları aldı, biraz su içti ve abdest aldı. Sonra başını kaldırarak dedi
ki: Yavrucuğum, bağrını kapat ve baban hakkında da endişelenme. Kim bu kız
dedik, kızı Zeyneb olduğunu söylediler."[539]
Ebu Sa'lebe
el-Haşeni'den: "Rasulullah (s.a.v.) bir seferden dönünce önce mescide
gider, orada iki rek'at namaz kıldıktan sonra Fatıma'ya uğrayıp selam verir ve
hanımlarının yanına gelirdi. Yine bir seferden dönmüştü. Mescide gidip iki
rekat namaz kıldı. Sonra Fatıma'ya geldi, onu kapıda buldu. (Babasının boynuna
sarılıp) ağzını gözünü öpmeye ve ağlamaya başla-di..."[540]
Dikkat edilirse,
babasını öptüğünde, ağladığı görüldüğüne göre yüzünün açık olduğu
anlaşılacaktır.
Abdullah b. Ömer'den:
"Rasulullah'm (s.a.v.) avlusunda oturuyorduk. Bİr kadın geçti. Biri dedi
ki; bu Muhammed'in kızıdır. Bir başkası da şöyle dedi: Muhammed'in Haşimoğullan
içerisindeki yeri reyhanın...[541]
İbn Abbas'tan:
"Ümmü Fadl b.Haris anlattı: Hicr'in[542]
önünden geçiyordum. Rasulullah da (s.a.v.) oradaymış. Ey Ümmü Fadl, dedi.
'Buyur Ya Ra-sulallah' dedim. Buyurdu ki, bir oğlun olacak..."[543]
Peygamber'in hanımı
Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir: Birinde Huvey-le b. Hakim yanıma gelmişti.
Osman b. Maz'un'un karısıydı. Rasulullah (s.a.v.) onun perişan halini görüp
bana ey Aişe, Huveyle neden bu kadar perişan haldedir diye sordu. Dedim ki, ey
Allah'ın Rasulü, o, kocası olmayan bir kadındır... Bir başka rivayette şöyle
demiştir: Osman b. Maz'un'un hanımıydı. Kına yakar, güzel kokular sürünür,
süslenirdi. Ama şimdi onu (Osman'ı) terk etti. Yanıma gelince kocalı mı yoksa
kocasız mı (evli mi yoksa dul mu) olduğunu sordum. Dedi ki; dul gibi evli.
Neden, dedim. Osman'ın ne dünyayı ne de kadınları istemediğini söyledi."[544]
Ebu Ahmed b. Cahş'tan:
"Uhud günü Hamme b. Cahş'm susayanlara su dağıttığını ve yaralıları tedavi
ettiğini gözlerimle gördüm."[545]
Amra b.
Abdurrahman'dan: "Habibe b. Sehl el-Ensari Sabit b. Kays b. Şemmas'ın
hanımıydı. Rasulullah (s.a.v.) sabahın alacakaranlığında dışarı çıkınca
kapısında bir karaltı gördü. Kim o? dedi. Ben Sehl kızı Habibe, ey Allah'ın
Rasulü dedi. 'Mesele nedir?' diye sordu. Dedi ki, ne ben, ne de Sabit
b.Kays..."[546]
Bu olayda Rasulullah'm
(s.a.v.) kim o, diye sorduğunu görüyoruz. Çünkü karanlıkta yüzünü
seçememiştir. Hafız İbn Hacer şöyle der: Abdurrez-zak'ın aktardığı bir
rivayette Habibe şöyle demiştir: Ya Rasulallah, ben (nis-beten) güzel bir
kadınım, Sabit ise kısa boylu ve çirkin bir adam, ne dersiniz?"[547]
isimlen verilmeyen iki
mü'min hanıma ait iki olay:
İbn Abbas'tan: Rasulullah'm
(s.a.v.) arkasında namaz kılan çokgüzel bir kadın vardı. Cemaatten bazıları onu
görmemek için Ön saflara giderdi. Bazıları da ağırdan alarak son safa dururdu.
Rükua varınca koltuğunun altından arkaya bakardı. Bu olay üzerine şu âyet
nazil oldu. "Andolsun sizden önce geçenleri de bildik, sonra gelenleri de
bildik."(Hicr, 15/24).[548]
Fadl b. Abbas'tan:
"... Sonra Aişe'nin evine geldi ve kadınlara da erkek lere söylediklerini
söyledi. Sonra şöyle dedi: Bir sıkıntısı olan varsa bize söylesin, onun içindua
edelim. Birkadın dilini, -işaret ederek- gösterdi ve o-nun için dua etti."[549]
Sanırız bu olaydaki
kadının yüzü açık idi. Zira ağzını göstermiştir. O dü yüzün birparçasıdır.
Gerek Sahihayn'dan
gerekse bu ikisi dışındaki kaynaklardan aktardığımız ve hicab emrinden önce
değerli sahabi hanımlarının durumlarıyla ilgili olaylardan sonra şu tesbitimizi
yineliyoruz:
Peçe, gerek İslam'dan
önce, gerekse İslam'dan sonra Arap toplumunda bilinen ve bazı kadınların da
kullandığı bir giyim-kuşam tarzı idi. Şayet peçe, iffet, haya ve korunma için
gerekli temel bir unsur olsaydı öncelikle değerli sahabi hanımlarının peçe
kullanması gerekirdi. Zira onlar, iffet, haya ve korunmaya çok daha lâyık
insanlardı.
Değerli sahabi
hanımları yüzlerini açıyordu:
Hicab emrindert önce
Buhari ile Müslim'in
sahih'Ierinde yer alan olaylar:
Müslim el-Kurri'den;
"îbn Abbas'tan (r.a.) temettü haccım sordum, caiz olduğunu söyledi. İbn
Zübeyr caiz,olmadığı görüşünde oysa annesi (Ebu Bekir kızı Esma) Rasulullah'ın
buna ruhsat verdiğini anlattı. İsterseniz gidin sorun, dedi. Gidip sorduk, -iri
gövdeli âmâ bir kadın idi- Rasulullah temettü haccına (Temettü haccı: Mekke
dışından gelenlerin hac mevsiminde hacc ile umreyi -kısa bir arayla- bir arada
cemetmeleridir) izin vermiştir, dedi."[550]
Burada, Esma'nın
anlatılan olayda evde oturan yaşlı bir kadın olduğuna, cilbabının (veya
başörtüsünün) bir ucuyla yüzünü örtmemesinde bir günah s&zfeeassıt
ofnmymsmm söv te yenler çifcatefîr. Biz efe şöyfe kaFşiftJt ve-ririz: Allaft
teala, "evlenme-arzusufcalmamişihtryarkadinlannkasdensüs göstermeye
çalışmadan dış örtülerini bırakmalarında kendilerine bir günah olmadığını beyan
ettiği âyet-i kerimeyi "Ama sakınmaları, kendileri için daha
hayırlıdır" diyerek bitirmektedir. İffetli olmak ve sakınmak hususunda
E-bu Bekir'in kızı Esma'dan daha üstün olan kimdir? Hayn ondan çok kim isteyecek?
Tabi bu, yüzü örtmenin farz olduğunu doğru kabul edecek olursak böyle.
lah'ı (s.a.v.) gördüm.
Takılarınızdan da olsa tasadduk ediniz' diyordu. Zey-neb, Abdullah'a ve
kendisine bakmakla yükümlü olduğu yetimlere tasad-[551]
İkaz: ÜBAH DELİL
getirmenin zorluğu:
Haram ve helal
bellidir. Bunları belirleyen nasslar da net çizgilerle belirlenmiştir. Ancak
mubahın sının belli değildir. Bu pek mümkün de görünmemektedir. Bu yüzden
fukaha "Şari'in bir yasağı sabit olmadıkça eşyada aslolan ibahe
(mübahlık)dir" prensibinde ittifak etmiştir.
Gerçekten, Şari'den
mubaha ilişkin çok az nass gelmiştir.
1. Helalin
bütün temiz şeyleri kapsadığını gösteren âyetler:
a)
"Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: Size temiz
ve iyi şeyler helal kılındı." (Maide, 5/4)
b) "O
(Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten men eder;
onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar. "(A'raf, 7/157).
c)
"Kendilerine Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de
onlara helaldir." (Maide, 5/5)
d)
"Size (haram oldukları) okunacak olanların dışında kalan hayvanlar sizin
için helal kılındı." (Maide, 5/1)
e) "Hem
kendinize, hem de yolculara bir geçimlik olmak üzere deniz avı ve onu yemek,
size helal kılındı..." (Maide, 5/96)
2. Bazı
konulardaki karışıklığı gideren âyetler:
"Faiz yiyenler,
ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların
"Alış veriş de faiz gibidir" demelerinden ötürüdür. Oysa Allah, alış
verişi helal, faizi haram kılmıştır." ( Bakara, 1/275)
3. Daha önce
yasaklanan bir hükmü nesheclen âyetler:
"Oruç gecesi
kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı."(Bakara, 2/187)
Rasulullah'a (s.a.v.)
ihramlının neler giyebileceği sorulduğunda, neler giymenin helal olacağını
değil, neler giymenin mahzurlu olduğunu açıklamıştır. Çünkü helalin sınırı çok
geniş olduğu halde haramın sınırı dar ve bellidir.
Abdullah b. Ömer'den
(r.a.): "Bir adam Rasulullah'a (s.a.v.) ihramlının neler giyebileceğini
sordu. Buyurdu-ki: 'Gömlek, sarık, pantolon, kapşonlu elbise (veya şapka) ve
ayakkabı giyemez. Ancak nalini yoksa ayakkabısının boğaz kısmını keserek
giyebilir. Zaferan ve vers (güzel koku) değmiş elbise
giymeyin."1[552]
Peygamber hanımlarına
hicabı emreden âyetin nasıl sarih geldiğine dikkat edelim: "Onlardan bir
şey istediğiniz zaman hicab (perde) arkasından isteyin." Oysa hicab
emrinden önceki mubahla ilgili sarih bir nass gelmiş değildi. Her ne kadar
hicab emrinden önce Peygamber hanımlarının da yüzlerinin aç-k olduğuna dair
sünnet nassı mevcutsa da bu özel bir sebebe mebni gelmiştir. Bunu, mü'minlerin
annelerin den birinin -hicab emrinden sonra-vüzü görüldüğünde nasıl
tanındığından anlıyoruz:
Aişe'den (r.a.) (bu
hadis Önceki bölümde ele alınmıştı): "Safvan b. Mu'attal ordunun ardından
geliyordu. Akşam karaltı görünce yanıma gelmiş ve beni tanımış. Hicab emrinden
önce beni görürdü. O ara "inna lillah" ayetini seslice okumaya
başlayınca uyandım. Hemen cilbabımın bir ucuyla yüzümü örttüm."[553]
Bazı kadınların -gerek
İslamdan önce gerekse sonra- kullanmış olduğu peçenin mübahlığını gösteren açık
bir nass yoktur. Ancak, veda haccında Rasulullah'ın ihramla ilgili
açıklamalarından, ihrama giren kadının peçe giymesinin mahzurlu olduğu
öğrenilmiş oldu. Bu yasak aynı zamanda peçenin ihram dışında caiz olduğuna da
delalet eder.
Aynı şekilde yüzün
açık oluşunun meşruluğu konusunda da sarih bir nass mevcut değildir. Ancak,
şeriatın sınırlarını çiğneyen bir davranış vu-kubulduğunda nass gelerek haramın
sınırını belirtmiştir. Bu sınır belirleme işlemi, dolaylı olarak mubahın da
belirlenmesi anlamına gelmektedir:
Aişe'den (r.a.):
"Ebu Bekir kızı Esma, üzerinde ince bir elbise olduğu halde Rasulullah'ın
yanma geldi. Rasulullah (s.a.v.) yüzünü döndürerek buyurdu ki: Ey Esma, kadın
hayız çağına ulaştı mı şurası hariç hiçbir yerinin görünmesi doğru olmaz ve
elleriyle yüzünü gösterdi."[554]
Fukahanın yüzü açmanın
meşruiyetiyle ilgili açıklamaları da başka bir fiilin -farz, haram, mendup,
mekruh vb.- hükmünü izah ederken serdedil-miştir. Mesela, namazda kadının
avretini örtmesi konusu ele alınırken, kadının elleri ve yüzü hariç tüm
bedeninin avret olduğu belirtilmiştir.[555]
Nişanlanmak istediği kıza bakıp bakamayacağı tartışılırken bunun caiz olduğu,
çünkü yüzün avret olmadığı belirti)miştir.[556] Yas
tutan kadın için mahzurlu olan şeylerden bahsedilirken, peçe takmanın da yas
tutan kadın için mahzurlu olduğu belirtilmiştir.[557]
Buradan diğer kadınların peçe kullanmasının mubah olduğu anlaşılmaktadır.
Namazın mekruhları anlatılırken kadının namazda peçe takması da
zikredilmiştir.[558]
Buradan Kadının yüzünü açmasının meşruiyetinde fukahanın ittifakı ittifakı
mubah olduğu anlaşılmaktadır.
Yüzü açmanın
meşruluğuna delil getirmenin zorluğundan söz açınca, İbn Teymiyye'nin,
cariyelerin hür kadınlardan farklı olarak başlarını açmasının mubah olduğu
konusundaki mütalaasını belirtirken yapmış olduğu güzel tesbiti hatırladık.
Şöyle demiştir: "Ne kitapta, ne de sünnette cariyelerin başlarını ve
zinetlerini göstermeleri gerektiği hususunda açık bir nass yoktur. Ancak
Kur'an-ı Kerim onlara, hür kadınlara emrettiğini emretmem iştir. Sünnet ise
cariyelerle hürlerin arasını fiilen ayırmıştır. Bunu genel bir lafızla
yapmamıştır. Aksine uygulamada hürler örtünmüş, cariyeler Örtünmemiş-tir."[559] Biz
de bu görüşe katılıyor ve diyoruz ki: Ne kitapta ne de sünnette hür kadınların
ellerini ve yüzlerini zinetleriyle birlikte örtmelerini yasaklayan açık bir
nass yoktur. (Kadın hayız çağına ulaştığında -ellerini ve yüzünü göstererek-
burası hariç hiçbir yerini göstermesi doğru olmaz" mealindeki mür-sel bir
hadis müstesna).[560]Ancak
Kur'an, mü'minlerin annelerine emrettiğini
"Onlarda»
(Peygamber hanımlarından) bir şey İstediğiniz zaman hicab (perde) arkasından
isteyin." (Ahzab, 33/59)
mü'minlerin
hanımlarına emretmemiştir. Sünnet ise -hicab farzından sonra-mü'minlerin
anneleriyle hanımlarının arasını uygulamada (fiilen) ayırmıştır. Mü'minlerin
annelerinin hicab emrini nasıl uyguladığı hakkındaki bir rivayeti
hatırlayalım: "Safvan b. Mu'attal ordunun ardından geliyordu. Akşam hava
kararmaya başladığında bulunduğum yere ulaşmıştı. Uyuyan bir insan silueti
görünce yanıma gelmiş ve beni tanıyınca 'inna lülah' âyetini seslice okumaya
başlamış. Bu sese uyandım ve hemen cilbabımın bir ucuyla yüzümü örttüm."[561]
Mü'min hanımların
uygulamasına dair Cabir'den şöyle bir haber aktarılmıştır: Rasulullah (s.a.v.)
bir kadın görmüş ve bir deri parçasını ovmakla meşgul hanımı Zeyneb'in yanına
gelerek ihtiyacını gidermişti. Sonra ashabının yanma çıkmış ve: "Biriniz
bir kadın görüp (de tahrik olursa) ailesine gitsin. Canının çektiğini onda
bulacaktır." Bir başka rivayette Cabir şöyle der: Rasulullah'ın (s.a.v.)
şöyle dediğini işittim: "Sizden biri bir kadını görüp de beğenecek ve canı
çekecek olursa gidip hanımıyla birleşsin. Onda canının çektiğini bulacak (ve
rahatlayacaktır."[562]
Sübey'a b. Haris'ten:
Sa'd b. Havle'nin hanımıydı... Veda haccında kocası öldüğünde doğumuna çok az
bir zaman kalmıştı. Nifastan temizlenince nişanlanmak (istediğini belirtmek)
maksadıyla süslendi. (Ahmed'in rivayetinde[563]
Sürme sürdü, hazırlandı). Ebu's-Senabil yanına gelince 'bakıyorum da nişan için
süslenmişsin?1 dedi.[564]
Ibn Abbas, Ata'ya dedi
ki: Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi?.. Bu siyah kadın Rasulullah'a (s.a.v.)
gelerek sar'alı olduğunu, tam örtünmediğini söyleyerek kendisi için dua
etmesini istemişti. Rasulullah'ın (s.a.v.) 'Dilersen sabret, cennete gir,
dilersen Allah'a dua edeyim de şifaya kavuş1 deyince o halde sabredeyim
demişti. (Buhari'nin İbn Cureyc'den aktardığı bir başka rivayette; Ata bana
Kabe'nin örtüsüne yapışmış uzun boylu siyah kadını, Ümmü Züfer'i anlattı'
denmektedir).[565]
Görüldüğü şekilde
sünnette Peygamber'in hanımları ile sair mü'min hanımlar arasında hüküm farkı
gözeten genel bir lafız mevcut değildir. Ancak müslüman toplumun adate
Peygamber hanımlarına hicabı öngörülen ve dışarı çıkmaya mecbur kalınca
yüzlerini örtmeyi emrederken, mü'min hanımların da yüzü açık dolaşmalarının
mubah olduğunu ikrar etmiş olmaktadır.
Son olarak, mubahla
amel eden tekellüfsüz amel eder, mubahı terkeden de tekellüfsüz terkeder. Ne
amel ettiği için, ne de terkettiği için sorguya çekilmez. İnsanlar mubahı
sözkonusu etmezler. Mubah ne tavsiye edilir, ne de ondan sakındırılır. Kimse
mubahın lafını etmez. Rasulullah (s.a.v.) ne güzel buyurmuş: "Helal,
Allah'ın kitabında helal kıldığıdır, haram da Allah'ın kitabında haram
kıldığıdır. Değinilmeyen şeylerden muaf tutulmuştur."[566]
Mubaha delil
getirmenin zorluğuna dair bu uzun hatırlatmadan sonra, İslam şeriatında yüzü açmanın
meşru olduğuna işaret eden karineleri sıralayalım:
1. Yüzü
örtmenin gerekliliğine dair ne sarih bir Kuran âyeti ne da açık bir sünnet
nassı mevcuttur:
Kadının yüzünü açması
hususu sükût geçilmiş, mubah sayılmıştır. Çünkü ne Kur'an'da ne de sünnette
yüzü örtmeyi gerektirecek bir nass yer almamıştır. Oysa, dikkat edilirse
Kur'an'da yer alan emirlerin (farzların), sünnette de yer aldığı ve
ayrıntıları açıklanarak uygulamasının yapıldığı; o emri yerine getirmenin
teşvik edilip aykırı veya ihmalkâr davranmanın verildiği görülecektir; Peki,
yüzü örtmeyi gerekli kılacak kesin bir Kur'an nassı ya da açık bir sünnet nassı
varid olmuş mudur?
Bedihidir ki,
Kur'an'da yer alan bir emir uygulanmakta ve yaygın olarak bilinmekte olan bir
husus olunca, sünnetin bu emri açıklayıcı beyanlarına fazlaca ihtiyaç
duyulmamaktadır. Ancak, emir, yaygın olarak uygulanmakta olan bir hususa
aykırı şekilde gelecek olursa sünnetin buna açıklık getirmesine daha çok
ihtiyaç duyulur. Bu ihtiyaç bir taraftan konunun önemiyle, diğer taraftan da
alışılmışa aykırılığıyla doğru orantılı olarak artış kaydeder. Sanırız yüzün
örtülmesi önemli bir olaydır. Çünkü bütün insanları ilgilendirdiği gibi mü'min
hanımlarını da bağlayıcıdır. Giyim-kuşamla ilgili emirler gelmeden önce kadın
yüzünü genellikle örter miydi, yoksa açar mıydı? Eğer genel uygulama yüzü
örtmek idiyse ve emir de bu doğrultuda geldiyse bu durumda sünnetin izahatına
fazlaca ihtiyaç duyulmaz.
Ancak, yaygın olan
uygulama yüzü açma olur da emir yüzü örtme yönünde gelecek olursa sünettin
açıklamasına şiddetle ihtiyaç duyulur. Biz, gerek Mekke'de, gerekse Medine'de
kadınların çoğunlukla yüzlerinin açık olduğunu biliyoruz, mü'minlerin annesi
Aişe (r.a.) "hicab emrinden önce beni görürdü" diyor. Şayet
kıhk-kıyafetle ilgili âyetler yüzü örtmeyi emredip açmayı yasaklasaydı, elbette
sünnette bu konuda yeterli açıklamalar, teşvikler ve sakındirmalar yer alırdı.
Ancak sünnette böyle birşeye rastlayamadı-ğımız gibi yüzü örtmeyj işareten de
olsa emreden hiçbir nassa rastlamıyoruz.
Usul ilminde,
İmamu'l-Harameyn'in dilinde ifadesini bulan bir kaide vardır: "-Kafi bir
nassla- haram olduğu sabit olmayan bir şey helal hükmündedir. Sebebi de sağlam
bir delil olmadıkça mükellef aleyhine hüküm verilemez. Haram kılan sağlam bir
delil yoksa hüküm helal demektir.[567]
Kesin delil gerektiren konularda, çeşitli manalara gelmesi muhtemel nasslara
yapışmak kamil ilim erbabının benimsemediği bir tutumdur."[568]
2. Yüzü
örtmenin farz olduğu doğru olsaydı, herkes buna titizlikle riayet eder ve
yaygınlık kazanırdı. Ve dinin gereklerinden olarak alimiyle ca-hiliyle bütün
insanlar bunu bilirdi. Zira bu konu umumu ilgilendirmektedir.
İmam İbn Teymiyye
şöyle diyor: "Umumu belva olduğu için Rasulul-lah meniyi bedenden ve
elbiseden temizlemeyi emretmemi ştir. Kadına dokununca abdest bozulsaydı,
Rasulullah böylesi bir durumda yeniden abdest almayı emrederdi. Şayet böyle bir
emir sadır olsaydı, kesinlikle müslüman-lar bunu yaygın olarak naklederdi.
Çünkü konunun önemi, nakledilmesini gerekli kılmaktadır."15 Bir başka yerde
de şöyle diyor: "Namazda kadının ellerini yada ayaklarını örtmesi vacip
olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) bunu açıkça beyan ederdi."[569]
Kadı İbn Rüşd'ün de
belirttiği gibi "umum-ı belva" özelliği kesbetmiş olayların tevatür
-ya da tevatüre yakın, bir yolla aktarılması gerekir.[570]
Bu gibi meseleler
umumu belva kapsamına giriyor da bir çok sebep o o-layın nakledilmesini gerekli
kılıyorsa, yabancılara karşı kadının yüzünü örtmesi evleviyetle bu kategoriye
girerdi. Başka bir ifadeyle, eğer yüzü örtmek gerekli olsaydı, -mesele bütün
mü'min hanımları ilgilendirdiği İçin- sebepler oluşup olay nakledilecek,
rivayetler ve varyantlanyla aktarılacak; olay tevatür derecesine ulaşacaktı.
dukta bulunuyordu.
Abdullah'a dedi ki: Rasulullah'a (s.a.v.), sana ve yanımdaki yetimlere
tasadduk etmemin yeterli olup olmadığını sorabilir misin? Abdullah, kendin
sorsan, dedi. Ben de Rasulullah'ın (s.a.v.) yanına gittim. Kapıda Ensar'dan bir
kadın gördüm. Onun gelişi de aynı maksada mebni imiş. O arada Bilal geldi. Ona,
kocamıza ve yetimlerimize infak etmemizin yeterli olup olmayacağını
Rasulullah'a (s.a.v.) sormasını rica ettik ve bizden bahsetmemesini söyledik.
İçeri gidip sorunca kim o ikisi, diye sormuş. Bilal de, iki Zeyneb olduğunu
söylemiş. Hangi iki Zeyneb diye sorunca, Abdullah'ın hanımı Zeyneb ile
(Nesai'nin[571] ilavesine göre Ensarlı
Zeyneb) demiş. Buyurmuş ki: 'Evet, hemde ki ecir vardır. Birincisi akrabalık,
ikincisi sadaka ecri."[572]
Kadınların hepsi
yüzünü açıyor olmasaydı erkekler onları nasıl tanıyabilirdi. Bilal: 'Kim o ikisi?'
sorusunu cevaplandırdığına göre demek ki yüzlerin görmüş ve tanımış.
Sa'd b. Havle'nin
hanımı Sübey'a b. Haris'den ".. Veda haccında kocası vefat etti. Hamile
idi ve kocasının ölümünden sonra doğumunu yapana dek hiç eğlenmedi. Nifası
bitip temizlenince nişan (daveti almak) için süslendi (Ahmed'in rivayetinde[573]
sürme çekti, kına yaktı ve hazırlandı). Yanına gelen Eu's-Senabil onu görünce,
bakıyorum da nişan için süslenmişsin, evlenmek mi istiyorsun? Vallahi, dört ay
on gün geçmeden evlenemezsin. Bana bunu söyleyince akşama doğru cilbabımı
üzerime alıp Rasulullah'a geldim ve meseleyi sordum. Bebeğimi doğurmakla (iddet
müddetimin) bittiğini, dilersem evleneceğimi söyledi.[574]
Fatima b. Kays'tan:
"Kocam Amr b. Hafs el-Muğire, boşadığım bildirmek üzere yanında beşer sa'
(ölçek) hurma ye arpayla birlikte Ayyaş b. Ebu Rebia'yı gönderdi. Dedim ki;
bundan başka nafakam yok mu? İddetimi evinizde tamamlayamayacak mıyım? Dedi
ki: Hayır Derhal (dış) elbisemi bağlayıp Rasulullah'a gittim. Kaç talakla
boşadığım sordu, üç dedim. Buyurdu ki, doğru söylemiş nafaka hakkın yok.
İddetini de amcanın oğlu İbnu Ümmi Mektum'un evinde geçir. Zira o ama olduğu
için dış elbiseni rahatlıkla çıkarabilirsin. İddetin bitince de bana haber
edersi."[575]
Biraz düşünecek
olursak, kadının yüzü açık olarak geldiğini, Rasulul-lah'ın da onun güzelliğini
görerek çok sevdiğini Usame b. Zeyd'in hanımı olmasını arzulamasına sebep
olduğunu anlarız.
Sahihayn dışındaki
kaynakların aktardığı olaylar:
Kays b. Ebi Hazm'den:
"Hastalığı esnasında Ebu Bekr'in (r.a.) yanma gitmiştik. Yanında eleri
süslü beyaz bir kadın vardı, ondan sinekleri uzaklaş-tırıyordu. O kadın Esma b.
Umeys idi."[576]
Esma b. Umeys,
sırasıyla Cafer b. Ebi Talib, Ebu Bekir ve Ali b. Ebi Ta-lib'in (r.a.) hanımı
olmuş saygıdeğer bir sahabi kadın idi.
Muaviye'den: "Ebu
Ali ile berebar Ebu Bekir'in yanına gittik. Esma (b. Umeys) başucunda
duruyordu. Beyaz bir kadındı. Ebu Bekir zayıflamış ve benzi solmuş
beyazlamıştı."[577]
(İbn Mes'ud'un hanımı)
Zeyneb'ten: "Bir ihtiyar adam vardı, ara sıra gelir (kızamık, çiçek vb.)
hastalıklar için rukye (muska) yazardı. Uzun ayaklı bîr sedirimiz vardı.
Abdullah eve gelince öksürür gibi yapar ses verirdi. Yine bir gün aynı şekilde
gelmişti. Sesini duyunca bir kenara çekildim. Gelip yanıma oturdu. Bana
dokunurken iplikle tutturduğum muskayı farkedip bu ne dedi. Muska dedim,
hastalığa karşı yaptırdım. Çekti ve ipliğini kesip attı ve şöyle dedi: Abdullah
ailesi şirkle zengin oldu. Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini işittim:
'Muska ve sihir şirktir1 dedim ki bir gün dışarı çıktığımda nazar değdi ve
gözüm hastalandı, yaş akmaya başladı. Rukye yaptırınca durdu. Bırakınca yine
başladı. Dedi ki: Bu şeytanın işi, ona uyarsan seni rahat bırakıyor, ona karşı
gelirsen parmağını gözüne sokuyor. Ama sen Rasulullah'm (s.a.v.) yaptığı gibi
yapsan senin için daha hayırlı olur ve daha çabuk şifaya kavuşursun. Şöyle
diyerek gözüne su serpersin: Ey insanların Rabbi, sıkıntımı gider, şifa ver,
yegane şifa verici sensin, senin şifandan başka şifa yoktur, hastalıktan eser
bırakmayan bir şifa ver."[578]
Meybune b. Mihran'dan:
"Ümmü'd-Derda yanıma geldi. Başında kaşlarını da örten sık dokulu bir
başörtüsü vardı."[579]
Haris b. Ubeyd'den:
"Ümmü'd-Derda'yı bir binek üzerinde otururken gördüm. Üzerinde dış (ve
baş) örtüsü yoktu."[580]
Ebu Esma'dan:
"Rabeze'ye Ebu Zerr'in yanına gitmiştim. Yanında siyahi hanımı perişan
bir vaziyette duruyordu. Üzerinde ne renkli elbise vardı ne de kokulu elbise.
Ebu Zerr dedi ki: Biliyor musunuz, bu küçük siyah kadın benden ne istiyor?
Irak'a gitmemi istiyor, oraya gidersem beni dünya malına boğacaklarınış. Dostum
(s.a.v.) bana söz verdi. Cehennem köprüsünün ali tarafında son derece kaygan
bir yol varmış. Oraya gömleksiz ve fakir (yüksüz) varmamız, oradan
kurtulabilmemiz, kaymadan geçebilmemiz için ağu yüklerle gitmekten çok daha
iyidir.[581]
Ebu's-Selil'den:
"Ebu Zerr'in kızı, üzerinde iki yün vişah[582]
olduğu halde geldi. Kırmızıya çalan siyah yanakları vardı. Elindeki sepetini
arkadaşıyla beraber duran babasının eline tutuşturarak dedi ki: Babacığım,
ekinciler ve çiftçiler senin bu paralarının işe yaramaz olduğunu söylüyor. Dedi
ki: Yavrucuğum, babanın, Allah'a hamdolsun, ne şansı (dinarı, altını) ne de
beyazı (dirhemi, gümüşü) oldu, varsa yoksa bu (değersiz) felsleri (paralan)
var, koy onları."[583]
Yanla b. Ebu
Süleym'den: "Semra b. Nehik'i gördüm. Rasulullah'm (s.a.v.) zamanına
yetişmişti. Üzerinde sık dokunmuş ağır elbiseler ve aynı şekilde bir başörtüsü
vardı. Elinde bir kırbaç, insanlara ma'rufu emredip münkeri nehyediyordu."[584]
Bu olaylarda sözkonusu
edilen kadınların gözlerini açmalarında bir sakınca olmayan yaşlı kadınlar
olduğunu söyleyenlere şu hususu hatırlatmak isteriz. Kıyafette daha serbest
davranabilecekleri bildirilirken ihtiyar kadınların "korunmaları
kendileri için daha hayırlıdır" denmektedir. Bu değerli hanımlardan daha
iffetli, korunmaya daha layık, hayrı onlardan çok isteyen kim olabilir?
Buharı ve Müslim
sahihlerinden ve diğer kaynaklardan Hicab farzından sonra vuku bulan bu
olayları aktardıktan sonra şu sonuca varıyoruz:
Esma b. Ebi Bekr, Esma
b. Umeys, İbnu Mes'ud'un hanımı Zeyneb, Ümmüd'd-Derda, Sübay'a el-Eslemiyye,
Faüma b. Kays gibi değerli sahabi hanımların, -mü'minlerin annelerine hicab
emredildikten sonra da- yüzlerini açmaları; yüzün açık oluşunun meşruluğunun
devam ettiğine, hicab âyetiyle bu hükmün kaldırılmadığına delil teşkil
etmektedir. Dahası şunu söyleyebiliriz: Yüzü açmak sadece "caiz",
örtmek ise efdal olsaydı, yukarıda anılan salih hanımlar yüzlerini örterlerdi,
zira salihlere böylesi bir davranış (takva) yaraşırdı.
Bütün mü'min kadınlar
yüzlerini açıyordu
Hicab farzından sonra
Buhari ve Müslim'in
aktardığı olaylar:
Cabir b. Abdillah'tan:
"Rasulullah (s.a.v.) ile beraber bayram namazına katılmıştık. Sonra
kadınların yanına kadar geldi, onlara bir takım öğütler verdi ve şöyle buyurdu:
'Tasadduk ediniz, zira çoğunluğunuz cehennem o-dunudur.' Ortalardan kırmızıya
çalan siyah yanaklı bir hanım ayağa kalkıp "neden ey Allah'ın Rasulü?1
dedi. Buyurdu ki: 'Çünkü siz çok şikâyet eder, kocanıza nankörlük edersiniz.'
(Bunun üzerine) takılarını tasadduk etmeye, yüzüklerini, küpelerini Bilal'ın
eteğine atmaya başladılar."[585]
Burada, Rasulullah'ın
arkasında bayram namazını eda etmiş. Onun anlattıklarından aklına takılan bir
hususu sorarak ilmini artırmayı isteyen bir kadın ve onun yanaklarını vasfederek
olayı anlatan bir erkek sahabiden söz edilmektedir.
Sehl b. Sa'd
es-Saidi'den: "Bir kadın Rasulullah'a (s.a.v.) gelerek şöyle dedi: 'Ya
Rasulallah! Kendimi sana hediye etmeye geldim.' Rasulullah (s.a.v.) ona bakarak
tepeden tırnağa bir-iki kere süzdü. Sonra başını eğdi. Kadın Rasulullah'ın
(s.a.v.) bir şey demediğini görünce oturdu. Ashabından bir adam ayağa kalkarak:
'Ey Allah'ın Rasulü, senin ihtiyacın yoksa bana nikâhlar mısın?1 Rasulullah
(s.a.v.) buyurdu ki:[586]
'Var git, onu sana sahip olduğun Kur'an ilmi ile (bu ilmi mehir kabul ederek,
ona öğretmen şartıyla) nikahladım."[587]
Burada"... Bir de
kendisini (mehirâz olarak) Peygamber'e hibe eden ve Pey-gamber'in de kendisini
almak dilediği inanmış kadını, diğer mü'minlere değil, sırf sana mahsus olmak
üzere (helal kıldık)." (Ahzab, 33/50)
âyetinden ilham alarak
Rasulullah'a (s.a.v.) ait olma sevdasına düşmüş, bütün insanların gözü önünde
bu sevdasını dile getirmiş; Rasulullah'ın da kendisine uzun uzun bakıp bu
teklifine müsbet cevap vermeyi tasarladığı, ancak sahabilerden birinin talip
olması üzerine ona nikahladığı bir kadından söz edilmektedir.
Enes b. Malik
akrabalarından bir kadına sormuş: Filan kadını tanıyor musun? Evet, demiş. Enes
de şöyle devam etmiş: (Bir gün) o kadın bir kabir başında ağlarken Rasulullah
(s.a.v.) onu görmüş ve "Allah'tan kork ve sabret" demişti. Kadın
"karışma bana, sen benim derdimi nerden bileceksin?" diye karşılık
vermiş. Rasulullah da (s.a.v.) geçip gitmişti. Bir adam yaklaşarak,
"Rasulullah sana ne dedi?" demiş. Kadın "Onu tanıyamadım
deyince, 'O Allah Rasulü idi' demiş. Kadın derhal Allah Rasulü'nün evine
gelmiş. Kapıda bekçi falan (kimse) yoktu. Dedi ki; Ey Allah'ın Rasulü, vallahi
sizi tanıyamadım. Buyurdu ki: "Sabır, musibetin başında (ilk
karşılaştığında) olur."[588]
Burada, kabir başında
ağlayan, bu yüzden Rasulullah'ın kendisine sabır tavsiye ettiği ve Enes'in
kendisini tanıyarak haberini akrabalarına anlattığı bir kadın sözkonusudur.
Belli ki Enes onu yüzünü görerek tanımıştı.
Ata b. Rebah'tan:
"İbn Abbas bana dedi ki: 'Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi?' 'Evet'
dedim. Rasulullah'a (s.a.v.) gelerek: 'Ben saralıyım ve açım giyiniyorum, benim
için Allah'a dua et' diyen şu kadın. Rasulullah (s.a.v.) ona 'dilersen sabret,
cennete kavuş, dilersen dua edeyim şifa bul' deyince "sabredeyim' dedi.
'Çok açılıyorum, Allah'a dua et de açılmayayım deyince Rasulullah onun için dua
etti." Buhari'nin rivayetinde[589] şu
varyant yer alır İbn Cureye dedi ki: Ata anlattı, Ümmü Züber'i -uzun boylu
siyah bir kadındı- Kabe'nin Örtüsüne sarılırken görmüş...)[590]
Bu olayda,
Rasulullah'ın cennetle müjdelediği, İbn Abbas'ın görünce tanıdığı, yıllar sonra
Ata'ya gösterdiği bir mü'min hanımdan bahsedilmektedir. Bu haberden, adı geçen
hanımın Rasulullah'a (s.a.v.) geldiğinde de, yıllar sonra İbn Abbas onu Ata'ya
gösterirken de yüzünün açık olduğunu anlıyoruz.
Ebu Hureyre'den
(r.a.): "Rasulullah'ın (s.a.v.) yanına bir adam gelmişti. Onu hanımlarına
gönderdi, sudan başka bir şeyimiz yok, dediler. 'Kim bunu misafir eder?'
buyurunca ensardan bir adam ben ederim dedi ve alıp evine götürdü. Hanımına,
Allah Rasulü'nün misafirine ikram et, dedi. Çocukların yiyeceğinden başka bir
şey olmadığım söyleyince, yemeğini hazırla, lambanı yak, yemek isteyince
çocukları uyuturuz. Yemeğini hazırladı, lambasını yaktı, çocuklarını uyuttu.
Sonra lambayı düzeltiyorum bahanesiyle söndürdü, yiyor gibi yaparak (az olan
yemeği) misafire yedirip kendileri aç kaldı. (Ebu'd-Dünya'nın rivayetine
göre,)[591] yemekten alıyor gibi yapıp
ağızlarını lokma çiğner gibi yaparak misafire yemekten yedikleri intibaını
verdiler. Ertesi sabah Rasulullah'ın (s.a.v.) yanına geldiklerinde buyurdu ki:
Akşam ki davranışınız Allah'ı çok memnun etmiş ve şu âyeti inzal etmiştir:
"Kendileriin ihtiyaçları olsa dâhi (göç eden yoksul kardeşlerini) öz
canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden koruNûrsa, işte onlar
umduklarına erenlerdir."[592]
İbn Abbas'tan:
"Berire'nin kocası Muğis adında bir köle idi. Hanımının arkasından
ağlayarak dolaştığını gördüm, gözyaşları sakalını ıslatıyordu. Rasulullah
(s.a.v.) buyurdu ki: Ey Abbas, Muğis'in Berire'yi ne kadar çok sevdiğini
görüyor musun? Berire'yi ondan soğutan kim? Rasulullah (s.a.v.) (Berire'ye)
dedi ki: 'Ona geri dönsen nasıl olur?" Ya Rasulallah, bu emir midir?
Buyurdu ki (hayır sadece) aracı olmak istiyorum. (Kadın) gerek yok dedi."[593]
Bu rivayette azad
edilince kendi başına kalmayı yeğleyen, ancak Medine sokaklarında kocası
tarafından izlenen, peşinden kocasının ağlayarak dolaştığı müslüman bir kadının
durumu anlatılmaktadır. Berire yüzünü açtığı için Muğis onu tanıyıp peşine
takılıyordu. İbn Abbas da onun yüzünü gördüğü için Muğis'in peşinde gezdiği
kadının eski hanımı olduğunu biliyordu.
Kay s b. Ebi
Hazim'den: "Ebu Bekir (r.a.) Ahmes boyundan Zeyneb b. Muhacir adında bir
kadın gördü, konuşmadığını farkederek, neden konuşmuyor, diye sordu. Susarak
(konuşmadan) hac etmeyi adamış, dediler. 'Konuş susman helal değildir, bu bir
cahiliye adetidir' deyince kadın da konuştu [594]
Burada, konuşmadan hac
yapmayı adamış, Ebu Bekir'in yanına gelerek durumu farkedince yanlış olduğunu
belirtmesi üzerine konuşmaya başlamış bir kadın sözkonusudur. Sanırız kadının
yüzü açık idi -zira ihramlıydı- Sıddik (r.a.) da onun sustuğunu görmüştü.
Zeyd b. Eşlem
babasından rivayet etmiştir: "Ömer b. Hattab ile birlikte pazara çıkmıştık.
Genç bir kadın peşinden yetişerek dedi ki: Ey mü'minlerin emin, kocam öldü,
geride küçük çocuklar bıraktı... Ömer (r.a.) durdu, onun derdini dinledi ve
dedi ki: 'Merhaba yakın akrabam."[595]
Bu olayda Ömer'den
(r.a.) yardım talep eden müslüman bir kadın görüyoruz. Ravi, onun genç bir
kadın olduğunu söylüyor. Sanırız bunu -yüzü açık olduğundan- onu görerek
anlatmıştır.
Buhari ve Müslim'den
aktardığımız bu olaylar, yüzün -çok güzel de olsa- açık olduğuna apaçık ve
kesin bir şekilde delil teşkil eden bir rivayetle noktalayalım.
Abdullah b. Abbas'tan
(r.a.) rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) • kurban bayramında
bineğine binince Fadl b. Abbas'ı da terkisine almışü. Fadl yakışıklı bir
adamdı. Rasulullah (s.a.v.) sorularını cevaplandırmak üzere halkı önünde durakladı.
Has'am kabilesinden güzel bir kadın öne çıkıp Rasulullah'a (s.a.v.) bir soru
yöneltti. Fadl kadına bakmaya başladı, güzelliğini çok beğenmişti. Rasulullah
(s.a.v.) durumu farkedince eliyle Fadl'ın çenesini tutarak yüzünü dönderdi.
Kadın (bu arada) dedi ki: Ey Allah'ın Rasu-lü, babam çok ihtiyar, bineğe
binecek durumda değil, onun yerine (onun adına) benim hac yapmam mümkün mü?
'Evet' buyurdular. (Bir başka rivayette[596]
'Has'am kabilesinden bir kadın geldi. Fadl ona, o da Fadl'a bakmaya başladı.)[597]
Bu olayda, Allah'ın
evine hac yapmak için gelmiş; ihtiyar babası adına da hac yapıp yapamayacağını
Rasulullah'a soran genç bir mü'min kadın söz-konusu edilmektedir. Fadl onun
güzelliğini çok beğenmiş ve bakmaya başlamış. (Ahmed'in aktardığı bir rivayette[598]
Fadl dedi ki: ... Sonra üç kere (kendimi alamadan) ona baktım. Yüzünü dönderdi.
Bir başka rivayete göre de[599]
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şeytan karşısında kendilerine
güvenmediğim bir genç kız ve bir delikanlı görüyorum.")
Bu olay, yüzün açık
oluşuna delil teşkil eden en güçlü ve en açık rivayet olduğu için bazı
fakihlerin olayla ilgili mütalaalarını aktaracağız:
İbn Battal* şöyle
diyor: "Bu hadis-i şerifte fitneden sakınma maksadıyla gözünü kaçırmanın,
bakışını yummanın emredildiği göze çarpmaktadır... Aynı şekilde bu hadiste,
mü'min hanımların Peygamber hanımları gibi Hi-cab emrine muhatap olmadıklarını
görüyoruz. Yoksa Rasulullah (s.a.v.) Has'am kabilesine mensup kadına yüzünü
Örtmesini emrederdi. Fadl'ın yü-,'zünü çevirmesi de kadının yüzünü örtmesinin
farz olmadığına deildir.[600]
İbn Hazm da hadisi
aktardıtan sonra şu tesbiti yapar: Yüz, örtülmesi gereken bir avret olsaydı,
Rasulullah (s.a.v.) o kadının halkın önünde yüzünü açmasına göz yummaz,
Örtmesini emrederdi. Şayet yüzü kapalı olsaydı, İbn Abbas onun güzel mi, çirkin
mi olduğunu bilemezdi.125
İbn Battal ile İbn
Hazm'in görüşlerine şu ilaveyi yapıyoruz:
Eğer yüz, açılması
haram olan bir avret olsaydı -özellikle de güzel kadınlar için- elbette
Rasulullah (s.a.v.) Has'am'lı kadına, ihramh olunca yüzünü cilbabının bir
ucunu başından aşağıya sarkıtarak örtmesini emrederdi. Ama böyle yapmadı. Demek
ki yüz avret değildir ve yüzü açmak -çok güzel de olsa- haram değildir.
Güzel kadının yüzünü
açması haram değil mekruh dahi olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) o güzel kadına
bunu açıklar, yüzünü örtmesini öğütlerdi. Ama böyle yapmadı. Açıkça anlaşılıyor
ki, güzel kadının yüzünü açması haram değildir.
Genel olarak güzel
kadının yüzünü açması mubah, ancak bir fitne korkusu sözkonusu olduğunda haram
olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) o kadına yüzünü örtmesini emrederdi, çünkü böyle
bir fitne uyanmıştı. Ancak bunu yapmadı. Demek oluyor ki, güzel kadının fitne
korkusu da olsa yüzünü açması mekruh değildir. (Burada sözkonusu olan fitne,
sadece bakışla ilgili bir fitnedir.)
Fitne korkusu halinde
yüzü açmak mekruh olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) kadına bunu belirtir ve yüzünü
örtmesini tavsiye ederdi. Ancak böyle de yapmadı. O halde, güzel kadının fitne
korkusu halinde bile yüzünü açması mekruh değildir.
Fadl b. Abbas'la
ilgili -yine Hac mevsiminde- benzer bir olay daha aktarılır. Ancak bu rivayette
Rasulullah (s.a.v.) Fadl'ın yüzünü döndürmekle
yetinir.
Cabir b. Abdullah'dan:
"Rasulullah (s.a.v.) dokuz sene haccetmedi. Sonra onunca sene insanların
haccetmesine izin verdi. Rasulullah da hac etti. Medine'ye çok sayıda insan
gelerek Rasulullah'ı (s.a.v.) imam edinmeye onunla beraber hac ederek, onun
yaptığını yapmaya azmettiler. Hep beraber çıktık... Sonra devesi Kusva'ya
bindi.
Meş'ai, Haram'a
gelince kıbleye yöneldi. Allah'a dua etti. Tekbir, tehlil ve tevhid
kelimelerini getirdi. Sabah şafağı şokene kadar orada kaldı. Güneş doğmadan
harekete geçti. Fadl b. Abbas'ı da terkisine altı. Beyaz yüzlü güzel saçlı bir
adamdı. O arada hevdecler içinde kadınlar gelmeye başladı. Fadl onlara bakmayı
sürdürünce Rasulullah (s.a.v.) elini Fadl'ın yüzüne koyarak öbür yana dönderdi.[601]
Sahihayn dışındaki
kaynaklarda yer alan olaylar: (Hicab emrinden sonra)
Ebu Kebşe
el-Enmari'den: "Rasulullah (s.a.v.) ashabıyla beraber oturuyordu. Bir ara
içeri (eve) girdi. Çıktığında gusletmiş olduğunu farkedip 'Ya Rasulallah, bir
şey mi oldu?' dedi. 'Evet' buyurdu. 'Filan kadını görünce şehvetim kabardı,
hanımlarımdan birine gidip rahatladım. Siz de böyle yapın. Zira helale yönelmek
hayırlı işlerdendir."[602]
İbn Ebi Hüseyin'den:
"Ebu Leheb kızı Dürre, Haris b. Abdullah b. Nevfel'in karısıydı. Ukbe,
Velid ve Ebu Müslim adlarında üç oğullan vardı. Daha sonra Dürre Medine'ye
geldi. Ancak halk onun babası hakkında ileri geri konuşmaya başladı. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.)'ın yanına gelerek 'Ey Allah'ın Rasulü, kâfirlerin
doğurduğu sadece ben mi vanm?' 'Bu nereden icap etti?1 buyurunca 'babam
konusunda Medine halkı çok üzerime geliyor' dedi. Ona dedi ki, öğle namazını
kıldıktan sonra beni bir gör: Rasulullah (s.a.v.) namazı kıldırdıktan sonra
insanlara dönüp dedi ki: Ey halk, sizin nesebiniz var da benim nesebim yok mu?
Ömer b. Hattab yerinden fırlayıp kalktı ve 'yoksa Allah mı gazaba geldi, niye
gazaplandınız?' dedi. Buyurdu ki: 'Bu benim amcamın kızıdır. Kimse ona kötü söz
söylemesin. '[603]
Ebu Leheb kızı
Dürre'den: "Aişe'nin yanındaydım. Rasulullah (s.a.v.) içeri gelerek abdest
almak istediğini söyledi. Aişe'yle birlikte su testisini yetiştirdik. Ben
döktüm, abdest aldı. Sonra bana bakarak dedi ki: 'Sen bendensin, ben de
sendenim."[604]
Huzeyl kabilesinden
bir adam anlattı: "Amr b. As'ı evinde Mescid-i Ha-ram'da (defalarca)
gördüm. Birinde ben de yanında dururken Ebu Cehil'in kızı Ümmü Said'i, boynunda
bir yay erkek gibi yürürken gördü ve kim bu kadın, dedi. Ebu Cehl'in kızı Ümmü
Said olduğunu söyledim. Dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)'ın şöyle dediğini işittim:
'Erkeklere benzemeye çalışan kadınlar ve kadınlara benzemeye çalışan erkekler
bizden değildir."[605]
Üçüncü delil: Bazı
kadınların yüzünü örttüğüne ilişkin nasslann genelinden elde edilen delil:
Burada aktaracağımız
-kadının yüzünü peçe vs. ile örtmesi ile ilgili hadis metinlerinin hüküm
açısından sağlamlığı tartışılır. Zira yüzün örtülmesi olayı çok az rastlanan
nadir olaylar olarak aktarılıyor ve ravi bu hususu açıkça belirtiyor. Yüzü
örtmek geçerli ve yaygın bir uygulama olsaydı kadınların tamamı -en azından
çoğunluğu- yüzünü örter, ravinin de bu hususa dikkat çekmesine gerek kalmazdı.
Şimdi, yüzü örtmeye
delalet edebilecek bir grup hadis metni aktaracağız. Mü'minlerin anneleriyle
ilgili olayları aktarmaya gerek duymadık. Zira onlar ev içinde hicabla ev
dışında ise yüzü örtmekle emrolunmuşiardı. (Hicabın ümmehat-ı mü'minine mahsus
oluşu hakkında dördüncü babın i-kinci faslına bakınız). Burada dikkati çeken ilginç
bir husus var: Buhari ve Müslim'in sahihlerinde -hatta görebildiğim kadarıyla
sahih diğer bazı hadis kitaplarında- nikaptan söz eden bir tek hadis mevcuttur.
O da nikabı teşvik eden bir hadis olmayıp, tersine ihramli iken nikabın
mahzurlu olduğuna delalet etmektedir.
Diğer nasslann hepsi
Sahihayn dışındaki kaynaklardan ve bir çoğu Ebu Davud'un aktardığı Kays b.
Şemmas hadisinde olduğu gibi zayıf zenedli rivayetlerdir. Bazılarının sıhhat
derecesini bilemiyoruz. Burada sadece tarihi olaylar olarak aktardık. Bu
konudaki şer'i hükme gelince nikab, bazı müslü-man hanımlarca kullanılıyordu.
Rastüullah (s.a.v.) de bunları görüp ikrar etmiştir. Bu konudaki delilimiz,
Buhari'nin aktardığı şu hadistir:
Abdullah b. Ömer'den
(r.a.): "Bir adam ayağa kalkarak ey Allah'ın Ra-sulü, ihramda nasıl
giyinmemizi istersiniz? buyurdu ki: 'Gömlek, pantalon, sarık ve kapşonlu elbise
giymeyin. Nalini olmayanlar ayakkabı ya da çizme giyebilir. Ancak topuk kemiği
görünecek şekilde kessin. Zaferan vb. kokular kullanmayın. Kadın da peçe ve
eldiven kullanmasın."[606]
Bu hadis, -bir çok
fakihin de belirttiği üzere- ihramda erkeğin basanı, kadının da yüzünü
açmasının şart olduğunu ifade etmektedir.[607] Bu
yüzden ihrama giren erkeğin başını, kadının da yüzünü açması şarttır. Şu hususa
da dikkat çekmek gerikir: Nasıl ki sarıkla erkek bir avret yerini örtmekten öte
başını süslüyorsa kadın da nikapla bir avretini Örtmez,belki yüzünü süslemiş
olur.[608]Kaldı ki avret
ihramsızken ayrı, ihramlıyken ayrı olmaz. Ekek avreti olsun kadın avreti olsun
ihramh iken de ihramsız iken de aynıdır.
Sahihayn dışındaki
kaynaklarda yer alan olaylar[609]
Abdullah b.
Zübeyir'den: "Mekke'nin Fethi günü Hind b. Utbe. Müslüman olarak yanında
birkaç kadınla birlikte, Mekke vadisinde bulunan Rasu-lullah'a (s.a.v.) gelmiş.
Rasulullah'da onlardan bey'at almıştı. Hind dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasulü, kendi
dinini yücelten Allah'a hamdederiz. Senin 'rahmet oluşun'dan benim de istifade
edeceğimi umuyorum. Ey Muhammed, ben Allah'a inanmış, elçisini tasdik etmiş bir
kadınım. Sonra nikabını kaldırıp dedi ki: 'Ben Utbe kızı Hind'im. Rasulullah
(s.a.v.) ona 'merhaba' dedi.[610]
Asım el-Ahvel'den:
"(Ara sıra) Şirin kızı Hafsa'nın yanına giderdik. Cilbabının bir ucuyla
yüzünü kapatırdı. Allah ona rahmet etsin. Allah Teala:
"Evlenme arzusu
kalmamış, oturan (ihtiyar) kadınların, kasten süs göstermeye çalışmadan dış
örtülerini bırakmalarında kendileri için bir günah yoktur." (Nûr, 24/60)
buyururken neden böyle
yapıyorsun, derdik. O da bize "ama devamında ne diyor?" Ama
sakınmaları, kendileri için daha hayırlıdır" demiyor mu? İşte bu cilbabı
giymeye devam etmektir" dedi.[611]
Buhari muallak olarak
şu haberi aktarır: Cündeb oğlu Mesre nikablı bir kadının (o haliyle) şahidlik
yapmasına cevaz verdi."[612]
Kays b. Şemmas'tan:
"Ümmü Hallad adında bir kadın peçeli olarak Ra-sulullah'ın (s.a.v.) yanma
geldi ve öldürülen oğlunun durumunu sordu. Rasulullah (s.a.v.) arkadaşlanndan
bazıları ona, oğlunun durumunu sormak için peçe takarak mı geldin? dedi ki;
oğluma kasdettiler benim de hayatıma kasdetmelerini istemem. Rasulullah
(s.a.v.) buyurdu ki: Oğluna iki şehid sevabı var. Bu neden böyle oldu ey
Allah'ın Rasulü deyince 'Çünkü onu ehli kitap öldürdü1 buyurdu."[613]
Dördüncü delil: Kadını
beyaz, siyah, güzel gibi vasıflarla tavsif eden nasslardan ve sarihlerin bu
kadınlar ve isimleri hakkındaki araştırmalardan elde edilen delil:
Şayet yüzü örtmek
geçerli ve yaygın bir uygulama olsaydı, kadınların kişisel özelliklerinden
bahsetmek mümkün olmazdı. Ama işin aslı böyle değil. Yoksa sahabiler
kadınların adını vermez, özelliklerini zikretmezdi. Keza hadis kitaplannı
şerhedenler adı açıkça < nılmayan kadınların adını araştırıp bir takım
özelliklerini kaydetmezlerdi.
Kadınların
özelliklerini zikreden rivayetlere birkaç örnek verelim: İbn Abbas'tan (r.a.):
"Has'am kabilesinden güzel bir kadın ileri çıktı ve..."[614]
Ata b. Rebah'tan:
"İbn Abbas şöyle dedi: Sana cennetlik bir kadın gösteriyim mi? Evet dedim.
'Şu siyah kadın' dedi."[615]
Cabir b. Abdillah'tan:
"... Kadınların arasından, kırmızıya çalan siyah yanaklı bir kadın kaltı
ve..."[616]
Kays b. Ebi Hazim'den:
"Hastalandığında Ebu Bekir'in (r.a.) yanına gittik. Yanında elleri süslü
beyaz bir kadın vardı."[617]
Ebu Esma'dan:
"Ebu Zerr'i (r.a.) Rebeze'de ziyarete gittiğinde, yanında duran karısını
kara kuru, çirkin nakışlı ve kokulu elbisesi olmayan bir kadın olarak
gördüm."
Ebu Selil'den:
"Ebu Zerr'in kızı geldi. Üzerinde yünden mamul bir çeşit elbise vardı.
Siyah yanaklı bir kızdı."
Birkaç tane de
kadınlarını isimlerinin araştırıldığına dair örnek sunalım:
İbn Abbas'tan:
"...Bir tek kadın 'evet' diye cevapladı ondan başka cevap veren olmadı.
Hasan (ravi) onun kim olduğunu bilmiyordu..."
Hafız İbn Hacer diyor
ki: "Bu kadının kim olduğunu tesbit edemedim. Ancak hatırımda kaldığı
kadarıyla Esma binti Zeyd olacak."
Enes'ten:
"Rasulullah (s.a.v.) bir kabrin başında ağlayan bir kadın gördü..."
Hafız İbn Hacer diyor
ki: "Buradaki kadım tesbit edemedim."
Ebu Said el-Hudri'den:
"... Bir kadın, ikincisi? dedi..."
Hafız İbn Hacer diyor
ki: "Burada sözedilen kadın Ümmü Süleym'dir. Başkası olduğunu söyleyen de
oldu."
Enes'ten: "Bir
kadın Rasulullah'a (s.a.v.) gelerek kendisini Peygam-ber'e bağışlamak
istediğini söyledi."
İbn Hacer diyor ki:
"Bu kadının kim olduğunu tesbit edemedim."
Esma'dan: "Bir
kadın dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü benim bir kumam var. Kocam -vermediği
halde- bana şunu şunu verdi desem günah olar mu?"
Hafız İbn Hacer diyor
ki: "Bu kadının da kocasının da kim olduğunu tesbit edemedim."
Beşinci delil:
Kadının sosyal hayata
katılmasıyla ilgili nasslardan çıkarılan delil:
Erkeklerin görmesiyle
doğabilecek fitneleri baştan engellemek düşüncesiyle gelişen "yüz örtme
adeti" zamanla kadında erkeklerle karşılaşmaktan utanıp sıkılma
duygusunun gelişmesine ve hayırla gerekçelere dayanan ilişkilerden ve toplumdan
uzak kalmaya doğru itti. Aynı şekilde erkeklerde de kadınlarla karşılaşmada bir
sıkıntı doğmuştur. Kadınların bu hayası ve erkeklerin bu günah fobisi kadım
erkekten iyice uzaklaştırdı ve bu uzaklık zamanla "çağ fitne çağı"
gerekçesiyle daha da arttı. Yüzü Örtme adetinin doğurduğu sahte bir
"fitneden emin olma" durumu da işin cabası. Kadın erkek ayrılığı bu
denli büyüyünce, zaruret gereği bir araya gelmeye mecbur kalan taraflarda bu
karşılaşma/ilişkisi şok tesiri yapmaya ve karşı cinse karşı şiddetli bir fitne
duygusu uyandırmaya başladı. Haliyle İslam toplumunda, bir taraftan günaha
meydan vermeme, diğer taraftan fitneden emin olma gerekçesiyle kadın erkek
uzaklaşması teşvik edildi. Böylece yüzü örtme adeti yüzünden kadın, toplumdan
el-etek çekme, sosyal hayata katılmaktan mahrum kalma ve erkeklerle nadiren
karşılaşma durumunda kaldı. Buradan hareketle şu tesbiti yapabiliriz: Kadın,
sürekli değilse de genellikle ya yüzünü örterek toplumdan ve erkeklerle
karşılaşmaktan uzak durmuş, ya da yüzünü açarak toplumun içine girmiş ve
erkeklerle karşılaşmıştır. Yüzü Örtmek toplumda kaçmayı toplumdan kaçmak da
yüzü örtmeyi doğurmuştur. Aynı şekilde yüzü açmak topluma katılmanın ve
erkeklerle karşılaşmanın; topluma katılıp erkeklerle karşılaşmak da yüzü
açmanın göstergesi olmuştur. Peygamber a-leyhisselam döneminde İslam toplumunun
en genel vasfı kadının çeşitli a-lanlarda toplumsal faaliyetlere katılması ve
erkeklerle karşılaşması idi. Hem de büyük bir zaruret olmadan, hatta bazen bir
ihtiyaç bile olmadan.
Çoğu zaman bu
karşılaşma salt bir hayatı kolaylaştırma maksadından öte, bunun yanında
olgunluk ve güzellik maslahatı da gözetilmiş oluyordu. -Üçüncü babın ikinci
faslında- Peygamber aleyhisselam döneminde erkeklerle kadınların ziyaret,
ziyafet, hasta sorma, merasim gibi mescid ve cihad alanı dışında da bir çok sosyal
ve siyasal alanlarda gerek iş gereği gerekse toplumsal ilişkiler gereği bir çok
karşılaşması olmuştur. Peygamber dönemindeki tüm bu ve benzeri ilişkiler ve
katılımlar, bu dönemde kadının genellikle yüzünün açık olduğuna delil olarak
yeterli değil midir?
4. Fukahanın
kadının yüzünün genellikle açık olduğuna ilişkin sözleri:
a)
Muvatta'da der ki: İmam Malik'e, kadına selam verilir mi diye sormuşlar,
yaşlıysa bir sakınca görmem, gençse pek hoş karşılamam" diye cevaplamış.
İmam Malik'in bu
görüşü, kadın yüzünün açık oluşunun yaygınlığına delalet eder. Aksi takdirde
selam verilen kadının genç mi, yoksa yaşlı mı olduğunu tesbit etmek zordur.
b) Fethu'l-Bari'de şöyle der: Mütevelli -meşhur
Şafii ulemasından-diyor ki: Güzel olur ve fitneye sebep olmasından korkulursa
ilk başlayan o-larak selam vermek caiz olmaz. Veriler selamı almak ise mekruh
olur.
Kadının yüzünün
açılması
287
Fitneye konu olmaktan
uzak ihtiyar kadına selam vremekte bir beis yoktur. Hafız İbn Hacer de şöyle
diyor: Malik ile Mütevelli'nin görüşleri arasındaki fark sadece genç olmak
değil, bunun yanında güzelliktir. Zira güzel genç kız fitneye sebep olmaya daha
elverişlidir.
Müteveli'nin bu görüşü
de yüzün açık oluşunun yaygınlığına delalet etmektedir. Aksi takdirde güzel
genç kızı ayırdetmek mümkün olmazdı.
c)
Fethu'l-Bari'de şöyle der: Güneş tutulmasında kadınların enkeklerle beraber
namaz kılması... Bu başlıkla vurgulamak istediği, bunun caiz olmadığı, ancak
tek tek kılabilecekleri görüşünde olnlara cevap vermektir. Bu ikinci görü
Sevri'ye ve bazı Kufe'li fakihlere aitfir. Müdevvene'de şu kayıt yer alır:
Kadın evinde kılar, ancak yaşlı kadınlar dışarıya çıkabilir. (Erkek cemaatine
katılabilir) Şafii ise çok güzel ve parlak yüzlü olanlar dışında tüm kadınların
dışarıya (namaz için) çıkabileceği görüşündedir.
Şafii'nin bu
görüşünden anlıyoruz ki yüzün açık oluşu gayet normaldir. Değilse vasat
güzelliğe sahip kadınla çok güzel olan nasıl ayırdedilebilir?
d) Nevevi
Şafii ulemasından- diyor ki: Gerek bizim, Malik'in ve Ah-med'in mezhebinde,
gerekse cumhura göre nişan (nikâh) kasdıyla kadına bakmasında onun izni ve
nzası şart değildir. Haber vermeksizin, gafil bulunduğu bir anda ona
bakmasında bir sakınca yoktur... Zira Rasulullah (s.a.v.) bu konuda mutlak bir
izin vermiş ve kadının iznini sözkonusu etmemiştir. Nitekim kadının kendisine
-hayası gereği- bakılmasına izin vermemesi mümkün olduğu gibi olduğundan farklı
davranması ve süslenerek güzel görünmesi de ümkündür. Keza alenen görüşüp de
beğenilmemesi de kadının oNûrunu kıracaktır. Bu yüzden mezhebimizin uleması şu
sonuca varmıştır: Nişan yapmadan önce kıza bakması -vazgeçmesi durumunda bir
kırgırlığa sebebiyet vermemek için- müstehaptır.
Fukahanın, nişanlamayı
düşündüğü kıza farkettirmeden bakmanın müstehap olduğu konusundaki görüşü,
müslüman kadının ev dışında herha-lükârda yüzünün açık olması gerektiğini
gösterir. Aksi takdirde böyle bir görüş beyan etmek abes olur. Bu bakış ev
içinde olamaz. Zira gafil avlayıp evde bakmaya kalkışınca haram olan uzuvlarım
görmek de mümkün olacaktır ki hiçbir mezhep buna cevaz vermez.
e) Hanefi fukahasından Merginanî diyor ki: ...
Hür kadının bedeni, Rasulullah'ın "Kadın örtülü avrettir" hadisi
gereğince -elleri ve yüzü hariçbü«taüyle avrettir. Bu ila uzuv da göstermekten
kaçma™ ta^ oluşun.
Hanefi fakihlerinin
getirdiği "umum-i belva" gerekçesi kadınlann hn yuk to kesimi iein
sözkonusudur, az bir gurup içirfSÇı Şayet durum böyle olsaydı, konu etrafında
bunca ihtilaf doğmazdı. Olay sadece nakledilmekle kalmaz, tam bir yaygınlık
kazanarak, İslam toplumunun bir şiarı haline gelir, herkes de bunu çok iyi
bilirdi. Ama durum bunun tersinedir. Mesela "Kendiliğinden görüneni
müstesna" ve "Cilbablarını üzerlerine alsınlar" âyetlerinden
kimi yüzü örtmeyi, kimisi de yüzü açmayı anlıyor. Sadece bu bile farz
olamayacağını göstermeye yeterlidir. Şayet farz olsaydı herkes bunu bilirdi.
Çünkü bütün müslüman kadınları ilgilendirmektedir. Bu konudaki ihtilaflar,
olayın mubah olduğu konusunda başlı başına delildir.
Yüzü örtmenin
gerekliliğine dair bir kaç rivayeti tahlil ederek nasıl yanılgıya düşüldüğünü
görebiliriz:
a) Peygamber
hanımlarının hicaba riâyet etmesi: Bazıları bu farzın onlara has olduğunu
farkedemediğinden yüzü Örtmenin farz olduğuna kail olmuştur. Dördüncü kısmın
ikinci bölümünde bu konuyu uzun uzadıya ele alıp hicab emrinin Peygamber
hanımlarına mahsus olduğunu isbat etmiştik.
b) Peygamber
aleyhisselam zamanında peçe kullanan hanımların bulunuşu: Bazılarını yüzü
örtmek gerektiği -bunun en azından mendup olduğu-görüşüne sevkeden etkenlerden
biri de budur.
c) İslam fütuhatından sonra Medine-i
Münevvere'ye çok çeşitli elçi heyetlerinin gelişi: Bu dönemde yabancıların
bakışlarından korunmak maksadıyla peçe kullananların artması, bazılarını
sedd-i zerai bağlamında yüzü örtmenin gereğine kail olmaya itmiştir.
d) Bazan
farzla mubahın karıştırılması: Bazen salih insanlar bir takım mubahlara Özen
gösterir, birçokları da onları taklid eder. Derken o mubah farz gibi telakki
edilmeye ve terkedenlere günahkâr gözüyle bakılmaya başlar. Aynı durum yüzü
Örtme konusunda da ortaya çıktı. Bu yüzdendir ki ulema, bu gibi karışıklıklara
meydan vermemek için, alimin mubahlara fazla rağbet etmemesi gerektiğini
söylemiştir. (Bu konuda Şatıbi'nin görüşünü daha önce zikretmiştik. Üçüncü
cildin üçüncü bölümüne, "mubahın belirtilmesi gerektiği" başlığına
bakınız).
Bu konuyla ilgili
olarak, Rasulullah (s.a.v.)'m taabudi hususlara ilişkin tutumunun yaygınlık
kazanması konusunda İmam Gazâlînin nefis bir tesbi-tini aktaralım:
"Umum-ı belva
konusunda haber-i vahid ile amel edilebilir... Zira adil bir ravinin imkân
dahilinde ve makul olan bir haberini tasdik etmek vacib olur. Ancak, devlet
başkanının çarşıda öldürülmesi, başkanın görevden alınması, insanları cuma
namazından alıkoyan bir sabotaj gibi toplumu ilgilendiren haberlerde sadece
bir tek adamın rivayeti makbul değildir. Çünkü bu tür olaylar kalabalıklara mal
olur ve kitle bundan haberdar olur. Böylesi olayların sadece bir adam
tarafından farkedildiğini söylemek imkânsızdır. Denirse ki: Rasulullah
(s.a.v.)'ın taabudi konulardaki davranışlarının yaygın olarak bilinmesinin
ölçüsü nedir? Şöyle cevap veririz: Aklen bunun cevazına dair delil
istiyorsanız yok. Bunun ne Ölçüde vaki olduğunu soruyorsanız, bunu Rasulullah
(s.a.v.)'ın davranışlarından çıkarıyoruz. Bize gelen haberleri yapı itibariyle
gözden geçirecek olursak dört çeşit olduğunu görürüz. Birincisi; Kur'an'dır
ki, bunun büyük bir yaygınlık kazandığını pekâlâ biliyoruz. İkincisi; İslam'ın
beş esasıdır ki, avam havâss herkes bunu yaygın olarak bilir. Üçüncüsü;
zaruriyetten sayılmayan muamelat kaideleridir (nikâhın ve bey'in usulü gibi)
ki, bunlarda tevatür derecesinde bilinir. Talak, köle azadı gibi muamelat ise
ilim ehli nezdinde pek iyi bilinir. Dördüncüsü; namazı bozan şeyler, tahareti
bozan şeyler vb. konulardaki nakillerdir ki bunların yaygın olarak bilinenleri
de vardır bilinmeyenleri de."[618]
Gazâlî'nin sözlerinden
özetle şu sonucu çıkarabiliriz: Bir iş kamuyu alakadar ediyorsa yaygın olarak
bilinir ve umuma gizli kalması düşünülemez. İslam'ın beş temel esası avamıyla
havâssıyla bütün toplumda bilinir. Muamelat kuralları da en azından ilim
erbabınca tevatür düzeyinde bilinir. Dolayısıyla kadının yüzünü kapatması
zaruri olsaydı, başka bir deyişle kadın yüzü avret sayılsaydı bütün müslüman
hanımları arasında bilinip uygulanamaz mıydı?, erkekler de bu hususa lakayd
kalır mıydı? Bu gerek saadet asımda, gerek daha sonraları için de geçerlidir.
Mütekaddimin fakihlerin büyük çoğunluğu (üç beş kişi hariç) icma (en azından
icma'a yakın bir ittifak) etmişlerdi ki kadının avretti yüz ve eller hariç tüm
bedenidir.[619] Bu sebeple emin bir
şekilde şunu söylüyoruz: Avret mevzuunda dikkate alınması gereken görüş,
çoğunluk alimlerin tercih ettiğidir. Şaz görüşlere itibar edilmez. Hele de
dinin zaruretlerinden olup da avam havas herkesin bilmesi gereken konularda.
Üçüncü karine:
Yüzü açmak insan
hayatının doğa! bir gereğidir. İnsanlık tarihinin her döneminde yüz hep açık
kalmış olup bir nevi fıtrat halini almıştır. Önceki peygamberler zamanında da
bu böyleydi. Bu konuyla ilgili hadisi ikinci bölümde ele almıştık:
"İbrahim (a.s.)
Sare ile birlikte hicret etmişti. Bir köye girdiklerinde... (krala), İbrahim'in
çok güzel bir kadınla birlikte geldiğini söylediler."19
Nebilerinden öğrendiği
üzere dinlerini yaşayanların da davranışı bu şekilde idi. Modern uygarlıktan
önceki asırları boyunca doğuda olsun batıda olsun kadınlar uzun ve bol
elbiseler giyer, başlarını eşarpla örterlerdi. İsmail peygamberlerden arda kalan
bir sünnet olarak devam ediyordu. Kadınların tamamına yakını devamlı olarak
entari ve başörtüsü giyerlerdi. Peçe ise, çok az olarak ve genellikle üzüntülü
zamanlarda kullanılırdı.
İslamiyet gelince de
başörtüsü -peçe değil- gerek Mekke gerekse Medine dönemlerinde müslümanlann
geleneklerinden oldu.
Haris b. Haris
el-Gamidi'den rivayet edilmiştir: "Mina'da iken babama, kalabalığın
sebebini sordum. Dedi ki, 'Bu insanlar, dinlerinden çıkan bir adam hakkında
toplandılar. Bir de baktık Allah Rasulü (s.a.v.) insanları Allah'ı birlemeye
ve imana davet ediyor. Onlar da ha bire karşı gelip diretiyorlar. Güneş tepeye
çıkıp dağılana dek onu üzüp sıkıntı veriyorlar. O arada bağn açık bir kız
(ağlayarak) bir kap içinde su ve bir havlu getirip geldi. O da alıp şu içti ve
abdest aldı. Sonra başını ona doğru kaldırıp şöyle dedi: "Yavrucuğum,
bağrını kapat. Baban için de (başına bir iş gelir mi diye) korkma. Bu kim,
dedim. Bu, kızı Zeyneb, dediler."[620]
Enes (r.a.)'ten:
"Uhud günüydü... Aişe binti Ebi Bekr ile Ümmü Sü-leym'i gördüm,
ayaklarındaki halhallan görünecek kadar paçalarını sıvamışlar, omuzlarında
kırbalar hızla koşturup insanlara su dağıtıyorlardı."[621]
Ata b. Ebi Rebah
-biraz önce geçen hadisinde- şöyle demiştir: "İbn Ab-bas bana dedi ki:
'Cennetlik bir kadın göstereyim mi?' 'Evet' dedim. 'Şu kadın,
Şevde'dedi."[622]
Yüzü açmak,
Rasulullah'in (s.a.v.) hanımlarının da sünneti idi. Onlara has olan hicab âyeti
indikten sonra dışarı çıkacak olurlarsa yüzlerini de Örtmeye başladılar.
Aişe'nin hadisi daha önce geçmişti:
"... Geldi, beni
görünce tamdı. Hicabtan (âyetinden) önce beni görürdü. O'nun 'inna lillah...'
sözleriyle uyandım. Hemen cilbabımla yüzümü kapadım."
Dördüncü karine:
Hayatın gerekleri yüzü
açmayı gerekli kılmaktadır.[623]
1- Yüzün
açık oluşu insanların tanışmasına karakter ve ahlâklarını tanımasına imkân
verir. Kaffal, "kendiliğinden görünen ziynetler hariç" âyetini tefsir
ederken şöyle diyor: "İslam'ın prensipleri hayatta uygun, kolay ve hoşgörülüdür.
Kadının yüz ellerinin görünmesi gerekli bir şey olmasaydı, avret olmadığı
konusunda ulema ittifak etmezdi."[624]
Ulemanın zikrettiği
bir fıkıh kaidesidir: "İhtiyaçlar zaruret makamına iner.[625]
İbn Kudame şöyle
demiştir; "Nebi (s.a.v.)'nin: 'Kadın avrettir' dediği rivayet edilmiştir.
Bu genel bir ifadedir. İhtiyaç gerekçesiyle yüz istisna edilmiştir."[626]
Kendi kendimize şöyle
bir soru sorabiliriz: Kadının yüzünü açması has bir ihtiyaç mı yoksa her zaman
ve mekanda görülen bir sürekli ihtiyaç mıdır? Çeşitli günlük muameleler
esnasında kadının yüzünün açık bulunması gereğine İlişkin olarak Hanbeli
ulemasından İbn Kudame şöyle der: "Şahidin, sanığın yüzüne ve gözüne
iyice bakmış olması beklenir. Ahmed şöyle der: "Gözüne iyice bakıp
tanımadığı bir kadın hakkında şahitlik yapmak doğru olmaz. Alış-veriş, kira
gibi mumelelerde kadının yüzüne bakmalı ki tanıyabilsin ve gerektiğinde (kalan
borcun tahsili vb. durumlarda) ona müracaat edebilsin..." Ahmed'den gelen
başka bir rivayete göre, genç kadının yüzüne bakmak bu durumda da mekruhtur.
Ancak benim kanaatime göre Ahmed bunu, bu tür zaruri muamelelere ihtiyacı
olmayan genç kadınlar için söylemiştir. Bir de kendisine hakim olamayan
kimselerin çabucak fitneye düşme ihtimalini hesaba katarak böyle demiş
olabilir. Yoksa, ihtiyaç varsa ve şehevi bir arzu yoksa bu tür muamelelerde
kadının yüzüne bakmakta beis yoktur.[627]
Ben de diyorum ki:
Şahitlik esnasında sanığın tanınabilmesi için, olayın geçtiği zamanda kadının
yüzüne bakmış olması gerekmez mi? Kadınların yüzü sürekli olarak açık olmazsa
bu nasıl gerçekleşecek?
Şafii ulemasından Nevevi'nin
Mecmu'unda şu kayıt yer alır: "Ticari muameleler esnasında kadın ile
erkeğin birbirinin yüzüne bakması caizdir. Yoksa kim kimden ne alıp ne
vereceğini bilemez. Şahitlik konusunda da böyledir."[628]
Keza şöyle denir: "Satmak için, almak için, vermek için, teslim almak için
yüzün ve ellerin açık olması gerekmektedir."29
Bizim düşüncemize
göre, hayatta mevcut olan binbir türlü muameleler esnasında muhatabın genç mi
ihtiyar mı, esmer mi beyaz mı, somurtkan mı güleryüzlü mü, hüzünlü mü sevinçli
mi, razı mı kızgın mı... olduğunu anlamak için yüzün açık olması gerekir. Bu
bazen zaruri, bazen hâci, bazen de tahsini bir maslahat gereği olur.
2- Yüzün
açık oluşu yakın akrabaların biribirini tanıyıp sıkı iletişim kurmasına yardım
eder.
Gençler amcalarının,
halalarının, dayılarının ve teyzelerinin kızlarını tanır. Genç kızlar
amcalarının, halalarının, dayılarının ve teyzelerinin oğullarını tanır. Yine
gençler amcalarının ve dayılarının hanımlarını tanır, genç kızlar halalarının
ve teyzelerinin kocalarını tanır. Adam baldızlarını, kadın kayınlarını tanır.
Ancak yüz bütünüyle kapanır ve ev içinde de haremlik uygulaması olursa
akrabalar nasıl tanışıp görüşecek? Hastalıkta birbirlerini nasıl ziyaret
edecekler? Yolculukta nasıl yolcu edip nasıl karşılayacaklar? Al-lahu Teala'nın
bizden istediği akrabalık bağlarını koparmamız değildir. "Zi-netlerini
kocaları ve babaları dışında kimseye göstermesinler" mealindeki âyetin
mü'min hanımlardan istediği (şehveti tahrik eden) güzelliklerini kapatmalarıdır.
Yoksa bundan murad asla görünmemeleri değildir. Vücudun bütünüyle engellenip
gösterilmemesi, yani hicab[629]
sadece Peygamber hanımlarına mahsus idi. Bunu dördüncü kısmın ikinci bölümünde
bütün teferruatıyla ele alıp isbat etmiştir.
Akraba ilişkileri
konusunda şu örnekleri iyice eiüd edelim:
Amca kızıyla: Aişe
(r.a.) demiştir ki: "Allah Rasulü (s.a.v.) Abdulmuttalib oğlu Zübeyr'in
kızı Dubâ'a'nın yanına girip 'galiba haccetmeyi murad ettin' dedi. O da: 'Bu
konuda çok muzdaribim' dedi. [630](Kadın
Mikdad b. Es-ved'in hanımıydı.)"[631]
Dubâ'a Rasulullah
(s.a.v.)'ın amcası Zübeyr'in kızı idi.
Ümmü Hani şöyle
demiştir: "Fetih günü Fatıma gelip Rasulullah (s.a.v.)'ın soluna, Ümmü
Hani de sağına oturdu. Velide içinde içecek olan bir kap getirdi. Onu alıp bir
miktar içtikten sonra Ümmü Hani'ye verdi. O da alıp bir miktar içti...'[632]
Ümmü Hani Rasulullah
(s.a.v.)'ın amcası Ebu Talib'in kızıdır.
İbn Ebi Huseyn'den:
"Ebu Leheb'in kızı Dürre, Haris b. Abdullah b. Nevfel'in hanımıydı. Ukbe,
Velid ve Ebu Müslim adlarında çocukları oldu. Daha sonra Medine'ye Rasulullah
(s.a.v.)'ın yanına geldi. İnsanlar onun ebeveyni hakkında dedikodu yapmaya
başladı. O da Rasulullah (s.a.v.)'a gelip dedi ki: 'Ya Rasulullah, kâfirlerin
doğurduğu benden başka kimse yok mu? Bu da ne oluyor, deyince (kadın); Medine
halkı annem ve babamla ilgili bir sürü dedikodu çıkardı, dedi. Rasulullah
(s.a.v.) ona şöyle dedi: 'Öğle namazını müteakip seni görebileceğim bir yerde
dur... Namaz bitince Rasulullah (s.a.v.) arkasına dönüp cemaata şöyle dedi; 'Ey
insanlar! Sizin nesebiniz var da benim nesebim yok mu zannediyorsunuz? Ömer
(r.a.) yerinden fırlayıp: 'Seni kızdıran Allah'ı da kızdırmış demektir' dedi.
Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle dedi: 'Bu benim amcamın kızıdır, kimse ona kötü söz
söylemesin."[633]
Amca hanımıyla:
Ümmü'1-Fadl şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.) evimdeyken (çölden) bir
Arap gelip dedi ki: 'Ey Allah'ın Nebisi, yeni bir hanımla evlendim. Daha sonra
ilk kanmın ikinciyi bir iki defa emzirmiş olduğu ortaya çıktı. Allah Rasulü
(s.a.v.) şöyle buyurdu: 'Bir iki emzirme haram kılmaz."[634]
Ümmü'1-Fadl,
Rasulullah (s.a.v.)'m amcası Abbas'ın hanımıdır.
Yeğenin hanımıyla:
Cabir b. Abdiliah anlatır: "Nebi (a.s.) Esma binti Umeys'e şöyle dedi:
'Bana ne oluyorda yeğenlerimin bedenlerini zayıflamış görüyorum, yoksa açlık mı
çekiyorlar?10 da: 'Hayır, ama onlara çok çabuk göz değiyor.' Buyurdu ki:
'onlara rukye yaptır."[635]
Umeys kızı Esma,
Rasulullah (s.a.v.)'ın amca oğlu Cafer'in hanımıdır.
Baldızla: Aişe'den:
"Hatice'nin kardeşi Hale binti Huveylid Rasulul-lah'm (s.a.v.) yanma
girmek için izin istedi. Allah Rasulü (s.a.v.) (sesi duyar duymaz) Hatice'yi
hatırlayıp sevindi ve 'Allah'ım, bu Huveylid kızı Hale...1 dedi."[636]
3- Yüzü
açmak kadını sosyal hayata katılma konusunda cesaretlendirir.
Değişik hayır
hizmetlerde erkeklerle beraber çalışmaya teşvik eder. Ama yüzün kapalı oluşu
onu çekingenliğe, köşesine çekilmeye iter. Oysa kadının da gerek kendi başı
için gerekse toplum için faydalı olan ama erkeklerin icra ettiği merasimlere
ve faaliyetlere katılması maslahat gereğidir. Bu, günlük hayatı kolaylaştıran
şeylerden başlayıp sosyal, siyasi ve mesleki birçok alanda gereklidir. Bu
hususa Örnek teşkil edecek birçok önemli örneği üçüncü kısmın beşinci bölümünde
aktarmıştık. Ne var ki yüzünü kapatmak zorunda kalan bir kadın bu nimetlerden
mahrum kalacaktır,
4- Yüzün
açık oluşu toplumsal kontrolü kolaylaştırır.
Toplumsal kontrol,
zayıf karakteri fertlerin suça teşebbüsünü önleyen önemli bir mekanizmadır.
Yüzü açık olan ve tanınacağı, akrabalarından biri tarafından görüleceği korkusu
taşıyan bir kadının suça yönelmesi elbette çok daha zordur. Tanınma ve rezil
olma korkusu kuvvetli bir caydırıcıdır. Oysa yüzü kapalı olan biri iyice
cesaretlenerek, tanınmayacağından emin olarak suça kolayca yönelir.
5- Yüzün
açık oluşu sosyal güvenliğe katkıda bulunur.
Yüzün kapanması,
şahsın karakterini büsbütün gizler. Özellikle biribi-rini tanımayan devasa
kalabalıkların yaşadığı medeni kentlerde, kadınlar da meslek icabı veya ev
ihtiyaçları sebebiyle sık sık dışarı çıkmak durumunda olduğundan yüzün açık
olması daha bir ehemmiyet kazanır. Böyle ortamlarda yüzün kapanması, sosyal
güvenliği tehdit eden şer faaliyetlerini körükle-yebilir. Kötü niyetli
kişilerin kadın kılığında kadınlara her yerlere sızması, veya bu kılıkta suç
işlemesi gibi tehlikeler arzeder ki bu şekildeki bir suçluyu görenler de
şahitlik yapamaz suçlu da kolayca kaybolur.
Çöl bölgelerinde veya
küçük yerleşim birimlerinde iki gözü açıkta bırakan peçenin kullanılmasında
bir beis yoktur. Buralarda peçe ne sosyal güvenliği tehdit eder, ne de sosyal
kontrolü engeller. Çünkü insanlar birbirlerini tanırlar. Kabile hayatı
hakimdir, bir çoğu da süslenme maksadıyla kullanılır. Peçe yüzünden de hiçbir
faaliyetlerini bırakmazlar.
6- Yüzün
açık oluşuna alışkanlık kesbetmek fitne korkusunu azaltır.
Bilinen bir şeydir ki,
alışılagelen şeyler insanı fazlaca etkilemez. Kadınların sürekli yüzü açık
dolaştığı bir yerde yaşayan müslümanın açık yüz görme sebebiyle fitneye düşmesi
uzak bir ihtimaldir. Elbette nefis taşıyan herkes onunla mücadele edecektir.
Ancak bizim sözünü ettiğimiz, fitnenin hayattan sökülüp atılması değil,
hafifletilmesidir. Oysa ki, kadınların sürekli olarak yüzünü örttüğü bir
toplumda yaşayan bir müslüman erkeğin açık yüz görmekle fitneye düşme ihtimali
çok daha yüksektir. Bu konuda İbn Badis şöyle diyor: "Günümüdeki
topluluklardan -ki bir çoğu kırsal alanlarda yaşar- kadınların sürekli olarak
yüzü açık dolaşması sebebiyle buna o denli alışmışlardır ki buna hiç dikkat
etmezler. Bu gibi topluluklardan yüzü örtmeleri istenmez. Ancak 'gözü sakınma'
emri ile 'bakışı yenileme' haramı da ortadan kalkmaz. Yüz örtme alışkanlığının
yaygın olduğu şehirlerde ise açık yüz, dikkatleri üzerine çekmektedir."[637]
Ben şunu tavsiye
ediyorum. Yüz Örtme alışkanlığının yaygın olduğu müslüman toplumlarda da
-yukarıda sıraladığımız önemli gerekçelerden dolayı yüzün açılması lazımdır.
Ancak bunun tedricen, yavaş yavaş yapılması ve erkeklerin de fitneye düşmeden
buna alışkanlık kesbetmesi gerekir.
7- Yüzün
açık oluşu kadının utanmasına ve gözünü sakınmasına yardımcı olur.
Yüzü bütünüyle kapalı
olan kadın, görülmediğinden emin olarak yabancı erkeklere bakar. Büyük takva
sahibi olmadıkça kendine hakim olacak fazla kimse bulunmaz bu durumda. Oysa
yüzü açık olan kadın, yüzü ve gözü göründüğünden hayalı davranmak, bakışlarını
kontrol etmek zorunda kalır.
8- Yüzün
açık oluşu psikolojik sağlık (ruh sağlığı) açısından da gereklidir.
Yüzün açık olması
durumunda, Allah'ın fıtratımıza koymuş olduğu şehevi duygular doğal mecrasında
ve ölçülü olarak karşı cinse akar. Sapkınlık göstermez. Çok güçlü karaktere
sahip az sayıdaki insanlar dışında kalan çoğunluk için bunun büyük önemi
vaidır. Nadiren sının aşıp fitneye düşenler de çıkmakla beraber karşı cinse
duyulan şehevi istek normal yönde devam eder, inhiraf etmez.
Halbuki karşı cinsi
görmeye asla fırsat vermeyen yüzü bütünüyle kapatma davranışı, insanı kendi
cinsine yönelmeye iter. Bu olgu çağımızda da gözlemlenmekte olan, önceki
çağlardan da vuku bulmuş acı bir gerçektir. Bizzat kendim gözlemledim: Kadının
yüzü açık olarak dolaştığı ve normal bir şekilde hayata iştirak ettiği
toplumlarda sapıklık çok ender görüldüğü halde kadının tepeden tırnağa kapanıp
köşesine çekildiği toplumlarda gençler arasında sapık ilişkilere daha yaygın
rastlanmaktadır.
Bu günümüzdeki
toplumlarda müşahede ettiğimiz bir olgudur. Önceki toplumlarda da benzer
sapıklıkların vuku bulduğunu kitaplarımızdan öğrenmekteyiz. Mesela İbn
Teymiyye'nin Fetava'sında yer alan ve 'sohbet-i mer-dan1 konusunda yöneltilen
şu soruya bakalım:
'Şeyhu'l-İslam
Takiyyuddin Ahmed b. Teymiyye'ye Özellikle fakir delikanlılar arasında
rastlanan 'erkek dost' edinme olayının hükmünü sordular... şöyle cevapladı:
'Sohbet-i merdan' meselesi, körpe parlak bir delikanlıyla halvet etmektir
(kimsenin göremeyeceği emin bir yerde başbaşa kalmaktır) ki, İslam'ın şiddetle
yasakladığı fahiş münkerlerden olduğu gibi Yahudi ve Hıristiyanlıkta da
yasaklanmıştır.
Bu tür başbaşa kalış
büyük bir töhmet içerdiğinden arif şeyhler de gençleri uyarıyordu.
Fethu'l-Mevsıli şöyle der: "Otuz abdal ile karşılaştım. Kiminle
görüştüysem ayrılırken körpe delikanlılara karşı dikkatli olmamı tembihledi'.
Ma'ruf-ı Kerhi de şöyle diyor: 'Bu işten nehyolunuyorlardı.' Tabiinden
bazıları şöyle demiştir: 'Bir delikanlıyla oturup konuşmaktan, bir yırtıcı
hayvanla oturmaktan daha çok korkarım.' Süfyan-ı Sevri ile Bişr-i Hafi de şöyle
demiştir: 'Kadının yanında bir şeytan gezer. Körpe delikanlıların yanında ise
iki şeytan..."[638]
Keza Şeyhu'l-İslam'a
şöyle bir soru yöneltildi: "Gençlerle fazla haşir neşir olan, çocukları
kucaklayıp Öpen ve bunu Allah için sevdiklerinden dolayı yaptıklarını, bunda
bir beis ve günah olmadığını iddia edip, kaldı ki onların baba, amca ve
kardeşlerinin de bunu bildiğini, buna rağmen rahatsızlık duymadığını
söylüyorlar. Bunlar hakkında Allah'ın hükmü nedir? Bir müs-lümanın bunlara
karşı tutumu ne olmalı?' Şöyle cevapladı: 'Körpe delikanlı ve çocuk, birçok
konuda yabancı kadın hükmündedir. Zevk duyarak öpmek caiz değildir. Sadece
babası, kardeşi gibi kesinlikle şehvet duymayacak yakınları öpebilir. Keza,
ulemanın ittifakıyla, bunlara şehvet duyarak bakmak da caiz değildir. Böyle bir
korku duyanın bu tür taüı çocuklara bakması cumhura göre haram olur. Ancak
çeşitli ahş-veriş muameleleri veya şahitlik gibi ihtiyaçlar sebebiyle onun
yüzüne bakabilir..."Hadis kitaplarında Nebi (s.a.v.)'nin şöyle dediği
rivayet edilir: "Lut kavminin fiilini yaparken yakaladığınız kişileri,
yapanı da yapılanı da öldürünüz."[639] Bu
sebeple sahabe de bu gibilerin katli hususunda ittifak edilmiştir. Kimisi
recmedilir, derken kimisi ağır bir taşa bağlanarak yüksek bir yerden atılır
demiş, kimileri de ateşte yakılması gerektiğini söylemiştir. Sonuç olarak
selefin büyük çoğunluğu ve fakihler, dul olsun bekâr olsun, hür olsun köle
olsun bu fiile bulaşanların recmedilerek öldürülmesi gerektiği hususunda
ittifak etmiştir.[640]
Ben de diyorum ki;
cinsel duyguların sapmasıyla ortaya çıkan hem cins fuhşiyannın cezası, zinaya
varsa bile kadın-erkek arasındaki yasak ilişkilere verilen cezadan daha
ağırdır. Zira zina eden bekârlara yüz sopa vurulur, rec-medilmezler.
Beşinci karine: Yüzü
kapatmamda meşakkat, açmada kolaylık vardır. Allah Teala şöyle buyurur: 'O size
dinde zorlur kılmamıştir...' Ulemanın sıkça kullandığı bir fıkıh kuralı
vardır: 'Meşakkat teysiri celbeder.'
İbn Kudame
Muğni'sinden şunu kaydeder: "Bazı arkadaşlarımız (mez-hip fakihlerimiz)
şöyle der: 'Kadın avrettir' hadisi gereğince kadir tepeden tırnağa avrettir.
Ancak örtül meşindeki meşakkat sebebiyle yüz ve ellerin açılmasına ruhsat
verilmiştir."[641]
İbn Teymiyye,
"bunun namazda örtülmesinde büyük meşakkat vardır," [642]
derken yüzü ve elleri kasdeder. Bizce namaz dışında bu uzuvların kapatılmasında
çok daha büyük meşakkat vardır.
Ne gibi meşakkat,
kafada toplanan duyu organlarının normal çalışmasının engeller. Oysa yüz açık
iken bu organlar, Allah'ın kendilerine yüklen-diği görevi mükemmel bir şekilde
yerine getirilir. Bu duyular, görme, koklama, tatma, nefes alma, konuşma vb.
Kurtubi kadının yüzü bahsinde ne güzel söylemiş: "Onda birçok menfaat ve
bilgi alma yollan bulunmaktadır.'[643]
Yüzü açmak, sıcak iklimlerde
bunalmayı bertaraf eder. Kadın, özellikle yazın sıcaktan kaynaklanan sıkıcı
duruma bir de yüze fazladan örtü Örterek iyiden iyiye bunalmak zorunda kalmaz.
Bu husus, müslüman toplumların sıcak iklimin hakim olduğu bölgelerde yoğunlaştığı
göz önüne alınıdı-ğmda daha iyi anlaşılacaktır. [644]
1. Mezhep
kitaplarından: Hanefi mezhebi:
SERAHSİ (ö. h. 490)
Mebsut'unda şöyle der: "... Kadının başı avrettir." Peygamber
aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Allah, hayız çağına gelmiş bir kadının
namazını başını örtmedikçe kabul etmez."[645]
Aynı kaynakta şöyle
geçer: "Örtülmesi gereken bir avret olduğu halde -çünkü fitneye sebebiyet
vermesinden korkulur- İhram'a giren kadın yüzünü örtmez. Bu hüküm icma ile
sabittir... Kadın -namaz bahsinde de açıkladığımız gibi- en güzel şeklide
örtünmek için gerekeni yapmalıdır. Bu yüzden dikişli elbise ve ayakkabı giyer,
başını örter. Ama yüzünü Örtmez."[646]
Merginani (ö. h. 593)
Hidaye'de şöyle diyor: "Rasulullah'ın (s.a.v.) 'Kadın örtülü bir avrettir1
hadisi gereğince hür kadının -elleri ve yüzü hariç-tüm bedeni avrettir. İki
uzuv, gösterilmesine engel olunamayan bir özellik arz ettiği için umumi belva
kapsamına dahil edilmiştir."[647]
Keza Hidaye'de şöyle
deniyor: "Yüzünü açması fitne olmasına rağmen kadın ihramlıyken yüzünü
Örtmez."[648]
el-İnaye adıyla
Hidaye'ye yazdığı şerhte Baburti (ö. h. 786) şöyle diyor: "Umumi belva
sebebiyle sözü, şu anlama gelir: Kadın bir takım şeyleri eliyle alıp verecek,
özellikle mahkeme, şahidlik vb. durumlarda yüzünü açmak zo-runda kalacaktır.
Hasan Ebu Hanefe'den (ö. h. 150) rivayet edilmiştir: Ayak, avret değildir...
Çünkü yayan ya da nalın ile yürürken ayak ister istemez görünür."[649]
Kemal b. Hümam (ö. h.
179) Muvatta 'da şöyle diyor: "İmama sormuşlar, kadın mahremi olmayan
(yabancı) erkeklerle veya kölesiyle yemek yiyebilir mi? diye. "Bunda bir
sakınca yoktur demiş": [650]Tabii
bu, Örfle kadınla erkeğin beraber yemesi normal karşılanıyorsa bu hükmü alır.
(Yani toplumda geçerli olan bir uygulama olması halinde) Devamla şöyle
demiştir: Kocası olduğu halde ya da kocası yokken yabancılarla yemek
yiyebilir."[651]
Muvatta şerhi
Münteka'nın sahibi Ebu'l-Velid el-Baci (ö. h. 494) şöyle diyor: "Kadın
kocası varken de yokken de mahremi olmayanlarla yemek yiyebilir" sözü,
erkeğin kadının yüzüne ve ellerine bakmasının mubah olmasını gerekli
kılmaktadır. Zira yemek yerken bu uzuvların görünmesi kaçınılmaz olur. Bu
konuda ihtilaf edilmiş olmakla birlikte Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Kendiliğinden görüneni müstesna zinetlerini açığa vurmasınlar."
Abdullah b. Mes'ud demiştir ki: Zinet iki türlüdür, biri zahiri zinettir ki
elbisedir... Said b. Cübeyr Abdullah b. Abbas'tan "Kendiliğinden
görünen" kısmın yüz ve eller olduğu görüşünü aktarmıştır. Ata da aynı
görüştedir. İbn Bukeyr bu gölüsün İmam Melik'e ait olduğunu söylemiştir."[652]
et-Tac ve'1-îklil
sahibi Ebu'l-Kasım el-Abderi diyor ki: "İmam Maük'in bu sözünden yabancı
erkeğin kadının ellerine ve yüzüne bakabileceği sonucu çıkmaktadır. Çünkü
başka türlü yemek yemenin imkânı yoktur."[653]
Keza Muvatta'da şöyle
diyor: "Malik ilim ehlinin şöyle dediğini işit-miştir: Bir kadın ölür de
onu yıkayacak bir kadın bulunamazsa, erkek mahremi de yoksa kocası yıkar.
Kocası da yoksa, elleri ve yüzü meshedilerek toprakla teyemmüm
ettirilir."[654]
İbn Rüşd (ö. h. 595)
Bidâyetü'l-Müctehid'te şöyle der: "Her iki sınıf (kadın ve erkek)
birbirlerinin teyemmüm uzuvlarına bakabilir. Bu yüzden Malik, yabancı bir
erkeğin herhangi bir kadına (tabii bu ölümü halinde) teyemmüm ettirebileceğini
ve sadece ellerini ve yüzünü -bu iki uzuv avret olmadığı için-
meshedebileceğini belirtmiştir."[655]
el-Müdevvenetü'1-Kübra'da
şu kayıt yer alır: "Kadın, saçı, göğsü, ayaklarının üstü ya da bilezik
yerleri göründüğü halde namaz kılmış ise, vakit çıkmamışsa iade
etmelidir."[656]
İmam Malik'in, yüzü
açıldığında namazın iadesi lazım gelen uzuvlar arasmda saymaması, yüzü açmanın
caiz olduğuna ve yüzün avret sayılmadı-ğına delalet eder.
Muvatta şerhi
Münteka'da şöyle denir: "Hür kadının elleri ve yüzü hariç tüm bedeni
avrettir... Arkadaşlarımız bu hükmü şu âyet-i kerimeden çıkarmıştır:
"Kendiliğinden görüneni müstesna zinetlerini açığa vurmasınlar."
Kendiliğinden görünen iki el ile yüzdür. Müfessirlerin büyük çoğunluğu bunu
böyle yorumlamıştır. Kadın yüzünün -aynen erkek gibi- avret olmayıp a-çılması
gerektiğine delalet eden bir hüküm de onun ihramda yüzünü kapatmasının yasak
oluşudur."[657]
İbn Abdilberr (ö. h.
463) Kafı'de şöyle diyor: "Namazda elleri ve yüzü [658]dışında
hiçbir yerini açmaması, kadının tüm vücudunun -bu iki uzuv hariç-avret olduğuna
delildir."[659]
"Kadının bütün vücudu avrettir ve el ve yüz hariç bu konuda icma
edilmiştir."[660]
"Aişe'nin (r.a.) itikafta olmadığının delilidir. Şayet el avret olsaydı,
itikafta bulunan Rasulullah'a (s.a.v.) saçını taraması ellerin avret
olmadığının delilidir. Şayet el avret olsaydı, itikafta bulunan Rasulullah'a
(s.a.v.) dokunmazdı. Keza kadının ihramlıyken eldiven takması yasaklanmıştır.
Elleri ve yüzü hariç tüm bedenini örtmesi emredilmiştir. Namazda ellerini ve
yüzünü açması emredilmiştir. Tüm bunlar ellerle yüzün avret olmadığının
delilidir. Bizce bu konuda söylenenlerin en doğrusu budur."[661]
Biz de deriz ki: İmam
Malik'in kadının avreti konusundaki görüşünün özel bir önemi vardır. Çünkü İmam
Malik, görüşlerini sahih sünnete dayandırdığı gibi, bunun yanında Medine
halkının uygulamasına da dikkat etmektedir, medine halkının uygulamasının
delil olup olmayacağı konusunda İbn Rüşd şunları söyler:
"Bana göre
uygulamanın şer'i delil sayılması, Ebu Hanife'nin umumu belva gerekçesine
benzemektedir.
Ve selefi izleyen
hayırlı bir hedef olarak sünetleri titizlikle uygulayan Medine halkının ameli
(uygulaması), Ebu Hanife'nin ortaya koyduğu "umumu belva" delilinden
daha kuvvetlidir. Çünkü Medine halkı, örnek alınmaya daha layıktır. Amel
(uygulama) nakille birlikte gelir ve mutabık olursa zann-ı galip ifade eder.
Yok uyuşmazsa zayıf bir zan ifade eder. Ancak amele ilişkin haberler, sabit
ahad rivayetlere aykırı olacak olursa bakılır:[662]
îbn Teymiyye diyor ki:
"Herhangi bir meselede iki delil -mesela iki hadis veya iki kıyas-
çatışacak ve hangisinin muraccah olduğu da bilinmeyecek, ancak biriyle Medine
halkı amel etmiş olursa bakılır: Malik ve Şafii'ye göre Medine halkının
ameliyle desteklenen görüş tercih edilir. Ebu Hani-fe'ye göre bu, bir tercih
sebebi olmaz. Ahmed'in arkadaşları bu konuda ikiye ayrılır. Bir kısmı -Kadı Ebu
Ya'la ve İbn Akil gibi- 'amel tercih sebibi olmaz1 derken, Ebu'l-Hattab ve
diğer bazı müctehidler de "tercih sebebi olur" demişlerdir. Ahmed'den
konuyla ilgili bu yönde bir görüş geldiği de söylenir. Şöyle demiştir: Medine
ehli bir hadis söyler ve bununla amel de ederse en kesin delil budur. Bu
uygulamaya göre fetva verilir."[663]
Şafii mezhebi:
Şafii (ö. h. 204)
el-Ümm'de şöyle diyor: "Gerek kadın, gerekse erkek avret yerlerini tamamen
kapatmadan namaz kılamaz. Necis olmamak şartıyla avret yeri neyle örtülürse
örtülsün caizdir. Erkeğin avreti göbeğiyle diz kapağı arası, kadının avreti de
elleri ve yüzü hariç bütün bedenidir. Kadın ya da erkek namazda avretini
kapatmazsa caiz olmaz. Kadın namazda sadece ellerini ve yüzünü açar."[664]
Şirazi (ö. h. 476)
Mühezzeb'de şöyle diyor: "Kendiliğinden görüneni müstesna zinetlerini
açığa vurmasınar" âyeti gereğince eller ve yüz hariç kadının bütün bedeni
avrettir. İbn Abbas; kendiliğinden görüneni eller ve yüz olarak tefsir
etmiştir. Nitekim Allah Rasulü (s.a.v.), ihramlı kadının eldiven ve peçe
takmasını yasaklamşıtır. El ve yüz avret olsaydı örtülmelerini elbette
yasaklamazdı. Kaldı ki alış-veriş gibi ihtiyaçlar yüzün açık olmasını zorunlu
kılarken bir şeyler alıp vermek içinde ellerin görünmesi kaçınılmaz
olur."[665]
Bir başka yerinde
şöyle diyor: "Nikahlamak istediği kadının ellerine ve yüzüne bakabilir. Başka
yerlerine bakamaz, çünkü avrettir."[666]
Nevevi (ö. h. 676)
Mecmu'da şöyle der: "Hür kadının avreti, elleri ve yüzü dışında bütün
bedenidir."[667]
Hanbeli mezhebi:
Hiraki (ö. h. 344)
Muhtasar'mda şöyle diyor: "Hür kadının namazda yüzü dışında bir yeri
açılacak olursa namazı, iade etmesi gerekir."[668]
Kelvezani (ö. h. 510)
Hidaye'de şöyle der: Hür kadının avreti, yüzü hariç tüm bedenidir. Ellerin
avret olup olmadığı konusunda iki görüş vardır..."[669]
İbn Hubeyre (ö. h.
560) el-İfsah'ta şöyle diyor: Avretin sınırlan babı... Ahmed, iki rivayetinden
birinde diyor ki: Elleri ve yü^ü hariç tüm benedi avrettir... Diğer rivayette
ise şöyle diyor: Yüzü hariç tüm bedeni avrettir... Meşhur olan bu görüş olup
Hiraki de bunu tercih etmiştir."[670]
İbn Kademe'nin (ö. h.
620) Muğni'sinde şu kayıtlar yer alır:[671]
"Kadının namazda
yüzünü açabileceği hususunda hiçbir mezhep ithitaf etmemiştir. Ancak, elleri ve
yüzü dışında hiç bir yerini açamaz. Eller konusunda iki rivayet
vardır..."[672]
"(İhram
yasaklarından) kadının örtünmesi hariç tutulmuştur. Çünkü yüzü dışında kadın
baştan ayağa avrettir."[673]
"İlim ehli,
nişanlanacak kızın yüzüne bakmakta bir sakınca olmadığı hususunda ittifak
etmiştir. Çünkü yüz, avret değildir. Üstelik bütün güzelliklerin toplandığı ve
konuşurken bakılacak bir uzuvdur."[674]
İbn Kudame,
"Kadın hayız çağına ulaşınca -elleri ve yüzünü gösterere-şu ve şu hariç
hiçbir yerini göstermesi doğru olmaz" hadisini de aktararak "Ahmed
(ö, h. 241) bu hadisi delil kabul ederek bununla amel etmiştir" notunu
düşer.[675]
Mecdüddin İbn Teymiyye
(ö. h. 652) el-Muharrer fx'l-Fıkh adlı eserinde şöyle der: "Yüzü dışında
hür kadının tüm bedeni avrettir. Eller konusunda iki rivayet vardır."[676]
Zahiri mezhebi:
İbn Huzm (ü. h. 456)
Mukalla'da şöyle diyor: "Hür kadınlar hakkında Allah Teala şöyle buyurur:
"Kendiliğinden görüneni müstesna, zinetlerini a-çığa vurmasınlar."
Başörtülerini yakalarının üzerine koy(up boyunlarını ört)sünler. Süslerini
kimseye göstermesinler. Yalnız kocaları..." Bu âyette göğsün ve boynun
kapatılması emredildiği gibi, dolaylı olarak yüzü açmanın mubah olduğu da
belirtilmiştir. Başka türlü anlayamayız."[677]
İbn Hazm, İbn Abbas'ın
bayram namazıyla ilgili 'kadınları gördüm ha-bire Bilal'ın elbisesine
(mücevherlerini) atıyorlardı, elleri çekirge gibi gelip gidip duruyordu"
mealindeki bir hadisi aktardıktan sonra diyor ki; "İbn
Ab-bas,RasululIah'ın huzurunda kadınların ellerini görüyor. Demek ki kadının
elleri ve yüzü avret değil. Bu ikisi dışındaki tüm bxlenini örtmesi
farzdır."
Has'am kabilesine
mensup kadınla ilgili hadisi aktardıktan sonra da şu açıklamayı yapıyor:
"Şayet yüz avret olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) bütün halkın önünde onun bu
yanlışına göz yummayıp ikaz ederdi ve başörtüsünü yüzünden aşağıya sarkıtmasını
emredirdi. Yüzünün örtülü olabileceği ihtimali son derece zayıftır. Çünkü
böyle olsa İbn Abbas'ın onun güzel mi yoksa çirkin mi olduğunu anlayabilmesi
mümkün olmazdı."[678]
2. Fukahanın
mezhep imamlarından aktardığı görüşler:
İbn Abdilberr
Temhid'de şöyle diyor: "Malik, Ebu Hanife, Şafii, bunların arkadaşları,
Evzai ve Ebu Sevr şu görüşü paylaşmıştır: Kadının, elleri ve yüzü hariç tüm
bedenini kapatması gerekir. Ulema, kadının namazı elleri ve yüzü açık olarak
kalması gerektiği ve peçeyle namaz küamayacağı hususunda ittifak etmiştir.
Eldiven giymesi de gerekmez. Çünkü el, avret değildir."[679]
Beğavi (ö. h. 516)
Şerhu's-Sünne'de şöyle diyor: "Hür kadının namazda bileklere kadar elleri
ve yüzü dışında tüm bedenini kapatması gerekir. Bu görüş İbn Abbas'tan rivayet
edilmiş olup Evzai ve Şafii de aynı görüştedir."[680]
Keza Beğavi şu kayıtlara
yer veriyor: "Nişanlanacak kıza bakma babı... îlim ehli bu konuda şu
kanaate varmıştır: Bir adam nikahlamak istediği kadına bakabilir. Bu görüş
Sevri, Şafii, Ahmed ve İshak'a aittir. Kadının izin verip vermemesi durumu
değiştirmez. Ancak sadece ellerine ve yüzüne bakabilir. Kadın çıplakken ya da
herhangi bir avret yeri açıkken bakması caiz değildir. Evzai ise, sadece yüzüne
bakabilir, başka hiçbir yerine baka-maz, diyor."[681]
İbn Rüşd
Bidâyetü'l-Müctehid'de şöyle diyor:"... Kadının avreti: Ulemanın çoğunluğu,
elleri ve yüzü hariç kadının tüm bedeninin avret olduğu görüşünde
birleşmektedir. Ebu Hanife, ayaklannın da avret olmadığı görüşünde. Ebu Bekir
t. Abdurrahman ve Ahmed (b. Hanbel) kadının tepeden tırnağa avret olduğu
görüşünde."[682]
İbn Kudame Muğni'de
şöyle diyor: "Ebu Hanife diyor ki: İki ayak, avret değildir. Çünkü, yüz
gibi ayaklar da çoğu zaman kendiliğinden görünür... Malik, Evzai ve Şafii ise
şu görüşü paylaşıyor: Elleri ve yüzü hariç, kadının tüm bedeni avrettir."[683]
3. Diğer
bazı fukahanın görüşleri;
İbn Battal (ö. h. 449)
şöyle diyor: "Has'am kabilesine mensup kadınla ilgili hadiste, fitne
korkusu sebebiyle gözü sakınmak emredilmektedir... Keza bu hadis, Peygamber
hanımları için bağlayıcı olan hicab emrinin sair mü'min hanımları kapsamadığına
da delil teşkil etmektedir. Çünkü, bu emir tüm mü'min kadınları
ilgilendirseydi, Allah Rasulü (s.a.v.) elbette o kadına yüzünü örtmesini
emredecek ve Fadl'ın yüzünü çevirme ihtiyacını da hissetmeyecekti. Bu hadis
kadının yüzünü örtmesinin farz olmadığına da delildir. 'Mü'min erkeklere söyle,
bakışlarını kıssınlar (gözlerini kaçırsınlar)1 âyeti yüzün dışında kalan
bedenle ilgilidir."[684]
Mütevelli (ö. h. 478)
şu görüştedir: "... (Yabancı) kadın, çok güzel olur da fitne konusu
olmasından korkulursa selam vermesi de alması da doğru olmaz. Biri vermişse
karşı tarafın bu selamı alması mekruhtur. Ancak fitne konusu olmaktan uzak bir
acuzeye selam vermek ya da onun verdiği selamı almak caizdir."[685]
Hafız İbn Hacer, Şafii
olan Mütevelli'nin bu görüşüne şu açıklamayı ekler: "Bu görüşle
Malikiler(in genç-ihtiyar ayrımı) arasındaki fark, gencin güzel olup olmaması
noktasındadır. Salt genç, olmanın ötesinde asıl fitneye sebep olan
güzelliktir."
Ben diyorum ki, genç
mi, ihtiyar mı; güzel mi, çirkin mi olduğunu, yüzü açık değilse nasıl
bilebiliriz?
Beğavi şunları
söylüyor: "Kadın hür ve yabancı ise erkeğe karşı tüm bedeni avret
hükmündedir. O erkeğin -bileklere kadar elleri ve yüzü hariç kadının hiçbir
yerine bakması caiz değildir. Nitekim Allah azze ve celle şöyle buyurur:
"Kendiliğinden görüneni müstesna, zinetlerini açığa vurmasınlar." Bu
âyetin tefsiri, eller ve yüz olarak yapılmıştır. Ancak "Mü'min erkeklere
söyle bakışlarını sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar" âyeti gereğince fitne
korkusu sözkonusu olduğunda bir erkeğin yabancı bir kadının ellerine ve yüzüne
bakması da doğru olmayıp gözlerini kaçırıp (dikkatini dağıtması) gerekir."[686]
İyaz (ö. h. 544) şöyle
diyor: "Elleri ve yüzü kapatmak, Peygamber hanımlarına has bir
durumdur... Bir zaruret olmadıkça onların -elleri ve yüzleri kapalı da olsa-
dışarı çıkmaları caiz değildir."[687]
Keza İyaz şöyle diyor: "Hi-cab farzı kendilerine mahsus olan Peygamber
hanımlarına, ellerin ve yüzün kapatılması da farzdır. Şahitlik vb. durumlar da
bile yüzlerini açması caiz değildir."[688]
İbn Rüşd şöyle diyor:
"Bilcümle fukahaya göre, kocası öldüğü için id-det bekleyen kadının -zinet
özelliği olmayan şeyler dışındaki- takı, sürme vb. erkeğin dikkatini çekecek
süsler ile -siyah hariç- parlak renkli ve nakışlı elbiseler kullanması
yasaktır... Fukahanın bu tür iddet bekleyen kadınların kaçınması gerektiği
hususlarla ilgili görüşleri bu noktada temerküz etmekte olup birbirine çok
yakındır. Hepsinde vurgulanan gaye, erkeği tahrik edici olmamasıdır... Zaten
iddetin manası ve işlevi, yas tutan, ya da iddet bekleyen kadının erkeklere
görünmemesi (ve onları tahrik etmesi), aynı zamanda kendisinin de erkeklere
(şehvet duygusuyla) bakmamasıdır. Bu da nesil emniyetinin muhafazası için
başvuruluna bir sedd-i zerai (yasağa set çekme, harama giden yolu kapama) yöntemidir,.."[689]
Ben de derim ki; iddet
bekleyen kadının elleri ve yüzü açık olmazsa, sürme, kına ve takı gibi
zinetlerinin görünmesinden ve bunun mahzurlu olmasından nasıl söz edilebilir?
İbn Dakiki (ö. h. 702)
diyor ki: "Bazıları 'Allah'ın kadın kullan Allah'ın mescidlerinden
alıkoymayınız' hadisini tahsis ederek, ün salmış güzel kadınları istisna
etmiş, onların mescide gitmesini sakıncalı görmüştür."[690]
Peki ama, yüzü açık
olmadan güzel olup olmadığı nasıl bilinebilir?
En muteber
eserlerinden dört mezhebin, diğer mezhep imamlarının ve değerli bir çok alimin
görüşlerini uzun uzadıya aktardıktan sonra şu sonuca varıyoruz: Bütün
mezheplerin temel kaynaklarında yer aldığı üzere yüz
avret değildir:
Hanefi Fıkhında,
Mebsut, Hidaye ve Fethu'l-Kadir.
Maliki Fıkhında,
Muvatta, el-Müdevvenetü'1-Kübra, en-Münteka, Şerhu'l-Muvatta, Temhid ve Kafi,
Şafii Fıkhında,
Kitabu'1-Umm, Mühezzeb ve Mecmu'.
Hanbeli Fıkhında;
Muhtasaru'l-Hiraki, Hidaye, El-İfsah an-Menai's-
Sıhah, Muğni,
el-Muharrir fi'l-Fıkh.
Zahiri Fıkhında; Kitabu'l-Muhalla
Yüzün avret olmadığı
hususunda müîekaddimin fukahanın ittifakı
Dört mezhep imamı
-hatta bunların dışındaki imamlar- kadının yüzünün avret olmadığı hususunda
ittifak etmiştir. Bu konuda mezheplerin delillerini ana kaynaklarından uzun
uzun aktardık. Bu ittifak, fıkıh alimleri arasında olduğu kadar, hadis ve
tefsir alimleri arasında da vukubulmuştur. Bu ittifak o derece yüksek bir
kuvvet kazandı ki, bazı alimler bu ittifakı 'icma' diye isimlendirmiştir.
Tefsir imamları:
İmam Taberi (ö. h.
310) şöyle diyor: "Allah'ın 'kendiliğinden görüneni müstesna, zinetlerini
açığa vurmasınlar1 âyetinin tefsiri zımmında söylenenlerin en doğrusu 'yüz ve
eller'dir... Bu görüşe, herkesin namazda avretini Örtmesi gerektiği konusundaki
icmaı yorumlayarak vardım. Kadın namazda ellerini ve yüzünü açar, bu ikisi
dışındaki tüm bedenini kapatır... Madem ki bu konuda icma vardır, aynen
erkeklerde olduğu gibi avret olmayan yerleri göstermekte bir sakınca yok
demektir. Avret olmayan yeri açmak haram değildir. "[691]
Hadis imamları:
İbn Battal* şöyle
diyor: "Yabancılar görse bile kadının namazda yüzünü açması gerektiği
hususunda icma edildiğine göre demek ki kadının yüzünü örtmesi farz
değildir."[692]
Hanefî imamları:
Serahsî şöyle diyor:
"Avret olmakla beraber, ihramlı kadının yüzünü kapatamayacağı icma ile
sabittir. Namaz bölümünde de belirttiğimiz üzere kadın ibadetlerini yüzü açık
olarak yapar."[693]
Maliki mezhebi
imamları:
İbn Abdilberr şöyle
diyor: "Elleri ve yüzü hariç, kadının tüm bedeninin avret olduğu hususunda
icma vardır...[694]Keza
kadının namazda ve ihramda yüzünü açması gerektiği konusunda da icma
edilmiştir."[695]
Kadı İyaz şu görüşte:
"Yüzü örtmenin sadece Peygamber hanımlarına mahsus olduğu hususunda
ihtilaf yoktur. [696]
Diğer hanımlar için yüzü Örtmenin mendup olup olmadığı konusunda ihtilaf
edilmiştir."[697]
Şafii imamları:
Kaffal şöyle diyor:
"Ellerin ve yüzün görünmesinin zaruri olduğu; dolayısıyla bunların avret
olmadığı konusunda ittifak edilmiştir. Ancak ayağın görünmesi zaruri olmayıp
bunun avret olup olmadığı tartışılmıştır. "[698]
Nevevi bu konudaki
görüşleri şöyle özetiliyor: "Bizim mezhebimizde meşhur olan görüş, elleri
ve yüzü hariç kadının tüm bedeninin avret olduğudur. Malik bir rivayete göre
Ahmed ve diğer bazıları da bu görüştedir. (Evzai ye^Ebu Sevr gibi) Ebu Hanife, sevri
ve Müzeni, ayakların da olmadığı söylenmiştir. Ahmed ise, sadec yüzü hariç tüm
bedeninin avret olduğunu söylemiştir."[699]
Böylece Nevevi, dört
mezhep imamını ve bunların yanında Evzai, Ebu Sevr, Sevri ve Müzeni'yi de
zikrederek konu üzerindeki ittifakı vurgulamış olmaktadır.
Hanbeli imamları:
İbn Hubeyre şöyle
diyor: "Ebu Hanife, elleri, yüzü ve ayakları hariç tüm bedeni avrettir,
demiştir. Maliki ve Şafii, elleri ve yüzü hariç tüm bedeninin avret olduğunu
söylemiştir. Ahmed ise, rivayetlerden birine göre elleri ve yüzü hariç;
diğerine göre de sadece yüzü hariç tüm bedeninin avret olduğu görüşündedir ki
onun meşhur olan görüşü de budur."[700]
İbn Hubeyre de avretin
sınırlan konusunda mezhep imamlarının ortaya koymuş olduğu ittifakı beyan
etmiştir.
İbn Kudame ise şöyle
diyor: "İlim erbabı arasında, (nişanlanacak) kadının yüzüne bakmanın
mubah olduğunda ihtilaf yoktur."[701] Ve
ekliyor: "Ulemanın ekserisi kadının namazdayken yüzünü açması gerektiği
konusunda icma etmiştir."
İbn Kudame'nin de
ifade ettiği gibi, Ebu Hanife, Malik, Evzai, Şafii ve Ahmed, eller ve yüz hariç
kadının tüm bedeninin avret olduğu kanaatinde-dirler.[702]
Genellikle imamlar,
isabet etmesi de hatalı olması da muhtemel ictiha-di görüşlerle böylesi umumu
ilgilendiren konularda ittifak etmemekle beraber yukarıda görüldüğü gibi
kadının avreti konusundaki bu ittifak, i marnların sağlam bir delile ve kesin
bir rivayete dayandıkları ihtimalini kuvvetlendirmektedir. İmamların bu
ittifakı Allah'ın ümmete bir nimetidir.[703]
Mütekaddimin ulemanın
bu gibi ittifakları hakkında İbn'l-Kayyım, Î'lamu'l-Muvakkiin'de şöyle diyor:
"Makbul görüşlerin üçüncüsü de, imamların uyuşup haleflerinin de onları
takip ettiği konulardır. İmamların ittifak ettiği husus mutlaka doğrudur."[704]
İbn Teymiyye ittifakı
benimsiyor, ancak diyor ki: "Namazda elleri ve yüzü örtmek, müslümanların
ittifakıyla vacip değildir..."[705]
Yüzü örtmek
"müslümanların ittifakıyla" vacip değilse açmakta bir beis yok
demektir. Bu, mütekaddimin ulemanın görüşlerine de uygun olup bu konuda icma
olduğunu belirtmişlerdir. Ne var ki İmam İbn Teymiyye yüzü açmanın sadece
namazda caiz oduğu görüşündedir. Bu görüş -ki ileride teferruatıyla ele
alınacaktır- Özetle şudur: Fukahanın eller ve yüzü kapsayan istisnası sadece
namazda sözkonusudur. Bu istisna namazın dışında taşıp da yabancı erkekler
önünde yüzün açılmasına izin vermez. Biz, -ileriki sayfalarda göreceğiniz
üzere- bu iddianın isabetsiz olduğunu isbat ettik, tefsir, hadis ve fıkıh
imamlarından aktardığımız görüşler, avretin tek olduğu ve namazda açılması caiz
olan uzvun namaz dışında da caiz olduğu noktasında birleşmektedir. Buradan şu
sonuca varabiliriz: İbn Teymiyye yüzün açılabileceği konusunda imamların
ittifak halinde olduğunu kabul etmekte, ancak, bunun sadece namazla sınırlı
olduğunu idia etmektedir. Kanaatimce bu, fukahanın ittifakına zarar vermeyecak
şaz bir görüştür.
Şaz bir görüş
mütekaddimin fukahanın ittifakını bozar mı? Değerli okuyucular için -Hanbeli
mezhebi de dahil- değişik mezheplere mensup görüşlerini ve mütekaddimin
fukahanın yüzün avret olmadığı hususundaki ittifakını, hatta icmaını
nakletmiştik. Ancak, bütün bunlarla birlikte, kadının tepeden tırnağa kadar
avret olduğunu söyleyenlerin de -şaz da olsa- çıktığını da unutmamak gerekir.
Bu şaz görüşe değinen fakihler de olmuştur:
İbn Abdilber şöyle
diyor: "Ebu Bekr b. Abdurrahman b. Haris demiştir ki; kadının tırnağına
varana kadar her tarafı avrettir."[706]
Ebu'l-Velid el-Baci
şöyle der: "Bazıları, kadının, vücudunun tamamım kapatması gerektiğin
isöylemiştir."[707]
İbn Rüşd şu kayda yer
veriyor: "Ebu Bekr b. Abdurrahman ve Ahmed kadının bütünüyle avret olduğu
görüşündedir."[708]
ibn Kudame şöyle
diyor: "Bazı arkadaşlanmız, 'kadın bütünüyle avrettir. Çünkü Rasulullah
(s.a.v.) 'kadın avrettir' dediği rivayet edilmiştir1 de-mektedir. Ebu Beki- b.
Haris de bu görüştedir. Şöyle diyor: Tü-nağına varana kadar kadını nbütün
vücudu avrettir."[709]
Nevevi ise şöyle
diyor: "Maverdi ve Mütevelli, Ebu Bekr b. Abdurrahman et-Tabii'nden,
kadının bütün bedeninin avret olduğunu rivayet etmiş-tir.[710]
Bu görüşleri aktardıktan
sonra şu açıklamaları yapmak istiyoruz:
1. Kadının
bütünüyle avret olduğun söyleyenlerin hepsi, bu görüşü Ebu Bekr b.
Abdurrahman'a dayandırmaktadır. Sadece Ebu'l-Velid el-Baci isim vermeden
"bazıları böyle demektedir" lafzıyla bahsetmektedir.
2. Kadı İbn
Rüşd Ahmed b. Hanbel'in görüşünü Ebu Bekr b. Abdurrahman'a dayandırmaktadır.
Sanınz İbn Rüşd'ün ve diğer bazı alimlerin bu görüşü İmam Ahmed'e izafe
etmelerinde bir iltibas (karışıklık) vardır... Biraz sonra bu karışıklığı
"Hanbeli fukahasının önceki fakihlerin ittifakına aykırı görüşü"
başlığı altında müstakilken ele alıp açıklığa kavuşturmaya çalışacağız.
Görüşlerini
aktardığımız fakihler, 'tırnağına varana kadar kadının bütünüyle avret olduğu'
görüşünün şaz olduğunu ifade etmiştir.
Ebu'l-Velid el-Baci,
'bazıları diyor ki' şeklinde bir tabir kullanarak bu görüşün zayıflığına ve şaz
olduğuna işaret ediyor ve görüş sahibini açıklamaya gerek görmüyor.
Nevevi; elleri ve yüzü
hariç hür kadının bütün bedeninin avret olduğiî görüşünü paylaşan fakihleri sayarken
"dört mezhep imamına ek olarak Ev-zai, Ebu Sevr, Sevri ve Müzeni"
derken peşinden şu ilaveyi yapıyor: Maverdi ve Mütevelli Ebu Bekr b.
Abdurrahman et-Tabii'nden kadının bütün bedeninin avret olduğunu hikaye
etmiştir."
İbn Kudame de Hanbeli
mezhebinin, kadının yüzünü namazda açması gerektiği konusunda hem fikir
olduğunu belirterek, elleri ve yüzü hariç tüm bedeninin avret olduğu görüşünde
olanları "Malik, Şafii, Ebu Hanife ve Ev-zai" şeklinde saydıktan
sonra şu ilaveyi yapıyor: "Bazı arkadaşlarımız da kadının bütünüyle avret
olduğunu söylemiştir... Bu görüş Ebu Bekir b. Haris'e aittir."
İbn Abdilber bu
görüşün şaz olduğunu açıkça beyan ediyor: "Ebu Bekr b. Abdurrahman b.
Haris'in bu görüşü ilim erbabının görüşlerinden çok uzak kalmaktadır."
4. İbn Kudame,
bazı arkadaşlarının "kadının bütünüyle avret olduğu görüsünü
savunduğunu" belirtirken sonra şöyle diyor: "Ne var ki elleri ve yüzü
kapatmak meşakkatli oîduğu için açılmalarına ruhsat vermiştir." Yani,
kadını bütünüyle avret sayarken, meşakkat gerekçesiyle elleri ve yüzü açmayı
caiz gömlektedir. Hanefilerin şu görüşü buna çok yakındır: "Elleri ve yüzü
hariç kadının bütün bedeni avrettir. Çünkü Allah Rasulü (s.a.v.) "Kadın
örtülü avrettir." buyurmuştur. Elle yüz, zarııreten açık olduğu için
istisna edilmiştir... Nitekim kadın bir takım işlerini yapmak için ellerini ve
yüzünü açık uıtmak zorundadır..."[711]
Binaenaleyh yüzü ve elleri açma meselesini he-lal-haram bağlamında değil de
mutlak mübah-ruhsat bağlamında ele almak gerekir.
Mütekaddimin fukahanın
ittifakı karşısında hanbeli fukahasnun tutumu
Hanbeli mezhebi
hakkında:
Hanbeli mezhebini
biraz daha yakından tanımak için üç kaynaktan bir takım alıntılar yapacağız:
Birincisi, İbn Bedran'ın (ö. h. 1346) "eJ-Medhal ila Mezhebi'l-İmam Ahmed
b. Hanbeî'i, ikincisi, Merdavi'nin (ö. h. 885) "el-İn-saf fi
Ma'rifeti'r-Racihi mine'l-Hilaf adlı eseri. Üçüncüsü, MuhammedRe-sid Rızanın
(v. h. 1354) "Mesailu'I-İmam Ahmed li-Ebi Davud" adlı çalışın ası.
1.
Medhal'den:
İmam Ahmed mezhebini
kendisi tedvin etmemiştir.
"İmam Ahmed
-Allah ondan razı olsun- teferruatta ve şahsi görüşle ilgili kitap yazmayı
mekruh görürdü. Bunun da sebebi, nakle iltifat etmesi ve insanların kalbine
sünnete sarılma sevgisi yerleştirmek istemesiydi... Görüşlerinin ve
fetvalarının yazılmasını da hoş karşılamazdı. Sözlerinin yazılmasını
yasaklamıştı. Bir fıkıh kitabı da yazmış değildir. Sadece, arkasında namaz
kıldığı bir imamın fahiş hatalarını düzeltmek için kaleme aldığı bir mektup
vardır. Bu risale yakınlarda yayınlanmıştır. Allah onun bu hüsnü niyetini
mükâfatlandırsın. Arkadaşların onun görüşlerini ve fetvalarını otuzu aşkın
ciltlerde toplamıştır."[712]
Arkadaşlarının ve
öğrencilerinin onun fetvalarını ve rivayetlerini derlemek için sarfettiği
çabalar:
... Ahmed b. Muhammed
b. Harun Ebu Bekr el-İtilal geldi, bütün gayretini Ahmed b. Hanbel'in ilmini
derlemeye, onun rivayetlerini kaydetmeye hasretti. Bu maksatla bir çok şehirler
gezdi, Ahmed'in arkadaşlarıyla buluştu. Ondan rivayet edilen şeyleri
senetleriyle birlikte kaydetti. Bunu yaparken onun metodunu izledi. Böylece
bir kaç eser vücuda getirdi. Bunların en Önemlisi, yaklaşık ikiyüz ciltten
oluşan "Kitabu'1-Cabi" adlı eseridir. Ahmed'in arkadaşl arın dan hiç
biri bu konuda ona yetişmemiştir. Hicri 313 yılında vefat etmiştir."
Hanbeli fakihlerin
mezhebi derlemek ve rivayetler arasında tercih yapmak için gösterdiği
gayretler:
Ahmed^in mezhebine
girerek onun rivayetleri arasında tercih yapanların başlıcalan şunlardır: Ömer
b. Hüseyin b. Abdullah b. Ahmed Ebu'l Kasım el-Hiraki, meşhur Muhtasar'ı tekif
etmiştir. İbn Hamid'in talebesi Kadı Ebu Ya'la buna bir şerh yazmıştır.
Muvaffakuddin el-Mukaddesi, Muğni adlı eserini yazmıştır. Başkaları da bu
konuda eser vermiştir.
Hanbeli fakihleri bir
çok meselede ihtilaf etmiştir.
"Hiraki iki bin
üç yüz mesele ele almıştır. Ebu Bekr Abdulaziz Hira-ki'nin Muhtasarı'na şu notu
düşmüştür: 'Hiraki Muhtasar'ında atmış meselede bana muhalefet etmiştir.' Ne
var ki bunlan belirtmemiştir. Kadı Ebu'l-Hüseyn Muhtasar'ı incelediğini
(katılmadığı) doksan sekiz mesele olduğunu belirtmiştir. Hiraki h. 334 yılında
Dımaşk'ta (Şam) vefat etmiştir."[713]
Hanbeli fukahasının
İmam Ahmed'den gelen rivayetleri tercih ederken izlediği metodların farklılığı:
"Müntesipleri
Ahmed'in mezhebi sözlerinden, davranışlarından, cevaplarından vs. çıkararak
oluşturmuştur. Bir konuda İmam'dan gelen iki ıi-vAyetle karşı karşıya
kaldıklarında, usul çerçevesinde bu iki görüşü tem etmeye/uzlaştırmaya
çalışırlar; umum-husus, mutlak-mukayyed ilişkisi vs. bulabilirlerse her iki
görüşü, de onun mezhebi kabul ederlerdi. Bu mümkün olmaz ise iki görüşten
hangisinin önce, hangisinin sonra olduğunu araştırırlardı. Bunun tesbit
edilmesi halinde bile bir gurup ikinci görüşün onun mezhebi olduğunu iddia
ederken, bir başka gurubun ikincisinin de birincisinin de onun mezhebi olduğunu
savunduğu olmuştur. Daha az bir gurup ise sora-dan değiştirse bile ilk görüşünü
onun mezhebi olarak kabul etmişlerdir."
"Bütün
arkadaşları İmam Ahmed'in 'uygun olmaz' vb. sözlerinin haram mı, yoksa mekruh
mu ifade ettiği konusunda ihtilaf etmişlerdir. İmam'ın 'bu daha hoşuma gidiyor'
şeklindeki sözlerini çoğunluk arkadaşları mendup olarak değerlendiriyor. Ancak
bunun vücup (farz) ifade ettiğini söyleyenler de vardır."
"Şeyhülislam'ın
pederi Şeyh Abdiilhalim b. Teymiyye Müsveddetü'l-Usul'de şöyle diyor: İmama bir
mesele yöneltilince, ya mubah ya da haram olduğunu beyan ederdi. Peşinden bir
başka mesele sorulunca da 'bu daha hafiftir' ya da 'bu daha ağırdır' şeklinde
sözler sarfederdi. Bu sözler, böyle meselelerin hükümlerinin eşit olduğunu mu,
yoksa farklı olduğunu mu ifade eder? Arkadaşları bu konuda da ihtilaf
etmişlerdir. Hilal'in oğlu Ebu Bekir hüküm açısından iki meselenin eşit
olduğunu ifade ettiği görüşünü savunurken; Ebu Abdillah b. Hamid, hükümde
farklı olduklarını ifade ettiğini belirtmektedir."[714]
2.
el-Insaffi Ma'rifeti'r-Racihi mine'l-Hilaf tan:
"Şeyhülislam
Muvaffakuddin Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudame
el-Makdisi'nin fıkıh alanında telif etmiş olduğu 'el-Mukni' adlı eser, en çaplı
ve en faydalı kitaplardan biridir. Ne var ki -Allah ona rahmet etsin- bazı
meselelerdeki İhtilafları aktarıp bırakmış, tercih yapmamıştır. Dolayısıyla
okuyucu sahihi zayıftan ayırdetmekte zorlanmaktaydı. Ben, Allah'ın yardımıyla
sahih olanı, meşhur olanı, uygulanmış olanı ve mezhep müctehidlerinin
tercihlerini belirtmek için işe koyuldum..[715]
Tercih erbabı da ihtilaf etmişse, genellikle musannif İbn Kudame'ye sonra
Mecd'e, sarihe ve el-Fürus sahibine itibar
3.
ReşidRızanın "Mesailıt'l-Imam Ahmed kitabına yazdığı tanıtımdan:
"İmam Ahmed'in
bütün derdi, sahabenin, tabiinin ve selef-i salihinin nurlu yolundan, hadis
rivayetine ve rical tenkidine gereken önemi vermek idi. (...) Görüşleri
derlenip toparlanmış, insanların intisab ettiği bir fıkhi mezhebin sahibi
olmayı istemiyordu. Zira o, hiç kimsenin, ne kendisini ne de bir başkasını
şahsi anlayış ve göriişünüde taklid etmesini mubah görmüyordu. Aksine o,
insanları sünnete ittiba edip bid'attan kaçınmaya davet ediyordu... Bu
sebeple, hadis, eser ve sünnet kitapları derlemiş, namazın şartlarıyla ve
bid'at karıştırmanın yanlışlığıyla ilgili bir risale yazmıştır; ama, fıkıhla
ilgili hiçbir eser vermemiştir. Soru soranlara cevap veriyordu. Ancak, fıkıh
konusunda ne kendisinden, ne de başkasından hadis dışında bir görüş nakledilmesini
hiç sevmez, bidat konusunda çok titiz davranırdı.[716]
Arkadaşlarından Abdülmelik b. Abdulhamid el-Meymuni er-Rakki şöyle diyor: Ebu
Abdillah'a (Ahmed'e) bir kaç mesele sordum. Cevaplarını kaydettiğimi görünce,
'Ebu'l-Hasen, sen ne yazıyorsun?' diyerek tepki göstermiş ve şu açıklamayı
yapmıştır: 'Onlar hadisleri ezberleyip yazıyorlardı... Bu tür meselelerin
kayda geçirildiğine hiç rastlamadım. Nihâyetinde bu bir görüştür. Yarın
değiştirip bir başka görüşü benimseyebilir... Görmüyor musun Süfyan ile Malik,
mesai! kitapları yazdılar da ne kadar çok hataya düştüler. Görüş bu, bugün
böyle düşünür, yarın bir başka şey düşünebilirsin. Bu da yanıltıcı
olur..."[717] (Meymuni'nin sözü burada
bitiyor.) Ne var ki İmam Ahmed, kendi anlayışının din gibi telakki edilip
takip edilmesinden sık sık sakındırırdı. İmam Müzeni'nin Muhtasar'ının başında
İmam Safı hakkında belirttiği üzere diğer İmamlar da bu gibi ihtarlarda
bulunmuşlardır. Müzeni Şafii'nin kendisinden taklid edilmesini yasakladığını,
bu meseleleri sadece ufuk açmak ve meseleleri anlamada kolaylık sağlamak
amacıyla derlediğini kaydediyor. Okuyucu bakar, en doğru bulduğu delille amel
eder. İmam Malik ölüm döşeğinde, halkın kendisinin terketmiş olduğu görüşüyle
amel ettiğini öğrenince ağlamıştır. "[718]
Hanbeli fakihlerinin,
görüşler arasında tercih yaparken, meseleye yeterince vakıf olamama ya da
sahih olanını farkedememe gibi sebeplerle nasıl ihtilafa düştüklerini gösteren
tipik bir örnek vermek istiyorum:
İbn Kudame şöyle
diyor: "Fukahanın ekseriyetine göre gerek nafile, gerekse farz namazlarda
kadının erkeklere imamlık yapması caiz değildir... Bazı arkadaşlarımız, arkada
durması şartıyla kadının erkeklere teravih kıldı-rabileceğini
söylemiştir."[719]
İbn Teymiyye ise şu
görüşte: "Ümmi erkeklerin namazını ihya etmek için (teravihlerde) kari
(kıraati ve ilmi olan) bir kadına imamlık yaptırmaları -Ahmed'den gelen ve
meşhur olan görüşe göre- caizdir."[720]
İbn Kudame, teravihte
kadının imamlık yapabileceğini savunan görüşü şaz olarak ve ekser fukahanın -ki
Ahmed de elbette bunların içinde olmalıdır- görüşüne aykırı olarak aktarırken,
İbn Teymiyye'nin bu görüşü nasıl Ah-med'in meşhur görüşüymüş gibi aktardığını
görüyorsunuz.
Bu açıklamalardan
sonra Hanbeli mezhebinde rivayetlerin bolluğunu ve bunun sebebiyet verdiği ihtilafların
çokluğunu daha iyi anladık sanırız. Bu sebepten çok titiz ve dikkatli davranmak
gerekmektedir. Allah rarmet etsin, İmam Ahmed, kesinlikle emin idi ki, bu gibi
ihtilaflar olacaktır. Bunun içindir ki, biraz önce aktardığımız sözleriyle,
şahsi görüşlerinin (taassupla) taklid edilmesinden şiddetle sakındırmıştır.
Allah, Malik'e ve
Şafii'ye de rahmet etsin -ki ikisi de Ahmed'den önce idi- şahsi anlayış ve
görüşlerinin din gibi algılanarak taklid edilmesini reddetmişler ve insanları
uyarmışlardır. Ölüm döşeğinde, halkın kendisinin ter-ketmiş olduğu görüşüyle
amel ettiğini öğrenen Malik ağlamıştır.
Yalnız burada bir
noktaya dikkat çekmek isterim:
Bir çok meselede İmam
Ahmed'den gelen rivayetlerin çokluğundan ve bunun sebebiyet verdiği
ihtilaflardan söz ederken, Hanbeli mezhebinin İslam fıkhı içindeki mümtaz
konumundan bihaber olduğumuz zannedilmesin. Üstad Muhammed Ebu Zehra bu konuda
şöyle diyor:
"Din ve ibadet
konularında sünnete yapışmak, dünya ve muamelat konularında, şer'i nasslarca
günah ve haram sayılıp sayılmadığına bakmak (Hanbeli mezhebinin temel
vasfıdır). Allah'ın helal kıldığı bir şeyi haram sayma yanlışına düşmemek için,
haram olduğu kesin bir delille sabit olma-dıkça'dünya ve muamelat işlerini
mubah ve muaf kabul etmektedir... İbn'l-Kayyim bu hakikati pek veciz ifade
eder: 'İbadetlerde aslolan, -bir emir varid olmadığı sürece -buttandır (batıl
olmasıdır), muamelat delil bulunmadıkça-mubah olmasıdır.' Yasaklayıcı bir emir
olmadığı sürece her tür muameleyi ve akdi mubah saymakla, Hanbeli mezhebi
insanların yaptığı akidler ve
koştuğu şartlar
konusunda en geniş manevra alanı tanıyan mezhep olmuştur. Bu vasfıyla esere,
sünnete dayalı bu mezhep, kıyasa ve görüşe dayalı mezheplerden daha geniş bir
görünüm arzetmektedir."[721]
Hanbeli mezhebinin mütekaddimin
fukahanın ittifakı karşısındaki tutumuna geçmeden önce, genel olarak
mezheplere bakış açımızı çok güzel ifade eden iki alıntı yapmak istiyorum:
"İbn Teymiyye
şöyle diyor: Gerek önceki, gerekse sonraki büyük i-mamlardan hiç kimse yoktur
ki, bazı hadisler ve sünnet (uygulaması) kendilerine ulaşmamış olsun... Ne var
ki bu durum onların değerini düşünmez."[722]
İbn'l-Kayyim ise şu
görüşte: "Allah'ın ve Rasulü'nün (s.a.v.) sözünün üstüne söz olmaz. Şu iki
husus son derece önemlidir: Birincisi, Allah için Rasulü, kitabı ve dini için
nasihat ve onu batıl sözlerden ve Rasulü vasıtasıyla gönderdiği hidâyetiyle
çelişen görüş ve düşüncelerden tenzih etmektir. İkincisi ise,İslam alimlerinin
kadrini kıymetini ve ilmi mertebelerini bilmektir. Ancak, şu kadar var ki,
onların fazileti, ilmi ve Allah için nasihat ediyor olması, bütün
söylediklerin in (peşinen) kabul edilmeleri gerektiği sonucunu doğurmaz. Keza,
sünnete muhalif bir hataları görüldü diye bütün söylediklerinin reddedilmesi
de gerekmez. Bu iki tavrın her ikisi de yanlış olup, doğrusu (ne ifrata ne de
tefrite kaçmadan) orta yolu tutmaktır. Altını çizdiğimiz bu iki önemli husus
birbiriyle çelişmez. Bir problem olduğu zannedili-yorsa, ya imamlar tanınmıyor
ve faziletleri bilinmiyordur; ya da Allah'ın Rasulü vasıtasıyla gönderdiği
şeriatın aslı anlaşılamamıştır. Ancak, ilim ve fazilet sahibi bir müctehid
imam, her hangi bir konuda yanılabilir. O bu konuda mazur görülür, hatta
ictihad ettiği için ecrini alır. Ne var ki yanıldığı meselede ona tâbi olunması
asla caiz değildir. Aynı şekilde, bu gibi hatası (veya hataları) yüzünden,
müslümanlann üzerinde müsbet bir etki bırakmış olan imamların, makamlarından
düşürülmesi kasdıyla hücuma maruz bırakılması da caiz değüdir."[723]
Şimdi, Hanbeli
fukahasının, sair imamların ittifakla kabul ettiği "yüzün avret
olmadığı" hükmü karşısındaki konumunu değerlendirelim:
a)
Mütekaddimin fukahanın ittifakına katılan Hanbeli görüşler: Olayı daha iyi
değerlendirebilmek için mütekaddimin Hanbeli fakihlerinin -hicri dördüncü asnn
başından yedinci asrın ortalanna kadar- temel kitaplarında yer alan gülüşlerini
tekrar etmek zorundayız:
Hiraki (Ö. h. 344)
şöyle diyor: "Yüzü dışında bir yeri açılan kadının namazı iade etmesi
gerekir."
Kelvezani (Ö. h. 510)
şöyle diyor: "Hür kadının avreti, yüzü dışında bütün bedenidir. Ellere
gelince, bu konuda iki rivayet vardır."
Ibn Hubeyre (ö. h.
560) şöyle diyor: "Ahmed, kendisinden gelen iki rivayetten birinde şöyle
demiştir: Elleri ve yüzü hariç kadının tüm bedeni avrettir. Diğerinde ise
şöyle der: 'Sadece yüzü hariç tüm bedeni avrettir.' Meşhur olan görüşü bu olup
Hiraki de bu görüşü tercih etmiştir. Keza şunu da söylemiştir: 'Bir kadınla
evlenmek isteyen, onun avret olmayan yerlerine bakabilir...' Avretin
sınırlarını namaz, kitabında açıklamıştık."
Ibn Kudame (ö. h. 620)
şöyle diyor: "Kadının namazda yüzünü açması gerektiği konusunda ihtilaf
yoktur. Kadın, elleri ve yüzü dışında hiçbir yerini açamaz. Eller hakkında iki
rivayet vardır."
Keza şöyle diyor:
"İlim erbabı arasında, nikâhlamayı düşündüğü kadının yüzüne bakmanın
mubah olduğu hususunda ihtilaf yoktur. Çünkü yüz avret değildir." İbn
Kudame şu hadisi şerifi kaydediyor: "Hayız çağına ulaşan bir kadının
şurası ve şurası hariç -yüzünü ve ellerini göstermiştir- hiçbir yerini
göstermesi doğru olmaz." Ve şu kaydı eklemiştir: Ahmed, bu hadisle amel
etmiştir."
Mecduddin İbn Teymiyye
(vö. h. 652) ise şöyle demiştir: "Yüzü dışında kadın bütünüyle avrettir.
Eller hakkında iki rivayet vardır."
Bu alıntılardan sonra
dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyorum: Bu merhalede -yani hicri dördüncü
asrın başlarından yedinci asnn ortalarına kadar- Hanbeli fukahasının
kitaplarında şu hüküm yer alır: "Yüz avret değildir, imam Ahmed'den bu
konuda tek bir rivayet gelmiştir. Ancak eller hakkında ik irivayet gelmiştir."
Hanbeli fukahasının bu tutumu, hicri yedinci asrın ortalarına kadar sair
mütekaddimin fakihleriyle ittifak halinde olduklarını göstermektedir.
b) Hanbeli
fukahasının ortaya attığı, mütekaddiminin fakihlerinin ittifakına aykırı bir
görüş:
Yedinci asnn
ortalarından sonra, "tırnağına varana dek kadının avret olduğu"
yolunda bir rivayet ön plana çıktı. (Bu görüş, yedinci asırdan Önce ortaya
çıkmış, ancak ağırlık kazanamamıştı. İbn'l-Cevzi, Kadı Ebu Ya'la'-dan böyle bir
görüş aktarır, (bkz. Zadu'l-Mesir, Nur sûresi 31. âyetin tefsiri.) Bu rivayetin
"meşhur" ve "Hanbeli mezhebinin kuvvetli görüşü" olduğu kabul
edildi. Yüzün ve ellerin açılmasını caiz gören diğer rivayet, sadece Ah-med'den
gelen ikinci bir rivayet olarak değerlendirildi.
Takiyüddin İbn Teymiyye
(ö. h. 728) şöyle demiştir: "Kendiliğinden görünen zinet, görünen elbise
olup, İbn Mes'ud'a ait bu görüş, Ahmed'den gelen meşhur rivayettir.. İbn Abbas
şöyle demiştir: Yüz ve eller, zahir zinet (kendiliğinden görünen süs ve
güzellik) cümlesindendir. Bu da Ahmed'den gelen ikinci rivayettir.[724]Keza
İbn Teymiyye şöyle der: "Hanbeli mezhebinin zahiri (güçlü olan görüşü)...
kadının tırnağına varana dek her tarafının avret olduğudur."[725]
Daha önce, bir takım
karışıklıklar sebebiyle bu tür rivayetlerin gelmiş olduğunu belirtmiştik. Bazı
fakihlerin, kadının yüzünü de sair uzuvları gibi avret saymaları da böyle bir
karışıklıktan kaynaklanmaktadır. Biz bu rivayeti sağlam kabul etsek bile, şu
şekilde tevil edebiliriz: Bu rivayette yüzün örtülmesi, avret olduğu için değil,
fitneden emin olmak sebebiyle sedd-i zerai kabilinden gerekli görülmüştür.
Rivayetin içinde bu durum açıkça belirtilmiyorsa da böyle yorumlanması için
bir engel yoktur. Rivayeti bu şekilde yorumladığımız takdirde, Kelvezani, İbn
Hubeyre, İbn Kudame ve Mecdüd-din İbn Teymiyye'nin ittifakla belirttiği ve
kadın yüzü hakkında İmam Ahmed'den tek rivayet geldiği, bunun da yüzün avret
olmadığı yolunda olduğu şeklindeki görüşe aykırı düşmez. Kaldı ki bu imamlar,
yüzün avret olmadığı konusunda mezhep içinde bir ihtilaf olmadığını açıkça
belirtmişlerdir. Bu konuda ikinci bir rivayet olduğundan da hiçbiri
bahsetmemiştir. Sadece eller hakkında iki rivayet olduğunu söylemişlerdir.
Bizim bu yorumumuz iki gerekçeye dayanmaktadır: Birincisi; rivayetlerin
birbiriyle çarpıştmlmaması ve "çelişki" bahanesiyle çöpe atılmaması,
ikincisi; bütün kadınları, hatta bütün erkekleri ilgilendiren bir konuda diğer
imamların yanlış yaptığı ya da gafil davrandığı gibi hatalı bir imaja meydan
vermemek isteği. Kaldı ki bu yorumumuz garip olmadığı gibi, önceki imamlardan
bu tür yorumlara giden de olmuştur. Mesela, Maverdi -ki Hanbeli imamlarındandır
(ö. h. 885) Zerkeşi'nin bu rivayet konusunda benzer bir yorumunu nakleder;
Zerkeşi şöyle demiştir: "Ahmed "kadının bütün bedeni avrettir' sözünü
mutlak olarak söylemiştir. Bu söz, 'yüzü hariç' ya da 'namaz dışında' kaydıyla
yorumlanmıştır."[726]
3. Hanbeli
/akiklerinin, mütekaddimin fııkahanın ittifakıyla çelişen fıkhı bir hatası:
Sözkonusu fikhi hata,
avretin "namaz avreti" ve "bakış avreti" şeklinde ikiye
ayrılmasıdır. Bu hata, Hanbeli fakihlerinin -daha önce de söylediğimiz gibi-
İmam Ahmed'den geldiğini söyledikleri "kadının tırnağına varana dek bütün
bedeninin avret olduğu ve Örtmesinin farz olduğu şeklindeki bir rivayete
dayanmaktadır. Bu rivayet -daha önce Merdavi'den yaptığımız iktibasta da
görüldüğü üzere- bedenin, namazın dışında bütünüyle kapatılması gerektiği
şeklinde tevil edilmiştir. Bütün dikkatlerini "kadının tarnağı dahil
bütünüyle avret olduğunu" söyleyen rivayete teksif eden Hanbeli fakihîeri,
mütekaddimin imamların namazda yüzü açmanın şart olduğu hususundaki ittifakını
(reddetmek mümkün olmadığı için) tevil ederek bu hükmün sadece namazda
sözkonusu olduğunu, namaz dışında kadının bütün bedenini kapatmasının farz
olduğunu söylemişlerdir. İşte bu yüzden avretin iki çeşit olduğu vehmine
kapılmışlar, gerek erkek, gerekse kadın için namazda ve namaz dışında olmak
üzere iki ayn avretten söz etmişlerdir. İbn Hubeyre'nin İfsah'ı, İbn Kudame'nin
Muğni'si ve Mecdüddin İbn Teymiyye'nin el-Muharrer'inden sonra telif edilmiş
olan Hanbeli fıkıh kitaplarına göz attığımızda, müte-ahhirin (sonraki) Hanbeli
fakihlerinin, kadın yüzünün namazda avret olmadığım, ancak namaz dışında avret
olduğunu söylediğini, çoğu zaman kitaplarında "namaz avreti" ve
"bakış avreti" ibareleri (avret-i salat, avret-i nazar) açıkça
kaydettikleri dikkati çekmektedir. Bir kaç ömek sunalım:
ibn Teymiyye'nin (ö.
h. 728) Fetava'sındatı: "Namaz avretinin bakma avretiyle bir ilgisi
yoktur."[727] Şemsüddin b. Müflih
el-Makdisi'nin (Ö. h. 763) Kitabu'l-Furu undan: "Cafer, yanında dul kadın
ya da yetim kız bulunan adam hakkında 'ba-kamaz' hükmü olduğunu nakletmiştir.
Ancak, şehvet duymamak şartıyla yüzüne bakabilir... Bir gurup alim, yabancı
erkeğin, hür kadının namazda avret sayılmayan yerlerine bakmasına cevaz
vermiştir. Ancak mezhebimiz bunu caiz görmez."[728]
Burhanüddin b. Müflih
el-Müerrih'in (ö. h. 884) Kitabu'l-Mübdi fi-Şerhi'l-Mükni adlı eserinden:
"Avret lügatte,
eksik ve çirkin şey demektir... Sonraları bu tabir, namazda örtülmesi gereken
yerler için kullanılır olmuştur ki, burada bu anlamda kullanılmıştır. Bir de
bakılması haram olan yerler için kullanılır ki, bunun açıklaması ileride nikah
bölümünde gelecektir."[729]
Merdavi'nin (ö. h.
885) et-Tenkihu'1-Müsbi fi Tahriri Ahkâmi'I-Mük-ni" adlı eserinden:
"Sadece yüzü
hariç, namazda baliğ hür kadının tüm bedeni avrettir."[730]
Merdavi,
Tashihu'l-Furu'da da şöyle diyor: "Mürahika (yaşı geldiği halde baliğ
olmayan kız), namaz avreti konusunda aynen buluğa ermiş kız gibidir."[731]
Hacavi'nin (ö. h. 968)
el-İkna adlı eserinden: "Buluğa ermiş hür kadının, namazda -yüzü hariç-
tırnağına ve saçına varana dek tüm bedeni avrettir. Cam elleri de istisna
etmiştir. Ancak eller ve yüz, namazın dışında bakma açısından diğer uzuvlar
gibi (avret)dir."[732]
Futuhi'nin (o. h. 972)
Münteha'l-İradat fi Cem'i'l-Mükni'ma'a't-Tenkih ve'z-Ziyadat adlı eserinden:
"Baliğ hür kadının namazda, yüzü dışında tüm bedeni avrettir."[733]
Bubuti'nin (ö. h.
1051) Şerhu Muntehe'l-îradat adlı eserinden:
"Kadının namaz
dışındaki avreti, ileride nikâh bölümünün başında ele alınacaktır."[734]
Bülbani'nin (ö. h.
1083) Keşfu'l-Muhadderat Şerhu Ahsari'l-Muhtasa-rat adlı eserinden: [735]"Buluğa
ermiş hür kadının, namazda, yüzü hariç tırnağına ve saçına varana dek tüm
bedeni avrettir. Eller ve yüz, namazın dışında aynen bedenin diğer uzuvları
gibi avrettir."[736]
Hanbeli fukahası işte
bu şekilde namaz avretiyle bakış avretinin farklı olduğu ve namazda hür kadının
yüzü hariç tüm bedeninin avret olduğu hususunda ittifak etmişçesine uzun
asırlar geçirdi. Ancak, Ahmed'den gelen ve Sünen sahibi Ebu Davud
es-Sicistani'nin (ö. h. 275) kaydettiği aşağıdaki rivayetten başka hiçbir
rivayet olmadığı halde, sonraki Hanbeli fukahası nasıl yukarıdaki görüşte
ittifak etti, anlayabilmiş değilim:
"Ebu Bekr anlattı.
Ebu Davud Ahmed'e, kadının namaz kılarken nerelerinin görünebileceğini sormuş,
o da: 'Hiçbir yeri, tırnağı bile görünemez. Her tarafım örter' diye cevap
vermiştir."[737]
Kanaatimce, gerek
Hanbeli mezhebine, gerekse diğer mezheplere mensup mü'minlerin, herhangi bir
meselenin hükmünü ararken şu tutumu benimsemeleri doğru olur: Allah'ın kitabına
ve Rasulünün (s.a.v.) sünnetine müracaat etmek ve Allah'ın koyduğu hükmü
öğrenmeye azmetmek; imamların görüşlerini ve ictihadlannı bir din gibi telakki
edip taklid etmeden, Şafii'nin de belirttiği gibi[738]
bunları Allah'ın kitabını ve Rasulü'nün sünnetini en doğru şekliyle anlamada
yardımcı olacak şekilde kullanmak. Özellikle Hanbelilere İmam Ahmed'in şu
sözünü çok iyi değerlendirmelerini tavsiye ederim: "Onlar sünnetleri
ezberliyor ve kaydediyorlardı. Ama çeşitli meseleler hakkında ileri sürülen
görüşlerin kaydedildiğini bilmiyorum. Nihayetinde bu belki de yarın
rededdeceği bir görüştür. Onu bırakıp başka bir görüşü alabilir."[739] Bu
sözü tekrar kaydetmemizin sebebi, içerdiği parlak hikmettir.
4, Hanbeli
fakiklerin mütekaddimin fukaftanın ittifakına yönelttiği haksız suçlama:
Bu suçlamanın özünü,
Hanbeli fakihlerinin önceki fukahayı, namaz avretiyle bakış avretini
karıştırmakla itham etmesi oluşturul". Tabii bu ithamı, yüzü açmanın meşru
olduğunu savunanların onları delil göstermesini geçersiz kılmak için yaparlar.
Çünkü onlar, önceki fukahanın, namazda açılması gerektiği hususunda ittifak
ettiği yüzün elbette avret sayılamayacağı, zira namazın en mükemmel bir
tesettürle eda edilmesi gerektiği yolundaki açıklamalarını, yüzün namaz
dışında da açılabileceğine delil getirmektedirler.
İşte Hanbeli fukahası,
yüzün açık olabileceğini savunanlan bu delilden mahrum edebilmek için önceki
fukahayı namaz avreti ile bakış avretini karıştırmakla itham etmişlerdir.
Bildiğimiz kadarıyla
bu ithamların kaynağı, maalesef iki büyük Hanbeli alimi ve fakihidir.
Müslümanlar nezdinde büyük makamları olan iki imam. Ancak, yanılmayan
Allah'tır. Bizce hata olan bu iki imama ait görüşü biraz irdelemek ve Allah'ın
yardımıyla yanlışlığı ortaya koymak istiyoruz.
İmam İbn Teymiyye
şöyle diyor: "Fukahadan bir gurup, bakışlara karşı örtülmesi gereken
avretin, namazda örtülen avret olduğunu zannetmiştir.[740]
Oysa namaz avretinin bakış avretiyle hiçbir alakası yoktur."[741]
îmanı İbn'l-Kayyim ise
şöyle diyor: "Bazı fukahanın'hür kadının elleri ve yüzü dışında tüm bedeni
avrettir' gibi sözleri duyulmaktadır... Bu namazda böyledir, bakışta değil.
Zira iki avret vardır, bakış avreti, namaz avreti..."[742]
Şimdi, bu ithamda göze
çarpan iki hatayı açıklayalım.
Birinci hata: Avretin
bakış avreti ve namaz avreti şeklinde ikiye ayrılmasıdır. Böyle bir ayırım hem
dil, hem de fıkıh açısından yanlıştır. Çünkü, 'avret' lafzı, ahd-i zihni için
kullanılan lam-ı tarif ile kullanıldığında, bilinen avret anlaşılır. Bu, kadın
için de, erkek içinde geçerli olup, açılması kerih görülen bakış avretidir.
Fıkıh açısından yanlış oluşu da şöyledir: Fakihler, genellikle namazın sahih
olması için gereken şartlan ve farzları sayarken, vaktin girmesi, kıbleye
yönelme, namaz kılınacak yerin temiz olması, avretin örtülmesi vb. maddeler
sayarlar. İşte avret de böyle bir konumda sözkonusu edilmekte olup -lam-ı
tariften de anlaşılacağı üzere- kastedilen bildiğimiz bakış avreti nden başkası
değildir. O halde avret tektir. Bu avretin kadın ve erkek için sınırlarını
çizen bir takım nasslar mevcuttur. Bunlar özetle, erkeğin avretinin göbeğiyle
diz kapağı arası; kadının avretinin ise elleri ve yüzü hariç tüm bedeni
olduğunu bildirmektir. Fakihler, namazın şartlarını izah ederken, işte bu
avretin örtülmesi gerektiğini belirtmişlerdir.
İkinci hata: Önceki
fukahanın, namaz avretiyle bakış avretini karıştırmakla itham edilmesidir.
Oysa önceki fukaha ne böyle bir şeyi karıştırmış, ne de hataya düşmüştür. Aksine
çok emin olarak avretin bir olduğunu, onun
da bakış avreti
olduğunu biliyorlardı. Bu avret, insanlara karşı farz, meleklere karşı
müstehap bazında örtülmesi emredilen yerlerdir. İnsanın kendi başına kalsa bile
Allah'tan haya ettiği İçin Örttüğü yerler. Rasulullah (s.a.v.) Muaviye b.
Hayde'ye ne güzel demiş: "Eşin ve cariyen dışında (kimsenin görmemesi
için) avretini çok iyi koru. Muaviye, "Ya Rasulallahjcendi başımıza
kaldığımızda da avretimizi Örtmek zorunda mıyız? diye sormuş. "Allah,
kendisinden haya edilmeye insanlardan çok daha layıktır" buyurmuştur."[743]
Bu avret, atamız Adem
ile anamız Havva'nın isyan edip yasak ağaçtan yedikleri gün açılan yerdir.
Allah Teala şöyle buyurur:
"Ağacı(n
meyvesini) tadınca, çirkin yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarını
üst üsle yamayıp üzerlerine Örtmeye başladılar." (A'raf; 4/22)
nimetini bahsettiği
avrettir:
"Ey Ademoğulları.
size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise
indirdik..."(A'raf. 7/26)
Yine bu avret,
Allah'ın örtmemizi istediği avrettir: "Ey Adem oğullan, her mescHde
gidjşiniz)de süs(lü, güzel elbiselerinizi (üzerinize) alın; yeyin. için, fakat
israf etmeyin; çünkü O. israf edenleri sevmez." (A'raf, 7/31)
Burada şu noktayı
hatırlatmamız gerekir ki, erkeğin avreti her ortamda aynı kalırken, kadının
avreti yabancı erkeklere karşı ayrı -ki bu namaz avretidir- mahkemelere karşı
ayrı bir hüküm arzeder.
Avretin iki çeşit
olduğu görüşünün yanlışlığını, oıtaya koymadan Önce, yeniden, insanlara karşı
Örtülmesi gereken avretle aynı olduğu görüşünü paylaşan fakültenden ve
alimlerden bazı alıntılar yapalım: (Bazen tekrar yapmak zorunda kalıyoruz.
Ancak bunu, okuyucuyu gerilere döndürüp aratmamak ve konuyu yakından
İzleyebilmek için yapıyoruz. Okuyucu için faydalı olacağına inandığımız için
böyle bir yolu tercih ettik.)
ibn Teymiyye ile İbn
Kayyim'in zannına göre bakış avretiyle namaz avretini birbirine karıştıran
bazıları, tefsîr, hadis ve fıkıh alanlarında ün salmış imamlardan başkası
değildir. Mesela, bu müfessirler arasında taberi, Cassas, Begavi, Ebu Beki- b.
Arabi, Kurtubi ve Hazin yer almaktadır:
Taberi (ö. h. 310)
şöyle diyor: "Kendiliğinden görünen müstesna" âyeti hakkında beyan
edilen görüşlerin en doğrusu, eller ve yüz olduğunu belirtendir. "En
doğrusu" tabirini kullandık. Çünkü, namazda avretin Örtülmesi gerektiği
hususunda ve kadının da namazda ellerini ve yüzünü açması gerektiği konusunda
ittifak vardır."
Cassas şöyle diyor (ö.
h. 370): "Yüzün ve ellerin avret olmadığının bir delili de namazda, açık
tutulmalarıdır. Şayet avret olsalardı diğer avret yerleri gibi elbette
örtülmeleri gerekirdi.
Begavi (ö. h. 370):
"Bu kadarını göstermeye ruhsat verilmiştir. Çünkü yüz ve eller avret
değildir ve namazda açık tutulması emredilmiştir."
Kadı Ebu Beki1 b.
Arabi (ö. h. 543): "Doğrusu, zahiri zinet yüzde ve ellerde olan zinettir.
Bunlar namazda ve ihramda da açıkça görünür. "
Kurtubi (ö. h. 671)
şöyle diyor: "Yüz ve eller gerek adeten, gerekse ibadeten genellikle açık
olur. İstisnanın, namazda ve hacda açık tutulması gereken bu uzuvlarla tefsîr edilmesi
en doğru yoldur."[744]
Hazin (ö. h. 725):
"Bu kadarının görünmesine ruhsat verilmiştir. Çünki avret değildir ve
namazda açılması emredilmiştir."
Hadis sarihlerinden
İbn Battal (ö. h. 449) şöyle diyor: "Has'am kabilesine mensup kadınla
ilgili hadis, yüzü Örtmenin farz olmadığının delilidir. Zira, yabancılar görse
bile, namazda kadın yüzünü açar.[745]
Hanefi imamlarından
Serahsi (ö. h. 490) şöyle diyor: "Kadın 'avret-i mesture' olmakla birlikte
ihramdayken yüzünü örtmez. Namaz bölümünde açıkladığımız üzere kadın, ibadet
ederken yüzünü açmalıdır."[746]
Maliki imamlarından
İbn Abdilber (ö. h. 463) şöyle diyor:
"Kadın, elleri ve
yüzü dışında bütünüyle avrettir. Delili de namazda bu uzuvlar dışında hiçbir
yerini açamayışıdır. [747]Keza
şöyle diyor: "Namazda ellerini ve yüzünü açmakla emredilmiş olması da bu
uzuvların avret olmadığının delilidir."[748]
Delil, yüksek
mertebedeki alimlerden sadrı* olmakla kuvvet bulmaz. Adı geçen alimler kadar
İbn Teymiyye ile İbn Kayyim'in de ilmi mertebeleri yüksektir. Gerçekte delil,
taşıdığı kuvvete göre değer alır ve imamların ittifakı da delili
kuvvetlendirir.
Avretin tek olduğu
konusundaki deliller:
Şimdi, bütün
mezheplerin önceki imamlarından aktarmalar yaparak avretin tek olduğunu ortaya
koyacağız. Kimin önce, kimin sonra olduğunu anlayabilmek için vefat tarihlerini
daha Önce vermiştik. Doğrusu, mütekad-dimin fakihler, -namazın şartlarından
olan setr-i avreti ele alırken- bakış avretinden ayrı bir avretten söz
etmemiştir... Namazda avreti örtmenin gereğine dair Kur'an'dan ve sünnetten
getirdikleri delillerin tamamı, namaz dışında da sözkonusu olan ve insanlara
karşı örtülmesi gereken bakış avretiyle ilgili delillerdir. Şimdi imamların
görüşlerinden bazı alıntılar yapacağız. Bu bölümde daha önce kaydettiğimiz bazı
iktibasları yeniden vermek zorunda kalacağız. Avretin tek olduğunu ayan beyan
ortaya koyabilmek için bu tekrar kaçınılmaz olduğundan dolayı faydalı olacağı
kanaatindeyiz:
Hanefi fukahasından
Serahsi, Mebsut'unda şöyle diyor: "Cariyenin başörtüsüz (yani başı açık)
namaz kılması caizdir. Zira Ömer (r.a.) başını örtmüş bir cariye gördüğünde
şöyle demişti: "Çıkar o başörtüyü, hürlere mi özeniyorsun?"[749]
Burada, cariyenin
namazdaki avreti sözkonusu ediliyor. Ancak, dikkat edilirse delil bakış
avretiyle ilgilidir. Zira Ömer (r.a.) o cariyeyi namaz kılarken değil, dışarda
görmüştür. Ve cariyelere baş örtmeyi yasaklaması her durumda geçerli olmuştur.
Serahsi buradan, cariyenin başının namazda avret olmadığı sonucuna varıyor.
Keza Hanefi
fukahasından Merginani, Hidaye'de şöyle diyor: "Rasu-lullah'ın (s.a.v.)
"Kadın örtülü avrettir' hadisi gereğince yüzü ve elleri hariç kadının
bütün bedeni avrettir. Bu ikisi de açık tutulmak zorunda olduğu için istisna
edilmiştir."[750]
Burada söz, namazdaki
avret etrafında dönerken, istisnanın gerekçesi, "zaruri olarak
görünmesi" namaz dışındaki bir olaydır. Kadın dışarıda yabancı erkeklerle
irtibat kurarken, bir takım işlerini takip ederken, ellerini ve yüzünü açmak
zorunda kalır. Yani, burada getirilen delil de bakış avretiyle ilgilidir.
Maliki ulemasından İbn
Abdilber Kafı'de şöyle diyor:
"Namazda hür
kadının, elleri ve yüzü hariç tüm bedenini kapatması gerekir. Hac veya umre
için ihrama girince de aynı şekilde (elleri ve yüzü hariç) kapanması gerekir.
Çünkü el ve yüzün dışındaki tüm bedeni avrettir."[751]
Burada'İbn Abdilber,
namazdaki örtünme ile ihramdaki arasında bir bağ kurmuştur ve bakış avreti ile
namaz avreti arasında bir aynım gözetmemiştir. Nitekim ihramda sözkonusu olan
bakış avretidir.
Keza Maliki
fukahasından Ebu'l-Velid el-Baci, Münteka'da şöyle diyor: "Yüzü ve elleri
hariç hür kadının bütün vücudu avrettir... Arkadaşlarımız bu konuda
'kendiliğinden görüneni müstesna, zinetlerini açığa vurmasınlar' âyet-i
kerimesini delil getirerek; bu istisnanın yüz ve eller olduğunu, müfessirlerin
çoğunun da bu görüşte olduğunu belirtirler. Yüzün, ihramda açılması emredilmiş
bir uzuv olması da onun avret olmadığının delilidir. Avret olma noktasında
kadının yüzü, aynen erkeğin yüzü gibi olup avret değildir."[752]
Yine Maliki
fukahasından Kadı İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid adlı eserinde şöyle diyor:
"Kadın avretinin sının, ulemanın çoğunluğuna göre, yüzü ve elleri hariç
kadının tüm bedeni avrettir. Ayette istisna edilen yerler, örtülmesi adet
olmayan yüz ve ellerdir. Bunlar avret sayümadığı için hacda da kapatılmaz."[753]
Burada, namazdaki
avret sözkonusu edilerek, bunun sının çizilmektedir. Ancak delil, bakış
avretiyle ilgilidir. "Kendiliğinden görüneni müstesna" âyeti
hatırlatılarak, bunun yorumu da 'Örtünmesi adet olmayan yerler' şeklinde
yapılmaktadır. Adet ise sadece namaz değil, her ortamı kapsamaktadır. Kadının
hacda yüzünü örtmediği de hatırlatılmaktadır ki, bu da bakış avretiyle
ilgilidir.
Şafii ulemasından
Şirazi Mühezzeb'te şöyle diyor: "Yüce Allah'ın:
'Onlar bir kötülük
yaptıkları zaman, "babalarımızı bu yolda bulduk' derler." (Araf,
7/28) âyeti kerimesi gereğince avreti örtmek farzdır. İbn Abbas demiştir ki;
(müşrikler) Kabe'yi çırılçıplak tavaf ederlerdi. İşte âyette sözü edilen fuhuş
(kötülük) budur."
Şafii ulemasından
Nevevi Mecmu'da diyor ki: "Meselenin hükmüne gelince, avreti tamamen
kapatmak -daha önce geçen deliller gereğince- ic-ma ile farzdır. İki yorumdan
en doğrusu, halvette de farz oluşudur... Açmaya mecbur kalırsa sadece
ihtiyacını giderecek kadar açması caizdir..."[754]
Şirazi ve Şafii,
görüldüğü gibi konuyu "avretin örtülmesi" başlığı altında ele almış
ve her ortamda geçerli olan bakış avretinin hükmünü açıklamışlardır. Namazdaki
avreti de bu babta sözkonusu etmişlerdir. Mesela Şirazi şöyle ekliyor:
"Aişe'den (r.a.) gelen "Hayız çağına gelen bir kadının namazı
başörtüsüz caiz olmaz" mealindeki hadis-i şerif gereğince namazda avretin
örtülmesi farzdır. Örtebileceği bir yeri açık olarak namaz kılması caiz değildir."[755]
Nevevi ise şöyle
diyor: "Namazın sahih olması için avretin örtülmesi şarttır. Namaz
kılarken bir tarafı açılsa namazı bozulur... Bu, kadın için de erkek için de
geçerlidir. Aynı şekilde toplulukla beraber namaz kılan için de; yalnız başına
namaz kılan için de geçerlidir."
Şirazi şöyle diyor:
"Allah Teala'nın 'Kendiliğinden görüneni müstesna, zinetlerini açığa
vurmasınlar' âyet-i kerimesi gereğince hür kadının, elleri ve yüzü hariç tüm
bedeni avrettir. İbn Abbas diyor ki; istisna edilen yüz ve ellerdir. Zira
Rasulullah (s.a.v.) ihramlı kadını eldiven ve peçe kullanmaktan sakındırmış tır.
Şayet bunlar avret olsaydı, ihramda örtülmeleri yasaklanmaz-di. Nitekim
ahş-veriş yaparken, bir şeyler alıp-verirken yüzü ve elleri açmak zaruret
olmaktadır. Bu yüzden avret sayılmamıştır."
Burada, namazdaki
avret sözkonusu edilmiştir. Ancak getirilen deliller bakış avretiyle ilgilidir.
Adı geçen âyet, ihramdayken yüzü ve eli kapatma yasağı ve alış veriş vb. işler
için zarureten açma delillerinin tamamı bakış avretiyle ilgilidir.
Şirazî şöyle devam
ediyor: "Erkeklerin ağız kapalı namaz kılması mek-"uhtur. Çünkü Ebu
Hureyre'nin (r.a.) naklettiği bir hadis-i şerifte, Rasulullah (s.a.v.)
erkekleri namazda ağzını kapatmaktan nehyetmiştir. Keza kadının namazdayken
peçe takması da mekruhtur. Zira kadının yüzü avret değildir ve avret olma
açısından aynen erkeğin yüzü gibidir."[756]
Burada Şirazi, yüzün
avret olmadığını son derece açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Nevevi,
Ravdatu't-Talibin'de şöyle diyor: "Beşinci şart, avreti örtmektir. Halvet
hariç, avretin namaz dışında da örtülmesi farzdır. Doğrusu halvet halinde
(kendi başına kalınca) bile avreti örtmek gereklidir..."[757]
Burada setr-i avret,
namazın sıhhati için gerekli şartlardan biri olarak e-le alınmıştır. Ancak,
Nevevi bu gerekliliğin namaz dışında da geçerli olduğunu belirtmektedir. Demek
ki avret, hem namazda, hem de namaz dışında örtülmesi gereken yerler olup bir
ayırım arzetmemektedir.
Hanbeli fukahasmdan
İbn Hubeyre İfsah'ta şöyle diycr:
"Namaz kitabı...
Avretin sınırları babı... Ahmed, kendisinden gelen iki rivayetin birisinde
şöyle demiştir: Yüzü ve elleri hariç tüm bedeni avrettir... Diğer rivayette
ise; sadece yüzü hariç tüm bedeni avrettir, demiştir. Meşhur olan da budur.
Hiraki de bu görüşü tercih etmiştir."[758]
"Nikâh kitabı...
Nikâhlamayı düşündüğü bir kadının avret olmayan yerlerine bakmasının caiz
olduğu konusunda ittifak edilmiştir... Avretin sınırlarını namaz bölümünde ele
almıştık."[759]
Evet, İbn Hubeyre,
bakılması caiz olan yerlerden bahsederken namaz için belirttiği avret
sınırlarına atıfta bulunuyor ve avretin namazda veya dışında ayrı bir sınırı
olmadığını belirtiyor.
Yine Hanbeli
fukahasmdan İbn Kudame Muğni'de şöyle diyor: "Hiç belli olmayacak şekilde
insanların bakışından avret yerlerini gizlemek maksadıyla örtünmek farzdır.
Bu, namazın sahih olması için de gereklidir. Ma lik'in arkadaşlarından
bazıları, avreti örtmenin farz olduğunu, ancak namazda şart olmadığını
söylemiştir. Gerekçeleri de şudur; çünkü avreti örtmenin farz oluşu namazla
ilgili bir durum değildir. Bu yüzden namazın şartlarından değildir."[760]
Burada iki nokta
üzerinde durulmuştur: Birincisi, avreti gözlerden gizlemek maksadıyla
örtmektir ki, her durum ve ortamda gereklidir. İkincisi, avreti örtmenin,
bazılarınca namazın şartlarından olduğu, bazılarınca da şartlarından değil
vaciplerinden olduğudur. Şart olmadığını söyleyenler, avretin namazla sınırlı
olmayışını gerekçe göstermektedir. Son cümlenin üzerinde durmamız gerekil-.
"Avreti Örtme farzı, namaza has bir durum değildir" tesbiti,
namazdaki avretin insanlara karşı örtülen bakış avretinden farklı bir şey
olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
İbn Kudame buna
ilaveten, nikâhlanması düşünülen kadının yüzüne bakmanın hükmünden söz ederken
de yüzün avret olmadığını beyan etmektedir.[761]
Avretin sınırlan
konusunda İbn Kudame şunları söylüyor:
"Mezhebimizde en
muteber görüşe göre avretin sının, erkek için göbeği ile diz kapağı arasıdır.
Birçokları Ahmed'den böylece rivayet etmişlerdir. Bir başka rivayete göre de
sadece galiz avreti (ayıp yerleri)dir... Delili de Enes'ten (r.a.) aktarılan şu
rivayettir: "Hayber günü Rasulullah'ın (s.a.v.) izan (peştemala benzer
belden aşağısını kapatan örtü) açıldı ve dizinin beyazlığını gördüm. Halbuki
birinci rivayetin delilleri daha sahihtir. Hilal'in aktardığı ve İmam Ahmed'in
Müsned'inde yer alan ve Cürhüd'den gelen bir haberde Rasulullah'ın (s.a.v.),
dizini açtığını görünce 'dizini kapat, diz avrettir' buyurduğu beyan edilir...
Rasulullah (s.a.v.) Ali'ye de (r.a.) şöyle demiştir: 'Dizini açma, ölü olsun,
diri olsun kimsenin de dizine bakma[762]
Burada da söz
namazdaki avretle ilgili olduğu halde -aktardığımız ve aktarmadığımız bir çok
delilde görüldüğü üzere- delillerin tamamı bakış avretiyle ilgilidir.
Hanbeli fukahasından
Hiraki Muhtasar'ında şöyle der: "Avretini kapatma imkânı bulamayan,
namazını oturduğu yerde ima ile kılar."
ibn Kudame Muğni'de
şöyle diyor: "Yeterince örtünme imkânı bulamayanın namazı oturarak
kılması gerekir. Çünkü örtünme olayı 'kryam'dan (namazda ayakta durma) daha
kuvvetlidir. Namazda olduğu gibi namaz dışında da farzdır."[763]
Burada da avretin tek
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Hiraki şöyle diyor:
"Hür kadının, yüzü dışında bir yeri açılırsa namazını iade etmesi
gerekir."
İbn Kudame şöyle
diyor: "Kadının namazda yüzünü açmasının caiz olduğu konusunda ihtilaf
yoktur... Ebu Hanife, "Ayaklar da avret değildir. Çünki, genellikle açık
olurlar. Bu sebeple yüz gibi onlar da avret sayıl-maz'der.,. Malik, Evzai ve
Şafii ise, şu görüşte: Kadının yüzü ve elleri dışındaki tüm bedeni avret olup,
namazda bu ikisi dışındaki bütün yerlerini kapatması gerekir. Çünkü İbn Abbas
kendiliğinden görüneni müstesna..." âyetinde istisna edilenin yüz ve
eller olduğunu belirtmiştir. Keza Rasulullah (s.a.v.) da ihramh kadının peçe ve
eldiven takmasını yasaklamıştır. Eğer yüz ve eller avret olsaydı, bunların
örtülmesini yasaklamazdı. Nitekim alış veriş yaparken, bir şeyler alıp
verirken, yüzün ve ellerin açık tutulmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bazı
arkadaşlarımız şu görüştedir: Kadın bütünüyle avrettir. Çünkü Rasulullah'tan
(s.a.v.) gelen bir haberde "kadın avrettir" buyurul-maktadır (Tirmizi).
Ancak şu kadar var ki, örtmesi çok meşakkatli olduğu için yüzün ve ellerin
açılmasına ruhsat verilmiştir. Ve nikahlamak kasdıyla yüze bakmak mubah
görülmüştür."[764]
İbn Kudame ile
Hiraki'nin sözlerinden avretin tek olduğunu iyice anlamış bulunuyoruz. Asıl
konu namazda avretin örtülmesi olduğu halde, İbn Kudame'nin namazda yüzü ve
elleri açmanın caiz olduğuna dair getirdiği delillerin tamamı, aynı zamanda
bakış avretiyle ilgilidir. Bu delilleri şöylece sıralayabiliriz.
- "İhramh kadın
peçe takamaz, eldiven giyemez" hadisi şerifi.
- Bu hadise eklediği
"yüz ve eller avret olsaydı, örtülmelerini yasaklamazdı. Nitekim
alış-veriş yaparken, bir şeyler aiıp-verirken yüzün ve ellerin açık tutulmasına
ihtiyaç duyulmaktadır' şeklindeki gerekçe.
- "Şeytanın
bakışını üzerine çekecek şekilde dışan çıktığında kadın avret sayılır"
hadisinin peşinden yapılan "Ancak şu kadar var ki, örtmesi çok meşakkatli
olduğu için yüzün ve ellerin açılmasına ruhsat verilmiştir, şeklindeki
açıklama. Ve buna yaptığı "Nikâh kasdıyla yüze bakmak mubah görülmüştür"
şeklindeki ilave.
İbn Kudame şöyle
diyor: "Cariyenin başı açık namaz kılması caizdir. Hasan'dan başka buna
muhalefet eden kimseyi bilmiyoruz... Bizim delilimiz, Ömer'in (r.a.), başını
örtmüş bir cariye gördüğünde onu uyarması ve "başını aç, kendini hürlere
benzetme" demesidir. Kadı, Mücerred'de şöyle diyor: "Cariyenin
namazda göbeği ve diz kapağı arasında bir yeri açılacak o-lursa namazı bozulur.
Bunun daşında bir yeri açılacak olsa namazı bozulmaz... Cami'de şöyle bir
kayıt yer alır: "Cariyenin avreti, başı, dirseklere kadar kolları, diz
kapağına kadar bacakları dışında kalan yerleridir. Bunun delili İmam Ahmed'in
şu sözüdür: "Satın almak istediği cariyenin elbisesinin üstünden... ve
kollarıyla bacaklarını açtırıp baktırmasında bir sakınca yoktur. Çünkü
buraları, hizmet ederken genellikle görülür. Dolayısıyla avret olmaz. Bunların
dışında kalan yerler adet gereği açılmadığı gibi buna zorlayan bir ihtiyaç da
yoktur."[765]
Burada, cariyenin
namazdaki avreti sözkonusu edildiği halde, özellikle cariyenin avretinin
sınırlarını belirleyen ifadeler bütünüyle bakış avretiyle ilgilidir.
İbn Kudame bir başka
noktaya işaret ederek şöyle diyor: "Eğer imkânı varsa namaz kılarken omuzu
(sniın üst kısmını) kapatmak gerekir. Bu görüş İbn Münzir'e ait olup İbn
Cafer'den de omuzlarını örtmeyenin namazının sahih olmayacağı şeklinde bir
görüş aktarılmıştır. Oysa fukahanin ekseriyeti böyle bir şey gerekmediğini,
namazın sıhhatini de zedelemeyeceğini beyan etmiştir. Malik, Şafii ve ashab-ı
rey bu görüşü paylaşanlardandır. Gerekçeleri de bunların avret olmadığıdır.
Bizim bu konudaki delilimiz, Ebu Hurey-re'nin Rasulullah'tan (s.a.v.)
naklettiği şu hadis-i şeriftir: 'Erkekler omuzu kapatmayan tek bir elbiseyle
namaz kılmasın.' (Buhari ve Müslim naklet-miştir) Buna şöyle bir yorum
getirilebilir: Omuzları ve sırtın üst kısmını açmak nehyedilmiştir. Nehiy,
nehye konu olan şeyin fasit olduğunu ifade eder. Bunları örtmek farz ise açmak
da aynen avret gibi namazı bozar.[766] Tamamını
kapatacak elbise bulamaz da tercih yapmak zorunda kalırsa omuzlarını açar,
diğer avret yerlerini örter. Çünkü, avret yerlerini örtmenin farz olduğu
hususunda ittifak edilmiştir. Oysa omuzların örtülmesi tartışmalı bir konu olup
bunu gündeme getirmek gereksizdir." [767]
Kelvezani Hidaye'de
şöyle diyor: "Avretini örtecek miktardan fazla giysi bulamayan, omuzunu
bırakıp avretini örter. Bizim üstadımız ise şu görüşte: Omuzlarını örter ve
namazı oturarak kılar."[768]
Muhyiddin İbn'l-Cevzi*
"Mezhebu'1-İmam Ahmed" adlı eserinde şöyle diyor: "Erkeğin
namazını vücudunu tamamen kapatan elbiselerle kılması müstehaptır. Sadece avret
yerlerini de örtse caizdir, yeter ki omuzunda elbisenin bir ucu
bulunsun." [769]
Mecdüddin İbn Teymiyye
Muharrerinde şöyle diyor: "Erkeğin farz namazda omuzlarını (boyun dipleri
dahil) açık bırakması caiz değildir. Açık kalırsa setr-i avret yapılmış olmaz.
Nafile namazda açılması konusunda iki rivayet vardır"[770]
Hanbeli fukahasından
Şemsüddin İbn Kudame** (eş-Şerhü'l Kebir'de şöyle diyor: "Sadece avret
yerlerini örtecek kadar elbise bulabilen biri namaz kılarken omuzlarını açık
bırakır. Çünkü, avreti örtmenin gereği üzerinde ittifak edilmiş iken, omuzları
örtme konusunda ihtilaf edilmiştir. Setr-i avret namaz dışında da farz olduğuna
göre namazda evleviyetle farz olur."[771]
Burada Muvaffakuddin
İbn Kudame, Kelvezani, İbn'l-Cevzi, Mecdüddin İbn Teymiyye ve Şemsüddin İbn
Kudame şu tesbiti yapıyor: Namazda (erkeğin) omuzlarını örtmesi, "avref'e
izafe edilen bir keyfiyet olup, bizatihi avret olmasını göstermez. Avret,
bildiğimiz avret olup (erkek için göbekle diz kapağı arası) örtülmesi de gerek
namazda (farz olsun, nafile olsun) gerekse namaz dışında farzdır.
Elbette, bu beş
imamın, namazda omuzların örtülmesi gerektiği; ancak bunun avret olduğunda
değil de avrete izafeten gerektiği şeklindeki yorum lan, bu olayı namaz
avretiyle bakış avretinin farklı şeyler olduğuna delil gösteren Takiyüddin İbn
Teymiyye'ye yeterli bir cevap teşkil etmez.
İbn Teymiyye şöyle
diyor: "Namazdaki avretin bakış avretiyle bir ilgisi yoktur... Öyle ki,
namaz dışında açılabildiği halde namazda örtülmesi gereken yerler olduğu gibi
dışarda örtülmesi gerektiği halde namazda açılan yerler de vardır. Birinci
duruma omuzlan örnek gösterebiliriz. Nitekim Rasu-lullah (s.a.v.) erkekleri,
omuzlannda bir şey olmadan tek elbiseyle (belden a-sağısını örten elbiseyle)
namaz kılmaktan, alıkoymuştur. Bu namaz için öyledir. Yoksa erkeklerin namaz
dışında omuzlarını örtmeleri zorunlu değildir.. Bunun tersi de sözkonusudur:
İki görüşten daha sahih olanına göre, kadının el, yüz ve ayaklarını namaz
dışında göstermesi caiz değilken, iuifakla buralarını namazda açması
caizdir."[772]
İbn Teymiyye'nin,
avreti "namaz avreti" ve "bakış avreti" şeklinde ikiye
ayırması için yeterli delil getiremediği görüşünde olan İbn Dakikini'1-İd (ö.
h. 702) Ümdetu'l-Ahkâm Şerhi'nde şöyle diyor: "Rasulullah (s.a.v.), sizden
biri omuzuna bir kısmını koymadan tek elbiseyle namaz kılmasın, buyurmuş. Bu
nehiy, iki açıdan illetlidir. Birincisi, bu hadiste bedenin üst kısmım açma ve
namaz için sünnet olmuş kıyafete bir muhalefet vardır. İkincisi, bunu yapanın
(omuzunu izarın bir kısmıyla kapatan) eli ya sürekli meşgul olacaktır ya da
olmayacaktır. Şayet, eliyle tutarak sürekli meşgul olmazsa izarın düşerek
avretin görünmesi korkusu vardır. Yok eğer sürekli tutarak elini meşgul ederse,
bu durumda namazı bozan iki müfsid ortaya çıkar... Oysa fukaha nezdinde meşhur
olan, bu görüşün zıddı olup avreti kapatmak da namazın caiz olması için
yeterlidir."[773]
İbn Teymiyye'nin
delilim çürütme noktasında önceki imamların sözlerine ek olarak, daha yakın
tarihte yaşamış bir müctehidin sözüyle bu bahsi kapatmak istiyorum. Şevkani (ö.
h. 1250) Neylü'l-Evtar'da şöyle diyor: "Rasulullah'm (s.a.v.) 'sizden biri
omuzuna bir kısmını koymadan tek elbiseyle namaz kılmasın1 (Buhari ve Müslim
rivayet etmiştir) mealindeki hadisinden murad şudur: İzannın uçlarını
topallayıp beline sokuşturmadan omu-zundan aşağı sarkıtsın ve böylece bütün
bedenini örtmüş olsun. Gerçi avret olmadığı için böyle bir şey şart olmamakla
birlikte daha olgun bir Örtünme olacağı için bu yapılmalıdır.[774]
* Son asır/akiklerinin
yüzü açmanın meşru olduğu hususundaki ittifakı
İslam aleminin büyük
bir kesiminde uygulanan örflere göre, kırsal kesimde yaşayan kadınlar -tarla
ve çarşı işleri gibi nedenlerle- genellikle yüzlerini açmışlardır. Cezayir
gibi bazı yerlerdeki bedevi topluluklarda da aynı durum sözkonusu olmuştur.
Keza şehirde yaşayan medeni kadınlar da -genellikle içerde durmaları, nadiren
dışarıya çıkmaları sebebiyle- yüzlerini örtmüşlerdir. Bu uygulama asırlar
boyunca -özellikle de son asırlarda- bu şekilde sürüp geldiği halde hiçbir
alimin bunu yadırgayıp karşı çıktığı görülmemiştir. Bunun manası, kadın
yüzünün açık olmasının meşru kabul etmek demektir. Sanki bir nevi sükuti icma
vardır.
Yüzü açma-kapama
olayının kırsal kesimlerde ve kentlerde farklı bir durum arzetmesi gayet
doğaldır. Zira toplumların gelenekleri farklı olabilir. Kaldı ki bu, Allah'ın
bir nimetidir ve dinde kolaylıktır. Nitekim, ilim erbabının da -özellikle son
asırlarda yüzü örtmeyi gerekli görmeleri ve bu konuda bazen sert bir üslup
kullanmalarına rağmen- kırsal kesim kadınının yüzünü açmasını -içinde bulunduğu
şartlar nedeniyle, normal karşıladığı göze çarpmaktadır. Halbuki şehirli
kadınların dışarı çıkarken yüzlerini kapatmasının gerektiğini ısrarla
savunurlar. Bunu, elbette, kadınlara meşakkat yüklemek için yapmamışlardır.
Evinde otururken bir takım işlerini hizmetçilere yaptıran bir kadın, dışarıya
da -ziyaret, taziye vb. ihtiyaçları dışında- pek sık çıkmayacaktır. Bu gibi
durumlarda yüzünü örtmesi de onun için hiç zor olmayacaktır.
Bir çok İslam
ülkesinde kırsal kesim kadınıyla kentli kadın arasında görülen bu uygulama
faikı konusunda İbn Badis şöyle der: "Günümüzde -büyük çoğunluğu kentli
olmayan insanlardan oluşan- İslam toplumlarında kadınların yüzü açık olarak
dışarı çıkmaları alışılmış bir olay olup gayet normal karşılanır ve hiç
yardıganmaz. Bu gibi toplumlardan -gözü sakınma ve dönüp dönüp yeniden bakmanın
haram olduğunu bilmek şartıyla- kadınların yüzünü kapatması istenmez. Ancak
büyük çoğunluğu kentli nüfustan oluşan İslam toplumlarında kadınlar yüzlerini
kapatır ve bu durum dikkat çekmekle kalmaz; bazen fesatçıların dedikodular
çıkarmasına da sebeb olabilir. Bu yüzden kentli kadınların serden, fitneden ve
namus kavgaları çıkmasından emin olmak için yüzlerini örtmeleri gerekir.[775]
Son asırlarda,
özellikle kentli kadınlar arasında yaygınlaşan yüz Örtme adetinin, fukahaca
sedt^-i zerai kabilinden hoş karşılandığını belirten Kadı İyaz şunları
söylüyor:[776]
"Ulema demiştir
ki; kasıt olmaksızın kendiliğinden gelişen bir bakışın caiz oluşu, kadının
dışarda yüzünü örtmek zorunda olmadığının delilidir. Ancak erkeklerin her
halükârda kadınlardan gözlerini kaçırmaları (tabii şer'i gerekçeyle ve sahih
bir maksatla bakma hariç) gerekmektedir. Nevevi Kadı İyaz'ın bu görüşünü
Sahih-i Müslim'e yaptığı şerhte kaydetmiştir."[777]
Bu sebeple, ilk asır
idamesinin yüzün avret olmadığı hususundaki ittifakıyla daha sonrakilerin yüzün
örtülmesi gerektiğine meyletmeleri arasında böyle bir fark olduğunu bilmemiz
gerekir. Böylece, kimileri "fitne" 'gerekçesiyle yüzü örtmenin farz
olduğunu söylerken; kimileri de aynı gerekçeyle mendup olduğu sonucuna
varmıştır. Bir başkaları da olayı güzel bir örf olarak değerlendirmiştir.
Bunların hepsi doğru ve yanlış olma ihtimal dahilinde olan ictihadlardır.
Önemli olan delilin kuvvetli olmasıdır. Bir de şu gerçeği unutmamak gerekir:[778]
Bir çok ictihad, belli
bir zamanın maslahatına uygun düşerken, bir çok ictihad da zamanın değişmesiyle
değişmek zorunda kalır.
Ancak, öyle
anlaşılıyor ki, asırlar boyunca, özellikle yüzü örtmenin farz olduğunu
savunanların ısrarlı gayretleri sonucu yüz avret sayılmaya başlamıştır. Halbuki
aynı şahıslar, yüzü açmanın meşru olduğunu bildiren onca rivayetten bihaber
değildiler.
Her şeye rağmen, İslam
aleminin birçok yerinde kadınların yüzü açık şekilde dolaşması ve bunun böylece
günümüze kadar sürüp gelmesi karşısında ulemanın tepki göstermemesi, aksine
bir çoğu tarafından bunun mubah olduğunun açıkça ifade edilmesi, en azından
yüzün açıklığı karşısında sessiz kalarak olayı ikrar etmeleri, bu konuda bir
nevi sükuti icma olduğu anlamına gelmektedir.
Özet:
Aziz Kitab'in âyetleri
yüzün açık mı yoksa örtülü mü olması gerektiği konusunda sarih bir hüküm beyan
etmiş değildir. Sahabe ve tabiin ise konuya ilişkin âyetlerin yorumunda
ihtilaf etmiştir. (İkinci bölümde detayıyla ele alındı). Sahabeyi taklid etme
konusunda İbn'l-Kayyim şu değerli tesbiti yapmaktadır:
"Ben bazı
sahabileri taklid ediyorum (mesela 'kendiliğinden görünen zinet elbisedir'
diyen İbn Mes'ud'u) diyen mukallide şu soruyu yöneltiriz: Peki ama, taklid
etmediğin diğer sahabileri hangi gerekçeyle reddediyorsun? Ola ki görüşünü
terketmiş olduğun bir sahabinin delili taklid etmiş olduğundan çok daha
kuvvetlidir. Şunu kabul etmek gerekir ki, bu görüş, sahabinin faziletli
oluşuyla değer bulmaz, aksine delilinin güçlü olmasıyla kuvvet bulur."[779]
Yüzü açmanın meşru
olduğunu ifade eden takriri sünnet nasslan çoktur. Ancak, muarızlar bu
nasslann delaletinin kesin değil de ihtimali olduğunu savunmaktadır. Biz ise
onların bu iddiasının, bu konudaki nasslann çokluğu sebebiyle isabetsiz olduğu
kanaatindeyiz, (bkz. üçüncü bölüm). Konuyla ilgili kavli tek rivayet Aişe
(r.a.) hadisidir. "Kadın hayız çağına gelince -yüzünü ve ellerini
göstererek- şurası ve şurası hariç hiçbir yerinin görünmesi doğru olmaz."
Bu hadis mürseldir. Ancak sahabi kavilleriyle güçlendirilmektedir. Beyhaki
şöyle diyor: "Bu hadis mürsel olmakla beraber, sahabi-lerin Allah'ın
zahiri zineti mubah kıldığını bildiren sözleriyle kuvvet bulmuştur."
Nasırüddin Eibani şu ilaveyi yapıyor: "Zehebi, Tehzibu Süneni'l-Beyhaki'de
bu görı/şe katıldığını beyanla işaret edilen sahabilerin Aişe, İbn Abbas ve İbn
Ömer (r.a.) olduğunu belirtmektedir. Onlar "zinet-i zahirenin yüz ve eller
olduğu" görüşünü paylaşmıştır. Eibani bu hadisi kuvvetlendiren bir başka
unsurun çok sayıda değişik tarikten gelmesi olduğunu açıklamaktadır.[780]
Mütekaddimin fukahanın
görüşleri, yüzün avret olmadığı yönünde ittifak oluşturmuştur. Bununla
birlikte, tabiinden gelen ve tırnağına varana kadar kadının bütünüyle avret
olduğunu savunan şaz bir görüş te gelmiştir. Gerçi bu şaz görüşte bile -İmam
Ahmed'den gelen bir rivayette görüldüğü üzere- Örtmesi meşakkatli olduğu için
yüzü ve elleri açmaya ruhsat verdiği belirtilmiştir.
Hanbeli mezhebi bu
konuda tek kalan bir görüşe sahiptir. Hanbeli fuka-hasının İmam Ahmed'den
naklettiği bir kaç rivayet mevcuttu: Birincisi; kadın yüzü avret değildir.
İkincisi; kadının bütün bedeni avrettir. Bazıları buna "yüzü
dışında", ya da "namaz dışında" kaydını koymuştur. Üçüncüsü;
namazda tırnağı bile görünmeyecek şekilde tüm bedenini Örter. Dördüncüsü; İmam
Ahmed Aişe'nin (r.a.) şu hadisi ile amel etmiştir: "Kadın hayız çağına
gelince, -yüzünü ve ellerini göstererek- şurası ve şurası hariç hiçbir yerinin
görünmesi doğru olmaz."
Şimdi, Hanbelileri,
Aişe'den (r.a.) gelen ve İmam Ahmed'in de onunla amel ettiği, Beyhaki ve
Elbaninin kuvvetlendirdiği ve üçüncü bölümde kaydettiğimiz bir çok takriri
sünnetle desteklenen bu hadis ile amel etmeye davet edebilir miyiz? Keza,
Önceki fakihlerin itifakına biraz değer vermeye de edebilir miyiz? Zira onlar
Kitap'ta ve sünnette yer alan hükümlerden gafil değillerdi. Üstelik önceki
hayırlı asırlar bu şekilde amel etmiştir. Bütün bunlardan sonra Hanbelileri,
kadının yüzünün avret olmadığını kabul etmeye ve kitaptan ve sünnetten bir
delile dayanmayan, sadece, bir sahabinin ve bir tabiinin bir âyet-i kerimeyi
-diğerlerinin hilafına- değişik yorumlamasından kaynaklanan rivayetleri
terketmeye davet edebilir miyiz?
Son olarak İbnu'l-Kayyim'in
İmamları taklid konusundaki şu açıklamasına kulak verelim: "Alim bazan
yanılır da. Bu kaçınılmazdır. Çünkü masum değildir. Bu yüzden onun her
dediğini kabul ederek onun sözlerini masum birinin sözleri gibi telakki etmek
(algılamak) caiz değildir. Bu, yeryüzündeki tüm alimlerin yerdiği bir
tutumdur. Bu tutumu haram görmüşler ve erbabını da şiddetle yermişlerdir.
Aslında bu taklitçilerin belası ve fitnesi (sinavı)dır. Zira onlar alimi, doğru
olsun yanlış olsun her adımında takip ederler. Temyiz (iyiyi kötüden, doğruyu
yanlıştan ayırdedebilme) kabiliyetleri yoktur. Dolayısıyla dinlerini alırken
hata da karıştırıyor, Allah'ın bir haramını helal sayarken, bir helalini de
haram saymaya da Allah'ın meşru saymadığı (vaz etmediği) bir hükmü meşru sayma
yanlışına düşüyorlar. Bu durum kaçınılmazdır, çünkü taklid ettikleri insan
hatadan masum değildir."[781]
"Eğer siz taklid edilen imamların hidâyet üzre olduğunu kabul ediyorsunuz.
O halde onların arkasından giden taklitçilerde hidâyet üzere olmaz mı? diye
soracak olursanız deriz ki: Onların peşinden gözü kapalı olarak gitmeleri,
onları taklid etmedikleri anlamına gelir. Zira o imamların yolu ve tavsiyesi
delillere tabi olmak ve körü körüne taklidden sakındırmak olmuştur. Onların
tavsiyesine kulak asmayan ve Allah'ın, Rasulü'nün ve bu imamların sakındırdığı
körü körüne peşinden gitme suçunu/ işleyen, nasıl onların yolundan giden bir
taklitçi olabilir? Böyleleri olsa olsa muhalif olur, mukallid değil. Taklid,
"delile tabi olmakla, delili tenkide tabi tutmakla ve Allah Rasulü
(s.a.v.) dışında hiç kimseyi bütünüyle (toptan) kabul etmemekle mümkün
olur."[782] Beyhaki İbn Abbas'tan
rivayet etmiştir: "Alimin hatalarına tâbi olanlara yazıklar olsun. Bu
nasıl olur ey Ebu Abbas, demişler: "Alim önce görüşünü beyan eder. Ancak
daha sonra konuya ışık tutan bir hadis-i şerif duyar ve görüşünü terkeder (ama
ne yazık ki gözü kapalı taklitçiler hâlâ önceki hatalı görüşle amel etmeyi
sürdürür.)"[783]
ABDULLAH B. ÖMER
(r.a.) anlatmıştır: "Bir adam kalktı ve dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü,
ihramda ne giymemizi emredersiniz? Nebi aley-hisselam şöyle buyurmuştur:
'Gömlek, pantolon, sarık ve kapşonlu elbise giymeyin. Nalin (terlik) bulamayan
mest (vs. ayakkabı) giyebilir, ancak topukları görünecek şekilde fazlasını
kesin. Zaferan veya vers değmiş (yani kokulu ve renkli) elbise giymeyin. İhramh
kadın nikap (peçe) ve eldiven takmasın."[784]
Bu hadiste, gerek
erkek için, gerekse kadın için ihramhyken yasak olan giysiler sıralanmıştır.
Erkek için sarık veya kapşon, kadın için de peçe yasaklanmıştır. Fukaha,
buradan, ihramda erkeğin başını, kadının da yüzünü açmasının farz olduğu
hükmünü çıkarmıştır. İbn Ömer'in şu görüşünü bir çokları paylaşmıştır:
"Erkeğin ihramı başında, kadının ihramı ise yüzünde-dir." Şimdi
mezheplerin bu konudaki görüşlerini aktaralım.[785]
Hanefi mezhebi:
Serahsi, Mebsut'ta
şöyle diyor: "Avret-i mesture" olmakla beraber kadının ihramda
"yüzün örtemeyeceği hususunda icma vardır. Yüzünü açmasında fitne korkusu
olsa bile bu böyledir."[786]
Kemal İbn Hümam da
Fethu'l-Kadir'de şöyle diyor: Açmasında fitne ihtimali olmakla birlikte
ihramdayken kadın yüzünü örtemez... Çünkü onun ihramı yüzündedir. Dolayısıyla
açması zorunludur.[787]
Maliki mezhebi:
Müdevvene'de şöyle
denir: "İbn'l-Kasım'a dedim ki; ihramlı kadın yüzünü örtecek olsa fidye
vermesi gerekir mi? 'Evet' dedi."
et-Tac ve'1-İklil'de
şu kayıt yer alır: "İhramlı kadın, eldiven, peçe ve ni-kab dışında
dilediğini giyer. Ancak yüzünü örtemez."[788]
Şafii mezhebi:
İmam Şafii, el-Ümm'de
şöyle diyor: "Bu konuda kadın ile erkek farklıdır... Erkek, hiçbir
zaruret yokken yüzünü örtebileceği halde (ihramlı) kadın yüzünü örtemez."[789]
Nevevi, Mecmu'da şöyle
diyor: "Kadının yüzü, aynen erkeğin başı gibi olup, hiçbir şeyle örtülmesi
doğru değildir."[790]
Hanbeli mezhebi:
İbn Kudame, Muğni'de
diyor ki: "Nasıl ki ihramda erkeğin başını örtmesi haramsa, aynı şekilde
kadının da yüzünü örtmesi haramdır."[791]
Bazı fakiklerin bu
konudaki görüşleri:
Fethu'l-Bari'de şu
kayıtlara yer verilir: "İyaz demiştir ki: Müslümanlar, hadis-i şerifte
geçen giysilerin ihramda kullanılmasının yasak olduğu kon-sunda icma etmiştir.
'Gömlek ve pantolon' ile bütün dikişli giysiler; 'sarık ve kapşon' ile dikişli
dikişsiz başı örten giysiler; mest ile de ayağı örten giyecekler yasaklanmıştır...
Hattabi şöyle diyor: 'Sarık ve kapşon1 kaydıyla gerek devamlı, gerekse nadiren
kullanılar ve başı örten giysilerin ihramda kullanılamayacağı
belirtilmiştir..."[792]
Kadınını elini ve parmaklarını örten eldiven, ayağı örten ayakkabı hükmündedir.
Nikab, kadınlara has bir giysi olduğu için ihramda kullanılması kadınlar için,
yasaktır. Erkeklerin yüzünü örtmesinde bir sakınca yoktur. Ama eldiven böyle
değildir. Gerek erkeklerin, gerekse kadınların ihramda eldiven kullanması caiz
değildir. Çünkü eldiven, aynen ayakkabı gibi bedenin bir parçasını bütünüyle
kapatır. Oysa yüzü örtmek böyle değildir.[793]
"Kadın nikab kullanamaz" demek, "kadın yüzünü örfi.
el-Müdewene, temez" demektir...[794]
İbnu'l-Münzir şöyle diyor: Kadının her türlü dikişle elbise ve ayakkabı giyebileceği
hususunda icma edilmiştir. Zira kadının başını saçını örtmesi gerektiği gibi
başörtüsünü yanlardan sallandırıp yüzünü -bütünüyle kapatmadan- erkeklerin
rahatça görmesine engel olması caizdir. Fa-tıma b. Münzir'den şöyle bir rivayet
edilmiştir: Esma b. Ebi Bekir'le beraber ihrama girdik. Yüzümü kapatıyorduk.
Muhtemelen buradaki kapatma, Ai-şe'den'Cr.a.) gelen rivayette olduğu gibi bir
sakınmadır: "Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte ihrama girdik. Birine
rastladığımızda yüzümüzü örtüyür, geçince açıyorduk."[795]
Mücahid kanalıyla gelen bu hadisin senedi zayıftır."[796]
Fukahanın, -bu
delillerden yola çıkarak- erkeğin, adet olan olmayan, şapka, sarık ya da hırka
gibi dikişli dikişsiz herhangi bir nesneyle başını örtmesinin caiz olmadığı
sonucuna vardığını görüyoruz.[797]
Hatta bazıları bu konuda aşırı giderek yaraya sargı yapmanın bile caiz
olmadığını söylemiştir.[798]
Bazıları ise cibinlik,
hevdec vb. bir yerde gölgelenmeyi de mahzurlu saymıştır.[799]
Aynı zamanda fukahanın -erkeğin ihramının başında, kadının ihramının yüzünde
olduğunu ikrar etmekle beraber ve erkeğin başını, kadının da yüzünü açmasının
farz olduğunu kabul etmelerine rağmen- kadının, erkeklerden sakınmak amacıyla
örtülerinin bir tarafıyla yüzlerini kapatmalarına ruhsat verdiğini
görmekteyiz. Peki, yüzü açma emriyle kapatma cevazını nasıl bağdaştıracağız?
Sanırız, şu iki hususa riayet edersek bunu başarabiliriz.
Birincisi; yüzün,
başın üzerindeki sabit bir örtünün bir ucuyla örtülme -si. Veya elindeki
yelpaze vb. bir şeyle kapatılması. Nisbeten ince bir kumaştan yapılan ve
gözeneklerinden yolun rahatlıkla görülebildiği, yukarıdan göğüslere doğru
sarkıtılan yüz örtüsü caiz değildir. Zira başa bitişik olduğu ve yüzü daima
kapalı tuttuğu için normal peçe hükmündedir. Sanırız fukaha "kadının
ihramı yüzündedir" hükmünün uygulanmasına yardımcı olur umuduyla, yüzü
tamamen kapatmayan, ancak bir an erkeklerin görmesini engelleyen nesnelerin
kullanılmasını mubah görmüştür. Böylece yüz sürekli açık kalmış olur. Yani, yüz
bütünüyle örtülmez, ancak erkeklerin görmesi de engellenmiş olur. Aynen
erkeklerin güneş ışığından korunmak amacıyla başlannın üzerinde bir şey
tutmaları gibi. Böyle yapan birine başını örttü denemez. Zira başı ile gölge
yapan nesne arasında bir karış veya en azından iki üç parmak boşluk kalmaktadır.
Aynı şeklide kadın da erkeklerin görmesine engel olmak için tuttuğu
(elbisesinin bir tarafı, yelpazesi vb.) bir şeyi yüzüne iki üç parmak mesafede
tutması yeterlidir. Hanefi ve Şafii fukahası[800],
elbisesini tutacak olursa yüzüne yapıştırmadan biraz ara bakması gerektiğini
söylemiştir. Bu konuda fakihlerin neler söylediğine bir göz atalım:
Maliki ulemasından
Halil, Muhtasar'mda şöyle diyor: "İhrama giren kadına, eldiven giymek ve
yüzünü örtmek haram olur. Ancak iğne veya iplikle tutturmadığı bir şeyle
erkeklere göstermemek maksadıyla yüzünü kapatabilir."[801]
"İğne ya da iplikle tutturmadığı" derken, yüzünü kapattığı nesnenin
başörtüsüne iliştirilmiş olmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Kadın, ihtiyaç
halinde elbisesinin ya da başörtüsünün bir ucuyla veya yeniyle yüzünü kapatı
verir, sonra hemen açar. Fukahanın "elbisesini başının üzerinden yüzüne
sarkıtır" gibi sözlerini bu şekilde anlamak daha doğru olur.
Mevahibu'I-Celil
li-şerhi Muhtasari'l-Halil sahibi şunları söyleyor: "Kadın, eğer mümkünse
elinde tuttuğu yelpaze vb. bir şeye yüzünü kapatır. En güzeli budur. Böyle bir
şey yoksa cilbabını başından aşağıya doğru sarkıtır. Cilbabı yoksa elbisesinin
bir tarafını -erkeğin görüşünü engelleyecek şekilde- tutar. Müsaitse yeniyle
de kapatabilir. Başındaki başörtüsünden başka uygun hiçbir şey bulamazsa
başörtüsü büyükse onun bir ucunu başından aşağıya sarkıtarak yüzünü
kapatır..."[802]
Şafii, el-Ümm'de şöyle
diyor: "Kadın erkeklere görünmek istemiyorsa ilbabının, yada başörtüsünün
veyahut elbisesinin bir tarafını başından aşağıya yüzüne yapışmayacak şekilde
sarkıtır... Ancak yüzünü bütünüyle ve yapışık bir şekilde örtmemesi gerekir.
Hafız İbn Hacer de
İbn'l-Münzir'in -daha önce de kaydettiğimiz- şu görüşüne yer veriyor:
"Elbisenin münasip bir ucunu, hafifçe sarkıtarak erkeklerin bakışını
engeller. Ancak tam manasıyla yüzünü örtemez."[803]
ikincisi; örtme işini
geçici bir ihtiyaçtan kaynaklanması ve kısa bir süre için sözkonusu olması.
Böylece kadının yüzü, gün boyu açık kalmış olur. Bu :meyanda Hanbeli mezhebi
ulemasından İbn Kudame şöyle söylüyor:
"Erkeklerin çok
yakınından geçmesi sebebiyle kadın yüzünü Örtme ihtiyacı duyuyorsa, Örtüsünü
tepesinden aşağıya sarkıtarak yüzünü kapatabilir. Geçici bir sebepten dolayı
kadın yüzünü bütünüyle kapatabilir."[804] İbn
Kudame'nin "geçici bir ihtiyaç sebebiyle" kaydına Aişe (r.a.)
hadisinden delil getirebiliriz: "Allah Rasulü'nün (s.a.v.) yanında idik.
Binekleri üzerindeki erkekler hizamıza geldiğinde -ihramda olmamıza rağmen-
yüzümüzü örtüyorduk. Geçtiklerinde de örtüyü kaldırıyorduk."[805]
Özet:
İHramlı kadın -ihtiyaç
halinde- örtüsünü, tamamen yapıştırmadan eliyle yüzüne tutabilir. Bu şekildeki
kapatma -kaldırılmadığı sürece sürekli olarak yüzü kapalı tutan- başörtüsüne
iliştirilmiş yüz örtüsü gibi değildir. Yüzü kapatmanın meşru sının çiğnememesi
için, yüzün bütünüyle açık kalmasına özen gösterilmesi gerekmektedir.
Kullanılan örtü, erkeklerin bakışını engellemekle kalmayıp yüzü (iyice
yapışarak) bütünüyle örtecek olursa mahzurlu sayılır. Nitekim İbn Ömer'den
gelen bir haber bu hükmü doğrulamaktadır: İhramlı olduğu halde yüzüne örtü
sallandırmış bir kadın gördüğünde; "yüzünü aç, çünkü ihramlı kadının
yüzünü örtmesi haramdır" demiştir.[806]
İhramlı kadın -bütün
hac menasikinde- Rabbinin emri ve Rasulünün beyanı gereğince yüzü açık olarak
telbiye getirir, ibadet yapar, dua eder. Aynen erkeğin başı açık olarak
bunları yapması gibi. Kadın, sürekli peçe kullanmaya alışık olup tavaf, sa'y,
şeytan taşlama vb. İbadetler süresince yüzünü açık tutmakta zorlansa da yüzünü
uzun süre kapatmasına izin verilemez. Eğer gün boyu yüzünü kapatacak olursa,
bir ihram suçu İşlemiş olur ve fidye vermesi gerekir. Bu gibi durumlarda
fidyenin gerektiğine dair bazı fukahanın görüşlerini aktaralım:
İmam Malik'in
görüşlerini toplayan el-Müdevvenetü'1-Kübra adlı eserde şöyle denir:
"Ona dedim ki:
Malik'in yüzünü ya da başını örten ihramlı hakkında ne düşündüğünü biliyor
musun? dedi ki: Örtüsünü yerinden kaldırdıysa bir şey gerekmez. Ama yerinde
bırakıp ta faydalandıysa fidye vermesi gerekir. Dedim ki: Kdın yüzünü örtünce
de fidye gerekir mi? Evet, dedi."[807]
Şafii imamlarından
Nevevi, Mecmu'da şöyle diyor: "İhramlı erkek başını, ya da ihramlı kadın
yüzünü örtmek zorunda kalırsa örtebilir. Ancak fidye vermesi gerekir."[808]
Yine Şafii ulamesından
Ensari, Nihayetü'l-Muhtac'da şöyle diyor:
"Haram bir bakışı
engellemek maksadıyla, fidyesine razı olarak yüzü örtmek caizdir.[809]
Kadının alışkın olduğu
yüz örtme adetini terkedere, sırf Rabbinin emrine uyma maksadıyla ihramdayken
yüzünü açmasını Ibn Dakikini'1-İd şöyle değerlendiriyor:
"Kadına peçe ve
eldivenin yasaklanması, hükmün eller ve yüzle ilgili olduğunu göstermektedir.
Bunun da sırrı -Allahu a'lem- dikişli ve diğer mahzurlu olduğu sayılan
giysileri yasaklayarak, adete ve alışkanlığa muhalefet ederek nefse şu ki
hususu iyice hissettirmektir: "Birincisi; dikişli elbiselerden
soyutlanırken dünyadan uzaklaşmayı ve kefen giyeceğini hatırlatmak, ikincisi;
alışkanlığını bir tarafa bırakıp, bu büyük ibadet için özel bir kılığa
bürünmek. Bu da nefsin o ibadete bütün varlığıyla yönelmesini, ilkelerini
gözetmesini, şartlarına ve adabına riayet etmesini sağlayacaktır. Elbette en
doğrusunu Allah bilir."[810]
* İbn Hazm ile
tartışma:
İbn Hazm diyor ki:
İhramlı kimse erkek ise giysilerinden soyutlanır. Gömlek, pantolon, sarık,
şapka, kapşon ve mest (bot) giymez... İzar giyer başını açar. Kadın ise
dilediğini giyer. Başını da örter. Ancak kesinlikle peçe örtemez. Dilerse
yüzünü açık tutar, dilerse başından aşağıya bir örtü sallandırarak yüzünün
görünmesini engeller. Bunun delili şu olaydır: ... İbn Ö-mer'den rivayet
edilmiştir: Bir adam Rasulullah'a (s.a.v.) ihramhnın neler giyebileceğini
sormuş. O da şöyle buyurmuştu: "Gömlek, sarık, pantolon, bornoz, (kapşonlu
giysiler) ve mest giymeyiniz." Ebu Muhammed şöyle demiştir: Başa giyilmek
üzere elbiseye dikilen her türlü nesne "bornos"tur. Keza İbn
Ömer'den (r.a.), Rasulullah'ın (s.a.v.) kadınları -ihramlıyken eldien ve nikap
giymekten nehyettiğini duymuştur. Ancak, başından aşağıya bir parça örtü
sallandırarak yüzünün görünmeine mani olmasında bir sakınca yoktur. Zira
Rasulullah (s.a.v.) sadece nikabtan bahsetmiş, bu şekilde sallandırmayı nikaba
dahil etmemiştir. Bu konuda ihtilaf vardır. Haccac b.
Minhal tarikiyle gelen
bir rivayette, İbn Ömer'in (r.a.) ihramda yüzüne örtü sallandırmış bir kadın
görünce, "yüzünü aç, zira kadının ihramı yüzündedir" dediği
bildirilmiştir. Hammad b. Seleme'den gelen bir rivayet ise bunun aksinedir.
"Ebu Bekr kızı Esma ihramlıyken yüzünü Örterdi." Mu'aze
el-Ade-viyye'den riayet edilmiştir: müminlerin annesi Aişe'ye (r.a.), ihramlı
kadının ne giymesi gerektiğini sordum. Dedi ki: Nikap kullanamaz, ağzını kapatamaz.
Yüzüne örtü sallandırabilir. Osman'dan da (r.a.) buna benzer bir rivayet
gelmiştir. Burada önemli olan Rasulullah'ın açıkça belirterek yasakladığı
şeyden kaçmaktır. Daha Önce Said b. Mansur yoluyla İbn Ömer'in (r.a.) 'kadının
ihramı yüzünde, erkeğin ihramı başındadır" dediğini rivayet etmiştik.
Sünnette ihram konsunda kadınla erkek farklı değerlendirilmiştir. Erkeğin
başını açması emredilmiştir. Ama kadının yüzünü örtmesi yasaklanmamıştır.
İhramda kadının yüzünü örtmesi mubahtır. Kadına yasak olan sadece
ni-kabtır."[811]
İbn Hazm'ın görüşü
özetle şudur: İhramlı kadına yasak olan nikab giy-mesidir. Nikap dışında
herhangi bir şekilde yüzünü kapatması mubahtır.
İbn Hazm'a bir kaç
açıdan cevap vereceğiz:
1. İbn
Hazm'ın delil olarak getirdiği İbn Ömer hadisinde, ne erkeklerin başlarını
örtmesi, ne de kadınların yüzünü Örtmesi yasaklanmaktadır. Aksine, yasaklanan,
erkeklerin giymeye alıştıkları sarık ve kapşon, kadınların giymeye alıştıkları
nikap (peçe)dir. Madem ki sünnet -gerek erkek için, gerekse kadın için- bir
giysiyi yasaklıyor, o halde neden kadın için sadece nika-bın yasak olduğunu
söylerken, erkek için başı kapatan bütün giysilerin yasak olduğunu, dolayısıyla
her halükârda başını açık tutmasının farz olduğunu iddia ediyoruz? Yasağın
ayırım yapmaksızın uzvu örten tüm giysileri kapsaması gerekmez mi?
2. İbn Hazm,
"sünnetin erkekle kadın arasında bir ayırım yaparak erkeğe başını
açmasını emrederken, kadına sadece nikap kullanmasını yasakladığını, yüzünü
açıktutmayı emretmediğini" söylüyor. Ama gerçekten sünnet erkekle kadın
arasında bir ayınm yapmış mıdır? Yoksa Her iki kesimin de alışkın oldukları
giysilerden uzak durmalarını isteyerek eşit mi davranmıştır?
3. İbn Hazm,
İbn Ömer'den gelen "erkeğin ihramı başında, kadınırrihra-mı ise
yüzündedir" şeklinde bir haber aktarıyor. "Kadının ihramı
yüzündedir" ibaresinden maksat sadece nikab olup, yüzünü başka şekillerde
örtmesinde bir sakınca yoksa demek ki ihram bu uzvun mutlak olarak örtülmesini
değil de bir tek yolla (peçeyle) örtülmesini yasaklıyor. Eğer durum böyle ise
"erkeğin ihramı bedeninde, kadının ihramı ise elinde ve yüzündedir"
denmesi daha doğru olmaz mı? Zira ekeğin bedenini dikişli herhangi bir giysi
ile örtmesi yasaktır. Keza kadının da nikab ve eldiven giymesi yasak olup peçe
ve eldiven de dikişlidir. Oysa İbn Ömer'den gelen haberin manasışudur: îh-ram
açısından erkeğin başı ile kadının yüzü eşittir. Allah'a karşı kulluk ve te-vazuun
bir nişanesi olarak her iki uzvun da ihram boyunca açık tutulması gerekir.
4. Aynen
sarığın ya da kapşonun erkeğin başına yapışması gibi peçe de kadının yüzüne
yapışır. Yani örtme şeklinde bir benzerlik vardır. O halde erkeğin başı ile
kadının yüzü arasında bir ayınm yapıldığı nasıl iddia edilebilir?
5. İhramlı
kadının yüzünü örtmesi konusunda sahabe arasında bir ihtilaf görünse de bu
konuda temel alınacak delil, Rasulullah'ın (s.a.v.) açık yasağıdır. Hadiste
erkeklere sarık ve kapşon, kadınlara da nikab (peçe) yasaklanmıştır. Sangı ve
kapşonu, başı Örten diğer giysi çeşitlerinin hepsine teşmil ediyorsak, nikabı
da yüzü öten diğer yüz örtülerinin tümüne teşmil etmemiz gerekir. Aksi
takdirde ölçü bozulur. İbn Ömer'in itiraz ettiği kadın, muhtemelen yüzüne
yapıştırarak bütünüyle kapatmış olabilir. Çünkü "sedl" (tepeden
sarkıtılan ve yüze yapışmayan örtü) kısa bir süre için söz konusudur ve yüze
yapışmaz. Bir an erkeklerin bakışını engellemiş olur. Bunu (peçe gibi) bir yüz
örtüsü olmadığını herkes kabul eder. Sanırız Esma (r.a.) hakkında rivayette
geçen yüzü Örtme olayı da bu şekilde olmuştur. Bu tür bîr yüz örtme olayının
(sedl) "yüz örtme yasağı"nı delmediğini daha önce açıklamıştık.
6. Son
olarak İbn Hazm'a şunu demek istiyoruz: Allah Teala ihramda şu özelliklerin
bulunmasını istemiştir:
a) Güzel
kokudan kaçınmak,
b)
Elbiselerden soyutlanmak, dikişli giysileri, ayakkabıyı, eldiveni ter-ketmek.
Bu konuda Serahsi şöyle diyor: "İhramhya yasak olan, dikişli giysilerden
yararlanmasıdır."
c) Heybetli
ve farklı (ayrıcalıklı) görünmekten sakınmak maksadıyla elbise giymekten, baş
veya yüz örtüsü kullanmaktan kaçınmak. Serahsi bu konuda da şöyle diyor:
"Türklerin ve diğer bazı toplumların adeti üzere başı kısmen kapatmakta
(dikişli giysilerden) yararlanma sayılır."[812]
Bedenin bir kısmını örterek yararlanma konusunda kadın erkek herkes eşittir.
İhramda yasak olan ayrıcalık veya heybet hususlarından uzak durması gerekir.
Kadın irin farklı bir uygulama varsa, bu sadece avret sınırlarının değişik
oluşun-dandır. İhramlı için gerekli bir özellik çiğnenmeden kadının setr-i
avreti mümkün olmadığından kadının dikişli elbise giymesine müsamaha gösterilmiştir.
Çünkü başka türlü kadın için emniyetli bir Örtünme yoktur. Keza başını
örtmesine de müsamana gösterilmiştir. Çünkü erkeğin aksine kadının başı da
avrettir. Ama, ele ve yüze gelince, avret olmadığı için ihram yasaklan bunlarda
geçerli olmuştur. Bu yüzdendir ki erkeğin sarık sarması nasıl yasak ise,
kadının da peçe giymesi aynen yasaktır. Eldiven yasağı da her ikis için
geçerlidir. Çünkü el avret değildir ve eldiven dikişlidir. [813]
Hatırlatma:
İTİDAL, İSLAM'ın temel
özelliklerinden biridir. Bu kural, süslenme konusunda da geçerlidir ve
süslenirken israftan ve aşırılıktan kaçınmak gerekir. Keza süslenirken
kadınların riayet etmesi gereken bir diğer husus da toplumun örfüdür. Bu,
dikkatleri çekmemek için gereklidir. Örfler bölgeden bölgeye, ülkeden ülkeye
birtakım değişiklikler arzedebilir. Ama hepsinde geçerli olan kural itidalli
(dengeli, ölçülü) olmaktır.
Müslüman kadının,
hayatı boyunca gerek evinde, gerekse dışarda sosyal hayata katılırken
süslenmede ölçülü olmaya dikkat etmesi gerekir.
Zahiri zinet, ellere
yakılan kına, gözlere çekilen sürme ve yanaklara sürülen renkli kokulardan
oluşur. Kanun koyucu kadının, ölçü için yas tutma dışında -ki bu da en fazla üç
gündür- süslenmesini istemektedir. Ancak kocası ölen kadın, hamileyse doğurana
kadar, değilse dört ay on gün yas tutar. Kadının yastan çıktığını göstermek
için süslenmesi gerekir. Ümmü Habibe, Zeyneb b. Cahş ve Ümmü Atıyye böyle
yapmıştır:
Zeyneb b. Ebi Seleme
anlatmıştır: Ebu Süfyan öldüğünde, Ümmü Habibe üçüncü gün zaferanlı bir koku
getirtti. Yanaklarına ve kollarına sürdü. Ve dedi ki: Rasulullah'tan (s.a.v.)
şu sözü duymasaydım, bunu yapma ihtiyacı duymazdım: "Allah'a ve ahiret
gününe inanan bir kadının üç günden fazla yas tutması helal olmaz. Ancak,
kocası ölen dört ay on gün yas tutmalıdır."[814]
Yine Zeyneb'ten:
"Kardeşi ölünce Zeyneb b. Cahş'ın yanına gittim. Koku getirtip süründü ve
dedi ki: Kokuya hiç ihtiyacım yok. Lakin Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini
işittim: 'Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kadının üç günden fazla yas tutması
helal olmaz. Ancak, kocası ölen dört ay on gün yas tutmalıdır."[815]
Muhammed b. Sirin'den
rivayet edilmiştir: Ümmü Atıyye'nin bir oğlu ölmüştü. Üç gün dolunca koku
isteyin süründü. Ve şu açıklamayı yaptı: "ko-ca(nın ölümü) dışında üç
günden fazla yas tutmaktan nehyolunduk."[816]
İtidalli davranmak,
kadının edebiyle ahlakıyla normal davranması, erkeklerle karşılaşacağı ya da
yanına erkekler geleceği zaman, Özellikle onlar için süslenmemesini gerektirir.
Fitne uyandıracak davranışlardan kaçınma ödevinde olan müslüman kadına bu tür
tutumlar yakışmaz. Ancak kendiliğinden görünen zahiri zinetini evde
gösterebileceği gibi dışarıda da gösterebilir; kadınlara gösterebileceği gibi
erkeklere de gösterebilir.
Erkek genellikle
elbisesiyle süslenir. Çünkü onun avreti göbeği ile diz kapağı arasıdır. Oysa
-elleri, ayaklan ve yüzü dışında tüm bedeni avret olan-kadına, bu uzuvlarını
süsleme ruhsatı verilmiştir.
Kına gibi bazı
süslerin, etkisi aylarca sürer. Bazılarının, günlerce izi kalır; sürme gibi.
Bazı süsler ve kokular da vardır ki birkaç saat içinde izi kaybolur. Özellikle
kadınlara mahsus güzel kokuların rengi görünür de kokusu gizli olur, sonradan
gelir. Bu demektir, evinde, kocasının ve çocuklarının yanında bu şekilde
süslenen bir kadın, eve gelecek bir misafire ya da bir iş için dışarı
çıktığında karşılaşacağı erkeklere de bu şekilde (ellerindeki ve yüzündeki
zinetlerle) görünecektir. Rahmeti ve şefkati sonsuz olan Rabbimiz celle ve ala,
bu kadını yokuşa sürüp de ya zinetini -zorda olsa- silmeye, ya da ne olursa olsun
erkeklerden kaçmaya zorlamamaktadır. Bilakis gizlemesini emrettiği
zinetlerinden bu kadarcığım istisna ederek, "Kendiliğinden görüneni
müstesna, süslerini açığa vurmasınlar" buyurmaktadır.
Müslüman kadının her
ortamda, "zahiri zinet" sınırında süslenmesi doğaldır. Zira Allah
onun fıtratına süslenmeyi sevme duygusu koymuştur.
"Süs içinde
yetiştirileni mi..." (Zuhruf, 43/18). İslam, fıtrat dinidir. Bu yüzden
fıtratın gereğini yapmayı mubah sayar.
Süslenmenin fıtrat
gereği olduğunu, değerli bir sahabi arkadaşına gittiğinde hanımının pejmürde
halin, görünce şöyle diyor:
Avn b. Ebi Cuhafe
babasından rivayet etmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) Sel-man ile
Ebu'd-Derda'yı kardeş yapmıştı. Selman kardeşi Ebu'd-Derda'yı ziyarete gitti.
Ümmüd'd-Derdayı (Ebu'd-Derda'nın hanımı) pejmürde bir halde görünce, nedir bu
halin, diye sordu. O da dedi ki; Kardeşinin dünyada hiç gözü yok..."[817]
Kadının zahiri zinete
meylinin mendup olduğunu, perişan bir kadın görüp de halini yadırgayan
mü'minlerin anneleri ile aynı şekildeki bir kadının durumunu hoş karşılamayan
Allah Rasulü'ne ait şu haberler açıkça ortaya koymaktadır:
Ebu Musa el-Eş'ari'den
rivayet edilmiştir: "Osman b. Maz'un'un hanımı Rasulullah'ın (s.a.v.)
hanımlarına gitmişti. Kadının perişan halini yadırgayarak, Rasululah (s.a.v.)
hanımlarına gitmişti. Kadının perişan halini yadırgayarak, Rasulullah (s.a.v.)
geldiğinde durumu haber verdiler. O da (s.a.v.) Osman'ı göstererek dedi ki: 'Ey
Osman, benden alacağın bir örnek yok mudur?' Daha sonra kadın süslenerek çıktı
geldi. Yeni gelin gibi olmuştu. Hayretlerini ifade ettiklerinde, nihayet biz
de insan sınıfına girdik, dedi."[818]
Aişe'den (ra):
"Havle b.Hakim yanıma geldi. Osman b. Maz'un'un karısıydı. Rasulullah
(s.a.v.) onun perişan halini görünce: 'Ey Aişe, Havle'nin hali ne kadar
perişan?' buyurdu..."[819]
Dahası zahiri zinet
miktannca süslenmek -her halükârda- şer'i bir yükümlülüktür. Kına yakmayan bir
kadının bu tutumunu reddeden Rasulullah (s.a.v.) davranışı, bu kadarlık bir
süslenmenin meşru olduğu gibi gerekli olduğunun da açık bir göstergesidir:
İbn Abbas'tan (r.a.):
Bir kadın bey'at etmek üzere Rasulullah'ın (s.a.v.) yanma geldi. Elinde kına
yoktu. Kına yakın gelmeden onun bey'atinı kabul etmedi[820]
Aişe'den (r.a.):
"Bir kadın Rasulullah'a (s.a.v.) elinde tuttuğu bir mektubu uzattı. Allah
Rasulü elini çekti. Kadın dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü, size bir mektup uzattım,
olmadınız. Buyurdu ki; kadın elimi yoksa erkek eli mi olduğunu anlayamadım.
Dedi ki; elbette kadın eli. Allah Rasulü şöyle buyurdu: "Sen kadın
olsaydın, tırnaklarına kına yakardın.[821]
Süslenmenin fıtrat
gereği olduğu kadar güzel görünme isteği de fıtrattandır. Erkek sangı ve
elbisesiyle süslenirken, kadın da kınası ve sürmesiyle süslenir. Bazen bunlara
peçeyi de ekler.
Abdullah b. Mes'ud'dan
(r.a.): "Bir adam Rasulullah'a (s.a.v.) sordu: Erkek güzel elbise ve güzel
ayakkabı giymeyi sever. (Bu konuda ne buyurursunuz?) Allah güzeldir, güzeli
sever" buyurdular.[822]
Görülüyor ki Allah,
erkeklerin süslenmesinden hoşlandığı gibi kadınların süslenmesinden de
hoşlanmaktadır, hatta ihram da bile. Her ne kadar ihramlıyken pejmürde bir
görünüm arzetmek ve güzel kokudan uzak durmak gerekiyorsa da, bu işi tiksinti
verici bir dereceye ulaştırmaya asla müsaade etmeyen sari', ihramdan önce
güzel koku sürümeyi caiz görmüştür.
Aişe (r.a.) erkekler
için en zirve örnek olan Rasulullah (s.a.v.) ile ilgili şu haberi aktarıyor:
"İhrama girmeye niyetlenince Rasulullah'a (s.a.v.) güzel koku sürerdim.
(Müslim'in rivayetinde[823]
"en güzel kokuyu" kaydı yer almaktadır). Zira Kabe'yi tavaftan önce
koku sürünmek helaldir."
Aişe annemiz (r.a.)
ilave ediyor: ''İhramdayken Rasulullah'ın (s.a.v.) saçlarının ayrıldığı orta
kısımda kokuların parladığını görürdüm."[824]
Aişe (r.a.) kadınların
süslenmesi ile ilgili şunları anlatıyor:
"Rasulullah
(s.a.v.) ile beraber Mekke'ye gitmek üzere yola çıkardık, ihrama girerken
alnımızın üstüne kokulu baş bandı bağlardık. Terlediğimizde koku yüzümüze
akardı. Rasulullah da bunu görürdü, ama bir şey demezdi."[825]
Aynı konuda bir başka
değerli sahabi kadın şöyle diyor:
"Ümeyye b.
Rakika'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber hanımları saçlarının bittiği
yerde alınlarına ves ve zaferan kokusu sürülmüş bantlar bağlar, öylece ihrama
giderlerdi..."[826]
Allah rahmet eylesin,
kadının kına yakarak ihrama girmesini müstehap gören İmam Şafii şöyle diyor:
"Bence kadının ihrama girmeden önce ihram için kına yakması güzel bir
davranıştır. Abdullah b. Ubeyd ve Abdullah b.
Dinar'dan rivayet
edildiğine göre, kadının ihrama girmeden önce eline biraz kına değirmesi
sünnettir."[827]
Son olarak, süslenme
duyusunu, Allah'ın erkek ile kadın arasına koyduğu fıtri ilginin doğal bir
gereği olup temel fıtratlardan biridir.
- Bakire ise
nişanlanmak isteğiyle süslenecektir. Rasulullah (s.a.v.) ne güzel söylemiş:
"Usame bu giysileri ve süsleriyle bir cariye (kız) olsaydı taliplisi çok
olurdu."[828]
- Dul ise evlenmek
maksadıyla, süslenecektir. Allah rahmet etsin Sü-, bey'a el-Eslemiyye
"...hamileyken kocası öldü ve çok geçmeden bebeğini doğurdu. Nifastan
kesilip temizlendikten sonra evlenme isteğini belirtme niyetiyle
süslendi."[829]
- Eğer evli ise gerek
zahiri zinetlerini gerekse batini zinetlerini kocası için gösterir. Kadınların
en hayırlısını haber verirken Rasulullah (s.a.v.) ne güzel söylemiş:
"Baktığında mutlu
eden (gözünü gönlünü açan)..."[830]ikinci
şartın "genellik" delili
"Kendiliğinden
görüneni müstesna zinetlerini açığa vurmasınlar" ayet-i kerimesinin
tefsirinde Taberi şöyle diyor: "Bu konuda en doğru görüş, bu âyetteki
istisna ile yüz ve eller kastedilmiş olup sürme, yüzük, bilezik ve kına da buna
dahildir" diyen görüştür."
Fahru'r-Razi
tefsirinde şöyle diyor: "Zinet, yaradılıştan olmayan süslerdir, diyenler
bu süsleri üç grupta toplamışlardır: Birincisi, sürme ile gözleri, vesme ile
kaşları ve şakakları, kına ile elleri ve ayaklan boyamaktır.
Şimdi, sünnet
metinlerinde yer alan süslenmeyle ilgili haberleri ayrıntılarıyla vereceğiz:
1. Yüzün
zineti:
a) Kadın
kokularının genel vasfı:
Ebu Hureyre'den gelen
bir rivayette Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Erkek kokusu, rengi
belli olmayıp kokusu hemen hissedilen, kadın kokusu ise kokusu belli olmayıp
rengi görünendir."[831]
İmran b. Husayn'dan
rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Dikkat
edin! Erkek kokusu rengi olmayıp kokusu olan; kadın kokusu ise rengi olup
kokusu olmayandır." Ravilerden biri olan Said diyor ki; kadın kokusuyla
ilgili hüküm, dışarı çıkacağı zaman söz konusudur. Yoksa kocasının yanında
dilediği kokuyu sürünür."[832]
b) Yüzü
süslemede kullanılan koku çeşitleri:
Fethu'l-Bari'de şöyle
denir: "Kadınların aksine erkekler yüzlerine boya sürmezler. Oysa
kadınlar, yüzlerine sürdükleri boyalarla süslenirler."[833]
el-Mucemu'1-Vasit'de
"lumre" şöyle tarif edilir: Rengini güzelleştirmek için kadınların
yüzüne sürdükleri, kokulu boyalardan yapılmış bir karışım.
- Enes b.Malik'ten gelen
bir rivayette anlatıldığına göre Abdurrahman b. Avf (r.a.) Rasulullah'ın
(s.a.v.) yanına gelmişti. Üzeri sufre* kokuyordu. Rasulullah (s.a.v.) sebebini
sorunca, Ensar'dan bir kadınla evlendiğini söyledi..."[834]
Bu olayda gelinin,
kokusu Abdurrahman b. Avf m üzerine sinecek kadar çok kullandığı
anlaşılmaktadır. EbU Üseyd es-Saidi'nin hanımı ile Ru-beyyi bintu Mu'avviz
-birazdan ikisiyle ilgili haberleri kaydedeceğiz- erkeklerle
karşılaştıklarında, hala zifaf kokuları üzerlerinden gitmemişti.
Sehl'den rivayet
edilmiştir: "Ebu Üseyd es-Saidi evlendiğinde Rasulul-lah'ı (s.a.v.) ve
arkadaşlarını evine davet etti. Ümmü Üseyd hazırladığı yemekleri getirdi. (Bir
başka rivayette o gün hizmetlerini gelin
gördü.)
Halici b. Zekvan
Rubeyyi' b. Mu'avviz'den aktarmıştır: "Evlendiğimin ertesi günü kuşluk
vakti Rasulullah (s.a.v.) bize geldi. Yatağıma oturdu. Cariyeler def çalmaya,
Bedir günü atalarından bazılarını öldüren biri hakkında şiirler okumaya
başladı. Bu arada bir cariye 'aramızda yarın ne olacağını bi len bir nebi
var" deyince Allah Rasulü (s.a.v.) 'böyle söyleme daha önce söylediklerini
söyle' buyurdu."[835]
- Ümmü Seleme'den
rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) zamanında nifaslı kadınlar kırk
gün otururdu. Biz de günümüze "vers"[836]ve
"kelef'[837] sürerdik.[838]
Peygamber'in hanımı
Aişe'den (r.a.): "Osman b. Maz'un'un hanımı boya ve koku sürünürken bir
ara bunu bıraktı. Yanıma geldiğinde ona dedim ki: 'Kocan yanında mı, değil mi?'
'Yanımda ama değil' dedi. 'Senin bu halin nedir?' dedim. Dedi ki: 'Osman ne
kadın istiyor, ne de dünya."[839]
Ümmü Habibe (r.a.)
hadisini daha önce kaydetmiştik. "Süfre (koku) istetti ve şakaklarına
sürdü." Aişe (r.a.) hadisi de geçmişti. "İhrama girmeden önce
yüzümüze biraz misk sürer, sonra ihrama girerdik."
Kadının süslenme
olayında erkekten farklı bir konumu olduğunu bir daha vurgulamakta fayda var.
Rasulullah (s.a.v.) kadın süslerinin erkekler için uygun olmadığını
belirtmiştir. Bu konuda birkaç olay aktaracağız:
Enes'ten (r.a.)
Rasulullah'a (s.a.v.) bey'at etmek üzere bir gurup insan geldi. Aralarında,
elinde "haluk"* izi olan bir adam vardı. Rasulullah (s.a.v.) onu en
sona bırakarak herkesle beyatleştikten sonra onunla da beyatlaştı ve dedi ki:
"Erkek kokusu, kokusu hemen hissedilen, ama rengi görünmeyen cinsten olur.
Kadın kokusu ise rengi açıkça görüldüğü halde kokusu hemen gelmeyen cinsten
olur."[840]
Ali b. Ebi Talib'ten
(r.a.): "Nebi aleyhisselam bir topluluğa rastladı. Aralarında 'haluk'
sürünmüş bir adam vardı. Topluluğa selam verdiği halde o adamdan yüz çevirdi.
Adam dedi ki: 'Ya Rasulullah, herkese selam verdiğiniz halde benden yüz
çevirdiniz?1 'İlci gözünün arasında kırmızılık var' buyurdular." [841]
(Yani renkli koku kullanmayı hoş karşılamadılar).
Ammar b. Yasir'den
(r.a.): "Gece ailemin yanına geldim. Ellerim çatlamıştı. Zaferanlı haluk
sürdüler. Ertesi sabah Rasulullah'ın (s.a.v.) yanına vardım. Selam verdim. Ne
selamımı aldı, ne de merhaba etti. Buyurdu ki; git, yıka onu."[842]
c) Gözlere
çekilen sürme:
Ümmü Aüyye'den (r.a.):
"Ölü için üç günden fazla yas tutmaktan neh-yolunduk. Ama ölen koca ise
dört ay on gün yas tutmakla emrolunduk. Bu süre zarfında sürme çekmemiz, koku
sürünmemiz ve boyalı (parlak renkli ve kokulu) elbise giymemiz
yasaklandı..."[843]
Sübeyra'dan (r.a.):
"Nifastan kesilince nişan kabul etmek niyetiyle süslendi. Yanına
EbuVSenabil gelince 'bakıyorum da nişan için süslenmişsin' dedi."[844]
Ahmed'den gelen bir
rivayette şöyle denmektedir: "Ebu's-Senabil onu gördü... Sürme çekmiş,
kına yakmış ve hazırlanmıştı."[845]
Cabir'den (r.a.) :
'Ali Yemen'den Rasulullah'ın (s.a.v.) kurbanlık develerini getirmişti.
Faüma'nın (r.a.) ihramdan çıktığını ve kokulu renkli elbise giyip sürme
çektiğini görünce bu durumu yadırgadı. O da 'böyle yapmamı babam emretti'
dedi."[846]
- Ümmü Seleme'den
rivayet edilmiştir: Ebu Seleme vefat ettiğinde Ra-sulullah (s.a.v.) yanıma
geldi. Gözüme "seber"[847]
sürmüştüm. "Nedir bu ey Ümmü Seleme?" diye sordu. Ben de, "Ey
Allah'ın Rasulü bu "saber"dir, kokusu yoktur dedim. Ama yüzü genç
gösterir. Onu sadece geceleri kullan" buyurdular.[848]
Sündi, Haşiye'sinde
şöyle diyor: Rasulullah'ın (s.a.v.) "ama o yüzü genç gösterir"
sözünde geçen "yeşubbu" kelimesi, ateş yakmak ve tutuşturmak,
böylece ışık verip aydınlatmak anlamına gelen "şebb" masdanndan
rü-remektedir. O halde bu sözün manası, "yüzü renklendirip
güzelleştirir" demek olur."[849]
Bu rivayeti, senedi
zayıf olduğu için şer'i bir deil olarak kabul edilmezse de tarihi bir örnek
olarak aktardık.
2. Ellerin
zineti:
a) Kına:
Sübey'a (r.a.) hadisi,
"Sürme çekip kına yaktım ve hazırlandım..." diye devam eden haber
daha önce kaydedilmişti.[850]
Keza, Rasulullah'a
(s.a.v.) beyat etmek üzere gelip de eli kınalı olmadı-ğı için bey'atı
alınmayan, gidip kına yakarak geldikten sonra bey'at eden kadınla ilgili İbn
Abbas nadişi[851] ile "eğer sen kadın
olsaydın tırnaklarına kına yakardın" diye biten Aişe (r.a.) hadisi de [852]daha
önce geçmişti.
Mu'ace'den rivayet
edilmiştir: "Bir kadın Aişe'ye (r.a.) gelerek, 'hayız kadın kına yakabilir
mi?' diye sormuş. O da 'Biz Rasulullah'ın (s.a.v.) yanında kına yakardık, O da
bize birşey demezdi' diye cevaplamış."[853]
Bu haberi şer'i bir
delil olarak değil, tarihi bir olay olarak zikrettik. Çünkü senedi zayıftır.
b) Yüzük:
İbn Abbas'tan rivayet
edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) yanında Bilal.olduğu halde çıktı.
Kadınlara duyuramadığını zannederek onlara va'zetmeye başladı ve sadaka
vermelerini istedi. Kadınlar küpelerini ve yüzüklerini çıkarıp vermeye, Bilal
de elbisesinin etğiyle toplamaya başladı."[854]
c) Bilezik;
Esma b. Yezid'den
rivayet edilmiştir: "Teyzemle beraber Rasulullah'in (s.a.v.) yanına
gitmiştik. Teyzemin bileğinde altın bilezikleri vardı. "Bunların zekatını
veriyor musunuz? diye sordu. 'Hayır' dedik. Buyurdular ki: 'Allah'ın size
ateşten bilezikler taktırmasından korkmuyor musunuz? Onların zekâtını
verin."[855]
3. Ayakların
zineti:
Bu konuda şu rivayetler
gelmiştir:
Aişe (r.a.)
"Kendiliğinden görüneni.müstesna..." âyetini "fetah" ile
açıklamıştır. (Fetah, ayak parmaklarına takılan gümüş halkların adıdır.)"[856]
Fahru'r-Razi şöyle
demiştir: "Zinetin yaratılış güzelliği dışındaki süsler olduğunu
söyleyenlere göre üç tür zenit vardır: Birincisi eller ve ayaklara yakılan
kına."[857]
Şevkani ile Sıddık Han
şu görüşü paylaşıyor: "Âyetin zahiri manasına göre, ellere ve ayaklara
mahsus takı, yüzük vb. süsler ve cilbab gibi kendiliğinden görünen süsler
hariç, zinetleri yabancı erkeklere göstermeyi açıkça yasaklamaktadır."[858]
4. Elbisenin
zineti:
Elbise zinetiyle,
ilgili bir takım ölçüler veren rivayetler mevcuttur:
Enes b. Malik'ten
(r.a.): "Rasulullah'ın (s.a.v.) kızı Ümmü Gülsüm'ün üzerinde ipek
işlemelerle süslenmiş bir elbise vardı."[859]
Abdullah b. Ömer'den
(r.a.): "Rasujullah'a (s.a.v.) ipek işlemeli değerli kumaşlar getirdiler.
Ömer'e ve Usame b. Zeyd'e birer elbiselik gönderdi. Ali'ye de bir elbiselik
verdi ve dedi ki: Bunu böl, kadınların eşarp yapsınlar. (Taberani'den gelen bir
rivayette; "Farımalara bölüştür" denmiştir)[860]
Ömer kumaş elinde geldi ve "Ya Rasulallah, dün utarid kumaşı hakkında bir
açıklama yaptınız, bugün de bunu bana göndermişsiniz? dedi. O da, 'ben onu giymen
için değil, hanımına vermen için gönderdim' dedi. Usame ise elbise yaptırıp
giydi ve geldi. Rasulullah (s.a.v.) onu bu halde görünce bakışı değişti.
Hoşuna gitmediği anlaşılıyordu. Usame: 'Ey Allah'ın Rasulü, neden öyle
bakıyorsun, bunu bana sen göndermedin mi?' diye sorunca, 'ben onu sana gi-yesin
diye değil, bölüp de kadınlarına başörtüsü yapman için gönderdim' buyurdu.[861]
Fatımalardan murat:
Rasulullah'ın (s.a.v.) kızı Farıma, Hz. Ali'nin validesi Fatıma b. Esed ve
Hamza'nın kızı Fatıma'dır.
İkrime'den (r.a.):
Rafaa karısını boşamıştı. Onunla Abdurrahman b. Zü-beyr el-Kurazi evlendi. Aişe
diyor ki: Başında yeşil bir başörtüsü vardı. Onu açıp cildindeki yeşil boyayı
gösterdi. -Kadınlar yardımlaşadururken- Rasulullah (s.a.v.) geldi. Aişe (r.a.)
ona dedi ki: Bu mü'min hanımların yaptıklarını da daha önce hiç görmemiştim.
Cildi elbisesinden daha yeşil.[862]
Şeriat, ne erkek
giyiminde, ne de kadın giyiminde renk sınırlaması ge-tirmiştir. Renk seçimi
mubah sınırlan dahilinde kalmaktadır. Dolayısıyla giyim-kuşam alanındaki
mutedil zinetin ölçüsü her bölgenin örfüne bağlı olmaktadır. Gerek çağımızda,
gerekse önceki asırlarda, bir bölgede müslüman kadınlar arasında yaygın olan ve
bölge ulemasının da ses çıkarmadığı bazı süs ve renklerin; bir başka bölgede
garip karşılandığı, hatta reddedildiği çok görülmüştür. Model ve renkler
bölgeden bölgeye farklılık gösterdiği gibi, aynı bölge içinden çağdan çağa
farklılık gösterdiği de bir gerçektir. İmam Taberi ne kadar güzel söylemiş:
"Zamanın giyim-kuşamma uyum göstermek -günah olmadıkça- insanlık
gereğidir. Yaygın giyim-kuşama aykırı davranmakta bir nevi şöhret arzusu
vardır. [863]Gîysi süslerinde denge
ölçüsü, erkeklerin dikkatini çekmemesi ve te-berrüz özelliği taşımamasıdır.
Nitekim "teberrüc" erkeğin şehvet duygularını uyandırıp dikkat
çekmek maksadıyla kadının süslerini ve fiziki güzelliklerini göstererek
dolaşmasıdır. Ancak, elbisenin -gözalıcı ve parlak olmadığı sürece- renkli
olmasında ve dikkat çekmeyecek herhangi bir modelde olmasında bir sakınca
yoktur. Ne var ki bu renklerin ve modellerin İslam kadınları arasında
yaygınlık kazanmış, örf haline gelmiş olması gerekir ki böyle olunca
erkeklerin şehvet nazarlarını celbetmesi sözkonusu olmaz. Yani, gerek kadının
niyeti, gerekse bu değişik renk ve modeldeki elbiselerin etkisi, erkeklerin
şehvetini uyandırma sonucu doğurmaz. Sudan yaylalarında ve Sureyi'nin kırsal
kesimlerinde görüldüğü üzere bir çok İslam ülkesinde giysi modeli tek olduğu
halde renklerin çok çeşitli olması da mümkündür. Hem renklerin, hem de
modellerin çok çeşitli olduğu yerler de vardır. Mısır ve Kuveyt
üniversitelerinde okuyan saygıdeğer bayan Öğrencilerde olduğu gibi. Bunların
büyük bir çoğunluğu çok değişik model ve renklerde elbiseler giyerler...
Avretlerini örtüp iffetlerini korudukları gibi insanda bir ihtişam ve hürmet
duygusu da uyandırırlar.
Nasslarda yer alan
zinetlere ek:
Diş görünüşün
olgunluğu, zamana ve mekana göre değişiklik arzet-inektedir. Rasulullah
(s.a.v.) zamanında Arabistan yarımadasında kadının dış görünüşünün olgunluğu
kına, sürme ve allıktan ibaretti. Rasulullah'ın (s.a.v.) bu durumu ikrar
ettiği, hatta bazı kere teşvik ettiği sabittir. Bu da süslenmenin sadece bu
şekillerle sınırlı olmadığını gösteril-. Bu örneklere, aynı şartlan taşıyan
yeni süs malzemeleri kıyas edilebilir. Örf zamanla değişir ve mesela bir
"sufre" (sarı süs tozu) "humre" (allık) olur.
^ İbn Kudame şöyle
diyor: "Ona (yani yas tutan, kadına) yüzüne "kelke-van"* veya
"isfîdacu'l-Arais"* sürmesi haram olur. Nitekim bu ikisi, zinet olma
özelliği açısından kından daha kuvetlidir.
İbu'I-Kayyinr ise
şöyle diyor: "(Yas tutan kadına) kına, nakş*, tetrif*, humre ve isfîdac
kullanmak haram olur. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) zihet olma açısından çok
daha kuvvetli olan tüm bu süslere dikkat çekmek için kınayı zikretmekle
yetinmiştir. [864]
* Kadının süslenmesi
konusunda gündeme gelen sorular
Gerek el, yüz ve
ayaklarda, gerekse giysilerde ölçülü (mutedil) bir zine-tin meşru olduğuna dair
Kur'an'dan ve sünnetten sunduğumuz bu delillerden sonra; yabancı erkeklerle
karşılaşması durumunda ziynetin hiçbir türüne cevaz verilemeyeceğini savunan
bazı kimselerin en çok üzerinde durdukları bir kaç soruya cevap verelim:
1. Diyorlar
ki, kadının yüzü başlı başına bir zinettir, bir de onu süsleyerek iyiden iyiye
fitneye kapımı açalım?
Mesele içtihada konu
olan bir mesele değildir ki, isabet etmemiz ya da yanılmamız söz konusu olsun
bilakis konu hakkında nass, hatta nasslar vardır. Kendilerinin de kabul ettiği
gibi nass olan bir konuda ictihad yapılmaz* Madem ki şeriatın sahib isüslenmeye
izin vermiştir, hiç kimsenin bunu inkâr etme hakkı olamaz.
Şeriatın kadının
ziynet fitnesine karşı tutumu, genel anlamda kadın fitnesine karşı tutumuyla
aynıdır. Süsten Önce kadın da başkaca fitneler vardır. Çok daha şiddetli
olmasına rağmen şerait kadının, mesela hareket etmesini, toplumun çeşitli alanlarında
görünmesini, erkeklerle karşılaşmasını yasaklamamıştır. Ancak onun
hareketlerine bir dizi ölçüler getirmiştir; konuşmasına, yürümesine,
erkeklerle görüşmesine bir takım kurallar getirmiştir. Bu kurallara riayet
ettiği takdirde her ortamda fitneden emin olur. Ziynet konusunda da aynı durum
sözkonusudur. Şeriat ziyneti yasaklamıştır, sınırlarım çizmiştir. Bunlar da
"kadınların kokusu (parfümü), rengi görünüp kokusu duyulmayandır."
Hadis gereğince kadınların kullandığı süslerin renkli ama kokusuz olması, elin
kına ve yüzükle yüzün sürme ve allık ile süslenmesi ve müslüman hanımlar
arasında örf haline gelmiş olmasıdır. Zira hadis-i şerifte "şöhret
elbisesi giyene, Allah, kıyamet gününde zillet elbisesi giydirir"
buyrulmaktadır. Son bir şart da zinetin erkekleri tahrik etmek niyetiyle
yapılmamasıdır. Allah Teala şöyle buyurur:[865]
"İlk cahiliyye
(çağı kadınlan)mn açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak (kınta kınta)
(tolaşmayın" (Ahzab, 33/33),
îşte bu şartlara
riayet edildiği takdirde fitne bertaraf olur ve kapıldığımız vehimlerden yola
çıkarak fazladan önlemler almamız gerekmez.
2. Diyorlar
ki: Kadının süslenmiş vaziyette dışarı çıkmasını yasaklayan bir çok nass
mevcuttur.
Bu iddiayı da bir kaç
açıdan reddedebiliriz:
Önce kadını dışarı
çıkarken koku sürünmekten sakındıran bir gurup nass zikredelim ve bunların
nasıl değerlendirilmesi gerektiğini daha sonraya bırakalım:
Zeynep
es-Sakaliyye'den nakledilmiştir: Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu
söylerdi: "Sizden biri yatsı vaktine ulaştı mı (artık) o gece süslenmesin."[866]
Abdullah'ın hanımı
Zeyneb'den şöyle dediği nakledilir: "Allah Rasulü (s.a.v.) bize şöyle
demişti: 'Sizden biri mescide geldiğinde koku kullanmasm."[867]
Yine Ebu Hureyre'den:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 'Allah'ın kadın kullarını Allah'ın
mescidlerine girmekten alıkoymayın. Ancak koku sürünmeden gelsinler."[868]
Yine Ebu Hureyre'den:
"Güzel kokusu hemen hissedilen bir kadına rastlayınca sormuş: Ey Cebar'ın
cariyesi, mescidden mi geliyorsun? Evet deyince, özellikle mescid için mi koku
süründün? diye sordu. Yine evet cevabını alınca dedi ki: Ben Rasulullah'dan
(s.a.v.) şöyle dediğini işittim: Bu mescide süslenerek gelen kadının namazı
kabul olunmaz. Evine dönüp aynen cenabetten temizlenmek için guls ettiği gibi
gusl etmesi ve namazını iade etmesi gerekir."[869]
Dikkat edilirse bu
hadislerin tamamı mescide gitmekle ilgilidir. Mescidin diğer yerlerden ayrı
bir özelliği vardır. Orada kadınlar erkek saflarının arkasında onlara yakın bir
yerde arada bir engel olmaksızın saf tutarlar. Dolayısıyla kadınların
kullanacağı kokulu parfümler erkeklere ulaşacaktır. Bu yüzden İbn Kudame Aişe
(r.a.) hadisini zikrettiktensonra bir açıklama getirir: "Rasulullah
(s.a.v.) ile beraber çıkardık. İhrama girerken alnımıza misk sürerdik.
Terlediğimizde yüzümüze akardı. Allah Rasulü (s.a.v.) de bunu görürdü, bir şey
demezdi" (İbn Kudame devamla diyor ki) Genç, ihtiyar bu konuda eşittir. Bu
husus cuma (namazı) da mekruh değil midir? denecek o-lursa deriz ki: Evet ama
cuma da ekeklere yakın olacakları için fitneye sebep olmasından korkutur."[870]
Mescidde kadın
saflarının erkek, saflarına yakın olması bir yana, namaz da kalbin bütün
meşgalelerden uzak olması ve insanın bütün varlığıyla Allah'a yönelmesi
gerekmektedir. Bu yüzdendir ki namazda bir yanlış yapıldığında kadınların
uyarısına izin verilmemiştir. Kaldı ki diyecekleri topu topu
"Subhanallah" cümleciğinden ibarettir. Oysa normal hayatta kadının erkeklerle
gerektiğinde uzun uzadıya konuşmasına izin verilmiştir. Yani namaz dışında erkekler
kadınların sesini rahatlıkla duyabilirler.
Mescide, özellikle de
başka yerlere giderken kadının, kokusu olmayan (allık gibi) bir süs malzemesi
kullanmasında -kimseyi tahrik etmeyeceği için- bir sakınca yoktur.
Ebu Musa el-Eş'ari'den
rivayet edilen bir başka hadisi şerif vardır: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: Itır sürünecek erkeklerin yanından geçen ve güzel kokusuyla
erkeklerin dakkatini çeken kadın şöyle şöyle olsun. Ebu Musa diyor ki: Ağır bir
söz söyledi."[871]
Bu olayda şer'i
sınırları çiğneyen iki husus dikkati çekmektedir. Birincisi, kokusu olan bir
ıtır sürünmüştür. İkincisi, kokusuyla dikkatleri çekmek için erkeklerin
yanından geçmiştir. Yani fitne uyandırmak istemiştir. Dolayısıyla bu ağır
hükmü de haketmiştir. Oysa bizim -nasslardan çıkararak- ortaya koyduğumuz şey
Şari'in çizdiği sınırlar dahilinde süslenmenin meşru olduğudur.
Özet: Kadının süs
malzemeleriyle süslenmesinde üç noktada mahzur doğabilir: Birincisi,
kokulanarak camiye gitmek. İkincisi, evden dışarı çıkarken kokusu yayılan
parfüm kullanması. Üçüncüsü, teberrüc, yeni erkeklerin şehvetini tahrik
maksadıyla dışarı çıkıp dolaşmaktır. Bu üç mahzurdan sakımldığı sürece
kadınların kokusu duyulmayan süs malzemeleriyle süslenmesinde bir sakınca
yoktur.
3. Diyorlar
ki; kadının, birbirinin elbisesi olması ve kan-koca ilişkileri sebebiyle
kocasına karşı süslenmesini anlıyoruz. Bu doğaldır. Ancak, bir kadının diğer
erkeklere karşı süslenmesinin nasıl bir gerekçesi olabilir?
Bu soruya da değişik
açılardan cevap vermek mümkündür.
Kocaya ve mahremlere
karşı süslenmek, âyet-i kerimede belirtildiği üzere batini (üç) zinet yerlerini
ve buralardaki süslerini göstermektir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Süslerini
kimseye göstermesinler. Yalnız kocalarına, babalarına, kocalarının babalarına,
oğullarına, kocalarının oğullarına, kardeşlerine, kardeşlerinin oğullarına,
kız kardeşlerinin oğullarına, kadınlarına, ellerinin altında bulunan (köle ve
cariyelerine, kadına ihtiyacı bulunmayan (iktidarsız, şehvetsiz) erkeklerden
tabilerine (yani hizmetçilere), yardıma muhtaç ihtiyarlara, bunamlara ve
dilencilere, henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklara
(gösterebilirler)" (Nur, 24/31)
Bizim sözünü ettiğimiz
zinet," Kendiliğinden görüneni müstesna, süslerini açığa
vurmasınlar" âyet-i kerimesinde cevaz verilen zahiri zinettir. Yoksa
batini zinet (iç süsler) değildir.
Kadının kocasına karşı
süslenmesi gerekir, demek dulların süsleneme-yeceği anlamına gelmez. Her ne
kadar süslenmek evli kadınlar için daha gerekli, mendup, hatta vacip ise de
dul hanımlar için de yerine göre mubah veya mendup olmaktadır. Gerek erkek
gerekse kadın her müslümanın İslam toplumunda ölçüleri dahilinde süslenerek
güzel bir görünüm arzetmeleri. Allah Rasulü'nün (s.a.v.) şu hadis-i şerifine
uygun düşecektir. "Allah güzeldir, güzelliği sever." Evli hanımlar
kocaları için süsleniyorsa, dul hanımlar da taliplisi için s üslenecektir.
Celaleyn tefsirinde
"Sürelerini
bitirince, artık kendileri için uygun olanı yapmalarında size bir günah
yoktur." (Bakara, 2/234)
âyetinde geçen
"kendileri için uygun olanı" ibaresi süslenmek ve talipliye görünmek
olarak tefsir edilmiştir. Bu arada daha önce zikretmiş olduğumuz iki hadisi
hazırlayalım: "... Bu giyinişi ve süslenişiyle Usame olsaydı, taliplisi
çok olurdu." Sübey'a (kız) nifastan temizlenince evlenmek istediğini
bil-dirircesine süslendi."
Burada dikkat edilmesi
gereken önemli bir husus vardır: Talihli için . süslenmekte fitne fesad?içİB
süslenmek arasında elbette büyük fark vardır. Talipliler, güzelliği sevmekle
beraber iffeti, olgunluğu ve ağırbaşlılığı, hayat arkadaşları ve çocuklarının
annesi olacak bir kadın için çok daha önemli addederler. Kaldı ki evlenmek
maksadıyla süslenen kadın Şari'in çizdiği sınırlara riayet edecektir. Oysa
günah işlemek maksadıyla süslenen kadın süslenme hususunda aşın gideceği gibi
mümin hanımların bu konudaki Örfünü çiğnemiş olur.
4. Diyorlar ki: Evlenmek isteyen kadının
taliplisi için süsleneceğini söylüyorsunuz, peki evlenmek istemeyenin durumu ne
olacak?
İslam toplumunda
evlenmek istemeyen kadın ve kızların sayısı yok denecek kadar azdır. Müslüman
toplumda kadınlar ya evlidir, ya da evlenmeye adaydır. Zira İslam toplumu iffet
ve olgunluk timsali bir toplumdur. Üstelik evlenmek Allah Rasulü'nün
sünnetidir. Ve O "Benim sünnetimden yüz çeviren, benden değildir"
buyurmaktadır.[872]Keza
bir başka hadis-i şerifte "Evlilik gözü sakınmaya, namusu korumaya çok
daha elverişlidir."[873]
Burada biraz önce
değindiğimiz bir hususu tekrar hatırlatalım. Evlenmek istesin istemesin kadın
erkek her müslümanın mutedil bir süslenmeyle güzel bir görünüm arz etmesi
gerekir. Bu İslam toplumunun karakteristik özelliklerinden biridir.
5. Diyorlar
ki: Batılı kadının süslenmek için yaptığı israf son haddine varmıştır. Asıl
üzücü olan, bazı müslüman toplumların batının izinden giderek onu bir çok
alanda körü körüne taklid etmesidir, bu alanlardan iri de süslenmede aşın
derecede israfa kaçmaktır. Peki, çağdaş müslüman kadını -ki süslenmeye çok
fneyyaldır* ini kahredici taklidin pençelerine düşmekten kurtaracak bir emniyet
sübabı var mıdır?
Bu soruyu da değişik
açılardan cevaplamak mümkündür.
Müslüman kadının ideal
örneği, bütün zamanlarda ve mekanlarda, Asr-ı Saadet kadınıdır. Tabii burada
vurgulamak istediğim, Şari'in genel hatlarla vasıflannı belirttiği saliha
kadındır. Yoksa, çevre şartlarının etkisiyle şekillenenkadın değil. İşte,
kalkınmak ve kurtulmak isteyen, Allah'ın rızasını gözeten kadınlar için zirve
model budur.
Körü körüne taklid ne
konuda olursa olsun insanın kalbini ve aklanı öldüren bir olaydır. Dengeli
insan talid'in pençesine düşmekten kendini korur. Hayatta herhangi bir problem
ile karşılaştığında çözümü önce Allah'ın kitabında ve Rasul'ün sünnetinde
araştırır. İkinci olarak, İslam ümmetinin asırlar boyunca biriken kültür
mirasında arar. Üçüncü olarak diğer ümmetlerin özellikle çağdaş kültür mirasına
bakar. Kendi toplumunun sosyal yapısının iyice öğrenir. Tüm bu çabalar basiret
ve nur üzere yürümek ve doğruya ve hakikate ulaşmak içindir.
Müslüman kadın, şayet
Allah'a itaat etmeyi ve peygamberin nurlu yolunda yürümeyi istiyorsa; batıyı
taklid ettiğinde süslenme olayının iki temel şartını çiğneyeceğini hakkıyla
idrak eder. Bu iki şart da, itidal (dengeli ve ölçülü olma) ve mü'min
kadınların örfüne riayettir.
Kadının zahiri
linetleri (dış süsleri) konusunda fakihlerin görüşleri
İmam Malik, Muvatta'da
şöyle diyor "Kadın veya erkek mütekif (itika-fa giren) yağ ve koku
sürünebilir."[874]Demek
oluyor ki, kadın, itikatta bile kokusu gizli rengi zahir olan süs
malzemelerinden alıkonmamaktadir.
Şafii'nin el-Ümm'de şu
kayıt yer alır "Said bize Musa b. Ubeyde'mn, kardeşi Abdullah b. Ubeyde
ile Abdullah b. Dinar'ın şöyle dediğini naklettiğini anlattı: İhrama girerken
kadının eline kına yakması sünnettendir. Kına yakmadan ihrama girmesi güzel
olmaz.[875] Şafii diyor ki: Ben de
bunun (kına yakmasının) daha güzel olduğu kanaatindeyim. Şöyle de demiştir:
ihrama giren kadın elini boyarsa fidye vermesi gerekir. Ama biraz kına yakarsa
fidye gerekmez. Ancak bana göre bu kadarı da mekruhtur. Çünkü, zinetin
başlangıcı sayılır. Keza şöyle de demiştir: Said b. Salim anlattı; bir grup insan
İbn Cureyc'e ihrama giren kadının kokusuz 'ismid* sürmesi kullanmasının
hükmünü sormuş ve o da, şöyle demiştin Bana göre mekruhtur. Çünkü o da
zinettir. Oysa ihram günleri ibadet ve huşu günleridir."[876]
Burada kadının her
halükârda sürme ve boya kullanmasında bir sakınca olmadığı vurgulanmaktadır.
Sakınca sadece ihramlı olduğu zaman sözko-nusu olmaktadır. Dahası burada
kadının ihrama girmeden önce eline biraz kına yakmasının müstehap olduğu
vurgulanmaktadır.
Hanefi mezhebi
fukahasmdan Serahsi diyor ki: "İhramh kadın, ipekli elbise giyebilir, takı
takabilir. Sahih olan görüş, bunda bir sakınca olmadığıdır. İbn Ömer'in (r.a.)
hanımlarına ihramlıyken takı taktırdığı rivayet edilmiştir. Keza,
Rasulullah'ın (s.a.v.) kollarında birer altın bilezik olduğu halde kabeyi tavaf
eden iki kadın gördüğü, ancak bir şey demediği mealindeki hadis de bunda bir
sakınca olmadığına delalet eder."[877]
Hanbeli fukahasmdan
İbn Kudame şöyle diyor: "İhrama girerken erkeğe müstehab olan
gusletme,temizlenme, süslenme gibi şeyler kadın için de müstehabtır. Delili de
Aişe'den (r.a.) gelen şu hadistir: "Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte
çıkardık. İhrama girerken alnımıza misk sürerdik. Terlediğimizde yüzümüze
akar, Rasulullah'da bunu gördüğü halde bir şey demezdi. Genç, ihtiyar herkes bu
konuda eşittir."[878]
Maliki mezhebi
ulemasından Hattab ise "Mevahibu'l-Celil li-Şerhi Muhtasari Halil de şöyle
diyor: "Kadının ipek elbise giydiği halde Kabe'yi tavaf etmesinde bir beis
yoktur. Rasululah'ın (s.a.v.) (boynunda) inci taşlı altın gerdanlıkları olduğu
halde Kabe'yi tavaf e&en bir kadın gördüğünde şöyle dediği rivayet edilir:
"Allah'ın sana ateşten gerdanlıklar takmasını ister misin? " Kadın
hayır demiş. "O halde zekâtını ver" buyurmuşlar. Dikkat edilirse
burada bir nehiy sözkonusu olmamaktadır."[879]
Sahih-i Buhari'nin
büyük sarihlerinden İbn Battal şöyle diyor: "Rasulullah'a (s.a.v.)
bulabildiğim en güzel kokuyu sürerdim. Bazen koku kutusunu saçına ve sakalına
boşalttığım olurdu" mealindeki Aişe (r.a.) hadisinden, erkeklerin
-kadınların aksine- yüzlerine koku süremeyecekleri hükmü çıkar. Kadınlar
yüzlerini boyayarak süslenir. Erkekler ise kadına benzemekten nehyedildiği için
sadece saçma ve sakalına koku sürerek süslenir.[880]
Tüm bunlardan şunu anlıyoruz:
Rasulullah (s.a.v.) zamanında müslü-man kadının bazı süsleri ve yüzünde kalan
boya izleriyle mahremi olmayan erkeklere göründüğü olurdu. Ancak kokusu
duyulmayan süs malzemeleri kullandığı için fitneyi uyandırıcı bir etki
yapmamaktaydı.
Hafız İbn Hacer ise şu
görüşte: "Erkek parfümüyle kadın parfümünün farkı, kadın parfümünün
kokusuz, erkek parfümünün renksiz olmasıdır. Kadın, evinden çıkarken
zinetlerini gizlemekle emrolunmuştur. Oysa kokulu parfüm kullanmasına cevaz
verilseydi, fitneyi uyandırmasına zemin hazırlanmış olacaktı.[881]
Kadı İbn Rüşd şu
açıklamaları yapıyor: "Yas tutan kadına, bütün fuka-hanın belirttiği üzere
erkeklerin dikkatini çeken sürme, takı vb. tüm süsler yasak edilmiştir. Yas
tutan kadının kaçınması gereken hususlarda fakihlerin görüşleri az çok
birbirine yakındır. Bunlar da, erkeklerin dikatini ve iştahını celbedecek
şeylerden uzak durmasıdır. Boşanmış kadınları da bu kategoride ele alanlar,
nesebin korunması maksadıyla sedde-i zerai kabilinden iddet süresince onların
da kocası öldüğü için yas tutan kadınlar gibi süslenmekten kaçınması erkeklerin
dikkatini çekmemesi gerektiğini söylemiştir. En iyisini Allah bilir."[882]
İbn Rüşd'ün bu
sözlerinden, yabancı erkeklerin genel olarak kadınların sürme, takı gibi zahiri
zinetlerini gördüğünü anlıyoruz. Bu sebeple iddet süresince erkekler görünce
dikkatlerini çekmemek için süslenmekten uzak durmaktadırlar. Aynı hususu
İbnul-Kayyım, Zadu'l-Mead'da şu şekilde dile getirir: "Kocası ölen hariç,
kadınların üç günden fazla yas tutması helal değildir" hadisi şu
hususları ihtiva eder: Bu iki tür yas arasında iki açıdan fark
vardır.-Birincisi, vücup ve cevaz açısından olup koca için yas tutmak vacip
(farz manasına) iken başkaları için caizdir, ikincisi, yasin sûresi açısındandır.
Koca için yas tutmak azimet iken, başkası için yas tutmak ruhsattır. Said b.
Müseyyeb, Ebu Ubeyd, Ebu Sevr, Ebu Hanife ve arkadaşları ile İmam Ah-med
-kendisinden gelen iki rivayetten Hiraki'nin tercih ettiğinde- şu görüşü
paylaşır: "Bain (dönüşü ancak yeni bir nikâh akdiyle mümkün olan) talakla
boşanan kadının da yas tutması gerekir." Çünkü o da kocasından tamamen
ayrılmıştır. Dolayısıyla aynen kocası Ölen gibi yas hükümlerine tâbi olur. Zira
iddet nikâhı haram kıldığı gibi onu davet eden davranışları da haram kılar.
Demişlerdir ki, yas tutmak sırf aklı çıkarsamalarla da gerekli olmaktadır. Zira
süslenip boyanmak, takılar takmak kadının erkeğe meylini gösterdiği gibi
erkeğin de kendisine meyletmesini sağlar."[883]
[1] Bu hadis Sahih-u Camİu's-Sağir'de rivayet
edilmektedir, Hadis No: 2760.
[2] Buhari, Oruç Bahsi, Arafe günü orucu babı, 3/141.
[3] İbnü Hacer, Fethül-Bari, 5/142.
[4] Bu hadisin metni birkaç satır yukarda geçmişti.
[5] Buhari, Barış (bartşlık) bahsi, (Barış yazısı nasıl
yazılır.) "Bu Fulan oğlu fulan ile fulan oğlu fularım barış
anlaşmasıdır." Başlığı ile yazılır babı. 6/233.
[6] Buharı, Peygamber (s.a.v.)'in gazveleri bahsi, Hayber
gazvesi babı, 9/24. Müslim, sahabenin faziletleri bahsi, Cafer bin Ebi Talib
ile Esma bintü Ümeys (r.a.)'ın faziletlerine dair bir bab,. 7/172.
[7] Buhari, menkıbeler bahsi. Peygamber (s.a.v.)'in:
"Ebu Bekr'in kapısından başka (mescide açılanl kapıları kapatınız"
kavli babı. 8/12. Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Ebu Bekr
(r.a.)'ın faziletlerine dair bir bab, 7/108.
[8] Müslim, selam bahsi, yabancı kadınla haşhaşa kalmanın
ve onun yanına girmenin haram kılınması babı, 7/8.
[9] Bu hadisi, Hafizel-Heysemi, Mecmau'z-Zevaid'de irad
etmiştir. 5/17. Heysemi der ki: "Bu hadisin ricali sahih hadis ricalidir.
Haftz İbn Hacer ise ondan bahisle Fethu'l-Bari'sinde şu ifadeyi kaydeder
(12/499): "Bu hadisi Taberi, sahih bir senetle tahric etmiştir."
[10] Buhari, menkıbeler bahsi, Ali b. Ebi Talib (r.a-)'ın
menkabeleri babı, 8/83. Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Ali b. Ebi
Talib Cr.a.)'ın faziletlerine dair bir bab. 7/120.
[11] Hadis, Şeyh Nasruddin el-Albani'nin tahkiki olan
Silsiletu'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserde varid olmuştur. Hadîs no: 652.
[12] Buhari, cihad ve siyer bahsi. Harb ve keşif
karakolunun fazileti babı, 6/393. Müslim, sahabenin faziletleri bahsi, Talha
ile Zübeyr (r.a.)'ın faziletlerine dair bab, 7/127.
[13] Buhari, Cuma bahsi, hutbe (mukaddimesinde) Allah'ı
sena ettikten sonra "Amma ba'dun diyen kimse babı, 3/54.
[14] Buhari, cenazeler bahsi, kabir azabı hakkında gelen
hadisler babı, 3/479.
[15] Ibn Hacer, Pethül'-Bari, 3/479.
[16] Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Sakifin
yalancısının ve onu helak e3enin beyanı babı 7/190.
[17] Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Enes'in
annesi Ümmü Süleym (r.a.)'ın faziletlerine dair bab, 7/145.
[18] Buhari, Ensar'ın menkıbeleri bahsi, Ebu Talha
(r.a.)'ın menkıbeleri babı, 8/128.
[19] Müslim, Cihad ve siyer bahsi, kadınların erkeklerle
birlikte gaza etmesi babı, 5/196.
[20] Buhari, namaz bahsi, uyluk hakkında zikrolunan şey
babı, 2/25. Müslim, nikâh bahsi, bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra
onunla evlenmesinin fazileti babı, 6/146.
[21] İbnü Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, 5/223.
[22] Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Ümmü Eymen
(r.a. J'ın faziletlerinden bir bab,7/144.
[23] Müslim, fitneler bahsi, Deccal'in çıkması ve
yeryüzünde bir müddet kalarak İsa'nın inmesi babı, 8/203.
[24] Müslim, boşama, boşanma bahsi, üç talakla boşanan
kadına nafaka verilmemesi babı, 4/195-199.
[25] Müslim, fitneler bahsi, Deccal'in çıkması ve
yeryüzünde bîr müddet kalarak İsa'nın inmesi babı»203
[26] Müslim, Boşama bahsi, Üç talakla boşanan kadına nafaka
verilmemesi bahsi, 47198.
[27] Müslim, Kitabu't-Talak, c. 4, s. 198.
[28] İbnü Sa'd, Tabakatül-Kübra, 3/546.
[29] Buharı, cıhad bahsi, Rumlarla harbfin fazileti)
hakkında söylenen şeyler babı, 6/442.
[30] ibnü Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, 8/217.
[31] İbnü Sa'd, a.g.e., 3/408.
[32] Buhari, Peygamber (s.a.v.)'in gazveleri bahsi, bana
Abdullah b. Muhammed el-Cafı haber verdi, babı, 8/313. Müslim, boşama, bahsi,
kocası ölen kadınla diğer kadınların iddetlerinin doğurmakla sona ermesi babı,
4/201.
[33] Buhari, hastalar ve tıb bahsi, rüzgar sebebiyle saraya
tutulan kimsenin fazileti babı,
[34] Müslim, fitneler ve kıyamet alametleri bahsi,
Deccal'in çıkması yeryüzünde kalacağı müddet, İsa'nın inerek onu öldürmesi
babı, 8/203-205.
[35] Buhari, bayram namazları bahsi, Mina günlerinde ve
(dokuzuncu günü sabahı), Arafata gi derken tekbir getirme babı. 3/115. Müslim,
Bayram namazları bahsi, Bayramlarda kadınların namazgaha çıkmaları ve
erkeklerden ayrı olarak hutbe dinlemelerinin mubah oluşu babı, 3/21.
[36] Buhari, güneş ve ay tutulması bahsi, güneş ve ay
tutulması sırasında kabir azabından Allah'a sığınma babı, 3/191. Müslim, yağmur
duasının namazı bahsi, kusuf namazında kabir azabının zikri babı, 3/30.
[37] İbnü Hacer, Fethu'1-Bari, 3/197.
[38] Müslim, yağmur duasının namazı bahsi, kusuf namazında,
Peygamber (s.a.v.)'e arz olunan şeyler babı, 3/31.
[39] Müslim, hacc bahsi, bayram gününde cemre-i akabede
hayvan üzerinde taş atmanın müste-hab olduğu... babı, 4/79.
[40] Buhari, cihad bahsi, kadınların yaralıları ve
şehidleri geri götürmeleri babı, 6/420.
'
[41] Buhari, hacc bahsi, haccın vGcubu, fazileti ve...
babı, 4/121. Müslim, hacc bahsi, kötürümlük, ihtiyarlık ve benzerleri ve »lum
sebebiyle aciz kalan kimse namına haccetmebabı, 4/101.
[42] Buharı, Allah'ın kitabına ve Peygamber'in sünnetine
sımsıkı yapışıp tutunma bahsi, (kitabü'l Itisam), Peygamber (s.a.v.)"in
{ümmetinin erkeklerine ve kadınlarına) öğretmesi babı, 17/55. Müslim, iyilik,
sıla ve adab bahsi, bir çocuğu ölüp de bundan sevap bekleyenin fazileti babı,
8/39.
[43] Buhari, kitabü ebvabUmuhsar... (men oluan kimse ve
avlanma cezası babalan bahsi), kadir lann haccetmesi babı, 4/449.
[44] Müslim, selam bahsi, göz değmesi, sarıca, zehir ve
nazar için rukye yapmanın müstehab oluşu babı, 7/18.
[45] Buhari, Ensar'ın menkıbeleri bahsi, lîtbe tbnü
Rebia'nm kızı Hind (r.a.)'ın zikri babı, 8/141 Müslim, davalar bahsi, hind
davası babı, 5/129.
[46] Müslim, iyilik, adab bahsi, bir çocuğu ölüp de bundan
sevap bekleyin fazileti babı, 8/40.
[47] Buhari, tefsir bahsi, Yüce Allah'ın: "O kötü
sözlerin iman edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler..." kavli
babı, 10/105.
[48] Buharı, Peygamberin gazveleri bahsi, ifk hadisi babı,
8/437. Müslim, tevbe bahsi, iflc hadisi ve zina isnadında bulunan kimsenin
tevbesinin kabulü hakkında bir bab, 8/114.
[49] Buhari, Kîtabüs-Sehv (unutup-yanılma ile ilgili bablar
bahsi), inanap namaz kılmakta iken kendisine söz söylendiği ve onun da bu
kelamı işitip eli ite işaret ettiği zaman (hükmü nasıl olur) babı, 3/347.
Müslim, yolcuların namazı ve bu namazın kısaltılması bahsi, Peygamberin
ikindiden sonra kılmakta olduğu iki rekat namazı tanıma babı, 2/210.
[50] Müslim, süt emme bahsi, bir ve iki defa emme hakkında
bir bab- 4/166. Mesabih, Oruç bahsi, Nafile oruçtan dolayı iftar etme hakkında
bir bab. Muhakkik, üstad Nasirüddin el-Elbani (bu hadisten bahsederek şöyle)
der: Bu hadis, isnadı hasen bir hadisdir. Onu Hakim ile Bej haki Semmak b.
İkrime, Ebu Salih ve Ümmühanİ tankıyla merfu olarak rivayet etmişler - ve Hakim: İsnadı sahihdir demiş Zehebi de
ona muvafakat etmiştir. Hadis o
ikisinin söylediği gibi
sahihdir.
[51] Bkz.: Mişkatu'l-Mesabih, Kitabu's-Savm. Hadisin senedi
ceyyiddir. Hakim ve Beyhaki Simak b. İkrime kanalıyla Ebi Salih'den, o da Ümmü
Hani'den merfu olarak rivayet etmiştir. Hakim isnadın sağlam olduğunu söylemiş,
Zehebi de bunu tasdik etmiştir.
[52] Buharı, izin isteme bahsi, bir kavmi ziyaret edip de
onların yanında gündüz uykusuna yatan kimse babı, 13/312. Müslim, faziletler
bahsi, Nebi (s.a.v.)'in terinin güzel kokması ve onunla teberrük olunması babı,
7/81.
[53] İbnü Hacer, Fethul-Bari, 13/312.
[54] Buhari, menkıbeler bahsi, cahiliyyet günleri babı,
[55] Buhari, zekat bahsi, hurmanın yaşken ağacı üzerinde
miktarını takdir etmek babı, 4/86. Müslim, faziletler bahsi, Peygamber'in
(s.a.v.) mucizeleri hakkında bir bab, 7/61.
[56] Buhari, nikâh bahsi (nikâhta erkekle kadın arasında
aranan) denklikler din hususundadır, babı, 11/35. Müslim, hacc bahsi,
ihramhnın, hastalık gibi bir özürden dolayı ihramdan çıkmayı şart koşmasının
caiz olması babı, 4/26.
[57] Müslim, av, kesilen ve eti yenen hayvanlar bahsi,
kelerin mubah kılınması babı, 6/69.
[58] Buharı, (iki) bayram namazları bahsi, kadının bayramda
dişarda giyecek elbisesi (cilbabı) bulunmadığ zaman (nasıl yapacağı) babı,
3/122.
[59] İbn Hacer, Fethü'1-Bari, 3/123.
[60] Buhari, tefsir bahsi Mümtehine sûresi, Yüce Allah'ın:
"mü'min kadınlar sana bey'at etmek üzere geldikleri zaman..." kavli
hakkında bir bab, 10/265. Müslim, bayram namazları bahsi, 3/18.
[61] Buhari, ganimetten beşte bir ayırmanın farz oluşu
bahsi, kadınların eman vermeleri ve bir kimseyi korumaya alıp onu tehlikeden
kurtarmaları (yani siyasi sığınma hakkı tanımaları) babı, 7/83. Müslim,
yolcuların namazı bahsi, Duha namazının müstehab oluşu... babı, 2/158,
[62] Buhari, Peygamber (s.a.v.)'in gazveleri bahsi,
Hudeybiye gazvesi babı, 8/451.
[63] Buhari, boşama (boşanma) bahsi. Peygamber (a.a.v.)'in
Berire'nin kocası hakkında şefaat etmesi babı, 11/323.
[64] Müslim, Han bahsi, 4/206-207.
[65] Müslim, (Kitabü'l-Hudud) hudud bahsi, kendi aleyhine
zinayı itiraf eden kimse babı, 5/120.
[66] Bkz. İbn Kudame, el-Meğni, 7/28.
[67] Bkz. Sünen-i Efai Davud, Kitabu'l-libas, Yüce
Allah'ın: "mümin kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan
sakınsınlar..." kavli hakkında bir bab, 4/361
[68] Bkz. Taberi Tefsiri, 22/41-42.
[69] Bkz. İbnü Kuteybe, Te'vilü muhtelifli hadis (Ezher
Üniversitesi matbaası 1966) s. 225. (bu eser Türkçeye: Hadis Müdafaası adı ile
çevrilmiştir).
[70] Nevevi, Sahih-i Müslim şerhi, 14/151.
[71] Fethul-Bari, 11/237.
[72] İbnü Hacer, Fethü'1-Bari, 13/425.
[73] Kurtubi, el-Cami Ii'1-Ahkâm, Nûr sûresi, 31. âyetinin
"mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar..."
tefsiri, 12/228.
[74]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/9-38.
[75] îbnü Sa'd: et-Tabakatü'1-Kübra, 8/221.
[76] Buhari, vasiyyetler bahsi, malın en çok ü£te bir
miktarının vasiyyet edilmesi babı, 6/300.
[77] Buhari, vasiyyetler bahsi, kişinin mirasçılarını
zengin bırakması onları insanlara avuç açaı halde bırakmasından daha hayırlıdır,
babı, 6/292.
[78] İbnü Kuteybe, Tevilü Muhtelefıl Hadis, s. 225.
[79] İmam Gazali el-Mustafa, 2/49.
[80] İrşadü'l-Fühul, s. 35-36.
[81] İrşadül-Fühul, s. 36.
[82] İrşadü'l-Fuhul, s. 35.
[83] el-Burhan fi-usuli'1-fıkh, 1/496.
[84] Hadis için bkz. el-Buhari edeb bahsi, insanları ceza
verme ve azarlama ile karşılamayan kimse babı, 13/127. Müslim, faziletler
bahsi, Peygamber (s.a.v.)'in Allah Teala'yı tanıması ve ondan şiddetle korması
babı, 7/90.
[85]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/38-49.
[86]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/53.
[87] Buharı, nikâh bahsi, "Yanında mahremi bulunmayan
bir kadınla bir erkek yalnız başına kalmasın; kocası evde bulunmayan bir
kadının yanına girilmesin" babı, 11/246.
[88] Sahihu Sünen-i Nesai, hadis no: 4737
[89] Müslim, fitneler ve kıyamet alametleri bahsi,
Deccal'in çıkması ve yeryüzünde kalacağı müddet (...) hakkında bir bab, 8/205.
[90] Müslim, namaz bahsi, safların düz ve doğru tutulması,
ilk safın ve ondan sonra sıra ile öteki safların fazileti babı, 2/32.
[91] Müslim, namaz bahsi, Fitneye sebep olmamak şartı ile
kadınların mescidlere gitmeleri.... babı, 2/33.
[92] Müslim, namaz bahsi, aynı bab, 2/33.
[93] Buharı, nikâh bahsi, serine (cariye)ler edinme ve
cariyesini azad edip de sonra onunla evlenen kimsenin sevabı babı, 11/30.
Müslim, Nikâh bahsi, bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra onunla
evlenmesinin fazileti babı, 4/147.
[94] Bu haber, Beğavi'nin Şerhus-Sünne adlı eserinde
nakledilmektedir, 2/438. İki muhakkik alim ondan bahsederek şöyle der: "Bu
haberi İbnü Ebi Şeybe ile Beyhaki süneninde tahric etmişler dir." Beyhaki:
"Bize bu hususta Ömer'den gelen haberlerin hepsi sahihdir" demiştir.
[95] Buharı, namazın sıfatı bablan, namazların hepsinde
imam ve memum için Kur'an okumanın vticubu babı, 2/381.
[96] Müdevvenetü'l-Kübra, 1/94.
[97] gerhü Fethu'l-Kadir, 1/262-263.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/54-58.
[98] Buhari, Nikâh bahsi. Gayret (yani kıskançlık) babı,
11/234. Müslim, Selam bahsi, yabancı bir kadın yolda kötürüm!ediği vakit onu
hayvanının terkisine almanın caiz oluşu babı. 7/11.
[99] Fethu'1-Bari 11/237.
[100] Buhari, edeb bahsi, konuk için yemek yapılması ve
birşeyler hazırlama meşakkatinin yüklenil-
mesibabı, 13/151.
[101] Buhari, nikâh bahsi, Evlendirmeden önce kadına bakma
babı, 11/86. Müslim, nikâhbahsi, mehir babı, mehrin Kuran Öğretmek (demir yüzük
vesaire gibi şeylerin azından çoğundan caiz oluşu...) babı, 4/79.
[102] Buhari, nikâh bahsi, kadının, kendi nefsini salih bir
erkeğe arzetmesi.,babı, 11/79.
[103] Fethul-Bari.il/79.
[104] Buhari, oruç bahsi, çocukların orucu babı. 5/104.
Müslim, oruç bahsi, aşura günü oruç tutmayan kimsenin, o günün kalan kısmını
yemeden -geçirmesi gerektiği- babı, 3/152.
[105] Buharı, Bayram namazları bahsi, Mina günlerinde ve
(dokuzuncu günü sabahı) arafata giderken tekbir getirmek babı. 3/115.
[106] Buharı, hayız bahsi, hayızlı kadınların namaz yerinden
ayrı durarak bayram namazlarının kılındığı sahada ve müslümanlann dualarında
hayır bulunmaları babı, 1/439.
[107] Buhari, Kitabül-Mezalim (Zulümler bahsi), evler önünde
geniş avlular edinmek ve buralarda oturmanın hükmü, bir de yollar üzerinde
oturmanın hükmü babı, 6/37. Müslim, selam bahsi, yol üstünde oturmanın
haklarından birinin selam olması babı, 7/2.
[108] Buhari, izin isteme bahsi. Yüce Allah'ın: "Ey
iman edenler, kendi evlerinizden başka evlere (ve odalara) sahibleriyle ünsiyet
peyda etmeden ve selam da vermeden girmeyin..." babı, 13/245. Müslim, hacc
bahsi, kötürümlük, ihtiyarlık ve benzerleri yahut ölüm sebebiyle aciz kalan bir
kimse namına hacc etme babı, 4/101.
[109] Buhari, namaz içinde amel bablan kitabı, namaz kılan
kimseye "ileri git" yahud "bekle" denilmesinde beis yoktur'
babı. 3/328. Müslim, namaz bahsi, erkeklerin arkasında namaz kılan kadınlara
erkeklerden önce başlarını secdeden kaldırmamalarını emir babı, 2/32.
[110] Buhari, namazın sıfatı babları kitabı (namazın
sonunda) selam vermek babı, 2/467.
[111] Bu hadis Sahihu'l-Camiu's-Sağir adlı eserde gelmiştir.
Hadis no: 5134.
[112] Müslim, selam bahsi, yabancı bir kadınla başbaşa
kalmanın ve onun yanma gimenin haram kılınması babı, 7/8.
[113] Buhari, tefsir bahsi, Yüce Allah'ın: "Ey iman
edenler, mümin kadınlar muhacir olarak geldikleri vakit onları imtihan
edin" kavli babı, 10/261. Müslim, emirlik bahsi, kadınların nastl beyat
edecekleri babı, 6/29.
[114] Bu hadis "Silsiletül-Ahadis-is-sahiha" adlı
eserde zikredilmiştir. 2/529.
[115] Bkz. şehvetsiz olarak (kadına) dokunmanın
meşruiyyetînin ayrıntıları: Kadının sosyal hayata iştirak etmesi bahsinde
zikredilmiştir. Üçüncü bab, ikinci bölüm: Müşareketin adabı.
[116] Buharı, namaz bahsi, (namaz vakitleri, kitabı), namaz
kılmak (günahlara) keffarettir, 2/148.
[117] Müslim, tevbe bahsi, Yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki,
iyilikler kötülüklri giderir" âyeti kerimesi babı, 8/101.
[118] Müslim, Hudud (hadler) bahsi, kendi aleyhine zinayı
itiraf eden kimse babı, 5/117.
[119] Müslim, Hudud bahsi, kendi aleyhine zinayı itiraf eden
kimse babı, 5/120.
[120] Müslim, Hudud bahsi, Kendi aleyhine zinayı itiraf eden
kimse babı, 5/120.
[121] Silsetül-Ahadissisahiha, Nimara: 900, aynı şekilde
Bkz: Ala-Mü'1-Muvakkiyn, 3/8 (Sahife 24'de hadisin tam metni gelecektir).
[122] Buhari, k für ehlinden ve dinden dönenlerden İslama
harb açanlar bahsi; zina itirafı(nın hükmünü L >an) bahı. 1.V149. Müslim,
hudud bahsi, kendi aleyhine zinayı itiraf eden kimso babı, 5/121.
[123] Buhari, boşamak-boşanmak bahsi; erkek. 1 iiıutk^iiıeye
kadının önce başlar fcabı. 11/368. Müslim, lian bahsi, 4/209.
[124] Buharı. Boşamak, boyanmak İ>;ıh-*i. i:f'i!.^me ve
lanetlenmenin ardu^an kadını boşayan kimse babı, 11/37
[125] Müslim, hudud bahsi, nifasli kadınlardan haddin tehiri
babı, 5/125.
[126] Buhari, küfür ehlinden ve dinden dönenlerden İslam'a
harb açanlar bahsi, yahudi, hmstiyan, vb. olan zimmet ehli kimselerin hükümleri
babı, 15/182.
[127] Buhari, nikâh bahsi, gayret (kıskançlık) babı, 11/233.
Müslim, lian bahsi, 4/211.
[128] Sünen-i Nesai, teharet bahsi, Allah Azze ve cellenin
"Sana adet görmeden soruyorlar..." kavlinin nevili babı, Bkz: Sahih-i
Sünen-i Nesai, Hadis no: 277.
[129] Buhari, abdest alına bahsi, bîr kavinin süprüntülüğü
yanında işeme babı. 1/342.
[130] Buharı, Allah'ın kitabına ve Peygamber'in sünnetine
sımsıkı yapışıp tutunma bahsi (Kitabii'l-İtisam): Peygamber'in: "Muhakkak
sizler kendinizden önce gelen milletlerin yollarına uyup gideceksiniz"
kavli babı, 17/63.
[131] Buhari, Allah'ın kitabına Peygamber'in sünnetine
sımsıkı yapışıp tutunma bahsi, Peygam ber'in "Muhakkak sizler kendinizden
önce gelen milletlerin yollarına uyup gideceksiniz..." kavli babı. 17/63.
[132] Buhari, İman bahsi, İslam dini kolaylıktır babı,
1/101.
[133] Müslim, İlim bahsi, "Taşkınlar helak
olmuştur" hadisi babı, 8/58.
[134] Buhari, Nikâh bahsi, Nikâha rağbetlendirme babı, 11/4.
Müslim, Nikâh babı, 13/127.
[135] Buharı, Edeb bahsi, insanları ceza verme ve azarlama
ile karşılamayan kimse babı, 3/127. Müslim, Faziletler bahsi, Peygamber
(s.a.vj'in Allah'u Teala'yı bilmesi ve ondan şiddetle korkması babı, 7/9.
[136] Müslim, Oruç bahsi, oruçlu iken öpmenin, şehvetini
harekete getirmeyen kimselere haram olmadığım beyan babı, 3/137.
[137] Müslim, Oruç bahsi, cünüp olduğu halde üzerine fecir
doğan kimsenin orucunun sahih olması babi, 3/138.
[138] Müslim, Yolcuların namazı bahsi, gece namazını ve onu
kılmadın uyuyan yahud hasta olan kimsenin hükmünü cami oian bab, 2/168.
[139] Buharı, Abdest alma bahsi, bir kavmin süprüntülüğü
yanında işeme babı, 1/342.
[140] İmam Malik'in Muvatta'ı, Kur'an bahsi, Abdestsiz
olarak Kur'an okunması hususunda ruhsat babı, 1/200.
[141] Buharı, Yıkanıp gusletmek bahsi, koku sürünen , sonra
da yıkanan e kokunun izi bedeninde baki kalan kimse babı, 1/396.
[142] Müslim, Hacc bahsi, muhrimin, ihrama girerken koku
sürünmesi babı, 4/13.
[143] Buharı, Yıkanıp gusletmek bahsi. Cinsi münasebet
yaptıktan sonra tekrarlayan bir tek yıkanma ile kadınladını dolaşan kimse(nin
hükmü nedir?) babı, 1/392. Müslim, Hacc bahsi, muhrimin, ihrama girerken koku
sürünmesi babı 4/13.
[144] Şevkani Bkz. Fethu'l-Kadir el-Camiu beyne Fenn ey i
"r- rivayeti ve'd-Diraye min ilmü't-tefsir. 4/6.
[145] İmam Malik, Muvatta, 1/28.
[146] tmam Malik, Muvatta 1/59.
[147] Buhari, Nikâh bahsi, Kadınlardan kesilip evlenmeyi
terketmenin ve erkeklik yumurtalarını çıkartmanın mekruh kılınması babı, 11/19.
Müslim, Nikâh bahsi, 4/129.
[148] Fethu'1-Bari, 11/18.
[149] Buhari, Nikâh bahsi, kadınlardan kesilip evlenmeyi
terketmenin ve erkeklik yumurtaların] çıkartmanın mekruh kılınması babı. 11/19.
Müslim, Nikâh hahsi, Mut'a Nikâhı ve bu Nikâhın evvela mubah kılınıp soma
m?shedilmesini beyan babı, 4/130,
[150] Buhah. Nikâh bahsi, Kadınlardan kesilip evlenmeyi
terketmenin ve erkeklik yumurtalarını çıkartmanın mekruh kılınması babı, 11/19.
[151] Müslim, Hacc bahsi, ihram vecihlerini bozan babı,
4/34.
[152] Müslim, Namaz bahsi, Fitneye sebep olmamak şartıyla
kadınların mescidlere çıkmaları faka! koku sürünerek çıkmamaları babı, 2/33.
[153] Müslim, Namaz bahsi. Fitneye sebep olmamak şartıyla
kadınların mescidlere çıkmaları., babı, 2/33.
[154] Fethu'l-Bari, 2/494.
[155] Buhari, Bayram namazları bahsi, (erkeklerin
beraberinde hutbeyi işitemedikleri zaman) imamın kadınlara vaz etmesi babı,
3/119. Müslim, Bayram namazları bahsi. 3/19.
[156] Buhari, Zekât bahsi, (rağbet edilecek sadaka bizzat
kendi) sağ eliyle verilen sadakadır, babı, 4/35. Müslim, Zekât bahsi, sadakayı
gizle vermenin fazileti babı, 3/93.
[157] Buharı, Hacc bahsi, haccın vücubu, fatilezi ve babı,
4/121. Müslim, hacc bahsi, kötürümlük, ihtiyarlık ve benzerleri yahut ölüm
sebebiyle aciz kalan bir kimse namına haccetme babı, 4/101.
[158] Bu hadis Mecma uzzevaid'de gelmektedir. Menkabeler
bahsi, Havvat İbnü Cübeyr (r.) hakkın da gelen şeyler babı. Hafız el-Heysemi:
"Bu hadisi Taberani iki ayrı tarikle rivayet etmiştir. Tariklerden birinin
senedinde geçen rical (ravilerl. Cerrah bin Mahled hariç, sahih hadis ravi-İ
lerinin vasafınn sahibdir. Mahled'in oğlu Cerrah (ibn Mahled) ise sikadır"
demiştir. 9/401.
[159] Bu hadisi Nesai rivayet etmiştir. (Nesai). Boşamak,
boşanmak, bahsi, Kocasının ölümünden sonra siyahlar giyinip süsten uzaklaşarak
yas tutan kadının sidr (otuyla yıkayıp! saçını taramasına ruhsat babı, 6/204.
Yine bu hadisi İmam
Malik de Muvatta'ında rivayet etmiştir. fMuvattal, boşamak, boşanmak babı.
Kadının, kocasının ölümünden sonr-a zinetlemneyi terketmesi hakkında gelei.
şeyler babı, 2/600.
[160] Buhari, Peygamber (s.a.v.lin gazveleri bahsi, Bana
Abdullah b. Muhammed el-Cufi haber verdi babı. 8/313. Miisiim, boşamak,
boşanmak bahsi, kocası ülen kadınla diğer kadınların id-detlennin, doğurmakla
sona ermesi babı, 4/201.
[161] Müslim, Nikâh bahsi, bir kadın görüp de onda gözü
kalan kimseyi karısına veya cariyesine gelerek onunla cima etmeye teşvik babı,
4/130.
[162] Buhari, Hacc bahsi, haccın vücubu ve fazileti (...)
babı. 4/121. Müslim, Hacc bahsi, kötürümlük, ihtiyarlık ve benzerleri yahud
ölüm sebebiyle aciz kalan bir kimse namına hacc etme babı, 4/101.
[163] Buhari, Tefsir bahsi, Yüce Allah'ın: "gündüzün
iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl.
Çünkü güzellikler,
kötülükleri (günahları) giderir..." kavli babı, 9/426. Müslim, Tevbe
bahsi, Yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri (günahları)
giderir" kavli babı, S/101.
[164] Buhari, ücretle kiralama bahsi (icare bahsi), bir
ücretliyi ırgat tutar ve akabinde işçi kendi ücretini terkeder ve o ücreti
müstecir çalıştırır da onu artırırsa... (Bu artırılan mal kimin olur?) babı,
5/356. Müslim, Rikak bahsi, mağaraya sığınan üç kişinin kıssası babı, 8/89.
[165] Müslim, Hudud (had cezalar) bahsi, kendi aleyhine
zinayı itiraf eden kimse babı, 5/120.
[166] Bkz: Silsiletü"l-Ahadisi's-sahiha, Hadis no: 900.
2/601. Yine bkz. İbn Kayyım el-Cevziy, A'la-mü'1-Muvakkiyn, 3/8. îhn Kayyım
(hadis hakkında) "Elhamdülillah (bu) hadiste hiçbir müşkillik yoktur"
demiştir.
[167] Buhari, Peygamberlerin haberleri bahsi, bize Ebu'l-Yeman
haber verdi babı, 7/322. Müslim, Selam bahsi, dokunulmaz hayvanları sulayıp
doyurmanın fazileti babı, 7/44.
[168] Müslim, Taharet bahsi, abdest suyu ile birlikte
günahların çıkması babı, 2/148.
[169] Buhari, Namaz vakitleri bahsi, beş vakit namaz
aralarındaki günahlara keffarettir. 2/151.
[170] Buhari, Oruç bahsi. Ramazan orucunu inanarak tutan
kimse babı, 5/16.
[171] Buhari, Zekât bahsi, sadaka günahı örter babı, 4/43.
[172] Buhari, Hastalar (ve tılı) bahsi, hastalığın keffaret
olması hakkında gelen haberler babı, 12/20S. Müslim, İyilik, sıla ve adab
bahsi, yoldan eziyet veren şeyleri gidermenin fazileti babı. 8/34.
[173] Buhari. Ezan bahsi, öğle namazını ilk vaktinde kılmaya
davranmanın fazileti babı, 2/279.
[174]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/59-98.
[175] Buhari, Edeb bahsi, Peygamber (s.a.v.)'in
"kolaylaştırın, zorl aştırmayın" kavli babı, 13/141.
[176] Buhari, Edeb bahsi, Peygamber(s.a.v.)'in
"Kolaylaştırın zorlaştırmayın..." kavli babı, 13/141. Müslim,
Faziletler bahsi. Peygamber (s.a.v.)'in günahlardan uzak bulunuşu babı, 7/80.
[177] Buhari, Cihad bahsi, bir gaziyi teçhiz edip sefere
hazırlayan yahud gazinin gendeki işlerini görmekte ona hayırlı halef olan
kimsenin fazileti babı. 6/390. Müslim. Emirlik bahsi, Allah yolunda gaza eden kimseye
binecek vs. ile yardımda bulunmanın ve ailesi hakkında hayırla onun yerini
tutmanın fazileti babı, 6/42.
[178] Müslim, Emirlik bahsi, mücahidi eriri kadınlarının
hürmeti ve kadınları hakkında onlara ihanet edenin günahı babı., 6/42.
[179] Bkz. İrşadül-Fuhııl, s.36.
[180] Buhari, İman bahsi, dinini tertemiz yapmak isteyen
kimsenin fazileti babı, 1/134. Müslim, Musa kat bahsi, Helal olanı alıp şüpheli
şeyleri terk etme babı, 5/50.
[181] Sahihu'l-Camii's-Sağir, numara: 3190.
[182] Fevatihur-Rahamut sh. 112.
[183] İmam Gazâlî, el-Mustasfa 1/74.
[184] Buharı, Namaz bahsi, Ridasız olarak namaz kılmak babı,
2/24.
[185] Buharı, Namaz bahsi, (Namaz kılacak kimsenin namaza
girerken) izannı boynunu gerisine bağlaması babı, 2/13.
[186] Fethul-Bari, 2/13.
[187] Buharı, İçkiler bahsi (içecek şeyler bahsi), ayakta
dikilmiş olarak su içmenin hükmü babı,12/183.
[188] Fethu"l-Bari, 12/187.
[189] Şatıbi, el-Muvafakat, 3/319-331.
[190] el-Hafız el-Heysemi, MeemauVZevaid, İlim bahsi. Haramı
helal sayan yahut helali haram kılan yahut sünneti terkeden kimse hakkında bir
bab. Haliz el-Heysumi (Bu hadisi Taberani, el-Evsat'ında rivayet etmiştir.
Hadisin ricali sabah hadis ricalinin şartına sahibriiı-. demektedir. 1/176.
[191]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/98-115.
[192] Bkz. Kitfibü'l-Furuk, 2/32. (Kast olunan maksadlar
kaidesi ile onlara ulaştıran vasıtalar arasındaki 58. fark.)
[193] Bkz. Tenzibu'l-Furuk vel-Gavaidi's-Sünniyye
ve'1-Esrari'l-Fıkhiyye, 2/44. {Karafi'nin Kitabü'1-Fümk adlı eserinin
kenarında.)
[194] Bkz. Kitabü Alamul-Muvakkiyn, 3/135.
[195] Bkz. Kitabü Alami'l-Muvakkiyn 3/136.
[196] A'lamui-Muvakkiyn cilt 3. {137 ila 153. sahifeler
arası)
[197] A.g.e., 3/159.
[198] el-Muvafekat 2/358-361.
[199] el-Muvafakat, 4/194-195.
[200] Bkz: Sünen-İ Ebi Davud, oruç bahsi, oruçlu bulunan
kimsenin oymesi babı, 2/779. Ve yine bkz: Ebu Davud Sünen, hadis no: 2089.
[201] Hattâbi Mealimü's-Sünen (Bkz: yukarıda geçen eserin
kenar kısmı s.780.1
[202] Bkz: Buhari'de geçen Hz. Aişe hadisinin metni. Hacc
bahsi, ihrama girme sırasında koku sürmek babı, 4/141.
Müslim, Hacc bahsi, Mührimin
ihrama girerken koku sürünmesi babı, 4/13.
Hafız İbn Hacer der ki;
Ebu Davud îbn Ebi Şeybe'nin Aişe (r.a.)'dan rivayet ettiklerine göre Müşarün
ilayha "Biz yüzlerimize koku Bürünürdük" demiş ve hadisi tam olarak
sevketmiştir, Fethu'I-Bari, 4/142.
[203] Serahsi, el-Mebsut, 4/22.
[204] Buharı, zulümler bahsi, evler önünde geniş avlular
edinmek ve buralarda oturmanın hükmü babı, 6/37.
Müslim, Selam bahsi,
yol üzerinde oturmanın haklarından biri selam almak olması babı, 7/2.
[205] Fethu'1-Bari, 6/38.
[206] el-Muğni, 6/554.
[207] el-Fetaval-Hadisiyye, s. 85.
[208] Serahsi, el-Mebsut 4/118-119.
[209] Mecmuu Petava İbni Teymiyye 26/181.
[210] A.g.e. 23/186-187.
[211] A.g.e. 21/312.
[212] A.g.e. 20/538.
[213] cl-Buhari. İman bahsi, Dinini tertemiz yapmak isteyen
kimsenin fazileti babı 1/136. Müslim, Müsakaat bahsi. Helal olanı atıp şüpheli
şeyleri terk etme babı, 5/50.
[214] Bkz: Alamü'l-Muvakkiyn, 1/54. (İbnü Cevzinin)
[215] Bkz: A.g.e. 2/280. . .
[216] Camiu Beyani'l ilmi ve Fadlih, s.491. (İbn
Abdilberr'İn),
[217] A.g.e. sh. 494.
[218] Buharı, Edeb bahsi, Peygamber (s.a.v.)'in
"Kolaylaştırın zorlaştırmayın..." kavli babı, 13/141. Müslim,
Faziletler bahsi, Peygamber (s.a.v.)'in'günahlardan uzak bulunuşu babı, 7/80.
[219] Parantez urrUiııdı: verilen bu iMi* hndisin
livayetlfiiruleıı lıinsiiuU: zık it bilmektedir. (Sahih-i Müslim, 2/:M.ı
[220] Dr. Ammar et-Talitti, İbn Badis, Hayatı ve Eserleri,
birinci cild, ikinci cüz, sh, 218. (Neşreden: eş-Şirketü 1-Vatan iyye, Cezair,
Darü'l-Yagazatil Arabiyye, Şam (Dımeşk) 1986.
[221] Buhari, İzin isteme bahsi, Cinsiyet organından başka
(dil ve göz gibi) diğer organların da zinası olduğu babı, 13/262.Müslim, Kader
bahsi, Ademoğluna zina ve başka şeylerden nasibinin takdir olunması babı,8/52.
[222] Müslim, Taharet bahsi, Abdest suyu ile birlikte
günahların çıkması babı, 1/148.
[223] Müslim, Taharet bahsi, Büyük günahlardan kaçınmak
şartıyla beş vakit namazların ve Cuma namazının gelecek Cumaya kadir
(aralarındaki günahlara keffaret) olmaları babı, 1/144.
[224] Buhari, Hacc bahsi, Haccın vücubu ve fazileti babı,
4/121.
Müslim, Hacc bahsi, kötürümlük, ihtiyarlık sebebiyle aciz kalan bir
kimsenin namazı haccetme babı, 4/101.
[225] Buhari, boşamak, boşanmak bahsi, kocası vefat etmiş
olan kadın dört ay on gün süslenmeyi ve koku sürünmeyi torkeder babı, 11/413.
Müslim, boşamak,
boşanmak bahsi, vefat iddetinde yas tutmanın vücubu babı, 4/202.
[226] Buhari, giyilen şeyler -ve hükümleri- bahsi, Peygamber
(s.a.v.)'in elbiselerden ve yaygılardan (herhangi bir sınıf üzerine tahsis
yapmayıp) daima genişlik gösterir olduğu babı, 12/418.
[227] Bulıari, tefsir bahsi, Tahrim sinesi, Yüce Allah'ın:
"Ey Peygamber! Sen kadınlarının hoşnud luğuııu arayarak " kavli babı,
10/283.
Müslim, Boşamak,
boşanmak bahsi, ila. kadınlardan uzaklaşma hakkında bir bab, 4/190.
[228] Bkz. Mecmau z-zevaid, boşamak, boşanmak bahsi, ila
babı, 5/8. Hafız el-Heysemi (hadis hakkında şunları) kaydeder: Bu hadisi
Taberani el-Evsatında rivayet etmiş olup senedinde Leys'in katibi Abdullah b.
Salih de vardır. Abdulmelik b. Şuayb b. Leys (onun için) güvenilir bir sikadır
demişse de, Alımed ve diğerleri Abdullah b. Salih'i zayıf saymışlardır, 5/8.
Aşağı yukarı buna benzer bir hadisi İbn Mürdeveyh de rivayet etmiştir. Bu
rivayeti İbn Hacer, Fethu'l-Bari'sinde nakletmiştir, 11/190.
[229] Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. Nikâh bahsi,
Kadınların dövülmesi hakkında bir bab, 2/608. Hadis 5013 ve 7237 nukaıaîar ile
Sahih-u OamiıVs-sağir'dc geçmektedir. Hafız İbn Hacer hadis hakkında şöyle der:
"Bu hadisi Alımed, ISbu Davud ve Nesai tahric eyle diler. İbn Hibban ile
Hakim İyas b. Abdillah tarikinden rivayet edilen hadisi sahih saymışlar dır. Bu
hadisin iki şahidi bulunmaktadır. Bunlardan birisi ibn Hihbnnın sahihinde yer
alan İbn Abbas hadisi diğeri Beyhaki'nin rivayet ettiği Ümnıü Gülsüm hin ti Ebi
Bekrin Mürsel hadisidir. Fethu'1-Bari 11/215.
[230] Buharı, Cuma bahsi, Cuma namazında hazır bulunmayan
kadınlara, çocuklara ve diğerlerine yıkanmak lazım olup olmadığı' 3/34.
[231] Buhari, Menkıbeler bahsi, Utbe b. Rebianın kızı
Hind'in zikri babı, 8/141. Müslim, Davalar bahsi, Hind davası babı, 5/130.
[232] Buhari, İzin isteme bahsi, Bir kavmi ziyaret edip de
onların yanında kaylule uykusuna yatan kimse babı, 13/313.
Müslim: Emirlik bahsi,
Denizde gaza etmenin fazileti babı, 6/50.
[233] Kitabü İktizai's-Sırati'l-Müstakim sh. 162.
[234] İbn Ebî Şeybe'nin musannefi, 1/33-36
[235] A.g.e., 2/89, 83, 109, 183,190.
[236] Buhari, Nikâh bansi. Kadının uğursuzluğundan
sakınılması babı, 11/40.
Müslim, Rikak bahsi
Cennetliklerin ekserisinin fakirler olduğunu beyan babı, 8/89.
[237] Müslim, Rikak bahsi, cennetliklerin ekserisinin
fakirler olduğunu beyan babı, 8/89.
[238] Buhari, Rikak (kalbi inceltecek şeyler) bahsi, dünya
nimetleri ve güzelliklerinden ve bunlara aşırı rağbetten
sakınılması babı,
14/20.
[239] Buhari, Rikak (kalbi inceltecek şeyler) bahsi, dünya
nimetleri ve güzelliklerinden ve bunlara aşırı rağbetten sakınılması babı,
14/19.
[240] Tirmizi, Zühd (dünyadan yüz çevirmek ve ona rağbet
göstermemek) bahsi. Bu ümmetin fitne ye düşmesinin mal hususunda olduğuna dair
gelen şeyler babı, 7/87. Hafız İbn Hacer der ki: Bu hadisi Tirmizi, İbn Hibban
ve Hakim rivayet ederek onu sahih saymışlardır. (Fethu'1-Bari, 14/29.) Bkz:
Sahih-u Sünen-i Tirmizi, hadis no: 1905.
[241] Buharı, Hibe, hibenin fazileti ve hibeye teşvik bahsi.
Hibe içinde (bazı kimseleri) şahid yapmak babı, 6/141.
Müslim, Kitabü'l-Hitab
(bağışlar bahsi), Hibede evladdan bazılarını üstün tutmanın kerahatı babı,
5/65.
[242] Buhari, Şehadetler bahsi, Bir kimse zulüm ve haksızlık
üzerine şahid yapılmak istenildiği zaman, şahidlik etmez babı, 6/187.
Müslim, Bağışlar bahsi.
Hibede evladdan bazılarını üstün tutmanın kerahatı babı, 5/66.
[243] Sahihu'l-Camius-Sağir, Hadis No:1986.
[244] Buhari, Hibe, Hibenin fazileti ve hibeye teşvik bahsi.
Hibe işinde (bazı kimseleri) şahid yapmak babı, 6/141. Müslim, Bağışlar bahsi,
hibede evladdan bazılarını üstün tutmanın kerahati babı, 5/65.
[245] Müslim, iyilik, sıla ve adab bahsi, zulmün haram
kılınması babı, S/18.
[246] Buhari, nikâh bahsi, kadının uğursuzluğundan
sıkınilması babı, 11/40.
Müslim, Rtkak (kalbi
inceltecek şeyler) bahsi, cennet ehlinin ekserisinin fakirler
olduğunu beyan babı,
8/89.
[247] Buhari, Nikâh bahsi, kadınlardan kesilip evlenmeyi
terk etmenin ve erkeklik yumurtalarını çıkartmanın mekruh kılınması babı,
11/20.
[248] Ebu Davud, Cihad bahsi, Harbde (çalımlı hareket etme)
hakkında bir bab 3/115. Hadis 5781 numara ile sahihul Camiü's-sağir'de
geçmektedir.
[249] Buhari, Menkıbeler bahsi, (Kureyş kabilesinin Adiy İbn
Ka'b şubesine mensup olan) Ebu Hafs Ömer İbn Hattab (r.a.)'m menkabeleri babı,
8/42.
Müslim, Sahabenin
faziletleri bahsi, Ömer İbni Hattab (r.a.)'ın faziletlerine dair bab, 8/42.
[250] Buhari, Nikâh bahsi, Gayret (kıskançlık) bahsi,
11/235.
Müslim, Selam bahsi,
Yabancı bir kadın yolda kötürümlediği vakit onu hayvanın terkisine almanın
cevazı babı, 7/11.
[251] Buhari, Cuma bahsi, Cuma namazından hazır bulunmayan
kadınlara, çocuklara ve diğerlerine yıkanmak lazım olup olmadığı babı, 3/34.
[252] Buhari, namaz babları bahsi, insanların alim bir
imamın kıldırmasını beklemeleri babı, 2/495.
Müslim Namaz bahsi,
fitneye sebep olmamak şartıyla kadınların mescidlere gitmeleri (fakat koku
sürünerek çıkmamaları) babı, 2/34.
[253] (Bu) hadis
zayıf bir hadistir. Bu hadisin zayıf olduğunu isbat eden deliller ilerde;
Seddü'z-ze rai kaidesi hususunda aşırılık göstermenin amillerinden altıncı amil
den bahsederken gelecektir.
[254] Ömer'in bu kavli zayıftır. Bu kavlin zayıflığını isbat
eden deliller ileride Seddüzzerai kaidesi hususunda aşırılık göstermenin
amellerinden altıncı bahiste gelecektir.
[255] Bkz. İmam Gazali, Ihyau Ulumuddin, Nikâhın edebleri
bahsi, adabı muaşerek hakkında üçüncü bab, 2. cild, 4. cüz, s.142.
[256] imam Gazâlî'nin İhya-u Ulumiddin adlı eserinde söz
denilmektedir. (Kadının, sesinin güzelliğinin (yabancı erkeklerce)
işitilmesinden sakınması, üzerine vacibdir.) Nikâh bahsi adabüz zevce , ikinci
cild, dödüncü bölüm, s.164.
[257] Bkz. İmam Gazâlî, İhyau Ulumuddin, Nikâhın edebleri,
kadının çarşı ve pazara çıkması hususunda bir bahis 2. cilt, 4. bölüm sh. 142.
[258] İmam Gazâlî, İhyau Ulumuddin, (V. 505) Nikâh bahsi,
Adabul-Muaşerek babı, Erkek kıskançlıktan nasıl korunur? 4/142. Aynı şekilde
bakınız: Nevevi, el-Mecmu (V.676) 4/94-95.
[259] Bkz. el-Ensari, Nihayetül Muhtaç, ila şerhil minhac,
(Ensarinin vefat tarihi 1004'tiiri. c.6, s.188. Yine bkz: (hicri ondördüncü
asrın alimlerinden Ankaralı üstad (şeyh) Ebu Ni'metillah el-Ankaravi'nin
Hasiyetü Sahihi Müslimi, 2/33 (İstanbul baskısı).
[260] Buhari, Hayız bahsi, hayızlı kadınların (namaz
yerinden ayrı durarak) bayram namazlarının kılındığı sahada (ve müslümanların
dualarında) hazır bulunmaları babı, 1/439.
[261] Fethu'1-Bari, 1/439.
[262] Bkz. İmam Şafii, el-Ümm, 1/240.
[263] El-Ensari, Nihayetü'l-Muhtac ila Şerhi'l -mihhac,
6/188.
[264] Buhari, Fitneler bahsi, "Bundan sonra gelecek
zaman, muhakkak evvelkinden daha şerli olacaktır" babı, 16/127.
[265] Buhari, Fitneler bahsi, Fitnelerin meydana gelmeleri
babı, 16/120.
Müslim, İlim bahsi,
ahir zamanda ilmin kaldırılıp alınması; cihalet ve fitnelerin zuhuru babı,
8/59.
[266] Fethul-Bari, 16/122.
[267] Buhari, Namaz vakitleri bahsi, namazın kendi vaktinden
zayi kılınması babı. 2/İ52.
[268] İbn Abdilberr, et-TVmhid,7/12M22.
[269] İbn Abdüberr, A.g.e., 7/122.
[270] İbn Abdulberr, A.g.e., 7/121-122.
[271] Bkz. el-Ensari, Nihayetü'l-Muhtac ila Şerhi l-UJinhac,
6/187-188.
[272] Dr. Yusuf el-Kardavi, Kitabü Feteva-i Muasıra (Çağdaş
Fetvalar Kitabı) Birinci halka,s.6.
[273] KitabiH-Gıyasiy, 2/138.
[274] Mecmuu Fetava İbn Teymiyye, 25/100.
[275] Buharı, Hayız bahsi, hayızlı kadının oruç tutmayı
terketmesi babı, 1/421.
Müslim: İman bahsi,
taatların noksanlığı sebebiyle imanın eksilmesini beyan babı, 1/61.
[276] Buharı, Peygamberlerin haberleri bahsi, Adem ile
zürriyettinin yaratılmaları babı, 7/177. Müslim, süt emme bahsi, Kadınlar
hakkında vasiyyet babı, 4/178.
[277] Bk2. Muhammed Selame Cebr, Kitabü Hasaisi'l-Enuse sh.
53. (Neşreden: Darulbuhu- silil meyyi Kuveyt).
[278] Bkz: Şeyh nassirüddin el-Albani, el-Ahadisü's-Salîha,
hadis no: 993.
[279] Sahihu'l-Camiü's-Sağir, hadis no 6376.
[280] Albani, silsiletü'l-Ahadis'id-Daife hadis no: 462.
[281] Sahihu'l-Camiü's-Sağir hadis no: 2329.
[282] Silsiletü'l-Ahadisi'd-Daife hadis no: 436.
[283] Kurtubi, el-Cami iilahkâm, "Şüphesiz Allah ve
melekleri, Peygambere çok salat ederler..." âyeti hakkında Kurtubi'nin
tefsiri (yorumuna bakıniz).14/235.
[284] Bunu el-Gazali İhyau Ulumuddin adlı eserinde
zikretmiştir, (bkz): Nikâhın edebleri, içtimai vazifelerden kişinin nasibine
düşeni yerine getirmesi, 2/114. Hafız el-Iraki, bu (uydurma) hadisden
bahsederek şöyle der: Bu hadisi el-Hatib el-bağdadi et-tarih adlı eserinde
rivayet etmiştir. Onun isnadında, Muhammed b. Velid bin Eban b. el-Galanisi
vardır. Onun hakkında İbn Adiy "el-Galanisi" hadis uydururdu,
demiştir.
[285] Etbani, Silsiletü'l-Ahadisi'd-Daife, Hadis No; 435.
[286] Albanİ, A.g,e. hadis no: 430.
[287] Hadis'in metni için üçüncü cildin dördüncü kısmına
bakınız. Nebi (s.a.v.)'in hanımlarının cemiyetiyle teması ve cemiyetin işlerine
önem vermesi. Bu husus Sahih-i Buhari'de mevcuddur. Şartlar bahsi, cihadda (ve
harb ehli ile yapılacak barış anlaşmalarında) ileri sürülecek şartlarla bu
şartların yazılmasını beyan babı, 6/275.
[288] Albani, Silsiletü'l-Ahadisi'd-Daife, hadis no: 56.
Albani, A.g.e., hadis no: 56.
[289] Silsiletül-Ahadisi'd-Daife'nin 178 nolu hadisi üzerine
yapılan tashih ve talike bakınız.
[290] Albani, A.g.e,
[291] Kakiyyüddin el-Hilal (V. 1953), Risaletü
Talimi'l-inass ve Terbiyetühünnes-Sadire, (Matbaat-ı Temeddüni'l- İslami,
Dımeşk.
[292] Fethu'J-Barî, 7/310.
[293] Ahmet b. Şihab h. Hacer el-Heysemi,
el-Fetava'1-Hadisiyye, sb. 85.
[294] Albani, Silsiletül-Ahadisi'd-Daife hadis no: 436.
[295] Mevahibü'l-Celil li Şerhi Muhtasar! Halil, 2/230.
[296] Bu hadis, Ahmed'in rivayetidir. Buhari de lafızları
farklı olmakla beraber aynı manada birçok hajlis vardır. Bkz. Cenazeler bahsi,
bir çocuğu ölüp de Allah'ın hükmüne razı, rahmet ve mağfiretini ümid edici
olarak sabreden kimsenin fazileti babı, {Bkz. Fethu'1-Bari, 3/361.)
[297] Sahihu'l-Camii'sSağir, hadis no: 5335.
[298] Mevahibul-Celil, li Şerhi muhtarari Halil, 2/230.
[299] Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. Bkz. Giyecek
şeyler bahsi (Kitabu'l-Libas) Yüce Allah'ın "Mümin kadınlara da söyle:
Gözlerini haramdan sakınsınlar..." kavli babı, 4/361. hadis no: 4112.
[300] Buhari, Nikâh bahsi, yanında mahremi (nikâh geçmez bir
hısımı) bulunmayan bir kadınîa bir erkek yalnız kalasın; ve kocası evde
bulunmayan kadının yanına girilmesi"... babı, 11/244. Müslim: Selam bahsi,
yabancı bir kadınla başbaşa kalmanın haram kılınması babı, 7/7.
[301] Buhari, Namazın sıhhati babları kitabı, insanların
namazı alim ve imanın kıldırmasını beklemeleri babı, 2/495.
Müslim; Namaz bahsi,
fitneye sebep olmamak şartıyla kadınların mescidlere çıkmaları fakat koku
sürünerek çıkmamaları babı, 2/34.
[302] Sahihi Camiu's-Sağir, 919, 1037, 1997.
[303] A.g.e., 919, 1037, 1997.
[304] Bkz. el-mecmu' Şerhu'l-Mühezzeb, 4/94-95. Nevevi bu
hadisin zayıf olduğuna işaret etmiştir.
[305] Bkz: Gazzali, ihtiyacı Ulumuddin, Nikâh bahsi üçüncü
bab, Adabül-muaşeret, erkek kıskançl ıktan nasıl korunur?
Hafız Abdurrahim
el-Iraki: Bu hadisi el-Bazzar ve ed-Darakutni, el-Efrad'da zayıf bir senedle
rivayet etmişi erdir, der.
[306] Bu hadis Mecmauzzevaidde geçmiştir. 2/33. Hafız
el-Heysemi, Bu hadisi, Taberani el-Evsatında rivayet etmiş olup, hadisin
senedinde Abdülkerim b. Ebi'l-Muharik bulunmaktadır ki bu şahıs zayıftır
demiştir.
[307] Bu hadis Mecmaü'z-zevaid'de geçmektedir. 2/34. Hafız
el-Heysemi: Bu hadisi Taberani el-Camiu Kebirinde rivayet etmiştir. Onun
senedinde de Abdülkerim b. Ebil Muharik yer almakta olup bu şahıs zayıftır,
demiştir.
[308] Bu hadis, silsiletü'l-ahadisidaife ve'1-Mevdua'da
geçmektedir. Hadis no: 313.
[309] Bkz. el-mecmu Şerhu'l-Muhezzeb, 4/94-95. Nevevi, bu
hadisi zayıf bir isnadla el-beyhaki rivayet etmiştir, diyor.
[310] Buhari, Nikâh bahsi, kadınlardan kesilip evlenmeyi
terketmenin ve erkeklik yumurtalarını çıkartmanın mekruh kılınması babı, 11/20.
[311]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/115-184.
[312] Buhari, KitabuVtefsîr, Ahzab sûresi,
"Peygamber'in evlerine (rastgele) girmeyin. Ancak yemek için size izin
verilir de girerseniz" babı, c.10 s.146.
[313] Buhari, Ktiabu'n-Nikâh, velime babı, c. 11, s. 138.
Müslim, Kitabu'n-Nikâh, Zeyneb binti Cahş'ın evlenmesi babı, c.4. s.182.
[314] Buhari, K. Şehadat, nesep konusunda şehadet babı, c.
6. s. 182.
[315] Buhari, K. Nikâh, emzirme sebebiyle görüşülmesinde
sakınca olmayan kadınlar babı, c.ll, 5.252.
[316] Müslim, K. Zekât, Peygamber ailesinin sadaka almaması
babı, c.3, s.118.
[317] Buhari. K. Nikâh, serari edinme babı, c.ll, s.30.
Müslim, K. Nikâh, cariyesini azad edip sonra onunla evlenmenin fazileti babı,
c.4, s.147.
[318] Buhari, K. Salat, fecrin vakti babı, c.2, s.195.
[319] Buhari, K. Tefsir, "Başörtülerini gerdanlarının
üzerine koysunlar" babı, c.10, s.106.
[320] Müslim, K. Libas ve zinet, altın ve gümüşün erkek ve
kadınlar tarafından kullanışının yasakla nişi ve ipek ve altın yüzük konusunda
kadınlara tanınan cevaz babı, c.6, s. 138.
[321] Muvatta, K. Salati'l-Cema'a, kadının başörtü ve
entariyle namaz kılabilmesi babı, c.l, s.141.
[322] Aynı yer. s.142.
[323] Muvatta, K. Nüzür ve'1-Eyman, yemin keffaretinde amel
babı, c.2, s.480.
[324] Buhari, K. Meğazi, Abdullah b. Muhammed el-Cu'fî
rivayet etmiştir kî, babı, c.8. s,313.
[325] Buhari, K. Hac, aslında helal olduğu halde ihramhya
yasak olan şeyler babı, c.4, s.424.
[326] Buhari, K. îdeyn, Bayram günü imamın kadınlara
vazetmesi babı, c.3, s.121. Müslim, K. Salati'l-İdeyn, c.3, s.18.
[327] Ahmed b. Hanbel'in bu sahih rivayeti "Müslüman
Kadının Hicabı" başlıklı ... cildin 32. sayfasında geçmişti.
[328] Buhari, K. Meğazi, c.8, s.313. Müslim, K. Talak, c.4,
s.201.
[329]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/187-192.
[330] Bkz. Şerhu Fethü'l-Kadir (kenarında "inaye şerhi
olan) c.l, s.258-259.
[331] Aynı yer, s. 262-263.
[332] Buhari, K. Cihad, kadınların gazvesi ve erkeklerin
yanında savaşa katılmaları babı, c. 5, s. 197.
[333] el-Müdevvenetü'1-Kübra, c. 1, s. 94.
[334] el-Muğni, c.l, s.604.
[335] İbn Teymiyye'nin Fetevası, c. 15, s. 372.
[336] Bidâyetül-Müctehid, c.2. s. 47.
[337] Müslim, K. Birr, ve's-SıIa, ve'1-Adab, müslümana
zulmetmenin, alay hakaret etmenin haram oluşu babı, c. 8, s. 11.
[338]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/192-196.
[339] Bkz. Sahihu'1-Cami es-Sağir, hadis no: 2329.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/197-198.
[340] Fetava, İbn Teymiyye, c.19, s. 235.
[341] Aynı yer. c. 22, s. 324-326.
[342]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/198-200.
[343]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/200.
[344] Müslim, K. Talak, Kocası ölen ya da bain talakla
boşananın iddet esnassmda bir haceti yüzünden dışarı çıkabileceği babı, c.4,
s.200.
[345] Bubari, K. Hayz, Hayızlı kadınların bayram namazına
çıkmaları., babı, c.l, s. 439.
[346] Buhari, K. Meğazi, Bab: Abdullah b. Muhammed el-Cafi
rivayet etmiştir... c. 8, s. 313. Müslim, K. Talak, Kocası ölenin ve
diğerlerinin doğumla iddetleriin biteceği babı,., c. 4, s. 201.
[347] Müslim, K. Talak, Üç talakla boşanana nafaka
verilmeyeceği babı, c. 4, s. 199.
[348] Elbani, Hicabu'l-Mer'eti'I-Müslime, s. 24-25, 41.
[349] Kanaatimce Nûr sûresi, Ahzab sûresinden sonra nazil
olmuştur. Ahzab sûresi de hicab emrinin uygulandığı Hendek gazvesinden sonra
inmiştir. İfk hadisesinin konu edildiği Nûr sûresi daha sonra inmişti).
[350] Dr. Ammar Talibi, İbn Badis, Hayatuhu ve Asaruh, c. 2,
s. 133-135.
[351] ibn Kayyım el-Cevziyye, riamu'l-Muvakki'in, c. 3, s.
40.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/203-211.
[352] Sünenu Ebi Davud, K. Libas, hadis no: 3456.
[353] Buharİ, K. Salat,... elbiseyle namaz kılma babı, c. 2,
s. 12. Müslim, K. İdeyn, Bayramlarda musallaya kadınların da çıkabileceği babı,
c. 3, s. 20.
[354] Feyzu'l-Bari... c. 1, s. 256, 388.
[355] Buhari, K. Meğazi, Bab: Abdullah b. Muhammed el-Cafi
rivayet etmiştir... c. 8, s. 313.
Müslim, K. Talak,
doğumla iddetin sona ermesi babı,., c. 4, s. 201.
[356] Sa1: Hububat için kullanılan bir ölçek.
[357] Müslim, K. Talak, Üç talakla boşanana nafaka
verilmeyeceği babı, c. 4, s. 199.
[358] Buharı, K. Mezalim, c. 6, s. 39.
[359] Müslim, K. Talak, İla, İtizal ve tercihi kendilerine
bırakma babı, c. 4, s. 193.
[360] Buhari, K. Mezalim, c. 6, s. 40.
[361] Malik, Muvatta, K. Salati'l-Cema'a, Kadının namazı
entari ve başörtüyle kılabileceği babı, c. l', s. 141-142.
[362] e. k.g.e. Aynı yer.
[363] Muvatta, K. Nüzur ve'1-Eyman, Keffaret-i yemin babı,
c. 2, s. 480.
[364] Kubtiye, ince beyaz ketenden dikilmiş bir çeşit
elbise.
[365] Hicabu'l-Mer'eti'l-Müslime, s. 59-60.
[366] Mecmeu'z-Zevaid, K. Menakib, Sa'd'in (r.a.) davetine
icabet babı, c. 9, s. 153.
[367] Mecmeu'z-Zevaid, K. Alamati'n-Nübüvve, Rasulullah'ın
adaleti babı, c. 9, s. 33-37.
[368] Mecmeu'z-Zevaid, K. Menakib, Sa'd-'in (r.a.) davetine
icabet babı, c. 9, s. 153.
[369]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/211-215.
[370] Bidüyetu'l-Müctehid, c. 1, s. 54.
[371] İbn Teymiye, K. Dekaiku't-Tefsîr, c. 3, s. 429.
[372] Adı geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31.
âyetinin tefsirine bakınız.
[373] Adı geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31.
âyetinin tefsirine bakınız.
[374] Adı geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31.
âyetinin tefsirine bakınız.
[375] Adı geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31.
âyetinin tefsirine bakınız.
[376] Adı geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31.
âyetinin tefsirine bakınız.
[377] Ati. geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31.
âyetinin tefsîrinebakınız.
[378] Ad. geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31.
âyetinin tefsirine bakınız.
[379] Ad geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31.
âyetinin tefsirine bakınız.
[380] İbn Kudame, el-Muğni, c.l, s. 522, c. 6, s. 553.
[381] Adı geçen tefsirlerden Nûr süresinin 31. âyetinin
tefsirine bakınız.
[382] Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin
tefsirine bakiniz.
[383] Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin
tefsirine bakınız.
[384] Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin
tefsirine bakınız.
[385] Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin
tefsirine bakınız.
[386] Ac!: ;; L:en tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin
tefsirine bakınız.
[387] Ar!imecen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin
tefsirine bakınız.
[388] Adı geçen tefsirlerden Nû rsûresinin 31. âyetinin
tefsirine bakınız.
[389] Adj geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin
tefsirine bakınız.
[390] Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin
tefsirine bakınız.
[391] Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin
tefsirine bakınız.
[392] Adı gct en tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin
tefsirine bakınız.
[393] İbn Badis, Hayatı ve Eserleri, c. 2, s. 130-131.
[394] Buhari, K. Tefsir, bab: "Başörtülerini ceblerinin
üzerine koysunlar" âyeti, c. 10, s. 106.
[395] Ahkâmu] Kuran, c. 3, s. 1369.
[396] Fethu'1-Bari, c. 10, s. 106.
[397] el-Muhalla, c. 3, s. 216.
[398] Buharı, K. Nikah, Sütün de neseb gibi haram kılındığı
babı, c. 11, s 42. Müslim, K Rada-
Mesebuı haram kıldığını
süt de haram kılar babı, c. 4, s. 163.
[399] Buhari, K. Tefsîr, c. 10, s. 151. Müslim, K. Rada, c.
4, s. 163.
[400] Ahzab, 33/54-55.
[401] Fethu'l-Bari, c. 10, s. 151.
[402] Fethu'l-Bari, c. 11, s. 258.
[403] Kurtubi, el-Cami li Ahkâmi'l-Kur'an, Nûr sûresi, 31.
âyetin tefsiri.
[404] Fethu'l-Kadir, c. 4, s. 298-299.
[405] Ahkâmu1]-Kuran, c. 3, s. 1371.
[406] İbn Kudame, el-Muğni, c. 7, s. 26-27.
[407] Sünenü ibn Mace, hadis no: 2884.
[408] Neylu 1-Evtar, c. 2, s. 146.
[409] Sünenu Ebi Davud, hadis no: 3467. Sünenu'n-Nesai,
h.no: 4930-4932. Sünenu İbn Mace, hadis no: 2881.
[410] Müslim, K. Fiten ve Eşrati's-Sa'a,. Deccalin çıkışı ve
yeryüzünde kalışı babı, c. 8, s. 203
[411] Buhari, K. Meğazi, c. 8, s. 365. Müslim, K. Cihad
ve's-Siyer, Kadınların erkeklerle barebar savaşması babı, c.5, s.197.
[412] Buhari, K. Meğazi, Uhud Gazvesi babı, c. 8, s. 353.
[413] Buhari; Kitabu Ehadisi'l-Enbiya.
"Ve't-tehazallahu İbrahime halîlâ" âyeti babı, c.7, s. 208.
[414] Nitak: 1. Kuşak. 2. Alttaki yerde sürünen, üstteki ise
diz kapağına kadar uzanan ika katlı izar bir nevi bol etek.
[415] Müslim, K. Fedai lis-Sahabe, c.7, s. 191.
[416] Pethu'1-Bari, c. 7, s. 208.
[417] Huda's-Sari, c. 1, s. 215.
[418] İbn Teymiyye, Mecmuu Fetava, c. 22, s. 114, 115.
[419] Muvatta, K. Libas, Kadının elbisesini bol yapması
babı, c. 2, s. 915.
[420] el-Münteka Şerhu'l-Muvatta, c. 7, s....
[421] Ebu Hayyan'ın el-Bahru'1-Muhifinde, Nûr sûresi 31.
âyetin tefsirine bakınız.
[422] Müslim, K. Talak, iddet bekleyenin ihtiyaç halinde
dışarı çıkabileceği babı, c. 4, s. 200.
[423] Müslim, K. Nezir, Ka'beye yürüyerek gitmeyi nezreden
... babı, c. 5, s. 79.
[424] Şerhu'l-inaye (Fethu'l-Kadir'in kenarında) c. 1, s.
258-259.
[425] el-Münteka Şerhu'l-Muvatta, c. 7, s...
[426] tbn Teymiyye, Mecmu'u Fetava, c. 22, s. 114-115.
[427] Sünnetu't-Tirmîzi, Kadınların eteği babı, hadis no:
1415.
[428] Muvatta, K. Salati'l-Cemaa, c.l, s.142.
[429] Mecmuu Fetava, c.22, s.119.
[430] Silsiletu'I-Ehadis es-Sahih, h. no: 461. 37a Neylu
1-Evtar, c.2, s.146.
[431] Mecme'uz-Zevaid, k. Libas, Kadınların eteği babı, c.5,
s.126.
[432] Aynı yer.
[433] Sünenu îbn Mace, K. Libas h. no: 2883.
[434] Sünenu Ebi Davud, K. Libas h. no: 468. 38c.
Sünenu'n-Nesai, K. Zine, h. no: 4931.
[435] Sünenu Ebi Davud, K. Libas h. no: 3467.
[436] Sünenu'n-Nesai, K. Zine, h. no: 4930.
[437] Sünenu't-Tirmizi, Ebvabul-Libas, h. no: 1415.
[438] Sünenu İbn Mace, K. Libas h. no: 3458.
[439] Sünenu Ebi Davud, K. Libas, h. no: 3458.
[440] Kerşi Fethi'l-Kadir ale'l-Hidaye, c. 1 s. 258-259.
[441] Kerşi Fethi'I-Kadir ale'l-Hidaye, c. 1 s .258-259.
[442] Nevevi, el-Mecmu', c. 3, s. 175.
[443] ei-Bahru'l-Muhit, Nûr sûresi 31. âyetin tefsiri.
[444] . Neylü'l-Evtar, c. 2, s. 144.
[445] Neyhul-Meram min Tefsîrİ'l-ahkâm, Nûr sûresi 31.
âyetin tefsîri.
[446] İbn Teymiyye, Mecmu'u Fetava, c. 22, s. 114-115.
[447] Mecmeu'z-Zevaid, K- Libas, Kadınların giyinmesi babı,
c. 5, s. 136. Ayrıca bkz. Hicabu'l-Mer'eti'l-Müslime. s, 60.
[448] Sünenu Ebi Davud, K. Salat. Minber edinme babı, hadis
no: 958.
[449] Tavku'l-Hamame. (tahkik, M. Abdüllatif vd.) Mısır.
1975, s. 135.
[450] İbn Kudame, el-Muğnİ, c. 1, s. 523. Nevevi, el-Mecmu',
c. 3. s. 178.
[451] Müslim, K. Libas ve'z-Zine, Giyinik çıplak kadınlar
babı, c.6, s.168.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/215-243.
[452] Şevkanİ; Fethul Kadir, c. 4, s. 25.
[453] Abderi, et-Tac ve'1-lkli'l-li-Muhtasari Halil, c. 1,
s. 499.
[454] İbn Abdilber, et-Temhid, c. 6, s. 364-365. 3a. İbn
Arabi, Ahkâmu'I-Kur'an, c. 3, s. 1365.
[455] İl'lamu'l-Muvakki'in..., c. 3, s, 139.
[456] Fethu'1-Bari, c 13, s. 244.
[457] Buhari, K. Mezalim, Evlerin avluları ve buralarda
oturma babı, c. 6, s. 37. Müslim, K. Libas ve'z-Zînet, Yollarda oturmayı
yasaklama babı, i. 6, s. 156.
[458] Fethu'1-Bari, 13/247.
[459] Buhari, K. Kader, 14/305. Müslim,-K. Kader, 8/52.
[460] Müslim, K. Adab, 6/182.
[461] Surumu t-Tirmizi, h. no: 1236.
[462] el-Camiu's-Sağir, h. no: 1236.
[463] Cessas, Ahkâmu'l-Kur'an, Nûr sûresi 31. âyetin
tefsîri.
[464] Sİlsiletul-Ehadis es-Sahiha, 235 nolu hadisin
açıklaması.
[465] Müslim, K. Nikâh, 4/129-130.
[466] Mecmeu'z-Zevaid, K. Salat, 2/35.
[467] Müslim, K. Talak, 4/196.Aym yer. s. 199.
[468] Nevevi, Müslim şerhi, 10/97.
[469] Fethu'l-Kadir, 11/402
[470] Buhari, K. EbvabH-Ezan, 2/441.
[471] Sünenun-Nesai, K. Tatbik, h. no: 1051.
[472] Fethul-Bari, 2/440
[473] Şafii, el-Umm, 1/114.
[474] et-Temhid, 8/324.
[475] Nevevi, el-Mecmu, 3/185.
[476] İbn Kudame, eş-Şehrul-Kebir, 1/466.
[477] Mecmuul-Fetava, 22/118.
[478] Müslim, K. Nikâh; 4/142.
[479] Sünenu t-Turmizi, K. Nikâh, h. n: 868.
[480] el-Cami'us-Sağir, hadis no: 521.
[481] Sünen Ebi Davud K. Nikâh, hadis no: 1832.
[482] Nevevi, el-Mecmu Şerhu'l-Mühezzeb, 16/133.
[483] el-Kafı, 3/45.
[484] el-Muğni, 6/553.
[485] Şerhu's-Sünne, 9/17.
[486] Nihâyetu'l-Muhtac ila Şerhi'l-Minhac, 6/185-186.
[487] Buhari, K. Talak 11/418. Müslim, K. Talak, 4/203.
[488] Buhari, K. Talak, 11/413. Müslim, aynı yer.
[489] Fethu'1-Bari, 11/414.
[490] el-Kafi, 2/326-329.
[491] Bidâyetu'^Mûctfthid, 2/93.
[492] Zadu'1-Mead, 4/356.
[493] Buhari, K. Nikâh, 11/30. Müslim, K. Nikâh, 4/147.
[494] Buhari, K. Ebvabi Sıfati's-Salat, 2/379.
[495] Beğavi, Şerhu's-Sünne, 2/438.
[496] Muvatta; K. îsti'zan, 2/981.
[497] İbn Teymiyye, Mecmu'ul-Fetava, 15/372.
[498] tbn Kudame, el-Mugni, 1/524.
[499] Buharı, K. Salat, 2/195. Müslim, K. Mesacid ve
Mevadiu's-Salat, 2/118
[500] Mecmeu'z-Zevaid, K. Salat, 1/317.
[501] Buhari, K. Nikâh, 11/39.
[502] Hicabu'l-Mer'eti'l-Müslime, s.24-25.
[503] Bkz. 51. dipnot.
[504] el-Muğni, 6/561.
[505]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/247-262.
[506] Nassların (metinlerin) ibare, işaret, delalet veya
iktiza yoluyla ifade ettiği manalar ve bu yolla elde edilen deliller
kastedilmektedir. (Çev.)
[507] Hamasetu Ebi Temam, s. 241.
[508] Bkz., Lisanu'1-Arab, 'Berkaa' lafzı.
[509] Divanu'l-Hutay'a, s.ll.
[510] Sifrun-Nebiğe, s.4Ü. Lisanu'1-Arab, "Burka"
maddesi.
[511] Buhari, K. Cihad, 6/418. Müslimf K. Cihad, 5/197.
[512] Fethul-Bari, 10/147.
[513] Buhari, K. Tefsîr, 10/148. Müslim, K. Nikâh, 4/151.
[514] Buhari, K. Meğazi, 8/416.
[515] Buhari, K. Tefsîr, 10/74. Müslim, K. Tevbe, 8/113.
[516] Silsiletu'l-Ehadis es-Sahiha, h. no: 67. Mecmeu'z
Zevaid, 6/136. Fethu'1-Bari, 13/290.
[517] Adı geçen yemek "hays" olup hurma, yağ vb.
şeylerden yapılan bir nevi türlü demektir.
[518] Fethu'1-Bari, 10/150.
[519] Cahiliyede ve Islamda nikap (peçe) konusunda bu
kitabın altıncı bölümüne bakınız.
[520] Buhari, K. Vudu, 1/269.. Müslim, K. Selam, 7/7.
[521] Müslim, K. Selam, 7/6.
[522] Buhari, K. Tefsir, 1/150. Müslim, K. Selam, 7/6.
[523]İstirca: özellikle bir musibetle karşılaşınca okunan
"hepimiz Allah'a aidiz ve hepimiz O'na döneceğiz" mealindeki âyet-i
kerime. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun' Bakara, 2/156
[524] Buhari, K. Megazi, 8/436. Müslim, K. Tevbe, 8/113.
[525] Buhari, K. nikâh, 1/30. Müslim, K. nikâh, 4/147.
[526] Buhari, K. Hac, 4/226.
[527] tbnu Sa'd, et-Tabakatu'I-Kübra, 8/121. Buhari, K.
Meğazi, 9/20. Müslim, K. nikâh, 4/146.
[528] Hicabu'l-Mer'eti'l-Müslime, s.50.
[529] et-Taakatul-Kübra, 8/210.
[530] Adı geçen eser, 8/71.
[531] Buhari, K. Ehadisİ'l-Enbiya, 7/201. Müslim K. Pezai],
7/98.
[532] el-Camiıı's-Sagir, h. no: 1074.
[533] Buhari, K. Meğazi, 8/375. Müslim, K. Cihad, 5/178.
[534] Buhari, K. nikâh, 11/234. Müslim, K. Selam, 7/11.
[535] Buhari, K. Edeb 13/161.
[536] Buhar*, K. Cihad, ft^lB.
[537] Müslim, K.irr, Sıla ve Adab, 8/16.
[538] Buharı, K. Menakib, 8/112.
[539] Mecmeu'z-Zevaid, K. Meğazi ve's-Siyer, 6/21.
[540] Mecmeu'z-Zevaid, K. Alaraati'n-Nübüvve, 8/262.
[541] Mecmeu'z-Zevaid, K. Alamati'n-Nübüvve, 8/215.
[542] Hicr: Kabe'nin kuzey tarafında olan ve İbrahim
aleyhisselamın attığı temeli işaret edip tavafin onun dışından yapılmasını
sağlamak için küçük bir duvak çektirdiği kısım, (çev.)
[543] Mecmeu'z-Zevaid, K. Menakib, 9/275.
[544] Mecmeu'z-Zevaid, K. Nikâh, 4/301.
[545] Mecmeuz-Zevaid, K. Menakib, 9/262.
[546] Muvatta, K. Talak, 2/564. Sünenu'n-Nesai, K. Talak,
h.no: 3239.
[547] Fethu'1-Bari, 11/318.
[548] Sünenu'n-Nesai, K. İmamet, h.no: 838.
[549] Mecmau'z-Zevaid, K. Alamati'n-Nübüvve, 9/26.
[550] Müslim: K. Hac; 4/55
[551]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/262-272.
[552] Buhari, K. Hac, 4/144.
[553] Buhari, K. tefsir, 10/76. Müslim, K. Tevbe, 8/113.
[554] Sünenü Ebi Davud, K. Libas, hadis no: 3458. Bu hadisin
senedi üzerindeki mütalaaları için el-Benna Hicabu'l-Mer'eti'l-Müslime adlı
eserine bakınız s. 24-25.
[555] İbn Kudame, el-Muğni, 1/522.
[556] A.g.e.,7/17
[557] A.g.e., 8/122-125. İbn Kudame, el-Kâiî, 3/329.
[558] tbn Kudame (Muğıii sahibi ibn Kudame değil),
eş-Şerhu'1-Kebir, 1/466.
[559] Camiu'l-Fetava, 15/373.
[560] Bkz. 3 nolu dipnot.
[561] Buhari, K. Meğazi, 8/436. Müslim, K. Tevbe, 8/113.
[562] Müslim, K. Nikâh, 4/129-130.
[563] Hicab... s. 32
[564] Buhari, K. Meğazi, 8/313. Müslim. K. Talak, 4/201.
[565] Buhari, K. Merza, 12/319. Müslim, K. Bir Ves-Sıla,
8/16.
[566] Sünnetut-Tirmizi, hadis no: 1410. el-Cemiu's-Sagir, h.
no: 3190.
[567] Kitabu'1-yar, 2/39.
[568] A.g.e., 2/13815. îbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetava,
26/192.
[569] A.g.e., 22/118.
[570] Bidâyetul-Müctehid, 2/8
[571] Sünenu'n-Nesai, K. Zekat, hadis no:2421.
[572] Buhari, K. Zekat, 4/71. Müslim, K- Zekat, 3/80.
[573] Hicabu'l-Mer'eti'l-Müsiime'den naklen, s. 32.
[574] Buhari, K. Megazi, 8/313- Müslim, K. Talak, 4/201.
[575] Müslim, K. Talak, 4/199.
[576] Mecmeu'z-Zevaid, K. Libas, 5/170.
[577] M. Zevaid, K. Menakib, 9/42.
[578] Sünemı lbni Mace, K. Tıb, hadis no: 2845.
[579] Hicabu'l-Mer'etil, Müslime'den naklen s. 33.
[580] Fethul-Bari, 12/221.
[581] M. Zevaid, K. Zühd, 10/257.
[582] Kadınların, boyunlarıyla koltuk altlarına çapraz
bağladıkları, mücevharatla süslü kalın bez.
[583] Hicab... s.33. Ebu Nu'aym, 1/164.
[584] M. Zevaid, K. Menakib, 9/264.
[585] Müslim, K. Salati'l-tdeyn, 3/19.
[586] Parantez içindeki kısım, Buhari'den 11/114.
[587] Buhari. K. nikâh, 11/32- Müslim, K. nikâh, 4/143.
[588] Buhari, K. Ahkâm, 16/251.
[589] Buhari, K. Merza, 12/219.
[590] Aynı yer, 12/218.
[591] Fethu'l-Bari, 10/257.
[592] Buhari, K. Menakiz, 8/120. Müslim, K. Eşribe, 6/127.
[593] Buhari, K.Talak, 11/328.
[594] Buhari, K. Menakib, 8/148.
[595] Buhari, K. Meğazi, 8/451.
[596] Buhari, K. Hac, 4/121.
[597] Buhari, K. Isti'zan, 13/245. Müslim, K. Hac, 4/101.
[598] Hicab.. s.28.
[599] Fethu'1-Bari, 4/438.ibn Battal: Büyük hadis al imle
riıı dendir. Buhari'nin Sahihi'ne yazdığı mahtat (el yazması) bir şerhi vardır.
Hafiz ibn Hacer Fethul-Bari'sinde ondan bir çok haber aktarır.
[600] Aynıyer, 13/245. 125. el-Muhalla, 3/218.
[601] Müslim, K. Hac, 4/39-42.
[602] M. Zevaid, K. Nikâh, 4/292.
[603] M. Zevaid, K. Menakib, 9/258.
[604] Aynı yer.
[605] M. Zevaid, K. Edeb, 8/102.
[606] Buhari, K. Hac, 4/424.
[607] Bkz. elinizdeki cildin yedinci bölümü. (İhramda
kadının yüzünü açması zarureti).
[608] Bkz. Elinizdeki cildin altıncı bölümü (Cahiliye
döneminde ve İslam'da nikab).
[609] Değerli okuyucuya, bu başlık altında aktarılan
hadislerin bir kısmının senedleri zayıf, bir kısmının da sıhhat derecesi
bilinmediği için sadece tarihi birer olay olarak aktarıldığını ha tırlatırız.
[610] İbn Sa'd, et-Tabakatul-Kübra, 8/236.
[611] Hicab, s. 62, Beyhaki, 7/93.
[612] Buhari, K. Şehadet, 6/193.
[613] Sünen Ebi Davud, K. Cİhad, 3/7.
[614] Buhari, K. istizan, 13/245. Müslim, K. Hac, 4/151.
[615] Buhari, K. Merza, 12/218. Müslim, K. Birr ve's-Sıia,
8/16.
[616] Müslim, K, Salati'l-tdeyn, 3/16.
[617] M. Zevaid, K. Libas, 5/170.
[618] el-Müstasfa, 1/171.19. Buhari, K. Buyu. 5/316. Müslim,
K. Fezail 7/98.
[619] Bu konuda daha geniş bilgi için beşinci bölüme
bakınız.
[620] Hicab s.36.
[621] Buhari. K. Meğazi, 8/365. Müslim, K. Cihad, 5/196.
[622] Buhari, K. Merza, 12/218.
[623] Bkz. 2 nolu dipnot.
[624] Fahrur-Razi, et-Tefsîru'1-Kebir, 23/205-206.
[625] Bkz. Mecellenin 32. maddesi (Şerhu Mecelleti'l-Ahkam
eL-Adliyye, s.59.)
[626] eş-Şerhu'1-Kebir ala Hanişi'l-Muğni, 1/462.
[627] el-Muğni, 7/22.
[628] el-Mecmu Şerhu'l-Mühezzeb, 16/133.
[629] Biz ülkemiz şartlarında bu deyimi 'haremlik-selamlık'
olarak anlayabiliriz. (Mütercim)
[630] A.g.e., 3/167.
[631] Buharı, K. Nikâh 11/35. Müslim, K. Hac, 4/26.
[632] Mişkatu'l-Mesabih(Elbani tahkiki), h. no: 2079, 1/462
[633] M. Zevaid, K. Menakib 9/28.
[634] Müslim, K. Kada 4/166-167.
[635] Müslim, K. Selam, 7/18.
[636] Buharı, K. Fezail'il-Ensar, 8/140. Müslim, K. Pezailı
s-Sahabe, 7/134.
[637] İbn Badis. Hayatuhu ve Asaruh. 2/206-207.
[638] ibn Teymiyye, Mecmuu Fetava, 11/542-545.
[639] el-Camiu's-Sağir, hadis no: 6580.
[640] Mecmu'u Fetava, 11/543.
[641] el-Mugni, 1/522.
[642] Memu'u Fetava, 22/115.
[643] Tefsîru'I-Kurtubi, Nur suresi 31. âyetin tefsiri,
12/229.
[644]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/291-307.
[645] Mebsut, 1/197
[646] Mebsut, 4/7, 33.
[647] İbn'l-Hümam. Fethu'l-Kadri, 1/258, 2/242.
[648] Aynı yer.
[649] Fethu'l-Kadir'in kenarındaki Şerhul-înaye, 17259.
[650] Fethu'l-Kadir, 2/242.
[651] Muvatta, 2/935.
[652] Ebu'l-Velid el-Baci el-Endülüsî, el-Münteka
Şerhu'l-Muvatta, 7/252.
[653] K. Tac ve'1-lklil..., 1/499.
[654] Muvatta K. Cenaiz, 1/223.
[655] Bidâyetul Müctehid, 1/165-166.
[656] el-Müdewene, 1/94.
[657] el-Münteka, 1/251.
[658] K. Kafi fi-Fıkhi Ehli'l-Medine el-Maliki, 1/238.
[659] Temhid, 1/236.
[660] Temhid, 8/255.
[661] Temhİd, 8/324.
[662] Bidâyeti'ül-Müctehid, 1/126.
[663] Mecmu'u Fetava, 20/309.
[664] Şafii, el-Umm, 1/89.
[665] el-Mecmu'u Şerhu'l-Müzehheb, 3/173.
[666] A.g.e., 3/175.
[667] A.g.e, 3/175.
[668] el-Muğni, 1/522.
[669] Kelveani, Kitabu'l-Hidaye, 1/28.
[670] el-lfsah an Me'ani's-Sıhah, 1/86.
[671] A.g.e, 2/325.
[672] Muğni, 2/522.
[673] A.g.e, 3/296.
[674] A.g.e, 7/17.
[675] A.g.e, 7/25.
[676] Kitabu'l-Muharrar fi"l-Fikh,l/42.
[677] el-Muhalla, 3/216-218.
[678] el -Muhalla, 3/216-218.
[679] İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, #364-366.
[680] Şehru's-Bimne, 2/436.
[681] A.g.e, 9/17.
[682] Bidâyetü'l-müctehid, 1/83.
[683] Muğni, 1/522.
[684] Fethu'1-Bari, 13/245.
[685] A.g.e, 13/272
[686] Şerhu's-Süıme, 9/23
[687] Fethu'1-Bari, 13/260.
[688] A.g.e, 10/149.
[689] Bidâyetül-Müctehid, 1/165-166.
[690] Kevaidu'l-Ahkam, 1/156.
[691] Tefsîru't-Taberi, Nûr sûresi, 31. âyetin tefsiri.
[692] Pethul-Bari, 13/245.
[693] Mebsut, 4/7, 33.
[694] Temhid, 8/255.
[695] A.g.e, 6/364.
[696] Abderi, et-Tac ve'1-Iklil, 1/499.
[697] Fethu'l-Bari, 13/260.
[698] PahruV-Razi, et-tefsîru'1-Kebir, Nûr sûresi, 31.
âyetin tefsiri.
[699] el-Mecmu, 3/175.
[700] el-lfsah, 1/86.
[701] Mugııi, 7/17.
[702] Aynı yer.
[703] Î'lamu'l-Muvakkin, 1/83.
[704] A.g.e, 1/522.
[705] Mecmuu Fetava, 22/114-115.
[706]Temhid, 6/364-365.
[707] Münteka, 1/251.
[708] Bidâyetu'l-Müctehid, 1/83.
[709] Muğni, 2/522.
[710] el-Meemu 3/175.
[711] 3 ve 4 nolu dipnota bakınız.
[712] İbn Bedran ed-Dımaşki, el-Medhal ila Mezhebi'l-İmam
Ahmed, s. 46-47.
[713] İbn Bedran ed-Dımaşki, el-Medhal ila Mezhebi'1-Imam
Ahmed s. 46-47.
[714] A.g.e, 48-51.
[715] Merdavi, ei-İnsaf fi Ma'rifeti'r-Racihi mine'l-Hilaf,
1/3.
[716] A.g.e., T/17."
[717] Reşid Rıza, Ebu Davud Süleyman b. Eş'as'm
K.MesaiH'1-lmam Ahmed adlı eseri, giriş kısmı s .9-10.
[718] A.g.e., Reşid Rıza diyor ki; "Meymuni'nin bu
görüşünü Kadı Ebu Ya'la, Muhtasaru Tabaka til-Hanabile'de zikreder."
[719] Muğni, 2/164-165.
[720] K. Meratibu'1-îcma İbn Hazm ve'r-Red ala Meratibi'1-îcma
İbn Teymiyye s. 208, Beyrut, 1980.
[721] K. İbn Hanbel, Hayatım ve Asruh, s. 234-235.
[722] İlamu'l-Muvakkiin, 3/284.
[723] A.g.e., 3/282, 283.
[724] .Mecmu'u Fetava, 15/271.
[725] A.g.e, 11/109.
[726] el-lnsaf, 1/17^
[727] Mecmu'u Petava, 22/115.
[728] A.g.e., 5/153-154.
[729] A.g.e, 1/359.
[730] A.g.e, 1/42.
[731] A.g.e, 1/328.
[732] A.g.e, 1/88.
[733] A.g.e, 1/61.
[734] A.g.e, 1/142.
[735] A.g.e., 1/60.
[736] Keşfiıl-Muhadderat, 1/60.
[737] Ebu Davud Sicistanî, Mesailu'1-İmam Ahmed, s. 40.
[738] Bkz. 75c nolu dipnot.
[739] Bkz. 75b nolu dipnot.
[740] Mecmuu Fetava, 22/109.
[741] A.g.e., 22/115.
[742] î'Iamu'l-Muvakiiıı, 2/80.
[743] SünenuVTirmizi, Kbvabul-jsti'zan, hadis no: 2244.
[744] Bkz. Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresi 31. âyetin
tefsiri.
[745] Fethu'1-Bari, 13/245.
[746] Mebsu , 4/7, 33.
[747] Temhid, 1/436.
[748] A.g.e., 8/354.
[749] Mebsut, 1/212.
[750] Fethu'l-Kadir (tbn'l-Hümam) 1/258.
[751] el-Kafi, 1/238.
[752] Münteka, 1/251.
[753] Bidâyetul-Müctehid, 1/83.
[754] el-Mecmu Şerhul-Mühezzeb, 3/170-172.
[755] el-Mecmu Şerhu'l-Mühezzeb, 3/170-172.
[756] A.g.e, 3/172-175.
[757] Nevevi, Ravdatut-TaHbin, 1/282.
[758] el-İfsah an Me'anİ's-Sıhah, 1/86.
[759] A.g.e., 2/235.
[760] Muğni,l/501-502.
[761] A.g.e., 7/17.
[762] A.g.e., 1/502-503.
[763] A.g.e., 1/514-615.
[764] A.g.e, 1/522.
[765] A.g.e, 1/524-525.
[766] A.g.e., 1/504-505.
[767] A.g.e., 1/517.
[768] eI-Hidaye, 1/28.
[769] Mezhebu'l-Ahmed, s.16.
[770] el-Muharrer Fi'1-Fıkh, 1/43.
[771] eş-Şerhu'1-Kebir, 1/69.
[772] Mecmu"u Fetava, 22/114-115.
[773] İhkamul-Ahkâm, 1/257.
[774] Neylu'lEvtar, 2/147-148.
[775] İbn Badis, Hayatuhu ve Asruh, 2/206-207.
[776] (Muhyiddin
Yusuf İbn'l-Cevzi (ö. h. 656) meşhur aileme Cemalüddün Ebu'l-Ferec Abdurahman
ibn 1 Cevzi'nin oğludur.)
[777] Nevevi, Şerhu Sahihi Müslim, 14/139.
[778] eş-Şerhü'I Kebir sahibi Şemsüddin İbn Kudame (ö. h.
682). Muğni sahibi Muvuffakuddin İbn Kudame'den ayn bir zattır.)
[779] riamu'l-Muvakkiin, 2/199.
[780] Hicabu'l-Mer'etil-Müslime, s.25.
[781] Î'lamu'l-Muvakkiin, 2/192.
[782] A.g.e., 2/190.
[783] A.g.e., 2/193.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/311-350.
[784] Buhari, K. Hac, 4/424.
[785] İhramda erkeğin başını, kadının ise yüzünü açık
tutması gerektiği konusunda bkz. Mebsuz, 4/7. el-Müdewenetü'I-Kübrav 1/462.
el-Umm, 2/148. el-Mecmu 7/222-253. el-Muğni, 3/294.
[786] Mebsuz, 4/7.
[787] ŞerhuFethi'l-Kadir, 2/441-442.
[788] et-Tac ve'1-İklil, 3/141.
[789] Şafii, elumm 2/148.
[790] el-Mecmu, 7/265.
[791] Muğni, 3/294.
[792] Fethul-Bari, 4/145.
[793] A.g.e., 4/424.
[794] A.g.e, 4/425.
[795] Elbani, hadisin senedinin hasen olduğu görüşündedir,
(bkz. Hicabu'I-Meir, s. 56)
[796] A.g.e., 4/149.
[797] Nevevi, el-Mecmu, 7/257-259.
[798] A.g.e., 7/258.
[799] Mebsut, 4/129. Mevahibu'l-Cetil Şerhu Muhtasari'l-Halil,
3/144.
[800] Mebsut, 4/33. el-Mecmu, 7/266.
[801] Mevahibu'l-Celil 3/140
[802] A.g.e., 3/141.
[803] el-Umm, 2/148-149.
[804] Muğni, 3/294-295.
[805] Bkz. 13 nolu dipnot.
[806] Muhalla. 7/91-92.
[807] el-Müdevvene, 1/461.
[808] el-Mecmü, 7/264.
[809] Nihayetu'l-Muhtac, 2/333.
[810] Şerhu Umdeti'l-Ahkâm, 2/63-64
[811] Muhalla, 7/78-79, 91-92.
[812] Mebsut, 4/128.
[813]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın
Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/353-361.
[814] Buharı, K. Cenaiz, 3/388. Müslim, K. Talak, 4/203.
[815] Buhari, K. Cenaiz, 3/389. Müslim, K. Talak, 4/202.
[816] Buhari, 3/388.
[817] Buhari, K. Savra, 5/112.
[818] Mecmeu'z-Zevaid, K. Nikâh, 4/301.
[819] Aynı yer.
[820] Hicab,32-33.
[821] Sünemı'n-Nesai, K. Zinet, hadis no: 4712.
[822] Müslim, K. İman, 1/65.
[823] Müslim, K. Hac, 4/11.
[824] Buhari, K. Hac, 4/141. Müslim, K. Hac, 4/10-11.
[825] Sünenu Ebi Davud, K. Menasik, hadis no: 161Ş.
[826] M. Zevaİd, K. Hac, 3/220.
[827] Muhtasaru'l-Müzeoi, s. 65.
[828] el-Camiu's-Sağir, hadîs no: 5156.
[829] Buhari, K. Megazi, 8/313. Müslim, K. Talak, 4/201.
[830] Sünen un Nesai, k. Nikâh, hadis no: 3030.
[831] Sünenu't-Tirmizi, hadis no: 2238.
[832] Sünenu Ebi Davud7, K. Libas, h.no: 3415.
[833] Pethu'1-Bari, 12/489.
[834] Buharı, K. Nikâh, 11/128. Müslim, K. Nikâh, 4/144.
[835] Buhari, K. Nikâh, 11/161.
[836] Vers: San renkli, kokulu bir çiçek ve bundan yapılan
boya)23. Aynı yer
[837] Kelef: Bulanık kırmızı (bordo) bir çeşit boya) 24.
Buhari, K. Meğazi, 8/317.
[838] Sünnetu't-Tirmizi, hadis no: 120.
[839] M. Zevaid, K. Nikâh, 4/301.
[840] A.g.e, 5/156.
[841] Aynı yer.
[842] Sünenu Ebi Davud, K. Teraccül, h.no: 3519.
[843] Buhari, K.Talak, 11/417. Müslim, K. Talak, 4/204.
[844] Buhari, K. Meğazi, 8/313. Müslim, K. Talak, 4/201.
[845] Hicab'tan naklen müsnedu Ahmed, 6/402.
[846] Müslim, K. Hac, 4/40.
[847] Seber: Bir çeşit acı ot ve onun suyu)
[848] Süııenu'n-Nesai, k. talak, 6/204. Şer'i bir hükmün
delili olarak değil, tarihi bir olay olarak zikrettik.
[849] Haşiyetu's-Sindi, ala Süneni'n-Nesai, 6/204.
[850] Bkz. 31. dipnot.
[851] Bkz. 7. dipnot.
[852] Bkz. 8. dipnot.
[853] Sünen İbn Mace, K. Taharet," 1/315. Tarihi bir
olay olarak aktardık
[854] Buhari, K. tim 1/203. Müslim, K. Salati'l-îdeyn, 3/18
[855] M. Zevaid, K. Zekât, 3/67.
[856] tbn Teymiye, Mecmu'ul-Fetava, 22/114.
[857] Fahru'r-Razi, et-Tefsiru'1-Kebir, Nûr suresi 31.
âyetin tefsiri.
[858] Şevkani, Fethu'l-Kadir, ve Sıddık Haan Han,
Neyluİ-Meram aynı âyetin tefsiri.
[859] Buhari, K. Libas, 12/416.
[860] M. Zevaİd, K. Libas, 5/142.
[861] Müslim, K. Libas, ve'z-Zinet, 6/138.
[862] Buhari, K. Libas, 12/396.
[863] Fethu'l-Bari, 12/424.
[864] el-Kafi, 3/328.
[865] Zadul-Mead, 4/356.
[866] Müslim, K. Salat, 2/33.
[867] Aynı yer. Ayni yer s.44.
[868] Siinenu Ebi Davud, K. Salat. hadis no: 529
[869] A.g.c, K. Teraccül, h.no:3S17.
[870] Muğni, 3/296-297.
[871] Sünenu Ebi davud, K. Teraccül h.no: 3516.
[872] Buhari, K. Nikâh, 11/5. Müslim, K. Nikâh, 4/129.
[873] Buhari, aynı yer. 11/13. Müslim aynı yer, 4/128.
[874] Muvatta, 1/918.
[875] K. el-Umm'un kenarında işaretsiz anlamına gelen
"gafl" kelimesi not düşülmüş.
[876] el-Umm, 2/150.
[877] Mebsut, 4/128.
[878] Muğni, 3/296-297.
[879] Mevahibu'l-Celil,
[880] Fethu'l-Bari, 12/489.
[881] A.g.e., 488.
[882] Bidayetu'l-Müctehid, 2/92-93.
[883] Zadu'1-Mead, 4/356.
Abdülhalim Ebu Şakka,
Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/365-383.