Usul-Ü Fıkhın Işığında Hicabın Hususiliği: 13

KADININ SOSYAL HAYATA KATILMASNA KARŞI ÇIKAN MUHALİFLERLE SEDDÜZZERAİ KAİDESİNDE TATBİKİ HUSUSUNDAKİ AŞIRILIK ETRAFINDA BİR TARTIŞMA.. 18

Seddüzzerai Kaidesi Ve Bu Kaidenin Tatbikinde Aşırılığın Sonuçları 18

İlahi Yasama Yönteminin Bazı Prensipleri: 18

Peygamber Devrindeki Uygulamanın Bazı İşaretleri 20

Fitneye Vasıta Olan Yolu Kapatma Hususunda Şeriatın Orta Yolu Tutmasının Önemli Delaletleri 33

Seddüzzerai Kaidesi Hususunda Ulemanın Beyanat Ve Tesbitleri: 39

Giriş. 67

Neden "Müslüman Kadının Hicabı" Değil?. 67

Mekasidu'ş-Şeri'a Bağlamımda Kadın Elbisesinde Bulunması Gereken Şartlar 69

Görüntü Ve Ruh. 71

Şeriat, Kadın Giysisinde Belli Bir Model Ve Belli Bir Renk Öngörmüş Müdür?. 72

Yabancı Erkeklere Karşı Kadın Giyim-Kuşaminda Riayet Edilmesi Gereken Şartlar: 73

Kur'an'a Göre Kadının Örtünmesinde Aranacak Özellikler 73

Örtünmede Gözetilen Hedef: Hürlerin Cariyelerden İyice Ayırdedilmesi 76

Cilbab Farz Mıdır, Yoksa Mendup Mudur?. 78

Kadının Yüzünü Açması, Asr-I Saadet Dönemi İslam Toplumunda Yaygın Bir Uygulamaydı 90

Nassların Toptan Delaletinden Çıkarılan Deliller 96

Kadının Yüzünü Açmasına İşaret Eden Karineler 101

KADININ YÜZÜNÜ AÇMASNIN MEŞRUİYETİ KONUSUNDA MUKADDİMİN FUKAHANIN İTTİFAKI 114

Fukahanın Yüzü Açmanın Meşruiyetine İlişkin Fukaha Görüşleri: 114

Kadının İhramda Yüzünü Açmasının Farz Oluşu. 130

Kadın Giysisinde Ve Süsünde Riayet Edilmesi Gereken İkinci Şart: El, Yüz, Ayak Ve Elbise Süslerinde İtidalli Olmak. 134

 

Hicabın Peygamber (s.a.w) "in hanımlarına mahsus oluşunun delilleri: (ikinci cildden devam) peygamberin hanımlarına ait mahremiyetler

Onuncu delil:

Aralarında Hicab (perde) olmaksızın erkeklerle karşılaşan şu soylu sahabi kadınlardır:

1. Haris'in kızı Ümmü'l-Fadl:

Ümmü'l-Fadl: Rasulullah (s.a.v.)'ın amcası el-Abbas İbn Abdulmutta-lib'in hanımıdır. Rasulullah (s.a.v.) onun hakkında şöyle demiştir:

"Meymune, Ümmü'1-Fadl, Selma ve analarına nisbetle onların kız kardeşi Esma bintü Umeys olmak üzere dört kız kardeş, mü'minedirler."[1]

Ümmü'l-Fadl bintü'l-Haris (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Bir takım insanlar Arafat'ta arafe günü Ümmü'l-Fadl'ın yanında Peygamber (s.a.v.)'in oruçlu olup olmadığı hususunda şüphe ve ihtilaf ettiler. Bazısı Peygamber oruçludur, dedi, bazıstda oruçlu değildir dediler. Bunun üzerine Ümmü'l-Fadl, Peygamber'e bir bardak süt yolladı. Peygamber devesi üze­rinde vakfe yapmakta iken o sütü içti."[2]

Hafız İbn Hacer der ki: "Hadisden çıkarılacak Önemli hükümlerden biri de, kadınlarla erkekler arasında ilim hususunda karşılıklı olarak münazara (yapılması)'nm caiz olmasıdır."[3]

2. Esma bintü Umeys:

Esma (r.a.) Cafer İbn Ebi Taüb'in zevcesidir. Rasulullah (s.a.v.) ondan bahisle: "Şüphesiz ki, o, mü'min bacılardandır"[4] buyurmuş; kocası Cafer (r.a.) için de: Sen de yaradılışım bakımından ve ahlâkım cihetinden bana benzedin" demiştir.[5]

Ebu Musa (r.a,) 'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Biz (Eş'ariler) Yemen'de iken Peygamberin çıktığı haberi bize ulaştı. Biz de, ben ve iki kardeşim -ki biri Ebu Bürde, öbürü Ebu Ruhm'dur; ben kardeşlerimin en küçükleri idim.- Kavmimiz Eş'arilerden elliüç yahud ellii-ki kişilik bir grup Peygamberin yanına doğru muhacirler olarak Yemen'den çıktık. Biz Bir gemiye bindik. (Havanın muhalefetiyle) gemimiz bizi Habeş hükümdarı en-Necaşi'nin memleketinin sahiline attı. Orada Cafer İbn Ebi Talib'e kavuştuk. Bir müddet onunla beraber Habeşistan'da kaldık. Nihayet hepimiz topluca yola çıkıp Medine'ye geldik ve Peygamber'e Hayber'i fet­hettiği sırada kavuştuk.

Oradaki mücahidlerden bazı insanlar bize, yani gemi ile gelenlere:

- Hicret şerefini kazanmakta biz sizi geçtik diyorlardı. Bir kere de Esma bintü Umeys -ki bizimle Habeşistan'dan gelenlerden idi- Peygamberin ha­nımı Hafsa'yı-ki o da vaktiyle bir muhacir kafilesi içinde Habeşistan'a hicret etmişti- ziyaret etti. Esma Hafsa'mn yanında iken Ömer de kızı Hafsa'nın odasına girdi. Ömer Esma'yı görünce kızı Hafsa'ya:

- Bu kadın kimdir? diye sordu. Hafsa:

- Umeys'in kızı Esma'dır dedi. Ömer:

- Bu kadın Habeşli Esma mıdır? Bu kadın deniz yolcusu Esma mıdır? dedi.

Esma da:

- Evet, diye tasdik etti. Ömer, Esma'ya:

- Medine'ye hicret faziletinde biz sizi geçtik! Biz Rasulullah'a sizden daha layık, daha yakın bulunuyoruz, dedi.

Esma bu sözlerden öfkelenerek şöyle müdafaada bulundu:

- Hayır, siz hiç öyle değilsiniz. Vallahi Rasulullah ile hicret eden sizle­rin, Rasulullah açlarını doyurdu, cahillerini vaz edip okuttu. Biz ise Habeşis­tan'da müslümanlara uzakların ve öfkelilerin yurdunda yahud toprağında bulunuyorduk. (Yani müslümanlara kinle, düşmanlıkla dolu bir yurtta, bir toprakta bulunuyorduk) Bütün bu sıkıntıları biz, Allah'ın ve Rasulü'nün n zası uğrunda yüklendik. Ey Ömer! Allah adına yemin olsun ki, bütün bu de­diklerini Rasulullah'a gidip söyîeyinceye kadar ne bir lokma yemek yiyece­ğim, ne de bir yudum su içeceğim. Ey Ömer, biz uzak illerde eziyet olunu­yorduk ve korku içinde yaşıyorduk. Bu hakikatleri şimdi gidip Peygamber'e zikredeceğim ve ona soracağım. Ey Ömer, Peygamber'e bunları söylerken yemin olsun ben ne yalan söylerim, ne de haktan meylederim. Bu konuşma­mızı bir kelime bile artırmam:

Bu sırada Hafsa'mn odasına Peygamber geldi. Esma: Ey Allah'ın Peygamberi, Ömer şöyle şöyle söyledi; diye nakletti. Pey­gamber de:

- Sen ona ne cevap verdin? diye sordu.

- Ben de şöyle cevap verdim, diye müdafaasını anlattı. Bunun üzerine Peygamber:

- Bu hususta Ömer bana sizden daha layık ve yakın değildir, Ömer ve Ömer'le (Medine'ye) hicret eden arkadaşları için bir hicret sevabı vardır. Ey gemi ashabı (yoldaşları), sizin için ise iki hicret sevabı vardır. (Biri Habeşis­tan'a hicret, diğeri Medine'ye, Peygamber'e hicret).

Esma demiş ki: Bu hadise ve Peygamber'in gemi halkı hakkındaki bu yüksek şehadeti üzerine gördüm ki, bunu işiten Ebu Musa el-Eş'ari ve bütün yoldaşlarımız birbiri ardınca takım takım ziyaretime geliyorlar ve bu hadisi sevinçle benden soruyorlardı. Bir derecede ki, dünya malından arzu edilen hiçbir şey Peygamber'in Habeş muhacirleri hakkındaki bu yüksek şehadeti derecesinde onların gönüllerinde çok ferahlı ve yüksek tesirli olamazdı. Hadisin ravisi Ebu Burde dedi ki: Esma şöyle demiştir: Yemin ederim ben Ebu Musa'yı gördüm ki, O. bu hadisi benden tekrar tekrar nakletmemi istiyordu.[6]

Sonra -bu kadınlar arasında- hakkında Rasulullah (s.a.v.)'ın "sohbeti (yani.arkadaşlığı) hususunda da, malı hususunda da, insanların bana ençok güvenilir olanı Ebu Bekr'dir. Rabbim'den başka halil edinecek olsaydım, elbette Ebu Bekr'i bir halil edinirdim. Lakin İslam yönünden meydana gelen kardeşlik ve sevgi (şahsi dostluktan daha faziletlidir) buyurduğu Ebu Bekir es-Sıddik (r.a.)'ın hanımı da vardı.[7]

- Abdullah İbn Amr İbni'1-As (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Beni Haşim'den birkaç kişi Esma bintü Umeys'in huzuruna girmişler. Derken Ebu Bekr-i Sıddık da girmiş. Esma o gün onun nikâhı altında imiş.

Ebu Bekr bu zevatı görmüş ve bundan hoşlanmamış. Bunu Rasulullah'a (s.a.v.) anlatmış ve:

-  Ama hayırdan başka bir şey görmedim, demiştir. Bunun üzerine Rasululİah (s.a.v.):

- Şüphesiz ki, Allah Esma'yı bundan beri kılmıştır, buyurmuş. Sonra Rasululİah (s.a.v.) minber üzerinde ayağa kalkarak:

-Bu günden sonra sakın bir adam beraberinde bir veya iki kişi olmadan, kocası evde bulunmayan bir kadının yanına girmesin, buyurmuşlar.[8]

Bana öyle geliyor ki, Rasululİah (s.a.v.) erkeklerden müteşekkil bir grubun kadının yanına girmesi şüpheyi ortadan kaldıracak şeylerdendir de­mek istiyor ve bu da, Esma'nın yanına gidenlerin bir cemaat olması cihetiyle Ebu Bekr (r.a.)'ın kalbini sükûna ulaştıran sebeblerden biri oluyordu.

Taberani Kays İbn Ebi Hazim (r.a.)'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Biz hastalandığı sırada Ebu Bekr'in yanına girmiştik- Yanında, kendisini si­neklerden koruyan, elleri kınalı, beyaz tenli bir kadın gördüm. Bu kadın Es­ma bintü Umeys idi.[9]

Sonra -Aralannda perde (hicab) bulunmaksızın erkeklerle karşılaşan sahabi kadınlar arasında Hayber savaşında Rasululİah (s.a.v.)'ın kendisi hakkında "Yemin olsun, İslam bayrağını yarın bir kişiye vereceğim ki, Allah ve Rasulü onu sever..." buyurarak övgüde bulunduğu Ali b. Ebi Talib (r.a.)'ın hanımı da bulunuyordu.[10]

Temim İbnü Ebi Seleme (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki; Amr İbnü'l-As (r.a.) bir ihtiyacı hususunda Ali b. Ebi Talib (r.a.)'m evine yönelip geldi. Fakat Ali'yi evde bulamadı da geri dönüp gitti. Sonra bu gelişini iki veya üç defa tekrarladı da onu yine bulamadı. Nihayet Ali (r.a.) gelince ona:

- Hanımını kastederek bizatihi ihtiyacın ona düşmüş olsaydı içeri gire­mez miydin? dedi. Amr İbnü'l As:

- (Biz erkekler), kocalarının izni ile olmadıkça, kadınların yanlarına girmekten nehy olunduk" diye mukabele etti.[11]

3. Esma bintü Ebi Bekr:

Esma, Rasulullah (s.a.v.)'ın kendisi hakkında: "Şüphesiz her Peygam­berin (sahabileri arasında) bir havarisi (halis ve seçkin bir dostu) vardır. (Sahabilerim arasında) benim havarim de Zübeyr'dir" buyurarak, medhetti-ği Zübeyr İbn Avvam (r.a.)'ın hanımıdır.[12]

Esma bintü Ebi Bekr es-Sıddik (r.a.)dan rivayete göre şöyle demiştir: Ben Aişe'nin yanına girdim. İnsanlar namaz kılmaktalardı.

- İnsanların bu hali nedir? dedim. Aişe:

- (Güneşin tutulduğunu anlatmak için) başı ile gökyüzüne doğru işaret etti. Ben:

- Bir âyet (yani bir azab yahud kıyamet alameti) mi, diye sordum. Aişe:

- Yine başıyla evet, dedi. Esma şöyle dedi: (Bunun üzerine ben namaza durdum.) Rasulullah (s.a.v.) namazı çok uzattı. Nihayet bana bir baygınlık geldi. Yanımda su dolu bir kırba vardı. Onun ağzını açtım ve ondan başıma su dökmeğe başladım. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) namazı bitirdi, güneş de açılmıştı. Rasulullah (s.a.v.) namazdan sonra insanlara hutbeye başlayıp Allah'a layık olduğu sıfatlarla hamdetti sonra: "Amma ba'du" dedi. Esma de­di ki: Tam bu sırada Ensar'dan bir takım kadınlar konuşup gürültü etmeye başladılar. Ben de onları susturayım diye yüzümü onların tarafına meylettir­dim...[13] Buhari'nin diğer bir rivayetinde ise: Esma (r.a.) şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.v.) bir kere hutbe okumaya kalktı ve kişinin kabirde tutulacağı imtihan fitnesini zikretti. Rasulullah kabir halleriniıböyle tafsila-tıyla anlatınca müslümanlar dehşetli bir surette feryadla ağlaştılar [14]

Hafız İbn Hacer der ki: "... Esma bintü Ebu Bekr hadisini Buhari cidden muhtasar olarak irad etmiştir. Bunu Buhari'nin tahric ettiği yoldan Nesai ve İsmaili de tahric etmişlerdir. Dolayısıyla Nesai ravinin feryadla ağlaştılar sözünden sonra şu ziyadeyi zikretmiştir.

... Cemaatın bu feryad ve figanı Rasulullah'ın sözlerinin son kısmını anlamama mani oldu. Cemaatın bu sayhaları sükunet bulunca bana yakın olan bir adama:

- Allah sana bereketler ihsan etsin! Rasulullah (s.a.v.) hutbesinin so­nunda ne buyurdu diye sordum.

O zat:

"Bana vahyolundu ki, siz kabirlerinizde Deccal'in fitnesine yakın bir fitne ile imtihan olunursunuz buyurdu, dedi."[15]

Ebu Nevfel (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki: ... Sonra el-Haccac Esma bintü Ebi Bakr'e haber gönderdi. Fakat o gelmekten imtina etti. Haccac kendisine tekrar bir elçi göndererek: Ya gelirsin yahud seni saçlarından sürükleyecek birini yanına mutlaka gönderirim, dedi. Esma yine imtina etti. Ve şunları söyledi:

- Vallahi bana, saçlarımdan beni sürükleyecek bir kimse göndermedik­çe, ben senin yanına varmam! Bunun üzerine Haccac

- Bana ayakkabılarımı gösterin! dedi. Ve Ayakkabılarını aldı. Sonra koşarak yola düştü ve Esma'nın yanına girdi. (Ona):

- Allah'ın düşmanına ne yaptağımı gördün mü? dedi. Esma:

- Gördüm ki. ona dünyasını berbad ettin. Ama o da sana ahiretini berbad etti. Duydum ki, ona, ey iki kuşaklının oğlu demişsin. Vallahi iki kuşaklı be­nim. Bunların biri ile hayvanların üzerinden Rasulullah (s.a.v.)'m yiyeceği ile Ebu Bekr'in yiyeceğini kaldırırdım. Diğeri bir kadına lazım olan kuşaktır. Dikkat et ki, Rasulullah (s.a.v.) bize:

- 'Sakif kabilesinden bir yalancı ve bir can alıcı vardır' demişti. Yalancı­yı gördük. Can alıcıya gelince, bunun ancak senin olacağını zannediyorum, dedi. Bunun üzerine Haccac onun yanından kalktı, bir daha da kendisine mü-racat etmedi."[16]

4. el-Gumeysa bintü Milhan (Ümmü Süleym):

Rasulullah (s.a.v.) onun hakkında da şöyle buyurdular:

Cennete girdim de bir ayak sesi işittim ve: Bu kim? dedim. Bu Sumeysa bintü Milhan'dır, dediler."[17] Gumeysa (Ümmü Süleym) Ebu Talha el-Ensari (r.a.)'ın hanımı olup Enes bin Malik (r.a.) ondan bahisle şöyle demiştir:

"Uhud günü askerler bozulup insanlar Peygamber'in yanından dağıldı­ğı sırada Ebu Talha, Peygamber'in önünde deriden kalkanını O'na siper ya­parak sebat etmiş bulunuyordu...

Peygamber düşman(okçuların)a bakmak için ayağa kalktığında Ebu Talha:

- Ya Nebiyyallah! Babam, anam sana feda olsun, sakın yükselme düş­man oklarından biri sana isabet etmesin! Benim göğsüm senin göğsünün önündedir (yani ona siperdir!) derdi...[18]

  Enes bin Malik (r.a.)'den rivayete göre: şöyle demiş: "Rasulullah

(s.a.v.) gazaya Ümmü Süleym ile birlikte giderdi. O gaza ettiği vakit Ensar'-dan bazı kadınlar da maiyyetinde bulunur; mücahidlere su verir ve yaralıları tedavi ederlerdi."[19]

Enes b. Malik (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "... Hatta yolda giderken (yani Hayber gazvesinden dönülen yolda giderken) Safiyye'yi Rasulullah (s.a.v.)'e (annem) Ümmü Süleym hazırladı ve geceleyin onu Rasulullah, ile gerdeğe soktu."[20]

5. Ümmü Eymen (r.a.):

Ümmü Eymen (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)'ın dadısıdır, Rasulullah (s.a.v.) onu Zeyd bin Harise ile evlendirmiş ve bunlardan Usame b. Zeyd dünyaya gelmiştir.[21]

- Enes Bin Malik (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.)'in vefatından sonra Ebu Bekr (r.a.) Ömer'e:

- Haydi Ümmü Eymen'e gidelim. Rasulullah (s.a.v.) onu nasıl ziyaret ediyordu ise biz de öylece ziyaret edelim, dedi. (Ebu Bekr demiş ki1) ona vardığımızda ağladı: Ebu Bekir'le Ömer:

- Niye ağlıyorsun? Allah'ın nezdindeki (makamı) Rasulü (s.a.v.) için daha hayırlıdır, demişler. Ümmü Eymen:

- Ben Rasulü (s.a.v.) için Allah indindeki (mertebe)nin daha hayırlı olduğunu bilmediğim için ağlamıyorum. Velakin Sema'dan vahiy kesildi de ona ağlıyorum, demiş. Böylece her ikisini de duygulandırmış, onunla birlik­te onlar da ağlamaya başlamışlar."[22]

6-7. Fatıma bintü Kays ve Ümmü Şerik:

Fatıma bintü Kays ilk muhacirlerdendir... Ondan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben dul kalınca, beni Rasulullah (s.a.v.)'ın ashabından bir kaç kişi içinde Abdurahman İbn Avf istedi. Rasulullah (s.a.v.) de beni azadlisı Usa-me bin Zeyd'e istedi. Bana rivayet olunmuştu ki, Rasulullah (s.a.v.):

"Beni kim severse, Usameyi sevsin!" buyurmuşlar. Rasulullah (s.a.v.) benimle konuşunca:

- İşim senin elindedir. Beni dilediğine nikâh et! dedim. [23] (Fatıma de­vamla dedi ki) Ben de Usame ile evlendim. Allah beni İbnü Zeyd (Zeyd'in oğlu) ile şerefyab etti. Allah beni Zeyd'in oğlu (İbnü Zeyd) ile mükerrem kıldı...101 Allah onda hayır halketti; ben de kendisine gıbta eyledim!"[24]

Ubeydullah bin Abdillah bin Utbe'den rivayete göre demiş ki:[25]

"Ebu Amr bin Hafs bin Muğire, Ali bin Ebi Talib ile birlikte Yemen'e gitmiş de karısı Fatıma bintü Kays'ı kalan bir talakla boşadığı haberini gön­dermiş. Haris bin Hişam ile Ayyaş bin Rabia'ya da Fatıma'ya nafaka verme­lerini emretmiş.

Bunlar Fatıma'ya:

- Vallahi, senin için nafaka yoktur. Meğer ki, hamile olasın (Bu müstes­na) demişler. Bunun üzerine Fatıma, Peygamber'e (s.a.v.) gelerek bunların söylediklerini ona anlatmış da, Peygamber:

Evet! Sana nafaka yoktur" buyurmuşlar. Fatıma kendisinden evden taşınmak için izin istemiş. O da kendisine izin vermiş..." m (Müslim'in diğer bir rivayetine göre de Fatıma şöyle demiştir) "...Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): Ümmü Şerik'e taşın!" buyurdular. -Ümmü Şerik Ensar'dan zengin, Allah yolunda nafakası çok bir kadındı.- Ona misafirler gelirdi. Ben de:

- Yaparım, dedim.

- Yapma, çünkü Ümmü Şerik misafiri çok bir kadındır. Ben senin baş örtünün düşmesini yahud baldırlarından elbisenin açılıp da cemaatin senden hoşlanmadığın bazı şeyleri görmesini hoş karşılamam. Lakin sen amcaoğ-lun Abdullah İbn Amr İbn Ümmü Mektum'a taşın, buyurdu. (Bu zat Ku-reyş'in kolu, Beni Fihr'den bir adamdı. Kendisi Fatıma'nın mensup olduğu kabileden idi.) Ona taşındım..."[26]

Şa'bi (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki: "Fatıma bintü Kays'ın yanına girdik. Bize İbni Tab hurması ikram etti; süt karıştırması sundu. Ben kendisi­ne, üç talakla boşanan kadının nerede iddet bekleyeceğini sordum:

- Kocam beni üç talakla boşadı da, Peygamber (s.a.v.) bana ailem nez-dinde iddet beklememe izin verdi, dedi."[27]

8. Ümmü Haram bintü Milhan:

Ümmü Haram, Ensar'dan yetmiş kişiyle birlikte Akabe Be'atında hazır bulunan ve on iki temsilciden birisi olan aynı zamanda Bedir, Uhud ve Hen­dek savaşlarında hazır bulunan Ubade bin Samit (r.a.)'ın hanımıdır. Ubade bin Samit (r.a.) gazvelerin hepsinde Rasulullah (s.a.v.)'la beraber hazır bulunmuştur.[28]

Umeyr İbnü'l-Esved el-Ansi (r.a.)'dan rivayete göre şöyle tahdis etmiş­tir:

"Kendisi Ubade İbnü's-Samit'e gelmiş. Ubade o sırada Hımış sahilinde kendisine ait bir binada konaklamış, beraberinde de zevcesi Ümmü Haram bulunuyormuş.

Umeyr dedi ki: Bize Ümmü Haram bintü Milhan, kendisinin Peygam ber'den: "Ümmetimden denizde gaza eden ilk muharibler mağfiret olunmayı hak etmişlerdir" buyururken işittiğini haber verdi.

Ümmü Haram dedi ki:

- Ben de, Ya Rasulallah! Ben bunların içinde miyim? diye sordum. "Sen onların arasmdasın diye cevap verdi. Bundan sonra Peygamber: Ümmetim­den Kayser'İn şehrine gaza eden ilk mücahid grubu da mağfiret olunmuşlar­dır" buyurdu. Ben bunların içinde miyim ya Rasulallah? diye sordum. Peygamber: "Hayır" diye cevap verdi.[29]

Ümmü Haram'ın bahsi altıncı delil içerisinde geçmiş idi. Kendisi Üm-mü Süleym'in öz kızkardeşidir.

9. Sübey'atü bintü'l-Haris el-Eslemiyye:

Sübey'a Peygamber (s.a.v.)'e beyat ve hicret eden muhacir kadınlardan olUp '[30] yjne muhacirundan olan, Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katılan ve Hudeybiye Mu sal anasında hazır bulunan Sa'd ibnü Havle'nin hanımı-dır.[31]

- Sübey'atü bintü'l-Haris (r.a.)'dan rivayete göre şöyle haber vermiş:

Sübey'a Beni Amir b. Lüey kabilesinden Sa'd b. Havle ile evliymiş. Bu zat Bedir gazasına iştirak edenlerdenmiş. Bilahare karısı hamile iken veda haccında Sa'd vefat etmiş. Onun vefatından sonra çok geçmeden karısı do­ğurmuş. Nifasmdan çıkıp temizlendiği vakit taliblileri için giyinmiş kuşan­mış. Derken yanma beni Abdiddar kabilesinden Ebu's-Senabil İbn Ba'kek isminde bir adam girerek:

- Acaba seni neden giyinmiş kuşanmış görüyorum? Galiba evlenmek istiyorsun? Vallahi üzerinden dört ay on gün geçmedikçe sen evlenemezsin! demiş. Sübey'a diyor ki: O zat bana bunu söyleyince geceleyin üzerime dış örtümü aldım. Sonra Rasuluîlah (s.a.v.)'a gelerek, bu meseleyi ona sordum. Bana hamlimi vaz ettiğim (yani çocuğumu doğurduğum) anda (başka bir erkekle evlilik için) helal olduğum fetvasını verdi. Ve istemem halinde ev­lenmemi emir buyurdu.'[32]

10. Ümmü Züfer:

Ata İbnü Ebi Rebah (r.a.)'dan rivayete göre şöyle tahdis etmiştir: İbn Abbas bana:

- Ben sana cennet kadınlarından bir kadın göstereyim mi? dedi.

- Evet göster, dedim. İbn Abbas:

- İşte şu (iri yapılı, uzun boylu) kara kadındır. Bu kadın (bir keresinde) Peygamber (s.a.v.)'e geldi de:

- Ben sar'alanıyorum, sar'alanınca da açılıyorum. Benim için Allah'a dua ediver! dedi.

Peygamber:

-  İstersen hastalığına sabret! Bunun karşılığında sana cennet vardır. İstersen sana afiyet vermesi için Allah'a dua edeyim! buyurdu.

Kadın:

- Ben sabredeyim dedi ve: Ben açılıyorum, (üst-baş yönünden) açılma-maklığım için Allah'a dua ediver! diye rica etti.

Peygamber de onun için dua etti[33] Onbirinci delil:

(Umumi ve hususi sahalarda aralarında) hicah (perde) bulunmaksızın kadınlarla karşılaşan Peygamber (s.a.v.) ve ashabının fiilleridir.   !

Farz namazlarda:

Fatıma bintü Kays (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Nihayet idde-tim tamamlanınca Rasuluîlah (s.a.v.)'in dellalinin sesini işittim.

- Haydin toplayıcı namaza! diye sesleniyordu. Hemen mescide çıktım ve Rasuluîlah (s.a.v.)'le birlikte namazı kıldım. Cemaatın arkalarına gelen kadın safındaydım. Müslim'in diğer bir rivayetinde ise Fatıma şöyle demiş­tir: "... Derken namaza (haydin toplayıcı namaza) diye cemaat arasında nida olundu.'Camiye ben de gittim. Kadınların ön safında idim. Bu saf erkeklerin son safının arkasından (itibaren) gelir.[34]

Bayram namazlarında:

Ümmü Atıyye (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Biz kadınlara, bayram günü namazgaha çıkmamız, hatta bulundukları ev köşelerinden bakire kızlara ve hayızlı kadınlara varıncaya kadar namazgaha çıkmamız emredilirdi de, kadınlar erkeklerin arka tarafında o-lurlar, onların tekbir getirmelerine uyup tekbir getirirler ve onların dualarıy­la dua ederlerdi. Onlar bu Bayram gününün bereketini ve paklığını (yani günahlardan temizlenmeyi) umud ederlerdi. "[35]

Küsuf namazında:

Peygamber'in (s.a.v.) hanımı Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş­tir: "...Sonra Rasulullah (s.a.v.) sabah vakti bir bineğe binip çıktı. Derken güneş tutuldu. Kuşluk vaktinde döndüğünde Rasulullah (s.a.v.) mescidin bitişiğinde hanımlarına ait olan odalara uğradı. (Müslim'in bir rivayetinde ise Aişe şöyle demiş: Nihayet ben, hücreler arasından kadınlarla birlikte mescide çıktım). Sonra kalkıp namaza durdu, insanlar da onun arkasında dikilip namaza durdular. Öyle ki, Rasululîah uzun bir kıyam yaptı..."[36]

Buhari'nin Sahih'inde: "Güneş .tutulmasında kadınların erkeklerle bera­ber namaz kılmalarına dair bir bab ve ardından Esma bintü Ebu Bekir'in riva­yeti olan bir hadis ve Esma'nın bu namaza iştirak ettiği kaydedilmektedir.

Hafız îbn Hacer şöyle demiştir: Çuhari bu unvanı (konu başlığı) ile kadınların erkeklerle beraber namaz kılmalarım menedenlerin reddedilece­ğine işaret etmektedir.[37] Buhari'nin bab başlığını, Müslim'in sahihinde Cabir bin Abdillah'ın rivayeti olar*-bir hadis teyid etmektedir ki, bu hadis de şöyle varid olmuştur:

- Peygamber sonra geri çekildi, arkasındaki saflar da geri çekildiler. Böylece son safa vardık.

-  Müslim'in hocası olan Ravi Ebu Bekir: Böylece kadınlar safına vardık, diye rivayet etti."[38]

Hacc'da:

- Yahya bin Husayn'dan onun da ninesi Ümmü'l-Husayn (r.a.)'dan nak­len rivayetine göre Yahya demiş ki:

- Ninemi şunu söylerken işittim:

- "Ben, veda haccında Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte haccettim, Onu cemre-i Akabe'de taş atarken ve oradan ayrılırken hep devesinin üzerinde gördüm. Beraberinde Bilal ile Usame de vardı. Birisi devesinin yularını çekiyor diğeri Rasulullah (s.a.v.)'ı güneşten korumak için örtüsünü onun başına kaldırıyordu. Rasulullah (s.a.v.) -orada- bir çok sözler söyledi. Sonra şöyle buyururken işittim.

- Eğer size kulakları kesilmiş bir köle emir tayin edilir de sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse hemen kendisini dinleyin ve itaat edin!"[39]

Cihad'da:

Er-Rubeyy'i bintü Muavviz (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Biz kadınlar Peygamber (s.a.v.)'in beraberinde gazve ederdik ve mü-cahidlere su verir, onlara hizmet ederdik. Yaralıları ve şehidleri Medine'ye geri götürür idik.[40]

Abdullah İbn Abbas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "el-Fadl İbn Abbas, Rasulullah (s.a.v.)'in redifi (yani hayvan üstünde Peygamber'in arka tarafına binmiş bulunuyor) idi. Has'am kabilesinden (genç ve güzel) bir kadın Rasulullah'a geldi. Bu sırada FadUcadına, kadın da Fadl'a bakmaya başladı. Peygamber de Fadl'ın yüzünü (eliyle kadıdan) başka tarafa çevirme­ye koyuldu.

Kadın: Ya Rasulallah! Allah'ın kulları üzerinde hacc hususundaki fari­zası babama çok yaşlı bir ihtiyar olduğu halde erişti. O deve üzerinde sabit duramaz haldedir. Binaenaleyh kendisine (vekaleten) ben hacc edebilir mi­yim? diye sordu. Peygamber:

- Evet, vekaleten hacc edebilijsin, diye cevap verdi.

Bu sual ve cevap Veda Haccı sırasında vaki oldu."[41]

İlim taleb etmede:

Ebu Said el-Hudri (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

Bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek:

- Ya Rasulallah! Erkekler senin hadislerini alıp gittiler. O halde biz ka­dınlar için de kenlidiğinden bir gün ayır da, bizler o günde sana gelelim, sen de Allah'ın sana öğrettiği şeylerden bizlere öğretirsin, dedi.

Rasulullah (s.a.v.) onlara:

- Filan ve filan günlerde, şu ve şu mekanlarda toplanın" buyurdu. Ka­dınlar o günlerde ve yerlerde toplandılar. Rasulullah onların yanlarına geldi de Allah'ın kendisine öğrettiği şeylerden kadınlara da öğretti. Sonra Rasu­lullah, kadınlara:

- İçinizden hiçbir kadın yoktur ki, çocuklarından üç tanesini ahirete kendisinden önce yollasın da bunlar cehenneme karşı onun için bir perde ol­masın, buyurdu.

Bunun üzerine kadınlardan biri:

- Ya Rasulallah! İki tanesi de öyle mi? dedi.

Ebu Said: Kadın 'iki tane1 sqzünü iki defa tekrar etti, dedi: Sonra Rasu­lullah üç kere tekrar ederek:

- İki tane de iki tane de, iki tane de öyledir! buyurdu." [42] Emr-i bi'1-maruf yapmada:

İbn Abbas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

Peygamber (s.a.v.) haccından (Medine'ye) döndüğü zaman Ensar'dan bir kadın olan Ümmü Sinan'a:

- (Bizimle beraber) hacc etmeden seni meneden nedir, diye sordu. Ümmü Sinan, kocası Ebu Sinan'ı kastederek:

-  Ebu Fulan'ın iki devesi vardır. Bunların birine binip hacca gitti.

Öbürüsü de bizim arazimizi suluyor! dedi. Peygamber (s.a.v.) de:

- "Ramazan'da Umre yapılması (sevabca) bir hacca yahud benim bera­berimde haccetmeye bedel olur" buyurdu..[43]

İnsanın eş ve dostunu güzel bir şekilde koruyup gözetmesinde:

- Cabir bin Abdillah (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) Hazm oğullarına yılanı rukye yapmaya ruhsatı ver­di. Esma bintü Umeys'e de şöyle buyurdu.

- Bana ne oluyor ki, kardeşim oğullarının cisimlerini erimiş görüyo­rum. Aceb bir hacetleri mi var? Esma:

- Hayır! (yok!) lakin onlara çabuk nazar değiyor, demiş. Peygamber (s.a.v.):

"Onlara rukye yap!" buyurmuş. Esma demiş ki; ben kendisine arzettim, fakat o;

"Onlara sen rukye yap buyurdular!"[44] Hürmet, tazim ve sena etmede:

- Aişe (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki; Utbe İbnü Rabia'nın kızı Hind gelerek:

- Ya Rasulallah! vaktiyle yeryüzünde senin hane halkın kadar zelil ve harab olmalarını istediğim hiçbir ev halkı yoktu. Sonra bugün (geldi) yeryü­zünde senin ev halkın kadar aziz olmalarını istediğim hiçbir ev halkı yoktur dedi.

(Aişe dedi ki): Rasulullah (s.a.v.) de Hind'e:

- "Nefsin elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben de sana karşı ayn düşünceyi taşıyorum" dedi...[45]

Dua ederken:

Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

Bir kadın Peygamber (s.a.v.)'e kendisinin bir çocuğunu getirerek:

-  Ya Nebiyyallah! Bunun için Allah'a dua et! Gerçekten üç tanesini toprağa gömdüm, dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- Üç çocuk mu gömdün? dedi. kadın:

- Evet! (Üç çocuk gömdüm) dedi. (Müslim rivayetinin birisinde de: Ya Nebiyyallah! bu çocuk rahatsızdır. Ben ondan korkuyorum. Gerçekten toprağa üç tane gömdüm, dedi, şeklindedir) Rasulullah (s.a.v.):

- Muhakkak cehennemden kuvetli bir mani ile korundun!1 buyurdu-lar."[46]

Ziyaretleşmede:

Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... Nihayet bizler Medine'ye geldik. Geldiğim zaman ber bir ay hasta oldum. Bu sırada insanlar iftira sahihlerinin sözlerine dalmışlar... Bu şekilde ebeveynim (Annemle babam) yanımda oturdukları, ben de ağlamakta bulunduğum sırada Ensardan bir kadın benim yanıma girmek için izin istedi. Ben de o kadına izin verdim. O da oturup benimle ağlıyordu Biz bu hal üzere iken, Rasulullah yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu... (Buhari'nin diğer bir rivayetinde[47] Aişe şöyle demiş: Allah'a hamd edip övdükten sonra, 'Amma ba'du', diyerek şunları söyledi:

- 'Ya Aişe, eğer bir kötülük yapmış isen yahud nefsine zulmetmiş isen Allah'a tevbe et. Çünkü Allah kullarından tevbeyi kabul eder, dedi.

Aişe demiş ki: Bu sırada Ensardan bir kadın gelmiş ve kapıda oturmak­ta idi. Ben Rasulullah'a:

- (Onun anlayışına göre hareminin yüceliğine layık olmayan) birşeyi zikretmeye şu kadından haya etmez misin? dedim..."[48]

İbn Abbas (r.a.)'ın mevlası Küreyb (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... Ümmü Seleme (r;a,) şöyle dedi: Ben; Peygamber (ş.a.v,)'den, sonra halkı ikindiden sonraki bu namazdan (yani ikindiden sonra kılınan iki rek'at namazdan) nehyederken işittim. Sonra bir kere de Peygamber'i; ikindi namazını kıldığı sırada iki rek'at namaz daha kılarken gördüm. Şöyle ki: Rasulullah (s.a.v.) benim odama girmişti. Fakat o sırada yanımda Ensar'dan Haram oğullarından bir takım kadın misafirler bulunuyordu. Rasulullah namaz kılmağa başladı. Onun böyle ikindinin akabinde benim yanıma girmesinden sonra namaz kıldığını görünce kendine bir kız gönderdim ve kıza:

Rasulullah'm yanında dur! "Ya Rasulullah! sana Ümmü Seleme şu iki rek'at namazdan nehyetiğini işittim. Halbuki şimdi seni onları kılarken görüyorum diye soruyor" de: Eğer Rasulullah (namazda bulunduğunu) eliyle işaret ederse, yanından geri çekil, dedim. Kız bu emrimi yerine getirdi. Ve hakikaten Rasulullah eliyle işaret etti; kız da geri çekildi.

-İRasulullah namazdan ayrılınca bana hitaben "Ey Eba Umeyye kızı! İkindi namazından sonra kıldığım iki rek'at namazdan sormuştun. Bunun sebebi şudur; Bana Abdu'1-Kays kabilesinden bir takım insanlar gelmişti. Bunlar, şu öğle namazından sonraki iki rek'at (nafile) namazdan beni meşgul edip alıkoymuşlardı. İşte kıldığım iki rek'at namaz, öğlenin o iki rek'at son sünnetidir" buyurdular.[49]

Ümmü'1-Fadl (r.â.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Peygamber (s.a.v.) benim evimde iken, bir bedevi onun yanına girdi de:

-  Nabiyyallah! Benim bir karım vardı; üzerine bir daha evlendim. Derken birinci karım yeni zevcemi bir veya iki defa emzirmiş olduğunu söyledi;-dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):

- Birveya ikrdefa^Tnzirn^çtelîürfflattsbatetmez" buyurdular.[50]

Mişkatii'l-Mesabih adlı eserde Ümmü Hani' (r.a.)'dan şöyle dediği nak­ledilmektedir: Fetih günü (Yani Mekke'nin feth olunduğu gün) olunca Fatı-ma gelerek Rasulullah (s.a.v.)'in sol tarafına, Ümmü Hani (r.a.) da sağ tarafı­na oturdular. O sırada cariye içerisinde şarab (içecek şey) dolu bir kab geti­rip bu kabı Rasulullah (s.a.v.)'e eliyle uzatıp verdi. Rasulullah (s.a.v.) bun­dan içtikten sonra Ümmü Hani'ye uzatıp verdi. Ümmü Hani'de ondan içtik­ten sonra:

- YaRasulallah! Ben oruç tutmakta olduğum halde şimdi gerçekten onu (aleyhime olacak şekilde) bozmuş mu oldum? dedi. Bunun üzerine Rasulul­lah (s.a.v.):

- Sana vacip olan herhangi bir şey (keffaret) mi ödüyor idin? dedi. Üm­mü Hani:

- Hayır, birşey ödemiyordum, dedi. Peygamber;

- Şayet nafile ise onu bozmuş olman sana zarar vermez" buyurdular."[51]

- Enes bin Malik (r.a.) rivayete göre haber vermiş ki: (Annesi) Ümmü Süleym bintü Milhan, Peygamber (s.a.v.) için deriden yapılmış bir döşek ya­yardı da Peygamber, onun yanında döşek üzerinde gündüz (Kaylule) uyku­suna yatardı.

- Enes dedi ki: Peygamber uyuduğu zaman, Ümmü Süleym, Peygam­ber (s.a.v.)'in terinden ve saçlarından alırdı da onları bir şişe içinde toplardı. Sonra bunları güzel koku içine katardı. [52]

Hafız îbn Hacer: (... Muhammed İbnü Sad'ın sahih birsenedle rivayet ettiği haberde ise şöyle denilmiştir! (...) Bu rivayetten mezkur kıssanın veda haccindan sonra meydana gelmiş olduğu sonucu elde edilir) demektedir."[53]

- Kays İbnü Ebi Hazim (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Ebu Bekir (r.a.), Ahmus kabilesinden Zeyneb denilen bir kadının ya­nına girdi. Ve onu konuşmuyor gördü. Yanındakilere:

- Bu kadının nesi var ki konuşmuyor? diye sordu. Oradakiler:

- Konuşmayarak hacc yaptı, dediler. Ebu Bekr, kadına:

- Konuş, çünkü konuşmamak helal olmaz; bu konuşmamak cahiliyyet amelindendir, dedi.

Bunun üzerine kadın konuştu da Ebu Bekr'e:

- Sen kimsin? diye sordu. Ebu Bekr:

- Muhacirlerden bir adamım, dedi. Kadın:

- Hangi muhacirlerden? dedi. Ebu beKr:

- Kureyş muhacirlerinden, dedi. Bu sefer kadın:

- Sen Kureyş'in hangi boyundansın? dedi.

Ebu Bekr:

- Sen çok soru soruyorsun, ben Ebu Bekr'im dedi.

Kadın:

- Cahiliyyet devrinin ardından Allah'ın bize getirmiş olduğu bu iyi iş (yani İslam dini) üzerinde bekamız ne kadar olur? dedi.

Ebu Bekir:

- İslam üzerinde baki olmanız, imamlarınız sizleri dosdoğru tuttuğu müddetçe olur, dedi.

Kadın:

- İmamlar nedir, diye sordu:

Ebu Bekr:

- Senin kavminin onlara emretmekte olan ve onların da itaat etmekte bulundukları bir takım başkanları ve şerifleri vardır, değil mi? dedi.

Kadın:

- Evet, vardır, dedi. Ebu Bekr:

- İşte onlar insanlar üzerinde doğruyu imamlardır, dedi.[54] Ağacın dalındaki hurmanın miktarını tahmin etme müsabakasında:

- Ebu Humeyd es-Saidi (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Biz, Peygamber'in beraberinde Tebük gazvesine gittik. Peygamber Vadi'1-Ku-ra'ya vardığı zaman, kendi bahçesinde çalışan bir kadına tesadüf etti. Pey­gamber (s.a.v.) sahabilerine:

- Şu bahçedeki hurmayı tahmin ediniz, buyurdu. (Biz tahmin ettik) Ra-sulullah (s.a.v.)'da on vesk tahmin etti. Akabinde bahçe sahibesi olan kadına:

- (Hurma toplarken) buradan ne kadar kile hurma çıkacağını say buyur­du.

Tebük'e geldiğimizde Rasulullah:

- Dikkat ediniz! Bu gece muhakkak şiddetli bir rüzgar esecektir. Sakın kimse bulunduğu yerden ayağa kalkmasın! Beraberinde devesi olan da de­vesini sıkı bağlasın! buyurdu.

Bu emir üzerine biz de develerimizi sıkıca bağladık. Ve (hakikaten o gece) şiddetli bir rüzgar esti. O sırada birisi ayağa kalkmıştı. Rüzgar onu Tayy Dağı'na sürükleyip attı. Bu sefer sırasında Eyle Meliki, Peygamber'e (Düldül adlı) beyaz bir katır hediye etmiş ve bir bürde giydirmişti. Peygam­ber de bu Melik'e deniz kenarındaki beldelerin halkı için bir eman-name yaz­dırmıştı.

(Dönüşte) Peygamer Vadi'l-Kura'ya gelince, hurmalık sahibesi olan kadına:

- Bahçedeki hurma ne kadar geldi? diye sordu. Kadın:

- Allah Rasulü'nün tahmini veçhile on vesk geldi, dedi.[55]

Hastayı ziyaret etmede:

Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.) amcası Zübeyr İbnü Abdulmuttalib'in kızı Dubaa'nın yanına girdi de ona:

- Öyle sanıyorum ki, hacca gitmek istiyorsun, dedi.

Dubaa da:

- Evet öyledir, fakat vallahi kendimi hasta hissediyorum, dedi. Rasulul­lah (s.a.v.):

- Ey Dubaa, sen haccet ve hacca niyyet ederken de; ya Allah beni hacc ibadetlerini yerine getirmekten men ettiğin yerde ihramdan çıkacağım! diye şart kıl, buyurdu. (Dubaa o$ü33ila.Mıkdad İfoısüjiisyed'in nikâhı altında bulu­nuyordu."[56]

Yemekte:

Yezid İbnü'l Asamm (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş:

- Medine de bizi bir güveyi düğün aşına davet etti de bize on üç tane ke­ler sundu. Kimimiz ondan yedi, kimimiz de yemeyip bıraktı. Ertesi gün ben İbn Abbas'a rastlayarak ona bunu haber verdim. Etrafındaki insanlar sözü o kadar uzattılar ki, hatta bazıları:

"Rasulullah (s.a.v.): Ben onu ne yerim, ne ondan men ederim ve ne de onu haram kılarım" buyurdu dediler. Bunun üzerine İbn Abbas:

- Ne fena birşey söylediniz. Nebiyyullah (s.a.v.) ancak helal ve haram kılıcı olarak gönderilmiştir. Şüphe yok ki, bir defa Rasulullah (s.a.v.) Mey-mune'nin yanında iken beraberinde de Fadl İbn Abbas ile Halid İbnü Velid ve bir başka kadın bulunduğu halde kendisine üzerinde et bulunan bir sofra sunuluverdi. Peygamber (s.a.v.) yemek isteyince Meymune ona: Bu keler etidir, dedi. O da hemen elini çekiverdi ve: "Bu benim hiç yememiş olduğum bir ettir" buyurdu. Cemaata: "Siz yeyin" dedi. Ondan Fadl, Halid İbnü Velid ve o kadın yediler.

Meymune demiş ki: "Ben hiçbir şeyden yemem. Meğer ki Rasulullah (s.a.v.)'ın yediklerinden bir şey ola. (Ancak onu yerim.)[57]

Hastaya bakıcılık yapmada:

Hafsa bintü Şirin (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- (Biz taze kızlarımızı bayram gününde namaz yerlerine çıkmalarından men ederdik. Derken Basra'ya bir kadın geldi... O kadın, kız kardeşinin ko­casının Peygamber ile birlikte on iki gazvede bulunduğunu, kızkardeşinin de bizzat bunlardan altı gazvede kocasıyla beraber bulunduğunu, O'nun: "Biz hastalara bakıyor ve yaralıları tedavi ediyorduk" dediğini rivayet etti...[58]

Hafız İbn Hacer: Tedavi, örneğin, ilacı hazırlamak suretiyle olursa ve tedavi işlemi (de) kadının teni, zaruri ihtiyaç olmadığı müddetçe direkt ola­rak erkeğin tenine temas etmeksizin olursa, fitneden emin olunması halinde kadının yabancı erkekleri tedavi etmesinin caiz oluşu bu hadisden istinbat edilecek faydalı hükümler meyanındadır" demektedir.[59]

Beyatlaşmada:

İbn Abbas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Ben fıtır (ramazan bayramı) günü kılınan bayram namazında Rasulul-lah ile, Ebu Bekr ile, Ömer ile ve Osman ile beraber hazır bulundum. Bunla­rın hepsi de namazı hutbeden evvel kildırırlardı. Sonra namazın ardından hutbe okurlardı. Allah Rasulü'nün hutbeden sonra indiği ve erkekleri yerle­rinde oturtmak üzere eliyle işaret etmesi hali gözümün önündedir. Sonra er­keklerin saflarını yara yara kadınların saflarına kadar gitti. Bilal de beraber idi. Peygamber orada şöyle buyurur:

"Ey Peygamber'in mü'min kadınları, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşma­maları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayaklan arasından bir iftira düzüp getirmemeleri, herhangi bir iyi­lik hususunda sana asi olmamaları şartıyla sana beyatleşmeye geldikleri zaman, beyatlerini kabul et. Onlar için Allah'tan mağfiret isteyiver. Çünkü Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" âyetinin tamamanı okudu. Bu âyeti okuyup bitirdikten sonra:

Siz kadınlar bu beyat üzere sabit .misiniz? diye sordu. İçlerinden bir kadın:

- Evet, Ya Rasulallah! sabit kademiz dedi.

Peygamber (s.a.v.)'e bu kadından başkası cevap vermedi. Bunun üzeri­ne Rasulullah (s.a.v.):

- Öyleyse sadaka verin, buyurdu.

Bilal ihramını yaydı, onlar da halkalarını yüzüklerini, Bilal'in ihramı içine atmaya başladılar.[60] Ulu'1-Emre müracaatta: Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

Ben Mekke fethi yılı Rasulullah'ın yanına gittim ve onu yıkanıyor buldum. Kızı Fatma (a.s.) da onu perde ile örtüyordu. Kendisine selam verdim.

- Şu kadın kimdir? diye sordu.

Ben:

- Ben Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani'yim, dedim. Rasulullah (s.a.v.):

- Merhaben bi Ümmi Hani, buyurdu.

Yıkanıp çıkınca bir tek elbise içinde (yani sırtındaki bezi) çapraz vari bağlamış olduğu halde sekiz rekat namaz kıldı. Namazdan sonra ben kendi­sine:

- Ya Rasulallah! Anamın oğlu Ali, benim kendisine ahd ve eman verdi­ğim falanı, İbnü Hubeyre'yi öldüreceğini söylüyor, dedim.

Rasulullah (s.a.v.):

- Ya Umme Hani! Senin ahd ve eman verdiğin kimseye biz de ahd ve eman verdik, buyurdu.

Rasulullah'ın kıldığı bu namaz, Duha namazı idi.[61]

-  Zeyd İbnü EslenVden, onun da babasından rivayetine göre babası (Ömer'in hizmetçisi Eşlem) şöyle demiştir:

- Ben Ömer İbn Hattab (r.a.)'ın beraberinde çarşıya çıktım. Çarşıda Ömer'i genç bir kadın karşıladı ve:

- Ey mü'minlerin emiri! Eşim şehid oldu ve arkasından küçük çocuklar bıraktı ki, vallahi bunlar davar ayağı bile pişiremiyorîar bunların hiç ekini ve sağım hayvanları da yoktur. Ben bunları ölmelerinden endişe ediyorum. Ben Hufaf İbnü İma el-Gıfari'nin kızıyım. Babam Hudeybiye'de Peygam-ber'in beraberinde hazır bulunmuştur, dedi.

Bunun üzerine Ömer ileri gitmeyip, o kadının yanında durdu. Sonra kadına hitaben:

- (Kureyş'e) akraba bir nesebe merhaba! dedi.

Sonra ayrılarak evde bağlı duran kuvvetli bir deveye doğru gitti ve ona buğdayla doldurduğu iki büyük çuvalı yükledi. O iki hararın ortasına da yiyecek ve giyecek şeyler yükledi. Sonra devesinin yularını kadına uzatıp verdi. Sonra:

- Bu yükü nzık edin, bu tükenmeden Allah sizlere hayır, yani mal geti­recektir, dedi. Orada bulunan bir adam:

- Ey mü'minlerin emiri, bu kadına çok atıyye verdin, dedi. Ömer de:

Anan seni yitirsin! Vallahi ben bu kadının babasını ve erkek kardeşini gördüm ki, onlar bir kaleyi bir zaman muhasara etmişler, sonunda fethetmiş-lerdi. Sonra biz oradaki ganimetten bize paylarımızın verilmesini istiyor­duk, dedi.[62]

Şefaat ve aracılık etmede:

el-Esved (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Aişe (r.a.) Berire'yi satın almak istedi, fakat efendileri vela hakkının kendilerine ait olmasını şart kılmalarından başka türlü satışa razı olmadılar. Aişe de bu durumu Peygamber'e anlattı: Peygamber (s.a.v.):

Sen Berire'yi satın al ve hürriyete kavuştur. Çünkü vela hakkı ancak hürriyete kavuşturanındır, buyurdu... Akabinde Peygamber, Berire'yi çağır­dı da onu (henüz köle bulunan kocası Muğisten) muhayyer kıldı.

Berire bu muhayyer kılınışı üzerine:

- Eğer kocam bana şöyle şöyle verse bile, ben onun yanında sabit ol­mazdım, dedi de, kendi nefsini tercih etti..

- İbn Abbas (r.a.)'dan rivayete göre de şöyle demiştir:

- Berire'nin kocası Mugis denilen bir köle idi. (Berire'yi çılgınca sever­di) hala gözümün önünde görür gibiyim. Zavallı Muğis (onu razı edip de kendisini tercih etmesi için) ağlayarak ve gözyaşları sakalının üzerine aka­rak Berire'nin arkasında döner dolaşırdı. Bir kerre Peygamber (s.a.v.) babam Abbas'a:

- Ya Abbas Mugis 'in Berire'ye olan aşırı sevgisine, Berire'nin de Mu-gis'e olan buğzuna, nefretine hayret etmez misin? buyurdu.

Sonra Peygamber, Berire'ye:

- Keşke şu Mugis'e dönsen? buyurdu. Berire'de:

- Ya Rasulaîlah! Ona dönmemi emir mi buyuruyorsun? dedi. Peygamber:

- Hayır, ben (emretmiyorum) ancak şefaat ediyorum, buyurdu. Beri­re'de:

- Öyleyse benim o adama ihtiyacım yoktur, dedi.[63]

Mülaane (karşılıklı olarak karı ile kocanın birbirleriyle lanetleşmesin-de):

Said îbnü Cübeyr (r.a.)'dan rivayete göre şunları söyledi:

"Mus'ab İbnü Zübeyr zamanında bana lian yapanların hükmü soruldu da ben ne diyeceğimi.bilemedim. Bunun üzerine Abdullah İbnü Ömer'e gelerek:

- Ne dersin, lian yapan kan ile kocanın aralan ayrılır mı, diye sordum. Şu cevabı verdi:

Sübhanallah! Evet! Bu meseleyi ilk soran fülan oğlu fülandır. Dedi ki:

-  Ya Rasulaîlah! Ne buyurursun, birimiz karısını kötülük yaparken bulsa ne yapmalıdır? Konuşmuş olsa pek büyük bir şey hakkında konuşmuş olacak; sussa yine böyle bir şey hakkında susacak!.. Ravi dedi ki: Peyganıber (s.a.v.) sükut buyurdu; ona cevap vermedi. Biraz sonra o adam tekrar gelerek:

-  Ya Rasulallah! Sana sorduğum başıma geldi, dedi. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) Sure-i Nur'daki şu: "Karılarına iftira atanlar..." âyetlerini indirdi. Peygamber (s.a.v.) bunları o zata okudu, kendisine va'zu nasihatte bulundu. Dünya azabının ahiret azabından daha hafif olduğunu ona haber verdi. Adam:

- Hayır! Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, karıma iftira etmedim, dedi. Sonra kadını çağırdı. O'na da va'zu nasihatte bulundu, ve dünya azabının ahiret azabından daha ehven olduğunu haber verdi. Kadın:

- Hayır! Seni hak din ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, bu adam hakikaten yalancıdır, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) (liana) erkek­ten başladı. Ve adam kendisinin cidden doğru söyleyenlerden olduğuna dört defa Allah'a şehadet etti. Beşinci şehadet:

Eğer yalancılardansa, Allah'ın la'neti kendi üzerine olması idi. Sonra Peygamber (s.a.v.) bunları kadına tekrarlattı. O da:

Adamın cidden yalancılardan olduğuna dört defa -Allah'a şehadet etti. Beşincide: Şayet kocası doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabı kendi üze­rine olması idi. Müteakiben Rasulullah (s.a.v.) onları birbirinden ayırdı."[64]

Cezanın infaz edilmesinde: Allah Teala şöyle buyurmuştur:

"Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanan (insanlar) iseniz Allah'ın dini(ni uygulama hususu)nda sizi, onlara karşı acıma duygusu tutup engellemesin. Mü'minler-den bir gurup da onlara yapılan azaba şahid olsun." {Nur. 2).

Abdullah bin Bureyde (r.a.)'m babasından naklen rivayetine göre şöyle demiştir:

"... Bilahare Gamid'li kadın gelmiş; ve:

- Ya Rasulallah! Beni neye geri çeviriyorsun? Öyle sanıyorum ki, beni Maiz'i çevirdiğin şekilde geri çevireceksin! Vallahi ben gebeyim! demiş. Peygamber (s.a.v.):

Olmazsa haydi doğuruncaya kadar git (buradani)" buyurmuşlar. Kadın doğurduğu zaman çocuğu bir bez parçası içinde getirmiş ve:

- İşte onu doğurdum; demiş (yine) Peygamber:

Git de bu çocuğu sütten kesilinceye kadar emzir." buyurmuş. Kadın onu memeden ayırdıktan sonra çocuğu, elinde bir parça ekmek olduğu halde getirmiş ve:

- İşte Ya Rasulallah! Onu memeden ayırdım. Yemek yemeğe de başla­dı... demiş. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) çocuğu müslümanlardan biri­ne vermiş, sonra emir buyurarak kadın için göğsüne kadar bir çukur kazıl­mış. Cemaate de emir vermiş ve kadını recmetmişler. Halid bin Velid bir taşla gelerek başına atmış da kan Halid'in yüzüne sıçramış; Halid de ona hakaret etmiş. Peygamber (s.a.v.) onun kadına hakaret ettiğini işiterek:

-  Yavaş ol! Ya Halid! Nefsim Yed-i kudretinde olan Allah'a yemin edirim! Bu kadın öyle bir tevbe etti ki, onu bir zalim baççı yapsaydı mutlaka mağfiret olunurdu, buyurmuşlar. Sonra kadının hazırlanmasını emrederek cenaze namazını kılmış ve kadın defnedilmiş."[65]

Hicab'ın Peygamberin hanımlarına mahsus bir Özellik oluşu hususunda Fukaha'nın görüşlerinden bazıları:

El-Esrem: Ben, Ebu Abdillah'a (İmam Ahmed İbn Hanbel'i kastedi­yor): Bana Öyle geliyor ki, "Siz de mi amasınız?" şeklindeki Nebhan hadisi­nin (uygulanması) peygamberin hanımlarına "İbnü Ürnmi Mektum'un ya­nında iddet bekle!" şeklindeki Fatıma bintü Kay s hadisinin hükmü de sair kadınlara mahsus gibidir? dedim. İmam Ahmed;

- Evet! Öyledir, cevabını verdi, demiştir.[66] Ebu Davudi

-  İbnü Ümmi Mektum'un girmesi sırasında Peygamber'in hanımları: Ümmü. Seleme ile Meymune'ye "Ondan perdelenerek gizlenin" kavlini serdettikten sonra şöyle der:

- Bu uygulama sadece Peygamber'in hanımlarına mahsus (birşey)dir. Fatıma bintü Kays'ın, İbnü Ümmi Mektum'un yanında iddet beklemesini görmezmisin? Gerçekten Rasulullah (s.a.v.) Fatıma bintü Kays'a:

- "İbn Ümmi Mektum'un yanında iddet bekle! Çünkü o gözleri görmez ama bir adamdır. Yanında çarşafını atabilirsin!" buyurmuştur.[67]

Taberi de şunları kaydeder: Allah Teala'mn:

"Onlara -yani Peygamber'in hanımlarına- ne babaları, ne oğulları, ne kardeşleri, ne kardeşlerinin oğullan, ne kız kardeşlerinin oğullan, ne kadın­ları ve ne de ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında bir günah yoktur. {Yani bunlara karşı gizlenmeleri gerekmez) Ey Peygamber'in hanımları, siz de Allah'tan korkun; şüphesiz Allah herşeyi görmektedir." (Ahzab, 53).

kavlinin te'vili hususunda, "Şanı yüce Allah (bu âyette), Rasulullah'ın eşleri üzerine babaları hakkında hiçbir günah ve hiçbir beis yoktur" buyuruyor.

Bundan sonra ehl-i te'vil (olan müfessirler) Peygamber (s.a.v.)'in eşleri üzerinden bu şahıslar hakkındaki günahın kaldırılmasının ne manaya geldi­ği hususunda ihtilafa düştüler. Bir kısmı: Peygamber'in hanımlarından bun­ların yanında (çarşaf vb.) dış elbiselerini atmaları hususundaki günah kaldı­rılmıştır, dediler... Diğer bir kısmı ise; Peygamber'in hanımları üzerinden bu şahısların yanında perdelenmeyi terketmeleri hususudaki günah kaldırıl­mıştır, dediler... Bu husustaki iki görüşün doğruya (hakka) en müstehak olanı: Bunun manası; Peygamber'in hanımları üzerinde bu şahısların yanın­da perdelenerek gizlenmeyi terketmeleri hususundaki günahın kaldırılması­dır, diyen müfessüierin görüşüdür. Bunun bu manaya gelmesinin delili ise; bu âyetin hicab âyetinin hemen akabinde inmiş olmasıdır.[68]

Peygamber'in hanımları üzerinden, bu müslümanların yanında perde­lenerek gizlenmeyi terketmeleri hususundaki günahın kaldırılması (şeklin­deki görüşün) bizatihi doğruya (hakka) en müstehak görüş olması, hicabın Peygamber'in hanımlarına mahsus olduğunu te'kid etmektedir. Çünkü mü'minlerin hanımlarının genelinden sadece, bu âyette zikredilen müslü­manların emsallerine zinetlerini göstermeleri ve onların yanında çarşafları­nı atmaları hususundaki günah kaldırılmıştır. Bu husus ise, Nur suresinin"... Zinetlerini kocalarından yahud babalarından yahud oğullarından yahud ko­calarının oğullarından... başkalarına göstermesinler.." kavlinde beyan edil­miştir.

İbnü Kuteybe ise şöyle demektedir:

Biz deriz ki: Şüphesiz Allah (Azze ve Celle) Peygamber'in (s.a.v.) hanımlarına örtünmeyi emretmiştir. Zira bize onlarla ancak perde arkasın­dan konuşmamızı emretmiş ve "Peygamberin hanımlarından birşey istedi­ğiniz zaman perde arkasından isteyin..." buyurmuştur.

Aralarında perde olmaksızın yanına giren ister âmâ olsun ister gören farketmez. Zira her ikisi de Allah'a asi olurlar. Kadınlar da yanlarına girme­leri için onlara izin verdikleri zaman Allah'a isyan etmiş olurlar.

Nikâh edilmelerinin bütün müslümanlar üzerine hususi olarak haram kılınması gibi, bu da sadece Rasulullah'ın hanımlarına has bir hükümdür. Rasulullah (s.a.v.)'in hanımları hac veya diğer farzlar için veyahud zaruri olarak dışarı çıkmalarını gerektiren ihtiyaçları için evlerinden çıktıkları vakit, perdelenme farizası ortadan kalkar. Zira bu durumda onların huzuruna herhangi bir kimse girmiyor ki ondan perdelenerek gizlenmeleri vacib ol­sun. Yolculuk esnasında açıkta bulundukları zaman (örtünmeleri gerekir) Perdelenerek gizlenme farzı sadece (Peygamber hanımlarına) onların otur­makta oldukları evler için vaki olmuştur. [69]

Nevevi, Sahihi Müslim'in şerhinde el-Kaadi Iyaz'ın şöyle dediğini serdetmektedir:

Hicab (perdelenme) farizası Peygamber'in hanımlarına mahsus kılınan farzlardandır. Bu hicab onlar üzerine ihtilafsız olarak yüz ve elleri hususun­da da farzdır. Dolayısıyla Peygamber'in hanımlarının ne şahidlik yapmak için ve ne de başka şeyler için yüzlerini ve ellerini açmaları caiz olmaz. Def-i hacet yapmak için sahraya çıkmak gibi, buna mecbur eden zaruri bir durum olmadıkça tesettürlü bile olsalar, onların şahıslarını göstermeleri kendileri için caiz değildir. Allah Teala "Peygamber'in hanımlarından bir şey istediği­niz zaman perde arkasından isteyin" buyurmuş ve gerçekten onlar da insan­larla oturdukları zaman perde arkasında oturmuşlar, evlerinden dışarı çıktık­ları zaman da şahıslarını örterek ve perdeleyerek çıkmışlardır... Ürnmü'l-Mü'min'in Zeyneb (r.a.) vefat edince sahabe, naaşının (tabutunun) üstüne şahsını gizleyip Örtmesi için bir kubbe yaptılar."[70]

Kaadi İyaz'ın görüşü budur. Nevevi Kaadi İyaz'ın görüşünün aksine bir hüküm beyan etmemiştir. Bu da onun Kaadi'nin görüşüne katıldığı anlamına gelir.

el-Mühelleb ise şöyle demektedir: ... Hicab (perdelenme) sadece Pey­gamber (s.a.v.)'in hanımları hususunda farz olan hususi bir hükümdür.[71]

Buhari sarihi İbnü Battal da şöyle demiştir (... Peygamber'in hanımları­na lazım (farz) olan hicab (perdelenerek gizlenme)den herhangi bir şey mü'minlerin kadınları üzerine farz değildir.)[72]

Kurtubi de şunları kaydeder:

(Tirmizi'nin Ümmü Seleme'nin azadh kölesi Nebhan'dan rivayet ettiği­ne göre:

"Ümmü Seleme ile Meymune'nin yanına Ümmü Mektum'un oğlu gir­diği vakit, Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme ile Meymune'ye "Ondan gizleniniz!" buyurmuş. Bunun üzerine Meymune ve Ümmü Seleme:

- (Ya Rasulallah!) "Şüphesiz o, gözleri görmez bir amadır!" demişler. Peygamber (s.a.v.):

"(O ama ise) siz de mi amasınız, siz onu görmüyor musunuz?" cevabını vermiş.

Şimdi: Bu hadis ehl-i nakil (hadisciler) nazarında sahih değildir. Çünkü onu Ümmü Seleme'den nakleden ravi mevlası Nebhan'dır. Halbuki bu zat, hadisi ile ihticac edilmeyen kimselerden biridir. Bu hadisin sahih kabul edilmesi halinde bile; şüphesiz Rasulullah (s.a.v.)'in bu hareketi, tıpkı üzer­lerine hicab emrinin şiddetli bir şekilde farz kılınışında olduğu gibi, hürmet­lerine binaen kendi hanımlarına karşı Peygamber'in (s.a.v.) bir hassasiyeti­dir. Nitekim. Ebu Davud ve daha başka hadis otoriteleri bu hususa işaret et­mişlerdir...[73] denilir. [74]

 

Usul-Ü Fıkhın Işığında Hicabın Hususiliği:

 

ilk olarak: Peygamber'in hanımlarına hicabın farz kılınmasının illeti:

(Peygamber'in hanımlarına) hicabın (farz kılınmasının) illeti Allah Te-ala'nın "Bu, hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temizdir." kavlinde açıkça beyan edilmiştir. Fakat bu âyette belirtilen temizlik ile şer'an bütün erkeklerden ve bütün kadınlardan matlub olan (istenilen) ve nefsin eğilim ve arzularına karşı koymayı ihtiva eden bir temizlik mi kaste­dilmektedir? Halbuki bu bir dereceye kadar fitnenin kokuşmuş bataklığının içine düşmekten uzak olmakla beraber -az veya çok- fitne ile mücadele etme anlamına gelir. Yine bu temizlik Şari'nin sünnet olarak koymuş olduğu kar­şılaşma adabından maksud olan bir temizlik midir? Yoksa bu temizlik insan ile anası arasında mevcud olan temizlik seviyesine yükselecek olan hususi bir temizlik midir?

Öyle sanıyoruz ki, temizliğin bu derecesi bizzat Peygamber'in hanımla-rıyla beraber iken arzu edilen temizliktir. (Çünkü) Allah Teala onları mü'minlerin anneleri olsunlar diye seçmiş ve bu suretle Nübüvvet hanesini (Peygamberlik evini) mükerrem kılmış, ondan hertürlü pisliği gidermiş ve onu tertemiz yapmıştır. (Şu halde) Allah Teala'nın "Bu hem sizin kalbleriniz için hemde onların kalbleri için daha temizdir" kavlinin manası şu olmuş olur: Bu hem sizi umumi hallerde maruz kaldığınız fitne ile mücadele zah­metinden ve hem de ünsiyet peydahlama (sempati duyma) yahud (birbirini­ze) bakma yahud konuşma gibi bazan bu fitneyle birlikte bulunan şeylerden daha ziyade uzaklaştırır.

Kaldı ki bunlar sizinle anneleriniz arasında meydana gelmesi caiz ol­mayacak şeylerdir. Bu manayı tercih ettiren sebeblerden biri de aynı âyette bu cümleden sonra gelen Allah Teala'nın şu kavlidir:

"Sizin, Allah'ın Rasulü'nü incitmeniz ve kendisinden sonra onun eşle­rini nikâhla (al)manız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır" (Ahzab, 53).

Peygamber hanımlarının, kendisinden sonra evlenmelerinin ebediyen haram kılınışı, hicabı iktiza ettiren şeylerden birisidir. Zira hicabsız (perde­siz) olarak karşılaşılması bazan evlenmeye karşı rağbeti meydana getirebil­mektedir. Bu rağbet ister erkekler tarafından olsun ister kadınlar tarafından farketnıez. Evlenme ise hem fıtri hem de şer'an müstehab olan birşeydir. Fa­kat Peygamber'in hanımlarına evlenmeleri haram kılınınca, erkeklere karış­maları da haram kılınmış ve kendilerinden (lüzumlu birşey istenildiği za­man) perde arkasından istenilmesi farz olmuştur.

Yani Peygamber'in hanımlarına kendisinden sonra evlenmelerinin ha­ram kılınması, hem Peygamber'in hanımları cihetinden hem de bütün mii'min erkekler cihetinden rağbetin terkedilmesi suretiyle evliliğe rağbeti kesmeye yardımcı olacak vasıtaların teminini gerekli kılmıştır. Bu durum sadece onlara -Peygamberin hanımlarına- has olan eşsiz bir muhafazayı ge­rektirmekteydi ki hem onları herhangi bir erkek görmesin hem de onlar herhangi bir erkeği görmesinler ve sanki manastırdaki rahibeler gibi yaşa­sınlar. İşte onsekiz yaşında iken, Allah'ın Rasulü vefat ederek kendisinden ayrılan ve altmış altı yaşında olduğu halde Ölünceye kadar evlenmeden ve hiç bir çocuğu olmadan dul bir kadın olarak kalan ve mü'minlerin annelerin­den birisi olan Hz. Aişe bunun delilidir.

İbn Sa'd'ın Tabakat adlı eserinde şöyle zikredilmektedir: "... Peygam-ber'in (s.a.v.) kadınlarının iddetlerinin haddi dört ay on gündür. Onlar birbir­lerini ziyaret ederler ve evlerinden başka evlerde gecelemezlerdi. Hatta on­lar sanki rahibe imişlercesine işsiz güçsüz beklerlerdi. Bir günleri, yahud iki günleri yahud üç günleri geçmiyordu ki onlardan herbir kadının içini çeke­rek tıkana tıkana ağladığı duyulmuş olmasın..."[75]

Şu kadar var ki -şayet kıyas mümkün olsaydı- (Peygamberin hanımla-rıyla) evlenmenin haram kılınması, hicab farizasının değil, zinetin gösteril­mesinden doğan günahın (meşakkatin) kaldırılması cihetinden meharim (nikâh düşmeyen yakın akraba) hükmünün uygulanmasını iktiza ederdi. Fa­kat burada kıyasın mümkün olmadığını görüyoruz. Bu şekilde kıyasın müm­kün olmamasının, bu husustaki tahrimin tek ve hususi bir tahrim şekli olma­sından kaynaklandığını sanıyoruz.

Zira bu tahrim (yani Peygamberin hanımlarıyla evlenilmesinin haram kılınması) Allah Rasulü'nün makamını ta'zim ve ona hürmetten ibaret olan sırf halis, manevi bir asla dayanmaktadır. Sonra bu tahrim (haram olma) ne-sebleri ve diyarları ne kadar uzak olursa olsun erkekler yönünden Allah'ın -yaratıklarının tamamını içine alan bir tahrimdir. Halbuki neseb veya süt em­me sebebiyle olan annelerle evlenmenin haram kılınması insanın fıtratıyla alakalı olan maddi ve nefsi bir asla dayanmaktadır. Aynı şekilde (neseb veya sütten olan) analarla evlenmenin haramlığı sayılı olan yakın ferdleri içine alan bir tahrimdir.

Hülasa: Mü'minlerin anneleriyle bütün erkekler arasında Allah'ın mah­remleri (yani birbirlerine nikâhları düşmeyen yakın akrabalar) arasında hal-ketmiş olduğu fıtri nefret bulunmadığından bu husustaki fitneden emin olur namaz. Bütün bu sebeblere binaen kıyas cari değildir. Tıpkı Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarının kalblerine başka cinse karşı fıtri bir meyilden mü­nezzeh ve uzak olma duygusu yerleştirdiği gibi erkeklerin gönüllerine de mü'minlerin annelerine karşı saygı hürmet ve mehabet (heybet duygusu) ilka etmesi ve bu suretle her iki taraf arasında Allah Teala'nın "Peygamber, mü'minlere canlarından daha Önemlidir. Onun eşleri de onların anneleri­dir..." buyurarak Peygamber'in kadınları için tahsis ve takdir etmiş olduğu (hükmi) annelik duygularının tahakkuk etmesi için Rasulullah'ın kadınları­na tam, kamil bir hicab (perdelenerek gizlenme) ve daimi olarak gözlerden ırak olma farz kılınmıştır.

ikinci olarak: Hicabın hususiliği ve nebevi hususiyetler arasındaki yeri:

Nebevi hususiyetleri (şu şekilde) iki'nev'e ayırmamız mümkündür:

a) Birinci nevi: Gece namazı kılma, visal orucu, (peşpeşe devamlı oruç) tutma, sadaka malından yemekten kaçınma, ve kötü kokulu yiyecekleri yemekten ictinab etme gibi asli karabet (Allah'a yaklaşmak için yapılan taatler) ve fedailü'l-a'mal (Faziletli amelleri işleme) kabilinden olan hususi­yetlerdir.

Hakkımızda müstakil delillerle sabit olan hükmün sınırları içerisinde kalarak peygamberin bu nevi huşu siy yellerinde ona iktida etmek için bize ait bir sahanın bulunması her zaman mümkündür.

b) Peygamber (s.a.v.)'in hususiyetlerinden ikinci nev'e gelince, bu, ya bir sahada müslümanların umumu için meşru olan (hükme) haddinden (daha ziyade) genişletme yapmaktan ibaret bir hususiyettir. Dörtten ziyade kadın­la aynı zamanda evlenmesi ve zevceleri arasında zamanı taksim etme husu­sunda hür olması bunun misallerindendir. Ya da bir sahada meşru olan had­dinden (daha ziyade) daraltma yapmaktır. Bunun misallerinden bazıları da şunlardır: Peygamber ehlini ve evlatlarının mirasçı kılınmasının haram ol­ması, zevcelerini tebdil etmesinin (yani bir hanımını boşayıp yerine başka bir kadınla evlenmesinin) haram kılınması, hanımlarından (birşey istenildi­ği zaman) perde arkasından istenmesinin vacib olması ve kendisinden sonra kadınlarını nikahlamanın haram kılınmasıdır. Bu nevi hususiyetlerinde ona iktida etmeye imkan yoktur.   *

Çünkü bu hususta ona iktida edilmesi Allahu Teala'nın ümmetin umumu için meşru kıldığı hududu aşmak ve ona tecavüz etmek anlamına gelir. Bu tecavüz ve haddi aşma birşeyi harama veya mekruha çevirmek suretiyle olsun müsavidir. Herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekilde yapan şeriatın, Peygamber'den kalan mirasdan kendilerini mahrum ederek Rasulullah'ın zürriyetine (bu sahayı) nasıl daralttığını ve de müslümanların tamamına (ay­nı sahayı) nasıl genişlettiğini hatta genişletilmesini ve genişletilmesinden daha ziyadesini nasıl teşvik ettiğini düşünelim: Sa'd ibnü Ebi Vakkas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Ben Mekke'de hasta iken Peygamber ziyaretime geldi. Ben de: Ya Ra-sulallah! Ben malımın hepsini vasiyyet etmek istiyorum, dedim."[76]

(Buhari'nin diğer bir rivayetinde Sa'd: Ben malımı vasiyyet etmek isti­yorum. Çünkü (miras payına sahip olanlardan) benim ancak bir tane kızım var, dedim demiştir).

Peygamber (s.a.v.):

- Hayır, öyle yapma! buyurdu. Ben:

- Yarısını vasiyyet edeyim, dedim, Rasulullah yine:

- Hayır, diye menetti. Bu defa ben:

- Malımın üçte birini vasiyyet edeyim, dedim. Rasulullah:

- Evet, üçte biri kâfidir. Üçte bir de (aşağısına nisbetle) çoktur. Çünkü Ey Sa'd: Senin mirasçılarını zengin bırakman, onları insanlara avuç açarak dilenen, fakirler halinde bırakmandan daha hayırlıdır, buyurdu."[77]

Aynı şekilde şeriatın bir taraftan daimi hicab ile diğer bir taraftan Rasu­lullah (s.a.v.)'den sora evlenmelerini haram kılmak suretiyle Peygamber'in hanımlarına (bu sahayı) nasıl daralttığını düşünelim. Daha önce zikrettiği­miz gibi Bu hususta İbn Teymiyye şöyle der: "... Şüphesiz Allah Azze ve Celle Peygamber'in hanımlarına örtünmeyi emretmiştir. Zira bize onlarla ancak perde arkasından konuşmamızı emretmiş ve 'Peygamber'in hanımla­rından birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin...' buyurmuştur"

Nikâh edilmelerinin bütün müslümanlar üzerine hususi olarak haram kılınması gibi bu da sadece Rasulullah'ın kadınlarına has bir hükümdür.[78] Halbuki hareket etme, isteyerek bir iş yapma, hayata ve insanlara karışma sonra eşlerinden ayrıldıktan, yahud eşlerinin ölümünü müteakip evlenme hususunda mü'min kadınlara genişlik ihsan edilmiştir. Hatta bu şekilde ev­lenme hususunda acele etmenin yollan dahi kolaylaştırılmıştır. Bu kolaylaş­tırma Allah Teala'nın şu kavillerinde sabittir:

"Hamile kadınların iddet bekleme süresi, yüklerini bırakmalarına kadardır." (Talak, 4).

"İddet müddetlerini bitirince artık kendileri için uygun olanı yapma­larında -Celaleyn tefsirinde ifade edildiği şekilde süslenme ve dünür olarak isteyen erkeklerin karşısına çıkmaları gibi hususlarda- size bir günâh yok­tur." (Bakara, 234).

"Böyle kadınlara -yani iddet bekleme dönemi içerisinde bulunan dul kadınlara- evlenme isteğinizi üstü kapalı bir biçimde bildirmenizde size bir günah yoktur." (Bakara. 235).

Allah Teala'nın kullarına genişlik ihsan eylediği şeyleri haram kılmak yahud mekruh saymak suretiyle kısıtlamanın dinimizde meşru bir şey olma­dığı, böylelikle, anlaşılmış oluyor.

Allah Teala Peygamber'in kadınlarına, kendisine hürmeten, (mü'min kadınların tamamı için meşru olan sınırından) daraltarak bir şeyi farz kıldığı zaman artık bu farz Allah katından bir deneme (imtihan) olup bu pak kadın­lar o hükme sabredecek ve ondan mü'minlerin kadınların tamamından mua­fiyetlerini ummayacaklardır. Kaldı ki, Allah Teala o temiz kadınlara bu kı­sıtlamaya bedel olarak en hayırlı karşılığı vermiştir, O (kadınlara) dünyada iken Peygamber'in zevceleri olarak Peygamberlerle arkadaşlık (sohbet) şe­refi ve Ölümünden sonra ise ona nisbet edilme şerefi kâfidir. Bu şeref "mü'minlerin anneleri" olma makamı gibi Öylesine yüksek bir makama nail olmakla Özdeştir. Üstelik ahirette onlara hazırlanan kat kat mükafatlan ye­ter. Firdevs cennetlerinde Peygamber ile sohbet (arkadaşlık) ne güzeldir! Bu nevi hususiyetler (özellikle) Allahu Teala'nın. Rasulü'ne hürmet ve onun makamını ta'zim etmek için, kendisiyle Peygamber1 ini ve onun ehli beytini diğer insanlardan ayırmak istediği hususiyetlerden olduğundan bu hususlarda ona ittiba edilmesi peygamberlik makamının hususiyetlerinden birisinde bu makama karşı yasak ve memnu olan bir yarışa girmek anlamına gelir.

Nebevi hususiyetleri bu şekilde taksim ettikten sonra şimdi soruyoruz: Hicabın hususiliği nebevi hususiyetlerin birinci nevinden mi, yoksa ikinci nev'inden midir? Hicabın hususiyetinin bu nevi hususiyetlerin ikinci nevin­den olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Hicabın hususiliğinin nebevi hususiyet­lerin ikinci nevinden olması; onun mü'min kadınların tamamı için meşru olan bir hususta kısıtlama (ihtiva ediyor) olması ve Peygamber devri boyun­ca bu meselenin muktezasma (hükmünün gereğine) uygun olarak (bu şekil­de) uygulanması -ki bu bir yönden böyledir- diğer taraftan hicab hususiyeti­nin (Allah katında derecelerin artmasına vesile olacak) nafile taatler cinsin­den olmaması sebebiyledir. Şayet hicab (perdelenerek gizlenme) kadınlar için kendisiyle Allah'a yaklaşacakları bir fazilet ve bir mükerremlik olsaydı, Sahabe-i Kiram Peygamber (s.a.v.)'in Ümmü Veled'ine bunu çok görmezler ve Nebi (s.a.v.)'in Safiyye bintü Huyeyy ile evlenip zifafa girdiği gün şu sözlerini söylemezlerdi:

- Eğer Rasulullah, Safiyye'yi örterse, o mü'minlerin analarından birisi­dir. Eğer onu Örtmezse (perdelemezse) Safiyye Rasulullah'ın sağ elinin ma­lik olduğu cariyelerden birisidir." "Müslim'in bir rivayetinde ise "Şayet Pey­gamber onu örtmezse Safiyye Ümmü Veled'dir demişlerdi." Eğer hicab, her bir kadının kendisiyle muttasıf olması güzel görülen bir mükemmellik (ve faziletlerden biri olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) bunu, hizmet için değil de, Ümmü Veled'i olması için edindiği cariyesi Cemile'ye noksansız bir şekilde uygulatırdı. Eğer devamlı olarak perdelenme umumi kadınlar için mendub ve kendisine teşvik edilen bir fazilet olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) gerek kendi evinde gerekse ashabının evinde olsun kadınlarla perde arkasından görüş­meye mutlaka özen gösterir ve Sahabe-i Kiram'ın kadınlarıyla erkekleri de bu hususta ona mutlaka iktida ederlerdi. Halbuki delillerin, gerçekten bunun hilafına olduğunu yukarda görmüştük.

Burada şunu da ilave edelim ki, şayet daimi perdelenme müsiümanlann toplumunu (cemiyetini) diğerlerinden üstün kılacak bir fazilet olsaydı, Ra­sulullah (s.a.v.) bu faziletin teminini sağlayacak bir kısım düzenlemeleri mutlaka tesis ederdi.

Mesela:

Mescidin içerisinde erkeklerin safîarıyla kadınların safları arasına bir perde koymak;

Kadınların fetva sormaları ve Rasulullah'a meselelerini arzetmeleri için onlara erkeklerin meclisinden uzak bir yer tahsis etmek; Erkeklerin tavaf yapmaları için bir vakit kadınların tavaf yapmaları için de ayrı bir vakit tayin etmek gibi...

Son olarak da; şayet hicab (perdelenme) kadınların tamamı için bir fazi­let ve mükerremlik olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) Ümmü Haram'ın deniz ve gaza eden mücahidlerle beraber gazaya çıkması ve Allah yolunda şehidlik mertebesine nail olması için onun namına dua buyurmaya razı olmazdı.

Özetle: Müslüman kadın, daimi bir perdelenme ile perdelenip gizlendi­ği zaman bu hareketi, (kendisi tarafından) Peygamber'in hanımlarına ait olan bir meziyyet hususunda onlara ortak olmaya bir teşebbüs ve mü'min­lerin annelerinin makamına yükselmekte onlarla yarışa girmek olur. Halbu­ki Allah Teala onlar hakkında şöyle buyuruyor: "Ey Peygamber kadınları, siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz" Müslüman kadının Peygam­ber'in kadınlarına iktida ederek daimi bir suretle hicabı kendisine gerekli kıl­masının ve kocasının vefatından sonra evlenmekten imtina etmesinin hük­mü ile herhangi bir durumda herhangi bir maslahata binaen dul kalma ve per­delenme hükmünü birbirinden ayırmamız gerekir. Bu iki hükmün birbirin­den ayrılmasının gerekliliğinin sebebi şudur:

Zira birinci durumda vacip olmayan bir hükmü kendimize vacip ve ha­ram olmayan bir şeyi kendimize haram kıldığımız; yahud kendimize men­dub olmayan bir şeyi kendimize mendup ve bizim için mekruh olmayan bir şeyi kendimize mekruh saydığımız için Allah'ın şeriatına karşı haddi aşma ve tecavüz etme söz konusudur. İkinci duruma (yani herhangi bir durumda herhangi bir maslahata binaen gizlenme ve dul kalmaya) gelince; bunda Allah'ın şeriatını işletme (çalıştırma) söz konusu olup bu durum, hakkında Allah'ın bize genişlik ihsan etmiş olduğu mubah dairesine girer. Hiçbir beis olmadan ondan kimini alır, kimini de terkederiz. Her türlü durumda maslahat olarak gördüğümüz şeyler nisbetinde tercihde bulunuruz.

Üçüncü olarak: "Nebevi hususiyyetler" Ümmetin umumu hakkında bağlayıcı mıdır?

Bu mevzu hakkında fıkıh usulü alimlerinin birbirinden farklı bir takım görüşleri mevcuddur:

a) Bir grup ulema Nebevi hususiyetlerde ümmetin umumu hakkında herhangi bir delil bulunmadığı görüşünü kabul etmektedir. Gazâlî: "Hususi­lik olduğu bilinen herhangi birşey başkası hakkında delil olamaz" diyerek ilave eder: "Onların: bu fiil hakk'dır, doğrudur ve bir maslahattır böyle olma­mış olsaydı Peygamber o fiile yönelmez ve onunla teabbiid (kulluk) etmez­di, demeleri (ne gelince): Biz deriz ki Fiilin bu sepetle memnu (haram) bir fiil olmaktan çıkması için hassaten onun (Peygamber'in) hakkında bunların hepsi kabulümüzdür. Ancak bizim hakkımızda söylenecek söze gelince; Peygamber'in hakkında hakk ve doğru olan herşeyin bizim hakkımızda da hak ve doğru olduğuna hükmedilmesinin gerekli olmadığıdır. Bilakis belki de bu fiil onun Peygamberlik sıfatına yahud o fiilin kendisine tahsis edilen herhangi bir sıfatına nisbetle bir maslahattır.

Bu sebeble caiz, vacib ve haram (mahzurlu) olan hususların cümlesin­de Peygamber bizden ayrılmıştır. (Bazı konularda hüküm ve teklif cihetiyle peygamberin bizden ayrılması şöyle dursun hatta beş vakit namazlar husu­sunda mukim ile misafir, hayizh kadın ile pak kadın dahi hüküm ve mükelle­fiyetçe birbirlerine eşit değildirler. O halde hüküm ve teklif yönünden Pey­gamber ile ümmetin birbirlerinden farklı olmaları imkansız değildir."[79]

Aynı şekilde Şevkani şöyle demektedir:

"...Her ne olursa olsun kendisine has bir hüküm olduğunu bize açıkça söylediği hususlarda Peygamber'e iktida edilemeyeceği görüşü haktır, doğ­rudur. Ancak onun, bize mahsus bir şeriat (hüküm) olması hali müstesna! Mesela Peygamber (s.a.v.); bunu yapmak bana farz size mendubdur" dediği zaman bizim bu fiili işlememiz, bu fiilin Peygamber'in üzerine farz olması sebebeyle değil Peygamber'in bize, o fiilin bizim için mendub olduğunu ir-şad edib göstermiş olması sebebiyledir.[80]< Şevkani aynı şekilde şöyle der:

"Ama Peygamber (s.a.v.) bunu yapmak yalnızca bana haramdır" deyip de, fakat "size helaldir" demese, o işi yapmaktan çekinmekte hiçbir beis yok­tur. Fakat bu, bana haram, sizin için helaldir dese artık o işi yapmaktan çekin-rnek.meşru olamaz. Çünkü helalin terkinde takva söz konusu değildir."[81]

b) Bir gurup ulema ise Nebevi'nin hususiyetlerde ümmetin umumu hakında bir delil bulunduğu görüşünü kabul etmektedir. Bu münasebetle Şeyh Ebu Şame el-Makdisi şöyle der:

"Duna ve vitir namazı gibi Peygamber'e vacip olan amellerde ona iktida edilmesi müstehabdir. (Sarımsak, soğan vb.) çirkin kokulu yiyecekleri yemek ve sohbeti (beraberliği) kötü olan zevcelerini yanında tutmak gibi ken­disine haram olan hususlarda ona iktida edilmesi de aynen böyledir."[82]

Müstehab kabul edilen bu iktida; Peygamber'in hususiyetlerinden vü-cub tarikiyle sabit olanların ümmet hakkında mendub, tahrim (haram kılma) yoluyla sabit olanların ümmet hakkında kerahati tenzihiye ile mekruh olma­sı manasınadır.

Fakat Nebevi hususiyetlerin araştırılıp incelenmesi, ikinci grubun koy­muş olduğu kaidenin umumi olmadığını isbata kâfidir. Mesela, Peygamber (s.a.v.)'in zevcelerini boşayıp onların yerine başkalarıyla evlenmesinin ve kendisiyle beraber hicret etmemiş olan kadınlarla nikâhlanmasının haram kılınması onun hususiyyetlerinden bazılarıdır. Hiçbir kimse müslümanların hanımlarını boşayıp yerine başka bir kadınla evlenmelerinin yahud kendile­riyle beraber hicret etmemiş olan kadınlarla nikâhlanmatarının onlara (ha­ram veya) mekruh olduğunu söylememiştir.

Aynı şekilde Peygamber (s.a.v.)'in hanımlarına ve nesline miras (bırak­masının ve kendisinden sonra eşlerinin evlenmelerinin haram kılınması Peygamber'in şahsına mahsus olan hususiyyetlerinden olup hiçbir kimse (buna iktidaen) müsİümanların vefat eden muris (miras bırakan velilerinin mirasına varis olmalarının yahud kadınların umumuna kocalarının vefatın­dan sonra evlenmelerinin mekruh olduğunu söylememiştir. İmamu'I-Hara-meyn "Mezhep imamlarının işlemiş olduğu zellelerin (hataların) en çoğu onların sahih bir (manaya) delile ulaşmakta başkalarından öne geçip ama bunun iktiza ettiği hükmün (herkese) şamil olan âm veya mufassal bir hü­küm olup olmadığını tüme varım yoluyla araştırarak meydana çıkarmak için bu delili layıkı veçhile ölçüp biçememelerinden kaynaklanmıştır" derken doğru söylemeştir.[83]

Buna göre biz Nebevi hususiyyetlerde ümmetin umumunu kapsayan bir delil bulunmadığına ve müslümanlara kendileri hakkında müstakil delil­lerle geleA hükümlerLaraştırıp incelemelerinin elzem olduğuna kail olan j>i-rinci grubun görüşünün sahih olduğunu tercih ediyoruz.  ,,...,

"Ama Peygamber (s.a.v.), bunu yapmak bana haram sizin için helaldir" derse, artık o işi yapmaktan çekinilmesi meşru olamaz. Çünkü helalin terkin­de takva söz konusu değildir" demek suretiyle Şevkani'nin izah etmiş olduğu

kaide üzerinde düşünecek olursak, bu kaidenin hicab mevzuuna tamamen uygun olduğunu görürüz; Böylece bir taraftan hicabın Peygamber'in kadın­larına ait bir hususiyyet olduğu isbat edilirken aynı şekilde diğer taraftan kadınların umumunun perdesiz (hicabsız) olarak erkeklerle karşılaşmaları­nın meşru olduğu isbat edilmiş olur. Bu isbat ise Peygamber'in (s.a.v.) söz, fiil ve takrirleriyle hasıl olmuştur. Bu iki husustaki delilleri yukarıda sun­muştuk. Buna göre sanki Rasulullah (s.a.v.) şöyle demek istemiştir:

Benim hanımlarımın hicabsız olarak erkeklerle karşılaşması haram, mü'minlerin kadınlarının tamamının erkeklerle hicabsız olarak karşılaşma­ları helaldir. Şu halde artık hicabsız olarak kadınlarla karşılaşmaktan de­vamlı olarak imtina etmeleri erkeklere meşru olmayacağı gibi Peygamber'in hanımlarını örnek alarak hicabsız perdesiz olarak erkeklerle karşılaşmaktan diami bir biçimde imtina etmeleri mü'minlerin kadınları için de meşru ola­maz. Hakkında kendisinin insanlara ruhsat verdiği bir işi yapmaktan çeki­nen bir topluluğu Peygamber (s.a.v.) şiddetli bir şekilde kınayarak nehyetti-ği halde[84] Rasulullah (s.a.v.)'in sîretinden olan bir işi yapmaktan çekinme­miz bize caiz olur mu? Fakat yukarıda zikrettiğimiz şekilde, bunun böyle ol­ması bazı hallerde hicabın meşruluğunu ortadan kaldırmaz.

Sonuç olarak dikkatleri iki önemli noktaya çekmek isteriz: Birinci nokta:

Hicabın, Peygamber'in hanımlarına ait bir hususiyet oluşunun isbatlan-masından bazı neticelerin doğacak olmasıdır. Bu sebeble sayın okuyucudan müslüman kadının sosyal hayata katılması ve aynı şekilde kadının yüzünü açmasının meşruluğu bahislerini okurken bu neticeleri aklında tutmasını rica ediyoruz:

Bu neticelerin en önemlileri şunlardır:

"Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasın­dan isteyin" mealindeki hicab âyetinde kadınların erkeklerle perde arkasın­dan konuşmalarının vacip veya mendub olduğuna delalet yoktur.

Keza hicab âyetinde kadının erkeklerden yüzünü örterek gizlenmesi­nin vacip yahud mendub olduğuna dair hiçbir delalet sözkonusu değildir.

Kadının yüzünü açmasının, yahud erkeklerle karşılaşmasının caiz ol­duğuna delalet eden nassların, tarihleri kesin olarak bilinmediğinden belki-de bu nasslar, hicab farz kılınmazdan önce vaki olmuştur iddiasıyla redde­dilmeleri hususunda hiçbir sağlam delil rhevcud değildir.

ikinci nokta:

Müslüman kadının (perdelenerek) yabancı erkeklerden gizlenmesinin meşruluğu devam ettiği gibi aynı şekilde eşit derecede erkeklerle karşılaş­masının meşruluğu da devam etmektedir. Bu meşruluk (zamana ve şartlara göre farklılık arzeden) beş ayrı hükme tabidir. Bu hususu daha ziyade izah etmek için diyoruz ki: kadının erkeklerle karşılaşması hususunda esas olan hüküm, bunun caiz olmasıdır. Ve bu beş ayrı hükümden geriye kalanların herbirisi hususi bir durumda ve hususi bir takım şartlarda şu şekilde ortaya çıkarlar:

Bazı hallerde kadının erkeklerle karşılaşmasının mendub olduğu orta­ya çıkar. İlim taleb etme yahud Allah yolunda cihad eden mücahidlere yar­dım etme hali buna misaldir.

Bazı hallerde mekruh olduğu ortaya çıkar. Bunun misali ise (ortaya çık­masından endişe edilen) muhtemel bir fitne hali yuhad İslami edeb kuralla­rından bazılarının ihlal edilmesi halidir.

Bazı hallerde kadının erkeklerle karşılaşmasının haram olduuu ıcbc> yün eder: Ortaya çıkmasından korkulan kuvvetli bir fitne yahut hcıKa w»'. kadının yabancı bir erkekle yalnız kalması gibi, herhangi bir haranı m mo­dana gelmesi hali buna misaldir.

Aynı şekilde bazı hallerde de kadının (erkeklerden perdelenerek) giz­lenmesinin mendub olduğu ortaya çıkar. Bunun misali de muhtemel bir fit­nenin mevcud olması halidir.

Bazı hallerde vacib olduğu ortaya çıkar: Bunun misali fitnenin ortaya çıkıp iyice kuvvetlenmesi halidir.

Bazı hallerde mekruh olduğu ortaya çıkar:

Bunun misali ise kadının erkeklerden perdelenerek gizlenmesinin ma'ruf olan bir amelin yapılmasına mani olması halidir.

Bazan da kadının erkeklerden gizlenmesinin haram olduğu ortaya çı­kar. Bunun misali de perdelenerek gizlenmesinin farz bir amelin yapılması­na mani olduğu zamanki halidir. [85]

 

KADININ SOSYAL HAYATA KATILMASNA KARŞI ÇIKAN MUHALİFLERLE SEDDÜZZERAİ KAİDESİNDE TATBİKİ HUSUSUNDAKİ AŞIRILIK ETRAFINDA BİR TARTIŞMA

 

Seddüzzerai Kaidesi Ve Bu Kaidenin Tatbikinde Aşırılığın Sonuçları

 

BAZILARI ŞÖYLE der: "Doğrusu Kur'an ve sünnette kadının erkek­lerle karşılaşmasının meşru olduğunu ifade eden bir kısım nasslar vardır. Fakat alimlerden birçoğu seddüzzerai (fitneye vasıta olan yolun ka­patılması) kabilinden kadının erkeklerle karşılaşmasının yasaklanması gö­rüşünü kabul ederler.. Bunun böyle olmasının nedeni, kadının tabiatında -ki Allah Azze ve Celle onu bu tabiat üzere yaratmıştır- birçok fitnenin mevcud olması ve fitnenin def edilmesi hususunda çalışmamızın şer'an üzerimize farz olmasıdır."

Biz muhaliflerimizin kıskançlıklarını takdirle karşılıyoruz. Zira haki­katen ahlâk yönünden toplumda mevcud olan fesad ve bozukluklar onların kalblerine elem vermektedir. Fakat onlar -asırlardan beri bir kısım atalarının ifrata düştüğü gibi- ahlâksızlığın takdir ve tesbiti hususunda haddi aşarak ifrata düşmüşlerdir. Hatta bu aşırılık ve ifrat onlara galebe çalarak, kadının sosyal hayata katılmasını ve erkeklerle karşılaşmasının benimsenmesindeki bir takım maslahatları ve bunların mutlak bir şekilde menedilmesindeki me­şakkat ve güçlüğü görmelerine mâni olmuştur.

Bu mantıki delilin sürekli olarak ileri sürülmesini ve bu sebeble nasslar-dan birçoğunun terkedilmesini nazarı itibara alarak, bu bölümü müstakil o-larak, seddüzzerai kaidesi ile bu kaidenin tatbiki hususundaki aşırılık ve ka­dının fitne vasıtası olması hususundaki sözkonusu aşırılığa terettüb eden so­nuçlar bahsine ayırmayı uygun gördük.

Tenbih: (Sahih-i Buhari'nin bahis ve bab başlıklarından sonra verilen cilt ve sahife numaralarına ait dipnotların Fethu'1-Bari Şerhu Sahih-i Buhari adlı eserin Mustafa Halebi, Kahire baskısı olduğunun gözönünde bulundurulması rica olunur.

Sahih-i Müslim'in bahis ve bab başlıklarından sonra verilen cilt ve sahife numaralarına ait dipnotların kaynakları ise İmam Müslim'in" Camiu's-Sahih adlı eserinin İstanbul baskısıdır.) [86]

 

İlahi Yasama Yönteminin Bazı Prensipleri:

 

Şüphesiz ilahi yasama yöntemi, maksad ve gayeleri arasında tam bir denge kurar. Onun maksadlarından bir kısmı, mü'minlerin ibadeti yalnızca Allah'a tahsis etmesi, mii'minlere dinlerinin prensiplerinin öğretilmesi, on­ların kalblerinin Allah'ın nehyettiği çirkin şeylerden temizlenmesi, yeryü­zünü en mükemmel surette onanp tamir etmek için hayır hususunda birbirle­riyle yardımlaşması ve karşılıklı olarak dayanışma içerisinde bulunmaları­dır. İşte bu maksadlann tahkik ve temini için İslam, kadının sosyal hayata katılmasını ve erkeklerle karşılaşmasını meşru kılmıştır. Aynı zamanda İs­lam, iki önemli kaideyi tahkim etmeye aşırı özen göstermiştir. Bu iki kaide: Fitneye vasıta olan yolların kapatılması kaidesi ile mü'minlere (mükellefi­yetleri ve hayatlarında) kolaylık gösterilmesi kaidesidir. Bunu şöyle açıkla­yabiliriz:

Birinci olarak: İslam, kadının erkekleri erkeklerin de kadını görmesi­ni, kadın açısından meşru kılarak, fitneye vasıta olan yolu kapatmak için bu­nu yasaklamamıştır. Ancak aşağıdaki şekilde bu amaçla fitneden emin olun­masını teminat altına alıp görme ve görüşmenin tam bir temizlik ve iffetlilik içerisinde tamamlanmasını sağlayacak bir kısım adab kaideleri vazetmiştir:

Nitekim Allah Azze ve Celle (bu hususta) şöyle buyurur:

"... Namus ve iffetlerini esirgesinler. (Elbise, yüzük vb.) Kendiliğin­den görünen kısımları müstesna olmak üzere zinellerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine koyup boyunlarını Örtsünler..." (Nur. 31).

"(Rasulüm!) mü'min erkeklere söyle, gözlerini (harama) bakmaktan sakınsınlar. İffet ve namuslarını korusunlar..." (Nur, 30).

"Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini (harama bakmaktan) korusun­lar. İffet ve namuslarını muhafaza etsinler..." (Nur. 31).

İkinci olarak: İslam, kadının erkeklerle karşılaşmasını ve onlarla bir a-raya gelmesini meşru kılmış ve fitneye vasıta olan yolu kapatmak için bunu menedip yasaklamamıştır. Ancak aşağıdaki şekilde bunun için fitneden e-min olunmasını garanti edip karşılaşmanın tam bir temizlik ve iffetlilik duy­gusu içerisinde tamamlanmasını temin edecek bir kısım adab kaideleri va­zetmiştir:

Rasulullah (s.a.v.): "Hiçbir erkek, yanında nikâh düşmez bir hışmı bulunmayan bir kadınla yalnız kalmasın" buyurmuştur.[87]

Üçüncü olarak: İslam, kadının erkeklerle konuşmasını meşru kilmiş ve fitneye vasıta olan yolu kapatmak için bunu menedip yasaklamamıştır. Ancak aşağıdaki şekilde bunun için fitneden emin olunmasını garanti edip konuşmanın tam bir temizlik ve iffetlilik duygusu içerisinde tamamlanması­nı sağlayacak bir edeb kaidesi vazetmiştir:

Allah Teala:

"... Sözü yumuşak (tatlı bir eda ile) söylemeyin ki. kalbinde hastalık bulunan kimse tamah edip kötü ümide kapılmasın" buyurmuştur. (Ahzab, 32).

Dördüncü olarak: İslam, kadının cadde ve yollarda yürümesini ve gez­mesini meşru kılmış, fitneye giden yolu kapatmak için bunu yasaklayıp me-netmemiştir. Ancak aşağıdaki şekilde bu açıdan fitneden yana emin blunma-sını garanti edecek bir kısım edeb kaideleri vazetmiştir:

Nitekim Allah Teala (bu hususta):

"... İlk cahiliyye (devri kadınları)nın açılıp saçılarak, zinetlerini gös­tererek (kırıta kırıta) yürüyüşü gibi yürümeyin" buyurmuştur. (Ahzab, 33).

Yine Allah Teala:

"Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söy­le: (Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar (vücudlarınt örtsünler); onların tanınmaması ve incitilmemesi için en elve­rişli olan budur. Allah, çok esirgeyen, çok bağışlayandır"

buyurmuştur.

Yine:

"... Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını (yere) vurmasınlar" buyurmuştur. (Nur. 31).

Ebu Musa el-Eş'ari (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.v.): "Herhangi bir kadın koku sürünüp de kokusundan hissetmeleri için bir topluluğun yanından geçerse, işte o kadın zina etmiş (gibi günahkâr) olur." buyurmuştur.[88]

Beşinci olarak: îslam, kadının mescide gitmesini meşru kılmış; fakat fitne ve fesada giden yolu kapatmak için kadının mescide gelmesini mene-derek yasaklamamıştır. Ancak aşağıdaki hadislerde görüldüğü şekilde, bu sebeble fitneden emin olunmasını teminat altına alıp kadının mescide gidip gelişinin tam bir taharet ve afiftik içerisinde tamamlanmasını sağlayacak bir kısım adab kaideleri vazetmiştir:

Fatıma binti Kays (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... Derken toplayıcı olduğu halde namaza diye cemaati arasında nida olundu. Camiye giden insanlar arasında ben de gittim. Kadınların Ön safında idim. Bu saf erkeklerin son safının arkasından gelir"[89]

Bu hadis (asn saadette), kadınlar için erkeklerin saflarının gerisinde (erkeklerin saflarından) ayrı olarak birtakım safların bulunduğunu ifade ediyor.

- Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.):

"Erkek saflarının en hayırlısı ilk safdır... Kadın saflarının en hayırlısı ise son saftır" buyurdular.[90]

Abdullah'ın hanımı Zeyneb (r.a.)'dan nakledildiğine göre şöyle demiş­tir: Bize Rasulullah (s.a.v.):

"Sizden biriniz mescide giderse kokuya el sürmesin. "[91] Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Rasulullah (s.a.v.): "Herhangi bir kadın koku sürünürse bizimle bera­ber yatsı namazında bulunmasın" buyurdular.[92]

Altıncı olarak: Cariyenin, örtülmesi gereken yerlerinin hür kadına nis-betle hafif tutulmasında fitne olmasına rağmen, İslam, cariyenin örtülmesi gereken yerlerinin hür kadınlardan hafif tutulmasını meşru kılarak fitneye vasıta olan yolu kapatmak için bu hususta onu hür kadınla denk tutmamıştır. Cariyenin örtüsünün hafifletilmesi Allah tarafından kullarına bir kolaylaş­tırmadır.

♦ Nitekim fitneye vasıta olan yolu kapatma hususunda şâriin takib ettiği yöntem, orta yolu tutmak olduğu gibi -ki şâriin orta yolu tutması, kadının sosyal hayata katılması sırasında meydana gelecek fitneden emin olunması­nı teminat altına alacak bir kısım adab kaideleri vazedip kadının bu katılımı­nı engelemek suretiyledir.- Aynı şekilde onun metodu, insanlara kolaylık göstermek için belli ölçülerde fitneye müsamaha göstermek olmuştur. şâri'in belli Ölçülerde fitneye müsamaha etmesi cariyelerin başlarını, el ve ayaklarını açmalarına müsaade etmesiyle olmuştur. Bu müsaade ise onların efendileri tarafından kendilerine tevdi edilen hizmet ve vazifeleri yerine ge­tirmek için çok dışarı çıkmaları ve efendilerinin onlara ihtiyaçtan hali olma­maları dolayısıyladır. Bu da şâri'in hayatı ve dini kolaylaştırma kaidesini, fitneye vasıta olan yolu kapatma kaidesinden üstün tuttuğunu gösterir.

Bu arada içtimai mevkilerinin düşüklüğü sebebiyle, hür erkeklerin ca­riyeler nedeniyle fitneye düşmelerinde hür kadınlara nisbetle bir derece zayıflık olsa bile, erkek kölelerin bunlar nedeniyle fitneye düşmesi oldukça güçlü durumdadır.

Enes bin Malik (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Hayber(den dönüşünde onun)la Medine arasında üç gün ikamet etti. Bu müddet içerisinde Safiyye bintü Huyey ile evlendi. Yemek esnasında, müslümanlar aralarında: 'Safiyye mü'minlerin anaların­dan birisi midir, yoksa Rasulullah (s.a.v.)'in sağ elinin malik olduğu cariye­lerden midir?' dediler. Bunun üzerine bir kısım müslümanlar:

- Eğer Rasulullah Safiyye'yi Örterse (perdelerse), O, mü'minlerin anala­rından birisidir. Eğer onu örtmezse, Safiyye, Rasulullah'm sağ elinin malik olduğu cariyelerden birisidir, dediler."[93]

Bu hadisi Sahabe-i Kiram'm, Peygamber'in kadınlarından olan hür bir kadının örtüsünün, cariyesinin örtüsünden muhakkak ayrı olacağını idrak ettiğini ifade ediyor. Onların bu bilgi ve idrakleri ise tesettür konusunda hür kadınların tamamının, cariyelerin tamamından ayrı olduğu hususundaki ta­kip edilen sünnete dayanmaktadır.

Rivayet edilir ki, Ömer (r.a.) üzerinde bütün bedenini örten bir elbise olduğu halde başı yüzü kapalı bir kadın görünce, bu kadının kim olduğunu sormuş. Kendisine onun bir cariye olduğu söylenince:

"Cariyeler (kılık ve kıyafette) hanımefendilerine benzemesin (yani on­lar gibi örtünmesinler" demiştir.[94]

Buhari'de geçen bir hadisde ifade edildiğine göre bir adam -bazı suçla­malarla- Sa'd İbn Ebi Vakkas (r.a.)'a ithamda bulunmuştu. Bunun üzerine Sa'd:

"Ey Allah'ım! Senin bu kulun yalan söylüyor ise, ömrünü uzat, fakirli­ğini çoğalt, onu fitnelere uğrat, diye beddua etti. Abdulmelik İbn Umeyr der ki: ...Sonraları onu ben de gördüm. Yaşlılıktan kaşları gözlerinin üzerine sarkmış olduğu halde, yollarda rast geldiği cariye kızlara sataşır onları çim­diklerdi."[95]

Bu hadis tabiun döneminde de tesettür noktasında cariyelerin hür ka­dınlardan ayrı giyindikleri ifade ediyor. Aksi takdirde nasıl olup da bu adam hür kadınları bırakıp hususen cariye kızlara sataşacaktı?

İmam Malik cariye hakkında, onun başörtüsüz olarak namaz kılabile­ceği görüşüne kail olarak böylece kılması cariyenin sünnetindendir, demiş­tir.[96]

Hanefi mezhebine mensup olan el-Merginani, cariyenin örtülmesi ge­reken avret yerlerinin hür kadınlarmkinden hafif tutulması hususunda şöyle der: "... Zira cariyeler insanların âdetine göre efendilerinin ihtiyacı için iş el­biseleriyle dışarıya çıkarlar..." Kemaleddin İbnü'l Humam, İmam el-Mergi-nani'nin "... Zira cariyeler iş elbiseleriyle dışarı çıkarlar" sözünü şerhedip açıklarken, "Bu söz avret hükmünü ortadan kaldıran illetin, cariyenin dışarı çıkıp, insanlara karışmasını zorunlu olarak gerekli kılan vazifeleri bizzat yapmasına ihtiyaç olduğu halde, bedeninin tamamına avret hükmünün veril­mesinden doğan daimi meşakkat olduğu anlamına gelir" demektedir.[97]

 

Peygamber Devrindeki Uygulamanın Bazı İşaretleri

 

İlk olarak fitne ihtimallerine rağmen Peygamber devrindeki bir kısım olumlu teşebbüsler:

Bu sahnelerin daha önce birçok sahneyle zikredilmesi halde, bu olumlu teşebbüsleri izah edecek sahnelerden bazılarını aşağıdaki şekilde burada (yeniden) serdedeceğiz.

Hususi alanlarda:

Kadım erkeğin arka tarafına, hayvanın terkine alması:

Esma binti Ebu Bekir (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... Bir gün başımda hurma çekirdeği yüklü olarak evime gelirken yolda Rasulullah'a rastladım. Yanında Ensar'dan birtakım kimseler vardı. Rasulullah (s.a.v.) beni çağırdı. Sonra beni arkasında (hayvanının) terkisine almak için devesine:

- Ih! ıh! dedi... (Bu hadisi, Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.)"[98]

Fethu'l-Bari'de şöyle gelmiştir: "(el-Muhelleb dedi ki: Bu hadiste bir bölük erkek içerisinde (mahrem olan) kadını erkeğin arka tarafında hayvanı­nın terkisine almanın caiz olduğuna delil vardır.)"[99]

Rasulullah (s.a.v,)'in nasıl olup da beraberinde ashabı olduğu halde, Es-ma'ya şefkat ve merhamet göstererek durup hayvanının arkasına terkisine binmesi için onu çağırdığını düşünelim. Ama Esma'ya gelince belki de Zü-beyr'in aşırı kıskançlığı olmamış olsaydı mutlaka haya duygusunu galip gelecek ve Peygamber'in teklifine icabet edecekti.

(Yalnız kalma halinin dışında) erkeğin arkadaşının hanımının yanına girmesi:

Ebu Cuheyfe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

Peygamber (s.a.v.) Selman ile Ebu'd-Derda arasında kardeşlik akdi yapmıştı. Selman, Ebu'd-Derda'ya ziyarete gitti, (evde bulamadı) ve zevcesi Ümmü'd-Derda'yı eski bir iş elbisesi içinde perişan gördü ve:

- Bu halin nedir, diye sordu.

Ümmü'd-Derda:

- Kardeşin Ebu'd-Derda'nin dünyada bir işi ve ilişiği yok ki (gündüz oruç tutar, gece namaz kılar!) diye yakındı...[100]

Bu hadisde geçen sahnede yüce bir sahabi Allah rızası için (kardeş olan bir) kardeşinin hanımının yanına girmekte sonra bu sahabi kadını eski bir iş elbisesi içerisinde perişan bir halde görünce kadından bu halinin sebebini sorup araştırmakta ve kadın da kendisi cihetinden herhangi bir sakınca gör­meden bu halinin sebebini açıklamaktadır.

Kadının (erkeklerin meclisinde) kendi nefsini salih bir erkeğe arzetmesi:

- Sehl İbnü Sa'd (r.a.)'dan rivayete göre şöyle anlatmıştır: Bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek:

- Ya Rasulullah! Kendimi sana hibe etmeye geldim, dedi. Bunun üzeri­ne Rasulullah (s.a.v.) kadına bakarak onu tepeden tırnağa süzdü. Sonra başı­nı eğdi...[101]

- Sabit el-Bunani (r.a.)'den rivayete göre şeyle demiştir:

"... Enes şu hadisi naklederek şöyle dedi: Bir gün Rasulullah'ın huzuru­na bir kadın geldi de nefsini Rasulullah'a arzederek:

- Ya Rasulallah! Bana bir ihtiyacın var mı? (yani beni nikâhla alır mı­sın?) dedi.

Enes'in kızı bunu işitince:

- Baba, bu ne hayasız kadınmış, dedi. Enes İbn Malik:

-  Kızım öyle söyleme. Emin ol ki, o kadın senden hayırlıdır. Çünkü o, Rasulullah'ın peygamberlik şerefine rağbet edip kendisini Rasulullah'a arz ve teklif etmiştir, dedi.[102]

Buhari bu hadisi "Kadının kendi nefsini salih bir erkeğe arzetmesi" başlığı altında serdetmiştir.

Fethu'l-Bari'de şöyle zikredilmektedir: "...Buhari'nin meselelerin ince ve gizli noktalarına nüfuz eden keskin vukufıyetlerinden birisi de, kendi nef­sini hibe eden kadının kissasındaki özelliği (ki bu özellik kadının kendi nef­sini mihirsiz olarak Rasulullah'a hibe etme özelliğidir) bilip anladığı için bu hadisten kendisinin de hususilik (özellik) bulunmayan bir hüküm istinbat et­miş olmasıdır."[103] Buhari'nin çıkardığı bu hüküm, kadının, iyilik ve faziletine rağbet ederek kendi nefsini sahih bir insana arz ve teklif etmesinin caiz olmasıdır. Zira bu şekilde kendisini arzu ve teklif etmesi kadın için caiz olmaktadır.

Gerek kadının nefsini arz ve teklif etmesi yönünden, gerekse arz ve tek­lifin insanların huzurunda olması yönünden Enes'in kızının kadının davranı­şını nasıl yadırgadığını düşünelim. Halbuki Enes -ki Enes Rasulullah'ın (s.a.v.) elinde terbiye olmuş ve kadının bütün sahalara katıldığı ve muhtelif maslahatları temine koyulduğu nebevi toplumun icablanna göre yaşamış olan bir insandır- bunda yadırganacak birşey görmemiştir. Evet Enes (r.a.) her iki durumda da kendisinden haya edilecek bir ayıp görmemiştir.

Umumi sahalarda: Mescidde:

er-Rubeyyi bintü Muavviz İbn Afra (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... Biz bundan (yani-Aşura gününden) sonra artık aşura orucunu tutar­dık, çocuklarımıza da tuttururduk. (Müslim bu hadise şu cümleyi ziyade etmiştir: Mescide gider) oruçlu çocuklarımıza boyalı yünden oyuncaklar yapardık..."[104]

Rubeyyi bintü Muavviz'in kendisi gibi mü'mine kardeşleriyle beraber nasıl olup da mescidde oturup çocuklarını, oruçlarını tamamlayınca kadar bu oyuncaklarla oyalayıp meşgul ettiklerini düşünün.

Bu noktada müslüman kadının on iki maksadla mescide gittiğini unut­mayalım. Bu maksadlar: namazı eda etmek (bu namaz ister farz, ister nafile, ister cuma ister nezir, ister cenaze veya isterse küsüf (namazı olsun farket-mez) itikafa girmek, mescidde itikafa giren bir kimseyi ziyaret etmek ilim (meclisine gidip sohbet) dinlemek, mü'min kadınlarla beraber can sıkıntısını gidermek, umumi bir toplantı için davete icabet etmek, törenlere katılmak, davaların görüldüğü kaza (yargı) meclislerine gitmek, yaralıların bakımını (üstlenerek hasta bakıcılığı) yapmak, mescidlerin umumi hizmetlerini yap­mak ve mescidde uyumaktan ibarettir.

Bayram törenlerinde:

Ümmü Atiyye (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Biz kadınlara, bayram günü namazgaha çıkmamız, hatta bulundukları ev köşelerinden bakire kızlara ve hayizlı kadınlara varıncaya kadar namaz­gaha çıkmamız emredilirdi de, kadınlar erkeklerin arka tarafında olurlar, on­ların tekbir getirmelerine uyup tekbir getirirler ve onların dualarıyla dua e-derlerdi. Onlar bu bayram gününün bereketini ve paklığını (yani günahlar­dan temizlenmeyi) umarlardı..."[105]

Rasulullah'ın (s.a.v.) halkın dışarı çıkmaktan menetmeye alıştıkları ve ta evleninceye kadar evlerinin köşelerinde perdelenerek gizledikleri bakire kızlara varıncaya kadar bütün kadınların gelip hazır olmaları hususunda nasıl şiddet gösterdiğini düşünelim. Hatta Rasulullah (s.a.v.) hayır meclisin­de ve müslümanlann cemaatinde hazır bulunmaları için -kendilerine namaz düşmediği halde- hayızlı kadınlara daha namazgaha çıkmalarını emir bu­yurmuştur.

Cihadda:

Hafsa (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... (Basra'ya) Bir kadın geldi... Bu kadın kız kardeşinin -ki onun kocası Peygamber ile birlikte on iki gazada bulunmuş, kendisi de bizzat altısına iştirak etmiş idi- (biz yaralıları tedavi eder, hastalara bakardık, dediğini) ri­vayet eti..."[106]

Kadınlardan birisinin Peygamber ile beraber yaptığı altı gazada kocası­na nasıl iştirak ettiğine ve kadınların erkeklerle karışmayı gerektiren vazife­leri nasıl gördüklerine bir bakın!..

Bu şekilde Rasulullah (s.a.v.) fitne ihtimallerine rağmen kadının sosyal hayata katılmasının hertürlüsünü tasvip etmektedir. Peygamber (s.a.v.)'in bu tasvibi ise, hakim bir vaziyet derecesine ulaşmadığı müddetçe bu gibi ihtimallere göz yumulmasının gerektiğine dikkatlerimizi yöneltecek delil­lerden birisidir.

İkinci olarak:

Fitneyi körükleyecek bir şey zuhur ettiğinde buna giden yolu kapatmak için Rasulullah (s.a.v.) tarafından alınan sağlam tedbirler:

Ebu said el-Hudri (ra)'dan onun da Nebi (s.a.v.)'den rivayetine göre Peygamber (s.a.v.):

- "Yollar üzerinde oturmaktan sakınınız" buyurdu. Bunun üzerine as-

hab:

- Ya Rasulullah! Bizim için bu kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü yollar bizim meclislerimizdir; oturup konuşma yerlerimizdir. Biz oralarda işleri­mizi konuşuruz, dediler ve müsaade istediler.

Bunun üzerine Rasulullah:

- Madem ki sizin için herhalde oturmak zarureti vardır, o halde meclis­lere vardığınız zaman yola hakkını veriniz, buyurdu.

Ashab:

- Ya Rasulaüah! Yolun hakkı nedir? dediler, Rasulullah:

- Gözü harama bakmaktan sakınmak, halka (gelip geçenlere) eza ver­mekten çekinmek, selam verenin selamını almak iyiliğe emredip, kötülük­ten nehyetmektir, buyurdu.[107]

Öyle görülüyor ki, Rasulullah (s.a.v.) erkeklerin yollarda oturmaları­nın bazı kötülüklere sebebiyet vereceğini düşünmüş -ki bu kötülüklerden birisi de yollarda oturmanın kadınları sıkıntıya düşürmesi ve bazan da erkek­lerin fitneye düşmalerine yol açmasıdır- akabinden kötülüğe giden yolu ka­patmak için mefsedetlerin defedilmesini ve fitneden emin olunmasını ga­ranti altına alacak bir tedbir almaya karar vererek "Sizleri yollarda oturmaktan sakındırırım" buyurmuştur. Ancak börye bir tedbirin erkekleri sıkıntıya düşürüp onlara meşakkat vereceğini görünce -ki gerçekten de ashab: "Ya Rasulullah! Bizim için oralarda oturmalarımız yoktur, biz yollarda oturup konuşuruz" diyerek bu sıkıntıyı ifade edmişlerdi- bu tedbirden vazgeçerek başka bir tedbire başvurmuş ve ashaba yollarda oturmaları hususunda ruhsat verip onları mefsedetlerin defedilmesine ve fitneden emin olunmasına yar­dım edecek -aynı zamanda- mü'minler arasındaki dostluk ve muhabbeti muhfaza ederek aralarında karşılıklı şefkat ve yardımlaşma duygularını kuvvetlendirecek bir takım adab kurallarına uymaya teşvik eylemiştir ki; bu adab kuralları ezcümle şunlardır: Gözü harama bakmaktan sakınmak, halka (gelip-geçenlere) eza vermekten çekinmek, selam verenin selamını almak, iyiliğe emredip kötülükten nehyetmektir."

Abdullah İbnü Abbas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Rasulullah (s.a.v.) Kurban Bayramı günü Fadl İbn Abbas'i kendisinin arka tarafına, bineğinin gerisine bindirdi. Fadl güzel yüzlü parlak bir genç idi. Peygamber, insanların kendisine soru sorup öğrenmeleri için bineğini durdurdu. Bu sırada Has'am kabilesinden güzel bir kadın Rasulullah'dan (s.a.v.) fetva istemeye geldi. Fadl bu kadına bakmaya başladı. Kadının gü­zelliği Fadl'ı hayran bırakmıştı. Fadl o kadına bakarken, Peygamber ona yö­neldi de eliyle arkaya dönderdi. Fadl'ın çenesini tuttu ve onun yüzünü öbür tarafa çevirdi.[108]

Bu hadisteki tedbirin iki hedefi vardır: Birincisi, hadisin metninde açık­lanan yakın hedef ki bu münkeri el ile değiştirip düzeltmedir. İkincisi ise ha­disin mefhumundan anlaşılan uzak hedef olup bu kadının yüzünün fitne va­sıtası olmasının bertaraf edilmesidir. Bu ise ancak erkeklerin bakışlarından bir kısmını yummasıyla (yani gözlerini harama bakmaktan sakınmasıyla) olur. Yoksa kadına yüzünü Örtmesini emretmekle değil. Gözün harama bak­maktan esirgenmesinin teminine gelince bu, birinci olarak insanı terbiye ve hayra tercih etme (yönlendirme)nin yardımıyla.,. İkinci olarak da toplumun insanı murakabe etmesi ve ona nasihatta bulunup marufu (iyiliğe) emr mün-kerden nehyetmesi sayesinde olacaktır.

Sehl İbnü Sa'd (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

(Bazı) kimseler. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte namaz kılarlardı. O hal­de ki. bellerindeki futalarını, küçük olduğu için (çocuklar gibi) boyunlarına bağlamış olurlardı. Bu sebepten cemaate-gelen kadınlara: 'Erkekler doğru­lup oturmadıkça başlarınızı secdeden kaldırmayınız' denirdi."[109]

Rasulullah (.s.a.v.) ashabdan bazılarının elbiselerinin fakirlik sebebiyle kısa olduğunu bu nedenle secdeye kapandıkları zaman avret yerlerinden bir kısmının açıldığını ve bunda kadınlar için bir fitne bulunduğunu görünce akabinde fitneden emin olunması için kolayca uygulanabilecek bu hikmetli tedbire uyulmasını emir buyurmuş, fakat fitneye giden yolu kapatmak için kadınları mescide gelmekten men etmemiştir.

Ümmü Seleme (r.a.)'dan rivayetle şöyle demiştir:

- Rasulullah (s.a.v.) -namazdan- selam verdiğinde, selamını tamamla­dığı zaman kadınlar hemen kalkarlar, Rasulullah da ayağa kalkmadan evvel azıcık dururdu.

İbn Sihab şöyle demiştir: Öyle sanıyorum ki, -Allah eni bilendir ama-Rasulullah'ın bu bekleyip eğlenmesi, kadınların cemaatin namazdan çıkmış olanları kendilerine yetişmeden evvel savuşmuş olmaları içindi[110]

Rasulallah'ın (s.a.v.): "(Mesciddeki kapılardan birine işaret ederek) keşke şu kapıyı kadınlar için (açık) bırakmış olsaydık!" sözü de bu manayı teyid etmektedir.[111]

Öyle görünüyor ki, Rasulullah (.s.a.v.) erkeklerin, mescidden çıktıkları sırada kadınlarla büyük bir izdiham meydana getirerek namazı kıldıktan hemen sonra süratle camiden ayrıldıklarını ve hem kadınlar, hem de erkekler için bir fitneye sebebiyet veridiği görmüş; ardından fitneden emin olunması için bu müsamahakâr tedbire işaret etmiştir. Fakat fitneye vasıta olan yolu kapatmak için kadınları mescide gitmekten menetmemiştir.

Abdullah İbn Amr İbnü'1-As (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "... Sonra Rasulullah (s.a.v.) minberde ayağa kalkarak: "Bugünümden sonra adam. beraberinde bir veya iki kişi olmadıkça, kocası evde bulunmayan bir kadının yanma sakın girmesin!" buyurdular.[112]

Keza öyle görünüyor ki, Rasulullah'ın kulağına bazı erkeklerin herhan­gi bir maslahatı temin etmek maksadıyla kocası evde bulunmayan kadınla­rın yanına girmesi ve onlarla başbaşa kalmalarının neticesi olarak bazı fesad hadiselerin haberi gelmiş, hemen akabinde fitnenin köklerini kazımak için bu sağlam tedbire uyulmasını emretmiş ama erkeklerin kocası evde bulun­mayan kadınların yanlarına girmelerini mutlak bir şekilde yasaklamamıştır.

Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Aişe (r.a.)'dan rivayete göre, şöyle haber vermiştir:

Rasulullah (s.a.v.) mü'mine kadınlardan kendisine hicret edip gelenleri şu âyet ile imtihan ederdi: "Ey Peygamber! Mü'min kadınlar sana şu şartlar üzerine beyat etmeye geldiklerinde bu suretle onlara beyat ver..." (Aişe de­vamla der ki):

Artık mü'min kadınlardan bu âyetteki şartları ikrar edip kabul eden adına Rasulullah:

"Ben seninle sözlü olarak beyatlaştım" derdi. Allah'a yemin ederim ki, Rasulullah'ın eli, beyatlaşmada hiçbir kadının eline dokunmamıştır..."[113]

İmam Malik'in Muvatta'mda Ümeyye bintü Rakika (r.a.)'chm şöyle dediği mervidir: "... Kadınlar: Ya Rasulallah! Beri gel (sana) beyat edelim dediler bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

"Muhakkak ki ben kadınlarla musafaha yapmam" buyurdular.[114] (Bu hadis, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserde gelmiştir.)

Bu hadisede Rasulullah (s.a.v.) kadınlara elini uzatmaktan imtina ede­rek: "Muhakkak ki ben. kadınlarla musafaha yapmam (yani tokalaşmam)" buyurmuştur. Rasulullah (s.a.v.)'in bu davranışı fitneden emin olunması için muhkem bir tedbirdir. Bunun sebebi ise Rasulullah (s.a.v.)'in kadınların ta­mamı hususunda musafaha sırasında ellerin birbirlerine temasının bir neti­cesi olarak meydana gelebilecek fitneden yana emin olmamasıdır. İşte ka­dınların imama (devlet başkanına) beyat etmeleri de bu şekilde meşru olagelmiştir. Rasulullah (s.a.v.) Ümmü Süleym ile Ümmü Haram hakkında fit­neden yana emin olunca onların, mübarek vücudana dokunmalarına müsa­maha gösterdiğine göre sadece kadının erkekle musafaha (tokalaşma) yap­ması yasaklanmıştır. Bu uygulama kadınlarla erkekler için umumi olan edeb kaidesiyle birlekte akrabalık yahud samimi bir ilişki yahud daha başka hususların bir neticesi olarak aralarında fitneden yana emin olunan bazı er­kekler yahud bazı kadınlar için istisna olan hallerin birbirinden ayrı mütalaa edilmesi gerektiği anlamına gelir.[115]

Üçüncü olarak:

Bazı üzücü hadiselerin meydana gelmesine rağmen Peygamber zama­nında kadının aynı minval üzere sosyal hayata katılması

Beşinci kısımda nakledilen kadının sosyal hayata katılması ve erkek­lerle karşılaşması hususundaki delilleri araştırmak istediğimiz zaman, bun­lardan birçoğunun Peygamber'in hayatının sonlarında meydana geldiğini görürüz. Bu hadislerin Peygamber'in hayatının son dönemlerinde meydana gelmesi; bir takım üzücü olayların cereyan etmesine rağmen, müslüman toplumun bir sîreti olarak kadının sosyal hayata katılmasının aynı minval üzere devam ettiği, keza Peygamber'in, bu üzücü hadiselerde sonradan yeni bir kısım yasaklama tedbirleri alınmasını gerektirecek herhangi birşey gör­mediği ve sadece o ana kadar yerleşmiş bulunan adab kaideleriyle yetinilme-sini ve bu adab kaidelerinin umumi bir şekilde fitneden yana emin olunması­nı teminat altına alma hususunda bir garanti olduğunu kabul ettiği anlamları­na gelir. Sözkonusu üzücü hadiselere gelince; bunlar insan hayatının tabia­tından kaynaklanan hadiseler olup Peygamber'in kendisi hakkında: "Çağla­rın en hayırlısı benim içinde yaşadığım çağdır" buyurduğu nebevi toplum dahil hiçbir toplum bu hadiselerden hali olamaz. Bir kısım çirkinliğin zirve­sine ulaşıp haberi İmam'a (Peygamber'e) iletilmeden evvel sahibinden tevbe sadır olmadığı halde meydana gelen bu üzücü hadiselerin bir takım örnekle­rini aşağıda okuyucuya arzetmek istiyoruz:

İbnü Mes'ud (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Bir kimse (yabancı) bir kadını Öptü. Müteakiben o zat Peygamber'e geldi kendisine haber verdi. Bu hadise üzerine Aziz ve Celil olan Allah şu âyeti indirdi:

"Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü güzellikler, kötülükleri (günahları) giderir..." Bunun üzerine o kimse:

"Ya Rasulullah! Bu yalnız benim için mi?" diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):

"Ümmetimin, bütün fertleri içindir" buyurdu.[116]

Enes bin Malik (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Bir adam Peygamber'e (s.a.v.) gelerek:

- Ya Rasulullah! Ben hadd(i şeri)yi hakk ettim. Onu bana tatbik et, dedi.

Bu arada namaz vakti de gelmişti. Adam Rasulullah'la (s.a.v.) birlikte namaz kıldı. Namazdan sonra:

- Ya Rasulullah! Ben haddi hakettim. Hakkımda Allah'ın kitabının hük­münü tatbik et, dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- Sen bizimle beraber namazda bulundun mu? diye sordu. Adam:

- Evet! dedi.

- Sen affolundun! buyurdular.[117]

Cabir bin Semure (r.a.)'dan rivayete göre şöyle haber vermiştir:

- Rasulullah (s.a.v.)'e kısa boylu, dağınık saçlı, adaleli bir adam getirdi­ler. Üzerinde bir gömlek vardı. Zina etmişti. Peygamber (s.a.v.) onu iki defa reddetti. Sonra emir verdi ve adam recmolundu. Müteakiben Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular:

-Biz, Allah yolunda her gazaya gittiğimizde biriniz kalır, teke gibi meler; o kanlardan birine birşeyler verir! Allah bunlardan biri hakkında bana imkân vermez ki! Yoksa onu aleme ibret yapardım! (Yahud tenkil e-derdim!)[118]

Büreyde (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş: "... Sonra Gamid'li bir kadın gelerek:

- Ya Rasulullah! Ben zina ettim, şimdi beni temizle! demiş. Peygamber (s.a.v.) onu da geri çevirmiş. Ertesi gün gelince kadın:

- Ya Rasulullah! Beni niye geri çeviriyorsun? Galiba beni. Maiz'i çevir­diğin gibi geri çevireceksin! Vallahi ben gebeyim! demiş. Efendimiz:

- Doğuruncaya kadar git (buradan), buyurmuşlar... (Kadın doğum yap­tıktan sonra çocuğu bir bez parçası içinde getirmiş; ve:

-  İşte. onu doğurdum, demiş. (Yine):

- Git bu çocuğu sütten kesilinceye kadar emzir! buyurmuş...

"... Sonra emir buyurarak kadın için göğsüne kadar bir çukur kazılmış, cemaate de emir vermiş ve kadını recmetmişler...[119]

İmran İbnü Husayn (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki; Cüheyne (kabile-sin)den bir kadın zinadan gebe kalarak Peygamber'e (s.a.v.) gelmiş ve:

- Ya Rasulallah! Ben haddi hakk ettim. Onu bana tatbik ediver!- demiş. Peygamber (s.a.v.) de velisini çağırarak:

- Buna iyi bak! Doğurduğu zaman onu bana getir! buyurmuş. Velisi de öyle yapmış. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) kadın hakkında emir vere­rek üzerine elbisesi bağlanmış. Sonra emir buyurarak kadın recmedilmiş ve cenaze namazını kılmış...[120]

Kindele Vail (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Bir kadın evinden çıkıp mescide giderken sabahın karanlığında bir a-dam kendisine saldırarak tecavüz etmiş. Adam kaçtığı halde kadın o sırada yanından geçen bir adamdan yardım istemiş . Etraftan çojesayıda halk top­lanmış. Kadın onlardan da imdat isteyince halk kadının imdadına yetişen adamı yakalamış. Halbuki öbür (saldırgan) adam onlar gelmeden önce kaçıp gitmiş. Derken adamı sürükleyerek kadının yanına getirmişler. Adam (kadı­nın yanına gelince): 'Ben ancak senin imdadına gelen adamım. Halbuki öbür adam kaçıp gitmişti' demiş. Bunun üzerine halk, adamı Rasulullah'a getir­di..[121]

Ebu Hureyre ile Zeyd İbn Halid (r.a.)'dan rivayete göre ikisi de şöyle demişlerdir:

"Bizler Peygamber (s.a.v.)'in yanında bulunuyorduk. Bir adam ayağa kalktı ve:

- Ya Rasulullah, sana Allah adına yemin eder ve aramızda yalnız Al­lah'ın kitabı ile hüküm vermeni isterim, dedi.

Ondan daha anlayışlı olan hasmı da ayağa kalktı, o da:

- (Evet) aramızda Allah'ın kitabı ile hükmet ve davamı söylemek üzere bana izin ver! dedi.

Rasululah ona:

- Söyle! buyurdu. O da şöyle anlattı:

- Benim oğlum bu adamın yanında ücretli çalışıyordu. Onun karısı ile zina etmiş (bana, oğluma recm lazım geleceği söylediğinden) ben bu adama yüz koyun ve bir de hizmetçi fidye verdim, oğlumu kurtardım. Sonra ben bu meseleyi ilim sahibi olan adamlara sordum. Onlar bana, henüz bekar oğluma yüz değnek ile bir yıl gurbete sürgün gönderme cezası; bunun karısına da recm cezası lazım geldiğini Jıaber verdiler, dedi. Bunun üzerine Rasulullah da:

- Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben sizin aranızda el­bette Aziz ve Celil olan Allah'ın kitabı ile hüküm vereceğim. Yüz koyunla hizmetçi sana geri verilecek, senin oğluna da yüz değnek vurulacak ve bir yıl sürgüne gönderilecektir, buyurdu. Sonra da Uneys'e:

- Ya Uneys! Bu adamın karısına git! Zina suçunu itiraf ederse onu recm et! diye emretti.

Uneys kadına gitti. O da zina ettiğini itirar edince onu recmetti.[122] İbnü Abbas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Hilal îbnü Ümeyye kendi karısını zina etmekte itham etti. Akabinde Peygamber'e gelerek,

(ilhamında) doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah'a ye­min etti. Beşinci yemini ise: Eğer yalancılardan ise Allah'ın larfetinin kendi üzerine olmasını kabul etmesi idi. Peygamber (s.a.v.):

- Şüphesiz ki, Allah ikinizden birinizin yalancı olduğunu bilmektedir. İkinizden tevbe edecek var mıdır? buyurdu. Sonra zevcesi ayağa kalkarak o da (adamın yalancılardan olduğuna dair dört defa Allah adıyla) şehadet etti. (Beşinci de şayet kocası doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olması idi.[123]

Sehl İbnü Sa'd es-Saidi (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "... Akabinde Uveymir döndü ve Rasuîullah'ın yanına geldi de:

- Ya Rasulallah! Bana haber ver: Birinin, karısının yanında bir adamı bulunsa, kadının kocası o adamı öldürmeli mi? Ya da bu adam ne yapmalı? diye sordu.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

- Senin ve kadının hakkında Allah âyeti indirdi. Şimdi git, kadım getir, buyurdu.

Sehl dedi ki: Kadını getirince, bu karı-koca Rasuîullah'ın huzurunda lanetleştiler. Ben de insanlarla beraber Rasulullah'ın yanında idim...[124]

- Ebu Hureyre ile Zeyd İbnü Halid (r.a.)'dan şöyle haber verilmiştir:

"Rasulullah (s.a.v.)'e evenmerniş bir cariyenin zina ettiği zamanki hük­münden soruldu. Rasulullah:

- Cariye zina edip de zinası beyyine ile yahut gebelikle yahut da ikrar ile sabit olduğu zaman, ona değnek cezası verin. Sonra yine zina ederse, ona yüz' değnek cezası uygulayın. Sonra onu kıldan örülmüş bir ip karşılığında da olsa (ayıbını beyan ederek) satınız! buyurdu.

Ebu Abdurahman (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki:

- Ali hutbe okuyarak şunları söyledi: Ey nas! Memluklerinize, muhsan olsunlar olmasınlar, haddi tatbik edin! Zira Rasuîullah'ın bir cariyem zina etti de. ona dayak vurmamı bana emretti. Bir de balıı.K yeni nifas olmuş. Ben ona dayak vurursam öldürürüm diye korktum, ve keyfiyyeti Peygamber'e anlattım. Bunun üzerine Rasulullah: "İyi ettin!" buyurdular.[125]Abdullah İbnü Ömer (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Yahudiler. Rasulullah (s.a.v.)'a geleliler de ona kendilerîden bir adam­la bir kadının zina ettiklerini zikrettiler. (Ve hükmünü sordular) Rasulullah onlara:

- Siz recm hakkında Tevrat'ta ne buluyorsunuz? diye sordu. Onlar:

- Biz, zina edenlerin ayıplarım ortaya koyup teşhir ederiz, bunlar bir değnekle de dövülürler, dediler. Abdullah İbn Selam bunlara:

- Yalan söylediniz! Tevrat'ı getirdilere kitabı açtılar. Yahudiler'den bi­risi (Abdullah İbn Surya) elini recm âyeti üzerine koydu, ondan önceki ve sonraki âyetleri okumaya başladı. Abdullah İbn Selam ona:

"Elini kaldır! dedi. O da elini kaldırınca recm âyeti görüldü. Yahudiler:

- Ya Muhammed! Abdullah İbn Selam doğru söyledi, hakikaten Tev-rat'da recm âyeti vardır, dediler.

Tahkikatla zinanın sabit olması üzerine Rasulullah bu iki zaninin recm edilmelerini emretti; onlar da recm olundular. Abdullah İbn Ömer:

- Ben recm edilirken Yahudi erkeğini, kadına atılan taşlardan korumak için, kadının üzerine meyleder halde gördüm, demiştir.[126]

Meselenin özeti şu ki: Peygamber'in sîret ve sünneti kadının fitnesin­den ifrat derecede sakınmaktan ve aşın Ölçüde evhama kapılmaktan büsbü­tün uzaktır. Zira Rasulullah (s.a.v.) fitneden yana emniyetin sağlığını bulan­dıran ve hiçbir beşeri toplumun kendisinden hali olamayacağı sayılı bir kaç hadiseyi uğursuzluğa yormamıştır. Bu hadiseler karşısında insanların ayıp­lanıp nehyedilmesi ve dikkatlerinin bu hadiselerin tehlikelerine yöneltilme­si yeterlidir. Yani bütün hadiselere karşı, insanların göğsünü daraltacak ve onlara meşakkat verecek yeni bir takım kanunlar koymak suretiyle değil, eğitim, terbiye ve insanları hayırlı işlere yöneltme ve bir de bunun çirkin suç­lan işleyenleri caydırıcı cezalara çarptırmak suretiyle mukavemet edilmesi yeterli olacaktır.

Dördüncü olarak:

Peygamber'in ve kendisinden sonra ashabının kadının fitne vasıtası ol­masına karsı oluşu:

Şüphe yok ki, fitneden yana emin olmanın yolunu herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekilde vaz eden sari, kesin çizgilerle ortaya koymuştur. Eğer sari kadının fitnesinden emin olunması için vaz edilen bu adab kaidelerinin yetmeyeceğini bilseydi, mutlaka müslümanlann ırz ve namuslarını muhafa­za etmek için bunlardan çok daha fazla kaideler vaz ederdi. Bakınız Rasulul­lah (s.a.v.) (Bir olay esnasında) ne buyuruyor: "... Yoksa sizler Sa'd İbn Uba-de'nin bu kıskançlığına taaccüb mü ediyorsunuz? Allah'a yemin ederim ki. ben elbette Sa'd'dan daha kıskancım. Allah da benden daha kıskançtır. (Bu hadisi Buhari ile Müslim rivayet etmişlerdir.) Keza o şöyle buyurmuştur: "... Allah'tan daha kıskanç kimse yoktur. İşte bundan ötürüdür ki. Allah açık-kapalı. bütün fuhşiyatı haram kılmıştır.[127] Fakat çeşitli dinlere sahib olan insanlar arasındaki şiddet yanlısı kimselerin şiddete baş vurması kaim bir şeydir. Enes bin Malik'in rivayet ettiği şu hadis bunun delillerinden biridir. Enes demiş ki: Yahudiler aralarında kadın hayız gördüğü zaman onlarla be­raber yemek yemezler, onlarla beraber (aynı kaptan) su içmezler ve evlerde onlarla bir araya gelmezlenniş. (Peygamber'in ashabı) bu hususu Peygam-ber'e sormuşlar. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle:

"Sana hayız meselesini soruyorlar. De ki: O bir ezadır..." âyetini (sonu­na kadar) inzal buyurmuştur. Rasulullah da onlara:

- Onlarla -yani hayızlı kadınlarla- beraber yemek yemelerini onlarla beraber su içmelerini, evlerde onlarla biraraya gelmelerini ve cima yapmala­rı müstesna, onlarla herşeyi yapmalarını emretmiştir.[128]

Aynı şekilde (eski) din sahihleri arasındaki bu şiddetin (taassub ve tutu­culuk) tezahürlerinden biri de Ebu Musa (r.a.)'ın ifade ettiği şu hususdur: "... İsrailoğullarından birinin elbisesine sidik değerse onu makasla keserdi..."[129]

Muhakkak ki şerefli Rasul (a.s.) Allah'ın hidâyetinden saptıkları husus­larda bizden öncekilerin yollarına tâbi olmaktan bizleri tahzir edip sakındır-mıştır. Taassub ve şiddet ise bu yolun bir dalıdır.

Nitekim Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayete göre Nebi (s.a.v.):

Benim ümmetim kendisinden evvelki ümmetlerin yolunu karış karış, arşın arşın takib etmedikçe kıyamet kopmayacaktır, buyurdu. Sahabiler tarafından:

- Ya Rasulallah (yollarına uyulan) Fars ve Rum gibi milletler midir? diye soruldu. Rasulullah (s.a.v.) de:

- Onlardan başka insanlardan kim var? diye cevap verdi."[130] Ebu Said el-Hudri (r.a.)'dan rivayete göre Peygamber (s.a.v.):

- Muhakkak sizler, sizden önceki ümmetlerin yoluna karış karış, arşın arşın uyacaksınız. Hatta onlar bir kelek deliğine girmiş olsalar bize (siz de o daracık yere gerecek) onlara tâbi olacaksınız, buyurdular.

Biz:

-  Ya Rasulallah! Bu ümmetler Yahudilerle Hıristiyanlar mı? diye sorduk.

Rasulullah:

- Onlardan başka kim olacak? buyurdular.[131]

Allah'ın biz müslümanlara karşı bir rahmetidir ki, bize, bizleri her türlü şiddet ve zorlaştırmadan nehyederek sakındıran müsaadekar ve müsamaha­kar bir şeriat indirmiştir. Rasulullah (s.a.v.) de: "Şüphesiz ki, bu din bir ko­laylık (dini)dir. Hiçbir kimse yoktur ki, bu din hususunda şiddet gösterip kendini zorlasın da din ona üstün gelmesin" buyururken çok doğru söylemiş­tir.[132]

Nitekim Peygamber "Sözlerinde ve fiillerinde haddi aşarak aşırı giden­ler (taşkınlar) helak olmuştur. Sözlerinde ve fiillerinde haddi aşarak aşırı gi­den taşkınlar helak olmuştur. Sözlerinde ve fiillerinde haddi aşarak aşırı gi­den taşkınlar helak olmuştur," buyurmuştur.[133]

Rasulullah (s.a.v.) zamanında herhangi bir şeddet ve zorlaştırma sözü ve hareketi ortaya çıktığı zaman Peygamber (s.a.v.) derhal sert bir şekilde o hareketin karşısına dikilip onu durdururdu. Bunun delili Enes bin Malik'in (r.a.) rivayet ettiği şu hadistir:

Enes bin Malik demiş ki: Üç kişi Peygamber'in kadınlarının evlerine geldi de, Peygamber'in ibadetinden soruyorlardı. Bunlara Peygamber'in ibadeti haber verilince bu ibadeti azımsadılar ve:

-  Biz nerede. Peygamber nerede? Muhakkak Allah Peygamber"inin geçmiş olan ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan bütün günahlarını mağfiret etmiştir dediler.

İçlerinden biri:

- Bana gelince, ben geceleri daima namaz kılacağım! dedi.

Diğeri de:

- Ben her zaman oruç tutacağım ve oruçsuz olmayacağım, dedi.

Üçüncüsü de:

- Ben de kadınlardan ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim, dedi. Onlar bu sözleri söylerken Rasulullah (s.a.v,) onların yanlarına çıkageldi de:

- Sizler şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz. Dikkat edin! Allah'a yemin ederim ki, ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve en çok muttaki olanını-zım. Bununla beraber ben oruç tutarım, oruçsuz bulunurum, nafile namaz kı­larım, (gecenin bir kısmında) uyurum. Kadınlarla evlenirim. (İşte benim sünnetim, budur.) Her kim benim bu sünnetimden (hayat yolumdan) yüz çe­virirse o, benden değildir buyurdu.[134]

İkinci bir delil Aişe (r.a.)'ın rivayet etmiş olduğu şu hadistir: Aişe demiş ki:

- Peygamber (s.a.v.) birşey yapmış da o hususta insanlara ruhsat ver­mişti. Bir topluluk o işten çekindi ve ona yanaşmadılar. Onların bu çekin­genliği Peygamber'e ulaşınca, hemen hutbeye çıkıp Allah'a hamdetti, sonra:

- Birtakım insanlara ne oluyor ki, benim yapmış olduğum işten çekini­yorlar? Allah'a yemin ederim, ben Allah'ı onların en bilenim. Ve Allah'a saygısı en çok olanım buyurdu.[135]

Üçüncü bir delil Ömer İbnü Ebi Seleme (r.a.)'dan gelen şu haberdir: Ömer RasuluIIah (s.a.v.)'e:

- Oruçlu bir kimse öğebilir mi? diye sormuş. RasuluIIah (s.a.v.) Ümmü Seleme'yi işaret ederek:

- Buna sor. cevabını vermiş. Ümmü Seleme de RasuluIIah (s.a.v. )'in bu işi yaptığını ona haber vermiş; bunun üzerine Ömer (r.a.):

- Ya Rasıılallah! Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını affetmiş-tir demiş. RasuluIIah (s.a.v.) ona:

-  Dikkat et! Vallahi Allah'a karşı en ziyade takva sahibi olanınız ve ondan en ziyade korkanınız şüphesiz ki, benim, buyurmuşlar.[136]

Dördüncü bir delil ise: Aişe (r.a.)'dan rivayet edilen şu haberdir:

Aişe (r.a.) demiş ki; Peygamber (s.a.v.)'e fetva sormak için bir adam gelmiş. Konuşulanları Aişe kapının arkasından işitiyormuş. Gelen zat:

- Ya Rasulallah! Bazan ben cünüp iken namaz vakti geliyor, o gün oruç tutamıyorum? diye sormuş. Rasulallah (s.a.v.):

- Ben, cünüp iken de namaz vakti geliyor. Ama ben oruç tutuyorum cevabını vermiş. O zat:

- Sen bizim gibi değilsin ya RasuluIIah. Allah, senin gelmiş geçmiş bü­tün günahlarını affetmiştir, demiş. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):

- Vallahi ben sizin Allah'tan en ziyade haşyet içinde olanınız ve ondan ne ile korunulduğunu en iyi bileniniz olmayı cidden ümid ederim, buyur­muşlar.[137]

Daha sonra Peygamber1!, Ashab-ı Kiram izleyerek onun yaptığını yap­tılar ve onun karşı çıkıp reddettiğini onlar da ayıplayıp reddettiler. Bunun delilleri pek çok olup bunlardan bir kısmı şunlardır:

Sahabeden bir topluluk tabiinden bir adamı ayıplayıp nehyediyorlar.

Zürare (r.a.)'dan rivayete göre Sa'd İbn Hişam İbn Amir, Allah yolunda gazaya niyet ederek Medine'ye gelmiş ve Medine'de kendisine ait bulunan bir akar'ı satarak bedeli ile silah ve at satın almak, böylece ölünceye kadar Bizanslılara karşı cihadda bulunmak istemiş. Medine'ye gelince, Medi-ne'lilerden bazı kimselere tesadüf etmiş. Onlar kendisini bu işten nehyetmiş-ler ve ona Nebiyullah (s.a.v.)'in hayatında altı kişilik bir cemaatin bunu yap­mak istediğini fakat Rasuiullah (s.a.v.)'in onları bundan nehyettiğini ve kendilerine:

- Benim şahsımda sizin için güze! bir örnek yok mudur? buyurduğunu haber vermişler. Onlar, bunu söyleyince Sa'd evvelce boşadığı karısına ric'at etmiş ve ric'at ettiğine şahid de getirmiş..[138]

Huzeyfe Ebu Musa'ya karşı çıkıyor:

Ebu vail (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Ebu Musa el-Eş'ari sidik serpintileri sıçrayıp dokunmasın diye pek zi­yade dikkat gösterir idi. Huzeyfe bunu işitince: 'Ah keşke Ebu Musa böyle dikkatli davranmasaydı. RasuluIIah bir kavmin süprüntülüğüne geldi de ayakta dikilerek işedi' demiştir."[139]

Ömer bir adamı azarlayıp, ayıplayıp nehyediyor: Muhammed İbnü Şirin(r.a.)'dan rivayete göre demişki:

Ömer İbn Hattab (r.a.) bir topluluğun arasında bulunuyordu. Halk Kur'an okumaktaydı. Bir ara Ömer, def-i hacet yapmak için dışan çıktı. Son­ra Kur'an okuduğu halde geri döndü. Topluluktan bir adam Ömer'in Kur'an okuduğunu görünce ona:

- Ey mü'minlerin Emiri! Abdestli olmadığın halde sen Kur'an mı oku­yorsun? dedi. Bunun üzerine Ömer öfkelenerek:

- Sana bu şekilde fetvayı kim verdi? Yoksa Müseyleme mi? diye serî çıkıştı.[140]

Aişe İbn Ömer'e karşı çıkıyor:

Muhammed İbnü'l-Münteşir'den rivayete göre şöyle demiştir:

"İbn Ömer'in, (Buhari'nin rivayetinde yer alan)[141] 'Ben ihramlı olarak sabahlayıp da etrafa koku saçmayı sevmem' (sözünü ve Müslim'in rivayetin­de geçen)'... Katrana bulanmam, benim için bunu yapmamdan daha makbul­dür'[142] sözünü Aişe'ye anlattım. Bunun üzerine Aişe: 'Ben Rasulullah'a (s.a.v.) koku sürerdim. O da gece kadınlarını dolaştıktan sonra ihramlı olduğu halde terafa koku neşrederek sabahlardı." cevabı ile mukabele etti.[143]

İbn Ömer oğlu UbeyduHah'ı azarlayıp nehyediyor:

Abdullah İbn Ömer'in oğlu Ubeyduilah (r.a.)'dan rivayete göre demiş ki: "İbn Ömer'in bir cariyesi zina etmişti. Bu sebeble Ömer cariyenin ayakla­rına ve sırtına vuruyordu. Bunu görünce ben: 'Zina eden kadın ve zina eden erkeğin herbirine yüz değnek vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanan insan­lar iseniz, Allah'ın dinini uygulama hususunda sizi, onlara karşı acıma duy­gusu tutup engellemesin' âyetini okudum." İbn Ömer:

- Ey oğulcağızım! (Yoksa) Sen, ona karşı beni bir acıma duygusu tutup engellediğini mi gördün? Şüphesiz Allah; bana, onu öldürmemi ve başını değneklememi emretmemiştir. Andolsun ki ben, onun canını yaktım ve piş­man ettim" cevabını verdi. (Ayağına ve sırtına vurarak.)[144]

Ebu Talha ile Ubey bin Ka'b, Enes İbn Malik'i (r.a.) kınayıp azarlıyor­lar:

Abdurrahman İbn Yezid el-Ensari (r.a.Vdan rivayete göre demiş ki: "Enes İbn Malik (r.a.) Irak'tan dönmüştü. Ebu Talha ile Ubey bin Ka'b kendisini ziyaret etmek için yanına girdiler. Enes de onlara ateşde pişmiş bir yemek ikram etti. Hep birlikte yemekten yedikten sonra Enes (abdestli olduğu halde) kalkıp yeniden abdest aldı. Enes'in böyle yaptığını görünce Ebu Talha ile Ubey bin Ka'b: Ey Enes! Bu da ne oluyor? Yoksa sen Peygam-ber'den alınıp öğrenilen Medine ehlinin amelini bırakarak, Irak'tan bu ilmi mi alıp öğrendin? dediler. Bunun üzerine Enes yaptığına pişman olarak:

- Ah! Keşke ben bunu yapmasaydın!, dedi.

Ebu Talha ile Ubey İbni Ka'b kalktılar ve yeniden abdest almayarak (önceki abdestleri ele) namaz kıldılar."[145]

Zeyd İbn Sabit'in (r.a.) kızı bazı kadınları ayıplayıp nehyediyor:

Zeyd îbnü Sabit (r.a.)'ın kızından rivayet edildiğine göre şunları haber vermiştir:

Zeyd'in kızına bir takım kadınların paklanmayı umarak gece yarısından itibaren kalkarak kandellirle dua ediyor oldukları haberi ulaşmış da o bunların yaptıkları bu hareketi kınayarak:

"(Peygamber zamanındaki) kadınlar böyle yapmazlardı" demiştir.[146]

Şüphesiz yukarıda zikredilen bu deliller şiddet ve zorlaştırmanın umu­mi olarak ayıplanıp kınandığını ve nehyedildiğini ifade etmektedir. Teşed-düt (şiddet ve zorlaştırma) burada, şeriatın insanlara kolaylaştırdığı bir şey­de ona muhalefet ederek zorlaştırma anlamına geliyor. Şeriatın kolaylaştır­dığı bir şeyin zorlaştırılmasına gelince; bu ya şeriatın mubah kıldığı herhan­gi bir şeyin menedilip yasaklanması veya onu yapmaktan çekinilmesi ya da bize vacib (farz) olmayan bir şeyi vacip kılmakta olur. Şimdi de Rasulullah (s.a.v.)'in. Ashabının ve iyilikle ihsanda onların yoluna tâbi olan (tabiunun) özellikle kadın noktasında fitneye giden yolun kapatılması hususunda şiddet ve zorlaştırmayı ayıplayıp kınayarak nehyeden tavırlarından bir kaç tanesini ortaya koyacağız:

Sa'd İbn Ebi Vakkas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Andolsun ki, Peygamber (s.a.v.), Osman îbn Maz'un'un kadınlardan kesilme teşebbüsünü reddetmiştir. Şayet Peygamber ona kadınlardan kesi­lip çekilmeyi müsaade etmiş olsaydı, bizler muhakkak erkeklik yumurtaları­mızı çıkartırdık."[147]

Taberani'deki bir rivayete göre Osman İbn Maz'un. Peygamber'e (s.a.v.):

- Ya Rasulullah! Muhakkak ki ben, ergenlik hali kendisine ağır gelen bir insanım. Onun için erkeklik yumurtalarımı çıkartıp kendimi hadımlaştır­mam için bana müsaade et, demiş. Rasulullah:

- Hayır öyle yapma! Fakat oruç tut! buyurmuşlar.[148]

Abdullah İbnü Mes'ud'dan (r.a.) rivayete göre şöyle demiştir: "Biz Ra­sulullah "la (s.a.v.) beraber gazveye giderdik Yanımızda {mal namına) hiç-birşey yoktu. (Müslim'in rivayetine göre: kadınlarımız yoktu) (Cinsi müna­sebete şiddetli ihtiyaç duyardık). Bu sebeble biz:

- Erkeklik yumurtalarımızı çıkartıp hadım olalım mı? diye sorduk. Rasulullah (s.a.v.) bizi hadım olmaktan nehyetti..."[149]

Ebu Hureyre (r.a.Vdan rivayete g,öre şöyle demiştir: Ben:

-  Ya Rasulullah! Ben genç bir erkeğim. Nefsim aleyhine kötü bir iş yapmaktan korkuyorum. Kadınlarla evlenecek dünyalık da bulamıyorum, dedim. (Erkeklik yumurtalarımı çıkartayım mı? demek istedim).

Rasulullah (s.a.v.) bana cevap vermeyerek sustu. Sonra halimi bir daha arzettim. Yine sükut etti. Sonra bir daha söyledim; yine sustu. Dördüncü ke­re söylediğimde, Rasulullah bana:

- Ya Eba Hureyre, senin kavuşacağın mukadderatı yazan kalem(in mü­rekkebi) kurumuştur. Şu hal üzerine sen ister hadımlaş. ister bırak (müsavi­dir) buyurdu."[150]

Aişe (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Mürarun ilayna:

- Ya Rasuluilah! Başkaları iki ecirle dönerken ben bir ecirle mi dönece­ğim? dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) Abdurrahman İbn Ebi Bekr'e onu Ten'im'e götürmesini emir buyurdu.

Aişe bunu şöyle anlattı: Kardeşim beni devesinin terkisine aldı. Ben baş örtümü kaldırarak boynumu açmaya başladım. Abdurrahman deveyi sürdü­ğü çubukla ayağıma vurdu. Ona:

- Burada bir kimse görüyor musun? dedim.[151]

Abdullah İbn Ömer (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş: Rasulullah (s.a.v.):

- Kadınları geceleyin mescidlere çıkmaktan menetmeyiniz; buyurdu­lar. Bunun üzerine Abdullah İbn Ömer'in bir oğlu:

- Biz onlara çıksınlar da bunu gitne ve fesada vesile ittihaz etsinler diye müsaade edemeyiz, dedi. İbn Ömer bu sözden dolayı oğlunu azarladı. (Di­ğer bir rivayete göre: Bunu müteakiben Abdullah ona dönerek kendisine öy[152] le çirkin bir sövüş sövdü ki ona böyle sövdüğünü hiç işitmemiştim) ve Ab­dullah:

Ben, sana Rasulullah'dan (s.a.v.) hadis haber veriyorum, sen hâlâ: Val­lahi biz onları menederiz diyorsun, dedi.[153]

Hafız İbnü Hacer der ki: "Bana öyle geliyor ki, Abdullah İbn Ömer'in bu oğlu o vakitte bazı kadınların çıkardıkları fitne ve küfür hareketlerini gör­müş, bu da kendisini böyle bir gayret (kıskançlık) ve hamiyyete sevketmiş olduğundan bu sözünü söylemiştir... Abdullah İbn Ömer'in oğlunu paylaya­rak nehyetmesinden sünnetlere karşı kendi reyi ile itiraz eden kimsenin ve sırf kendi heva ve hevesiyle karşı çıka alimin tedib edilmesinin lazım olduğu hükmü istinbat olunur."[154]

İbnü Cüreye (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Bana Ata, Cabir İbn Abdillah'tan haber verip şöyle dedi: Ben Cabir'i şöyle derken işittim: Peygamber (s.a.v.) Ramazan bayramı günü ayağa kal­kıp, bayram namazı kıldırdı. Yani evvela namazla işe başladı. Sonra hutbeyi yaptı. Peygamber hutbeyi bitirince bulunduğu yerden indi ve kadınların yanına geldi... Kadınlara vaz etti.

İbnü Cüreyce: Ben yine Ata'ya: Sen imamın hutbeyi bitirince kadınlar tarafına gidip, onlara va'z ve hatırlatma yapmasını imam üzerinde bir hakka görüyor musun? dedim. Ata:

- Bu, onlar üzerinde elbette bir hakktır. Bunu yapmamakla bilmem ki ellerine ne geçer, dedi..."[155]

ye düşebilir. Bu husus her alan ve mekandan bu minval üzere devam ettiği müddetçe ne Allah'ın meşru kıldığı hayat sahalarından kaçıp uzaklaşmakla ne mubah kıldığı şeyleri menedip yasaklamakla ve ne de Allah'ın emrettiğin­den başka şekilde perde ve engellendirmekle bu fitnelerden kaçıp kurtulma­nın imkânı yoktur. Ancak bize düşen buhayatın meşru olan sahalarına dal­mak ve oralarda kümelenen fitnelerle daimi ve sürekli bir mücadele ile mü-cahede edip savaşmamızdır. Böylece müslümanın hayatı şehvetlere ve hay­vani arzulara karşı verilmiş çeşitli mücahede şekilleriyle dolar. Bu durumda artık erkeklerin kadınlarla karşılaşması ve onların hep birlikte fitne ile savaş­maları hem fıtri hem de hatalardan salim bir hayat şeklinin ta kendisidir.

Bu hayat biçimi Rasulııllah 'in (s.a.v.) ashabına talim buyurup öğrettiği bir metod olup Peygamber İslam toplumunun bütün meselelerini bu hayatın esasına göre tanzim etmiştir. İşte bu meselelerden biri de kadının sosyal ha­yata katılması meselesidir: Bakınız Allah'ın Rasulü kadınlara hem diniyle birlikte firar ederek hicret etmelerini meşru kılmış hem namaz kılmak ve u-mumi toplantılarda hazır bulunmaları için -onlarla erkekler arasında herhan­gi bir perde bulunmaksızın- mescide gelmelerini, yaralı mücahidlere hasta bakıcılığı yapmalarını, boş vakit geçirip eğlenmelerini ve dini törenlere ge­lip hazır bulunmalarını meşru kılmış ve hem de kadınların hacc ibadetlerini eda etmelerini ve erkeklerle beraber bayram namazında toplanmalarını meş­ru kılmıştır. Yine onlar için erkeklerle karşılıklı olarak birbirlerine marufu emredip münkerden nehyetmelerini ve erkeklerden maruf olan birşeyi iste­melerini ve muruf olan birşeyi onlara takdim etmelerini ve dahi müslüman-ların imamına (İslam devlet başkanına) bey'at etmelerini meşru kılmıştır.

Kadının bu ve daha başka sahalara katılmasının delil ve tabloları bu ki­tabın beşinci kısmında daha önce arzedilmişti.

Ne kadar zor olursa olsun, müslümanın fitnelerle mücahede hususunda sabretmesi şer'i bir vazife (vecibe) olup. Rasulııllah (s.a.v.) bunu ashabına hem talim buyurup öğretmiş ve hem de onları bu hususta sabra teşvik etmiş­tir. Fitneler şiddetlenip de bu durum bazılarına ağır geldiği ve bu insanlar fit­neden kaçmaya teşebbüs ettikleri zaman Rasulullah (s.a.v.) onlara karşı çı­karak kendilerini fitne ile mücahede hususunda sabretmeye mecbur kılmış­tır. Peygamber (s.a.v.)'in fitne ile mücahededen kaçmak isteyenleri neh ye­den tavrını bazı kimselerin ergenlik halinin sıkıntılarına katlanmayarak erkeklik yumurtalarını çıkartıp hadımlaşma isteklerine karşı çıkıp onları böyle yapmaktan nehyettiği zaman görüyoruz. Nitekim Rasulullah (s.a.v.)'in böy­le yapmak isteyenleri nehyetmesi yukarıda geçmişti.

Şüphe yok ki, erkek olsun kadın olsun müslüman mücahede etmek (nefsi ve fitnelerle savaşmak) suretiyle elbette pekçok hayır kazanacaktır. Bir de bu nevi mücahedede hayatın fitnelerine karşı göğüs gerip onlara kat­lanma hususunda tecrübe ve cesaret kazanma sözkonusudur. Bu da daha şid­detli bir takım fitnelere karşı mukavemet etmek (direnip karşı koymak) ve imtihanı kaybetme korkusundan emin olmak için müslümanın iradesini kuvvetlendirecek şeylerden birisidir. Aynı sekide hayatın fitnelerinin sıkın­tısını çekerek onlara göğüs germevsi hayatı daha detaylı olarak anlama ve ha­yatın tabiatını daha engin bir idrakle kavrama imkânı sağlayacaktır. Bu imkân ise. müslümanın şahsiyyetinde bir denge sağlamaya yardım edecek­tir. Bunların hepsinin ötesinde bu durum fitne ve onun sıkıntılarıyla mücahe­de eden müslümana iki ayrı sevap kazandıracaktır. Bunlardan birisi fitne ile mücahedenin. ötekisi kadının sosyal hayata katılmasının sahih gayesinin se­vabıdır.[156]

Müslümanın kalb terbiyesi,fitnelerle mücahedenin esas dayanağıdır.

Rasulullah (s.a.v.) kadının erkeklerle yüzyüze gelmesi esnasında (meydana gelebilecek fitnelere karşı) mücahede prensibini vaz'edip onu fit­nenin üstesinden gelmesi en doğru ve en sağlam yolu olarak kabul ettiği gibi şüphe yok ki, mücahede esnasında kendisine dayanılacak ilk esası da vazet­miştir. İşte bu ilk esas müslüman erkekle müslüman kadının kalb terbiyesi ve ıslahıdır. -Ayetlerinin tamamı hususunda- Allah'ın kitabı, sadece kadınla karşılaşma ve onu görme esnasında değil, hayatın bütün merhaleleri husu­sunda müslümanın hareketlerinin üssü (dayanağı) olan bu kalbin bir terbiye­si, hir eğitimi ve bir hayra iletilmesinden ibarettir; Kur'an'ın ardından -bütün nasslarıyla- bu terbiye, bu ıslahı desteklemek, takviye etmek ve onun müc­mel (kapalı) kalan yönlerini daha geniş bir şekilde açıklamak üzere sünneti Nebevi gelir. Allah Teala'nın şu âyetlerini okuyup bir düşünelim:

"Gerçekten mü'minler kurtuluşa ermiştir: onlar ki, namazlarında hu­şu içindedirler, onlar ki .boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; onlar ki Zekât (vazifelerini) yerine getirirler; ve onlar ki iffet ve namuslarını korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerin­den dolayı da) onlar kınanacak değillerdir. Şu halde kim bunun ötesinde

Ebu Said el-Hudri (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiş: - Ben, Rasulullah (s.a.v.)'i:

"Sizden herhangi biriniz bir münker (Aklın ve şeriatın çirkin gördüğü bir kötülüğü) görürse onu hemen eliyle değişip düzeltsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirip düzeltsin, ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle de­ğiştirsin. Bu sonuncusu imanın en zayıfıdır"80 buyururken işittim.

Böylece (herkes kötülüklere karşı müteyakkiz olduğu zaman) müslü-man toplum muhitinde meydana gelecek olaylara karşı daima uyanık ve dik­katli olacak netice itibariyle gördüğü hayırlı işlere razı olup medhedecek, kötü şeylerden tiksinecek, gafili uyaracak ve cahili talim edip öğretecektir. Böylece daimi bir sosyal murakabe bir öğüt verme ve öğretim vasıtası, bir kötülükten menetme vesilesi, bir koruma amili (faktörü) ve bir kurtuluş tas­ması olacaktır. Bu murakabe fert ya da bir kısım ferdlerin kalbi zayıfladığı ve erkeklerle kadınların karşılanmasının fitneden arındırılması için vazedilen adab kurallarını uygulamaktan gafil olunduğu zaman devreye girecektir.

Rasulullah (s.a.v.)'in ve onun Ashab-ı Kiram'ının aşağıda sunacağımız bir kısım tavırları dikkatli bir toplumsal murakabenin örnek gösterilecek misalleri meyanındadır:

Abdullah ibn Abbas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- el-Fadl İbn Abbas, Rasulullah'ın redifi (yani hayvan üstünde Peygam-ber'in arka tarafına binmiş kimse) idi. Hasam kabilesinden genç bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e (fetva istemeğe) geldi. Bu sırada Fadl, kadına, kadın da Fadl'a bakmaya başladı. Peygamber de Fadl'ın yüzünü eliyle kadından başka tarafı çevirmeye koyuldu..."[157]

Havvat İbn Cübeyr (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"... Bir ara kıldan yapılmış çadırımın içinden çıktım. Bir de ne göreyim birtakım kadınlar oturmuş sohbet ediyorlar. Derken bu benim hoşuma gitti. Hemen çadırıma geri dönüp dolabımı açtım, içerisinden yeni ve güzel bir elbise çıkararak onu giyindim. Ve gelerek bu kadınlarla beraber oturdum. O sırada Rasulullah (s.a.v.) çıkageldi ve bana:

- Ey Ebu Adillah" diye bağırdı. Ben Rasulullah (s.a.v.)'i görünce kork­tum da aklım karıştı ne diyeceğimi bilemedim. (Havvat İbn Cübeyrdedi ki) Ben:

- Ya Rasulullah! Benim bir devem ürküp kaçmıştı. Onu bağlamak için istiyorum, dedim. Rasululuh da geçip gitti. Bundan sonra Rasulullah (s.a.v.) bu yolculuk sırasında bana yetişmemeye (yani arkamdan ulaşmamaya) baş­ladı ve yetişince de:

- Selam sana Ey Ebu Abdillah! Şu devenin ürküp kaçması işi nedir? diyordu. Derken ben kendi kendime:

- Vallahi, ben mutlaka Rasulullah (s.a.v.)'e mazeret beyan edip özür di­leyeceğim, dedim... Bunun üzerine:

(Ey Allah'ın Rasulü) Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben müslüman olakdan beri bu devem hiç ürküp kaçmamıştır, dedim. Ben böyle söyleyince Rasulullah (s.a.v.):

-  Allah sana rahmet eylesin! dedi ve bunu üç kez tekrarladı. Sonra meydana gelen işlerden hiçbiri için bu sözünü tekrarlamadı.[158]

- Sübey'a bintül-Haris (r.a.)'dan rivayete göre[159] şunları haber vermiştir:

"...Sübey'a (Beni Amir b. kabilesinden) Sa'd İbn Havle'nin nikâhın-daymış. Bu zat Bedir gazasına iştirak edenlerdenmiş. Bilahare karısı hamile iken veda haccında Sa'd vefat etmiş. Onun vefatından sonra çok geçmeden karısı doğurmuş. Nifasından temizlendiği zaman kendisini isteyecekler için giyinip kuşanmış. Derken yanına Beni Abdiddar kabilesinden Ebu's-Sena-bil b. Ba'kek isminde bir adam girerek, Sübey'a'ya:

- Acep seni neden giyinmiş-kuşanmiş görüyorum? Galiba evlenmek istiyorsun. Vallahi üzerinden dört ay ongun geçmedikçe sen evlenemezsin, demiş.[160]

deki şeyi giderir" buyururken işittim.[161]

Üçüncü derece: (Bu dereceye girenler): Gördüğü bir kadına bir veya birkaç defa bakıp da sonunda uyanan yahud başkaları tarafından uyarılan kimselerdir.

Abdullah İbnü Abbas (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Hakam kabilesinden genç bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e (fetva iste­meğe) geldi. Bu sırada FadI kadına, kadın da Fadl'a bakmaya başladı. Pey­gamber de Fadl'ın yüzünü (eliyle kadından) başka tarafa çevirmeye koyul­du...[162]

Dördüncü derece: (Bu dereceye sahiblenecekler ise): Küçük günah­lardan henangi bir şeye yaklaşıp sonra (Rabbîni ve günahını) düşünüp de tevbe ederek Rabine yönelen ve günahının keffaretini aramak için gelen kimselerdir.

- İbnü Mes'ud (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Bir adam yabancı bir kadından bir Öpücük aldı. Akabinde bu adam Ra-sulullah'a geldi, de yaptı öpme işini O'na zikretti. Hemen tümeakiben Rasu-lullah'a şu âyet indirildi:

"Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü hasenatlar (iyilik ve güzellikler) kötülükleri (günahları) gide­rir..."[163]

Beşinci derece: (Bu derecede bulunanlar): Zina yolunda koşan ve ke­sin karar esnasında uyarılıp da Allah korkusuyla geri çekilen kimselerdir.

Abdullah İbnü Ömer (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Ben Rasu­lullah (s.a.v.)'den işittim şöyle diyordu:

"Sizden evvelki milletlerden üç kişilik bir cemaat setere gittiler; niha­yet gecelemek için dağda bir mağaraya sığındılar. Mağaraya girdiklerinde dağdan bir kaya parçası aşağıya düştü ve bunların üzerine mağarayı kapadı. Bunlar kendi kendilerine:

Şu muhakkak ki. sizleri bu kayadan, amellerinizin iyisi ile Allah'a dua etmenizden başka hiçbirşey kurtarmaz dediler.

(Bunun üzerine onlardan biri şu duayı söyledi)... Peygamber (s.a.v.) devamla buyurdu ki: Bu defa da bir başkası:

- Ey Allah'ım! Benim amcamın bir kızı vardı. O gözümde insanların en sevgilisi idi. Ben ouun nefsinden murad almak istedim, fakat o benden ko­rundu, nihayet ona yıllardan bir kıtlık yılı erişti. Derken amcamın kızı bana gelip (ihtiyacını söyledi). Ben de ona, benimle kendisi arasındaki engelleri kaldırması şartıyla yüzyirmi dinar verdim. O, va'dini yaptı, nihayet ben onun ismeti üzerine çıkmağa kaadir olduğum zaman o bana: (Yaratıcı kudretin bu bekarlık) mührünü senin, nikâh hakkıyla olmak müstesna, hiçbir sebeple aç­manı helal etmem, dedi. Artık ben de onun üzerine düşme (tecavüz etme) gü­nahından çekindim de, insanların bana en sevgili olan kızın yanından ayrıl­dım. Ve ona verdiğim altınları da bıraktım.

- Ey Allah'ım! Eğer ben bu günahtan yalnız senin rızan ve sevgini ka­zanmak için çekindiysem, içinde kapandığımız şu kayadın bizi kurtar! diye dua etti.

(Bunun üzerine kaya biraz daha açıldı...[164]

Altıncı derece: Zinaya düştükten sonra tevbe ederek müstahak olduk­ları haddin tatbik edilmesini taleb edenlerin dereceleridir.

- Abdullah İbnü Büreyde (r.a.)'ın babasından naklen rivayetine göre şöle demiştir:

"... Bilahare Gamid'li kadın gelerek:

- Ya Rasulallah! Ben zina ettim. Şimdi beni temizle! demiş...[165]Yedinci derece: (Bu dereceye haiz olanlar): Zina işledikten sonramiş- öyle bir tevbe etti ki, o tevbeyi Medine halkı yapsaydı onların hepsinden kabul olunurdu, buyurdular.[166]

Dokuzuncu derece: Şeytanın, zinayı alışkanlık haline getirmiş kişiye yaptıklarını hoş gösterdiği, gafil olmakla birlikte, kalbindeki merhamet duy­gusu büsbütün kaybolmamış. Allah'ın mağfiret ettiği kimselerdir.

Ebu Hureyre (r.a.)'dan rivayete göre şöyle haber vermiştir:

Rasulullah (s.a.v.): "Bir defa bir köpek bir kuyusunun etrafında dolaşıp duruyordu. Nerdeyse susuzluktan ölecekti. Aniden onu Beni İsrail fahişele­rinden bir fahişe gördü. Hemen çarığını çıkararak onunla kuyudan köpeğe su çekti ve hayvanı suladı."[167] (Diğer bir rivayete göre: Kadın hemen ayağından ediğini çıkarmış ve onu yaşmağı ile sıkıca bağlayarak (kuyuya sarkıtmış) ve kuyudan bu köpek için su çıkarmış. Bu yaptığı sulama sebebiyle o fahişe kadın mağfiret olunmuştur" buyurdular.

Fahişe bir kadın, bir köpek sebebiyle affedilince Allah'ın mağfiretinin yegane vesilesi olan tevbe nerede kalır. (Yani tevbe sebebiyle haydi haydi affolunur). Şüphesiz Rasulullah (s.a.v.) müslüman bir kulun, kendileriyle, işlemiş olduğu günahları silip yok edeceği müteaddid vasıtalar beyan etmiş­tir. Bu vasıtalardan bazıları şunlardır:

Abdesî almak: Rasulullah (s.a.v.): "Müslim yahud mü'min bir kul, ab-dest alır da yüzünü yıkarsa, gözleri ile yüzünden çıkar" buyurmuştur.[168]

Namaz kılmak: Rasulullah (s.a.v.) "Re'yinizi söyler misiniz: Birinizin kapısının önünde bir akarsu bulunsa, (ev sahibi) her günde beş defa onun içinde yıkansa ne dersiniz? Bu yıkanma, onun kirinden birşey bırakır mı? Ashab 'hayır' dedi. Rasulullah: "Beş vakit namaz da işte bunun gibidir. On­larla Allah Teala günahları siler, mahveder" buyurdular.[169]

Oruç tutmak: "Her kim Ramazan orucunu inanarak ve mükafaatını an­cak Allah'tan umarak tutarsa, onun geçmiş günahları mağfiret olunur" bu­yurmuştur."[170]

Sadaka vermek, marufu emredip münkerden nehyetmek: Huzeyfe (r.a)'den rivayete göre Rasulullah (s.a.v.):

"İnsanın ailesi, çocukları ve komşusu yüzünden uğradığı fitney, namaz kılmak, sadaka vermek, iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek örter" buyurmuştur.[171]

Yoldan eziyet veren şeyleri gidermek: Rasulullah (s.a.v.): "Bir defa bir adam yolda yürürken yol üzerinde bir diken bularak onu aldı. Allah ondan hoşnut oldu ve onu affetti.[172]

Müslümana isabet eden musibetler: Peygamber (s.a.v.):

"Müslümana. vücuduna batacak bir dikene varıncaya kadar, yorgun­luk, hastalık, gelecekten kederlenme, geçmişten hüzünlenme, başkaların­dan gelen eza ve iç sıkıntısı isabet ederse, Allah muhakkak bu musibetleri se­bebiyle o müslümanın günahlarından bir kısmını keffaretleyip örter" buyur­un muştur.[173]

- Nasslann ısrarla mağfirete hamledilmesi, bu sebeble de bazılarının bundan masiyetler meselesini küçümseme ve önemsememe manasını anla­masının bir neticesi olarak vehme düşülmesi ihtimalinden sakınıp korun­mak için Allah'ın dininin metin (sabit) ve onun nasslarının. bütünü itibariyle emsalsiz bir vahdeti (birlik) temsil ettiği hususunu kuvvetle vurgulamanın zaruri olduğu görüşündeyiz.

Her ne kadar biz buraya değin, Allah'ın rahmeti ve onun mağfireti etra­fında birçok nass arzetmiş olsak da diğer taraftan Allah'ın azabının, ceza ve intikam (öç almasının) şiddetli olduğu hususunda da başka pekçok nass mevcuttur.

Allah Teala buyuruyor ki:

"... Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir." (Maide, 2).

"... Peygambersize neyi verdiyse, onu alın. Size neyi verdiyse, onu alın. Size neyi yasaklaıiıysa ondan da sakının. Allah'tan korkar; çünkü Allah'ın azabı çetindir ." (Ast. 7).

"... Kim bu suçu tekrar işlerse. Allah da ondan intikam alır. Allah daima güçlüdür (galibdir). inlikam sahibidir."

Şu halde Allah'ın azabından korkma duygusu ile Allah'ın rahmetini ümid etme (Beyne'1-havf ve'r-reca) duygusu arasında daimi bir denge kur­mak gerekmektedir. Nitekim Allah Teala: "Çok bağışlayıcı ve çok merha­metli olduğu gibi aynı şekilde o 'cezası çetin olan'dır. da." Allah Teala bu hu­susta da şöyle buyurmaktadır:

"Ey Muhammed. Kullanma haber ver: İşte ben böyle bağışlayan, öyle esirgeyen (merhamet edentİm. Fakat benim azabım da çok acı bir azabdır" (Hicr. 49-50).

Buna göre rahmet ve mağfiret naslarmdan elde edilen eşsiz hikmet, Al­lah'ın rahmetiden ümit kesilmesini reddeden işte bu ebedi Kur'anî nidadan ibarettir. Zira isyan içinde olan asi bir insan, Allah'ın rahmetinden ye'se düş­tüğü zaman, günah isyanına ve fiskü fücuruna devam etmekten başka bir ça­re bulamayacak bu sebeple de şeytan (aleyhillane) onu istila altına alacaktır. (Halbuki) Allah Teala:

"(Ey Muhammed! Tarafımdan onlara) de ki: 'Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümil kesmeyin. Allah bülün günahları bağışlar. Çünkü o. çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Zümcr. 53). [174]

 

Fitneye Vasıta Olan Yolu Kapatma Hususunda Şeriatın Orta Yolu Tutmasının Önemli Delaletleri

 

Fitneye vasıta olan yolu kapatma hususunda orta yolun tutulması ve bunun, kolaylık göstermenin ehemmiyyetine delalet (işaret) etmesi;

Şüphe yok ki, kolaylık gösterme, kaidesi, şeriatın kaidelerinden muh­kem bir kaidedir. Çünkü Allah Teala:

"... Allah sizin için kolaylık isler, güçlük islemez." (Bakara. 185). ve:

"... O. sizi seçti ve dinde size bir güçlük yaratmadı (yüklemedi sizin dininizi de} babanız İbrahim'in dini (gibi geniş kapsamlı, yaptı, daraltmadı)" (Hacc, 78).

buyururken. Rasulullah (s.a.v.) de: "Kolaylaşırınız zorlaştirmaymız..."[175]

buyurmaktadır. Aişe (r.a.)'dan rivayete göre: "Rasulullah (s.a.v.) dünya işle rinden biri diğerinden daha kolay olan) iki şey arasında muhayyer bırakıld mı, (günah olmamak şartıyla) onların en kolay olanını seçerdi"[176] diye ha ber vermiştir.

Fikri kaide ise "Meşakkat teysiri celbeder" demektedir. Mubah dairesi nin genişlemesi her türlü işlerinde insanlara kolaylık gösterilmesini sağlar ken. bu dairenin daraltılması insanlara güçlük (meşakkat) verecek ve işlerin yürütme bakımından onları meşakkate sevkedecektir. Aynı şekilde şeriatır takib ettiği yöntemden de anlaşıldığı gibi fitneye giden yolun kapatılmas sedd-i zerai hususunda orta yolu tutulması mubah dairesini mevcud olar genişlik hali üzere muhafaza edecek ve istisnai haller dışında bu daireyi da­raltmayacak; bundan dolayı da, Allah'ın meşru kılmış olduğu kolaylaştırma yeterince mümkün olacaktır. Fakat (seddüzzerai kendisinin uygulamasın­daki) aşırılık mubah dairesinin şiddetli bir şekilde daraltılmasına yol açacak bu durumda da herşeyi yerli yerince sağlam ve güzel bir şekilde vazeden şa-ri'nin meşru kabul ettiği mubahlardan bir çoğu haram kılınmış olacaktır.

Seddüzzerai fitneye vasıta olan yolu kapatma hususunda orta yolun tu­tulması ve bunun, müsliimanın beraatının (suçsuzluğunun) aslolduğuna delalet etmesi:

Müslümanın beraati demek, onun fıtratı (yaratılıştaki temiz ve hatalar­dan salım olma hali)nin istikamet üzere olması demektir. İşte bu istikameı (doğruluk) mü'minlerin şer'i emir ve yasaklarla mükellef tutulmalarına yegane illeti (sebebi )dir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:

"... Andolsun ki. biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağı ların aşağısına çevirdik. Fakat inanıp salih ameller İşleyenler müstesna, onlaı için eksilmeyen devamlı bir eeir (mükâfat) vardır." (Tiyn, 4-6).

"Gerçekten insan hırslı (ve huysuz) yaratılmıştır. Kendisine bir fena lık dokunduğunda sızlanır, feryad eder; iyilik dokunduğunda ise. pinti kesiliı (yoksullara yardım etmez). Aneak namaz kılanlar bunun dışındadır. Onlaı ki, namazlarını sürekli kılarlar. (İhmal göstermezler)" (Mearic. 19-22).

O halde namazlarını aksatmadan devamlı olarak kılan mü'minler, ahse-ni takvim üzere bulunmakta; emir ve yasaklara uymaları bakımından istikamet sahibi ve onun itimadına sayan ve de Allah'a karşı takva ehli olmakta­dırlar. Her şeyinde hikmet sahibi olan şari'nin namazlarım devamlı olarak kılan mü'minlerin istikamet üzere bulunduklarına ve zimmetlerinin beraati-ne (suçsuzluğuna) -ki bu beraet bazı hallerde haliyle zayıf olanlarının bulu­nabileceğine ortadan kaldırmaz- hükmettiğini teyid eden hususlardan biri de onun, cihada katılmasında, olduğu gibi. kadının, sosyal hayata katılma şe­killerinden bir çoğunu meşru olarak kabul etmesidir. Kadının cihada katıl­ması ister susuzlara su içirmek, ister yaralıları tedavi etmek, isterse hastaları (hastaneye) taşımak suretiyle olsun müsavidir. Bu işlerin hepsi ve de onun gerekli kıldığı kadın-erkek karışımı bazen fitneye bir kapı aralayabilir. Fa­kat sari kadın olsun erkek olsun müslümanların beratine güvenerek üstelik de müslüman askerlerin bu nevi hizmetlere ihyitacına bakarak kadının ciha­da katılmasını meşrukabul etmiştir.

Aynı şekilde sari. bir kimsenin -Allah yolunda savaşçı olarak gazaya çıkan- kardeşine ailesi hakkında hayırla halef olup onun yerini tutmasını meşru kabul etmiş hatta dahası buna teşvik etmiştir. Nitekim Zeyd İbn Halid (r.a.)'dan rivayete göre Rasulullah (s.a.v.):

- Her kim Allah yolunda gaza eden bir askerin (gerideki işlerini gör­mekte) hayırla onun yerini tutarsa (ve Müslim'in rivayetine göre ailesi hak­kında hayırla onun yerini tutarsa) muhakkak ki o da gaza etmiş olur, buyur­muştur. [177]

İlmen sabittir ki, insanların adetine uygun olarak bu hilafetin (yani bir kişinin Allah yolunda gaza eden bir askerin ailesi hakkında ona hayırla halef olup onun yerini tutmasının) peşinden, erkeğin, kocası evde olmayan bir ka­dınla bir araya gelmesi gelecek ve bazan da bu gaybet (yani kocanın evde ol­maması hali) uzun müddet devam edecektir. Bundan ise büyük bir ölçüde fitne ihtimali sozkonusudur. Fakat herşeyde hikmet sahibi oian sari bu hila­feti meşru kabul etmiş; ve bir taraftan müslüman erkeğe ve onun mürüvveti­ne (insaniyetine) itimad ederek diğer taraftan kadının ihtiyaçlarının eksiksiz olarak giderilmesine karşı aşırı düşkünlük gösterecek ve üçüncü bir yönden de İslam cemaatinin ruhunu terbiye ve yardımlaşma duygularını geliştirmek için buna teşvik etmiştir. Bu gibi mevzularda müslümanların mürüvvetine olan itimadın daha fazla olması sebebiyle, hıyanet halinde verilecek ceza da daha büyüktür. Gerçekten Rasulullah (s.a.v.), Allah yolunda cihad ederek savaşan bir askere ailesi hakkında hiyanet etmenin karşılığını, bu suçun alçaklığım ve bu ihanete karşılık verilecek cezanın azametini beyan ederek şöyle buyurmuştur:

"Mücahidlerin kadınlarının, (evlerinde) oturan erkeklere hürmeti (ha-ramlığı). annelerinin hürmeti gibidir. (Evinde) oturanlardan bir erkek, mü-cahidlerden bir adama ailesi hususunda halef olur da onlar hakkında kendisi­ne hıyanet ederse, kıyamet gününde durdurulur da, hiyanete uğrayan (gazi) kimse onun amelinden dilediği kadarını alır. Ne zannediyordunuz!"[178]

Fitneye vasıta olan yolu kapatma hususunda orta yolun tutulması, müs-lümanın beraeti (yani aleyhine delil sabit olmadıkça masumluğu) hususunda güven ve itimada delalet ettiğine göre, o zaman bu hususta aşırılık gösteril­mesinde bu beraetin nefyedilmesi ve sanki müslümanlar karşılaştıktan her kadınla zina edeceklermiş gibi onlara karşı sıı-i zanda bulunma vardır. Hal­buki Allah Teala bize. müslüman toplumuna itimad edip güvenmemezi ve bu toplum hakkında hüsnü zanda bulunmamızı talim ediyor. (Bkz. îfk hadi­sesi hakkında Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Erkek mü'minlerle kadın mü'minlerin, bu iftirayı işittikleri zaman, kendi viccLuıhırı ile hüsnü zanda bulunup da, "bu apaçık bir iftiradır' demeleri gerekmez miydi?" (Nur. 12).

Fitneye vasıta olan yolun kapatılması hususunda orta yolun tutulması ve bunun mubahın mevkiine delaleti:

Daha önce gördüğümüz gibi, fitneye fasıta olan yolu kapatma hussunda şarininorta yolu tutması mubahın şeriattaki mevkiine apaçık şekilde delalet eder. Çünkü şeriat sadece farzlar ve haramlarla ayakta duramaz. Bilakis bir müslümanın farzları işlemeye haramlardan kaçınmaya devam etmesinin ya­ni sıra -mubah olan hususlar dairesinde- ki bu daire geniş bir dairedir- işinde bir serbestlik içerisinde olması lazımdır. Bundan dolayı bu üç dairenin Al­lah'ın meşru kıldığı şekilde muhafaza edilmesi zorunludur.

Vacip (farz)ların tamamı müsbet, olumlu amellerdir. Olumlu bir amel -zor bile olsa- insana ve hayata yeni bir şey kazandırır, bu da müsbet olması açısından bazan keşif ve icad derecesine ulaşır. Bu durumda müsbet olması açısından bazen keşif ve icad derecesine ulaşır. Bu durumda farzların tamamı hem insan hem de hayat için bir kazanç vasıtasıdır. Bu kazancın derecesi ise o husustaki Allah'a karşı ihlas ve samimiyetin ve amellerdeki ihsanın de­recesine göredir. Ancak insanlar arasında bir kuvvetli bir de zayıf bulundu­ğundan Allah Teala farzlar hususunda şöyle buyurmuştur:

"Allah, hiçbir kimseye gücünün üstünde birşey teklif etmez." (Baka­ra, 286).

Haram kılan şeyler, ise hayatı bozup ifsad eden bir kısım çirkin (ve pis) şeylerdir. Nitekim Allah teala haram olan şeylerin mahiyetine işaret ederek:

"Peygamber onlara çirkin şeyleri haram kılar..." (Araf, 157).

buyurmaktadır. Haram olan şeyler mahdud ve sayılı şeylerdir. Rasulullah (s.a.v.) "Dikkat ediniz! Allah'ın yeryüzündeki koruluğu da haram kıldığı şeylerdir" derken doğru söylemiştir. Demek ki Allah'ın arzı çok geniş oldu­ğu halde ondan haram kılınan miktar da ve mahdud (sınırlı) bir parçadır. Farzların işlenmesinde insan için bir kazanç sözkonusu olup insan onlardan dolay ı hergün yeni bir şey kazanıyorsa, o zaman haramlardan kaçınmasında da aynı şekilde bir kazanç var demektir. Bu kazanç da insanın daimi ve sü­rekli yenileşen bir temizlik kesbetmesidir.

Mubah kılınan şeylere gelince; bunlar dünya hayatının temiz ve güzel şeyleridir. Allah Teala mubah olan şeylerin mahiyetine işaret ederek:

"Peygamber onlara temiz ve güzel şeyleri mubah kılar." {Araf. 157).

buyurmaktadır. O halde temiz ve güzel olan şeylerin tamamı helaldir. Hal­buki temiz ve güzel olan şeyler ne kadar da çok ve boldur. Bu ise insanın temiz ve güzel olan şeylere nisbetle geniş bir hürriyet içerisinde olması ve bizim Allah'ın genişlik ihsan ettiği şeyleri insana kısıtlamamazın caiz olma­ması demektir. Ancak kimi zamanlarda temiz olan şeylere arız olan çirkin şeylerin sınırlanması bundan müstesnadır.

Mesela cinsel ilişki .evlilik yoluyla temiz ve güzel şeylerdendir. Halbu­ki bu, zina yoluyla (evlilik müessesini, kadını ve cinsi arzulan) su-i istimal etmektedir. Üzüm ve hurma şırası temiz ve güzel şeylerdendir. Fakat şarap bozulmuş pis bir şeydir. Keza malı, çalışmak ve ticaret yapmak suretiyle artırmak temiz şeylerdendir. Fakat faiz alıp vererek artırmak zorla almaktır. Aşağıdaki âyetleri okuyup gereği gibi düşünelim. Zira hepsi de helali haram kılmanın sakıncasına işaret etmektedir.

Allah Teala tarafından yasağın arttırılması, sadece zulme karşılık olarak verilen bir cezadır.

Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

"Yahudilerin yaptıkları zulümden, çok kimseyi Allah yolundan çe­virme Icrindendo I ayı kendilerine helal kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara yasakladık. Meneclildikleri halde faiz olmalarından ve haksız yere insanların mallarını yemelerinden ölürü (böyle yaptık). İçlerinden inkar edenlere de acı birazab hazırladık." (Nisa, 160-161).

Allah Teala helal olan bir şeyi haram kılmaktan şiddetle nehyetmiştir:

Allah Teala bu hususta şöyle buyuruyor:

"Bilgisizlik yüzünden beyinsize, çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a İftira ederek haram kılanlar muhakkak ki ziyana uğradılar, saptılar; yola gelecek de değiller." (En'am. 140).

"De ki: 'Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rıztkları kim haram elti?' De ki: 'O dünya hayatında inananlarındır, kıyamet gününde yalnız onlarındır.' İşle biz, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz." (A'raf,32).

"Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı güzel ve temiz şeyleri haram etmeyin, haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi (sanın) aşanları sevmez." (Maide. 87).

"Ey Peygamber niçin. Allah'ın sana helal kıldığı şeyi. eşlerinin, halın için (kendine) haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayan çok esirgeyendir" buyurmakladır. (Tahrim. 1).

Helali haram kılmak şirkin arkadaşıdır. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

"(Allah'a) ortak koşanlar diyecekler ki: 'Allah isteseydi ne biz ne de babalarımız ortak koşmazdık, hiç bir şeyi de haram kılmazdık" Onlardan önce yalanlayanlar da Öyle demişlerdi de nihayet azabımızı tatmışlardı. De ki yanınızda bize çıkarıp göstereceğiniz bir bilgi var mı? Siz sadece zanna yuyorsunuz ve sadece saçmalıyorsunuz." (En'am, 148),

"Ortak koşunlar elediler ki: 'Allah dileseydi ne biz, ne de babalanınız ondan başkasına ibadet ederdik. Onun emri olmadan hiç bir şeyi de haram kılmazdık' onlardan öncekiler de böyle demişlerdi. Peygamberin üzerine açık-seçik tebliğden başka bir şey var mı?" f Nalıl. 35).

Helali haram saymak, haramı helal kılmak, Allah'ın şeriatına karşı haddi aşma hususunda eşittirler;

Ailah Teala şöyle buyurmuştur:

"De ki: 'Gördünüz mü. Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını haram ve bir kısmını helal yapımız' De ki: 'Allah mı size böyle izin verdi, yoksa siz Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" (Yunus. 59).

"Dillerinizin yalan olarak vasleiliği şeyler hakkında 'bu helaldi]-, bu da haramdır' demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olunsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler" (NahI, 116).

Şüphesiz helalin haram kılınmasında Allah'ın şeriatına karşı büyük bir hata söz konusunudr. Zira bu haram kılma daha ziyade Allah'a yaklaşma ve Allah'ın sevabını kazanmayı arzu etmek yahud takva ve şüphelerden uzak­laşma veyahut fitneye giden yolun kapatılması ve fitneden emin olunması iddiaları gibi pekçokbatıl iddialarla karıştırılmaktadır. Halbuki Rasulullah (s.a.v.) Allah'ın helal kıldığı şeylerden kaçınmak suretiyle daha ziyade se­vap arzulama iddiasını en şiddetli bir biçimde kınayarak reddetmiştir. Pey­gamber (s.a.v.Vin ibadetini azımsayan bu sebeple de Rasulullah'ın "Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse artık o kimse benden değildir" buyurarak kendilerini azarlayıp nehyettiği üç kişinin hadisini yukarıda görmüştük. Ay­nı şekilde yukarıda gördüğümüz gibi Rasulullah (s.a.v.) "Bazı cemaatlere ne oluyor ki, benim yapmakta olduğum birşeyi yapmaktan çekiniyorlar?" bu­yurarak (helali terkederek) takva iddiasında bulunulması en şiddetli bir şe­kilde reddetmiştir. Bunun için İmam Şevkani: "Helalin terkinde takva yok­tur"[179] demiştir. Ne var ki, bazı insanlar -kimi zamanlar- Rasulullah'ın "He­lal belli haram da bellidir. İkisi arasında (helal mi haram mı olduğu belli ol­mayan bir takım) şüpheli şeyler vardır ki. çok kimseler bunları bilmezler. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa, ırzını da dinini de tertemiz tutmuş olur..." hadisini karıştırıyorlar.[180]

(Evet) bazı kimseler bunun içinde onlara göre şüpheli şeylerin dairesi (daha da) genişliyor ve şeriatın sahasından tamamen uzaklaşıncaya kadar mubahlardan bir çoğunu yutuyor. Bu hadis "İkisi arasında (helal mi vardırki, çoğu kimseler bunları bilmezler..." buyurmasına rağmen bu durum böyle olmaktadır. Yani şüpheli şeylerin hükmü insanlardan çok azı tarafından an­laşılmaktadır ki, bu az olanlar da alimlerdir. Bu ise şüpheli şeylerin herhangi bir vakitte çoğu kimselere karışık geleceği ve karışık geldiği zaman da onla­rın bu şüphelerden kaçınmalarının elzem olduğu anlamına gelir. Fakat aynı şekilde onların ilim sahiplerine müracet etmeleri ve onlardan bu meselenin hükmünü araştırmaları ve şüpheyi ortadan kaldırmaları gerekir. Zira şüpheli şeylere nazaran bir meselenin hükmü ya helal ya da haram dairesine girer.

Fitneye vasıta olan yolun kapatılması ve fitneden emin olunması şek­lindeki üçüncü iddiaya gelince; bu iddianın kendisindeki batıl; bunun fitne­ye vasıta olan kapatılması kaidesinin doğru bir şekilde tatbikinin garanti altı­na alınması için usul ulemasının meşru kabul ettiği şartların dışına çıkmış ol­masıdır. Zira usul uleması mubah olan birşeyin haram kılınması için onun muhakkak bir mefsedete yahut vuku bulma ihtimali galib olan bir mefsedete sebebiyet verici olmasını şart koşmuşlardır. Fakat bazıları velev ki nadiren bile olsa, herhangi bir meşietin vukubulmasına yolaçtağı zaman mubah işlenmesine terettüp edecek mefsedet ve maslahatın derecesini düşünüp onlardan en üstün olanını tercih etmeksizin (kesin olarak mubahın işlenme­sini) hayırsız sayar ve onu yapmaktansa ölümün ve büyük müsibeterin başlarına gelmesini isterler.

Muhakkak ki, şer'i mubah olan şeyi, ona karşı helalin aşılmasından ve hükmünün mübahlıktan hürmete (harama) yahud mekruhluğu çevrilmesin­den muhafaza etmeye aşırı özen göstermektedir. Çünkü mubah olan şeyi (aslı üzere) muhafaza etmek bir taraftan Allah'ın insana ihsan etmiş olduğu hürriyeti muhafaza, diğer taraftan da Allah'ın şeriatını hatadan tenzih ve insanları ona teşvik eder. Bunların hepsinde ise Allah'a itaat ve insanların bölük bölük Alkolün dinine girmeleri için onun dinine davet söz konusudur. Bunun tam karşı tarafında ise. bir taraftan insanın hürriyetine kelepçe vur­mak bir taraftan da Allah'ın şeriatını teşviş etmek ve insanları ondan korku­tup ürkütmek için Allah'ın helal kıldığı şeylerin haram kılınması hususunda haddi aşma aynı zamanda bunların hepsin de de Allah'a isyan ve Allah'ın di­ninden alıkoyma söz konusu olduğunu görüyoruz.

Doğrusu İslam, dosdoğru olan Allah'ın dinini, insanın taşkınlık ve zor­balığını, mutedil akıl sahiplerini dinden uzaklaştıran teşvişlerinden kurtar­mak için gelmiştir. Bunun için de Allah'ın şeriatı insanı, hayatın temiz ve gü­zel şeylerini haram kılma zincirlerinden kurtarmaya çalışmıştır.

Çünkü bu şekilde bir haram kılma Allah'ın rahmetini insanlardan uzak­laştırma ve; velev ki hile yollarından birisiyle dahi olsa, insanlardan bu zin­cirlerin bir kısmını hafifletmek arzusuyla onları kâhinlerin ve ilim ve din id­diasında bulunan kahin misali insanların pençesine düşürmek anlamına ge­lir:

Özetle haram kılma hususunda haddi aşmak (insanları) sapıtmak ve Al­lah'a isyan etmek için ezeli ve şeytani bir hiledir. Halbuki haddi aşmaktan sakınmak ve mubah olan şeyi, haram kılınmasından korumak dosdoğru yo­lun ve Allah'a itaatin ta kendisidir. Bunun için İslam şeriatı, en önemlilerini aşağıdaki şekilde sunacağımız vacibler mecmuasıyla mubahın ihata edilme­sine son derece itina göstermiştir:

Birinci vacib: Müslümanın, şeriatın mubahı beyan ettiğine itikad et­mesi.

Allah Teala bu hususa işaretle şöyle buyuruyor:

"O Peygamber, onlara temiz (ve güzel) şeyleri helal, çirkin (ve pis) şeyleri haram kılar..." (A'raf, 157).

Rasulullah (s.a.v.) ise şöyle buyurur:

"Helal Allah'ın kitabında helal kıldığı, haram da Allah'ın kitabında ha­ram kıldığı şeylerdir. Allah'ın sükût ederek kendisinden hiç bahsetmediği şeye gelince, o Allah'ın afvetmiş olduğu şeylerdendir."[181]

Şüphesiz bazı usulü fıkıh alimleri, Sarinin mubah beyan ettiğine itikad edilmesinin vacib olması yönünden mubahı, seri tekliflerden biri olarak ka­bul ederler. Binaenaleyh Üstad Ebu ishak el-İsferayini: Mubah kılındığına itikadın vacib olması sebebiyle mubahı, seri bir teklif olarak kabul eder.[182]

Gazâlî'ye gelince o da şöyle der: Eğer öyleyse mubah teklifi hükme dahil olur mu? Ve Mubah şer'i tekliflerden birisi midir? Diye sorulacak olur­sa biz deriz ki: Şayet teklif, kendesinden bir külfet bulunan şeyin taleb edil­mesinden ibaret ise. o zaman bu külfet mubah hakkında söz konusu değildir. Şayet, şeriat yönünden tarif edilen şeyin mutlak olarak zikredilip hakkında izin verilmesi kastediliyorsa o zaman mubah bir tekliftir. Eğer teklif edilen şeyin, şeriat cihetinden teklif edildiğine itikad edilmesi kastediliyorsa bu takdirde bu teklifle, mübahlığın kendisi değil bilakis imanın aslı teklif edil­miş olur.[183]

İkinci vacib: Mubah olan şeyin insanlara hem söz hem de fiille açıklan­ması ve onun haram veya mekruhla karıştırılmasından menedilmesi:

Muhammed İbnü'î-Münkedir (r.a.)'den rivayete göre şöyle demiştir:

"Cabir. elbiseleri, elbise sehbası üzerine konulmuş olduğu halde, bir tek izarını boynunun gerisine bağlamış olarak namaz kıldı. Bir kimse ona:

- Bir tek ilbesi (izar) içinde mi namaz kılıyorsun? dedi Cabir de:

Bunu ancak senin gibi bir ahmak kimsenin beni görmesi için yaptım (Bir rivayette ise[184]: Sizin gibi cahillerin beni (bu şekilde) namaz kılarken görmelerini arzu ettim) Peygamber zamanında bizim hangimizin iki tane elbisesi (izan) vardı? dedi."[185]

Hafız İbn Hacer der ki: (Cabir'in yapmış olduğu şeyden kastı, her ne kadar iki parça izar (elbise) içerisinde namaz kılmak dan aefdal ise de, bir tek elbise içinde namaz kılmanın caiz olduğunu beyan etmektir. Güya o şöyle demek istemiştir: Bunu, bu şekilde namaz kılmanın caiz olduğunu beyan etmek için kasten böyle yaptım. Ta ki. ya cahil olan kimse işin başında bana iktida eylesin ya da bana karşı çıksın, ben de ona böylece namaz kılmanın caiz olduğunu öğreteyim..."[186]

- Nezzak İbn Sebre'den rivayet edildiğine göre o, Ali (r.a.)'dan şöyle takdir ediyordu. Ali (r.a.) öğle namazını kıldırdı. Sonra insanların hacetleri için Küfe mescidinin geniş yerinde ikindi namazı vakti gelinceye kadar otur­du. Sonra kendisine su getirildi. Ondan içti. yüzünü ve ellerini yıkadı. Ravı başını ve ayaklarını da zikretti. Abdest aldıktan sonra ayağa kalktı, artan su­yu da ayakta dikilerek içti. Sonra:

- Şüphesiz bir takım insanlar, ayakta dikilirken su içmeyi kerih görür­ler. Muhakkak ki. Peygamber (s.a.v.) şu benim yaptığımın benzerini yaptı, dedi.[187]

Hafız İbn Hacer şöyle der: Ali hadisindeki faide(li hükümlerden birisi de şudur: Alim'e düşen kendisi onun caiz olduğunu bilip dururken insanların birşeyden kaçındıklarını gördüğü zaman iş uzayıp da haram kılındığının zannedilmesinden korkarak o husustaki doğru olan hükmü açıklamasıdır. Yine Alim bir kimsenin, böyle olmasından endişe ettiği zaman, şahsına so-rulmasa dahi, hükmü bildirme hususunda acele davranması gerekir. Eğer sorulursa bununla mesele kuvvet kazanmış olur."[188]

Şer'i hükümleri önce sözle sonra sözü tekid etmek için fiille beyân et­menin zaruriliği hususunda Şatıbi'nin nefis bir açıklaması vardır. Hükümle­rin böyle önce sözle, ardından fiille beyan edilmesinin zaruriliği, insanların hükümleri birbirine karıştırmaması içindir. Bu hususta farzla karıştırılma­ması için mendub'un beyan edilmesi ile haramla karıştırılmaması için mek­ruhun beyan edilmesi ve mendub veya mekruhla karıştırılmaması için mu­bahın beyan edilmesi arasında hiçbir fark yoktur. Böylece ziyade ve noksan-laştırılma olmadan Allah'ın şeriatı yegane hüküm olmaya devam edecektir.

Şatıbi şöyle der: Velhasıl fiiller sözlerle birleştiği zaman iktida etme ve beyan etme hususunda tek başına sözlerden daha kuvvetlidir. Binaenaleyh sözlerle fiillerin birleşmesinin hakikatte iktida makamında bulunan kimse için dikkate alınması daha ziyade lazımdır. Hatta denilebilir ki: Kendisi ikti­da makamında bulunan kimselerin her biri hakkında bu husus muteber olun­ca, onun söz ve fiillerinin araştırılıp incelenmesi de müktedi üzerine farz olur. Bu hususta vacip olanla mendub yahud mubah .yahud mekruh yahud da haram olan söz ve fiilleri arasında hiçbir fark yoktur. Zira muktedi açısından onun söz ve fiilleri hususunda iki durum sözkonusudur.

Birinci durum muktedinin mükelleflerden biri olması cihetindendir. Zira bu cihetten onun hakkındaki durum (farz, mendub, haram mekruh ve mubah gibi) beş ayrı hükme tealluk eder. İkinci durum iktida makamında bulunan kimsenin söz, fiil ve ahvalinin, Allah Azze ve Celie'nin meşru kıldı­ğı şeylerin beyan ve açıklaması olması cihetindendir. İktida makamında bu­lunan zat bu makama tayin edildiği zaman onun hakkındaki sözlerin tama-mıyle. fiiller ya farz ya da haram olur. Ve bunların bir üçüncüsü olmaz. Zira iktida makamında bulunan kimse bu cihetten bir beyan edici (Mübeyyin)dir. Beyan ise farzdan başka birse değildir. Beyan ise farzdan başka birşey değil­dir. Binaenaleyh beyan edilen şey yapılacak yahut söylenecek şeylerden ise beyan edilen hükmü işlemek cümle herkese farz olur. Şayet işlenilmeyecek şeylerden ise artık Allah'ın yasağına dair hüküm (beyan) sabit olduğu nisbet-te terk farz olur. Çünkü bu şekilde beyanın sabit olması fiilin bizatihi haram kılınması demektir, Fakat bu durum, kendisine iktida (ittiba) edilecek fiile nisbetle ancak beyan etme sebebi mevcud olduğu zaman teayyün eder. Bu ise ya işJeme veya terk etme hükmünün bilinmemesi ya da asıl hükmün aksi­ne inanılmasının muhtemel olması halindedir. (Binaenaleyh işlenmesi mat-lub olan) fiilin beyanı bizzat fiil ile yahud fiil vacib (farz) ise fiile muvafık olan öz iledir. Kaza bu fiil hükmü bilinmeyen bir mendub ise yine böyledir. Şayet işlenmesi metlab olan fiil farz olduğuna inanılması muhtemel olan bir mendub ise o zaman bunun beyan, tıpkı kurban kesmenin ve Şevval ayından altı gün oruç tutmanın terkedilmesinde yapıldığı gibi terketme yahud terket-mekle beraber söz iledir. Şu zamanlarda unutulan sünnetlerde ve mendub-larda olduğu şekilde bunun benzerleri; matlub olan fiilin taleb edilmediğine inanılma ihtimali varsa yahut tamamen terkedilmesi muhtemel ise o zaman bunun beyanı fiile ve ihtimale denk olarak o hususta devam etmekle olur.

Terkedilmesi istenilen fiile gelince; şayet bu fiil haram ise, onun beyanı terketrnekle yahut terk ile desteklenen söz ite olur. Terkedilmesi istenilen fiil mekruh ise, hükmü de bilinmiyorsa o da aynen böyledir. Şayet mekruh olan şeyin haram kılındığına inanılma ihtimali varsa ve de fiile beyan edilmesinin tercihi söz konusuysa mümkün olan şeyin en asgari ve en uygun şekline göre fiile beyanı teayyün eder... Özet olarak bu hususlarda gözetilen şey aşın uçlardan ve sapmalardan koruyan ve sırat-ı müstakim (dosdoğru yol)a dön­düren tatmin edici bir açıklamanın taleb edildiği yerlerdir. Bu mana hakkın­da selefi salihinin sıyretlerini gereği gibi düşünen kimse Allah'ın yasakla­masıyla sabit olan şeyleri görecektir. Bu hususlarda arzu edilen maksadın açığa çıkması için bunların tamamının (malum olan) beş hükme veya beş hü­kümden bazısına nisbetle beyan edilmesi şarttır. Yardım istenilecek kimse yalnız Allah'dır.                     .   -

Şatıbi aynı şekilde devamla şöyle dçr. (Mendub'a gelince) tıpkı itikad-da aralarının eşit sayılamayacağı gibi. ne sözde ne de amel (fıil)de mendub ile farzın aralarının es.it sayılamaması onun mendub olarak su butunun haki­kat olmasındandır. Eğer sözde veya fiilde mendub ile farzın araları eşitlene-cekse, bu eşitleme itikada halel getirmeyecek bir şekilde olabilir. Bunun a-çıklanması birkaç kelimeyle şöyledir:

Birincisi: Farz olmayan bir şey hususunda onun farz olduğuna inanıl­ması manasında farz ali mendubun itikadda eşit sayılması ittifakla batıl olup. söz veya fiil mutlak olarak eşitlenmeye sebep teşkil etiği zaman aralarının ayırdedilmesi vacip olur. Bu ayırdetme ancak sözlü beyan ile mümkündür.

Kendisiyle ayirdetme kastedilen fiile gelince, bu fiil. mendub olmak husu-siyyetinden olan mendub bir amele devam etmeyi kendisine gerekli kılmayı terketmekten ibarettir.

İkincisi: Peygamber bir hidayet rehberi ve kendilerine indirilen şeyi inanlara beyan edecek bir mübeyyin olarak gönderilmiş ve hakikaten bu görev birçok mesele arasında onun en önemli işlerinden biri olmuştur.

Üçüncüsü: Sahabe, din hususunda bu ihtiyaç içerisinde amel ediyordu. Zira onlar bu ihtiyatın sanattan bir asıl olduğunu ve kendilerinin, ümmet ta­rafından kendilerine iktida edilecek imam (önder)ler olduklarını biliyorlar­dı. Bunun için de (sari tarafından) taleb edilmiş olsa bile, terkedil melerin in zarar verecek birşey olmadığını beyan etmek için bir kısım şeyleri terkedi-yor ve bunu da izhar ediyorlardı. Huzeyfe Useyd (r.a.) şöyle demiştir: "Ben Ebu Bekr ile Ömer'in, insanların, onun vacip olduğu görüşüne sahip olmala­rından korkarak kurban kesmediklerine şahid oldum."

Dördüncüsü: Müslümanların imamları, her ne kadar ayrıntılar nokta­sında ihtilafa düşseler de. toplu olarak bu asıl üzere devam etmişlerdir. Binaenaleyh İmam Malik ile İmam Ebu Han ite şevval ayından altı gün oruç tutulmasını kerih görmüşlerdir. Onların bunu kerih görmeleri; Şevval oru­cunun tutulmasına teşvik edildiği sahih ve sabit olmasına rağmen, bunun ra­mazan orucuna ilave edildiğine itikad edilmemesi için yukarıda zikredilen illete (ihtiyatla hareket etme sebebine) binaendir. el-Karafi: Gerçekten de Acemler için böyle bir itikadın vaki olduğunu söylemiştir. İmam Şafii de vacip olmadığı hususunda, sahabenin yukarıda zikredilen uygulaması ve onların delilleriyle istidlal ederek kurban kesme hususunda buna benzer bir görüşe kail olmuştur. İmam Malikten bu neviden nakledilen görüşler pek-çoktur. Malik'e göre kötülüğe giden yolun kapatılması hem adetler de hem de ibadetler de umumi olan ve uyulması gereken bir asıldır.

Şu halde bu delillerin tümüne dayanarak şer'an maksud olan ve kendisi­ne iktida eden herkestenkati olarak taleb edilen iki kavil (söz) yahud iki fiil (amel) birbirine denk oldukları zaman, itikaden aralarını ayırdetmeye yönel­menin gereğine kesin olarak hükmedileceği gibi, farz ile mendubunda arala­rının ayırdedilmesi gerektiğini kesin olarak hükmederiz... Nasıl ki mendub oli vacibin aralarının fiil hususunda denk sayılmaması mendubun, mendub olarak subutunun hakikat olmasından ise, aynı şekilde herhangi bir açıklama olmaksızın mutlak terk hususunda mendubla bazı mubahların aralarının denk sayılmaması da onun mendub olarak istikrarın hakikat olmasındandır.

Mubah olan şeylere gelince; onların ne mendub ne de mekruh olan şey­lerle aralarının eşit kılınamaması mubah olan şeylerin mubah olarak sübutu-nun hakikat olması bakımındandır. Zira kendilerindeki muayyen veya gayri muayyen bir keyfiyete göre fiile devam etmek suretiyle mubah olan şeylere mekruh olan şeylerin aralan eşit kılımrsa muhtemelen mekruh oldukları zannedilebilir.

Mekruh olan şeylere gelince; mekruhların da aralarının ne haram ne de mubah olan şeylerle denk sayılmaması onların mekruh olarak istikrarının hakikat olması bakımındandır... Birincisine (yani mekruh olan şeylerle ha­ram olan şeylerin denk sayılmasına) gelince, şüphe yok ki, (terk etme husu­sunda) mekruh olan şeyler haram olan şeylerin konumuna konulduğu zaman onların haram oldukları zannedilir. Belki de bilmeyen kimselere göre zama­nın uzamasıyla teıkedilmesi farz olur. Bunun beyanında mekruhu irtikab etme söz konusudur. Halbuki bundan nehyedildik. denilemez. Çünkü biz de deriz ki: Beyan (terketmekten) daha kuvvetlidir. Çünkü bazan onun için daha üstün birmenfaat bulunduğu zaman kati bir haram irtikab edilebilir.[189]

Allah'ı teşbih ve her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim... Usul ule­ması, şer'i hükümleri birbirine karıştırılmaktan muhafaza etmek için ne ka­dar büyük ve ne kadar güzel kaideler icad etmişler. Onlar mubah olan şeyleri sırf mekruh olan şeylerle karıştırılmaktan muhafaza etmeyi vacip saydıkla­rına göre, (o zaman) onların haram kılınmaktan muhafaza edilmesinin daha kuvvetli bir vacip olduğu kanaatine varırız. Helali haram kılmanın, haramı helal kılmak gibi olduğu hükmü sahih bir hükümdür. Zira R usulü İlah (s.a.v.): "Doğrusu helali haram kılan kimse, haramı helal kılan kimse gibi­dir" buyururken doğru söylemiştir.'[190] Fakat bu iki şey arasındaki fark, hara­mın helal kılınmasının genellikle çabuk ifşa olunur olmasıdır. Haramın ça­buk ifşa edilir olması iki sebebe binaendir: Bunlardan birincisi; haramın, Al­lah'ın şeriatında az olması, dolayısıyla da onu bilip tanımanın insanlar için kolay olmasıdır. İkincisi ise fasıkların tuzaklarının zayıf, hilelerinin açığa çıkmasının ve haramadan kötü koku yayılmasının çabuk olmasıdır. Helalin haram kılınmasına gelince, bunun da fasid bir amel olmasına rağmen, şu ka­dar var ki, ekseriyetle bu hareketin dayanağı, maalesef iyi niyetlerle süslenen batıl iddialardır. Nitekim biz bu hususu yukarıda izah etmiştik. Haram olan şeylerin helal kılınması büyük bir suç ve Allah'ın hükümranlığına karşı apaçık bir düşmanlık ve tecavüz olunca, günah ve düşmanlık bakımından bunun aynısı, mubah olan şeylerin haram kılınmasıdır. Yani Allah'ın hü­kümranlığına tecavüz edip haddi aşarak (Allah'ın yeryüzündeki koruluğu (haramları)ndan) bir miktarını mubah kılan kimse ile Allah'ın hakimiyetine tecavüz ederek onun kullan için çıkarmış olduğu zinetlerinden bir miktarını haram sayan kimse arasında hiçbir fark yoktur. Bu husus, Allah'ın koruğu­nun (haramlarının) dar ve sınırlılığına, zinetlerinin (helal kıldığı şeylerin) geniş ve bol olmasına rağmen böyledir. Zira her iki durumda Allah'ın haki-miyyetine tecavüz etmek ve günaha girmektir. Allah Teala bu husustan ba­hisle şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı güzel ve lenıiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve haddi aşmayın. Allah haddi aşanları sevme/,." (Maide. 87).

Yine bunların her ikisi de Allah'ın hükümlerinden bir hükmü inkâr et­mektir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

"İyice bilen bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?" (Maide. 50).

Helali haram kılma ve haramı helal saymanın her ikisi de Allah'ın murad ettiği gibi tertemiz olan dünya hayalının şeklini çirkin bir şekilde değiştirmektir. Allah Teala (bu husustan bahisle) şöyle buyurmaktadır:

"De ki: 'Allah'ın kulları, için çıkardığı (yarattığı) zineti ve temiz ve güzel rızıkları kim haram kıldı?" (Araf. 32).

Haram olan bir şeyi hela! saymak, hayatın temizliğine tecavüz edip onu bozmak olduğu gibi helal olan bir şeyi haram kılmak da hayatın güzelliğine tecavüz etmektir. Halbuki Allah Teala hayalın tertemiz olmasjnı murat ettiği gibi güzel olmasım da murad etmekledir. Fakat tanıklar -Allah onları ıslah eylesin- hayatın temiz kalmasını arzu etmiyor, şiddetçiler (zorlaştırıcılar) ise -Allah onları doğruya yöneltsin- hayatın güzel olmasını istemiyorlar. Ne var ki, hayat Allah'ın murad ettiğinden başka şekilde hiçbir zaman düzene girmeyecek, aksine bunun soncunu ve sorumluluğunu fasıldann üzerine; kısıtlama ve zorlaştırmanın sorumluluğunu da zorlaştıranların üzerlerine yükleyerek eğri ve kötü çehreli olmaya devam edecektir. Doğrusu alim ve hükim -yarattıklarını en iyi bilen hükmünde hikmet sahibi- olan Allah, ümmi bir Peygamber ve onunla birlikte apaçık aydınlatıcı bir nur göndererek şöyle buyurmuştur:

"Yanlarındaki Tevrai ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümme Peygambere uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder: onları kötiilükicn meneder. onlara temiz ve güzel .şeyleri helal kılar, pis ve çirkin .şeyleri haranı kılar. Ve ü zerlerindeki ağır yükleri, sırtlarındaki zincirleri kaldırır (yani hata ile adam öldüımek te kısas cezasını, ve günah işleyen azaların, pislik değer elbisenin kesilmesi gibi teklifleri kaldırır) o Peygam­bere inanıp ona saygı gösteren, yardım eden ve onunla birlikle gönderilen nura (Kur'un'a) uyanlar var ya işle kurtuluşa erenler onlardır." (Araf. 157).

İşte böylece Allah Teala önce geçmiş ümmetlerin üzerinde bulunan a-ğır yükleri. Muhammed ümmetinden kaldırmayı ve en son şeriat olan onun şeriatının, kolay ve iniisaadekâr bir şeriat olmasını murad etmiştir. Bu irade­nin içerisinde ise insanlara kolaylık göstermekten ibaret olan şer'i ve asli bir kaidenin beyanı vardır. Yüce Allah dosdoğru buyururken şöyle demiştir:

"Allah size kolaylık isler zorluk islemez." (Bakarı.. 1X5). [191]

 

Seddüzzerai Kaidesi Hususunda Ulemanın Beyanat Ve Tesbitleri:

 

İlk olarak: Usul-ü Fıkıh kitaplarından (nakledeceğimiz tesbitleri

1. Karafi'nin Kitabü'l-Füruk adlı eserinden:

"Seddüzzerai teriminin manası, kötülüğü defetmek için ona vasıta olan yolları kapamaktır. Bunun için aslında mefsedetten salim olan bir fiil her­hangi bir kötülüğe vasıta olduğu zaman İmam Maîik birçok surette bu fiilden menetmiştir. İmam Malik'in mezhebinin hususiyetlerinden olan seddüzze­rai (Kötülüğe vasıta oîan yollar) üç kısımdır: Biri ümmetin kapatılması, menedilmesi ve kesilmesi hususunda ittifak ettiği kısımdır. Mesela, müslü-manların (gelip geçtiği umumi) yollarının içerisine kuyular kazılması gibi. Çünkü bu, müslümanların helak edilmelerine bir vasıta (vesile )dir. Diğeri ümmetin menedilmemesi hususunda; ve kendisinin kapatılmayacak bir vasıta (yol) ve menedilmeyecek bir vesile olduğunda ittifak ettiği kısımdır. (Mesela) Şarap yapılması korkusuyla üzüm yetiştirilmesinden menetmek gibi... Zira hiç bir kimse bu görüşe kail olmamıştır. Keza zina edilir endişe­siyle evler arasındaki yakınlıktan menedilmesi de böyledir. Üçüncüsü kapa­tılıp kapatılmayacağı hususunda hakkında ulemanın ihtilafa düştükleri kı­sımdır. Bizim mezhebimize göre vadeli satışlarda olduğu gibi... Mesela: Bir kimse bir eşyayı bir ay vade ile on dirheme satsa, sonra ay tamam olmadan önce beş dirheme geri satın alsa bu durumda İmam Malik: "O kimse haliha­zırda elinden beş dirhem çıkarmış ayın sonunda on dirhem almış olur. İşte bu alış-veriş, böyle bir kazanç için sureta bir alım-satım izharına tevessül ede­rek beş dirhemin, vadi ile on dirhem mukabilinde ödünç verilmesi için bir vesiledir. (Bu da bir nevi faizdir) der. Şafii ise, bu ahm-satımın şekline bakı­lır ve hadise zahirine hamledilir, bunun için de alım-satım caiz olur, der. Ke­za zinaya yol açacağı için kadınlara bakmanın haram kılınıp kılınmayacağı hususunda da ihtilaf edilmiştir."[192]

"Tehzibü'l-Füruk Ve'1-Kavaidis-Sünniyye Fi Esrari'l-Fıkhiyye" adlı eserde şu görüşlere yer verilmiştir: "İbnü'l-Arabi. Ahkâmü'l-Kur'an adlı ese­rinde şöyle der: Şer'an kapatılması vacip olan vasıtanın temeli; mutlak ha­ram olmayıp, haramhğı nass ile sabit olan herhangi bir harama yol açabile­cek mubah fiillerdir... Gereği gibi ifasından endişe edilen ve Allah tarafın­dan mükellefisi emanetine bırakılan her bir iş hususunda: Şüphesiz bu iş haram bir işe vesile olacağından, ondan menedilmelidir, denilemez."[193]

2) İbnü'l Kayyım el-Cevzi'nin A'lamü'l-Muvakkiyn adlı eserinden:

"... O halde hikmet, maslahat ve mükemmellik derecelerinin zirvesinde bulunan bu kamil şeriat hakkındaki itikadınız nedir? Onun asıl ve kaynakla­rını gereği gibi düşünen kimse, muhakkak Allah ve Rasulü'nün haram olan şeylere vasıta olan yollan, haram kılmak ve onlardan nehyetmek suretiyle kapattığını yakinen bilip tasdik edecektir. Zeria: bir şeye vasıta ve yol olan şeydir.                                                "

Kötülüğe vasıta olan söz veya fiil iki kasımdır. Birisi: Sarhoşluk mefse-detine vasıta olan sarhoşluk verici şeyi içmek, yalan ve iftira mefsedetine vasıta olan namuslu kadına zina isnadında bulunmak, neslin esası olan er­keklik sularının karışmasına ve yuvanın bozulmasına vasıta olan zina fiilini işlemek ve benzeri şeyleri yapmak gibi; söz veya fiilin kötülüğe vasıta ol­mak için vaz edilmiş olmasıdır. Zira bu söz ve fiiller, bu nevi mefsedetlere vasıta olmak üzere vazedilmiş bir kısım söz ve fiiller olup onların bundan başka herhangi bir zahiri yönü bulunamaktadır. İkincisi: Söz veya fiilin caiz veya müstehap olan bir işe vasıta olması için vaz edilip de kişinin: Yakindi kasdıyla ya da kendisi tarafından herhangi bir kasıt bulunmaksazın haram olan bir şeye vasıta edilmesidir. Birincisine misal: Bir kimse boşamayı kas­tederek nikâh akdi yapsa yahut riba kasdıyla alım-satım akdi ve benzeri şeyler yapsa böyedir. İkincisine misal: Bir kimse herhangi bir sebep yokken nehyedilen vakitlerde nafile olarak namaz kılsa yahut müşriklerin aralarında onların ilahlarına sövse, yalîut da Allah rızası için (herhangi bir) kabrin başında namaz kılsa ve buna benzer şeyler yapsa böyledir. Sonra kötülüğe vasıta olan yolların bu kısmı da iki nevidir. Birinci nevi: Fiilin mashalatının mefsedetinden daha fazla olmasıdır.

İkincisi: Nefsedetinin (zararının) maslahatından (faydasından) daha fazla olmasıdır. O hade dört kısım vesile vardır.

Birincisi: Bizzat mefsedete (kötülüğe) vasıta olması için vazedilen vesile.[194]

İkincisi: Aslında mubaha vasıta olması için vaz edilmiş olup da kendi­siyle mefsedete tevessül kasdedilen vesile.

Üçüncüsü: Biz/at mubaha vasıta olması için vaz edilmiş olup da kendi­siyle mefsedete vasıta olan ve de zararı faydasından daha fazla olan vesile.

Dördüncüsü: Mubah için vaz edilmiş olup da. fakat bazen mefsedete vasıta olan ve mashalati mefsedetinden daha fazla olan vesiledir.

Birinci kısımla ikinci kısmın misalleri daha önce yukarıda geçmişti.

Üçüncü kısmın misaline gelince: Nehyedilen vakitlerde namaz kılın­ması, müşriklerin aralarında onların ilahlarına sövülmesi, kocası vefat etmiş olan kadının iddei bekleme zamanı içerisinde zinetlenip süslenmesi ve buna benzer şeylerdir.

Dördüncü kısmın misali ise: Erkeğin nişanlısı olan kadına, üvey anne­sine, mahkemede şahidliği istenilen kadına, erkeğin cima yaptığı cariyesine ve alış veriş yaptığı kadına bakması, nehyedilen vakitlerde bir takım sebep­leri bulunan bir işin yapılması, zalim bir sultanın yanında hakkın söylenmesi ve buna benzer şeylerdir; Zira İslâm şeriatı, maslahattaki dereceleri itibariy­le bu kısım vesileleri mubah yahud müstehak yahut da vacib kılmak için gelirken mel'sedetteki dereceleri itibariyle birici kısım vesileleri de keraha-ten yahudda tahrîmen menetmek için gelmiştir.

Geriye arada geçen iki kısım hususunda: Bunlar şeriatın mubah kılın­maları için geldiği vesilelerden mi. yoksa kendilerinden menetmek için gel­diği vesilelerden midir? diye iyiden iyiye düşünülmesi kalmaktadır. Bunun için biz, bir kaç noktadan bunların menedildiğine dair delalet bulunduğu gö­rüşünü kabul ediyoruz...

Hakikaten İbnü'l-Kayyım el-Cevzi, şeriatın arada geçen bu iki kısım vesileyi menettiğini deüllendirmek (isbatlamak) için doksandokuz tane se­bep ileri sürmüştür. Fakat biz bu sebepler içerisinden kadınlar sebebiyle fit­neye giden yolun kapatılması ile alakalı olan sebepleri seçeceğiz:[195]

İkinci sebep: Allah Teala'nın "Gizledikleri zinetlerin (Ayaklarındaki halhalların) bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar' kavlidir. Çünkü ha­kikatte caiz olmasına rağmen kadınların ayakları yere vurmaktan menedil-meleri erkeklerin, ayaklarındaki halhalların sesini işitmesine sebep olma­ması içindir. Zira bu durum erkeklerin kadınlara karşı şehvet duygularını harekete geçirir.

Onbirinci sebep: Rasulullah (s.a.v.)'yı kendisinden sakındırılan fitneye ve mizacın galebe çalmasına vasıta olan yolun kapatılması için isterse Kur'an okutma hususunda olsun erkeğin yabancı bir kadınla başbaşa kalma­sını, keza isterse hacca gitmek ve anne-babasını ziyaret etmek için olsun (yanında nikâh geçmez bir mahremi bulunmadıkça) erkeğin yabancı bir ka­dınla sefere çıkmasını yasaklamasıdır.

Onikinci sebep: Harama götüren (irade (arzu) ve şehvete vasıta olan yolun kapatılması için, özellikle yaratılışın güzelliklerine vakıf olmaya ve Allah'ın sanatı hususunda düşünülmesine sebep olacak olsa bile Allah Tea-la'nın gözü harama bakmaktan sakındırmayı emretmiş olmasıdır.

Elliüçüncü sebep: Rasulullah (s.a.v.)'in kadınları, erkeklerle beraber namaz kıldıkları zaman izar (etek)lerin arkasından erkeklerin avret yerlerini görmelerine vasıta olmaması için erkeklerden önce başlarını kaldırmaktan nehyetmiş olmasıdır. Nitekim bu nehyin illetini beyan eden husus (daha önce) hadisde geçmişti.

Elliyedinci sebep: Rasulullah'ın kadın kısmını mescide (gitmek üzere evinden) çıktığı zaman koku (esans) sürünmekten yahut buhur (parfüm)len-mekten nehyetmiş olmasıdır. Rasulullah (s.a.v.)'in kadını mescide gitmek üzere evinden çıktığı vakit esans sürmekten yahud parfümlenmekten neh-yetmesi, bunun, erkeklerin kadına meyletmelerine ve onlara göz dikmeleri­ne yol açacağı içindir. Zira kadının kokusu, zineti, süsü, sureti ve güzellikle­rini ortaya koyarak göstermesi kendisine davetiye çıkarmaktadır. Bunun için de Rasulullah (s.a.v.) kadın kısmım parfümsüz olarak ve koku sürün-meksizin çıkmasını, erkeklerin arkasında namaza durmasını ve namaz es-nassında herhangi bir musibet arız olduğu vakit (erkekler gibi) teşbih yap­mayıp bilakis avuçlarının içini diğer elenin üzerine vurmak suretiyle el çarp­masını emretmiş olup bunların tamamı fitneye vasıta olan yolun kapatılması ve mefsedetin önlenmesi içindir.

Ellisekizinci sebep: Rasulullah (s.a.v.), bir kadının başka bir kadını kendi kocasına, kocası sanki o kadını görüyormuşçasına tavsif etmesinden nehyetmiş olmasıdır.

Aşikârdır ki, Rasulullah (s.a.v.)'in bundan nehyetmesinin nedeni, fitne­ye giden yolu kapatarak ve kadının suretinin gözünde canlanmasıyla koca nın kalbine herhangi bir kötülüğün düşmesini ve kadına meyletmesini Önle­mektir. Zira şahsını görmeden önce anlatılmak suretiyle başka birini sevip aşık olan nice kimseler vardır.

Ellidokuzuncu sebep: Rasulullah (s.a.v.)'in yollar üzerinde oturmaktan nehyetmesidir. Rasulullah (s.a.v.)'in bundan nehyetmesi anca onun harama bakmaya vasıta olması sebebiyledir. Zira sahabiler Peygamber (s.a.v.)'e kendilerinin oralarda oturmaktan başka çarelere olmadığını haber verince Rasulullah (s.a.v.):

"... O halde yolun hakkını bari veriniz" buyurmuştur.

Sahabiler:

Yolun hakkı nedir? demişler Rasulullah:

"Gözü harama bakmaktan sakınmak, halka eza vermekten çekinmek, selam verenin selamını almak, iyiliği emredip kötülğü yasak etmektir" buyurmuşlar.

Altmışıncı sebep: Peygamber (s.a.v.)'in nikâhlı (kocası) yahud nikâh geçmez bir yakını olmadıkça bir erkeğin bir kadının yanında gecelemesini nehyetmiş olmasıdır. Rasulullah (s.a.v.)'in bundan nehyetmesi sadece ya­bancı kadının yanında gecelemenin harama vasıta olan bir yol olmasından dolayıdır.

Altmışüçüncü sebep: Rasulullah (s.a.v.)'in yatak odalarında çocukların birbirlerinden ayrı yataklarda yatırılmalarını ve erkek çocuğun kız çocukla aynı yatakta uyumalarına müsaade edilmemesini emretmiş olmasıdır. Çün­kü erkek çocukla kız çocuğun aynı yatakta uyamaları, döşeğin aynı olması ve bilhassa uzun zaman geçmekle bazen şeytanın aralarında haram bir ilişki kurmasına ve erkeğin uykusu arasında farkında olmayarak yanında uyu­makta olan kadınla oynamasına yol açan bir vasıta olabilir. Bu ise aynı şekil­de kötülüğe vasıta olan yolların kapatılmasının en hassas nevilerindendir.

Altmışaltıncı sebep: Peygamber (s.aıv.)'in, kadın kısmını yanında nikâh geçmez bir mahremi (hışmı) bulunmadıkça sefere çıkmaktan nehyet­miş olmasıdır. Peygamber (s.a.v.)'in bundan nehyetmesinin nedeni, kadının mahremi bulunmaksızın sefere çıkmasının bazan kadın hakkında yersiz umuda kapılınmasma ve onunla zina yapılmasına vasıta olan bir yol olma­sından başka birşey değildir.

Seksenikinci sebep: Rasuluİlah (s.a.v.)'in cima ile Övünmeyi yasakla­mış olmasıdır. Zira cima ile övünmek nefislerin tahrik edilmesine ve teşeb-bühe (benzemeye) çalışmasına vasıta olan bir yoldur. Bazan insanın yanında

meşru yoldan ihtiyacını giderecek birhelali bulunmayabilir. Bu sebeple de harama tecavüz eder. Bundan dolayı gizli olarak işledikleri günahları açıkça insanlara heber veren kimseler Allah'ın rahmet ve mağfiretinden uzaktırlar. Zira bunları dinleyen kimsenin nefsi onlara benzemeye tahrik edilmektedir. ' Bunda ne derece yaygın bir fesad olduğunu Allah'tan başkası bilemez.[196]

Daha sonra İbnü'l-Kayyım el-Cevzi -Allah ona rahmet eylesin- fitneye vasıta olan yolların kapatılması bahsini "Fitneye vasıta olan yolların kapatıl­ması- seddüzzerai bahsi teklifin kısımlarından biridir. Çünkü fitneye giden yolun kapatılması da bir emir ve bir nehiyden ibarettir. Emir ise iki nevidir. Birincisi bizatihi kendisi maksud olan (şeyi) emir; ikincisi, (Kendisi maksad (olmayıp) maksada vesile olan (şeyi) emirdir. Nehiy de iki kısımdır: birincisi: kendisinden nehyedilen şey hakikatte mefsedet olan nehiy ikincisi kendisin­den nehyedilen şey (hakikatte mefsedet olmayıp) nıefsedete vesile olan nehiydir. Bu sebeple harama vasıta olan yolların kapatılması dinin sübekle­rinden biridir" sözüyle tamamlanmıştır.[197]

İbnü'l-Kayyım'ın açıklamalarından aşağıdaki hususları özetleyebiliriz:

İlk olarak: Mubah için vaz edilen bir vesileyi haram sayıp menedebil-nıemiz için iki şartın tam olarak biramda bulunması gerekir. Birinci şart: Mubah için vaz edilen vesilenin mefsedete yol açmasının nadiren değil, çoğu zaman olmasıdır. İkincisi: Mubah için vazedilen vesilenin mefsedeti-nin maslahatından daha fazla olması ve yalnızca (maslahatından daha aşağı) muhtemel bir mefsedet olmamasıdır. Sonra bu iki şartın tam olarak mevcud olmasının ardından vesilenin menedümesinin kati bir tahrim (haram kılma) ile olmayıp bilakis mefsedetin derecesine göre kerih görme ile haram kılma arasında bir yasaklama olmalıdır.

İkinci olarak: Mubah için vaz edilen vesile herhangi bir mefsedete vası­ta olur; fakat maslahatı mefsedetinden daha fazla olursa, bu durumda şeriat tonu sadece mubah kılmayıp bilakis bazan maslahatın derecesine göre nıüs-Ktehab veya farz kılar.

Üçüncü olarak: Şüphe yok ki, İslâm, çoğu zaman kadınlar sebebiyle

fitneye vasıta oldukları ve daha fazla mefsedete yol açtıkları için aslen mübah için vaz edilen bir takım vesileleri meneden çeşitli hükümler getirmiştir.

Yukarda zikredilen sebep arasında şerdedilen şeyler bu hükümler meyanın-dadır. Şeriat bu hükümlerle kadınlar sebebeyli fitneye düşülecek sahalarda­ki fitneye giden yolları kapattığına göre öyle sanıyoruz ki. bizim bu hüküm­lerin hududlarmda durup beklenSbınii ve yeni bir kısım sebebler.ve4eşri zamanında mevcud olmayan bir takını şartlar onaya çıkıp hakkında yukarı­da zikredilen iki şart tahakkuk etmediği müddetçe kötülüğe giden yolun kapatılması iddiasıyla mubah için vaz edilen diğer bir takım vesilelerin ya­saklanmasını ilave etmememiz gerekir.

3) Şattbi'nin Kitabü'l-Muvafakat'ından:

Altıncısı: Mefsedete yol açması nadir olan vesiledir. Bu da müsaade edilmesi bakımından aslolduğu hal üzeredir.

Çünkü normalde büsbütün mefsedetten ari bir maslahat mevcud olma­yacağı için maslahatın çoğu zaman meydana gelmesi halinde nadiren orta­dan kalkmasına itibar olunmaz. Zira sari hüküm koyarken nadiren vukubu-lan mefsedete değil çoğunlukla vaki olan maslahata itibar eder.

Yedincisine gelince: Bu mefsedete yol açması zanni olan (yani mefse­detin vukuu zannı galibe dayanan), bu sebeble de aksi mümkün olan vesile­dir. Fakat altınca vesile hakkında zikredildiği gibi bunun hakkında da esas olan hükmün mübahlık ve müsaade olduğu aşikârdır. Zarar ve mefsedetin zatına dayalı olmasına gelince, birkaç sebepten dolayı zarının itibara alınma­sı daha fazla tercihe şayandır. Bu sebeplerden birincisi: Amelle alakalı konu­larda zannın ilik makamına kaim olması dolayısıyla da bu hususta zahir olan, zannın muteber olmasıdır.

Sekizincisine gelince: Bu, mefsedete yol açması (muhtemelen ve nadi­ren değil de) çoğu zaman vaki olan vesile olup şüphe ve lereddüd konusu olmuştur. Bu hususta asiolan Şafii ve diğerlerinin mezhebinde okluğu gibi. iznin sahihüği bakımından aslına hamletmektir. (Ki aslı da mübahlıktır). Zi ra bu hususta mefsedetin vuku bulmasıyla bulmaması arasında ne rnücerred bir ihtimalden başka birşey ne.de iki taraftan birini diğerine tercih ettirecek herhangi bir karine, sözkonüsıı olmadığından mefsedetin vukuuna dair Mim ve zanda mevcud değildir. Mefsedetin mevcud okıp olmadığtnrifv-feilimttc*1 mesi ve daha başka şeylerin mevcudiyeti sebebiyle mefsedet ve zarar verme­ye niyyel edilmesi ihtimali, ne niyyetin kendisi makamına kaim o'ur ne de bunu iktiza eder."[198]

Şatibi yine şöyle der: İctihad hususiindaki onuncu hususi: Neticelerine muvafıkmı yoksa muhalif midir? diye fiillerin neticeleri hususunda inceden inceye düşünmenin şer'an muteer ve maksud olmasıdır. Bu sebeple mücte-hid mükelleflerden sadır olan hiçbir fiile; bu fiilin varacağı neticeyi düşün­meden evvel yapılması ya da yapılmaması hususunda hüküm vermez. Zira bu fiil, bazan kendisindeki celbedilmesi gereken bir maslahata yahud defe-dilmesi gereken bir mefsedete binaen meşru olur fakat o fiilin, hakkında kas-dedilen şeyin hilafına bir neticesi bulunur. Bazan da fiil, kendisinden neşet eden bir mefsedete veya kendisi sebebiyle kaybedilecek bir maslahata bina­en gayri meşru olur. Ama onun da bu hükmün aksine bir neticesi bulunur. Dolayısıyla birincisi hakkında mutlaka meşru olduğu görüşüne kail olunur da muntemelen ondaki maslahatın celbedilrnesinin istenmesi maslahata müsavi veya maslahattan daha fazla bir mefsedete yol açarsa o zaman bu durum mutlak olarak meşru olduğu görüşüne kail olmaya mani olur. Keza ikincisi hakkında mutlak olarak meşru olmadığı görüşüne kail olunur da muhtemelen mefsedetin defedilmesinin istenmesi mefsedet müsavi veya daha fazla bir mefsedete yol açarsa, o zarrfan fiilin mutlak olarak gayri meşru olduğu görüşüne kail olunması caiz olmaz. Bu saha müctehid için neticeye ulaşılması zor bir sahadır. Ancak şu kadar var ki tadı güzel, akıbeti övülen ve şeriatınmaksadlarına uygun bir sahadır."[199]

Şatıbi'nin açıklamalarından aşağıdaki hususları özetleyebiliriz:

Birinci olarak: Şüphe yok ki Şatibi, mefsedete yol açması nadiren olma­yıp çoğu zaman vaki olduğunda mubah için vaz edilen vesilenin yasaklan­ması hususunda Îbnü'l-Kayyım ile birleşmektedir.

İkinci olarak: Şatibi, bir üçüncü kısım vesile daha zikretmektedir ki o da mefsedete yol açması genellikle ve nadiren olmayıp çoğu zaman vaki olan vesiledir. Şatibi (bu hususta mefsedetin vuku bulmasıyla bulmaması arasın­da mücerred bir ihtimalden başka birşey olmadığı ve iki taraftan birini diğe­rine tercih ettirecek herhangi bir karinede bulunmadığından) bu kısma giren vesilelerin yasak edilemeyeceği görüşünü kabul eder.

Üçüncü olarak: Şatibi, (ahş-veriş yapma yahud ilim tahsil etme esnas-smda erkeklerin kadınlarla karşılaşması gibi) bir kısım insanların aslen mu­bah bir vesile esnassında mefsedete niyyet etmesi ihtimalinin, niyyetin ken­disi makamına kaim olamayacağı ve onu iktiza etmeyeceği onun için de bu nevi ihtimale itibar edilmeyeceği görüşünü kabul eder.

Dördüncü olarak: Kendisine giden yolun kapatılması vacib olan mefse­det, maslahata müsavi ya da maslahattan daha fazla olan mefsedettir.

Beşinci olarak: Şatibi. mefsedeti defetmemizin, defedilen bu mefsede­te müsavi yahud ondan daha büyük bir mefsedete yol açacak mahiyette olmasından bizleri sakındarmaktadir.

ikinci olarak: Fukahanın khahlarından (nakledeceğimiz teshiller) d) Harama yolaçan bir vasıtanın daima haram olması gerekmez: Ömer İbn Hattab (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Aşka gelerek oruçlu olduğum halde (zevcemi) öptüm de:

- Ya Rasulallah: Bugün büyük bir iş yaptım. Oruçlu iken öptüm, dedim. Rasulullah (s.a.v.):

- Oruçlu olduğun halde su ile ağzını çalkalasan ne dersin? (oaıcun bo­zulur muydu) buyurdular.

Ben:

- Bunda bir beis yoktur, dedim. Rasuluîkıh (s.a.v.):

- Öyleyse konuşma, buyurdular.

(Bu hadisi, Ebu Davud rivayet etmiştir).[200]

Hattâbi şöyle der: (... Şüphesiz oruçlu kimsenin öpmesinin orucu boza­cak cimaya yol açan bir vasıta olması gibi, su ile ağzın çalkalanması da su­yun boğaza inip mideye ulaşmasına bu sebeple de orucun bozulmasına vasıta olan bir yoldur).[201]

Bu manaya teyid eden hususlardan birisi de cimaya sevk eden sebepler­den ve ona yol açan vasıtalardan biri olduğu için koku sürmenin ve çımanın ihramda haram olmasıdır. Şüphesiz bazı fakihler ihrama girdikten sonra ese­rinin devam elmesi münassebetiyle ihrama girmeden önce koku sürülmesinin haram olduğu görüşünü kabul etmişlerdir. Şu kadar var ki, Hz. Aişe (r.a.)'ın, kendisi ihramlı olduğu halde Rasulullah (s.a.v.)'in saç ayrımlann-;daki kokunun pırıltısını gördüğünü sahih hadisle sabit olmuştur. Nitekim Aişe {T.a.yâm'şijyle dethği de rivayet edilmiştir:

"Biz ihrama girmeden önce alınlarımızı güzel kokulu bir misk ile yağlar ardından ihrama girerdik. Sonra terlerdik de yüzümüze akardı. Biz Rasulul­lah ile beraber olduğumuz halde o bizleri bundan nehyetmezdi." [202]Serahsi'nin el-Mebsud adlı eserinde şu ifadeler zikredilmektedir: "Velhasıl hacc'da iki nevi ihramdan çıkma vardır. Birisi traş olmakla, ikincisi beyti tavaf etmekledir. Binaenaleyh traş olmak suretiyle Hacı için kadınlardan başka, ihramlıya haram olan herşey helal olur. İmam Malik -Al­lah ona rahmet eylesin- Kadınlar ve koku sürünmekten başka herşey onun için helal olur demiştir... Keza Malik: 'Koku kullanmak cimaya teşvik eden sebeplerden biridir. Bu sebeple o da cimanın kendisi gibi tavafı yapmadığı müddetçe helal değildir1 derdi. Bizim delilimiz: Hz. Aişe'nin (r.a.): 'Ben Rasulullah1! ihrama girmezden önce ihrama girmesi için ve Kabe'yi tavaf etmezden önce de ihramdan çıkması için kokulardım' hadisidir."[203]

Böylece Rasulullah (s.a.v.)'in, oruçlu kimsenin öpmesi hususunda Ö-mer'e söylemiş olduğu sözü ile ihramdan sonra da eserinin devam etmesiyle beraber ihrama girmezden önce koku sürünme ve Kabe'yi tavaf etmezden Önce kokulanma fiilinden harama vasıta olan bir yolun daima haram olması gerekmeyip ancak çoğu zaman mefsedete yol açıyor olması halinde haram kılınacağı (neticesi) anlamış oluyoruz.

2) Fitneye vasıta olan yolların kapatılması emri farz kılma suretiyle değil, nedb (mendub kılma) yoluyladır. (Bunun nehyi de haram kılma yoluy­la değil mekruh kılma suretiyledir)

Buharı, Ebu Said el-Hudri'nin RasutoJlah (:s.a.v.)Jden riyayetettiği şu    : hadisi serdetmiştir:

Rasulullah (s.a.v.):

"Sizleri yollarda oturmaktan sakındırırım" buyurdu. Sahabiler:

- Ya Rasulallah! bizim oralarda oturmamız kaçınılmaz bir şeydir. Çün­kü yollar bizim meclislerimizdir, oturma yerlerimizdir. Oralarda (oturup) işlerimizi konuşuruz, dediler. (Ve müsaade istediler). Bunun üzerine Rasu­lullah (s.a.v.):

"Gözü harama bakmaktan sakınmak, gelip geçenlere eza vermekten çe­kinmek, selam verenin selamını almak, iyiliği emredip kötülükten nehyet-mektir buyurdular. (Bu hadisi Buharı ile Müslim rivayet etmişlerdir)[204]

Hafız İbn Hacer şöyletter:^'Gerçekten hadisin siyakından (sözgelimin­den) anlaşıldığına göre yollarda oturmaktan nehyedilmesi. oturan kimseyi; üzerine düşen hakkı eda etmekten aciz bırakmasın diye fitne mahallinden uzaklaştırmak içindir. Hadis-i şerifte fitneye vasıta olan yolların kapatılması haram kılma süratiyle değil evla olanı yapma tarikiyledir. Zira Peygamber evvela fitnenin kökünü kesmek için yollarda oturmaktan nehyetmiş netice­de sahabiler: Bizim oralarda oturmamız kaçınılmaz birşeydir deyince, onla­ra yasak kılmanın asli maksatlarını zikretmiştir. Böylece önceki nehyin en doğru olana irşad için oltbığıı anlaşılmış olur. diyenlere hüccet vardır."[205]

İbn Kııdame'nin el-Muğri adlı eserinde şu ifadelere yer verilmiştir:

"el-Esrem der ki: (Ahmed b. Hanbel'i kastederek) Ebu Abdullah'a: Üvey annesinin (çıplak) bacağına ve göğsüne bakan kimse hakkında görü­şünü sordum. Ahmed: böyle yapması benim hoşuma gitmez dedikten sonra: Ben, bir kimsenin şehvetle annesinin ve kız kardeşinin bu gibi yerlerine ve her bir yerine bakmasını kerih görüyorum, sözünü ilave etti. Ebu Bekir der ki: Ahmet b. Hanbel'in, insanın, annesinin çıplak bacağına ve göğsüne bak­masını kerih görmesi, bu durumu kendisini şehvete sevkedeceği için (fitne­den) sakınma esasına göredir. Yani Ahmed bunu haram kabul etmeyip mek­ruh saymaktadır."[206]

Bu da nehyin fitneden sakınmak için yani fitneye giden yolların kapatıl­ması için olması halinde sözkonusu olduğu anlamına gelir. Zira İmam bunu haram saymayıp mekruh kabul etmektedir.

İbn Hacer el-Heytemi'nin "el-Fetava'I-Hadisiyye" adlı eserinde -Peygamber'in eş-Şifa bintii Abdullah'a: "Hafsa'ya yazı yazmasını öğrettiğin gibi sıraca hastalığına karşı rukye yapmasını da öğret" hadisini müteakiben onun şöyle dediği vaki olmuştur:

"Bu hadis kadınlara yazı yazmayı öğretmenin caiz olduğuna delildir. Biz bu görüşe sahibiz. Ancak hadisdeki emrin nihai gayesi kendisine teret­tüp eden mefsedetleri defetmek için bundan nehyetmektir."[207]

Serahsi'nin el-Mebsut adlı eserinde şöyle denmiştir: "Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edildiğine göre ona:

Hacc için ihrama girdikleri halde karısıyla cinsi münassebette bulunan kimseden sual edilmiş. Peygamber (s.a.v.):

"Hacclarını taamlayarak (ceza olarak) kurban keserler ve üzerlerine ertesi yıl yanedin haccetmeleri farz olur" cevabını vermiş. Ömer, Ali ve İbnü Mes'ud gibi sahabeden de bu şekilde rivayet edilmiştir. Ancak bunlar: Ka­dınla kocası ertesi yıl hacclarını kaza etmek için (kabeye) döndükleri vakit ayrı ayrı yerlerden gelirler demişlerdir. Onların bu sözünün manası: Karı ile kocadan herbirinin, öbürünün geldiği yoldan başka bir yol tutmasıdır. Biz deriz ki: "Sahabenin maksadı: karı ile kocanın, nefislerinin fitneye düşme­sinden korktukları zaman böyle yapmaları üzerlerine vacip olarak değil de mendub olmak üzere ayrı ayrı yollardan gelmeleridir. Nitekim öğmenin ha­ricindeki şeyler için nefsinden emin olmadığı vakit genç bir insanın oruçlu olduğu halde öpmekten imtina etmesi de mendub olur."[208]

3) Mefsedetlerin giderilmesi esnasında ihtiyaç ve maslahatların karşı­laştırılmasının vacip oluşu İbn Teymiyye'nin fetvaları içerisinde şu ifadelere yer verilmiştir.

*  Haram kılmayı gerektiren mefsedetin büyüklüğünü düşünmek, bu­nunla beraber müsaade etmeyi hata müstehab veya farz kılmayı icabetiren ihtiyaç ve maslahatları da düşünmedikçe caiz değildir."'[209]

* Fitneye vasıta olan yolu kapatmak için "Herhangi bir şeyden nehye-den kimse ifadesi yoktur. Zira o şeyi nehyeden kimse bunu daha üstün bir maslahat için yapar (...) Tıpkı Rasulullah'ın, fitneye yol açacağı için yabancı bir kadıla tenhada yalnız başına kalmaktan, onunla yolculuğa çıkmaktan ve kadınlara bakmaktan nehyetmesi ile. beraberinde kocası veya nikâh geçme­yen bir hısımı bulunmadıkça tek başına yolculuğa çıkmaktan kadını menet­mesi gibi. Şüphe yok ki, Rasulullah bundan sadece mefsedete yol açacağı için nehyetmiştir. Zira bu nehiy daha üstün bir maslahatı mucib olunca mef­sedete yol açması düşünülemez."[210]

* Caiz olmakla beraber kullanılması mekruh olan hiçbir şey "Farz olan bir iş" sebebiyle kendisine ihtiyaç duyula duyula mekruh olarak kalamaz. Fakat "Müstehab olan bir iş" hususunda kullanılmasına ihtiyaç duyulması halinde mekruh olarak kalabilir mi? Kerahatin mefsedetiyle müstehabın maslahatı karşı karşıya geldiği için bu konuda tereddüt edilmiştir. Hakikat olan, bazan maslahatın bazan da mefsedetin üstün gelmesi itibariyle bazan berikinin bazan da ötekinin ercin edilmesidir."[211]

*  Şeriatın usullerinden bir tanesi de, maslahata mefsedet çatıştığı za­man en üstün olanının öne alınmasıdır.[212]

Seddüzzerai kaidesi hususunda halefin aşırılığı:

Seddüzzerai: Fitneye vasıta olan yolun kapatılması) kaidise, işlenmesi herhangi bir fitneye veya fesada yol açtığı zaman mubah olan bir şeyin mek­ruh veya haram olacağı anlamına gelir. Bu kaide haddizzatında muhkem (sağlam) bir kaidedir. Fakat onun tatbikedilişi geniş bir ictihad ve büyük bir ihtilaf mahalli olmuştur. Arapların söyledikleri gibi "bu mahal bir kısım in­sanların yolunu şaşırdığı ve bir takım ayakların kaydığı bir yerdir."

Son dönem fıkıh kitaplarını araştıran yahud müslümanların uygulama­larını tetkik eden kimse muhteşem kaidenin tatbiki hussunda "Nice insanla­rın yolunu şaşırdığını ve nice ayakların kaydığını" hatta şer'i hükümler üze­rine zorba bir kılıç çekildiğini ve neticede müslüman toplumunhayatının Peygamber zamanında üzerinde bulunulan renge muhalif bir boya ile bo­yandığını açık bir şekilde müşahade edecektir, sözkonusu hükümlerin mi­sallerinden bir kısmı şunlardır:

- İslâm kadının mesciddeki cemaata gelip hazır olmasını meşru kılmış fakat fitneye vasıta olan yolun kapatılması adına kadın bundan menedilmiş-tir.

- İsJâm kadına, bayram namazlarına gelip hazır olmasını emretmiş fa­kat o, kötülüğe vasıta olan yolun kapatılması adına bundan menedilmiştir.

- İslam dini, İslam devlet başkanının kadınlara hususi olarak ders ver­mesini meşru kılmış fakat fitneye vasıta olan yolun kapatılması adına o bun­dan menedilmiştir.

- İslam, İslam devlet başkanının bayram namazını müteakip okunan hutbeden sonra hususi olarak kadınlara^vaaz etmesini meşru kılmış fakat seddüzzerai adına bü dutum menedHmiştir.

- islam dünür olan erkeğin dünür olunan kadını görmesini emretmiş fa­kat fitneye vasıta olan yolun kapatılması adına bu husus yasaklanmıştır.

- islam kadına, dinini ikame edeceği ve dünyasını düzene koyacağı ka­dar bir ilimtahsil etmesini emretmiş ama fitneye giden yolun kapatılması na­mına kadın bundan menedilmiştir.

- İslam kadına iyiliği emredip kötülükten nehyetmesini meşru kılmış a-ma fitneye giden yolun kapatılması adına o bundan menedilmiştir.

- İslam kadının alış veriş yapmasını ve (aile reisinin aciz olması veya kaybolması halinde) rızkını kazanmak yahud fakir olan kocasına yardım etmek için çalışmasını meşru kılmış fakat O, fitneye giden yolun kapatılması hesabına bundan menedilmiştir.

- İslam cihad meydanlarında, kadıpın yaralı mücahidlerin yaralarını sarmasını ve mücahidlere su vermesini meşru kılmış fakat fitneye vasıta o-lan yolun kapatılması adına o bundan menedilmiştir,

İslam kadının evinin haricinde yüzünü ve ellerini açmasına müsaade et­miş fakat fitneye vasıta olan yolun kapatılması adına kadın bundan menedil­miştir.

- İslam kadının, şer'i adap kaidelerinin hududları dahilinde erkeklerle karşılayıp görüşmesine müsaade etmiş fakat fitneye vasıta olan yolun kapa­tılması adına kadın bundan menedilmiştir.

Böylece seddüzzerai kaidesinin uygulanması hususundaki haddi aşma­nın bir sonucu olarak kadının yaşantısı üzerine birçok kayıt ve zincirler kon­muştur, tabii bizden önce geçen seleflerimizin bu tedbirleri almaya kendile­rine mecbur eden bazı haklı nedenleri olabilir. Bu onların kendi zamanları için yapmış oldukları ictihadlarıdır. İster bu ictahatlarında hata etmiş olsun­lar isterse isabet etsinler müsavidir.

Bu hususla kıyamete kadar geçerli olabilecek hiçbir beşer'i ictihad yok­tur. Aksi takdirde onlar tıpkı Allah'ın emretmiş olduğu hükümler gibi kesin olan derin hükümler yerine geçerler. Halbuki Allah yarattıklarını en iyi bi­lendir. Ve hakikaten o Allah kullan üzerine, ebedi ve noksansız şeriatıyla onların ırz, namus ve hayatlarını muhafaza altına alacak bir tak im hükümleri inzal etmiştir. Diğer bir ifadeyle bazılarının düşüncesine göre bu ihtiyati ka­yıtlar insanın fıtratı hususunda doğrudan bağlayıcı olduğu zaman burada "Bugün size dininizi tamamlayıp kemale erdirdim" buyuran Allah Azze ve Celle'ye fetva verme ve kitabın açıklayıcısı (mübeyyini) olan Allah'ın Rasu-lü'nü töhmet altına alma sözkonusudur.

Bu ebedi ve ihtiyaç kabilinden olan kayıtları koyanlar, asrının en hayırlı asır, erkek ve kadınlarının ahlâk yönünden aynı yükseklikle olmaları deliliy­le istidlal ederek Peygamber asrını müstesna bir asır (olarak) kabul ederler. Bunu böyle kabul etmeleri direkt olarak Allah ve Rasulüün emirlerine mu­halif düşmemek içindir. Ama bunlar Medine toplumunun bütün fertlerinin Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali gibi veya Aişe, Esma ve Ümmü Süleym gibi olmadığını aksine o toplumda münafıklardan, Yahudilerden ve Medine'ye gelip yerleşen bedevi arablardan müteşekkil muhtelif insan gruplarının bu­lunduğunu unuturlar.

Tıpkı içlerinde genç delikanlılarla yaşlı ihtiyarların, kuvvetli insanlar zayıfların ve akıllı kimselerle beyinsizlerin buluncu gibi... Bütün bunlara rağmen İslâm kadınla ilgili hususlarda mubah kılmak istediği şeyleri mubah farz kılak istediği şeyleri de farz kılmıştır.

Öyleyse asli olan dini hükümlerle kendi içtihadımızla koyduğumuz; zaman ve mekan şartlarıyla kayıtlı olan ve sonunda tecrübeye göre değiştiri-lebiler zamana bağlı istinsani hükümleri birbirinden kesin olarak ayırmamız gerekiyor. Zira bazan biz bir hüküm koyarız ardından bir müddet geçtikten sonra noksan veya ihtiyaçtan fazla olduğunu anlayarak onu reddederiz.

Yani demek oluyor ki, bazan -Evvelce yokken sonradan ortaya çıkan bir takım şartlar sebebiyle- mubah yahud mendub veyahud da farz olan şey­lerden birisine onu fitneyi harekete geçirici bir vasıla haline getiren bir kısım şeyler arız olabilir, (bu sebeple de onu menedebiliriz) Fime ise ya, eseri top­lumun muhitinde ortaya çıkan umumi bir fitne olur ya da eseri ferd veya bir kısım ferdlerin muhitinde ortaya çıkan hususi bir fitne olur. Umumi olan fit­nenin miktarını toplum takdir eder. Ve toplumun içerisinde ilim ve görüş sa­hiplerinden müteşekkil lider ve komutanları vardır... Hususi olan fitneye ge­lince; (giderilmesi esnassında) onun miktarını, onunla karşı karşıya gelen kimse yahud kendi muhitinde meydana gelen kimseler veyahudda ondan mesul olacak olan ilim ehli zevat takdir ederler. Fakat her iki halde de önce­den yokken sonradan ortaya çıkan ve mubah olan bir şeyi haram kılan fitne­yi» tıpkı "haram olan bir şeyi mubah kılan" zarureterin kendi miktarınca tak­dir edilmesi gibi, kendi miktarınca takdir etmemiz icab eder.

Bundan önce de bahsettiğimiz gibi -seddüzzerai iddiasıyla- haddi aşan, aşın hükümler vaz etmemiz hayatın fitnelerine karşı durmaktan bir kaçış olarak kabul edilir. Azimle ve tabiatına sahip çıkarak dünya hayatının fitne­lerine karşı durması üzerine bir hak olduğu halde ibadetler hususunda aşırı giden bir grup (mutasavvıfa) fitnelere karşı durmaktan kaçınarak insanlar­dan ve hayattan uzaklaşınca, aynı şekilde ihtiyati (tedbir)ler koyma husu­sunda haddi aşanlar yahud onların muhalifleri de hayatın fitnelerinden kaçtılar ve hayatan sahalarını terkettiler. Neticede İslâm toplumu pekçok hayrı kaçırmış oldu. Bunun için bütün müslümaıılara -Allah'ın mubah yahud mendub yahud farz; yahud mekruh veyahud da haram olarak meşru kıldığı hükümlere sımsıkı sarılarak kuvvetli bir ahlâk, tutarlı bir şahsiyetle silahlan­maları farzdır. Böyle olduğu takdirde ister aile içerisinde isterse salih içtimai faaliyetlerde olsun, kadının şahsiyyeti gelişir ve olgunlaşır. Kadın üretir ve icad eder.

(Şimdi) hayatımızı daha başlangıçtan itibaren Rasulullah'ın tatbikatı ve onun ihtiva eylediği (sağlam adab kurallarından oluşan) mutedil hükümlerle ikame ve idame ettirmemiz mi? sonra tecrübenin verdiği neticelere binaen izafi bir kısım hüküm ve tedbirleri koymamız ve hayatı daraltmamız mı daha evladır. Yoksa hayatımızı başlangıçta ifratçı hüküm ve tedbirlere göre ika­me ve idame ettirmemiz mi daha evladır? Asrımızda bazı kimseler hala fit­neye giden yolun kapatılması ilkesine iutunma hususunda ısrar etmeye devam etmekte bu da kendilerine mubah olan şeylerden birçoğunu terkettir-mekte ve haksız yere bunları mekruh veya haram kılınan şeylerle değiştirt­mektedir.

Bizim üzerimize gerekli olan -yukarda da söylediğimiz gibi- şeriat nez-dinde temiz ve güzel olan şeylerden olmasına rağmen, çirkin ve pis şeyler­den kabul edilecek derecede şiddet ve aşırılık gösterilmesine karşı mübahları muhafaza etmektir. Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki; (Her kim şüpheli şey­lere dalarsa koruluk etrafında davarlarını otlatan bir çoban gibi, çok sürmez içeriye dalabilir). Haberiniz olsun, her devletbaşkanıın kendine mahsus bir koruculuğu vardır. Dikkat ediniz; Allah'ın yeryüzündeki koruluğu da haram ettiği şeylerdir." (Bu hadisi Buharı ile Müslim rivayet etmişlerdir.)[213]

O halde Allah'ın haram olan arzında otlatmak fücur işlemek, koruluğu­na yaklaşmaktan sakınmak da hikmet ile hareket etmekse. Allah'ın geniş ve helal olan arzında otlatmaktan kaçınılması da sefihtik ve ahmaklıktır. Keza haram işleyen bir kimse nefsine zulmediyorsa helal olan birşeyi kendi nefsi­ne ve insanlara haram kılan kimse de hem nefsine hem de insanlara zulmedi­yor demektir.

Bu hususda iki görüş mevcud olup ikisi de yanlıştır:

Birinci Görüş: Erkeklerin kadınlarla karşılaşma sahasındaki mubahla­rın tamamını meneden kimselerin görüşüdür. Bunlara göre kadının ne mes-cidde namaz kılması, ne alim bir zattan ilim dinlemesi -ki bu ister umumi meclislerde olsun isterse kadınlara mahsus hususi meclislerde olsun farket-mez- ne erkeklerle kadınlar arasında selam alınıp verilmesi, ne eı keklerleka-dmların karşılıklı olarak birbirlerine iyiliği emredip kötülükten nehyetmesi ve ne de kadının şerire kumandanlığına müsaade edilmesi caiz olabilir. Ancak onlar, bu mubahları menederlerken bunların haram veya mekruh ol­duklarını kabul etmezler. Sadece mutlak bir şekilde onları işlemekten sakın­makla yetinirler ve bunları tecrübe etmekten tiksinirler. Bunda da iki hata sözkonusudur.

Birincisi mubah olan birşeyi işlemekten çekinmenin hatasıdır. Bu tu­tum, daha önce beyan ettiğimiz şekilde Rasulallah (s.a.v. )'in ashabını kendi­sinden şiddetle nehyettiği bir şeydir.

ikincisi mubahı mekruh veya haram ile karıştıracak şekilde meseleyi hem kendisine hem de başkalarına yanlış aksettirme hatasıdır. Zira mubah olan birşeyi tecrübe etmekten tiksinmek, zamanla onda mü'min bir kimsenin normal olarak tiksinip nefret edeceği çirkin birşey olduğu vehmine götürür. Bu suretle mubahın şeriatta beyan edilen temizliği ortadan kalkmış ve Al­lah'ın hükümlerinden birisi heder edilmiş olur. Nitekim hükümlerin yanlış anlaşılmasını bertaraf etmenin zaruriliğine dair ulemanın benimsediği göriişler daha önce beyan edilmişti.

İkinci Görüş: Mubah olan şeyler için şer'i müsaadenin esas; mekruh ve­ya haram olalarının sonradan arız olan hususi bir kısım şartların neticesi ola­rak onlar için arizi olduğunu, dolayısıyla bu şartlar ortadan kalktığı zaman esas olan hükmün avdet edeceğini -ki bu esas olan hüküm caiz olduklandır-izah etmeksizin fitneye vasıta olan yolun kapatılması ve fitneden emin olun­ması deliline dayanarak sozkonusu bu rrtübahların tamamının haram veya mekruh olduğunu kabul edenlerin görüşüdür. Bu görüşün sakatlığı ise in­sanlara şer'i vazifeleri hususundaki Allah'ın hükmünü çarpıtmasıdır. Hal böyle olunca insanlar Allah'ın kendi şeriatında helal kıldığı şeylerin haram veya mekruh olduğunu zannedeceklerdir.

Bu biryönden böyledir. Başka bir yönden ise -seddüzzai kabilinden olmak üzere- mubah olan birşeyin haram veya mekruh olduğu görüşüne kail olunduğu zaman bu görüş, şahsın kendi düşüncesine ve içtihadına dayanıp Allah'ın kitabından ve Rasulünün sünnetinden herhangi bir nassa dayanmı­yor demektir. Bunun bunun için de bu görüşe sahip olan kimsenin onun, imamının reyi olduğunu, reyin ise doğruya da yanlışa da ihtimalinin müm­kün olduğunu söylemesi gerekir.

Tıpkı bu hususu kendisinden fetva isteyen insanlara açıkça söylemesi ve sanki Allah'ın kati hükmüymüşcesine haram olduğuna hükmetmekle yetinmemesi lazım olduğu gibi... Geliniz^aşağıdaki ifadeleri birlikte okuyup gereği gibi düşünelim. Çünkü onlarda açıklamaların en hayırlısı bulunmak­tadır.

İbnü'l-Kayyım el-Cevzi alamülmuvakkiyn adlı eserinde şöyle der

Sahabe -Allah onlardan razı olsun- reyi kabul etmelerine ve ona başvur­malarına rağmen onlardan hiçbirisi reyi ile ulaşmış olduğu hükme 'bu Al­lah'ın hükmüdür' diye kestirip atmaz ahcak "bu benim reyimdir şayet doğru ise bu Allah'tandır, eğer yanlış ise bendendir. Allah ve Rasulü benim bu gö­rüşümden beridirler" derdi.

Ebu Bekr, Ömer ve İbnü Mes'ud gibi sahabenin fakihlerinden birçok kişiden nakledilen haberler bunlardır. Keza onlar başkalarını kendi görüşle­rini alıp kabul etmeye mecbur tutmazlardı. Zira herkesin rey ve içtihadı ancak kendisini bağlar. Şu haber bu hususa işaret etmektedir, rivayete göre Ömer İbnü'l-Hattab (bir gün) bir adamla karşılaşarak ona:

Neden böyle yapıyorsun? diye sorar. Adam.

Ali b. Ebi Taîib ile Zeyd bu şekilde hükmettiler cevabını verir. Ömer:

Ben osaydim şu şekilde hükmederdim, der. Adam hüküm sana ait oidu-ğu halde seni bundan meneden nedir? der. Ömer:

Şayet ben, seni Allah'ın kitabına veya Rasulullah'ın sünnetine çevire­cek olsaydım, bunu mutlaka yapardım. Fakat ben seni bir reye çevireceğim. Halbuki rey müşterektir der. Ve Ali ile Zeyd'in verdikleri hükmü nakzet-mez. [214]

Keza İbnü'l-Kayyım şöyle der:

Allah Teala. Allah ve Rasulü'nün nassla helal ve haram kılmadığı şeyler için herhangi bir kimsenin "bu helaldir, bu da haramdır" demesini yasakla­yarak ve böyle yapan bir kimsenin Allah'a karşı yalan yere iftira etiğini haber vererek şöyle buyurmaktadır:

"Dillerinizin yalan yere vasfelliği şeyler hakkında: 'Bu haleldir, bu da haramdır' demeyin. Çünkü Allah'a kar.1;! yalan uydurmuş oluyorsunuz."

(Nahl; I16)[215]

İbn Abdilberr ise " Camiu Beyani'1-İlim ve Fadlihi" adlı eserinde şöyle der:

"Rebia, İbn Şihab'a hitaben: Ey Ebu Bekr! İnsanlara kendi reyinle bir şey söylediğinde onlara bunun kendi reyin olduğunu, sünnetten birşey haber verdiğin zaman da onun sünnetten olduğunu heber ver," derdi.'[216]

Malik bin Enes der ki: Bu, ne zamanımızda yaşayan adeti idi, ne de ben kendisine iktidar edilip de, herhangi bir şey hakkında: 'Bu helaldir bu da ha­ramdır1 diyen bir kimseye yetiştim. Onlar buna cesaret edemezlerdi; ancak, 'biz bundan hoşlanmıyoruz, bunu güzel buluyoruz, böyle yapmaktan sakını­rız, bunu uygun görmüyoruz' derler, ama asla 'bu helaldir, bu da haramdır' demezlerdi. Yoksa sen, Allah Azze ve Celle'nin: 'De ki Allah'ın size indirdi­ği rızıktan bir kısmını helal bir kısmını da haram kılmanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi? Yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?' kavlini işitmedin mi? Helal, Ailah ve Rasulü'nün helal kıldığı, haram da Allah ve Rasulü'nün haram kıldığıdır."

İbn Abdilber, bu habere temas ederek şöyle der: Malik'in bu özünden kastedilen mana "Biz rey ve istihsan ile elde edilen hüküm hakkında" helal­dir, haramdır" demezdik, demektir. Allah daha iyisini bilir."[217]

Şüphe yok ki haddi aşmak, haddi aşan kimseleri herşeyi bilen ve hikmet sahibi olan Allah'ın müsamahakâr ve kolay hidâyetinden sapmaya ve kendi nefislerinden; ister mubah, ister mendub isterse vacip olsun, kadının hareket ve faaliyetlerini kısıtlayan ve hem erkeği hem de kadını hakkında Allah Tea-la'nın herhangi bir hüküm indirmediği çeşitli meşakkat ve güçlüğe sevkeden birbiri ardından birtakım hüküm ve kayıtlar uydurmalarına yol açmıştır. Halbuki -kullarına karşı şefkatli ve merhametli olan- Allah: "Allah sizin için kolaylık ister güçlük istemez" buyurmaktadır.

Aişe, (r.a.) ümmetine karşı son derece nazik olan Rasulullah'tan (s.a.v.) bahsederek şöyle diyor: "Rasulullah (s.a.v.) -dünya işlerinden- iki şey arası­da muhayyer kalındı mı, günah olmadığı müddetçe muhakkak onlardan en kolayını alırdı." Allah'ın kitabından ve Rasulü'niin sünnetinden, alimlerimiz "meşakkat teysiri celbeder" kaidesini çıkarmışlardır. Yani şariin beyan etti­ği teklife meşakkat dahil olduğunda, meşakkat zail oluncaya kadar şer'i emre tam olarak devam etme hususunda mükellefe kolaylık göstermek gerekir. O halde bize ne oluyor ki, müadekar olan şeriatımızda beyan edilen bütün bu kolaylıklardan sonra İslâm dininin genişlik ihsan eylediği şeylerden birço­ğunu kendi nefislerimize kısıtlıyoruz?" [218]

Meşru maslahatları temin etmek için umumi hallerde karşılaşmanın mubah kılınmasıyla birlikte, alametleri zahir olan arızi bir fitneden emin ol­mak için herhangi bir vakitte veya herhangi bir durumda erkeklerin kadınlar­la karşılaşmalarını tamamen her türlü ahval ve şartlarda haram kılma arasın­da büyük bir fark vardır. Zira birinci hal, helal olan aslı, hatta sünneti muha­faza etmek olduğu için şeriata uygun, mutedil bir haldir.

Sonradan ortaya çıkan bir fitneden dolayı erkeklerin kadınlarla karşı­laşmalarının yasaklanması ve iptal edilmesi fitneye vasıta olan yolu kapat­ma kaideinin tatbiki olarak meydana gelir. İkinci hale gelince; bu, anormal ve şeriata uygun olmayan bir haldır. Zira bu hal, helal olan birşeyi, bizim mutlak bir şekilde iptal etmemiz, yani helal olan birşeyi kendi nefislerimiz­den haram kılmamız ve şari'in beyan ettiği mubahın hükmünü nesbetmemiz anlamına gelir.

O halde İlmeye vasıta olan yolların kapatılması ve fitnenin köklerinin kazınması hususunda kadının yüzünün açılmasını yasaklamak ve kadını sosyal hayata katılmaktan mahrum etmekle bu aşırılık başarıya ulaşır mı? Biz bunun başarıyla tamamlanacağını sanmıyoruz. Zira Nebevi sirete muha­lefetine rağmen bu hareketin başarıyla sonuçlanması mümkün değildir. Hatta kadınlarla erkekler arasına demirden duvarlar çekmiş ulsak bile her türlü vasıtalarla haramdan faydalanma hususunda hile meydana gelmesi kaçınılma/ birşcydir. Zira onlar herhangi bir şekilde bu duvarların zayıf nok­taları arasından nüfuz etmeye muktedir olmasalar bile -ki genellikle bu nü­fuz etme meydana gelecektir- hem erkekler hem de kadınlar sn/konusu du­varların içerisinde hemcinsleriyle haramdan faydalanmaya başvururlar. Birbirlerine, karşılıklı olaraklaııbali cinsel fıkralar anlatmak sureliyle fayda­lanmaları bunun gibidir.

Bu durum, çağdaş fitne ve fesad vasıtaları ihdas edilmeden Öncesine nisbetle böyledir. Çağdaş fitne ve fesad vasıtalarının ihdas edilmesinden sonrasına gelince, buna, hayasız, seks mecmualarının okunması ve utanç ve­rici seks filmlerinin seyredilmesi ele ilave edilir. Böylece fime ve fesadın kö­kü kesilmemiş -zira belli miktarlarda fitne ve fesadın varlığı beşer'i toplum­ların tâbialınclandır- aksine çoğu kere yasaklama ve seruiın emrine tecavüz etmede huddin aşılması ile birlikte filne ve fesad çoğalmış olur.

Son olarak faziletli bir alimin İbn Ömer hadisine Kılık (açıklama) olarak yazdığı ifadelerini serdecliyoru/. Abdullah İbn Ömer:

"Rasulullah (s.a.v.)'i: 'Kadınlarını/m mesckiieıe ıiıuuA için sizden i-zin istedikleri vakit, onları mesciıtlerden menelıiK yıni/ luıuiıiırkcn işittim, dedi. Bunun ü/crine Bilal b. Abdullah:

- Vallahi biz onları pekala mencileri/ (aksi takdirde kadınlar bunu bir fitne ve fesad vesilesi iuihaz ederler) dedi. Bu cevap ü/erine Abdullah ona dönerek kendisine öyle bir hakaret elti ki. ona bin le davrandığını hiç isjlme-miştim. AhduHuh: "Ben sana Rasulullah (s.a.v.)'dcn hadis naklediyorum, sen ise hâlâ vallal.i biz onları menedeıiz' diyorsun, dedi."

(Bu haberi Müslim rivayet etmiştir).[219]

Abdulhamid b. Badis -Allah ona rahmet eylesin- şöyle der: "Bilal'den sadır olan bu durumun aynısı yahut da benzeri yaşlanmış ve ihtiyarlamış ca­hil bir bid'atçı kimselerden çoğu zaman sadır olur. Hatta onların nazarında bid'at olan birşey sünnet, sünnet olan birşey de bid'attir. Bunlara Kur'an ve sünetten deliliyle şer'i bir hüküm söylediğin zaman ondan yüz çevirirler; tik­sinirler, ürkerler, kibirlenirler ve açıkça muhalefet ederler yahud da muhale­fetlerini gizleyip sükut ederler. Halbuki bu, mü'minlerin şanına yakışmaz. Binaenaleyh şer'i bir hüküm, Kur'an'a ait bir nass yahud sahih bir nebevi ha­dis duyduğun zaman, aksiyle mukabele etmekten sakın. Bilakis ona kalbin açılsın ve Allah ve Rasulü'nün verdiği hükümden dolayı gönlünde bir buruk­luk olmasın. Tam bir teslimiyetle ona teslim ol."[220]

Fitneye vasıta olan yolu kapatma hususunda haddi aşmaya sevkeden faktörler:

Şüphesiz fitneye vasıta olan yolu kapatma hususunda haddi aşmaya sevkeden faktörler, meseleyi ince bir tahlille ele alan derin bir araştırmaya ihtiyaç duyar. Bu da konunun gözle görülen bütün yönlerini kapsayan ilmi bir araştırma yapıldıktan sonra mümkündür. Biz burada sadece muhtemel faktörlerin bir kısmını arzetmekle yetinerek ileri sürdüğümüz şeylerin biza­tihi etken faktörlerin tamamı olduğunu iddia etmeyeceğiz. Zira kullarının akıllarından geçen ve kalblerinde olan şeyleri yalnızca noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarıyla muttasıf olan Allah Teala bilir. Ancak kesin o-Iarak mevcudiyetine inandığımız bir şey varsa, o da fitneye vasıta olan yolu kapatma kaidesinin tatbiki hususunda haddin aşıldığıdır.

Bu da, sözkonusu kaidenin işletilmesi için usul alimlerinin tesbit ettiği şartlardan ötürü bu kaidenin tatbikinin zorluğuna binaendir. Faziletine inan­dığımız bir kısım alimlerimiz ifrata düşünce, bu durumda bizim -onların ilim ve üstünlüklerini takdir etmemizle beraber- şöyle demekten başka elimiz­den birşey gelmez: Hataya düşmeyen yalnız Allah Teala'dır.

Birinci faktör: Fitneye vasıta olan yolu kapatma kaidesiyle ilgili şart­ların ihmal edilmesidir:

Yukarıda fitneye vasıta olan yolu kapatma kaidesi hususundaki ulema­nın tesbitleri beyan edilirken bu tesbitlerden, fitneye vasıta olan yolu kapatmak için herhangi bir mubahı yasaklarken bu noktada yeryüzünde bulundu­rulması gereken birtakım şartların bulunduğu ortaya çıkmıştı. Bu şartlar şunlardır:

1) Mubah olan vasıtanın, mefsedete nadiren değil, çoğu zaman yol aç-masKİır. Şatıbi -nadiren ve muhtemelen değil- çoğu zaman mefsedete yol a-çan vasıtanın dahi menedilemeyeceğini ilave ediyor. Zira burada mefsedetin vukubulmasıyla bulmaması arasında mücerred bir ihtimalden başka birşey ve iki cihetten birini diğerine tercih ettirecek herhangi bir karine sözkonusu değildir.

2) Mefscdelinin maslahatından daha fazla olması ve sırf maslahattan daha aşağı bir mefsedet olmamasıdır.

3) Bu iki şart tastamam mevcud olduktan sonra, vasıtanın kat'i bir şekil­de haram kılınmayıp, bilakis mefsedetin derecesine göre haram ile mekruh arasında bir yasaklama olmasıdır.

4) Mubah olan vasıta mefsedete yol açan, fakat maslahatı mefsedetin-den daha fazla olursa, bu durumda şeriat onu (haram kılmak şöyle dursun) yalnızca mubah kılmakla kalmayıp bilakis maslahatın derecesine göre ba-zan müstehab veya farz dahi kılar.

Usul alimleri tarafından yapılan bu tesbitlerin gayet açık olmasına rağ­men, son dönem alimlerinden bazıları bu tesbitleri ihmal etmiş ve bu ihmal kadın sebebiyle fitneye vasıta olan yolu kapatma konusunda haddi aşmaya yol açmıştır.

İkinci faktör: Kadının fitne vasıtası olması hususunun yanlış anlaşıl-masıdır.

Şüphesiz sünnet nasslan herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekilde va­zeden şari'in kadınlarla erkekler arasındaki her türlü alakayı kestirip atmadı ğını açıkça beyan ediyor. Bana öyle geliyor ki, sari bu dünyanın imarı husu­sunda karşılıklı olarak birbirleriyle yardımlaşmaları için erkeklerle kadınlar arasında bir takım köprüler bulunmasını murad etmektedir. Ve bu köprüle­rin mevcudiyetlerini sürdürmeleri için de, İslâm dini bizim, kadının silueti ve yüzü gibi bazı şeylerini görmemize müsaade etmiştir. Öyle ki onları yeni yetişmekte olan genç mü'min görecek sonra sabrederek gözünü harama bak­maktan sakındıracak ve bazan da evlenme külfetine malik oluncaya kadir oruç tutarak nefsine engel olacaktır.

Olgunlaşmış mii'min genç de görecek ki, neticede hasrederek gözünü harama bakmaktan sakındıracak ve bazan da azmi kuvvetlenerek gönlü ona ısınsın diye herhangi bir kadına bağlanmak için gerekli hazırlığını yapacak­tır. Mü'min ve muhsan (evii) bir erkek de görecek neticede gözünü harama bakmaktan esirgeyip zevcesine dönerek nefsindeki arzuyu giderecektir. Za­yıf bir mü'min de onları görecek neticede*gözünü üzerine salıp bazan küçük bir günaha düşecektir. Yine fasık bir kimse de görecek Nihayetinde gözlerini iyice dikip bakacak; fakat bazan da büyük bir günaha düşecektir. Ama ne zayıf mü'minin küçük günahı, ne de fasık mü'minin büyük günahı kadının yüzünün açılması sebebiyle değildir.

Bu, sadece -herhangi bir kadının yüzünü görmese bile- zaman zaman zayıflığı kendisine galebe çalarak orada burada aylaklık eden zayıf mü'mi­nin zayıflığı yahud -herhangi bir kadının yüzünü görmese dahi- zaman za­man kendisine hakim olup da haddi aşanların koyduğu perde ve engelleri yırtarak maksadına ulaşmak için hile yolların başvuran fasık mü'minin hasta olan kişiliği sebebiyledir.

Bu köprüleri kuvvetlendirip sabitleştirmek için herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekilde koyan İslâm şeriatı, kadının sosyal hayata katılmasını ve hayatını belli bir genişlik ve kolaylık içerisinde sürdürmesi için ciddi ve ga­yeli bir şekilde erkeklerle karşılaşmasını meşru kılmıştır. Şayet sari, bu köp­rülerin kurulmasını ve bizimle kadınlar arasındaki alakanın kesilmesini mu-rad etmiş olsaydı elbette kadına, yüzünü kesin olarak örtmesini emreder ve bizlere de harama bakmaktan gözlerimizi sakındırmamızı açık bir şekilde emretmezdi. (Zira kadının yüzü örtülecekse) biz, hangi şeyden gözlerimizi sakındıracağız? Simsiyah bir karaltıdan mı? Hayır! Herşeyi layikı ile bilen ve herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekilde emreden sariden böyle bir şe­yin sadır olması caiz değildir. Eğer sari. kadının sosyal hayata katılmasını ve erkeklerle karşılaşmasını murad etmemiş olsaydı, erkekleri, kadınlarını mescidlere gitmekten menetmelerinden nehyetmezdi.

Kadının bayram namazlarına çıkmasını emretmez, susayan mücahidle-re su vermesi ve yaralıların yaralarını sarması için kadınların savaşa katılma­larını meşru kılmaz ve beraberinde bir veya iki kişi bulunduğunda kocası ev­de olmayan kadının yanına girmesi hususunda erkeğe müsaade etmezdi.

Bu durumda müslüınana düşen hikmet sahibi şari'in, erkeklerle kadın­lar arasındaki fıtri meyli bildiği halde, ister kadınların, isterse erkeklerin cihetinden olsun, gözün harama bakmaktan sakındırılmasını emretmek sure­tiyle fitneyi tedavi ettiğini idrak etmesidir. Bu husus böyleyken, bir de ka-dınlaria erkeklerin karşılaşmalarına dair şariin vaz ettiği edeb kaideleri unu­tulmamalıdır. Bu şer'i tedaviden yeteri kadar nasibini alamayan yahud tama­men aciz kalan kimse, ancak kendi nefsini ayıplasın. Ve de gayretini hareke­te geçirerek aczini yemeye çalışsın. Gözü harama bakmaktan sakındırmak meşakkatli olsa bile, bilsin ki, bu meşakkate katlanmaktan kurtulmaya imkân yoktur. Zira bu, Allah Teala'nın ademoğullarıyla kızlarına eşit sevi­yede takdir eylediği bir meşakkattir. Bu da onların hepsini denemek ve imti­han etmek içindir...

Hikmet sahibi Allah'ın tesbit eylediği bu tedavinin hedefi, fitnenin tesi­rini mümkün olan en asgari noktaya kadar hafifletmektir. Bizim bu görüşü­müz, bilhassa Peygamber zamanındaki pratik uygulamaya ve alimlerin tas­vibini kazanmış uzun asırlar boyu devam edegelen uygulamaya istinad et­mektedir. Bu uygulama halen çağdaş Mısır, Suriye, Filistin ve daha başka gelişmiş toplumlarda mevcut olup Peygamber'in dönemindeki uygulamanın benzeridir. Bu da kadının hayatın bütün alanlarına ilgilenmesi ve herhangi bir maslahatın gerekli kılması halinde erkeklerle karşılaşmasının meşru ol­ması anlamına gelir.

Tabii bu karşılaşma ve hayata karışma ameliyesi, her iki taraf için uyul­ması farz olan şer'i adab kaidelerinin hududları dahilinde olmalıdır.

Öyleyse bu durumda kadına nisbetle sözkonusu fitne, iki çeşittir. Birin­cisi, müslüman insanın karşısına çıkan gelip geçici fitne türüdür. Bu durum­da müslüman, ya gözünü harama bakmaktan koruyup Rabbine sığınarak va­zifesine devam eder, ya tekrar tekrar sözkonusu fitne unsuruna bakar, ya nefsinden birşeyler geçirir, yahud küçük bir günah işleyip hemen ardından tevbe eder. Ya da gaflet içerisinde kalmaya devam eder. Fakat Allah Teala, sonsuz rahmeti ile bu nevi küçük günahları affeder. Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

"Bu, Allah'ın güzel davrananları daha giizeliyle m ük afal I andırması içindir. Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlara gelince, şüphesiz Rabbin affı bol olandır..." (Necm, 31-32).

Ibn Abbas (r.a.) şöyle der:

"Ben Ebu Hureyre'nin (r.a.) Peygamber'den (s.a.v.) rivayet ettiği hadisteki kadar küçük günaha çok benzer hiç birşey işitmedim. Ebu Hureyre, Pey­gamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi:

"Allah, Ademoğlu üzerine zinadan nasibini takdir eylemiştir. Ademoğ­lu (ezelde) takdir edilip yazılmış olan bu akibete muhakkak erişecektir. Gözün zinassı (yabancı kadına şehvetle) bakmaktır. Nefs de zina temenni e-der ve buna arzu ve iştiha besler (bu da nefsin zinassıdır) cinsiyet organı da bu organların hepsinin arzularını ya tasdik edip gerçekleştirir yahut bunları bankarak yalanlar."[221]

Küçük günahlara keffaret olan amelleri daha önce yukarıda beyan et­miştik ki, bu amellerden bir kısmı da şunlardır: Rasulullah (s.a.v.): "Müslim yahud mü'min bir kul abdest alır da yüzünü yıkarsa, gözleri ile baktığı her günah suyla yahud suyun son damlası ile yüzünden çıkar" buyurmuştur.[222] Yine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

"Büyük günahlardan kaçınildığı takdirde beş vakit namaz, iki Cuma ve iki Ramazan aralarındaki günahlara keffarettirler."[223]

Nebevi toplum gibi en temiz bir toplum da yaşanılsa dahi fitne müslü-manın karşısına her zaman çıkacaktır. (Fitneye vasıta olan yolu kapatma kaidesinin uygulaması hususunda Nebevi siretten bahsederken sahabe-i kiramın bu nevi fitneden dolayı nasıl eziyet çektiklerini, hatta erkeklik yumurtalarını çıkartarak hadımlaşmak için Rasulullah (s.a.v.)'den kendile­rine izin vermesini istediklerini daha önce görmüştük). Aynı şekilde çömle­ğin içerisine girerek uzlete çekilip hiç kadınlarla görüşmese dahi, bu fitne müslümana arız olacaktır. Çünkü insanın aklından bir takım tahayyüllerin geçmemesi veya gönlüne kötü bir düşüncenin gelmemesine çare yoktur.

Zira Allah Teala, insanın fıtratına diğer cinse karşı derin bir meyletme duygusu gerçekleştirmiştir. O halde bu müslüman, insanların arasında yaşı­yorken sana ne oluyor (da onun için bir takım sınırlama ve kayıtlar koyuyor­sun?) Nitekim şeytanın bu taifesi, şehvet duygusu ve mal, evlad, gösteriş ve makam sevgisi gibi daha başka dünyevi arzular içerisinde müslümanın -ama her müslümanın- karşısına dikilecektir. Fakat insan, sabah akşam Allah'ın ademoğullarına takdir eylediği ve kendilerinden kurtuluş imkânı olmayan bütün bu şehvet ve arzularla mücahede edecektir. Zira mücahede, insanın şahsiyetini bina eder, iradesini güçlendirir. Ayrıca insana mutedil ve sağlam bir kişilik kazandırır. İşte fitnenin bu seviyesi, Allah'ın meşru kıldığı ve sün­neti seniyyenin beyan ettiği şekilde erkeklerle kadınların karşılaşmaları es-nassmda meydana gelmesi muhtemel olan fitnedir.

Daha önce yukarıda gördüğümüz gibi, fitnenin bu derecesi. Peygamber devrinde de fiilen vaki olmuş fakat Peygamber (s.a.v.) bundan dolayı kadın­larla erkeklerin karşılaşmalarını haram kılmamıştır. Fitnenin ikinci seviye­sine gelince, bu zinaya sabebeyyet verecek daimi fitne olup meşru olan kar­şılaşma sebebiyle onun vukubulması ihtimalden uzak bîrşeydir. Vaki olsa bile, bu istisnai bir durum olup istisnanın hiçbir hükmü yoktur. Daha önce de gördüğümüz gibi bu istisnai fitne Peygamber zamanında da vukubulmuş, bununla beraber Peygamber (s.a.v.) ne kadının yüzünün açılmasını ne de er­keklerin kadınlarla karşılaşmasını haram kılmıştır.

Fitnenin manasını (mahiyetini) yanlış anlamadan kaynaklanan vehim­leri bir kenara bırakıp, bu vehimlerden kurtulup da ardından, sakınılması ve çıkıp yollarının kapatılması gereken fitnenin hakikatini ortaya çıkarmak için gayret sarfettiğimiz zaman sözkonusu fitnenin bilhassa genellikle Allah Te-ala'nın -ki o kadının fitneliğini en iyi bilendir- meşru kıldığı şer'i adab kural­larına muhalefet edildiğinde meydana geldiğini göreceğiz. O takdirde bu adab kurallarını vazeden, bu adab kuralları herşeyi hakkıyla bilip haberdar olan Allah'ın bildiği fitneye karşı emniyet garantisi olacaktır. Burada mevzu bahis olan fitne yukarıda işaret ettiğimiz daimi, fitne olup helak eden, hara­ma, yani zinaya sebebiyet veren ve müslümanların ırzlarını çiğnemek ve ev­lerini (yuvalarını) yıkmak gibi zanının başlangıç ve sonuçlarına düşüren fit­nedir.

Muhaliflerin gelip geçici fitnenin bazan daimi fitneye sebebiyet verdi­ğini söylemeleri doğrudur.

Fakat bu durum nadiren meydana gelir. Halbuki -usul alimlerinin be­yan ettikleri gibi- fitneye vasıta olan yolu kapatmak için mubah olan birşeyi menetmenin şartlarından biri de mubah olan vasıtanın nadiren değil çoğu za­man fesada sebebiyet verici olmasıdır. Usûl alimlerinin bu husustaki açıklama ve tesbitlerini ayrıntılarıyla yukarıda nakletmiştik. Buna göre heva ve heveslerimizle Allah'ın meşru kıldığı hükmü iptal etmememiz için önemli bir hususa dikkat edilmesi gerekir.

Bu da mubah olan birşeyin haram veya mekruh kılınmasını gerektiren fitnenin, gözönünde bulundurulması şart olan birtakım kriterlerinin bulun­duğudur. İşte bu kriterlerin neler olduğunu Rasulullah'ın sünnetinden ve ule­manın yapmış olduğu tesbitlerden öğrenmemiz mümkündür. Bu kriterlerin en Önemlilerini şu şekilde zikredebiliriz:

Birincisi:

(Mubah olan bir şeyin haram veya mekruh kılınmasını gerektiren) fit­nenin, bir veya birkaç kişinin kadına doğru çevirdiği mücerred bakışlardan ibaret bulunmamasıdır. Bu husustaki delilimiz. Abdullah İbn Abbas (r.a.)'ın rivayet etmiş olduğu şu hadistir:

Abdullah İbn Abbas şöyle demiştir: "el-Fadl İbn Abbas, Rasulullah'ın redifi (yani hayvan üstünde Peygamber'in arka tarafına binmiş kimse) idi. Has'am kabilesinden genç bir kadın Rasulullah'ın yanma geldi. Bu sırada Fadl kadına, kadın da Fadl'a bakmaya başladı. Peygamber de Fadl'ın yüzünü eliyle (kadından) başka tarafa çevirmeye koyuldu..." (Bu hadisi Buhari ile Müslim rivayet etmişlerdir).[224]

Böyle bir durum. Peygamber'in terkisinde olduğu halde Fadl'dan vaki olunca başkasından sadır olması daha evveliyette kalır. Buna rağmen Rasu-lullah (s.a.v.) ihramh kadına, ne ihramının bir ucuyla yüzünü örtmesini ne de erkeklerin cemaatinden uzaklaşmasını emretmiştir. Yalnızca Fadl'ın yüzü­nü (kadından) başka tarafa çevirmekle yetinmiştir.

ikincisi:

Sözkonusu fitnenin, bir kısım erkeklerin kadına yönelik sarfettikleri eziyet verici bir kısım mücerred sözlerden ibaret olmamasıdır. Buna ait deli­limiz ise Allah Teala'mn: "Onların tanınmaması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur" kavlidir.

İbn Cerir et-Taberi "Camiulbeyan fi te'vilil-Kur'an" adlı tefsirinde şöy­le der: "Allah Teala Nebisine şöyle hitab etmektedir: 'Ey Peygamber, hanımlarma, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle; kıyafet ve giyimleri husu­sunda cariyelere benzemesinler... Bilakis (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkların­da) herhangi bir fasıkm -onların hür kadınlar olduğunu bilerek kendilerine laf atıp eziyet ederek taciz etmemesi için örtülerini üstlerine salsın (vücudla-rını güzelce örtsün)ler."151

Demek ki Medine'de ve Medine'nin dışından gelen bedevilerin arasın­da münafık ve sefihlerin bulunmasına, -yani kendilerinden bayağı davranış beklenebilecek kimselerin varolmasına- rağmen, Rasulullah (s.a.v.) kadın­lara, yüzlerini, Örtmelerini emretmemiş ve evden dışarı çıkmaları konusun­da herhangi bir sınırlama getirmemiştir. Bu kitabımızın beşinci bölümünde serdettiğimiz kadınların sosyal hayata katılmaları ve erkeklerle karşılaşma­ları hususundaki sahneler, bu hususa işaret eden sahih delillerdir.

Üçüncüsü:

Mevzuu bahis olan fitnenin ferdi bir hadise veya ferdi bir kısım şüphe­ler sebebiyle olmamasıdır. Bu hususa ait delilimiz; bir kısım ferdi hadisele­rin vukubulmasına rağmen, Rasulullah'ın fitneden emin olunması için her­hangi bir yasaklama karan çıkarmamış olmasıdır.

Bunun için herşeyi layıkıyla bilen ve yerli yerince vazeden Allah'ın, tamamıyle bildiği ve en mükemmel tarzda tedbir eylediği -ki Allah'ın tedbir etmesi, kadın olsun erkek olsun, hiçbir kimseye zahmet ve meşakkat verme­yen ve aktif hayatın akışını bozmayan ince adab kaidelerinin tamamı iledir-umumi ve beşer'i zaafiyetlerle bazı kimselere galebe çalarak onları, şariin sakınılmasını emreylediği ve kendisine vasıta olan yolların kapatılması ge­reken fitnenin mahiyetini anlama hususunda hata etmeye sevkeden, bu yüz­den de, daimi olarak adı geçen fitnenin; her türlü edeb kaideleriyie tahkim edilmiş olsa dahi kadının sırf topluma katılmasından temkinle atılmış birkaç adım olsa dahi kadının yapmış olduğu her türlü hareketten, vak'ularla söyle­nen birkaç kelime olsa dahi kadından sadır olan her türlü sesten ve de yüzü yahud parmaklarında herhangi birisi bile olsa vücudunun açılan her bir uz­vundan ortaya çıkacarak yayıldığını zannetmelerine sebep olan vehmi birbi­rinden ayırmak lazımdır. Zira bu vehim başka bir sefer de galebe çalarak on­ları her anda kötülükten sakınmaya ve her fırsatta kötülüğün açığa çıkmasın­dan korkmaya sevketmektedir.

Hakikaten sözkonusu bu vehim, çoğu zaman bir takım zayıf nasslarla veya bir kısım sahih nasslann yanlış bir tarzda tevil edilmesi ile teyid edil­miş, bu durumun bir neticesi olarak pekçok kimselerin akıllarına şeriatta esas olan hükmün; kadının erkeklerin toplumundan uzaklaşarak ayrı bir ha­yat yaşaması, herhangi bir mecburiyet yahud zaruri bir ihtiyaç olmadığı müddetçe, erkeklerin cemaatine yaklaşmaması şeklinde bir anlayışın yer­leşmesine neden olmuştur.

Bu anlayış, uzun asırlar boyu devam ederek nihayetinde akıl nazarında şer'an zaruri olan hususlardan biriymiş gibi kabul görmüştür. Fakat hakikat ise, sıhhat derecelerinin zirvesinde bulunan sahih nassların bir bütünlük içerisinde kadının -şer'i adab kaidelerinin hududları dahilinde erkeklerin toplumuna katılmasında aslolan şeyin, fitneden salim olacağına sübut ve de­lalet bakımından kat'i delil olarak geldikleridir.

Bizim buradaki fitneden kastımız fari'in yasakladığı ve kendisinden tahzin buyurduğu fitnedir. Çünkü aslolan, kadının gerçek hayatın bütün sa­halarına katılmasıdır. Hayat sahalarını çoğu zaman erkekler kaplamışlarsa, bu, hayatın bir gereği olup onlar bazan (hayatın sahalarında) bulunur batan da (hastalanma ve ölüm sebebiyle) bulunmuyor olurlar. Fakat kadına düşen, erkekler bulunuyorken de bulunmuyorken de bu hayata katılmasıdır. Yani mü'min kadına gereken, ekseriyetle erkeklerin mevcudiyetinin kendisini hayata katılmaktan alıkoymamasıdır. Zira erkeklerin mevcudiyeti onu top­luma katılmaktan ürkütmeyeceği gibi katılmaya teşvik de etmeyecektir.

Aynı şekilde mü'min erkeğe gerekli olan da ekseriyetle (hayatın muhte­lif alanlarında) kadınların bulunmasının kendisini hayata katılmaktan alı­koymamasıdır. Zira onu da kadınların varlığı topluma katılmaktan nefret et­tirmeyeceği gibi katılmaya teşvik de etmeyecektir. Daha önce söylediğimiz gibi, bu katılımda bir dereceye kadar geçici bir fitne ile mücahede meydana gelse bile, bu fıtri bir şeydir. Allah, bu fitneyle kadın olsun erkek olsun bütün kullarını imtihan etmeyi murad etmiştir. Dolayısıyla bu imtihandan kaçma­ya imkân yoktur.

Son olarak:

Müslümanların ırzlarına karşı gayreti ve hamiyyeti bol olan kıskanç kardeşlerimizin dikkatlerini fitne endişesinden ötürü erkeklerin kadınlarla karşılaşmaktan sakınmaları hususundaki ifratın, akli muhakemelerinde bir halel meydana getireceği hususuna, yani fitne olmayan yerlerde fitne olduğu vehmini doğuracağına aynı şekilde fitneden aşırı derecede evhama düşül meşinin karşılaşmaktankaçınılma sonra da sözkonusu karşılaşma meydana geldiğinde fitne ile mücahede edilmesinin son derece güçleşmesi neticesini doğuracağına çekmek istiyoruz. Fakat şer'i edeb kaidelerine sarılmakla bir­likte hayata katılma ve karşılaşmada orta yolun tutulmasına gelince, karşı­laşma esnassmda fitneden korunma ve fitneye göğüs germe hususunda orta yolu tutma neticesini vereceği gibi fitne tasavvurunda da itidal meydana ge­tirecektir.

Üçüncü faktör: Kadın hakkında su-i zan beslenmesi ve kadının hakir görülmesidir:

Kadın, cahiliyye devrinde çeşitli şekillerde horlanma ve hakir görülme duyguları altında bitab düşürülüp ezilmekteydi. Nihayet İslâm dini gelince, kadının üzerindeki ağırlıkları ve sırtındaki zincirleri kaldırıp atma ameliye­sine girişti. Nitekim aşağıda nakledeceğimiz nasslar bu hususu teyid etmek­tedir:

Ümmü Seleme (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "... Bir kadın Rasulullah'a gelerek:

- Ya Rasulullah! Kızımın kocası vefat etmişti. Şimdi de gözleri rahatsız oldu. Bu durumda ben kızımın gözlerine sürme çekeyim mi? diye sordu. Rasulullah:

- 'Hayır1 diye buyurdu.

Kadın iki, yahut üç defa bu isteğini tekrarladı. Rasulullah her seferinde 'hayıp' dedi. Nihayet Rasulullah:

- Kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür. Cahiliyyet çağında siz­den biriniz (bir sene beklerdi de) senenin başına geldiğinde bir deve tezeği atardı (ve böylece matemden çıkardı) buyurdu.

Zeyneb'in ravisi Humeyd dedi ki: Ben Zeyneb'e:

- Bu, "senenin başında deve tersi atardı" sözünden naksat nedir? diye sordum. Zeyneb şöyle cevap verdi:

- Cahiliyye devrinde kadın, kocası öldüğü zaman, evinin en küçük ve en hakir odasına (karanlık bir köşesine).girer ve en kötü elbiselerini giyerdi. Bir sene geçinceye kadar hiçbir koku sürünmez, hiçbir tuvalet ve temizlik yapmazdı. (Böyle ağır bir hasip hayatını tamamladıktan) sonra kadının yanına merkeb, koyun yahut kuş nevinden bir hayvan getirilirdi. Kadın (efsunlanır gibi) o hayvanı kendi vücuduna sürterdi. Kadının böyle vücudu­na süite sürte ezdiği hayvan artık yaşayamaz ölürdü. Sonra kadın o çirkin ha­pis odasından çıkardı. Bu defa kadının eline bir deve tersi verilirdi, o da bunu fırlatıp atardı. Bu merasimden sonra artık kadın temizlenir, yıkanır ve istedi­ği gibi süslenerek ortaya çıkar evlenme teklif edecek kimselere, görünebilir­di.

(Bu hadisi Buharı ile Müslim rivayet etmişlerdir.)[225] - Ömer îbn Hattab (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

"Bbiz cahiliyye devrinde kadınları kaale almazdık, ta Allah onlarla ilgi­li hüküm indirinceye ve haklarında verdiği payı verinceye kadar..."'[226] (Başka bir rivayette ise şöyle demiştir:

"Bizler cahiliyye devrinde kadınları birşey saymazdık. Nihayet İslâm dini gelip de Allah onları zikredince bizler, Allah'ın onları zikretmesiyle onları işlerimizden hiç birine girdirmeksizin, üzerimizde onların hakkının olduğunu düşündük). Ben, kendi kendime bir işte düşünürken, karım 'şöyle şöyle yapsan' dedi. Ben de ona: 'Bu senin neyine gerek? Benim istemekte olduğum bir işte senin külfete girmen de ne oluyor? dedim. O da bana: Hay­ret sana, ey Hattab'ın oğlu! Sen kendine karşı söz döndürülmesin i istemiyor­sun, halbuki senin kızın Rasulullah'a karşı söz döndürüyor, mırıldanıyor, hatta onu öfkelendiriyor...' dedi.

(Bu hadisi Buhari ile Müslim rivayet etmişlerdir.)[227]

Taberani'nin naklettiği bir rivayete göre de Ömer İbn Hattab (r.a.) şöyle demiştir:

"Mekke döneminde, karımızla muhatap olup konuşmazdık. Zira kadın, ancak evin hizmetçisi sayılırdı. Adamın karısına ihtiyacı olduğu zaman, ayaklarından yakalayıp kendisine çeker ve ona olan ihtiyacını giderirdi. Nihayet,Medine'ye geldiğimizde kadınlarımız ensar kadınlarından öğrendik­leri şeyleri bizimle muhatap olup konuşmaya ve bize karşı söz döndürüp mırıldanmaya başladılar."[228]

İyan b. Abdillah (r.a.)'dan rivayete göre o da şöyle demiştir: "Rasulul-lah (s.a.v.):

- Allah'ın dişi kullarını dövmeyiniz, buyurdular. Ömer Rasulullah'a gelerek:

- Ya Rasulallah! Kadınlar kocalarına isyan ettiler, dedi.

Rasulullah (s.a.v.)'de kadınların güzellikle tedib edilmelerine müsaade etti ve ruhsat verdi. Bunun üzerine kocalarından şikâyet ederek birçok kadın Rasulullah (s.a.v.)'in ailelerinin etrafında dönmeye başladılar. Bu durumu görünce Rasulullah (s.a.v.): 'Andolsun kocalarından şikâyet eden birçok ka­dın Muhammed'in ailelerinin etrafına üşüştüler. Bunlar sizin hayırlılarınız değildirler' buyurdular."[229]

Hakikaten İslâm dini kadının şanını yükseltip onu mükerremlikle erke­ğe müsavi olan şerefli bir insan kabul etmiştir. Allah Teala bu hususta şöyle buyurur: "Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık." Kadın insa­ni sorumluluk bakımından erkekle müşterek sorumluluğa sahiptir. Allah Te­ala bu hususa işaret ederek: "Bunun üzerine Rabbleri onların dualarını kabul edip (dedi ki): Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hepiniz birbirinizdensiniz-içinizden çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım..." Keza (İslâm nazarında) kadın hukuki mesuliyyet bakımından da erkekle aynı so­rumluluğu sahiptir. (Bu husustan bahisle de) Allah Teala şöyle buyurmakta­dır: "Hırsızlık eden erkek ve kadının -yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah tarafından başkalarına bir ibret olmak üzere- ellerini kesin..." ve "Zina eden kadın ve zina eden erkekten herbirine yüz sopa vurun."

İslam'ın kadına bu mevkii vermesinin bir neticesi olarak (İslâm tarihin­de) kadının şahsiyetinin güçlülüğünü ve sorumluluğunu idrakinin mükem­melliğini ortaya koyan eşsiz örnek kadınlar yetişmiştir. İşte bu örnek kadın­lardan bazıları şunlardır:

Atike bintü Zeyd ki, bu kadın Mescidde cemaatle beraber namaz ılar ve onu kocasının kıskançlığından Rasulullah (s.a.v.)'in bu konuda kadınlara tanımış olduğu dokunulmazlık korurdu:

İbnü Ömer (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

Ömer'in bir zevcesi vardı ki, sabah ve yatsı namazlarını hergün mescid­de cemaatle kılardı. Bu kadına: Ömer'in bunu istemez ve seni kıskanır oldu­ğunu bilip dururken niye mescide çıkıyorsun? denildi. Kadın: Beni nehyet-mesinden Ömer'i meneden şey nedir? dedi. Soran zad da: Rasulullah'ın "Al­lah'ın dişi kullarını, Allah'ın mescidlerinden menetmeyiniz" sözüdür de­di.[230]

- Kocasından ayrı olarak -Rasulullah (s.a.v.)'e esenlik dileyen Utbe bin Rabia'nın kızı Hind:

Aişe (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

" Utbe İbn Rebia'nın kızı Hind (Rasulullah'a) gelerek:

- Ya Rasulullah! vaktiyle yeryüzünde senin hane halkın kadan zelil ve harab olmalarını istediğim hiçbir hane halkı yoktu. Sonra bugün geldi, yer­yüzünde sein hane halkın kadar aziz olmalarını istediğim hiçbir hane halkı yoktur, dedi. Rasulullah da Hinde:

"Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben de sana nisbetle senin gibiyim" dedi...[231]

Ümmü Haram bintü Milhan ki bu kadın ilk deniz gazileriyle beraber şe-hid olması için Rasulullah (s.a.v.)'den kendisi namına Allah'a dua etmesini istermiş.

Enes b. Malik (r.a.)'dan rivayete göre şöyle derdi:

-... Rasulullah (s.a.v.): "Rüyamda bana ümmetimden birtakım insanlar şu deniz üstündeki gemilere biniyorlar da, hükümdarların tahtları üzerine kuruldukları gibi kurularak, Allah yolunda deniz harbine giden gaziler ola­rak gösterildiler." buyurdu. Buun üzerine Ümmü Haram (Ya Rasulallah! beni de o deniz gazelirenden kılması için Allah'a dua et" dedi.

Rasulullah da dua etti.

(Bu haberi Buhari ile Müslim rivayet etmişlerdir.)[232]

Risalet asrı içerisinde bu nevi örnek kadınların ortaya çıkmasına rağ­men şurası muhakkak ki, Arapların nefislerine kök salan cahili adet ve dü­şüncelerin sökülüp atılmasının; İslâm'ın ve onun yüce hükümlerinin kıymet­lerinin yayılıp topluma hakim olması ve bazılarının yanında halen mahfuz bulunan cahili atıkların silinip yok edilmesinin mümkün olabilmesi için u-zun bir vakit, sürekli bir vaz-u nasihat ve ciddi bir mücadele şart olmuştur. Abdullah İbn Ömer'in oğlu Bilal'in, kadınların mescidlere çıkmaları husu­sundaki tutum ve davranışı bu cahili kalıntıların, misallerinden biridir. Nite­kim O, (Rasulullah'ın: "Kadınlar sizden izin istedikleri zaman onları mes-cidlerdeki nasiplerinden menetmeyiniz" emrinin kendisine haber verilmesi­ne rağmen) "vallahi onları mutlaka menederiz. Aksi takdirde kadınlar bunu bir fitne ve fesad vesilesi ittihaz ederler" diyordu. Risalet asrından sonra birbiri ardından İslami fetihler meydana geldi. Ve Peygamber asandaki bu ciddi mücadele terkedildi. Bu mücedelenin terkedimesi birçok kavimlerin, ilk cajıiliyye devirlerinden kalma bazı adet ve alışkanlıklarını da kendileriy­le birlikte taşıyarak İslam'a girmesiyle olmuştur. Bu durumun bir neticesi olarak da Allah'ın hidâyetinden sapma gittikçe artmıştır. Bu hususta İbn Teyrniyye şöyle der:

" ... Eğer şeriat acemlere (müslüman olmayan unsurlara) benzemekten nehyedıyorsa... Tıpkı İslam öncesi cahiliyye halkının üzerinde bulundukları adet ve alışkanlıklarla arabarın üzerinde bulunduğu ve birçoğunun (İslama girdikten sonra) kendisine tekrar rücu ettiği cahiliyyenin arab cahiliyyesi di­ye isimlendirilen şeye dahil oluşu gibi müslüman acemlerin, hicrette öne ge­çen ilk müslümanların üzerinde bulunmadıkları türden adet ve alışkanlıkları da bu nehye dahil edilir..."[233]

Biz burada -ister Arab cahiliyyesi, ister başka cahiliyye olsun- kadim cahiliyye adet ve alışkanlıklarının müslüman akla tesiri bahsine uzun uzadı-ya dalmayacağız. Zira bu mevzuyu, onun araştırılmasına alaka duyan araş­tırmacıların başka yerlerde bulacağını ümid ederiz. Bu nedenle bizim bura­da çalışmamız Kur'an ve sünnet nasslanndan hareket ederek ilahi hidâyeti beyandan ibarettir.

Asırların peşpeşe birbirini kovalamasıyla beraber özellikle kadının du­rumu hakkında, Allah'ın hidâyetinden uzaklaşma da artmış Nihayet kadın, erkekler nazadında ikinci yahud üçüncü dereceden bîr insan haline gelmiş­tir. Bu anlayışa göre kadın ya ilk bakışta veya ilk konuşmada aldatılıp düşü­rülen ahmak ve zayıf bir varlık ya da hile ile aldatan, hile ve fesaddan başka birşey beceremeyen habis bir şeydir. Her halükarda o, mutedil bir insan şah­siyetine sahip değildir. Bilakis kadın sırf cinsi bir oyuncaktır. Şari'in şu sözü de bu hususu teyid edib doğrulamaktadır.

(Bu) ne kadına, ne yazı sanatına, ne zanaatkara ve ne de hitabet sanatına aittir.

Bu (hak) sadece bize aittir. Kadınlar için bözlerden birinin yanında ge­celeyip yatma hakkı vardır.

Bütün bu sebeplerden dolayı kadının Ramazan gecelerinde cemaatle beraber teravih namazı kılarak nafile ibadet yapmasına gerek yoktur. İbade­tin en aşağı şekli onun için kafidir. Onun mesciddeki ilim meclislerine katıl­masına da gerek yoktur. İlmin en asgari miktarı onun için yeterlidir. Hatta ilimsiz talimsız ve bilmediğini sormaksızın da durabilir. Kocasının, önemli işlerine onu karıştırmasına ve hanımını kendisiyle beraber, seyahatlerine çıkarmasına da kadının ihtiyacı yoktur.

En asgari riâyetin gösterilmesi onun için yeterlidir. Hayırlı sosyal faali­yetlerine ortak etmesine de ihtiyaç yoktur. Onun için sevabın en azı kifayet edebilir. Böylece ifrat'ın ve aşırılığın kolları kadınla alakalı herşeye uzan­maktadır. Bu aşırılık ve ifratın misallerini uzatmaktan el çekmemiz için İbn Ebu Şeybe'nin Musannefi gibi ikinci asrın sonlarından itibaren tasnif edilen bir musannef e bir defa gözatılması yeterlidir.

Gerçekten bu Musannef haddi aşan nassların yanında mutedil nassiara da yer verir. Fakat birincilerin kaydedilmesi müslümanların düşüncelerine giren, Allah'ın meşru kıldığı şeriata muhalif batıl düşüncelerin hangi seviye­de olduğnu isbat etmektedir. İşte bu eserden bazı misaller:

- Kadınm abdest suyunun fazlasıyla abdest almaktan erkeğin menedilmesı.[234]

- Hayızlı kadının artığını içmekten erkeğin menedümesi.

- Erkekle aynı kaptan yıkanmaktan kadının menedilmesi.

- Kadının, kadınlara imam olmaktan menedilmesi.

- Kadının, camaate 162b ve Cuma namazına gitmekten menedilmesi [235]

- Kadının, teorik günlerinde teşrik tekbirlerini almaktan menedilmesi.

Erkeklerin kadına karşı sui zanda bulunmalarına bir de onu hakir görüp küçümsemeleri ilave edilmelidir. Bunu nedeni de, kadının, Allah Teala'nın kendisiyle (imtihan vasıtalarından biri oluşudur. Öyleyse neden, fitneye vasıta olan yolun kapatılması kaidesi hususunda haddi aşanların gayret ve çabalan sadece kadının fitne sayılması üzerinde merkezleşmektedir. Ve ka­dının Tıtnesinden emin olmak için neden büsbütün kadını sıkıştırırlar? Hatta fitneye vasıta olan yolu kapatma kaidesinin tatbiki hususundaki aşırı ifratın şekillerine vakıf olanlar -ki bu ifrat asırlar boyu devam etmiştir- hayrete dü­şerek şu suale soracaklardır:

Acaba bu umumi ifrat, zamanın bozulduğunu söylemelerine rağmen neden dünya hayatının diğer fitnelerine karşı değil de sadece kadının fitnesi­ne vasıta olan yolu kapatma hususunda meydana gelmiştir? Zira fesad, sadece kadın fitnesine karşı değil tüm fitne unsurlarına karşı direnmede zaa-fiyet meydana getirir?

Eğer Rasulullah (s.a.v.) aralarında şu hadislerin de yer aldığı birçok ha­dislerinde bizleri kadınların fitnesinden tahzir etmişse ki;

- Üsame bin Zeyd (r.a.)'in Peygamber (s.a.v.)'den rivayetine göre: Rasulullah (s.a.v.):

'İBenden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı hiçbir fitne vasıtası bırakmadım" buyurmuştur.

(Bu hadisi Buhari ile Müslim rivayet etmişlerdir).[236]

Ebu Said el-Hudri (r.a.)'ın Peygamber (s.a.v.)'den rivayetine göre Ra-sulullah (s.a.v,):

"Kadınlardan korunun! Zira İsrailoğullarının ilk fitnesi kadınlardan olmuştur." buyurmuştur.

(Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir).[237]

Aynı şekilde aralarında şu hadislerinde buluduğu birçok hadislerinde bizleri mallarımızın fitnesinden de sakındırmışım

Ebu Said el-Hudri (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.):

- Sizin üzerinize en çok korkmakta olduğum şey, Allah'ın sizler için çıkaracağı arzın bereketleri (dünya zengiklikleri)dir, buyurdular.

Kendisine:

- Arzın bereketleri nedir? diye soruldu: Rasulullah:

- 'Dünya çiçekleri, dünya güzellikleridir, buyurdu... (Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir).[238]

- Amr İbn Avf (r.a.)'dan rivayete göre şöyle haber vermiştir; "Rasulullah (s.a.v.):

- Vallahi ben bundan sonra sizin üzerinize fakirlik geleceğinden korku­yorum. Fakat sizin üzerinize geleceğinden korktuğum şey, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya nimetlerinin serildiği gibi sizin önünüze de serilerek, onları birbirlerine hased ettikleri ve nefsaniyyet güttükleri gibi, si­zin de birbirinize düşmeniz ve bunun onları ahiret işlerinden alıkoyduğu gibi, sizleri de ahiret işlerinden alıkoymasıdır, buyurdular.[239]

Ka'b İbnü Iyaz (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Ben Rasulullah (s.a.v.)'i şöyle söylerken işittim:

- Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldan olacaktır."

(Bu hadisi Tirmizi tahric edip "Hasen-sahihdir" demiştir.)[240]

Keza Allah ve Rasulü bizleri evlad fitnesinden de tahzir edib sakındır-mışlardır:

(-Kişinin evladı sebebiyle fitneye düşmesi şu şekillerde tecelli eder):

a) Evladın bir kısmını diğer bir kısmından daha fazla sevmek:

Fitnenin bu nevi Yusuf (aleyhisselamın) kardeşlerinden vaki olan bir fitnedir. Hakikaten onlar, babalarının Yusuf u ve kardeşi (Bünyamin'i) ken­dilerinden daha fazla sevdiği vehmine kapılmışlardı. Allah Teala bu hususa şöyle işaret eder:

"(YusuTun kardeşleri) dediler ki: Yusufla kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz güçlü kuvvetli bir cemaatiz. Herhalde babamız apaçık bir yanlışlık İçindedir."

"(Aralarında dediler ki): Yusuf'u öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) salih kimseler olursunuz." (Yusuf, 8-9).

b)  Evladlardan bir kısmının biraz (fazla) malla diğerlerinden üstün tutulması.

Numan bin Beşir (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir:

- Annem, babam (Beşir)'den kendi malından benim için bir parça hibe istedi. Evvela çekinmesinin ardından babama hibe etmek fikri (uygun) geldi ve bana bir hibe yaptı. Annem:

- Bu hibeye sen Peygamber'i şahid tutmadıkça ben razı olmam, dedi.

Bunun üzerine babam elimden tuttu. Ben bir çocuktum. Beni Peygam-ber'e götürdü ve:

- Bunun anası Revaha kızı (amre), bu çocuk için benden hibe vermemi istedi, dedi.

Peygamber:

- Senin bundan başka çocuğum var mı? diye sordu. Babam:

- Evet vardır, dedi.

Başka bir rivayete göre de Rasulullah (s.a.v.):

- Sen Numan'a verdiğin hediyen gibi öbür çocuklarına da hibe verdin mi? diye sordu.

Beşin

- Hayır (vermedim) dedi.[241] Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):

- Sen beni bir zulüm ve haksızlık üzerine şahid yapma, buyurdu.[242]

c) Evladları için endişe ederek -ister sözle olsun ister silahla- cihaddan geri kalma.

el-Esved İbn Halef (r.a.)'dan rivayete göre şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.):

"Muhakkak ki çocuk cimriliğe, korkaklığa, bilgisizliğe (cehalete) ve tasalanmaya nedendir" buyurdular.[243]

Elbette herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekilde vazeden sari, kadının yüzünün açılması ve onun erkeklerle karşılaşmasından doğacak fitneye kar­şı olduğu gibi ma! ve evlat fitnesi için de bir takım tedbirler ve adab kuralları vazetmiştir. Bu tedbir ve adab kurullarından bazıları da şunlardır:

a) Mal ve evlat fitnesinden umumi tahzir (sakındırma): Allah Teala (bu konuya temasla) şöyle buyurmuştur:

"Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer fitne (imtihan vasıtasıjdır. (Enfal, 28).

b) Evlatlar arasında ayrıcalık yapmaktan nehyetme: Rasulullah (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

"Allah'tan korkunuz da çocuklarınız arasında adaletle muamele edi­niz."

(Bu hadisi Buhari ile Müslim rivayet etmişlerdir.)[244]

c) Mal hususunda cimrilikten nehyetme:

Allah Teala cimrilikten nehyederek şöyle buyurur:

"Altun ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar var ya! İşte onları acıklı bir azabla müjdele!" (Tevbe, 34).

Rasulullah (s.a.v.)'de:

Cimrilikten de sakının! Çünkü cimrilik sizden önce geçen ümmetle­ri helak etmiştir" buyurmuşlardır.

(Bu hadisi de Müslim rivayet etmiştir).[245]

d) Evlad ve mal sevgisi yüzünden cihaddan geri kalmaktan nehiy: Allah Teala bu hususta şöyle buyurur:

"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler (evler, konaklar, köşkler) size Allah'tan, Rasu-lün'den ve Allah yolunda cilıad çimekten daha sevgili İse, artık Allah emrini (azabını) getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidâyete er­dirmez." (Tevbe, 24).

e) Haram malı yemekten nehiy:

Allah Teala bu mevzua temas ederek şöyle buyurur:

"Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sa­kının ki, kurtuluşa eresiniz." (Al-i İmran, 130).

"Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler, şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir." (Ni­sa, 10).

"Mallarınızı aranızda haksız scbeblerle yemeyin. Kendiniz bilip du­rurken, insanların mallarından bir kısmını, yalan yemin ve şehadet ile yeme­niz için o malları hakimlere (reislere, yetkili idarecilere veya mahkeme ha­kimlerine el altından) vermeyin." (Bakara,188).

Müslüman toplumda, erkekler evlatlarıyla birlikte yaşar, mal ile birbir­leriyle ahş-veriş yapar ve devamlı olarak mal ve evlad fitnesiyle yüzyüze gelerek bu fitneyle mücedele yaparlar. Orrlardan kimi Allah'tan sakınır ve bu nevi fitnelere düşmekten kurtulur. Kimi de az ya da çok bu nevi fitnelere dü­şerler.

Fakat hiç bir kimse, müslüman, zevcelerinden herhangi birinin çocuğu­nu diğer zevcelerinin çocuklarından daha fazla sevme fitnesine maruz kal­masın diye -evlad fitnesine vasıta olan yolu kapatmak için- ne birden fazla kadınla evlenmenin menedilmesi, ne hür kadınların çocuklarını (ümmü'l-veled olan) cariyenin çocuklarına üstün tutma fitnesine düşme korkusuyla cariye edinmenin menedilmesi ve ne de evlad sevgisinin kendisini ama hayır sahalarına bol bol infakta bulunmaktan cimriliğe ama Allah yolunca cihad etmekten korkaklığa sevketmesi korkusuyla evliliğin ve necip soylu çocuk sahibi olmanın yasaklanması görüşüne kail olmamıştır. Yine bir kısım mu­tasavvıflar dışında- hiç bir kimse mal fitnesine vasıta olan yolun kapatılması sebebiyle ihtiyacı kapatmaya yetecek kadarının dışında mal ve mülk sahibi olmasının menedilmesi görüşüne kail olmamıştır. Öyleyse -zamanın ve ahlâkın bozulmasına rağmen- mal ve evlad fitnesine vasıta olan yolun kapa­tılması hususunda benzeri görülmediği halde kadın fitnesine vasıta olan yolu kapatma konusunda bu umumi aşırılık neden meydana gelmiştir? Evet, Allah Azze ve Celle'nin birtek âyette her üç fitneden de sakındırmasına rağ­men bu umumi aşırılık sadece kadın fitnesi için vaki olmuştur. Allah Teala bu fitnelere işaret ederek şöyle buyurmaktadır:

' Kadınlardan, oğullardan yığın yığın biriktirilmiş altun ve gümüşten, salma allardan, sağmal hayvanlardan ve ekinlerden gelen zevklere düşkün­lük ve bağlılık insanlar için bezenip süslendi. Bunlar, dünya hayatının metai-dır. Nihayet varılacak güzel yer, Allah'ın huzurudur." (Al-i İmran, 14).

Bazen Rasulullah (s.a.v.)'in "Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı hiçbir fitne vasıtası bırakmadım" hadisi delil gösterilmek suretiyle kadın fitnesinin en şiddetli fitne olduğu söylenilmektedir. Bu gerçek ve doğ­rudur.

Ama aynı şekilde -bu fitnenin şiddetini en iyi bilen birisi olarak- Rasulullah (s.a.v.)'in bu fitneden emin olunması için meşru yolu gösterdiği de gerçek ve doğrudur. O halde yaptığı herşeyi yerli yerince ve sağlam bir şekil­de yapan şariin göstermiş olduğu meşru yolu ilave yapılmasının sebebi ne­dir? öyle sanıyorum ki, bu ilave ve aşırılığın arka planında zikrettiğimiz ve zikredeceğimiz faktörlere ilave edilmesi gereken başka bir faktör daha var­dır. İşte bu faktör erkeklerin kadınlara hakim olup onları hakir görmesi ve kendijerini büyük görmeleridir. Zira kadın fitnesi hususundaki her türlü aşırılığın ve ifratın kötü akibeti erkeklerin değil bizatihi kadınların aleyhine sonuçlanacaktır. Halbuki bu aşırılık mal ve evlad fitnesi hususunda meyda­na gelecek olduğu zaman şüphe yok ki, bu, erkekler adına güçlü bir azim ge­rektirecektir. (Yan; onlara pahalıya mal olacaktır). Bu bir yönden böyle..

Aynı şekilde ikinci bir yönden de bu durumun çeşitli zararları erkekler aleyhine sonuçlanacaktır. Sonra kadın kendi üzerindeki bu musibeti defet­meye muktedir olamayacak hatta bunu reddetmeye ve ona karşı çıkmaya bi­le malik olamayacaktır. Çünkü kadının ne gücü ne de kuvveti vardır. Kadın, sanki, sahibinin maiyyetindeki bir esir ve efendisinin yanındaki bir köle gi­bidir. Böylece kadınların hiçbir yardımcıları olmadığı halde erkekler kadın­lara karşı zulmetmekte, kendilerinden hesap soracak yahud onları bu zulüm­den menedecek birilerini bulamayarak kendi nefislerine de yazık etmekte­dirler.

Erkekler tam bir serbestlik içerisinde hareket ederlerken, kadın fitnesi­ni menetmek için haddi aşan müsriflerin vaz etmiş olduğu vasıtalar üzerinde düşünecek olursak, bu vasıtaların sadece kadın üzerine ne kadar kısıtlama getirdiğini ve onu nice hayırlardan mahrum bıraktığını mutlaka göreceğiz. Öyle ki, onlar kadını devamlı olarak yüzünü örtmeye mecbur ettiler. Bu du­rum, kadının, Allah'ın kendisine bahsettiği görme kuvvetini ve havayı tenef­füs etme hürriyetini kısıtlamıştır. Keza kadını mescide gitmekten menetti-ler. Bu da kadını Kur'an dinlemekten, vazu nasihat dinlemekten, ilim öğren­mekten ve mü'min kadınlarla biraraya gelmekten mahrum etmiştir. Aynı şe­kilde kadını bayram namazı merasimlerine katılmaktan menettiler.

Bu ise kadını tekbirden, tehlilden, tahmidden, hayra şahid olmaktan ve mü'minlerin duasından mahrum etmiştir. Yine bunlar kadını malının idare ve üretimini bizatihi üstlenmekten de menettiler. Onu mahremlerinden biri­ni malına vekil tayin etmeye mecbur bıraktılar. Bu da kadını, malını artırma hakkından mahrum etmiştir. Hatta çoğu zaman malının tamamı veya bir kıs­mı, kadını vekil tayin etmeye mecbur kıldıkları mahremlerinin ellerinde zayi olmuştur. Keza onlar kadını ihtiyaç halinde geçimini temin etmek için ça­lışmaktan da menettiler. Onu insanlara avuç açmaya mecbur ettiler. Bu ise kadını, şeref ve izzetini muhafaza etmekten mahrum etmiştir. Herşeyden tuhaf olanı bu insanların bütün bu nevi hususlarda Peygamber zamanında cari olan uygulamaya açık bir şekilde muhalif olmalarıdır.

Geliniz, kendi nefisleri hususunda zinaya düşmekten korkarak kadın fitnesinden sakınmak isteyen bazı sahabe-i kiramın tavrını düşünelim. Zira onlar fitne hususunda aşırılığa teşebbüs ettekleri zaman, sadece nefislerine karşı aşırı gitmişler; nefisleri üzerinde kısıtlama yapmak istemişler ve er keklik yumurtalarını çıkartıp hadımlaşmak için Rasulullah (s.a.v.)'den izin istemişlerdi. Nitekim Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet edilmiştir:

- Ya Rasulullah ! Ben genç bir erkeğim. Nefsim aleyhine kötü bir iş yap­maktan korkuyorum. Kadınlarla evlenecek dünyalık da bulamıyorum, de­dim. (Erkeklik yumurtalarımı çıkartıp hadım olayım rnı? demek istedim).[246]

Rasulullah (s.a.v.) bana cevap vermekten (imtina edip) susut. Sonra bu suretle halimi bir daha arzettim. Yine bana cevap vermeyerek sustu. Sonra bunun gibi bir daha söyledim, yine sustu. (Dördüncü) bir daha söylediğim de Rasulullah (s.a.v.) azarlayarak bana:

- Ya Eba Hureyre. senin kavuşacağın mukadderatı yazan kalem(in mü­rekkebi) kurumuştur. Şu hal üzerine sen ister hadımlaş, ister bırak (müsavi­dir) buyurdular.[247]

Görüldüğü gibi onlar, kadınları sosyal hayata katılmaktan ve erkeklerle karşılaşmaktan menetmek suretiyle kadın üzerine herhangi bir kısıtlama ge­tirmemişlerdir. Bu, iki hususdan dolayıdır:

Birincisi: Onların, aktif hayatın hareketliliğini iptal veya durdurmanın (ne demek olduğunu) ve bu hayatın, belli ölçülerde kadının hayata katılma­sını gerekli kılacağını düşünüp akledecek kadar akıllı olmalarıdır.

İkincisi ise: Sahabenin zulümden uzak bulunmasıdır. Zira onlar -zu­lümden uzak bulunmalarından dolayı- kadını hor ve hakir görmekten ve fit­neye mukavemetten acziyet hissetmelerinin sonucunu kadına yüklemekten uzak idiler.

Dördüncü faktör: Hastalık derecesine varan aşırı kıskançlık duygusu­dur:

Irz ve namusa karşı hissedilen kıskançlık duygusu iki çeşittir: Biri namusun korunmasına, serkeşlik ve tecavüzden hikâye edilmesine yardım eden normal ve mutedil fıtri bir kıskanma duygusudur. Diğeri ise ortada her­hangi bir şüphe olmaksızın meydana geldiğinden mahzurlu bir kıskanma duygusudur. Onun için bunevi kıskançlık, nefse ızdırap veren ve haksız yere insanı itham altına alan, hastalık derecesinde müsrif bir kıskançlıktır. Bazen bu duygu aklı zail eder ve her türlü şüphe ve ithamdan beri olan insanlara te­cavüz olur. Bununda ötesinde hayattaki düzenli akışı bozup iptal eder. Nite­kim 'Kıskınçlık duygusu nun bir kısmı vardır ki, Allah onu sever. Diğer bir kısmı da vardır ki, Allah ona buğzeder. Allah'ın sevdiği gayret ve kıskanma şüphe halinde vaki olan kıskançlıktır. Allah'ın buğzettiği kıskançlık ise orta­da herhangi bir şüphe olmadığı halde meydana gelen kıskançlıktır1 buyurur­ken Rasulullah (s.a.v.) doğru söylemiştir.[248]

Gerçekten Rasulullah (s.a.v.)'in ashabından bazılarının gayret ve kıs­kançlıkları da bu meşru kıskançlık duygularını aşmaktaydı. Bunlar arasında Ömer İbn Hattab ve Zübeyr îbn Avvam (r.a.) sayılabilir. Ömer (r.a.)'in gay­ret ve<kıskançlığı hakkında Rasulullah (s.a.v.)'den şu sözler sadır olmuştur:

"Ben (bii" defasında) uyurken kendimi cennete gördüm. O sırada bir ka­dın bir köşkün yanında abdest almakta idi. Ben (yanımdaki meleklere):

- Bu köşk kimindir? dedim. Melekler:

- Ömer'indir, dediler.

Ben Ömer'in kıskançlığını hatırladım da hemen yüzümü arkama çevi­rip uzaklaştım.

Rasulullah'ın Öyle demesi üzerine Ömer (sevincinden) ağlayarak:

- Ya Rasulallah, sana karşı mı kıskançlık duyacağım? dedi. (Bu hadisi Buhari ile Müsim rivayet etmişlerdir).[249]

Zübeyr'in kıskançlığından söz ederek Esma (r.a.) bint Ebi Bekr (r.a.)'dan şöyle demiştir:

"Yine böyle birgün, başımın üzerinde hurma çekirdeği yüklü olarak evime gelirken (yolda) yanında Ensardan birtakım kimseler de olduğu halde Rasulullah'la karşılaştım. RasuluIIah beni çağırdı. Sonra beni arkasında ter­kisine almak için devesine:

-Ih! Ih! dedi.

Fakat ben erkeklerle beraber yolculuk etmekten utandım. Hem Zü-beyr'i ve onun kıskançlığnı hatırladım. Ziibeyr insanların en kıskancı idi. Ben (davetine icabet etmeyince) Rasulullah (s.a.v.) benim utandığımı anladı da devesini sürüp gitti.[250]

Fakat Allah'ın Iütfuyla şeriatın emirleri bu sahabilerin gayret ve kıs­kançlıklarını kontrol altına alıyordu.

Nitekim az önce yukarıda geçtiği gibi, Hz. Ömer'in bir zevcesi vardı ki, bu kadın sabah ve yatsı namazlarını hergün mescidde cemaatle kılardı. O ka­dına:

- Ömer'in bunu istemez ve kıskanır olduğunu bilip dururken ne diye mescide çıkıyorsun? denildi. Kadın:

- Beni nehyetmesinden Ömer'i meneden şey nedir? dedi. Soran zat da

- Rasulull'ah'in "Allah'ın dişi kullarını, Allah'ın mescidlerinden menet-meyiniz" sözüdür, dedi.[251]

- Rasulullah'ın ashabının asrı olan -asırların en hayırlısının sona erme­siyle birlikte gayret ve kıskançlık duygusu bağlarından yani bütün şer'i ka­yıtlardan sıyrılıp kopmaya başladı. Şari'in "Allah'ın dişi kullarını Allah'ın mescidlerinden menetmeyiniz" buyruğuyla koymuş olduğu sınırlar parça­landı. Ve mescidin -bilhassa ilk asırlarda- ibadi, kültürel içtimai (sosyal) ve siyasi aydınlanmanın merkezi olmasına rağmen kadınlar mescidlere git­mekten menedildiler.

Rasulullah (s.a.v.) tarafından çıkartılan yasak sebebiyle Ömer İbn Hat-tab'ın kıskançlık duygusunu kontrol altına almasına rağmen, torunu Bilal bin Abdullah bin Ömer -daha önce zikrettiğimiz şekilde kadınlara karşı beslediği su-i zandan kaynaklanan- kıskançlık duygusunu kontrol altına alama­mış (onları mutlaka menederiz) diyerek bu yasağa uymamıştı, tabii Bilal'ın bu hareketi fitneye vasıta olan yolu kapatmak iddiasıyla vaki olmuştur. Nitekim kendisi bu tutumunu "Aksi halde onlar bunu bir fitne ve fesad vesi­lesi ittihaz ederler" diyerek izah etmiştir. Ama Abdullah İbn Ömer, oğlunun bu delilini kabul etmeyip, Rasulullah (s.a.v.)'in sünnetine sımsıkı sarılıp ya­pışmasın farz olduğunu teyid ederek oğlunun bu görüşünü reddetmiştir.

Kıskançlık duygusunun kendisine şer'i bir dayanak bulmak için hile yollarına başvurması gerekiyordu. Gerçekten de "fitneye vasıta olan yolu kapatma" iddiasında bu dayanağa fiili olarak bulmuş oldu. Bu insanlar iddia­larını teyid etmek için bazan Hz. Aişe'nin: "Şayet Rasulullah (s.a.v.) kadın­ların çıkardıkları modalara yetişmiş olsaydı, tıpkı İsrailoğullan kadınlarının menedildikleri gibi, onları mutlaka menederdi (Müslim'in rivayetindeki şekliyle: "Onları mutlaka mescidden menederdi"[252] sözü gibi sahih bir ha­berin tevilinde aşırılığa saptılar.)

Zira onlar Hz. Aişe'nin bu sözünü, sanki Rasulullah (s.a.v.)'in "Allah'ın dişi kullarını Allah'ın mescidlerinden menetmeyin" hadisini neshetmek ü-zere söylenmiş bir söz gibi kabul ettiler. Bazan da Rasulullah'ın mescidine ihtiyar, acize kadınlardan başkasının gelmediğini tekid eden zayıf veya mevzu hadisleri neşre koyuldular. Sahih hadislerin yanlış tevilini ve mevzu hadislerin reddini Allah'ın izniyle az sonra arzedeceğiz. Diğer taraftan kıs­kançlık duygusundan korunulması hususunda bazı alemliren, içerisinde bir çeşit aşırılık gördüğümüz bir kısım görüş ve kavilleri bulunmaktadır. Bunlar da -daha önce söylediğimiz gibi- aşırılıklarını bir kısım zayıf veya mevzu ve de Buhari ile Müslim'in üzerinde ittifak ettiklerinden sıhhat derecelerinin zirvesinde bulunan sahih hadislerdeki ifadelere muhalif olan eserlere dayan­dırdılar.

Bunlardan bir tanesinin şu sözleri bu cümledendir: Kıskançlık duygu­sundan kurtaracak yegane yol kadınların yanlarına erkeklerin girmemeleri kadınların da çarşı ve pazarlara çıkmamalarıdır. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) kızı Fatıma (a.s.)'a:

"Kadın için hangi şey daha hayırlıdır?" diye sordu. Fatıma:

"Kadının erkeği erkeğin de kadını gormemesidir, cevabını verdi. Bu­nun üzerine Rasulullah (s.a.v.) Fatıma'yı bağrına basarak: "Bu peygamber­lerin hepsi de birbirinden gelen tek bir nesildir" âyetini okudu.[253] Bunu yap­makla Rasulullah (s.a.v.) kadının sözlerini beğenmiş oluyordu. Keza Rasu-lullah'ın ashabı, kadınlar erkekleri görmesinler diye duvardaki delik ve pa­çaları kapatırlardı. Muaz b. Cebel (r.a.) hanımını duvardaki delikten bakar­ken görmüş de bu yüzden onu dövmüştür. Yine Muaz (r.a.), hanımını ısırmış olduğu elmayı kölesine verirken görmüş bunun içinde hanımını dövmüş­tür."

Ömer İbn Hattab (r.a.) ise şöyle demiştir: "Kadınlara yeni elbise alma­yınız ki, onlar evlerde perde arkasında oturmaya mecbur olsunlar." Ömer bu sözünü bilhassa kadınların kötü bir görüntü içerisinde dışarı çıkmaya rağbet etmeyecekleri için söylemiştir. Keza O, 'kadınlarınızı 'yok' demeye alıştırı­nız. Rasulullah, kadınların mescide çıkmaların müsaade ederdi. Ama bu gün doğru olanı, ihtiyar kadınlardan başkalarını bundan menetmektir' demiştir.

Asırların birbirini kovalaması ve fethedilen ülkelerin cahili inanç ve düşüncelerinden bîr kısmının müslümanlara sıçramaması -ve arap cahiliy-yesinin kalıntıları- sebebiyle kıskançlık duygusunun azgınlığı artmış netice­de iş bazı müslüman cemiyetlerde insanın annesinin yahud kız kardeşinin yahud hanımının yüzünden dolayı kıskanmasına kadar ileri gitmiş hatta bu taşkınlık kişinin hanımının adını açıkça söylemesinden çekinmesine ve or­taya çıkan herhangi bir ihtiyaca binaen bile olsa, bunu söylemekten kıskan­masına ve bunu namusunu zedeleme olarak kabul etmesine kadar varmıştır.

Bu durumun sebebini açıklama ve onun bir takım erkeklerin şahsi mi­zaç ve kıskançlık duygularına dayandınlmasmdaki doğruluk payına karşın, bu insanların, bu aşırı tutum ve davranışlarını haksız yere şer'i bir hareket o-larak görmeğe kalkıştıklarını ve bu hareketin, ırz ve namusun korunması ve fesada vasıta olan yolun kapatılması kabilinden olduğunu ileri sürdüklerini görüyoruz.!..

Beşinci faktör: Zamanın bozulduğu iddiasıdır.

Sanki insanların kalblerinde hayrın zerresi kalmamış, mevcud durum­dan daha kötüsü imkânı dahilinde değilmiş, kıyametin kopması çok yakınmış ve yerin altı üstünden daha hayırlıymış gibi bazı çevreler sürekli olarak zamanın bozulmasından, ahlâkın zayıflamasından, fısk ve fücurun yayılma­sından şikâyet etmekten zevk duyuyorlar. Bu sebeble devamlı olarak insan­ları azabla, helak olmakla ve büyük musibetlerle korkutup zamanın hayırlı, ahlâkın kuvvetli, insanların Allah'a itaatlerinin bol, iyiliklerinin çok ve fazi­letlerinin fazla olduğu önceki devirden biri de u müsrif iddianın, insanların kalblerine ektiği ümitsizlik tohumlarının ötesinde onları İslah faaliyetlerin­den alıkoyması ve iyiliği emredip kötülükten nehyetme çabasından vazge­çirmesi dolayısıyla da onun, fitneye vasıta olan yolun kapatılması hususun­daki taşkınlığın en kuvvetli yardımcısı olmasıdır.[254]

Zira böyle bir iddia -fesadın çoğalmasıyla birlikte- fesadın çıkış yolları­nın kapatılmasına olan ihtiyacı da artıracaktır. Velev ki bu çıkış yolları aslen helal dairesi içerisinde meydana gelmekte olsun! Fitneye vasıta olan yolu kapatma konusudaki taşkınlığın bir özelliği de onun yaşı da kuruyu da yiye­cek şekilde doymak bilmeyen, yedikçe daha fazlasını isteyen neticede ka­dınların erkeklerle karşılaşma sahalarından büyük küçük hiçbir saha bırak­mayarak hepsini parçalayan hatta mubah olan sahaların tamamı yasaklandı­ğı zaman mendub olana ardından farz olna yönelen ve hepsini ortadan kaldı­ran bir obur olmasıdır.[255]

Nitekim erkeklerin kadınlara, kadınların da erkeklere selam verip se­lam alması, kadınların mescidde cemaatle namaz kılması, ziyaretleşme, mi­safirlik ve mesleki işlerde kadının erkeklere iştirak etmesi haram kılınan mu­bahlardandır. Keza kadınların erkeklerden ilim tahsil etmesi, nişanlanacak kimsenin nişanlanmak istediği kimseyi görmesi, kadının erkek akrabalarını ve nikâh düşmeyen yakınlarım sevmesi, onları güzelce görüp gözetmesi, hastalarını ziyaret etmesi, taziyede bulunması, men edilen menduplar cüm-lesindendir. Aynı şekilde kadınların erkeklerin selamını alması, bayram na­mazına katılması ve iyiliği emredip kötülükten nehyetmesi de menedilen farzlardan bir kısmıdır.

Aşırılığın özelliklerinden biri de asırların geçmesiyle beraber umumi ahlâkın bozulduğu iddiasına sarılarak tekrarının artıp şiddetlenmesidir. Bu­nun misallerinden bir kısmı da şunlardır:

* Kadının erkeklerle karşılıklı konuşması:

Kendilerine hicab farz kılındığı zaman mü'minlerin anneleri müstesna, aralarında hicab (perde) bulunmaksızın karşılıklı olarak erkeklerin kadın­larla konuşmaları Peygamber'in sünnetindendi. (Bu kitabın beşinci kısmına bakınız)

Zamanla umumi ahlâkın bozulduğu [256]ve müslüman kadınların tamamı­nın perdelenerek gizlenmeye mii'minlerin tertemiz annelerindendaha fazla muhtaç oldukları iddiasıyla perde arkasından almadıkça bu konuşma yasak­lanmıştır. (Bu kitabın ikinci kısmına bakınız. Zira bu kısım hicab hususunda mü'minlerin annelerine iktida etmeye imkân bulunmadığını, isbat etmekte­dir) Keza asırların birbirini izlemesiyle kadının zayıflaması sebebiyle bunda fitne olduğu iddiasıyla isterse perde arkasından olsun kadının erkeklerle konuşması menedilmiştir.

* Kadının mescidde namaz kılması:

Aralarında genç kızların, evlenmiş kadınlarla acuze kadınların da bu­lunduğu bir takım kadınların mescide gelmesi Rasuîullah'ın sünnetinden di. (Bu kitabın beşinci kısmındaki kadının mescide katılması bahsine bakınız.)

Peygamber devrinden kısa bir müddet sonra bazı çevrelerde Peygam­ber'in bu husustaki: "Allah'ın dişi kullarını Allah'ın mescidlerinden menet-meyiniz" emrine muhalefet ederek kadınları mescidlerden menetmeye yö­nelmeler ortaya çıktı. Nitekim daha Önce gördüğümüz gibi, Abdullah ibn Ömer 'in oğlu: "Vallahi onları mutlaka menederiz. Aksi halde onlar bunu bir fitne ve fesad vesilesi yaparlar" demişti. Büyük bir alim İbn Ömer'in bu oğlu­nun sözünü şöyle tashih ediyordu: Abdullah'ın bu oğlu Peygamber'in emrine karşı çıkmağa sadece zamanın bozulduğunu bildiği için cüret etmiştir.[257]

Zamanın geçmesiyle birlikte kadın için, kadının kocası ve velisi için ke­rih görüldüğünden arzu eden genç kız ve kadınların mescide katılma imkânı­na sahib olması engellendi. Ama bu husus îslâmi kaidelerden dolayı kerih görülmeyip sadece zamanın bozulduğu iddiasıyla kerih görüldü.[258]

Keza çağların birbirini kovalamasıyla aynı şekilde ihtiyar kadınlar bile mescide çıkmaktan menedildiler. Zira ihtiyar kadın mescidde namaz kıldığı vakit namaz münassebetiyle yüzü açılacak dolayısıyla erkekler onu göre­ceklerdi. Nitekim bu aşırılar şöyle dediler: Bilhassa zamanın bozulmasıyla birlikte "Konuşanın ağzından düşen her lafı bir işitip yaşayan bulunur.[259]

* Kadının bayram günü namaz yerine çıkması:

Başından nikâh akdi geçmemiş taze bakire kızlara ve hayızlı kadınlara varıncaya kadar bütün kadınların bayram günü namaza ve bayram törenine katılmak üzere namazgaha çıkmaları Peygamber'in sünnetindendi. (Kitabın beşinci kısmındaki kadının bayram törenlerine katılması bahsine bakınız).

Fakat zamanla taze genç kızlar bundan menedildiler. Nitekim Hafsa bintü Şirin'den rivayete göre (ki o tâbiun neslindendir) şöyle demiştir:

"Biz taze genç kızlarımızı bayram günlerinde namazgaha çıkmaktan menederdik..." Bu haberi Buhari rivayet etmiştir.[260]

Hafız İbn Hacer şöyle der: (Öyle görünüyor ki tâbiun nesli taze genç kızları bayram namazına çıkmaktan, ilk asırdan sonra meydana gelen fitne ve fesad sebebiyle menetmeşlerdir."[261]

Çağların birbirini izlemesiyle birlikte taze genç kızlar menedilip sadece ihtiyar kadınlara müsaade edildi. Çünkü diğerlerinin hilafına ihtiyar ve gös­terişsiz kadınların çıkmaları müstehabdı![262]

Keza asırların birbirini kovalamasıyla beraber "Konuşanın ağzından düşen her lafı bir işitip yayan bulunur" iddiasıyla ihtiyar acize kadınlar da menedildiler.[263]

Şurası muhakkak ki, taşkınların sürekli olarak umumi ahlâkın bozul­masından şikâyet etmeleri ve bunu gitneye vasıta olan yolu kapatma kaidesi hususundaki aşırılıklarına delil kabul edinmeleri, üstelik bu delilin gayret ve çabalan ıslaha yönelmekten alıkoyması ile Peygamber'in: "Bundan sonra ü-zerinize gelecek zaman muhakkak bundan daha şerli olacaktır. Ve bu fenalık siz ölüp de rabbinize kavuşuncaya kadar asırlarca böylesürüp gidecek­tir." Sözü arasında büyük bir çelişki vardır. (Bu hadisi Buharı rivayet etmiş­tir.)[264] Zira Rasulullah'ın bu sözü Allah'ın yarattıkları hakkındaki sünnetle­rinden bir sünneti izah etmekte ve her asırda yaşıyan insanlara herhalükarda Allah'a hamdetmelerini öğütlemektedir. Çünkü onların zamanında mevcud olan şerrin ardından; onlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki bu zaman önce­kinden daha şerli olacaktır. Bu ise onların yaşadıkları devirde az da olsa, bazı hayırların bulunduğu anlamına gelir. İnsanların, içinde yaşadıkları hayır ve şerri değerlendirmede itidalli davranmaları ile yaşadıkları olayları tasavvur­ları da doğru olacaktır.

Zira insanların yaşadıklarıhayatta bir çok kötülük olsa da, aynı şekilde ondan birtakım hayırlar da vardır. İşte bu bir takım hayır ilk önce umudun a-nahtarı ikinci olarak da İslahın dayanağıdır. O halde İslahın kuvvetlenmesi ve cesaretle devam etmesi için ıslah için çalışan bir kısımhayırlı ferdlerin ve bütün insanların gönüllerinde hayır cihetlerinin bulunması gerekir. Demek-ki Rasulullah'ın az önceki hadisi mü'minleri ıslah faaliyetine mani olacak vasıtalara karşı koymak için kılıçlarını kuşanmaya ve fesad stresi karşısında bayrağını çekmekten ve ümitsizliğe düşmekten kaçınmaya daveti ihtiva et­mektedir.

Rasulullah (s.a.v.)'in bu haberi tıpkı önlerine çıkacak tehlikelere karşı hazırlık yapmaları ve onlar hakkında güzelce tasarrufta bulunmaları için yolculara Önlerindeki yolda bazı tehlike ve engellerin bulunduğunu haber veren kimsenin durumu gibidir.

Her asırda hayır ve iyiliğin mevcud olduğunu tekid eden hususlardan biri de kötülük ve fesadın artması sebebiyle zamanın kötülüğünün yayılıp teşhir edildiği vakitte her neslin babalarının ve atalarının içinde bulundukla­rı pekçok hayrı yad etmeleridir. Nitekim İbnü Hacer el-Askalani Fethulbari adlı eserinde -"Kıyametin alametleri şunlardır: Zamanın birimleri birbirine yakın olur. (Yıllar ay. aylar gün, günler ele saatler gibi hızla geçer) Allah'a kulluk ve hayır amelleri eksilir, kalbleri şiddetli cimrilir yerleştirilir, birçok fitneler meydana gelir ve hercümerc çoğalır"[265] hadisini şerhederken- İbn Battal'ın şöyle dediğini nakleder:

"Bu hadisin ithiva ettiği alametlerin tümünü hakikaten gözlerimizle gördük. Gerçekten Allah'a kulluk ve hayır amelleri eksildi, cehalet zuhur et­ti, kaîblere şiddetli cimrilik yerleştirildi, fitneler hertarafa yayıldı ve öldür­me olayları çoğaldı." İbn Hacer, İbn Battal'ın bu sözlerini müteakiben şöyle der: Zahir olan şu iki, İbnü Battal'ın gördüğü alametlerden birçoğu mukabili olan hayrın mevcuduyeti ile beraber bulunuyordu. Hadiste kastedilen mana; nadir olanı dışında karşısında hayır amellerinden hiçbirşey kalmayacak şe­kilde bu alametlerin tamamen hakim olmasıdır. Hakikat şu ki, zikredilen bu alametlerin asılları sahabe asrından itibaren mevcud idi. Daha sonra başka yerlerin hilafına bir kısım beldelerde çoğulmaya başladı. Nitekim beyan et­tiğimiz şekilde kıyametin kopmasından önce meydana gelecek durum bu alametlerin her tarafa iyice hakim olmasıdır."[266]

Rasulullah (s.a.v.)'in busözünün üslubuna uygun olarak büyük ve soylu şahsiyetlerden de bir kısım sözler sadır olmuştur. İlk söz, Enes ibn Malik (r.a.)'dan rivayet edilmiştir:

Enes (Haccac namazı vaktinden sonraya tehir edince): Peygamber za­manında mevcud olanlardan hiçbirşey tanımıyorum, dedi. Kendisine: Namaz (Peygamber zamanında mevcud olup hemen devam eder birşeydir. Binaenaleyh bu umumi önerme nasıl doğru olur?) denilince, Enes: O, kendi­sinde zayi kılmalar, tağyirler yapıp zayi etmiş olduğunuz birşey değil mi? dedi.

İkinci söz Malik'den rivayet edilmiştir. Ebu Seni İbn Malik'in -tâbiunun büyüklerinden biri olan- babası Malik'den rivayetine göre Malik şöyle de­miştir:[267]

"İnsanları üzerinde bulduğum amellerden namaza nida edilmesi dışın­da hiçbir şey tanımıyorum." Bu iki söz de ilk asrın fazileti ve o asırda yaşayan insanların üzerinde bulunduğu yüksek seviye beyan edilmekte aynı şekilde Rasulullah'ın sünnetine ve Ashab-i Kiram'ın yoluna muhalefet etmekten o dönemdeki insanlar tenzih ve tezkir edilmektedir.[268]

Üçüncü söz, yine Malik'den rivayet edilmiştir. Kendisine, cariyelerini giyinmiş oldukları halde çıplak bir vaziyette bedenleri ve göğüsleri açık bir şekilde çıkarmaları ve tüccarların onları bu hal üzere satışa arzetmeleri gibi, Medine ve Mekke halkının yaptıkları şeylerden sorulunca, bu durumu çok çirkin gördü ve bundan nehyederek "Bu, ne sizden önce geçen fakihlerin ve hayırlı insanların ne de fetva veren fıkıh ve hayır ehlinin yaptığı bir şeydir. Bu ancak Allah korkusu ve takvası olmayanhayasız insanların amelinden-dır" cevabını verdi.[269]

Döndürcü söz ise Hişam İbn Urve ihn Zübeyr'den rivayet edilmektedir: İbn Zübeyr der ki: Urve Akik denilen kıymetli taşlarla köşkünü yaptırıp tezyin edince bundan ötürü kınanarak kendisine "Rasulullah'ın mescidinden uzaklaşan" denildi. Bunun üzerine Urve: "Camilerinizi terkedilmiş, çarşı ve sokaklarınızı çirkin, cadde ve yollarınızda fuhşun ayyuka çıkmış, buna rağ­men sizin rahat veafiyet içinde olduğunuzu gördüm. (Bunun için de köşkü yaptırdım) dedi... İnsanlar: Urve, bize bahsettiği şeylerle Medine ehlinden haber veriyor. Hakkında hiçbir delil bulunmayan Medine ehlinin amelinden bir şeyle nasıl delil getirilir? dediler. Ebu Ömer şöyle dedi: Benim kabul etti­ğim görüş şudur: İmam Malik Muvatta'ında ve diğer eserlerinde bilhassa Medine ehlinin ameliyye ihticac eder ve bunda alimlerin, hayırlı ve erdemli insanların amelini kasteder. Yoksa kötü huylu halkın amelini değil..."[270] Bu iki söz her asırda kötü huylu ahalinin ve Allah korkusu (takvası) bulunma­yan kimselerin bulunacağı ve kendilerinden fesad ve ilk asırdaki siretten sapmalar bulunan şeylerin vaki olacağı gibi hayır ve fıkıh ehli insanların da mevcud olacağı ifade etmektedir.

Zamanın bozulduğu İddiasına, "Şeriatın kolaylık gösterme ve hafiflet­me hükümleri itaatli ve faziletli insanların asrında sabit olmuştu. Fakat artık durum değişmiştir. Zamanın bozulmasına paralel olarak bu hükümler de­vam edemez. Fesada vasıta olan yolu kapatmanın, haram kılma (yasaklama) kısıtlama ve Peygamber ile-Raşid halifeler zamanında geçerli olan kolaylık gösterme hükümlerinideğiştirme, kadının sosyal hayata katılmasını ve er­keklerle karşılaşmasını -ki isterse bu karşılaşma Allah'ın evlerinden herhan­gi bir evde ve Allah'ın huzurunda namaz esnassında olsun- askıya almaktan başka yolu yoktur" şeklindeki görüş ilave edilmektedir.

Pak ve itaatkâr insanların asrının geçip gittiği şeklindeki görüşün mi sallerinden biri de şöyle diyenlerin görüşüdür: (Ebu Bekr ile Ömer (r.a.)'ın Ümmü Eymen ile bir araya gelmelerinden bunların ona bakmaları icab etmez. Ayrıca bu nevi insanlarla başkaları mukayese edilemezler. Bundan dolayı alimler bu nevi insanlar için halveti caiz görmüşlerdir.)[271]

Bu aşırılık, bize İmam el-Cuveyni'nin haddi aşan müsriflerden haber verdiği şu sözleri hatırlatıyor. Haddi aşan müsrifler, cezalar hususunda şari-in tesbit ve beyan ettiği kolaylık gösterme ve hafifletme ile ilgili hükümlerin sınırı aşmamayı kabul etmeyerek şöyle derler: "İslâm'ın başlangıcından uy­gulanan ağır hükümleri hafifletme ve kolaylık gösterilmesinin sebebi o devirdeki insanların İslâm'ın en hayırlı çağında yaşamalarıydı. Onları bir-şeyden menedip vazgeçirmek için basit bir tenbih ve azıcık bir tazir yetiyor­du. Bu gün ise, kalbler katılaştı, ahde vefa terkedildi ve akidler zayıfladı. Halkın umumunu şeriatın hükümlerine bağlayan yegane şey tergib (teşvik) ve terhib (korkutma) haline geldi. Mevcut cezalarla yetinilecek olursa insanların idaresi aynı minval üzere yürümez.

Bu yöntemle bazan ahmak ve cahil kimseler zebun olabilirler. Ama ha­kikatte o, Peygamberlerin efendisi Hz. Mifhammed'in kendisiyle gönderil­diği hidâyete muhalefet etmeye çare aramaktır. Özet olarak her kim şeriatın akıl sahihlerinin istıslahnıdan (yani bir şeyi günel ve iyi görmelerinden) ve ulemanın görüşlerinin muktezasmdan alınıp çıkarılacağını zannederse mu­hakkak o kimse şeriatı reddetmiş olur. Ve onun bu zanm şeriatın ahkamını redde yol açan bir vasıta kabul edilir. Zira bu yöntem zanla hareketten ibaret­tir. Şayet zanlar dinin esas kaidelerini tasallut altına alacak olursa, akla mü­racaat eden herkes düşüncesini şeriat edinmiş, şeriatı red ve menetmek için düşüncesine meyletmiş olur. Neticede insanların akıl ve hatırından geçen fikirler Peygamber'e gelen vahiy mesabesine yükselir. Sonra bu fikirler za­man vemekanın değişmesiyle değişeceğinden şeriatın sübut ve istikran kal­maz.

O halde uyulması gereken hakikat güvenilir insanların mahlukatın e-fendisi (Hz. Muhammed) (s.a.v.)'den haber verdiği kesin nasslardır. Bundan başkanına uyulması muhaldir. Zira haktan sonra ancak sapıklık vardır. Şeri­atın kantrolünden ancak onun güzelliklerini idrak edemeyen incelik ve sırla­rına vakıf olamayan cahiller çıkar. Hüküm koyma hususunda şeriatı araştı­rıp ona veya ondan herhangi bir delile tutunanlar müstesna hiçbir kimse üs­tünlükte öne geçemez. Peygamberler -Allah'ın salat ve selamı onların üzeri­ne olsun- insanların davranışlarını düzeltmek ve bütün işleri asıl maksadına uygun olarak yapmaya davet etmekle görevlendirilmişlerdir."198

Zamanın bozulduğu iddiasma yardım eden ve fitneye vasıta olan yolu kapatma hususunda aşırılığa yol açan unsarlardan biri de en ihtiyatlı olana sarılma iddiasıdır. Bunun misali müfritlerin şu sözleridir: "Akil ve baliğ olan bir insanın akile ve balığa olmuş yabancı bir kadına bakması haramdır. Yüce Allah'ın: 'Mü'min erkeklere söyle, gözlerini harama bakmaktan sakınsın­lar...' kavline binaen yüz ve elleri müstesna kadına bakmanın haramlığmda ihtilaf yoktur.

Fitneden korkulması halinde kadının yüz ve elleri de böyledir... Sahih olan görüşe göre nefsinden kaynaklandığım zannettiği durumlarda fitneden emin olunması halinde şehvetsiz olarafe bakması da böyledir... İmam bu hükmünü yabancı kadına bakmanın fitne sebebi ve şehveti tahrik eden bir muharrik olduğu ve şeriatın güzeliğine münasib olan şeyin bu kapıyı kapat­mak ve yabancı kadınla başbaşa (halvet halinde) kalmak gibi; bu hallerin ay­rıntılarından uzaklaştırmak olduğu tarzında izah etmiştir. Bu izahla, el ve yüzler avret değildir binaenaleyh onlara bakılması nasıl haram olur? Şeklin­deki görüş raddedilmiş olur. Zira el ve yüz avret olmamakla beraber ona ba­kılması fitne yahud şehvet kaynağıdır. Bu yüzden de insanlartedbir ve ihti­yat olarak bundan kaçındılar."

En ihtiyatlı olana sarılmanın reddi hususunda muassır bir alim haklı olarak şöyle der: Uzun araştırma ve incelemeler sayesinde genellikle en ihti­yatlı olana sarılmaya yönelmenin bir sonucu olarak uzun asırlar boyunca pekçok şiddet ve meşakkate sevkeden mezhebi anlayışa müracaat edilmesi­nin aksine doğrudan doğruya Kur'an ve sünnete baş vurmanın daima hafif­letme, kolaylık gösterme, meşakkat ve zorlaştırmadan uzaklaşma prensibiy­le beraber olduğunu gördüm. Din "ihtiyata dayalı hükümler" bütünü haline geldiği zaman kolaylık ruhu kaybolur. Aksine meşakkat ve zorlaştırma p-rensibi teşvik edilir. Halbuki Allah Teala "Allah sizin üzerinize dinde hiçbir güçlük yüklemedi" buyurarak, zatından kesin olarak meşakkat ve güçlüğü nefyetmiştir.[272]

Nitekim büyük alimmerin bir kısmı asırlardan beri en ihtiyatlı olana sa­rılmanın vacip olduğu görüşüne karşı çıkmışlardır.

Bu cümleden olarak îmamül Harameyn el-Cüveyni şöyle der: "Şayet, en ihtiyatlı olana sarılmak vacip olmalı değil miydi? denilirse, biz de deriz ki; vakif olduğunda şüphe edilen şeyin gereğine sarılmanın vacib olduğu hükmü dinin asılları arasında yer almamıştır."[273]

Biz muhaliflerin tutumunu takdire diyoruz. Zira umumi ahlâkın bozulması onların gönüllerini eleme boğmuştur. Fakat onlar ahlâkın bozulduğu iddiasında -atalarının haddi aştığı gibi- haddi aşıp ileri gitmişlerdir. Netice­de bu aşırılık kendilerine galebe çalarak kadının sosyal hayata katılması ve erkeklerle karşılaşmasını benimsemedeki maslahatlardan ve de menetme­deki meşakkat ve güçlüğü idrak etekten onları gafil bırakmıştır...

Altıncı faktör: Yanlış tevil edilen bir kısım âyet, hadis ve haberlerdir.

Fitneye vasıta olan yolu kapatma kaidesi hususundaki aşırılığın bazı se­bep ve faktörlerini daha önce zikretmiş idik. En tuhafı, bu sebep ve faktörle­rin kendilerini destekleyen bir diz inass ve görüşler bulması ve onlara, yanlış tevil edilen bir kısım âyet ve sahih hadislerle zayıf yahud mevzu (uydurma) hadis ve haberlerin ilave olunmasıdır.

Bunların bazı misallerini aşağıda zikrediyoruz:

ilk olarak: Kadına karşı su-i zan beslenmesini destekleyen bazı âyet, hadis ve haberler:

a) Yanlış tevil edilen âyet-i kerimelerden bir tanesi şudur: "Çünkü sizin tuzağınız gerçekten büyüktür."[274]

Bu ifade, noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olan Allah Teala'nın diliyle değil (zamanın maliye bakanı olan Mısırlı) Aziz'in diliyle söylenmiştir. Zira bu söz, Aziz tarafından, kendi karısından sadır olan özel bir olay üzerine bir tenkid ve kınama sadedinde söylenmiştir.

Sonra Kur'an-ı Kerim'in bu sözü hikâye etmesinde Kur'an'ın bu duru­mu, her zaman ve mekanda tüm kadınların tabiatını belirleyen kati bir ilahi hüküm olarak kabul ve itibar ettiğine dair herhangi bir delil sözkonusu değil­dir.

Keza kardeşlerinin Yusuf (a.s.)'a ne kadar büyük bir tuzak hazırladıkla­rını, sonra bu tuzaklarım gerçekleştirmek için nasıl hilelerin en büyüğüne başvurduklarını düşünelim: İğrenç bir mukaddime sonra çok çirkin bir iş, ardından korkunç bir yalan ve hilelerini yalancı bir şahidle süsleme gibi...

Nitekim Allah Teala bu hususu hikaye ederek şöyle buyurmaktadır: "Kardeşleri dediler ki: Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf u bize emanet etmiyorsun? Oy.sa ki biz ona iyilik İsteyen kimseleriz. Yarın onu bi­zimle beraber (kır'a) gönderde bol bol yesin, (içsin), oynaşsın. Biz onu mut­laka koruruz. (Babalan) dedi ki: Onu (kıra) götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım. Dediler ki: Vallahi biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten aciz kimseler sayılırız. Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf a: 'Andolsun ki, sen onla­rın bu işlerini onlar farkına varmaksızın, (bir gün) kendilerine haber verecek­sin' diye vahyettik. kardeşleri akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler. Ey babamız! Biz (alışla) yarışmak için (sahraya) gittik, Yusuf da eşyamızın yanında bırakmıştık, (ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz, doğru söyleyen­ler olsak da sen bize inanmazsın, dediler. Gömleğinin üstünde de yalancı bir kan ile geldiler. (Yakub) dedi ki: 'Belki de nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak ancak Allah'tır'. " (Yusuf,l 1-18).

Şimdi bu durumda erkeklerin hile ve tuzakları mı daha büyük yoksa kadınlarınki mi?

b) Yanlış te'vil edilen sahih hadislerden bazıları şunlardır: "... Eksik akıllı ve eksik dinli..." hadisi [275]

Gerçekten bu hadîs o kadar yanlış ve kötü bir teville tevil edilmiştir ki, neticede insanlar kadının aklının zayıf ve güya aptal olduğunu sanmışlardır. Halbuki Rasulullah (s.a.v) bu eksikliğin sadece mali hususlarda şehadet sa­hasına tam olarak nüfuz etme hususunda hafıza kabiliyyeti ve kudretindeki bir eksiklik olduğunu beyan etmiştir. Zira bu saha evinin içerisinde kadının alışık olduğu hayattan uzak bir sahadır. Bu sebeple Rasulullah (s.a.v.) Radaa (sütemme) meselesinde bir tek kadının şahidliğini bakbul saymıştır. Keza fukaha da kadınlara mahsus davalar hususunda iki kadının şahidliğini geçerli kabul etmişlerdir.

"... Çünkü kadınlar eğe kemiğinden yaratılmışlardır. Bu kemikte en eğ­ri kısım üst tarafıdır. Eğer sen eğri kemiği doğrultmaya kalkışırsan onu ka­rarsın" hadisi.[276]

Bu hadisi de o kadar yanlış bir teville tevil edilmiştir ki Nihayet bazıları:

"Şüphesiz bu hadis kadının bozuk tabiatlı olduğunu ifade etmektedir" de­mişlerdir.

Halbuki doğru olanı; bu hadisin, kadının hilkatinin farklı olduğuna ve erkeğe meşakkat ve sıkıntı verecek cinsten bazı davranışları hususunda bu hilkatin tesirine işaret etmektedir. Eğrilik, doğruluğun zıddıdır. Hadisteki eğriliğin ani ve şiddetli duygusallıkla tefsir edilmesi mümkündür. Buna göre bu duygusallığın dengede tutulması ve kontrol altına alınması doğruluk, ça­buk ve şiddetli olması ise doğruluktan (istikametten) sapmadır. Herşeyi yer­li yerince sağlam ve güzel bir şekilde yapan ve her türlü noksan sıfatlardan münezzeh kemâl sıfatlarla muttasıf olan Allah Azze ve Celle kadını bu duy-gusalUk melekesi ile donatmıştır ki, çocuklarını terbiye etmesi için zaruri bir merhamet ve şefkatle dopdolu olsun...[277]

(Bununla önceki hadisin delalet ettiği mananın ne olduğu bahsi ikinci cildin beşinci kısmında ayrıntılı olarak ele alınmıştır.)

"Şayet uğursuzluktan birşey hak olsaydı, bu kadında atda ve evde olur­du" hadisi.

İhtisar veya bazı ravilerin yaptığı tasarruflar sebebiyle bazı rivayetle­rinde meydana gelen hatanın bir sonucu olarak bu hadis de yanlış bir teville tevil edilmiş ve halk arasında "uğursuzluk üç şeydedir" yahud "Uğursuzluk ancak üç şeydedir" lafzıyla şayi olmuş [278] ve bu sebeple kadın -Allah'a sığınırız- uğursuzluk kaynaklarından biri sayılmıştır. Halbuki İslâm şeriatı uğur ve bereketi makbul ve muvafık görürken uğursuzluk saymayı umumi bir sıfatla reddetmiştir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Uğursuzluk sayma yoktur. Fakat uğur ve bereket evde, kadında ve at­tadır."[279]

c) Zayıf hadislerden bazıları da şunlardır:

"Kadınlar sadece (cinsi) bir oyuncaktır. Binaenaleyh her kim bir oyun­cak edinmişse ona iyi baksın, yahut ona iyi muamele etsin."[280]

Halbuki Rasulullah (s.a.v.)'in sahih bir hadiste "Kadınlar ancak erkeklerin (tamamlayıcı) parçalarıdır"[281] buyurduğunu görüyoruz.

"Erkekler, kadınlara itaat edip boyun eğdikleri vakit helak olmuş­tur."[282]

Allah Ebu Bekr İbnü'l-arabiyye rahmet eylesin! Zira O, zayıf hadislerin insanlar arasında nakledilip dolaştırılmasını reddederek şöyle der: "İnanan mii'minlere düşen mallarına dikkat ettikleri gibi dinlerine de dikkat etmeleri ve mallarını mülklerini koruyup muhafaza ettikleri gibi dinlerini de koruyup muhafaza etmeleridir. Zira onlar, nasıl ki alış-veriş yaparlarken ayıplı ve ku­surlu parayı almazlar; sadece kusursuz ve temiz olanını tercih ederlerse, aynı şekilde Rasulullah (s.a.v.) adına isnad edilen uydurma ve yalan hadislerle konuşulmaması için Peygamber(s.a.v.)'den gelen rivayetlerden de ancak sa­hih bir senetle gelen hadisleri alıp kabul edebilirler. Aksi takdirde Allah ve Rasulü fazileti isterken bu suretle dine nakısa karışır. Hatta çoğu zaman apa­çık hüsrana.düçar olur."[283]

d) Mevzu hadislerden bazıları da şunlardır:

"Ben Adem'e iki hasletle üstün kılındım. Onun hanımları kendisine masiyette yardım ederdi. Halbuki benim hanımlarım bana taatte yardımcı­dırlar"[284] hadisi.

"Kadına itaat, nedamettir" hadisi.[285]

"Kadınlarla istişare edin. Fakat onlara muhalefet edin" hadisi.[286]

Halbuki sahih hadislerin beyanına göre, Rasulullah (s.a.v.)'in Hudeybi-ye (müsalahası) günü Ümmü Seleme'nin mübarek görüşlerine müracaat ederek onunla istişare ettiği sabit bir şeydir."[287]

"Şayet kadınlar olmasaydı Allah'a hakkıyla ve gerçek olarak ibadet edi­lirdi"[288]hadisi.

'^Kadınlara yazı yazmayı Öğretmeyin. Onları odalarda da oturtmayın. Fakat onlara Nûr sûresini öğretiniz."[289]

Aksine Şifa bintü Abdillah'tan rivayet olunan sahih bir hadiste şifa şöyle demiştir:

"Ben Hafsa'nın yanında iken Peygamber (s.a.v.) yanımıza girip bana: Ey Şifa, Hafsa'ya yazı yazmayı öğrettiğin gibi sıraca hastalığına karşı Rukye yapmasını da öğretmez misiniz?"[290] buyurdular.

Gerçekten "Kadınlara yazı yazmayı öğretmeyiniz" şeklindeki mevzu (uydurma) hadis Hicrî 14. asrın (M. 20. yüzyılın) başlarına kadar İslâm ale­minin büyük bir kısmında geçerliliğini sürdüren aşırılığın Örneklerinin esa­sını oluşturuyordu. Nihayet bir kısım fazilet sahibi alimler bu aşırılığa karşı mücadele verdiklerinden Allah'ın lütfuyla bu aşırılık bulutlan dağılıp yok olmaya başladı. Fakat bu aşırılık bazı islam beldelerinde ta bu asrın yarısına kadar devam etmiştir. Bu örnekleri beyan ederken Dr. Takıyüddin el-Hilali söylememektedir:

"Kadınların eğitim ve öğretimi hususunda birbirine muhalif üç ayrı görüş vardır:

Birinci görüş: Kadınların, manasını anlamaksızın Kur'an'ı okumaların­dan daha fazla eğitilmemeleridir. Bu görüşe sahip olanlar şöyle derler: Bu görüşlerin en güzeli ve doğruya en yakın olanı atalarımızı üzerinde bulduğu­muz görüştür. Zira onlar bizden daha ziyade ihsan sahibi idiler. Kadınların e-ğitilmesi onların ahlâkını ifsad eder. Çünkü okuma yazma bilmeyen kadın­lar insan şeytanlarını kolayca elde edemezler. Şüphe yok ki kalem aşikâr olduğu veçhile lisanlardan biridir. Dolayısıyla kadın, okuma yazma bilme­mekte bu lisanın şerrinden emin olur. üzerine sağlam ve sarsılmaz bir perde çekilmesiyle ikinci lisanın şerrinden de emniyete kavuşmuş olacaktır. Böy­lece kadının fitnesinden yana emin olması kemale erer. Nice eğitimli kadın­lar gördük ki, onlara şer ve kötülük yalnızca eğitilmeleri cihetinden bulaş­mıştır.

Bu, İslami dönemde, insanların iffetli olduğu devirde ve Arapların ha-miyyet ve izzet sahibi oldukları günlerde böyleydi. Ama bu zamandaki du­ruma gelince iş şiddetlenip haddi aştı. Artık delik büyük, yamalık küçük! Şüphesiz genç kızların okuma-yazma öğrenmeleri onların akıllarına dünya­da olup biten fesad ve flört hadislerinin in tamamını ulaştırmaya vasıta ola­cak onların fikrine kendisinden uzak oldukları kötü düşünce ve hatıraları dolduracaktır. Hadiste "Kadınları odalarda oturtmayın. Onlara yazı yazma­yı da öğretmeyin. Fakat onlara ip eğirmeyi ve Nûr sûresini öğretiniz" Duyu­rulmaktadır. İşte doğru olan eğitim ve öğretim şekli budur. Çünkü yazı yaz­ma fasıklarla yazışmaya vasıta olacak bir araçtır. Odalarda oturmaları ise işaretle bile olsa fasıklarla konuşmalaranı, anlaşmalarına yol açacak bir va­sıtadır..."[291]

Allah, İbn Hacer'e rahmet eylesin! Zira O, kendi akıllarınca dini bir maslahat için Rasulullah adına hadis uydurmayı caiz görenlerin delillerini redderek şöyle der: Kerramiye ve bazı zahidler gibi, dinin ve ehli sünnet olu­nun takviye edilmesi, tergib ve terhib ile ilgili hususlarda Peygamber adına yalan söylenmesi caizdir, diyen kimseler cehletmişlerdir.

Bunlar. Peygamber adına yalan söyleyenler hakkında yapılan vaidin (tehdidin) onun lehinde olan yalan hakkında olmayıp aleyhinde olan yalan isnadı konusunda olduğunu söylemek suretiyle delil getirip bu görüşlerini isbata yöneldiler. Bu batıl bir istidlaldir. Zira Peygamber (s.a.v,)'den sadır olan vaidden maksad, onun adına yalan (uydurma) hadis nakleden kimseler­dir. Bu yalan hadisi uydurma ister lehine olsun ister aleyhinde, farketmez. Allah'a hamdolsun İslâm dini tam ve mükemmel bir din olup yalanla destek­lenmeye muhtaç değildir..."[292]

e) Zayıf ve mevzu (uydurma) hadislerden bir kısmı da şunlardır:

Rivayete göre Lokman çocuklara okuma, yazma ve Kur'an öğretilen küçük bir okulda bir cariyeye rastlamış da: Bu kılıç kimin için parlatılıyor? (Yani kendisiyle kimin Öldürülmesi için parlatılıyor?) demiş.[293]

Keza rivayete göre Ömer İbn Hattab (r.a.):

"Kadınlara muhalefet edin! Zira onlara muhalefette bereket vardır" de­miştir.[294]

Yine rivayete göre Ömer İbnü Abdilaziz'in ailesinden bir kadın vefat etmişti. Kadın defnedildikten sonra kendisiyle beraber halk da evine döne­rek kendisine evinde taziyede bulunmak istemişler. Bunun üzerine Ömer İbn Abdilaziz içeri girerek kapısını kapatmış ve:

"Şüphesiz biz kadınların ölümünden dolayı taziye olunmayız" demiş­tir.[295]

Mevahibü'l-celil adlı eserin müellifi bu haberi reddederek şöyle der:

Rasulullah (s.a.v.) kız ve erkek ayrımı yapmaksızın "Her kimin üç tane çocuğu ölür de o kimse onlar(la uğradığı musibet)e sabredip ecrini Allah'tan umarsa cennete girer"[296] buyururken, Allah Teala da: "... Başınıza ölüm mu­sibeti gelmişse..." buyurmakta (ve ölümün musibet olması noktasında kadı­nı erkekten ayırmamaktadır.) Yine Nebi (s.a.v.): "Müslümanlar, başlarına gelen musibetler hususunda bana gelen musibetle birbirlerini sabra teşvik etsinler diye..."[297] buyurarak saliha olan zevce ile salih bir eşin başına gelen musibeti bir tek musibet kabul etmiştir.[298]

İkinci olarak: Kadının fitne vasıtası oluşunun manasının yanlış anla­şılmasını destekleyen bazı âyet, hadis ve haberler:

a) Yanlış anlaşılan âyetlerden bir kısmı şunlardır:

Allah Teala (hicab konusuna temas ederek) şöyle buyurmaktadır.

"Peygamberin hanımlarından birşey istediğiniz zaman, perde arka­sından isteyin. Bu hem sizin kalbleriniz için hem de onlann kalbleri için daha temizdir." (Ahzab,53).

Bu âyet, hicab (yani erkeklerden perdelenerek gizlenme) farizasının sadece Peygamber'in hanımlarına mahus bir hüküm olduğunu beyan etmek­tedir. Ne var ki, bazıları bu âyeti yanlış tevil ederek hicab farizasının umumi ve mü'minlerin kadınlarının tamamı hakkında mendub olduğunu kabul et­mişlerdir. Biz bu hususta mü'minlerin annelerine tâbi olunmasına imkân bı­rakmayacak şekilde hicabın, Peygamber'in hanımlarına mahsus bir özellik olduğunu (daha önceki kısımlarda) isbatlamıştık. (Bu mevzu için bu cildin ikinci kısmına bakınız).

Keza Allah Teala (Peygamber'in hanımlarına hitaben):

"Evlerinizde oturun. İlk cahiliyye (devre kadınları)mn açılıp saçıla­rak, zinetlerini göstererek (kırıta kırıta) yürümeyin" buyurmaktadır (Ahzab, 33).

Bu âyetin nasıl yanlış tevil edildiğini görmek için, bu cildin birinci kıs­mına bakınız.

b) Bazı kimselerin fasid bir teville tevil ettikleri sahih hadislerden kimi­si de şunlardır:

Biz burada sadece iki hadisi zikretmekle iktifa ederek (okuyucudan) bu cildin birinci kısmına müracaat etmesini rica ediyoruz. Zira orada bazı kim­seler tarafından tamamen yanlış bir şekilde tevil edilen ve seddüzzerai konu­sundaki aşırılığa sebep teşkil eden sahih hadislerin büyük bir kısmıyla bu iki hadisin hangi manaya delalet ettiğini ayrıntılarıyla ele aldık.

"Ben ve Meymune Rasulullah'ın yanında bulunuyorduk" şeklindeki Ümmü Seleme hadisi.

Ümmü Seleme şöyle demiştir: Biz Rasulullah'ın yanında iken o sırada İbnü Ümmi Mektum çıkageldi. Bu olay bizim hicabla emrolunmamızdan sonra idi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

"Ondan (perdelenerek) gizlenin!" buyurdular. Biz:

- Ya Rasulallah! O, gözleri görmez bir ama değil midir? Bizi ne görür ne de tanır, dedik. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): (O âmâ ise), siz de mi âmâsınız, siz onu görmüyor musunuz? cevabını verdi.[299]

Bu hadis sadece Peygamber'in hanımlarına mahsus (bir hüküm) ifade ettiği halde insanlar onu mü'minlerin hanımları için umumi olduğu şeklinde tevil ettiler.

Rasulullah: "Sizleri (beraberinde mahremi bulunmayan) kadınların yanlarına girmekten sakındırırım" buyurdular. Bunun üzerine Ensardan bir adam:

- Ya Rasulallah! (Zevcin babalan ve oğullarından başka) erkek akraba­larına ne dersin? diye sordu. Rasulullah:

"Onlarla halvet ölümdür" buyurdu, şeklindeki hadis.[300]

Bu hadisi şerheden alimler onu, kadınların yanlarına girmekten nehyet-tiği şeklinde tevil etmişlerdir. Halbuki kadındaki nehiyden maksad halvet (yani başbaşa kalma) halindeki girmekten nehiydir.

Bu hadislere, aslına uzak bir teville tevile maruz kalan bir takım sahih mesur görüş ve sözler de dahildir. Bunlara misale gelince:

Hz. Aişe'nin şu sözüdür: Aişe şöyle demiştir:

- Şayet Rasulullah (s.a.v.) kadınların çıkardıkları modalara yetişseydi, İsrailoğulları kadınlarının menedildikleri gibi onları mutlaka menederdi. (Müslim'in rivayetine göre ise: Onları mutlaka mescidden menederdi.)[301]

Hz. Aişe'nin bu sözünü te'vil eden aşırılar, sanki bu söz, Rasulullah (s.a.v.)'in "Allah'ın dişi kullarını Allah'ın mescidlerinden menetmeyiniz" şeklindeki hadisini neshetmiş gibi, onun, kadınların mescidlerden menedil-mesini vacip kıldığı şeklinde tevil etmişlerdir. Halbuki bu söz, zinetlenme ve güzel koku sürünmeyi nehyetme gibi Rasulullah (s.a.v.)'in koymuş olduğu prensiplere muhalif olan modaları çıkartan kadınlar için zecretme (caydır­ma) makamında söylenmiş bir sözdür.

c) Zayıf hadislerden bazıları da şunlardır:

"Kadınlara karşı eski elbiseden yardım isteyiniz. (Yani onlara yeni el­biseler almayınız ki kötü elbiselerini giymeye mecbur olup dışarıya çıkma-sınlar)[302]

"Kadınlara yeni elbise almayınız ki evlerde perde arkasında oturmaya mecbur olsunlar."

"Kadınların avret yerlerini evlerle örtüp gizleyiniz."[303] "Rasulullah (s.a.v.) kızı Fatıma (a.s.)'a:

"Kadın için hangi şey daha hayırlıdır? diye sordu. Fatıma: Kadının er­keği erkeğin de kadını gormemesidir, cevabını verdi.[304]

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) kızını bağrına basarak:

"Bu Peygamberlerin hepsi de birbirinden gelme tek bir nesildir" âyetini okudu.[305]

Ümmü Seleme bintü Hakim'den rivayete göre şöyle demiştir: "Ben, hayızdan, çocuktan ve evlenmeden kesilmiş kadınlara eriştim. Onlar Rasu-lullah'la birlikte farz namazları kılıyorlardı."[306]

Süleyman İbnü Ebi Hasme'nin annesinden rivayetine göre Annesi riva­yetine göre annesi şöyle haber vermiş:

"Hayızdan, çocuktan ve evlenmeden kesilmiş kadınları Rasulullah (s.a.v.)'le beraber mescidde namaz kılarlarken gördüm."[307]

Daha Önce aralarında Esma bint Ebi Bekr'in, Ömer ibn Hattab'ın hanımı Atike bint Zeyd'in, Fatıma bintü Kays'ın ve Rubeyyi bint muavviz (r.a.)'ın da bulunduğu genç kadınların Rasulullah (s.a.v.)'le birlikte mescidde cemaat namazına katıldıklarını gösteren sahih hadislerden birçoğunu -besince kısımda- arzetmiştik..

d) Mevzu hadislerden bir kısmı da şunlardır:

Abdulkays oğullarının elçileri Rasulullah'a geldiler. Aralarında parlak ve güzel çehreli bir de genç vardı. Rasulullah o genci arka tarafına oturtarak şöyle dedi:

"Davud (a.s.)'ın kusuru (bu nevi kimselere) bakmaktı."[308]

Haddi aşan taşkınlar şöyle der: Parlak ve güzel çehreli bir uşağın fitnesi ile ilgili hususta Peygamberin sireti ve sünneti böyle olunca artık kadın fitnesine karşı durum daha şiddetli ve daha tehlikeli ve de kadınların erkek­lerden uzak tutulmaların daha evla olur.

e) Zayıf haberlerden biri de İbn Mes'ud (r.a.)'ın şu sözüdür: İbn Mes'ud (r.a.) şöyle demiştir:

"Eskimiş deri ayakkabıları içerisindeki ihtiyar acuze kadınlar müstesna -Mekke ve Medine mescidleri dışında- hiçbir kadın evinin içerisindeki na­mazından daha faziletli bir namaz kılmamıştır."[309]

Fitneye vasıta olan yolu kapatma hususundaki aşırılığa yardım eden se­bep ve amilleri iyice düşündüğümüz zaman bunun arkasında sürekli olarak ya zanna tâbi olma ya heva ve hevese uyma ya da her ikisinin birlikte bulun­duğunu görürüz. Bunun açıklaması şudur:

Zanna tâbi olma hususunda söylenecek söze gelince; Zan ilmin zıddı-dır. İlim hadiselerin hakikatini idrak etmek ve bir meseleyi delilleriyle bil­mek anlamına gelir. Zan ise zayıf haberlerden yahut eksik bilgilerden yahud da yanlış düşüncelerden ibaret bulunan aldatıcı şeylere tâbi olmak demektir.

Heva ve hevesin peşine düşme hakkında söylenecek söze gelince; şu­dur: Heva ve heves, nuru her tarafı aydınlatsa bile, Allah'ın indirdiği hakikati görmeğe mani olur ve aynı şekilde sahibini neredeyse etrafında olup biten hiçbir şeyi görmeyecek şekilde gözleri bağlı olarak nefsinin çevresinde dö­nüp duran kimse haline çevirir.

Irz ve namusa karşı duyulan gayret ve kıskançlık duygularının ardında da yine zanna tâbi olma yatmaktadır. Bu da insanların içindeki dindarlık duygusunun zayıflamasıyla mubah bir amelin işlenmesinin sonucunda ek­seriyetle fesad meydana geleceğinin birbirine karıştırılması ve aynı şekilde yaşanılan vakıayı tasavvur etme hususunda eksik ve güvenilir olmayan ma­lumatlara dayanmak suretiyle olur. Keza bunun ardında da heva ve hevese uyma yatar. Bu ise mutedil kıskançhkduygusuyla aşırı kıskançlık duygusu­nun birbirine karıştırılmasıyla olmaktadır.

En ihtiyatlı olana sarılma iddiasının ardında da, en ihtiyatlı olana sarıl­ma ve mubah olan birşeyden çekinmenin medholunan veradan olduğu zan­nedildiğinde yine zanna tâbi olma vardır. Zanna tâbi olmanın geri planında ise bazan heva ve hevese uyma bulunmaktadır. Zira heva ve heves sadece harama rağbet ve meyilden müteşekkil değildir. Bilakis onda nefsi ve Al­lah'ın yarattıklarını mahrum etme ve onlar üzerinde kısıtlama yapmaya meyleden bu sebeple de helal olan şeylerden yüz çevirten bazı karakterlerde bulunmaktadır.

Zayıf ve mevzu hadislerin insanlar arasında nakledilip dolaştırılması meselesine gelince; bu hadislerin insanları daha ziyade Allah'a itaat etmeye ve masiyetlerden uzaklaşmaya sevkedeceği zannedildiğinden bunun da ar­kasında zanna tâbi olma yatmaktadır.

Diğer taraftan fitneye vasıta olan yolu kapatma hususunda aşırılığa sev-keden sözkonusu bu faktörlerin tamamı arasında müşterek bir özellik vardır. O da aklid şeklinde kendini gösteren zanna tâbi olma özelliğidir. Buna aşırı gaflet denilmesi de mümkündür. Zira taklid, şeriatın nasslarından gafil olmaya sebep olur. Nitekim bu cildin bütün kısımları üzerine bir kere göz a-tılması kadının, ciddiyet ve vakar içerisinde hem sosyal hayata katılması ve hem de erkeklerle karşılaşmasının Rasulullah {s.a.v.)'in siretinden ve müslü-man toplumun belirgin hususiyetlerinden biri olduğunu ifade ve beyan eden sünnet nasslarından gaflete düşüldüğünü kati olarak isbat eder.

Aynı şekilde taklid. fıkıh usulünü tam olarak idrak etmekten de haber­siz olmaya sebep olur. Nitekim fitneye vasıta olan yolu kapatma (seddüzze-rai kaidesi) hususunda usulü fıkıh alimleri tarafından beyan edilen tesbitler mütalaa edildiğinde -ki usulcülerin beyan ve tesbitlerin daha önce zikredil­mişti- bu kaidenin tatbiki hususunda şu iki şarttan gaflet edildiğini kesin olarak isbat edecektir.

Birinci şart: Fitneye vasıta olan yolu kapatmak amacıyla yasak edilecek mubahın ekseriyetle mefsedete yol açacak vesilelerden olması ikincisi ise yasaklanacak bir mubahın mefsedet ve zararının maslahatından daha fazla olması şarttır.

Eğer mesele zanna tâbi olmakla kalsaydı, kitap, sünnet, usulü fıkıh ve sosyal hadiselerin bilinmesinden ibaret olan ilimle bunun telafi edilebilece­ği için bu durum elbette bir nevi önemsiz sayılırdı. Ama hadise bununla kalmayarak heva ve heveslere tâbi olmaya kadar ileri giderek haddi aşmıştır. Bu ise telafisi çok zor birşeydir. Zira heva ve hevese tâbi olma akıl ve kalbin ışığını tamamen söndürür ve bunları karartır.

Allahu Teala'nın her halükârda bizleri, bir taraftan ilmi diğer taraftan gizli heva ve arzulan açığa çıkarmada -belli bir dereceye kadar- muvaffak kılmasını ümid ediyor kendi nefislerimize ve kardeşlerimize Allahu Tea­la'nın

"Onlar zanna ve nefislerinin meylettiği arzulara uyuyorlar. Halbuki kendilerine de Rableri tarafından bir yol gösterici (hidâyet) gelmişti." kavliyle onlar sadece zanna tâbi oluyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat baka­mından hiçbir şey ifade etmez" (Necm, 23-28).

kavillerini hatırlatırız.

Hülasa: Kadının yüzünün açılması ve onun meşru şekilde sosyal hayata# katılrpasından doğacak fitne sabah ve akşam kendilerini imtihan etmek için Allah Teala'nm ademoğullarına ve kızlarına takdir ettiği kaçınılmaz ve ge­rekli bir fitnedir. Müslümanın, Allah tarafından takdir edilen bu fitneye gö­ğüs gerip onunla mücahede etmesi iradesini güçlendirecek, heva ve hevesle­rine üstünlük sağlamasını kuvvetlendirecek neticede ona sağlam bir kişilik ve mutedil bir şahsiyyet kazandıracaktır.

Bu fitneden kurtulmak için ondan kaçmaya gelince (insanların hayatı­nı) kısıtlamak ve (onlara) zulmetmeksizin buna imkânı yoktur. Fakat insan­ların hayatını kısıtlamak ve onlara zulmetmek ebedi olarak hiçbir hayır ge­tirmeyecektir. Nitekim Ebu Hureyre (r.a.)'ın -günün birinde- bu nevi fitne sebebiyle nasıl sıkıntı çektiğini ve erkeklik yumurtalarını çıkartıp hadımlaş-mak suretiyle ondan kaçmak istediğini, bu yüzden de Rasulullah'ın onu red­dederek: "Ya Eba Hureyre, senin kavuşacağın mukadderatını yazan kalemin mürekkebi kurumuştur. Şu halde sen ister hadımlaş, ister bırak farketmez" buyurduğunu [310] bu cildin ilk başlarında görmüştük.

Seddüzzerai (fitneye vasıta olan yolu kapatma) kaidesi şeriatın kaidele­rinden muhkem bir kaidedir. Fakat usul alimlerinin beyan ve tesbit ettiği şartlara uygun olmadığı zaman bu kaidesiy uygulamanın şeriattan olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira uygulamanın bu şartlara uymaması halin­de şeriatın dışına çıkma günahına düşülmüş olur.

Şüphesiz sahabe-i kiramın -ve onlardan sonra gelen müctehid imamla­rın- bu yüce kaideyi şeriatın ahkâmının başka şeylerle karıştırılmasına vası-ta olan yolu kapatmak için işletmelerine karşın -ki mubahın beyan edilmesinin vacip oluşu bahsinde Şatibi'nin bu hususta söylediği şeyler yukarıda geçmişti- sonra onların ardından halef ulemasının gelerek bu kaideyi şeria­tın hükümlerini karıştırma hususunda işletmeleri hayret verecek bir durum­dur. Yani halef alimlerinin bu kaidesi uygulamadaki aşırılıklarının neticesi olarak mubah olan şeylerin bir çoğu mekruh ve haram olan şeylerle karış­mıştır. Allah bizi halka hidâyet buyursun... (Amin)! [311]

 

Giriş

 

Neden "Müslüman Kadının Hicabı" Değil?

 

BU BOLÜMÜN konusu, müslüman kadının gerek ev içerisinde, gerek­se ev dışında yabancı erkeklerin önünde nasıl giyineceği ve ne kadar süsleneceğidir. Günümüzde yazar-çizer takımı, şer'î ölçülere uygun kadın elbisesine "hicab" diyor. Halk arasında da bu yanlış kullanıma rastlanmakta, bu vasıfta elbise giyen kadınlara "luhaccebe" denilmektedir. Doğrusu ıstı­lahlarda tartışma olmaz. Ancak bu çağdaş kelimeyi kullanmaktan sakınmayı gerektiren hususlar vardır.

1. Bu çağdaş terimin, Kur'arida geçen "hicab" keli0mesinin anlamına aykırı bir mana ifade etmesi;

Allah Teaîa buyuruyor:

"İki taraf arasında bir hicab (engel) ve a'raf (cennet İle cehennem arasındaki engel) üzerinde de hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır..." (A'raf. 7/46).

"O (Süleyman) da demişti ki: 'Gerçekten ben, at sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih edip sevdim'. Sonunda bu atlar, hicabın (toz perdesinin) arkasına saklandılar." (Sad, 38/32).

"Ve dediler ki: 'Bizi davet ettiğin şeye karşı kalblerimiz bir örtü için­dedir; kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir hicab (perde) vardır. Artık sen (yapabileceğini) yap, biz de gerçeklen yapıyoruz." (Fussilet; 41/5)

"Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir-vahiy ile ya da hicab (perde) arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka..."(Şûra, 42/51)

"Kur'an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir hicab (perde) kıldık."{İsra, 17/45)

"Kitab'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir hicab (perde) çekmişti..."(Meryem, 19/16-17)

- "... Onlardan (Peygamberin hanımlarından) bir şey isteyeceğiniz zaman hicab (perde) arkasından isteyin. Bu sizin kalbleriniz için de onların kalbleri için de daha temizdir." (Ahzab, 33/53)

Bu âyet-i kerimelerde geçtiği üzere "hicab" iki şeyin arasını ayıran, birbirini görmeyiimkânsız kılan engel anlamına gelir. İnsanın giydiği elbise için kullanılması asla doğru değildir. Zira cinsi ne olursa olsun -kadının yüzü dahil tüm bedenini örtse bile- giydiği elbise kadının etraftan görülmesini engellemez. Tepeden tırnağa siyahlara bürünse insanların görmesine engel olamaz. "Onlardan bir şey isteyeceğiniz zaman hicab arkasından isteyiniz" âyetinde geçen hicab, evde erkeklerle kadınların arasını ayırmak için çeki­len perdedir.

2. Bu çağdaş anlamıyla "hicab" tabirinin, sü mette geçen manasına ters düşmesi:

Ömer'den (r.a.) rivayet edilmiştir: "Ya Rasulallah, huzurunuza iyisi geliyor, kötüsü geliyor. Keşke mü'minlerin annelerine hicabı emretseniz" dedim. Çok geçmeden hicab âyeti nazil oldu.'[312]

Enes b. Malik (r.a.) demiştir ki: "Hicab âyetinin inişini en iyi bilen benim. Rasulullah (s.a.v.) Zeyneb binti Cahş ile evleniyordu. İnsanları davet edip yemek vermişti. Yemekten sonra gelenler dağıldı. Ancak bir gurup kalkmadı ve uzun uzadıya oturdular. Rasulullah kalkıp dışarı çıktı; ben de onunla beraber çıktım. Bunu kalksınlar diye yapmıştı. Aişe'nin kapısına kadar gelip misafirlerin kalktığım zannederek geri döndü. Ben de döndüm. Ancak içeri girdiğimizde hâlâ kalkmadıklarını gördük. Rasulullah tekrar çıktı; Aişe'nin kapısına kadar yürüdü, herhalde çıkmışlardır düşüncesiyle geri döndü. Bu sefer gitmişlerdi. Rasulullah aramıza bir perde gerdi. Çok geçmeden "hicab âyeti" nazil oldu.[313]

Not: Sahih-i Buhari'den verilen referanslarda "Fethu'1-Bari Şerhi Sahihi'l-Buhari, Kahire Mus tafa Halebi baskısı, Sahih-i Müslim'den verilen referanslarda ise İmam Müslim'in "el-Ca miu's-Sahih"irıin İstanbul baskısı esas alınmıştır.

Aişe (r.a.) şöyle demiştir: "Süt amcam gelmişti. Eve girmek için izin isteyince, Rasurullah'a sormadan içeri almak istemedim. Bu olay bize hicab emredildikten sonra olmuştu. (Bir rivayette:[314] "Ben senin amcan olduğum halde neden bana karşı hicaba bürünüyorsun?" demişti.) Müslim'in rivaye­tinde 1se şöyle: Hicaba bürünerek Rasurullah'a durumu haber verdi. O da bu­yurdu ki: "Ona (amcana) karşı hicaba bürünme."[315]

Abdulmuttalib b. Rebia b. Haris'ten rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) öğle namazını kıldırdıktan sonra çıkıp evine gittik. Kendisinde önce varıp kapıda beklemeye başladık. Gelince uzunca bir müddet sükut etti. Biz konuşmak isteyince Zeyneb hicab arkasından onunla konuşmamamızı işa­ret etti..."[316]

Enes'ten (r.a.) rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) Hayber ile Medine arasında üç gün kalıp Safıyye bintu Huyey ile evlendi. Müslümanlar "cariye­si mi, yoksa mümenlerin annesi mi" diye düşünürlerken, "eğer hicab kulla­nırsa mü'minlerin annesi, kullanmazsa cariyesidir" dendi. Yola koyulunca onu arkasına aldı ve bir hicab gererek insanların görmesini engelledi."[317]

Sünnetten bu kadar delil ile yetinelim. Daha fazla delil isteyen "Buhari ve Müslim'in sahihlerinde, "hicab lafzının sadece mü'minlerin annelerine mahstıs oluşu" başlığına (üçüncü cildin ikinci bölümü) müracaat edebilir.

Kur'an'da ve sünnette "hicab"ın ne manada kullanıldığını gördükten sonra şimdi -bizim bu cilde isim olarak tercih ettiğimiz- "libas ve zinet" (giysi ve süs) lafızlarının Kur'an'da kullanılışlarını görelim:

Allah Teala buyurdu:

"Ağacı tattıkları anda ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar."(Araf, 7/22)

"Ey Ademoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir libas (elbise) ve süsleyecek bir giyim indirdik (varettik)." (A'raf, 7/26)

"Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini göstermek için, libaslarını sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın." (A'raf, 7/27)

"Başörtülerini gerdanlarını kapatacak şekilde sarkıtsınlar." (Nûr, 24/31)

"Süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni bariç."(Nûr, 24/31)

"Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına cilbablarıni (dış elbiselerini) giymelerini söyle." (Ahzab, 33/59)

"Kadınlardan evliliği ummayıp da oturmakta olan (adetten ve çocuk doğurmaktan kesilmiş yaşlı)Iar, süslerini açığa vurmaksızm (dış) elbiseleri­ni çıkarmalarında kendileri için bir sakınca yoktur. Yine de İffetli davranma­ları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir." (Nûr, 24/60)

Libas ve zinet lafızları sünnette şu manalarda kullanılmıştır.

"Mü'minlerin anneleri Rasulullah ile beraber baştan ayağa dikişsiz dış örtülerine bürünmüş olarak sabah namazına gelirlerdi."[318]

"İzarlarım( Bedenin alt yarısını örten elbise) yandan bölerek başörtüsü yapıp başlarını örttüler."[319]

"Rasulullah'a ipekli elbiseler getirdiler. Bir tanesini Ali'ye verdi ve 'onu böl, kadınların başörtüsü yapsınlar' buyurdu,"[320]

"Rasulullah'ın hanımı Aişe entari ve başörtüsüyle namaz kılardı."[321]"Meymune izar kullanmadan, entari ve teaşörtüsüyle namaz kılardı."

"Bir kadın, Urve'den fetva istedi: 'Mintak (ortasına kuşak bağlanarak aşağıya sarkıtılan geniş ve bol elbise) bana zor geliyor, namazı entari ve ba­şörtüsüyle kılsam olmaz mı? dedi. 'Uzun ve geniş olursa olur' dedi."[322]

Malik dedi ki: "Yemin keffaretinin ödenme şekli konusunda işittiğim en güzel şey, elbise ile ödenmesidir. Erkekleri giydirerek olursa birer elbise, kadınları giydirecek olursa başörtüsü ve entariden oluşan ikişer elbise vermesi gerekir -ki her ikisi için de namazın caiz olması için gereken asgari sınır budur-."[323]

"Akşam olunca elbisemi giydim..."[324] "Mahrem kadın, peçe ve eldiven takmaz."[325]

"Kadınlar da halkalarını, yüzüklerini Bilal'ın elbisesi içine atmaya baş­ladılar..."[326]

"Süba'a el-Eslemiyye, nifastan temizlenince düğün için süslendi. (Ah-med'in zikrettiği bir rivayete göre, sürme çekip süslendi).[327] Ebüssenabil de onunla gerdeği girdi."[328]

3.  'Hicab've 'libas' arasındaki fark:

Hicab, erkekleri kadınları görmesini engellediği gibi kadınların erkek­leri görmesini de engeller. Bu sebeple yüce Allah, "Bu sizin kalbleriniz ve onların kalbleri için daha temizdir" buyurmuştur. Kalblerin temiz oluşu, erkeklerin mü'minlerin annelerini görmemeleri, onların da yabancı erkekle­ri görmemeleri sebebiyledir. Oysa kadınların giydiği elbise, peçe taksalar bile erkeklerin görmelerine engel olmamaktadır.

4.  'Hicab'ın mü'minlerin hanımlarını §amil olmaksızın Rasulullah'ın hanımlarına has oluşu:

Yukarıda izah ettiğimiz üzere "hicab" mü'minlerin annelerine has olup libas herkesin giydiği bir giysidir. Peygamber'in hanımları birtakım ihtiyaç­ları için dışarı çıktığında şer'i ölçülerdeki elbiselerini giyerlerdi. Buna da "hicab" denmezdi. "Hicab"ın Peygamber hanımlarının ev içinde yabancı er­keklere karşı riayet ettiği bir edeb olduğu kanaatindeyiz. Bunu diğer mü'min kadınlarından ayırdedilmeleri ve Rasulullah'a hürmet ve ikram olsun diye yapıyorlardı. Bu edeb, bir başka edebin uzantısı olarak gelmiştir. O da Allah'ın:

"Evlerinizde vakarla oturun" (Ahzab, 33/33)

emrinde beyan buyurulduğu üzere evlerinde oturmaktır. Bu edeplerin her ikisin de de Rasulullah'ın hanımlarını koruma onların kendilerini ibadete vermelerine zemin hazırlama ve Rasulu İlah'tan sonra nikâhlanmalanm ya­saklama maksadı gözetilmiştir. Bu husus; "hicab" âyetinin sonunda ifade edilmektedir:

"Allah'ın Rasulü'ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eşlerini nikah­lamanız size ebedi olarak (helal) olfnaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah katında çokbüyük (bir günah)tir." (Ahzab, 33/53)

Hicabın Peygamber'in hanımlarına has oluşu, üçüncü cildin ikinci bö­lümünde delilleriyle ortaya konmuştu. Bu durumdan habersiz olmaları so­nucu birçoklarının nasıl hataya düştüğü ve Allah'ın mü'minlerin annelerine emrettiği ile mü'minlerin hanımlarına emrettiği şeyleri birbirinden ayırdet-menin gerekliliği ortaya çıkmış oldu. [329]

 

Mekasidu'ş-Şeri'a Bağlamımda Kadın Elbisesinde Bulunması Gereken Şartlar

 

İslam şeriatında kadının giysisi şu iki temel maksadı gerçekleştirmeyi hedef edinir. Birincisi; avret yerlerinin örtülmesi ve fitneden korunma. İkin­cisi; bir nevi saygı ve ayrıcalık kazandırma. Biz bu iki maksadı genişçe açıklayacağız.

Birinci maksad: Bu maksadı gereğince anlamayan bazı çağdaşlar şu soruyu yöneltiyorlar: Giyinmekten maksat avretin örtülmesi ve fitneden sa­kınmak ise neden her ikisinin bedeni de birbirine karşı fitne konusu olduğu halde kadının avret yerleri erkeğinkinden farklı sayılıyor?

Bu soruyu bir çok açıdan cevaplamak mümkündür:

1. Erkek ve kadında fitne derecesinin farklı farklı oluşu:

Cenab-ı Hak kadının bedenine erkeğin bedeninden ayıran bir takım özellikler vermiş, bedeninin her bir bölgesini ayrı bir fitne konusu yapmıştır. Kadın erkeğe baksa bile daha çok genel görünümüne bakar, ayrı ayrı uzuvla­rına değil. Böyle baktığı da olsa fazlaca bir etki göstermez. Oysa kadın, vücudu böyle değil. Onun bütün uzuvlarının özel bir güzelliği, Özel bir çeki­ciliği ve özel bir etkileyiciliği vardır. Beşer hayatında bunun çok daha çarpık tezahürlerine rastlamak mümkündür. Mesela, erkek elleri ve yüzü dışında vücudunun her tarafını kapatan elbiselerle süslenirken, kadın açılıp saçıla­rak süslenme yoluna gider. Belki de bu erkek vücudunun sert ve kaba, kadın vücudunun ince ve yumuşak oluşundan kaynaklanmaktadır.

2. Çalışma alanlarının farklı oluşu. Her ikisine mahsus asıl işlerini kas­tediyoruz. Erkeğin çalışma alanı, genellikle evindışında nzık temini olup vaktinin çoğu çeşitli işlerde geçer ve uzun uzadıya örtünmek onun için zor o-lur. Kadının çalışma alanı ise evi ve çocuklan olup vaktinin çoğu evinde ge­çer ve bedenini tamamen kapatması gerekmez. Şahsi ve toplumsal bir iş için dışarı çıkacak ya da dışarıda çalışacak olursa bu süre zarfında kapanması ge­rekir. Ancak meşakkat artacak veya işi dışarda olup vaktinin çoğu evinin dı­şında geçecek olursa ve tam tesettür büyük zorluk gerektirecek olursa ne ola­cak? Bu durumda ictihad ehli alimlerin "meşakkat teysiri celbeder" veya "hacetler, memnu şeyleri mubah kılan zaruretler menzilesine iner" kaidesini işleterek, meseleye bir kolaylık getirmek ve bunun sınırlarını çizmek zorun­dadır. Ulema, çok sıcaklarda çok hareket eden bir kadının boynunu açarak sadece başını örtmesine fetva verebilecek mi? İşin gerekli kıldığı durumlar­da kolun bir kısmını veya ayağın topuktan yukarısını açmaya cevaz verebile­cek mi? Bazı Hanifi fakihlerinin "İbtila bi'1-İbda" başlığıyla ele aldıkları bu meseleyi nasıl değerlendirdiğini görelim:

Hidaye sahibi Merginani şöyle der: "Rasulullah'ın 'kadın mesture bir avrettir1 sözü gereğince yüzü ve elleri hariç hür kadının tüm bedeni avrettir. Bu iki uzvun istisna edilişi de "İbtila bi'1-îbda' (açık tutulmak zorunda) oluşu sebebiyledir."

Kemal İbnu'l-Hüman, Hidaye Şerhi'nde şöyle der: "Avretin sübutu Rasulullah'ın 'kadın avrettir1 sözüne dayanmakla beraber 'ibtila bi'1-ibda' gerekçesiyle kadının bazı uzuvları hariç tutulabiliyorsa buna iki ayağı da ek­lemek gerekir. Zira bunlarda çoğu kez açık tutulmaz zorunda kalabilir." İhtiyar'da şöyle der: "Namazda kolu açılsa namaz caizdir. Çünkü kol, bilezik takılan 'açıkbir zinet' yeridir. İş icabı kolun açılabilmesi mümkün olmakla beraber örtülmesi efdaldir. Bazıları da kolun sadece namazda avret sayıldı­ğını söylemiştir."[330]

'Şerhu'l-İnaye ale'l-Hidaye* sahibi Baburti de şöyle demektedir: Hasan Ebu Hanife'den ayağın avret olmadığnı rivayet etmiştir. Kerhi de böyle söylemiştir. Musannif "doğru olan da budur" demiştir. Çünkü yalın ayak veya nalin ile yürürken ayak mecburen açık kalır. Bazen ayakkabı bulunama­dığı da olur."

Yine Merginani'den: "Erkek için avretin sınırı ne ise cariye için avretin sının da odur. Çünkü o da efendisinin işi için dışarı çıkar ve genellikle mesle­ğinin gerektirdiği bir elbise giyer.

Kemal İbnu'l-Hümam bu hükmün şerhinde şöyle der: "Yani, cariye için avret hükmünü düşüren husus, onun tüm bedenini avret hükmü içine sokma­nın doğuracağı büyük sıkıntıdır. Çünkü, iş icabı dışarı çıkmak ve erkeklerle de karışmayı gerektirebilecek işler kovalamak zorunda kalabilecektir."[331]

Burada, ihtiyaç ve meşakkati kaldırma hususlarının, hür kadının namaz dışında kolunu, cariyenin de bazı uzuvlarını açmasına ruhsat verilmesinde nasıl illet oluşturduğunu iyi değerlendirmek gerekmektedir.

Son olrak ihtiyacın nasıl mecbur ettiğini göstermek için Ühud gazve­sinde cereyan eden bir olaya işaret edelim: Aişe ile Ümmü Süleym halhalları görünecek şekilde elbiselerini sıvamışlar, kırbaları sırtlarında koşturuyor, süratle mücahidlere su dağıtıyorlardı."[332]

3. İslam örfünde erkeğin avreti belirlenmiş olmakla birlikte genel in­sanlık örfünde de erkeğin giyinmesi daha çok avret örtmeye değil, süslen­meye, güzel görünmeye yönelik olmaktadır. Erkeklerin avret sınırlarında giyindiği nadir görülmektedir. Buna ilaveten kadının erkek vücudunun ayrıntılarından etkilenme şiddeti de erkeğe nisbetle çok daha azdır.

ikinci maksad: Hür müslüman kadına saygınlık kazandırma ve cariye­lerden ayırdetme. Bizce bu son derece olumlu bir ayrıcalıktır. Zira mal, ma­kam ve mevki ile Övünme üzerine kurulmuş bir ayrıcalık değil, aksine izzet, şeref, iffet ve korunmadan ibarettir. Bu tür libas giyen açısından seviyeli bir konumun ifadesi olurken toplum açısından da hürmet ve takdir ifade etmek­tedir.

Bu ikinci maksadla ilgili delillerimizi şöylece sıralayabiliriz:

1. Kadın vücudu genel olarak çekici ve etkileyici olmakla birlikte şeri-atte üç gurup mü'min kadın için üç ayrı örtünme modeli çizildiğini görüyo­ruz:

a) Mü'minlerin annelerine has model. Bunlar, bir ihtiyaç için evden dı­şarı çıkmaları hariç siluetlerini bile erkeklerden gizliyorlardı. Bu konudaki deliller daha önce sözkonusu olmuştu.

b) Hür müslüman hanımlara has model. Bunların yüz ve eller hariç tüm bedenlerini örtmeleri gerekir. Delili:

"Kendiliğinden görüneni hariç süslerini açığa vurmasınlar..." (Nûr, 24/31) âyetidir. Bu delilin ayrıntılı izahı ileride yapılacaktır.

c)  Müslüman cariyelere has model. Bunlar, başlarını ve (kollar ve bacaklar gibi) bazı uzuvlarını açabilir (bazı durumlarda açmak zorundadır). Delili:

"Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına cil-bablannı (dış elbiselerini) üstlerine giymelerini söyle; onların (hür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur." (Ahzab; 33/59) âyetidir.

Taberi, bu âyeti şöyle tefsir eder: Allah Teala, Nebisi'ne buyurur ki:

"Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına, ve mü'minlerin kadınlarına süyle, giyinişlerinde cariyelere benzemesinler."

İmam Malik, başörtüsüz namaz kılan bir cariye hakkında "bu onun sünnetidir" demiştir.[333]

İbn Kudame Muğni'sinde şöyle der: "Cariyenin başı açık namaz kılması caizdir."[334]

Ibni Teymiyye de şöyle demiştir: "Hicab, Peygamber'in ve halifelerinin zamanında olduğu gibi cariyeler dışındaki hür kadınlara mahsustur. O zamanlar hür kadın örtünür, cariye açık gezerdi. Birinde Ömer (r.a.) başörtü takan bir cariye görmüş ve ona vurarak "aptal, hür kadınlara benzemeye mi çalışıyorsun?" demişti."[335]

Ömer'in (r.a.) bu davranışı, iffet ve korunma açısından biraz daha düşük olan cariyenin giyim kuşamda hürlere tamamen benzemesi durumunda, hürlerin onların muhtemel bazı hafif davranışlarının hür kadınların şeref ve iffetine leke getirebileceği kaygısından neş'et etmiştir sanırım.

2. Bu örtünme dereceleri, bir "fahişe" (çirkin iş) sözkonusu olduğunda uygulanacak olan ceza konusunda da geçerlidir. Şöyle ki: Örtünmenin ve saygınlığın en üst derecesindeki mü'minlerin annelireni biçilmiş olan ceza, hür kadınlara uygulanacak cezanın iki katıdır.

"Ey Peygamberin kadınları, kim sizden açık bir çirkin iş işlerse onun azabı iki kat artırılır." (Ahzab, 33/30)

Örtünmenin ve saygınlığın orta derecesinde bulunan hür kadınlar da, alt derecedeki cariyelerin iki katı cezaya çarptırılırlar.

"(Cariyeleriniz) fuhuş yapacak olurlarsa hür kadınlara verilen cezanın yarısı(nı uygulayın)..." (Nisa, 4125)

İbn Rüşd bu hükmün illetini şöylece belirler: "Haddin azaltılmasının maksadı kölenin (ehliyet açısından) noksan oluşu sebebiyledir. Onun yaptı­ğı bir guhuş hürün yaptığı kadar ağır değildir."[336] Yani saygınlık arttıkça suçun cezası da artıyor; saygınlık azaldıkça suçun cezası da azalıyor.

Şu hususu belirtmekte yarar vardır: Peygamber'in hanımlarının bu de­rece örtünmelerinin asıl maksadı, Rasulullah'ın saygınlığını ve ayrıcalığını vurgulamaktır. Zira hanımları saygınlıklarını O'ndan alırlar.

Son olarak nasıl ki İslam kadına değer vererek vücudunu ve dişilik cazi­besini Örtmesini, zaruri haller dışında bunları teşhir etmemesini istiyorsa, müslümanların örfü de erkeğe saygınlık kazandırarak, zorunlu haller dışın­da kuvvetini, adalesini ve vücudunu teşhir etmemesini istemektedir. Zira İslam terazisinden insanın değeri aklı, ahlâkı, bilgisi ve fazileti iledir, yüzünün güzelliği ile değil. Allah Teala buyurur:

"Hiç şüphesiz. Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileri oianmızdır." (Hucurat, 49/13).[337]

Rasul aleyhisselam da bu hakikati şu şekilde ifade etmiştir: "Şüphesiz Allah sizin cesetlerinize, suretlerinize değil,"kalblerinize bakar." [338]

 

Görüntü Ve Ruh

 

Elbiseden söz edip de görüntüsünden ve manadan söz etmemek olmaz. Elbisenin modeli ve rengi görüntüsünü oluşturur. Ama onun bir da manası vardır. Erkek olsun kadın olsun, giyinmede gözettiği ilk şey, bedenini ört­mektir. İkinci olarak soğuktan ve sıcaktan korunmaktır. Gözettiği bir üçün­cü maksat ise güzel bir görüntü arzetrnektir. Genel anlamda elbise bu gayeler için giyilir. Ancak müslüman kadın bunlara ilaveten takva elbisesine de bü­rünür.

"Takva ile kuşanıp donanmak ise daha hayırlıdır." (A'raf, 7/26) ve iffet boyasıyla boyanır.

Allah'ın (verdiği) renk. Allah'tan (verilen renkten) daha güzel rengi olan kimdir?" (Bakara, 2/138)

İşte müslüman kadının giysisinin manası ve ruhu bu. Bunca güzelliğine rağmen kadının giysisi, onun külli varlığından sadece bir cüzdür. Elbise gi­yinmesi onun bir çok eylemlerinden sadece bir tanesidir. Kadın asıl aklı (dü­şüncesi), kalbi (duygusu), şerefi ve sorumlulukları ile başlı başına bir şahsi yettir.

Kadının gerçek konumuna oturtulabilmesi için parçanın bütünün hiz­metinde olması gerekmektedir:

Müslüman kadının giysisi -koruması ve iffet kazandırmasına ek olarak-düşüncesinin gelişmesine, parlaklık kazanmasına da yardım eder.

Keza kalbini (duygusunu) da korumasına, uyanık ve hayra dönük ol­masına yardım eder.

Müslüman kadının bol ve geniş elbisesi gittiği her yerde şerefini koru­masına da yardım eder.

Son olarak. İslami kıyafeti, kadının sorumluluklarını yerine getirmesi­ne, evinin işlerini çekip çevirmekten toplumun kalkınmasına -sosyal ve si­yasal etkinlikleriyle veya toplumun ya da kendisinin bir ihtiyacını gidermek maksadıyla bizzat çalışarak- katkıda bulunmasına yardım eder.

Kadının konumu ve hayatın ona bakan cephesi böylece denge noktası­na oturmuş olur.

Ancak, kadının giysisi onun evin dört duvarı arasına hapsedecek ve top­lumda hareket ve etkinlikten alıkoyarak hayattan soyutlayacak olursa, aklını (düşüncesini) felce uğratmak, kalbini (duygusunu) öldürmek, değerini (şerefini) düşürmek ve nihayet sorumluluklarını yitirmekten başka bir şeye yaramaz. Kadın da insandır ve Allah onu yeryüzünün imarında erkeğe yar­dımcı hatta ortak olsun diye yaratmıştır. Rasulullah (s.a.v.) ne güzel buyu­rur: "Kadınlar, ancak erkeklerin kardeşleridirler. "[339]

 

Şeriat, Kadın Giysisinde Belli Bir Model Ve Belli Bir Renk Öngörmüş Müdür?

 

Şeriat kesinlikle belli bir model öngörmemiştir. Sadece, ülkeden ülke­ye ve örfe göre değişiklik arzeden her türlü üslub ve modelde bulunması ge­reken şartları belirlemiştir. Şeriatın bir hükmünü veya bir edebini iptal etme­diği müddetçe, örfe müdahale etmemektedir. İslam, cahîliyenin giyim ku­şam örfünü tamamen değiştirmemiş, bilakis gerekli düzeltmeleri yapmakla yetinmiştir.

İslam öncesi Arap kadını belli bir modele uygun olarak giyinip kuşanır­dı. Bu model, başı örten başörtüsü, bedeni örten entari, buikisinin üstüne te­peden örtülen cilbab ve bazı kadınların kullandığı ve sadece gözlerinin gö­rüldüğü peçeden oluşmaktaydı.

İslam gelince bu tarz giyim kuşama bir takım adab eklendi ve örtünme­yi kamilen gerçekleştirmesini tavsiye etti. Mesela, başörtüsünü boynunu ve gerdanını örtecek şekilde aşağıya sarkıtmasını öngördü.

"Başörtülerini yakalarının üslünü (kapatacak şeklide) koysunlar." (Nûr, 24/31).

Keza hür kadına dışarı çıkacağı zaman cariyelerden ayırd edilebilmesi için cilbab örtünmesini öngördü.

"Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış el­biselerinden (cilbablanndan) üstlerine giymelerini söyle; onların (Özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur." (Ahzab,

33/59).

İslam, nikab (peçe) kullanmayı adet edinen kadına, namaz kılacağı za­man alnın ve burnun yere değerek secde rüknünün gerçekleşebilmesi için, ihrama gireceği zaman ise kıyafet zevkini bir tarafa bırakıp pejmürde bir gorünüm arzetmeye yönelmesi için nikahını çıkarmasını emretmiştir. İhram­daki bu uygulamaya kıyasla bazı Hanbeli fukahası, iddet süresinde süslen­mesi uygun olmayan ve bir nevi yas tutan kadının da peçe kullanmasının mahzurlu olduğunu ifade etmişlerdir.

Buraya kadar söylenenler kadının giyim-kuşam konusunda yapılan bir takım tavsiyeler olup, yabancı erkeklere görünebileceği kıyafetinde aranan şartları biraz sona maddeler halinde sıralayacağız. Ancak burada şu hususu bir daha vurgulamak isteriz. Bu konuda şekle değil mahiyete itibar oluNûr. Bunun mahiyeti ise,

"(El, yüz gibi) kendiliğinden görünenler hariç, süslerini göstermesinler." (Nûr, 24/31)

âyetinde de belirtildiği üzere fitneye sürükleyici zinetlerin ve zinet mahalle­rinin örtülmesidir.

Elbise modeli ne taabbudi, ne de tevkifi bir meseledir. Aksine, şeriatın maksadına uygun olarak bir illete mebni işlem gören muamelat meselelerin-dendir. Zamana ve mekana göre değişiklik gösteren adetler cümlesindendir. Şer'i ölçülere uygun şekilde örtünmeyi sağlayan ve bunun yanında bölgenin iklimine uyan bir de kolayca hareket etmeye elverişli tüm model ve stiller şer'an makbuldür.

Sözün burasında, sarinin koyduğu şartlar ve adab bulnduğu sürece giyim-kuşam konusunda renk ve model sınırlaması olmadığı hususu üzerin­de ısrarla duran İmam İbn Teymiyye'den birkaç parlak görüş aktaralım:

İbn Teymiyye, Feteva'sında şöyle der: "Cenab-ı Hakk'ın Kitab'ında ve Sünnet-i Nebeviye'de hakkında hüküm beyan edilen kavramların bir kısmı bizzaf şeriat tarafından tarif edilerek, namaz, oruç ve zekat örneklerinde ol­duğu gibi ne manaya geldiği açıklanmıştır. Bu kavramların bir kısmı da dil ve edebiyat açısından tarif edilir, güneş ve ay gibi. Bu kavramların bir kısmı da insanların örf ve adetlerine göre tarif edilir ve doğal olarak geleneklerin değişmesine paralel olarak bunların tarifleri değişir; bey, nikâh, kabz, dir­hem, dinar gibi. Bu gibi kavramları şeriat tarif edip sınırı belirlemediği gibi insanlar arasında da bu konuda bir ittifak mevcut değildir. Bilakis değişik Örflerde bu gibi kavramların mahiyeti ve sınırı bir farklılık arzeder."[340]

Bir başka yerde şöyle der: "Rasulullah'ın (s.a.v.) sünnetine ittiba, bazen fiilin nev'inde, bazen de cinsinde sözkonusu elur. O bir fiili genel bir anlam gözeterek yapardı, özel bir hususu kastederek değil. Mesela, yağ kullanmak gibi. Burada maksat yağ kullanmak mıdır, yoksa saç taramak mı? Yöre rutu­betli ve yöre halkı yağdan arınmak için sıcak suyla yıkanıyorsa onlardan is­tenecek olan saçlarını taramaları, bakımlı tutmalarıdır, yoksa yağlamaları değil. Zira yağ onların hem saçları, hem de ciltleri için zararlıdır. Aynı şekil­de, Rasulullah (s.a.v.) yörenin yiyeceği olan yaş hurma, kuru hurma, arpa ekmeği vs. yerdi. Şimdi buradan yaş ve kuru hurma ile arpa ekmeği yemenin gerekliliği sonucuna varılabilir mi? Bu konuda delil fethidelin çeşitli ülkele­re dağılmış olan sahabilerin oradaki tutumlarıdır. Herkes bulunduğu ülkenin yiyeceklerini yer, giyeceğini giyer ve Medine yiyeceğinden ve giyeceğinde ısrar etmezdi. Eğer bu ikinci şık efdal olsaydı, onlar elbette onu tercih eder­lerdi. Rasulullah ve ashabı genellikle izar ve rida (altlı üstlü iki parçadan oluşan ve peştemal şeklinde bağlanarak kullanılan bir tür giyecek takımı-çev.) giyerlerdi diye bunun efdal olduğu iddia edilebilir mi? Yoksa bunun yerine pantalon ve gömlekten oluşan bir kıyafet mi tercih edilmeli? [341]Bu konu ulemanın üzerinde tartıştığı bir konu olmakla birlikte bizce ikincisi daha uygundur. [342]

 

Yabancı Erkeklere Karşı Kadın Giyim-Kuşaminda Riayet Edilmesi Gereken Şartlar:

 

1. Yüz, eller ve ayaklar hariç tüm bedeni örtmesi.

2. Gerek elbisenin, gerekse el, yüz ve ayakların süslenmesinde itidalli davranmak.

3. Gerek elbisenin, gerekse zinetin müslüman toplumun örfünde bir ye­re sahip olması.

4. O toplumun örfüne göre erkek elbisesine benzememesi.

5. O toplumda gayri müslimlere has olan kıyafetlere benzememesi.

Yüzü, elleri ve ayakları açmanın mubah olduğu konusunda bir takım ih­tilaflı münakaşaların olduğuna işaret ederek du beş maddenin ayrıntılarına gireceğiz. Birinci maddeyi beş bölümde (2-6. bölümler) Kur'an'dan ve Sünnet-i Seniyye'den delilleriyle teferruatlı bir şekilde ele alacağız. [343]

 

Kur'an'a Göre Kadının Örtünmesinde Aranacak Özellikler

 

KADININ ÖRTÜNMESİYLE ilgili başlıca prensipler, Kur'an'ın iki sûresinde toplanmıştır: Hendek gazvesinden sonra nazil olan Ahzab sûresi ve Müreysia gazvesinden sonra nazil olan Nûr sûresi.

Birinci özellik: Hicab'ın Rasulullah'ın (s.a.v.) hanımlarına mahsus oluşu:

Çenab-ı Hak şöyle buyurur:

"Ey İnananlar, (rastgele) Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak ye­mek için size izin verilir de girerseniz (erkenden gelip) yemeğin pişmesini beklemeyin. Çağrıldığınız zaman girin, yemeği yedikten sonar dağılın, (birbİrinizle veya ev halkı ile) söze dalmayın. Çünkü bu (hareketiniz) Pey-gamber'i incitiyor. Fakat o (size bunu söylemekten) utanıyordu. Ama Allah, hakkı söylemekten utanmaz. Onlardan (yani Peygamber'in hanımlarından) bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalbleriniz. hem de onların kalbleri için daha temizdir. Sizin Allah'ın Elçisini incitmeniz ve kendisinden sonra O'nun eşlerini nikahlamanız asla olamaz. Çünkü bu Allah katında büyük (bir günah)tır." (Ahzab, 33/53)

"Onlardan bir şey istediğiniz zaman hicab arkasından isteyin" emrinde geçen hicab, arkasında kadının oturduğu (perde vb.) engeldir. Hicaba riayet, yabancı erkeklerin isteklerini Peygamber hanımlarına, onları görmeyi en­gelleyecek bir engel arkasından iletmeleri anlamına gelir. Peygamber ha­nımlarına herhangi bir ihtiyaçları için dışarı çıkma izni verilmiş, ancak bü­tün bedenlerine ilaveten yüzlerini de kapatmaları emredilmiştir. Buradanb hicabın fonksiyonu ortaya çıkıyor: Peygamber hanımlarının yabancı erkek­lerle yüz yüze görüşmesini engellemek ve erkeklerin gözlerinden ırak olma­larını sağlamak. İhtiyaç halinde dışarı çıkarken yüzlerini de Örtmeleri, hica­bın yerine ikame edilen geçici bir uygulamadır. Böylece hicabın iki şekli ortaya çıkmış oldu. Birincisi, ev içerisinde cereyan eden ve yabancı erkek­lerle perde arkasından konuşmaktan ibaret asıl hicab. İkincisi, ev dışında geçerli olan ve tüm bedene ilavaten yüzü de örtmekten ibaret fer(i (ikincil) hicab.

Hicabın mahiyetine ve bu âyette geçen lıicab emrinin Peygamber ha­nımlarına mahsus oluşu konusunda daha önce özel bir bölüm açmıştık. (Bkz. 3. cild. 2. bölüm)

İkinci özellik: Hür kadınların giyim-kuşamlarında cariyelerden ayırdedilmesi:

Allah Teala şöyle buyurur:

"Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle, (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstelrine salsınlar (vücutla­rını örtsünler); onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Ahzab, 33/59)

Bu âyet çerçevesinde bazı tefsîr kitaplarından pasajlar aktaracağız. Taberi'nin Camiu'l-Beyan'ı

"Tevil ehli (yorumcular) Allah'ın kadınlara emrettiği 'idna'nın (sarkıt­ma, başörtüyü göğse doğru uzatma) mahiye ti Jconu sunda ihtilafa düşmüştür. Bazıları, bir tek göz hariç, baş ve yüz dahil tüm bedenin örtülmesi şeklinde anlamış, bazıları ise bütün yüzün Örtülmesi şeklinde anlamıştır.

Taberi birinci görüş için biri ibni Abbas'tan, ikisi Ubeyde'den üç rivayet aktarır. İkinci görüş için de İbn Abbas, Katade, Mücahid ve Ebu Salih'ten birer rivayet aktarıyor. Gerçi bunlardan Mücahid ve Ebu Salih'in rivayetleri bütün yüzün örtülmesine delil olmaz. Çünkü 'cilbab kullansınlar', 'cilbabla başlarım örtsünler' denmektedir.

Vahidi'nin el-Veciz'i

"Cilbablarını üstlerine idna etsinler" yani ridalarını ve dış örtülerini (çarşaflarını) bollaştırıp, uzatsın ve sarkıtsınlar. Hür oldukları bilinsin ki, rahatsız edilmesinler."

Zemahşeri'nin Keşşafı

"Cilbab, başörtüden geniş, ridadan küçük bol bir giysidir. Kadın onu başına dolar, bir kısmını da göğsüne sallandırır. "Cilbablarından" ibaresinde geçen "min" (-dan) harf-i cerri, teb'iz içindir. Ve iki manaya gelebilir: Birincisi, cilbablarının bir kısmıyla süslenebilecekleri, ikincisi ise cilbabla-rımn, bir kısmını başlarına ve yüzlerine örtmeleri gerektiği.

İbn Atiyye'nin el-Muharreru'l-Veciz'i

"Cilbab, başörtüsünden daha büyük bir giysi çeşididir. İbni Abbas ve İbn Mes'ud'dan (r.a.) cilbabın rida olduğu rivayet edilmiştir. Ancak nasıl kullanılacağı konusunda ihtilaf edilmiştir. İbni Abbas ve Abidetu's-Selma-ni, sadece bir tek göz görülecek şekilde örtülmesi gerektiğini belirtmiştir. Bir başka görüşünde İbn Abbas ve Mücahid şöyle demiştir: Başını örtüp ucunu çekerek burnundan aşağıya sarkıtması dır. İki göz görünmekle bera­ber yüzün büyük bir kısmı örtülmüş olur."

Burada iki, bir de Taberi'de üç ayrı şekil ortaya çıkmış oldu. Bunlardan başka şekiller gösterenler de var.

İhtilafların çokluğu bu konunun bir ictihad konusu olduğuna delil ola­rak yeter de artar bile.

İbnu'l-CevzVnin Zadu'l-Mesir'i

"Cilbablarını üstlerine salsınlar" "İbni Teymiyye demiştir ki: "Ridala­rını giysinler." Bir başkası da şöyle demiştir: Başlarım ve yüzlerini örtsün­ler."

Ebu Hayyan'ın el-Bahru'l-Muhit'i

"Kısai demiştir ki: 'İdna etsinler', dış örtülerini başlanna örtsünler demejctir."

Hatib eş-Şirbi'nin es-Siracu'l-Munir'i

Halil demiştir ki: Disar (bedenin üstünü örten giysi) olsun şiar (bedenin altını örten giysi) olsun, başka giyecekler olsun hepsi cilbab tabirinin içine girer. Bu âyette hepsi kastedilmiş olabilir. Sözkonusu olan entari ise, tüm be­deni ve ayakları kapatacak şekilde bol ve uzun olması, başörtüsü ise yüzü ve boynu kapatacak şekilde örtülmesi, dış elbise ise tüm bedeni ve giysilerini Örtecek genişlik ve uzunlukta olması anlaşılır, sözkonusu çarşaf dışında bir giysi ise "idane"den elleri ve yüzü de kapatmak manası çıkar.

Şevkani'nin Fethu 'l-Kadir'i:

'Tanınmalarına en elverişli yani insanlar tarafından tanınıp hür oldukla­rının bilinmesi için daha uygundur. Böylece 'incitilmemeleri' sağlanır. Töh­met erbabınca taarruza uğramazlar. Hürlere mahsus kıyafeti giymekle onar sarkıntılık vb. ezalardan uzak kalırlar.

Şimdi, müfessirlerin görüşlerinden "cilbabı idna" konusunda söyle­nenleri özetleyelim:

1. Sadece bir gözü açıkta bırakarak bütün yüzü örtecek şekilde başörtü­sünü aşağı sarkıtmak. (Taberi vb.ndeki rivayetlere göre)

2.  Bütün yüzü kapatmak (Taberi'deki rivayetlere göre)

3. Yüzü örtüp İki gözü açıkta bırakmak (İbn Atıyye'deki bir rivayete

göre)

4.  Bedenin altını ve üstünü örten elbiselerin bol ve uzun yapılması (Vahidi'ye göre). Buna benzer bir görüş de İfjn Kuteybe'de yer alır: (İbnu'l-Cevzi'den naklen) ridalannı giyerler.

5. Cilbabm bir kısmıyla süslenme (Taberi ve Zemahşeri'deki birer riva­yete göre).

6. Çarşaflarıyla başlarını da örtmeleri (Ebu Hayyan'ın Kisai'den naklet­tiği bir görüşe göre).

7. Cilbabtan entariyi anlayacak olursak, bunun "idna"sı ayakları ve tüm bedeni örtecek şekilde bol ve uzun tutulmasıdır.

8. Cilbabtan başörtüsü anlaşılacak olursa bunun "idna"sı boynu ve yüzü örtecek şekilde sarkıtılmasıdır.

9. Cilbabtan dış örtü anlaşıldığı takdirde de "idna", bunun tüm bedeni ve elbiseleri örtecek şekilde bol ve uzun yapılması manasına gelir.

10. Cilbab çarşaftan daha aşağı bir giysi olarak anlarsak, bunun "idna"sı yüzün ve ellerin kapanması anlamına gelir.

Son dört ihtimali Hatib Şirbi'ni Halil'den nakletmiştir. Hatib açıklama­larına "gerek disar, gerek şiar, gerekse başka giysilerin hepsi cilbabtır. Cilbabtan bunların hepsi anlaşılabilir" diyerek başlıyor.

Müfessirlerin ortaya koyduğu bu sekilerin hepsi de imkân dahilindedir. Ancak, yüzünü örtüp bir gözünü veya iki gözünü açık bırakmak için cilbabı-nın bir tarafını tutması kadın için gerçekten büyük meşakkat doğurur. Çünkü iki eli de sürekli bir şeylerle meşgul olacak ve her iki eli birden kullanmayı gerektirecek çamaşır yıkama, kırsal kesimde yaşayan kadınların yaptığı gibi çiftçilik, hurma toplama -ki bu konuda 'bir kadın hurmasını toplamaya git­mişti...'[344] mealinde bir rivayet vardır- gibi işler yapacaktır. Tek elle çocuk taşıması, satın alacağı bir malı incelemesi, bineğe binmesi vb.ihtiyaçlarını gidermede sıkıntı çekecektir. Oyka Rasulullah (s.a.v.) bayram namazına çıkmak isteyen kadına cilbab edinmesini emir buyurmuş ve "bir arkadaşı ona bir cilbab veri versin"[345] demişti. Bu kadın namaz kılacağına göre tekbir alması, rüku ve secde yapması için ellerinin serbest olması gerekir. Burada namazda yüz avret sayılmaz şeklinde bir itiraz yapılamaz. Çünkü bayram namazgahında kadının yüzü, yabancı erkeklerin nazarlarına açık olacaktır. Halbuki burada da -yüzü açmanın meşru olduğu görüşüne muhalefet eden­lerin dediği gibi- kadının yüzü avret sayılsaydı örtülmesi gerekirdi. Tüm bunlar, cilbabı salma ile yüzü örtme arasında sürekli bir gereklilik bağı ol­madığını göstermektedir.

Son olarak, yüzü Örtmek meşru ise, bunu nikapla yapmak daha uygun­dur. Şu, eskiden beri bilinirdi; bir. Gerek örtme gerekse delil açısından daha sağlamdır; iki. Daha kolaydır üç. Nikap, kadını cilbabının bir kısmını yüzü­ne sarkıtmak için sürekli olarak bir elini meşgul etmekten kurtaracaktır. Biz, "sadece tek göz görünecek şekilde yüzü örtmek gerektiği" görüşünü, cilbab kullanma şekillerinden sadece biri olduğu ve kesinlikle yegâne meşru biçim olmadığı kanaatindeyiz. Sanırım bu makul bir yorumdur; çünkü diğer tarz­ları gayr-i meşru ilan etmemiş oluyoruz. Bütün zorluğuna rağmen bazı du­rumlarda sözkonusu olsa da. bu tarzı öngören rivayetleri bunun vücubuna hamletmek yanlış bir yorum olur. Çünkü vücubunun imkânsızlığına "ihra­ma giren kadın nikab örtmez" hadis-i şerifi delil teşkil eder. Bu hadis, nika-bm ihram dışında meşru olduğuna da delildir. Nikapta ise göz çukurlarıyla beraber her iki göz de görünür, tek bir göz değil. Yine de biz "sadece tek gö­zün göründüğü" tarzı da meşru kabul ediyor ve rivayetleri ve delilleri bir ara­ya getirmeye ve nassları tokuşturmamaya özen gösteriyoruz. Ahzab süre­sindeki "cilbablarını üstlerine alsınlar" âyet-i kerimesi ile Nûr süresindeki "kendiliğinden görüneni müstesna zinetlerini açığa vurmasınlar" âyet-i ke rimesi arasında bir ilişki kuruyoruz. Birinci âyette hür kadınların cilbabla cariyelerden temayyüz etmeleri vurgulanırken, ikinci âyette yüzün ve elle­rin görünmesinin meşru olduğu vurgulanıyor. El ve yüz zinet olmakla birlik­te yabancı erkeklere karşı açılması caiz oluyor. Biz bu tercihimizle "cilbab-larını ve üstlerine alsınlar" âyeti çerçeveside müfessirlerin görüşleri ve ak­tardığı rivayetlerin de arasını bulmuş oluyoruz. Madde madde verilen deği­şik tarzları biraz irdeleyecek olursak (ibni Kuteybe ile Vahidi'nin kail oldu­ğu) ikinci ve döndüncü; (Taberi'nin bir rivayetinde ve Zemahşeri'nin bir görüşünde görülen) beşinci; (Ebu Hayyan'ın Kisar'den naklettiği) altınca; (Hatib'in Halil'den aktardığı) yedinci ve dokuzuncu tarz cilbab kullanma şe­killerinden hepsinde yüz anılmaksızın genel bir ifade ile bedeni örtme söz-konusu edilmiştir.

Taberi ve diğerlerinin aktardığı rivayetlere dayanarak yüzü örtmenin vacip (farz) olduğunu isbata yeltenenlere deriz ki; bu rivayetler kesin şer'i deliller olmayıp, araştırmacılar için ipuçlarıdır. Sonra, senedinin sahih mi, zayıf mı ne olduğu bir yana, Rasulullah'tan ne kavli, ne de takriri hiçbir sün­net nakledilmemektedir. Bu rivayetler, çağının kadına öngördüğü örtü biçi­mini de hesaba katarak İdna konusunda fikir beyan eden müctehidlerin içti­hatlarından ibarettir. Faraza, Peygamber döneminden bu rivayetlere mesned olacak takriri sünnetler nakledilse bile, bu o uygulamanın sadece caiz oldu­ğuna delil olabilir. Mutlak olarak vacib olduğuna delil teşkil etmez. Ne olur­sa olsun, görüşlerde ihtilaf mevcuttur ve hiçbir görüş diğerinden evla değil­dir. Bu tür görüşlerle de hiçbir şer'İ vacib ortaya çıkmaz.

Sanırız, evla olan, Zemahşeri'nin "cilbaMarmdan" ibaresinin yorumun­da serdettiği iki görüşten ilkidir. Yani "cilbablannın bir kısmıyla süslenebil-meleri"dir. Bu görüş, aşağıdaki yorumlarla da uyuşmaktadır: Taberi'nin mü-cahid'e izafe ederek nakletiği "cilbablannı giysinler de hür oldukları belli ol­sun", yine Taberi'nin Ebu Salih'ten aktardığı "cilbabla başlarını örtsünler", İbn Kuteybe'nin "dış örtülerine (çarşaflarına) bürünüp -ki idna'dan bürün-meyi anlayor- bunun idnası tüm bedenini ve ayaklarını örtecek bolluk ve u-zunlukta yapılması, cilbabtan kastedilen dış elbise ise onun idnası da bütün bedeni ve elbiselerini örtecek bolluk ve genişlikte olmasıdır, şeklindeki a-çıklamalann hiçbiri yukarıda tercih ettiğimiz görüşe ters düşmemektedir.

Bu görüş, sünnete de uygundur. Sübey'a el-Eslemiyye şöyle demiştir: "Akşam olunca (dış) elbisemi üzerime alıp Rasulullah'a geldim."[346] Fatıma binti kays'da "(Dış) elbisemi giyip bağladım ve Rasulullah'a geldim"[347] de­miştir. Bu rivayetler, İdna'nın tek bir şekilde olduğunu ve diğerlerinin yanlış olduğunu isbat şöyle dursun, aksine bir çok tarz idna'nın mümkün oluşuna delil teşkil etmektedir, tefsîr kitaplannda idna'nın değişik uygulamalarından bahseden birçok rivayet mevcuttur. Bunların tamamı -bazıları arasında olsa da- ihtimal dahilindedir.

Yüzü açmanın meşru olduğuna karşı çıkanlara son olarak şunu söyle­mek isteriz:

Cilbab için yapılan bu tanımların ve idna için getirilen yorumların hepsi ihtimal dahilinde iken -ki bu yorumlar faziletli alimlere aittir- üstelik ne Allah'ın kitabından, ne Rasul'ün sünnetinden, hatta sahabi sözlerinden bile delil olmadığı halde tek bir model üzerinde ısrar etmenin ne anlamı var?

İdna'nın tek göz görünecek şekilde tüm yüzü örtme şeklindeki yorumu­nun İbni Abbas'a ribseti zayıf, büyük tabiinden 'Abidetu's-Selmani'ye nisbe-ti sahihtir. Lakin, bu rivayetin ona nisbetinin sahih olması, Beyhaki'nin İbn Abbas, İbn Ömer ve Aişe'den[348] (r.a.) rivayet ettiği sahih görüşlere tercih edil­mesini gerektirir mi? Sonuçta şu hükme varmış oluyoruz: Yabancı erkeklere gösterilebilecek (kendiliğinden görünen) zinet, yüz ve ellerdir.

Şeyh İbn Badis'in bu konuda güzel bir yaklaşımı vardır:

"İdna, yakınlık anlamındaki "dunüvv"den gelir, "yakınlaştırmak" de­mektir. "Cilbablarım üzerlerine idna etsinler", üzerlerine yakınlaştırsınlar demektir. "Dena" fiile "ala" ile kullanıldığında geçişli olur. Ve eklemek ya da bürümek ve örtmek manası verir.

"Cennet gölgeleri üzerlerini örtmüş..."(İnsan, 76/14). İle:

"Cilbabiarını üstlerine alsınlar"

âyetlerinde bu manada kullanılmıştır. Cilbab'm tarifinde de dil bilimciler ihtilaf etmişlerdir. Cilbab, kadının başının üstünden aşağıya kadar Örttüğü çarşaf vb. dış Örtüdür. Âyette geçen "nün" teb'iz içindir. Çünkü yüzünün iki yanından aşağıya sarkıtması bir kısmıyla olur. Ayet, cilbabın bir kısmıyla yüzün örtülmesini ifade etmiş oluyor. Ancak, tamamını mı yoksa bir kısmını mı örtmesi gerektiği hususunda selef uleması ihtilaf etmiştir. Bu âyetin tefsiri zımnında Arap ulemasından aktarılan görüşlerin en güzeli Kısai'nin görüşüdür: "Üzerlerine alıp büründükleri çarşaflarıyla başlarını da örtsün­ler." Zemahşeri bu yorumda geçen "munzammeten" ibaresinin idna'nın yo­rumu olduğunu söyler. "Tekannu" (başörtü kullanma) ise yüzün tamamını örtmeyi gerektirmez. Bu âyetin yorumunda, İbn Cerİr'in meşhur tefsirinde yer alan iki temel görüş mevcuttur. Birincisi, sadece tek göz görünecek şe­kilde tüm bedeni ve yüzü örtmek. Bu Abide ile İbnu Abbas'ın Ebu Salih tari­kiyle gelen görüşüdür. İkincisi; cilbablarmı alınlarının üzerinde bağlamaları gerektiğidir. Bu da Katade ile İbnu Abbas'ın Muhammed b. Sa'd kanalıyla gelen görüşüdür. Ancak, yüzün ve ellerin açılabileceğini, bunların gösteril­mesinin caiz olduğunu açıklayanâyet daha önce gelmiş bulunuyordu.[349] "İdna" âyeti birinci görüşte olduğu gibi tüm yüzün örtülmesi anlamında an­laşılabilir. Ancak "İbda" (açma) âyeti bununla çelişiyor gözükmektedir. Biri yüzün açılmasını mubah karşılarken, diğeri yasaklayor. Biri yüzün açılma­sını mubah karşılarken, diğeri yasaklıyor. Bp iki görüşü şöyle telif etmek mümkündür. Cilbaba bürünüp örtme, onun bir kısmını yüzün bir kısmına -yüzün iki yanı, iki şakak- örtmeyi de içerir. Bu durumda "ibda" âyetine bir aykırılık sözkonusu olmaz. Bellibaşh bir model Öngörmeyen ikinci görüşü, iki âyeti telif etmeye en yakın göründüğü için tercih ediyorum.

"Onların tanınması ve incitilmemesi için en uygun olan budur" âyetine gelince: Burada idna'nın illeti, hür kadınların, açık-saçık bir şekilde ve sade­ce bir başörtüsüyle dolaşan cariyelerden ayırdedilecek sefih ve zibidi takı­mının sarkıntılık vb. davranışlarına maruz kalmamaktır. İdna'nın ikinci gö­rüşte olduğu gibi algılanıp uygulanmasıyla bu maksat tahakkuk etmektedir. Dolayısıyla bu yorum itiraz götürmez münassip bir yorumdur. Her iki âyette vurgulanan şeyler farklıdır. "İbda" (açma) âyeti, eller ve yüz hariç tüm bedei örtmeyi emrederken, "idna" âyeti elbiseleri de örtecek şekilde baştan aşağı­ya -yüzü iki yanından örterek- sarkıtılan dış örtü gerekliliğini vurgulamakta­dır. Böylece hür olduğu iyice bilinmiş olur. Az sözle çok mana ifade eden Kur'an'a en uygun düşen bizce budur. En iyisini Allah bilir.."[350]

İlmi ve makamı ne olursa olsun, herhangi bir insanın görüşü sünnet-i nebeviyye ile çeliştiği zaman takınılacak tavır konusunda İbn Kayyım'ın çok güzel bir ölçüsünü aktaracağız. Nitekim ikinci bölümde, Asr-ı Saadet'te İslam toplumunda kadının yüzünün genellikle açık olduğuna dair deliller serdedeceğiz.

İbn Kayyım şöyle der: "Kendisine taptığımız ve O'ndan başka varacak kapımız olmayan Allah'a yemin olsun ki, bir konuda Rasulullah'tan (s.a.v.) sahih bir hadis gelir ve onu nesheden başka bir sahih rivayet de bulunmazsa, o hadisle amel etmek ve ona muhalefet eden bütün görüşleri terketmek bizim ve tüm ümmetin üzerine farz olur. İster ravisi olsun, ister bir başkası, hiç bir insanın sözüyle o hadisi atmayız. Zira ravi unutmuş olabilir, meselenin iç yüzünü kavramamış olabilir, olaya bizzat şahid olmamış olabilir. Yanlış yo­rumlamış olabilir, başkasının etkisinde kalmış ve onu taklid etmiş olabilir. Yani ravi masum değildir."[351]

 

Örtünmede Gözetilen Hedef: Hürlerin Cariyelerden İyice Ayırdedilmesi

 

Cilbab, dışarı çıkarken ayırt edilmek için giyilen bir giysidir. Allah Teala buyurur:

"Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle (bir ihliyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar (vücutla­rını örtsünler); onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan bu­dur. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Ahzab, 33/59).

Âyet kadınlardan, her bir ihtiyaçları için dışarı çıkacakları zaman cil-babhırını üzerlerine almalarını ister. Bu da cariyelerden ayırd edilerek töh­mete maruz kalmalarına engel olmak içindir. Buradan anlıyoruz ki cilbab dışarıdaki dış görünümün en olgun bir şekle bürünmesi için meşru kılınmış­tır. Dış görüntünün mükemmel oluşu ayırd edilmenin, korunmanın ve say-gınlıgm mükemelliği demektir. Oysa farz olan "avret mahallenin örtülmesi" şeriatın çizdiği asgari şartlan taşıyan herhangi bir elbise ile yerine getirilmiş olur. Cilbabın, dışarıda en kâmil bir dış görünüm arz etme ve en iyi şekilde ayırd edilme maksadına binaen emredildiğine delil olarak şu nassları zikre­debiliriz.

1. Allah Teala şöyle buyurur: "Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur." Bu âyette cilbab kullanmanın illeti açıkça belirtil­miştir ki, o da insanların hür olduklarını anlayarak rahatsız etmelerine fırsat vermemektir.

2 Ümmü Seleme Şöyle demiştir: "Örtülerini (cilbablarını) üstlerine sal­sınlar" âyeti nazil olduğunda, Ensar kadınları, başlarında kara kargalar var­mış gibi (siyah) Örtüler içinde çıkmaya başladılar."[352]

3. Ümmü Atiyye demiştir ki: "Bayram günleri hayız kadınlarla bakire­lerin de çıkarak, cemaate katılmaları, ancak hayızlann namazgaha girmeme­leri emredildi. Kadının biri "Ya Rasulullah, birimizin cilbabı yok" dedi. "Bir arkadaşının cilbabım ahversin" buyurdular."[353]

Keşmiri'nin Feyzu'l-Bari'sinde bu hadis*şöyle açıklanır:

"Buradan anlaşılıyor ki, cilbab dışarı çıkarken giyilmesi istenilen bir giysidir... Şayet 'cilbabın tepeden salınması başörtü örtmeye gerek bırak­maz1 denecek olursa, şöyle cevap veririz: Cilbab bir ihtiyaç sebebiyle evren çıkarken lazım olur, oysa başörtüsü her halükârda örtülmesi gerekir."[354]

"Bir kadın, birimizin cilbabı yok dedi" sözü, avret mahallerinin örtül­mesi için cilbabın zaruri ve temel bir giysi olmadığına delil teşkil eder. O, ancak dışarı çıkarken, özellikle de gece def-i hacet için çıkarken ya da cema­atle namaza katılmak için çıkarken lazım olur. Bu da dışarıda hür kadınların iffetli bir gölünüm arzetmeleri. en iyi şekilde korunmaları içindir. Umuma açık musalla yerlerinde cilbab, kadının sağlam bir şekilde örtünmesine en uygun modeldir. Cilbab herkeste bulunmadığına ve örtünmenin en mükem­mel şekilde gerçekleşmesine yönelik olduğuna göre daha çok namazlar ve yabancı erkeklerle münassebet kurma esnassında sözkonusu olmaktadır. Zira her hanımın evinde giydiği, bununla örtünmesini gerçekleştirdiği ve genellikle bir başörtüsü ve bir entariden oluşan giysisi vardır.

4. Sübey'a el-Eslemiyye'den rivayet edilmiştir: "Nifası bitip temizle­nince düğün için süslendi. O arada Ebu's-Senabil b. Ba'bek yanma geldi. Dedi ki; bakıyorum da süslenmişsin, nikâh kıyılmasını mı istiyorsun? Dört ay on güç geçmedikçe nikâhın kıyılmayacak, boşuna umutlanma. Sübey'a diyor ki; bana bunu söyleyince akşam olur-olmaz elbisemi (örtümü) üzeri­me aiıp Rasulullah'a geldim..."[355]

Fatıma binti Kays şöyle demiştir: "Koçak Ebu Amr b. Hafs b. El Muğire

Örtünmenin şartı ve özellikleri

boşadığmı bildirmek dzere beş sa1[356] hurma ve beş sa1 arpa ile birlikte Ayyaş b. Ebi Rebia'yı gönderdi. Dedim ki: Nafakam bu kadar mı? İddet süresince evi­nizde kalmıyacak mıyım? Dedi ki; hayır. Derhal elbisemi (örtümü) bağlayıp Rasulullah'a geldim..."[357]

Sübey'a (r.a.) Ebu's-Senabil yanına geldiğinde örtünme hudutları dahi­linde bir elbise giyiyordu. Ancak Peygamberin yanına çıktığında üzerine el­bisesini (cilbabım) almıştı. Keza Fatıma binti Kays, Ayyaş ile konuşurken vücudunu yeterince, örten bir elbise giyiyordu. Ama konuşması bitip Rasu-lullah'ın yanma çıkmak isteyince dış elbisesini (cilbabım) bağladı. Kadınla­rın dışarıda iffetli ve güzel gölünüm arzetmeleri için nasıl ki cilbab varsa er­kekler için de aynı şey sözkonusudur. Mesela Ömer b. Hattab (r.a.) dışarıda erkeklerin de heybetli bir görünüm arzetmeleri için dış elbise giymelerini tavsiye etmiş, kendisi de giymiştir. "... Sonra dış elbisemi üzerime alıp (bir başka rivayette bağlayıp[358] Hafsa'nın yanına gittim."[359] Namaza giderken de dış elbisesini giyermiş"...Dış elbisemi üzerime alıp gittim ve sabah namazını Allah Rasulü'yle beraber kıldım."[360] Yani erkekler de gerek dışarı çıkarken, gerek cumalara gerekse bayram namazlarına giderken heybetli ve güzel bir görünüm arzetmek için dış elbiselerini giyerler, asgari düzeyde yeterli olan işar (belden aşağısını örten giysi) ile yetinmezlerdi. Aynı şekilde kadınlar da güzel ve ihtişamlı bir siluet çizmek için elbiselerini de örten bir dış elbise gi­yer lerjj

5. Malik'ten Aişe'nin (r.a.) entari ve başörtüsüyle namaz kıldığı rivayet edilmiştir.

Ubeydullah b. Esved el-Hevlani'den -ki Peygamberin hanımı Meymu-ne'nin himayesinde büyüdü- Meymune'nin izar olmaksızın bir entari ve bir başörtüsüyle namaz kıldığı rivayet edilmiştir.[361]

Muhammed b. Zeyd b. Kunfüz annesinden rivayet etmiştir: Allah Ra-sulü'nün hanımı Ümmü Seleme'ye namaz kılmak için ne giymek gerektiğini sormuş, başörtüsü ve bacakları tamamen örtecek bel ve geniş entari diye cevaplamış.[362]

Hişam b. Urve babasından rivayet etmiştir: Bir kadın gelip "mintak (or­tasına kuşak bağlanarak aşağıya sarkıtılan geniş ve bol elbise) bana zor geli­yor, entari ve başörtüyle namaz kılsam olur mu?" diye sormuş. O da entari ol olursa olur demiştir.

Malik demiştir ki: Yemin keffaretini ödemek hususunda işittiğim en güzel yok güzel yol giyindirmektir. Eğer giyindireceği erkekse bir elbisen-kadınsa iki elbise verir; başörtüsü ve entari. Ki bu namazda gereken asgari Örtünme düzeyidir.[363]

Entari ve başörtünün namaz için yeterli oluşu, "kendiliğinden görüneni müstesna zinetlerini açığa vurmasınlar" âyet-i kerimesiyle emredilen sefr-i avretin gerçekleşmesi için bu iki giysinin yeterli olduğuna delalet eder. Cil-bab ise setr-i avretten öte. iffetli, haşmetli ve güzel bir görünüm arzetmek "ayırdedilmek" için emredilmiştir.

6. Usame b. Zeyd şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) bana kendisine Dihye el-Kelbi'ninhediye ettiği sık dokunmuş bir "kubtiye"[364]vermişti. Ben de onu hanımına verdim. Birinde, "kuptiyeyi neden giymiyorsun?" diye sor­du. Hanımına verdiğimi söyledim. Buyurdular ki; git söyle, altında astar giy­sin. Yoksa kemiklerini belli edebilır.[365]

Rasulullah'ın bu sözü, şeriatın, evine gelen yabancı erkeğe karşı kadını cilbab giymeye zorlamadığını gösterir. Altında astar olduğunu takdirde kub­tiye ile yabancı erkeklere görünebilir demektir. Bir başka açıdan bakacak olursak, şayet ev içinde de cilbab gerekli olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) Usa-me'nin bu davranışım yererek, yanlış olduğunu belirtmekle yetinirdi. Oysa "git, şöyle altına astar giysin" buyurmuştur.

7. Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir: Rasulullah'ın ve babamın yattı­ğı (eski) evime girerken "biri kocam, biri babam" diyerek dış elbisemi çıka­rıp giderdim. Ömer de onların yanına defnedildikten sonra haya ettiğim için oraya dış elbisem üzerimde bağlı olduğu halde girmeye başladım.[366] Bir baş­ka rivayette; Ömer (r.a.) defnedildikten sonra Aişe cilbabını alır oldu. Sor­dular; neden cilbab giyiyorsun? Dedi ki; biri kocam, biri de babam idi. Ömer (r.a.) defnedilince cilbab giydim.

Peygamber'in hanımları evin içinde hicabla emredilmişlerdi. Hicab ise onları yabancı erkeklerin gözlerinden tamamen engelliyordu. Cilbab ise bu­rada, evin dışında hicaba alternatif olarak Aişe'nin (r.a.) vera ve takvasının bir gereği olarak gündeme gelmiştir.

8. Said b. el-Müseyyeb'ten rivayet edilmiştir: "Said'in Zira adında bir cariyesi vardı. (Bir gün bu cariye) üzerinde ipek bir entari olduğu halde dışan çıktı. Rüzgan entarisini açınca onu gören Ömer elindeki mısır sapıyla dürttü. Sa'd gelip engel olmaya yeltenince ona da aynı şekilde dürttü. Sa'd da onu dava etmek istedi. Ömer, mısır sapını Sad'a uzatıp 'kısas yap1 dedi. Sa'd da o-nu affetti."[367]

Hadisten anlaşıldığı üzere cariyenin cilbab örtmeden entariyle dışarı çıkmasında bir beis yoktur. Ömer'in (r.a.) dürtmesinin sebebi ise onun lauba­li ve lakayt davranışıdır.

Özet: Cilbabın evin dışında olgun bir görünüm kazanmak ve ayırdedil­mek için giyilmesinin emredildiğini anladık. Cenab-ı Hak, cilbab âyetinde illetini de açıkça belirtmiştir: "Böylesi tanınarak ine itilmemeleri için daha uygundur." Yani cariyelerden ayırdedilecek, hür olduklarının bilinmesi ve rahatsız edilmemesi için ciîbab en emin yoldur. Ancak kadının avret mahal­lini örtmüş sayılması için başörtü entari vb. herhangi bir giyecek modeli ye­terlidir. Bu konuda İbn Teymiyye şöyle demiştir: " Daha sonra cilbaba bü-rünmesi emredilmiştir. Bu bürünme evden çıktığında sözkonusu olur.[368] Yok­sa ev içinde değil." [369]

 

Cilbab Farz Mıdır, Yoksa Mendup Mudur?

 

İlgili âyet-i kerimede cilbab giymenin illeti açıkça beyan edilmiştir: "Böylesi tanınarak incitilmemeleri için daha uygundur." Burada illet, bir yönden mansüs, (nasssan, beyan edilmiş), bir günden ma'kül (akla uygun) olup, bir başka yönden de hür kadınların maslahatını gözetmektedir. İlletin bu tür özellikleri konusunda Kadı İbn Rüşd şöyle der:"... Ulema, makul bir emri içeren nasslardan emirlerin mendup,[370] yasakların mekruh olarak algıla­nıp algılanamayacağı konusunda ihtilaf etmiştir... Ma'kul olanlar içeren şer'i hükümler genellikle, güzel ahlâk ve maslahatı gözetmekte, mendupluk ifade etmektedirler."[371]

Üçüncü Özellik: Kadının yabancı erkeklere gösterebileceği yerlerinin sınırlandırılması Yüce Allah şöyle buyurur;

"Kendiliğinden görüneni müstesna zihetlerini açığa vurmasınlar." (Nûr, 24/31)

Bu âyet-i kerimenin tefsîr kitaplarında nasıl yorumlandığını görelim: Taberi'nin (ö. 310) Camiu'l-Beyan an Te'vili Ayi'l-Kur'an'ı "Zinetlerini açığı vurmasınlar", yani mahremleri olmayan yabancı er­keklere zinetlerini göstermesinler. Zinet iki türlüdür: Birincisi, halhal, bile­zik, küpe ve gerdanlık gibigizli olan zinet. İkincisi, kendiliğinden görünen zinet. Ancak bu noktada âyetten anlaşılan mana hakkında çeşitli görüşler ile­ri sürülmüştür. Bazıları elbisenin görüntüsü, süsüdür demişlerdir. İbn Ab-bas'tan şöyle rivayet edilmiştir: Zinet iki çeşittir. Zahir olanı elbisedir. Gizli olanı da halhal küpe ve bileziklerdir. Başka birileri, gösterilmesi mubah olan açık zinetin sürme, yüzük, bilezikler ve yüz olduğunu söylemiştir. Katade, sürme, bilezikler ve yüzük demiştir. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre zinetin kendiliğinden görüneni sürme ve yanaklardır. Said, b. Cübeyr ile Ata, yüz ve eller olduğunu söylemiştir. Yine İbn Abbas'a göre kendiliğinden görünen zinet, yüz, göre çekilen sürme ele yakılan kına ve yüzüktür. Evine gelen insanlar bunları kendiliğinden görür. Mücahid, sürme, kına ve yüzük demiştir. Amir, sürme, kına ve elbise olduğunu söylemiştir. İbn Zeyd, sür­me, kına ve yüzüktür, demiştir. İşte böyle değîşik yorumlar yapılmıştır. Me­sele Evzai'ye sorulduğunda, eller ve yüz demiştir. Dahhak da bu görüştedir. Bir başkası, yüz ve elbise olduğu kanaatindedir. Yunus demiştir ki: Hasan bunun yüz ve elbise olduğunu söylemiştir. Bu konudaki görüşlerin en doğru­su şudur: Ayette yüz ve eller kas terdi lmiştir. Bunun içine sürme, yüzük, bile­zik ve kına da girmektedir. Namazda herkesin avret yerlerini kapatması ferz­dir. Kadının da namazda yüzünü ve ellerini açması, bunun dışında tüm bede­nini örtmesi gerekmektedir. Bütün alimler bu konuda ittifak ve icma ettiğine göre, aynen erkeklerde olduğu gibi kadınlar da avret olmayan yerlerini ra­hatlıkla gösterebilirler. Çünkü avret değilse gösterilmesi haram olmaz. Bun­ları göstere biliyorsa, demek ki âyette kastedilen de budur, çünkü bunlar kendiliğinden doğal olarak görünen yerlerdir."[372]

Taberi'nini tercihi bir fıkhi zorunluluk üzerine olduğuna göre, biz de onun bu görüşünden önemli bir delil çıkarırız. Onun bu mesele hakkındaki görüşü, çağının uygulamasını da yansıtmaktadır. Giyim kuşam, bütün toplu­mu yakından ilgilendiren bir iştir. Dolayısıyla herkes bunu yaygın olarak bilir. Şayet yüzü örtmek farz olsaydı yaygın bir şekilde uygulanmasr ve o devirde (hicri üçüncü asır) bunu herkesin bilmesi gerekirdi. Dahası tüm müslüman kadınlar bunu titizlikle uygular, açılıp saçılmaya meraklı asi ka­dınlar dışında kimse buna uymaktan geri kalmazdı.

Cassas'm (Ö. h. 370) Ahkamu'l-Kur'an'ı "İbnu Abbas, Mücahid ve Ata'dan "kendiliğinden görüneni müstesna" ibaresinden, yüzde ve elde olan sürme ile kınanın kastedildiği rivayet edil­miştir. İbnu Ömer ve Enes'ten de buna benzer rivayetler yapılmıştır. îbn Abbas'tan gelen bir başka rivayette el, yüz ve yüzük olduğu belirtilmiştir. Aişe f r.a.), kendiliğinden görünen zinetin bilezik ve kaşsız yüzük olduğunu söylemiştir. Ebu Ubeyde, başlı ve başsız yüzük; Hasan ise elbise olduğu yo­lunda görüş belirtmiştir. Ebu'l-Ahvas'ın Abdullah'tan rivayet ettiğine göre; zinet iki kısımdır: Sadece kocanın gördüğü taç (saç bandı), bilezik ve yüzük gibi gizli zinetler. Açık zinet ise elbisedir. İbrahim de zahiri süsün elbise ol-duğunu söylemiştir. Hanefi Fukahası demiştir ki: Ayetten murad yüz ve el­lerdir. Çünkü sürme yüzün, kına ve yüzük elin zinetidir. Yüzün ve ellerin zi-netine bakmak mubah sayıldığına göre elbette yüze ve ellere bakmak da mu­bah olacaktır. Yüzün ve ellerin avret olmadığının bir delili de namazda bu uzuvların açık tutulmasıdır. Şayet avret sayılsalardı sair uzuvlar gibi bu iki uzvun da örtülmesi gerekirdi. Bir yabancı erkeğin kadının yüzüne ve ellerine şehvet duymadan bakması caiz, şayet, nikahlama âyetinde olma gibi bir mazerete mebni ise şehvetle dahi bakması caizdir. Tüm bunlar, evlenmek ni­yetinde ise şehvetle de olsa yabancı bir erkeğin kadının yüzüne ve ellerine bakmasının caiz olduğuna delil teşkil etmektedir. Ayrıca şu âyet-i kerime de buna delildir:

"(Ey Peygamber) bundan sonra artık sana (başka) kadınlarla evlen­mek), bunları başka eşlerle değiştirmek helal değildir. İsterse güzellikleri çok hoşuna gilsin." (Ahzab, 33/52)

Güzelliklerini beğenmesi için elbette yüzlerini görmesi gerrkir. İbn Mes'îid'un "kendiliğinden görüneni müstesna" âyetini elbiseyle yorumla­masının bir anlamı yoktur. Çünkü, malumdur ki zinet zikredilir, zinetin üze- rinde durduğu uzuv kastediler. Yoksa kadının takınmadığı gerdanlık, halhal, bilezik vb. süs eşyalarını yabancı erkeğin görmesinde ne mahzur olabilir. Demek ki murad zinetin mahallidir.

"Süslerini kimseye göstermesinler. Yalnız kocalarına..."(Nûr, 24/31) âyetinden de anlaşıldığı üzere zinetten maksat onun mahallidir."[373] Vahidinin (Ö. h. 468) el-Vecizfi tefsîrVl-Kur'anVl-Aziz'i "Kendiliğinden görüneni müstesna" yani, elbise, sürme, yüzük kına ve bilezik. Kadının yüzü ve dirseklerinin yarısına kadar ki uzuvları dışında hiçbir yerine göstermesi caiz olmaz.[374]

Beğavi'nin (o. h. 546) Me'alimu't-Tenzil Fi't-tefsîr'i "Kendiliğinden görüneni müstesna" âyetinde zahiri zinet kastedilmiştir. Ancak, ilim erbabı Allah Teala'nın istis­na ettiği zahiri sünnetin ne olduğu hususunda ihtilaf etmiştir. Said b. Cübeyr, Dahhak ve Evza'i, yüz ve eller olduğunu söylemiştir. İbn Mes'ud, elbise olduğu görüşünü savunarak:

"Ey Ademoğulları her mescide gidişinizde süs(la güzel elbisele-ler)inizi (üzerinize) alın..." (Araf; 7/31)

âyetini delil getirir. Burada zinetten murat elbisedir. Hasan, yük ve elbisedir, demiştir. İbn Abbas sürme, yüzük ve eldeki kına olduğu görüşünü serdet-miştir. Yabancı erkeğin zahiri zinetleri -şehvet ve fitneden- korkmadığı sü­rece görmesinde bir beis yoktur. Eğer bu korku varsa gözlerini sakınır. Ka­dının bedeninden bu kadarım açmasına ruhsat vermiştir. Çünkü bunlar avret olmadığı gibi, namazda açılması da emredilmiştir. Ancak sair tüm uzuvları avret olup örtmesi gerekir."[375]

Zemahşeri'nin (ö. h. 528) tefsîm'l-Keşşafı

"... Zinet, sürme, kına gibi süslenmek için kadınların kullandıkları şey­lerdir. Bunlardan yüzük, kaşsız yüzük, sürme/kına vb. açık olanların yaban­cılara gösterilmesinde bir beis yoktur." Kendiliğinden görüneni müstesna" yani, adeten ve hilkaten açık olan uzuvlar. Bunlarda aslolan açık olmaları­dır."[376]

Kadı Ebu Bekr b. El-Arabi'nin (ö.h. 543) Ahkâmu'l-Kur'an'ı

"Zahiri zinet konusundaki ihtilaflar üç noktada odaklanmaktadır: Bi­rincisi; elbisedir. Kadının özellikle açıkta olan zineti elbisedir. Bu görüş İbn Mes'ud'a aittir. İkinci görü; sürme ve yüzüktür. (İbn Abbas ile Misver'in gö­rüşü). Üçüncüsü; yüz ve ellerdir. Bu görüşle ikinci görüş aslında birdir. An­cak şöyle yorumlayan da olmuştur: Yüz ve eller (kendiliğinden görünen) za­hiri zinettir. Ancak sürme ve yüzük bulunmaması şartıyla. Şayet sürme ve yüzük kullanılacak olursa örtülmesi vacib (farz) olur. Çünkü batini (gizli) zinete girer."

Bilezik konusunda ihtilaf edilmiştir. Aişe (r.a.), elde olduğu için zahiri zineti en olduğu görüşündedir. Mücahid ise elde değil kolda olduğu için bati­ni zit.et olduğu kanaatindedir... Doğrusu "zahiri zinet" nereden bakarsakba-kalını. yüz ve ellerdir. Zira bunlar namazda ve ihramda açık tutulur. Adeten ve kendiliğinden açık tutulur."[377]

'.bnu Atıyye'nin (ö. h. 546) cl-Muharreru'l-Veciz fi-tefsîri'l-Kitabi'l-Aziz:

"... Sonra zinetin kendiliğinden görünen kısmını istisna etti. İnsanlar istisn ı edilen kısmın miktarı konusunda ihtilaf etmiştir. İbn Mes'ud (r.a.) zi­netin kendiliğinden görünenin elbise; Said b. Cübeyr, yüz ve elbise, Ata ve Evzai ile bölüştüğü bir başka yorumunda yüz, eller ve elbise olduğu görü­şündedir. İbn Abbas, Katade ve Misver b. Mahreme, sürme, bilezik (dirse­ğin yansına kadar) kına, küpe ve yüzük demiştir. Dolayısıyla kadının eve ge­len yabancılara bunları göstermesi mubah olur...[378] Kadı Ebu Muhammed şöyle demiştir: Bana göre âyette kadının zinetlerini göstermemesi, gizleme­ye çalışması emredilmektedir. Ancak istisnası sözkonusudur. Zarureten kendiliğinden görüneni affedilmiştir. Yüz ve eller çoğu zaman açık kalmak durumundadır. Namazda olduğu gibi. (Buna rağmen) yüz güzelliğinin mah­rem olmayanlara karşı örtülmesi daha uygun olur. Ayetin lafzından, kendili­ğinden görünen zinetlerin açılması gerektiği de anlaşılabilir. Ancak bizim görüşümüz, ihtiyat ve fesada mahal vermeme açısından daha kuvvetlidir."[379]

. bım'l-Cevzi'nin (. h. 596) Zadü'l-Mesir fi Ilmi't-tefsîr'i Kendiliğinden görüneni müstesna" hususunda yedi görüş mevcuttur:

Birincisi: Elbise olduğu. Bu görüşü, Ebu'l-Ahvas İbn Mes'ud'dan riva­yet etmiş olup bir başka varyantında rida (Araplara has örtü şeklinde bir giysi) olduğu belirtilmiştir. İkincisi: El, yüzük ve yüz, üçüncüsü: Sürme ve yüzük (ba iki v& üçüncü görüş Said b. Cübeyr ile İbn Abbas'a aittir.) Dördün­cüsü: Bilezik, yüzük ve sürmedir.-fMüsver b. Mahreme'nin görüşü) Beşinci­si: Sürme, yüzük ve kınadır. (Mücahid). Altıncısı: Yüzük ve bileziktir. (Ha­san) Yedincisi: Yüz ve ellerdir (Dahhak).

Kadı Ebu Yala şöyle demiştir: Birinci görüş tartışma götürür. Zira Ah-med b. Hanbel demiştir ki: Zahiri zinet elbisedir. Tepeden tırnağa avrettir. (Kadın)... Şayet, "peki namazda yüz açıldığı halde namazı bozmadığına gö­re nasıl avret olduğunu söylersiniz" diye itiraz edilecek olursa deriz ki: Na­mazda yüzün kapatılmasında meşakkat olduğu için muaf tutulmuştur.

Biz de deriz ki: Namazda yüzü örtmekte meşakkak var ise, namazın dışında bu meşakkat daha çoktur. Çoğu zaman örtülü kalma süresi namaz dışında namazdakinden çok uzun olur*. Hem bu görüş Hanbeli mezhebine i-zafeten zikrediliyorsa Hiraki'nin Muhtasar'ında, İbn Kudame'nin Muhta-sar'a yazdığı şerhinde serdedilen şu görüş ne oluyor? "... Özetle mezhep, kadının namazda yüzünü açmasının caiz olduğuna kaildir. Namazda olsun, namaz dışında olsun yüz avret değildir."[380]

Fahru'r-Razi'nin (ö. h. 606) et-tefsîru'i-Kebir'i

"Kendiliğinden görüneni müstesna zkıetlerini açığa vurmasınlar" âyetinde birtakım meseleler mevcuttur.

Birinci Mesele: 'Zinetlerini' ibaresinden ne kastedildiği konusunda ih­tilaf edilmiştir. Zinet. Allah'ın bahşettiği güzelliklerine ve insanın süslendiği elbise, takı vb. nesnelere verilen bir isimdir. Bazıları da bu ismin hilkat (yaratılış) güzellikleri için kullanılmadığı, aksine, sürme, kına vb. süs mal­zemeleriyle sonradan kazanılan güzellikler için kullanıldığı görüşündedir. Doğrusu hilkatin de zinet kapsamı dahilinde olduğudur. Bu yargıya şu iki delilden vardık; Birincisi, kadınların büyük bir çoğunluğu, süs malzemeleri olmadan da yaratılış güzellikleriyle temeyyüz eder. Dolayısıyla zinet tabiri­nin kapsamına hilkat güzelliğini de kattığımızda "genel" bir mana ifade eden bu tabire hakkını vermiş oluruz. Böyle anlaşılması sair süs malzemelerinin ferimin kapsamı dışında kalmasını gerektirmez. İkinci delil:

"Başörtülerini yakalarının üzerine koyulup boyunlarını örtsünler." (Nûr, 24/31)

âyet-i kerimesi olup, hilkat güzelliğini sair süslerle birlikte zinet kapsamı dahiline almaktadır. Nitekim Allah Teala başörtüsüyle kapatarak, fıtri gü­zelliklerini göstermemelerini emretmiştir. Oysa zineti güzellikleri dışındaki süslerden ibaret sayanlar, bu tabiri üç noktada sınırlandırmış ve daraltmış oluyorlar. Birincisi, gözü sürme, yanakları zaferan, el ve ayakları kına vb. süs malzemeleriyle güzelleştirmek. İkincisi, yüzük, bilezik, halhal, pazu-end, gerdanlık, taç, kuşak (kemer) ve küpe gibi takılar. Üçüncüsü,- elbise (giysiler).

"ey Adem oğullan, her mescide gidişiniz de süslü, güzel elbiselerini­zi üzerinize alın..." (A'raf, 7/31)

âyetinde olduğu gibi.

Sekizinci mesele: Kendiliğinden görüneni müstesna" âyetinin anlamı konusunda ihtilaf edilmiştir. Zineti yaratılış güzellikleri olarak yorumlayan­lardan Kaffal demiştir ki: Adeten ve yaygın olarak insanların görünen uzuv­larıdır ki, kadınlara el ve yüzdür. Herhangi bir zaruret sebebiyle açmak zo­runda kalmadıkları uzuvlarını örtmekle emrolunmuşiardır. Kadınlar, zaru­ret veya itiyat (alışkanlık, yaygınlık) halinde bazı uzuvlarım açabilir. Çünkü İslam şeriatı hanif, tabii, kolay ve hoşgörülüdür. Yüzün ve ellerin açılması zaruri olup bunların avret olmadığı konusunda ittifak vardır. Ancak, ayağın açılması zaruri olmayıp avret olup olmadığı tartışılmıştır."[381]

Kurtubi'nin (ö. h. 671) el-Camili-Ahkâmi'l-Kur'an'ı

"Cenab-ı Hak kadınlara fitneden sarkınmak için kendilerine bakanlar­dan zinetlerini gizlemelerini emretmiş ve âyetin devamında bakmasında sa kınca olmayan mahremlerini istisna etmiştir. Keza gizlenmesini emrettiği zilletlerine de bir istisna kaydı koymuştur. Ancak bunun miktarı konusunda ihtilaf edilmiştir. (Bu konudaki karşıt görüşleri tek tek ele aldıktan sonra di­yor ki:) Ellerin ve yüzün gerek adeten, gerekse ibadeten (namazda ve Hacda olduğu gibi) açılması daha yaygın olduğuna göre, âyette istisna edilen kısım bu iki uzuv olsa gerektir. Bu görüş, ihtiyat ve insanların fitne fesadını dikkate alma açısından en güçlü olanıdır. Kadm, kendiliğinden görünen elleri ve yü­zü hariç tüm zinetlerini gizler. En iyisini kendisinden başka Rab olmayan Yüce Allah bilir.

Zinet iki kısımdır: Yaratılıştan olan, sonradan kazanılan. Yaratılıştan o-lan yüzdür. Çünkü yüz, zinetin aslı ve yaratılış güzelliğinin aynası olup tanınma vb. birtakım menfaatlerin sebebidir. Sonradan elde edilen zinet ise, kadının yaradılışını daha da güzelleştirmek için kullandığı elbise, takı, sür­me ve boya gibi süs malzemeleridir."[382]

Beydavi (ö. h. 685) Tefsiri

"Kendiliğinden görüneni müstesna âyeti, elbise ve yüzük gibi eşyaların kullanımıyla alakalıdır. Çünkü bunların örtülmesinde zor! jk vardır. Zinet-ten muradın zinet yerleri veya daha genel bir ifadeyle hem yaratılıştan olan hem de sonradan kazanılan zinetler olduğu ve avret olmadıkları için eller ile yüzün istisna edildiği de söylenmiştir. Halbuki bu durum namazda geçerli­dir, bakışta değil. Çünkü hür kadının bütün bedeni avret olup kocası ve mah­remleri dışında, -tedavi ve şahidlik gibi zaruri durumlar dışında- hiçbir yabancıya hiçbir yerini göstermesi helal değildir. "[383]

Kadının biri namazda, biri bakışta iki avretinin olup olmadığının uzun uzadıya tartışıldığı "Mütekaddimin fukahanın yüzün avret olmadığı husu­sunda ittifakı" başlıklı bölüme bakanız.

Hazinin (ö. h. 725) Lübahu'n-Nukulfi-Me'ani't-Tenzil:

"Kendiliğinden görüneni müstesna" yani zinetlerden Said b. Cübeyr, Dahhak ve Evzai yüz ve eller, İbn Mes'ud, elfoise, İbn Abbas, sürme, yüzük, kına demiştir. Yabancı erkeğin şahidlik zaruret hallerinde zahiri zinete bak­ması caizdir. Ancak fitne ve şehvet korkusu olursa gözünü kaçırır. Mamafih kadının bedeninden bu kadarını açığa vurmasına ruhsat verilmiştir. Çünkü avret değildir ve namazda açık tutulması emredilmiştir."[384]

Nisaburi'nin (ö. h. 728) Garaibu'I-Kur'an ve Regaibu'l-Furkan'ı

"Kadının yabancı erkeğe karşı avreti bütün bedeni olup elleri ve yüzü hariç hiçbir yerine bakılması caiz değildir. Yüzün alış-veriş, elin de almak ve vermek için açık tutulması gerekecektir. El deyince, avuç içiyle ve el üstüyle bileğe kadar ki kısım anlaşılmalıdır."[385]

Ibnu Cüzeyy el-Gırnati'nin (ö. h. 741) et-Teshil li-Vlumi't-Tenzi'i.

"Kendiliğinden görünen kısım istisna edildi. Zira iş görürken, hareket ederken veya başka durumlarda bu husus kaçınılmaz olmaktadır. Bu kısmın elbise olduğu da söylenmiştir. Bu durumda bütün vücudunu kapatması gere­kir. Elbise, yüz ve eller olduğu da söylenmiştir ki bu İmam Malik'in görüşü­dür. Çünkü o, ellerin ve yüzün namazda açılmasını mubah görür. Ebu Hanife buna ayakları da eklemiştir."[386]

Ebu Hayyan Endelusi'nin (ö. h. 754) el-Bahru'l-Muhit'i.

^Sonra Allah Teala: 'Zinetlerini açığa vurmasınlar' buyurur ve kendili­ğinden görünen kısmını istisna eder. Zinet, kadının süslenmek için kullandı­ğı takı, sürme, kına gibi şeylerdir. Zinetin, yüzük, kaşsız yüzük, sürme kına gibi zahiri açık olanlarını yabancılara göstermekte bir beis yoktur. Bilezik halhal, taç, gerdanlık, pazubend, kemer ve küpe gibi gizli zinetler istisna edi­nen mahremlerden başkasına gösterilemez... Açık zinete Örtülmesinde me­şakkat olduğu için müsamaha edilmiştir. Kadının, bir takım eşyaları kulla­nabilmek için elini açması kaçınılmaz olduğu gibi, şahidlik, yargılanma, nikâh vb. zaruri haller sebebiyle yüzünü de açması gerekmektedir. Yolda yürümek zorunda kalan kadınların -özellikle fakir olanların- ayaklarının açık olması da mümkündür. "Kendiliğinden görüneni müstesna" âyetinin manası, adaten ve hilkaten açık olagelen uzuvların örtülmemesidir. Çünkü bunlarda aslolan açık olmalarıdır. Hafif zinete müsamaha edilmiştir... Bazı­ları zineti hilkate de teşmil etmenin yanlış olduğu görüşünü savunmuştur. Doğruya daha yakın olanı teşmil etmesidir. Öyle ya, son derece itidalli ve güzeUy ar atılmış olan uzuvlardın daha güzel zinet ne olabilir? Adet ve ibadet gereği eller ve yüz genellikle açık tutulduğuna göre, âyette geçen istisnanın bunlarla tefsir edilmesinin gayet uygun bir yorum olduğu söylenmiştir."[387]

'.bn Kesir'in (ö. h. 774) tefsîru'l-Kur'ani'l-Azim'i.

"Yani gizlenmesi mümkün olmayan müstesna, yabancılara hiçbir zi-netieriui göstermesinler. İbn Mes'id, rida ve elbise gimi, demiştir... Aynı gö­rüşü Hasan, İbn Şirin, Ebu'l-Cevza' ve İbrahim Nehai ve daha başkaları da paykışmıştır.-A'meş, Said b. Cübeyr'in İbn Abbas'tan rivayet ettiği bir görüş aktarır: Yüz, eller ve yüzük. İbn Ömer, Ata, İkrime, Said b. Cübeyr, Ebu'ş-Şa'şii. Dahhak İbrahim Nehaî ve daha başkalarından da buna benzer rivayet­ler aki: rılmıştır. Bunu, kolaylıkla açtığımız zinetlerimizle tefsiri mümkün­dür. Malik'in Zühri'den rivayet ettiği bir haberde bunun yüzük ve halhal olduğu belirtilmiştir. İbn Abbas ile onun görşünü tercih edenlere göre âyetin bu kısmı yüz ve ellerle tefsîr edilmiştir ki, cumhur nezdinde meşhur olan da budur."[388]

Ebussuud (ö. h. 951) Tefsiri:

"Âyette istisna edilen, kadınların gündelik işlerini yaparken kapatıp gizlemeleri gerçekten zor olan kına, sürme, yüzük vb. süslerdir. Zinetten muradın -muzafın hazfiyle- zinete konu olan uzuvlar olduğu da söylenmiş­tir.[389] Keza hem yaratılış, hem de süs güzelliğini bir arada kapsadığı söylen­miştir. İstisna edilen kısım ile yüz ve ellerdir, çünkü bu ikisi avret değil­dir."[390]

Şevkani'nin (ö. h. 1250) Fethu'l-Kadir'i

"Gerek başörtüsü, cilbab, gibi, gerekse ayak ve elleri süsleyen zinetler gibi kendiliğinden görünenler dışında kadınfn zinetlerini göstermesini ya­saklayan Kur'an nasslarında bir kapalılık bulunmamaktadır. Zinetten mura­dın zinete konu olan uzuvlar olarak algılanması halinde istisna, ayak, el vb. kapatılmasında meşakkat olan uzuvlara raci olur. İbn Münzir, Enes'ten riva­yette kendiliğinden görünen zinetin, sürme ve yüzük olduğunu söylemiştir. Said b. Mahsur, Abd b. Humeyd, İbn Cerir, İbn Münzir ve Sünen'inde Bey-haki İbn Abbas'tan naklen, istisna edilen zinetin sürme, yüzük, küpe ve ger­danlık olduğu beyan edilmiştir. Abdurrezzak ve Abd b. Humeyd yine ondan yüzük ve kın olduğu rivayet edilmiştir. İbn Ebi Şeybe ve Abd b.b Humeyd İbn Abbas'tan rivayetle zahiri zinetin yüz ve eller olduğunu söylemişlerdir. Yine ibn Abbas'tan aynı iki zat, yüz ve elin içi, olduğunu rivayet etmiştir. İbn Ebi Şeybe, Abd b. Humeyd, İbn Münzir ve Sünen'inde Beyhaki, Aişe'den (r.a.) rivayet edilen bir haber zikrederler: Aişe'ye zahiri zinetin ne olduğu sorulduğunda bilezik ve (kaşsız) yüzük olduğunu söylemiştir."[391]

Stddık Hasan Han'ın (ö. h. 1307) Neylu'l-Meram min Tefsiri'!-Ahkâm'ı

"Zahiri zinetin ne olduğu konusunda insanlar ihtilaf etmiştir. İbn Mes'ud, elbise, olduğunu söylemiş, Said b. Cübeyr buna yüzü de eklimiştir. Ata ve Evzaî yüz ve eller olduğunu belirtmiştir. İbn Abbas, Katade ve Mis-ver b. Mahrame demişlerdir ki; zinetin zahiri olanı sürme, bilezik, dirseğin yarısına kadar kına vb. süslerdir. Kadın bunları gösterebilir. İbn Atıyye demistir ki; kadın zinetini hiçbir şekilde göstermez ve bütünüyle gizler. İstisna hükmü zaruret icabı görünen yerler için sözkonusudur. Kadının başörtüsü, cilbab, el ve ayak süsleri gibi kendiliğinden görünenler dışında kalan zinet­lerini göstermesini yasaklayan Kur'an nasslarında bir müphemlik bulunma­maktadır."[392]

İbn Badis'in (ö. h. 1359) eserlerinden

"Zinetin, bilekteki bilezik, pazudaki pazubend, kulaktaki küpe, gerdan­daki gerdanlık ve ayaktaki halhal gibi batini (gizli) olanı olduğu gibi, göze çekilen sürme, parmağa takılan yüzük gibi zahiri (açık) olanı da vardır. Zinet süs eşyalarıdır. Ancka süse konu olan uzuv, yani süs mahalli sebebiyle zinet olarak isimlendirilmektedir. Aslolan zinet mahalleri olup bir uzvu süsleme-yen nesnelere zinet denmez. Selefin zahiri zinet konusundaki yorumu iki noktada odaklanmaktadır. El ve yüz ile sürme ve yüzük. Aslında ikinci yo­rum biikinciye racidir. Çünkü, yüz sürmenin, el ise yüzüğün mahallidir. Birincisi murad edilen, ikincisi ise lafzın hakiki manasıdır. "Zinetlerini açı­ğa vurmasınlar" âyeti zahiri ve batini zineti birden kapsamış, "kendiliğinden görüneni müstesna" âyeti de zahir olanı tahsis ederek bu kısmın gösterilme-sine cevaz vermiş, batini olan kısım ise yasak olarak kalmıştır. Ayet, oyun, göğüs, oacak, kol ve diğer batini tüm uzuvların açılmasını yasaklamış; zahiri olanın açılmasına müsade etmiştir ki o da yüz ve ellerdir. Çünkü kadının bu iki uzvunun avret olmadığı üzerinde ittifak edilmiştir. Meseleye değişik bir boyut kazandırmak için iki büyük hadis ve fetva imamından bir takım alıntı­lar yapacağız. Hanefi imamlarından Cassas ve Maliki imamlarından Kadı İyaz. Cassas şöyle der: "Kendiliğinden görüneni" konuunda Hanefiler yüz ve eller olduğu görüşündedir. Çünkü sürme yüzün, yüzük ve kına ise elin zi-netidir. Elin ve yzün zinetlerine bakmanın mubah olması demek, el ve yüze bakmanın da mubah olması demektir. Ellerin ve yüzün avret olmadığının bir delili de namazda açılmalarıdır. Şayet avret olsaydı, sair uzuvlar gibi onların da kapatılması gerekirdi. O halde, 'şehvet duymaksızın- yabancı bir erkeğin kadının yüzüne ve ellerine bakması caizdir." Kadı İyaz ise şöyle der: "Tüm bunlarda -bir anlık bakmakla ilgili hadisten sözediyor- ulemaya göre kadı­nın yüz.nü örtmesi gerekmediğine dair delil mevcuttur. Ancak bu bir müste-hap, biı sünnetir ki, erkek için sünnet olan da gözünü kaçırmaktır. Yüzü ört­me farzının Peygamber'in hanımlarına has oluşu konusunda ihtilaf yoktur."

Muvatta'da şöyle der: "Malik'e kadının namahremle veya kölesiyle ye­mek yiyebilip yiyemeyeceğini sordular. Dedi ki; kadın kocasıyla, başkala­rıyla, kardeşleriyle yemek yiyebilir. Bunda bir beis yoktur. Yeter ki örf dahi­linde ve bir mahreminin eşliğinde olsun. Malik, halvet olmadığı sürece kadı­nın bir yabancı erkekle -kocası, kardeşi gibi birinin eşliğinde- yemek yeme­sini caiz görmektedir. Bu da yabancı erkeğe filerini ve yüzünü göstermeyi beraberinde getirir. Çünkü, Baci'nin de belirttiği gibi başka türlü yemek yi­yemez. Tüm bu nakiller, âyetin istisna ettiği kısımları belirleme ve ellerin ve gözün avret olmadığı, dolayısıyla örtülmeleri gerekmediği konusunda bir karara varmada yardımcı olan faydalı delillerdir."[393]

Tefsirlerden aktardığımız bu pasajlarda, on üç müfessirin, yabancı er­keklere gösterilmesi meşru olan zahiri zinetin eller ve yüz olduğu görüşünü tercih ettiğini görüyoruz. Bu müfessirler şunlardır:

1. Taberi,

2. Vahidi,

3. Zemahşeri,

4. Fahru'r-Razi,

5. Cassas,

6. Beğavi,

7. İbnu'l-Arabi,

8. Kurtubi,

9. Hazin,

10. Neysaburi,

11. EbuHayyan,

12. Ebu's-Suud,

13. İbn Badis,

Zahiri zinetin elbise olduğu görüşünü tercih edenler ise şunlardır: îbnu'l Cevzi, Beydavi ve İbn Kesir. Şevkani ve Sıddık Hasan Han buna elleri ve ayakları eklemiştir. İbn Atiyye ile İbn Cuzeyy el-Gırnati ise sadece farklı görüşleri zikretmekle yetinmiş olup tercih belirtmemişlerdir. Sonra İbn Kesir, cumhur nezdinde meşhur olanın yüz ve eller olduğunu belirtmiştir.

On üç müfessirin el ve yüzü zahiri zinet saydığını söylerken, sayısal ço­ğunluğun doğruluk ölçüsü olduğunu söylemek istemiyoruz. Ancak, yüzü açmanın meşru olduğunu kabul etmeyenlere, bunun sırf Batı taklitçisi moda hayranlarının ortaya attığı ve yüzü örtmeyi ilkel ve gelenek gören bir anla­yıştan ibaret olmayıp, İslam şeriatında da müsamaha edilen bir durum oldu­ğunu anlatmak istiyoruz.

Şunu da eklemek gerekir ki, Taberi'nin vb.nin aktardığı rivayetlerin se­net ve metin açısından sahih mi yoksa zayıf mı oldukları bir tarafa, Rasulul-lah'tan bize tâbi olabileceğimiz ve kavli ne de takriri bir sünnet rivayet edil­miştir. Tüm rivayetler, istisnadan maksadın ne olduğu hususuda fikir yürü­ten ve kadının tesettürüne uygun gördüğü bir takım mülahazalardan oluşan içtihadlardan ibarettir. Öyle ki istisnanın hasr değil, örnek olsun diye yapıl­dığını söyleyenler bile olmuştur. Bu çeşitli rivayetleri değerlendirdiğimizde her rivayette istisna sınırı dahiline girmesi mümkün bir açıklama yapılmış­tır. Gerek elbise, gerek yüz, gerek eller ve gerekse yüzük ve kına zahiri zinet-lerdendir. Hasan'ın ve Amir'in Taberi'nin kaydettiği rivayetlerinde bu yargı doğrulanmaktadır. Hasan der ki; "yüz ve eller"dir. Amir ise, "sürme, kına (boya) ve elbise" olduğunu beyan eder.

Dördüncü özellik:

Başörtüsünün bir kısmıyla boynun ve göğsün kapatılması Allah Teala şöyle buyurur:

"Başörtülerini yakalarının üzerine koy(up boyunlarını örl)sünler." (Nûr, 24/31).

Urve'nin rivayet ettiği bir haberde Aişe (r.a.) şöyle der: "Allah ilk mu­hacir hanımlarına rahmet etsin. 'Başörtülerini yakalarının üzerine koysun­lar' âyeti inince (çarşaf gibi dikişsiz dış) örtülerini parçalayıp başörtüsü yap­tılar." Bir başka rivayette şöyle denir: (Bedenin alt kısmını örten peştemala benzer) izarlarını kenarlarından bölüp başörtüsü yapmaya başladılar."[394]

Kadı Ebu Bekr b. Arabi, Ahkâmu'l-Kur'an'mda şöyle der: "Başortüleriyle ceyblerini örtsünler" âyetinde geçen ceyb, gerdanlık, himar (başörtüsü) ise başı kapatan örtüdür. Buhari Aişe'den (r.a.) rivayet etmiştir ki: Allah ilk muhacir kadınlarına rahmet etsin. "Başönüleriyle ceyblerini örtsünler" âyeti indiğinde marat denen çarşaf gibi örtülerini -bir başka rivayette izarla-nnı- parçalayıp başörtüsü yaptılar. İzarı olan izarım, maratı olan maratını ba­şörtüsü yaptı. Bu, boynun ve göğsün de kapatılması gerektiğine delil teşkil eder. Aişe hadisi bunu daha da açıklamaktadır. Rasulullah (s.a.v.) sabah na­mazını kıldırınca, kadınlar örtülerine bürünmüş vaziyette alaca karanlıkta dağılıverirdi. Kimse kimseyi tanımazdı.[395]

Fethu'I-Bari'de şöyle denmektedir: "Onu başörtüsü edindiler." Bunu başörtüsünü başlarından aşağıya doğru, sağ taraftan indirip sol omuzlarına atarak yaptılar. Ferra demiştir ki, Cahiliyye de kadınlar başörtülerini arkala­rından sallarlar ve önleri açık kalırdı. Bu âyetle önlerini (boyun ve göğüsleri­ni) örtmekle emrolundular. Kadının başörtüsü, erkeğin sanğ mesabesinde­dir."[396]

Cassas şöyle der: Ayette kastedilenin entarinin yakası olduğu söylen­miştir. Zira kadınlar yakaları açık entariler giyer, göğüs ve boyunları görü­nürdü. Allah onlara buralarını kapatmalarını emretmiştir. Bu, aynı zamanda gerdanın ve boynun da avret olduğuna, yabancı erkeklere gösterilmesinin :aiz olmadığına da delil sayılır.

Nûr ve Ahzap sûrelerinde geçen örtünmeyle ilgili âyetlerin Tefsîriyle ilgili bunca alıntıdan sonra şu kanaate varmış bulunmaktayız. Ahzab sûresin- de geçen "cilbablarını (dış örtülerini) üzerlerine alsınlar" âyet-i ke­rimesi, müslüman kadının ev dışına çıkışını edebe muvafık bir kurala bağla­yarak cariyelerden ayırdedilmelerini, sefihlerin sarkıntılıklarına maruz kalaktan korunmalarım sağlamıştır. Daha sonra nazil olan Nûr süresindeki âyet ise, kadın erkek görüşmelerini düzenleyerek farz sınırını belirtmiştir. Böylece her iki cinsin, gerek evde gerekse dışırda her ortamda, fitneden uzak kalması sağlanmıştır. Bu Öncelikle her iki kesimin de gözyerini kaçırmakla emrolunmasıyla sağlanmıştır. "Mü'min erkeklere söyle, gözlerini sakınsın­lar...'1, "Mü'min kadınlara söyle gözlerini sakınsınlar( yumsunlar)."

İkinci olarak da, fitneyi uyandırıp besleyen kadın zinetlerinin mümki olan en son sınıra kadar kontrol altına alınmasıyla sağlanmıştır. Önceden k dınlar, başlarına örttükleri örtüyü arkadan sarkıtıyor ve yüz ve eller yanını kulaklar, boyun, gerdan ve bunların takı ve süsleri de görünüyordu. Gözde sürme, ellerdeki kına, kulaklardaki küpeler ve gerdandaki gerdanlık açıkı görünürdü. "Kendiliğinden görüneni müstesna zinetlerini açığa vurmasu lar" emri geldi ve doğal olarak veya mevcut örfe göre kaçınılmaz sayılan k sımlar müstesna kadının bütün güzelliklerini kaptaması istendi. Entari giy lip başörtüsü Örtülmekle birlikte sayılan zinetler açıkça görünüyorken "b; şörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (sarkıtsınlar)" emri gelerek gerd; nm, boynun ve kulakların da başörtüsünün bir kısmıyla kapatılması sağlar mistir. Bu âyette gösterilebilecek zinetlerin alanı daraltılarak sadece elbist yüz ve ellere istisna kaydı konmuştur. Başörtüsü yakanın üzerine salınma saydı kulak, boyun ve gerdan takılarıyla birlikte açıkta kalacaktı. Bu da şa ri'in maksadına mugayir olurdu. Ancak sari' yüzün de açık kalmasını iste mistir. Değilse başörtüsünün yüzü de örtecek şekilde aşağıya salınmasın emrederdi. Bu konuda İbn Hazm şöyle der: "Cenab-ı Hak kadınlara başörtü lerinin bir tarafıyla yakalarını da örtmelerini emretmiştir. Bu, boynun v< göğsün de avret sayılıp örtünmesini emreden bir nasstır. Bu nassa aynı za manda yüzün açık tutulmasının mubah olduğuna da delildir. Başka türlüsi de mümkün olmaz. "[397]

Beşinci özellik: Kadın batini linetlerini kimlere gösterebilir? Allah Teala buyurur:

"... Süslerini kimseye göstermesinler. Yalnız kocalarına, yahut baba­larına, yahut kocalarının babalarına, yahut oğullarına, yahut kocalarının oğullarına, yahut kardeşlerine, yahut kardeşlerinin oğullarına, yahut kız kar­deşlerinin oğullarına, yahut kadınlarına, yahut ellerinin altında bulunan (kö­le ve cariyelerine, yahut kadına ihtiyacı bulunmayan (iktidarsız, şehvetsiz) erkeklerden tabilerine (yani hizmetçilere, yardım^pnuhtaç ihtiyarlara, bu­naklara ve dilencilere), yahut henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan Çocuklara gösterebilirler." (Nisa, 24/31)

Bu âyet-i Kerime, kadınların -zinetleriyle birlikte el ve yüz dışında-batıni (gizli) zinetlerini sayılı birkaç şahıs dışında kimseye gösteremeyecek­lerini beyan etmektedir. Ancak âyette amca ve dayılar istisna edilmiş ve a-çıkça zikredilmemiş olduğundan kardeşlerinin ve kız kardeşlerinni kızlarının zinetlerini görebilip göremeyecekleri konusunda ihtilaf edilmiştir. Ki­misi aynen baba gibi istisna edilmiş olduğu kanaatinde, kimisi de yabancı gi­bi oldukları, dolayısıyla mahremlerin bakabilecekleri zinetlere kesinlikle bakamayacakları görüşünde. Tefsîr kitapları İkrime ile Şabi'den, oğullan a-dma alıcı gözle bakabilecekleri gerekçesiyle amcanın ve dayının yanında kadının gizli zinetlerini açmasını kerih gördükleri şeklinde bir rivayet aktar­maktadır. Kitab'in açıklayıcısı olan sünnet konuya kesin çözüm getirmiştir.

Amr b. Abdurrahman'dan rivayet edilmiştir: "Aişe (r.a.) anlattı. Birinde Rasulullah (s.a.v.) yanında iken Hafsa'nın evine girmek için izin isteyen bir erkek sesi işitmişler. Diyor ki: Ya Rasulallah, dedim. Yabancı bir adam evi­ne girmek istiyor. Rasulullah (s.a.v.) evet, o, Hafsa'nın süt amcasıdır, buyur­du. Dedim ki; süt amcam falat zat sağ olsaydı yanıma rahatlıkla girip çıkabi­lir miydi? buyurdular ki; Evet, doğumun (kan bağının) haram kıldığını süt kardeşliği de (süt bağı) haram kılar."[398]

Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir: Hicab âyeti indikten sonraydı. Ebu'l-Ku'ays'ın kardeşi Eflah benimle görüşmek için izin istedi. Rasulul-lah'a danışmadan izin veremeyeceğimi söyledim. Öyle ya, beni emziren Ebu'l-Ku'ays' değildi, karısıydı. Bu-arada Rasulullah (s.a.v.) geldi. Dedim ki: Ya Rasulullah, Ebu'l-Ku'ays'ın kardeşi Eflah benimle görüşmek istedi, size danışmadan kabul etmek istemedim. "Neden kabul etmedin, o senin am­can" buyurdular. Ya Rasulullah, beni emziren o adam değil, beni Ebu'l-Ku'ays'ın hanımı emzirdi, dedim. "Allah hayrını versin, ona izin ver, o senin amcandır" bu yurdular.[399]

Fethu'l-Bari'de şu kayıtlar yer alır: Allah Teala'nın:

"Bir şeyi açığa vursanız da, yahut onu gizleseniz de (fark etmez), Allah ha- şeyi gayet iyi bilmektedir. Onlara (yani Peygamber'in hanımlarına) ne babalaı, ne oğullan, ne kardeşleri, ne kardeşlerinin oğullan, ne kızkar-deşlerinîn oğulları, ne kadınları ve ne de ellerinin altında bulunan (köle ve cariyeleri hakkında bir günah yoktur. (Bunlara karşı örtünmeleri gerekmez. Ey Peygamber'in hanımları) Allah'tan korkun, şüphesiz Allah, herşeyi görmektedir."[400] (Ahzab, 33/54-55) âyeti babı:"

Aişe'nin (r.a.) Eflah'la ilgili hadisiyle bu âyetin başlık olarak verildiği babın-alakası şudur: "Onlara babalan hakkında bir günah yoktur" âyeti ile hemen öncesindeki âyette batini zinetlerin kimlere gösterilebileceği açık­lanmaktadır. Hadiste geçen "izin ver, o senin amcandır" emr-i nebevisini, "amca, baba mesabesindedir" mealindeki hadis-i şerifle birlikte değerlen­dirmeliyiz. Böylece, Aişe hadisi ile bab başlığı âyet arasında bir ilgi kurama­yanların itirazı geçersiz kalmış olur. Buhari bu tutumuyla, amca ve dayının yanında batini zinetleri göstermenin mekruh olduğu kanaatine varan zevata cevap vermiş olmaktadır. Taberi'nin Davud b. Ebi Hind tarikiyle İkrime ve Şa'bi'ye izafe ederek naklettiği bir görüşe göre, âyette amcanın ve dayının açıkça zikredilmemesi, oğullan adına alıcı gözle bakabilecekleri ihtimali­dir. Dolayısıyla kadının başörtüsünü onların yanında açması mekruh olur. Halbuki eflah kıssasını anlatan Aişe (r.a.) hadisi bu iki zatın görüşlerini çü-rükmektedir. Bu bab başlığı, Buhari'nin en ince manalı bab başlıklanndan biridir."[401] Aynı kaynaktaki bir başka rivayette şudur: "Ayette amca ve dayı zikredilmedi denecek olursa derizki, buna gerek görülmemiştir. Çünkü am­ca, baba menzilesinde, dayı ise anne menzilesindedir."[402]

Kurtubi şöyle der: "Cumhur (ulema ve fukahanın büyük bir çoğunluğu) amca ve dayının diğer mahremler (nikâh düşmeyen yakın akrabalar) gibi batini zinetlere bakmasının caiz olduğu görüşündedir."[403]

Şevkani, Fethu'l-Kadir'inde şöyle der:

"Amca ve dayı zikredilmerniştir, çünkü bu ikisi anne ve baba yerine ge­çer. Zeccac da şu görüşte: Amca ve dayı, oğullarına yeğenlerinin bir takım güzelliklerini vasfedebilirler. Zira amca ve dayı çocuklarına nikâh düşer. Dolayısıyla amca ve dayıya batini zinetleri göstermek mekruh olur. Bu gö­rüş gerçekten zayıftır. Problem kadının güzelliklerini vasfetmekse bunu pekala amca ve dayı dışında görüşmesinde sakınca olmayan, birileri de ya­pabilir. Mesela, kardeşlerin ve kız kardeşlerin oğulları. Zeccac'ın görüşü ba­tıl bir kıyastan öte bir şey değildir. Öyle olsa, yabancı kadınlara da zinetlerin gösterilmemesi icab ederdi. Çünki onlarda pekala (kocalarına ve kardeşleri­ne) kadının güzelliklerini vasfedebilirler. Aynı şekilde başörtüsünü çıkar­masının mekruh olduğu yolundaki görüşleri de manassızdır."[404]

"Yahud kadınları" konusunda ihtilaf vukubulmuştur.

Kadı Ebu Bekr b. Arabi, Ahkâmu'1-Kur'an'ın'da şöyle der: "Yahud ka­dınları" konusunda iki görüş vardır. Birincisi; bütün kadınlar. İkincisi, mü'min hanımlar. Bence doğru olanı birinci görüştür."[405]

Muğni'sinde İbnu Kudame şöyle der:

"Bakma konusunda, nasıl ki iki mü'min erkekle bir mü'min ve bir zım-mi erkek arasında fark yoksa, aynen iki mü'min hanımla bir mü'min ve bir zımmi kadın arasında da fark yoktur. Ahmed b. Hanbel der ki: Bazıları, mü'min hanımın, Yahudi ve Hristiyan kadınların yanında başını açamayaca­ğını söylemiştir. Ben onların tenasül uzvuna bakamayacağı, ebelik yapama­yacağı kanaatindeyim. Yine Ahmed'ten bir başka rivayet: Müslüman hanım zımmi kadınların yanında başını açamaz, onlarla hamama da giremez. Bu görüş, Mekhul ile Süleyman b. Musa'ya aittir. Bu görüşlerden ilki evladır. Çünkü gerek kâfir, gerekse yahudi kadınlar veya başkaları, Peygamber ha­nımlarının yanma gelip giderlerdi. Hicab kullanma gereği duymazlardı. Böyle bir emir de olmamışlardır. Çünkü hicab kadınla erkek arasında sözko-nusu olur, kadınla kadın arasında değil. Nasıl ki bir mü'min erkekle bir zım­mi arasında bakma açısından fark gözetilmiyorsa bir mü'min hanım ile zımmi kadın arasında da fark gözetilmemesi gerekir. Hem bu konuda bir yargıya varabilmek için ya nass olması ya da kıyas yapılması gerekir. Böyle bir şey de sözkonusu değildir."[406]

Altıncı özellik: Bacak linetini gizleme Allah Teala buyurur:

"... Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını (yere) vurmasın-lar."(Nûr, 24/31)

Bacakları örtmeyi emreden sünnet nasslan:

Ebu Hureyre'nin Aişe'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasulul-lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kadınlar eteklerini bir karış uzatsın." Aişe: "O zaman bacakları görünür" dedi. Buyurdu ki: "O halde bir zira (dirsek) uzatsın."[407]

İbn Ömer'den: Peygamber'in hanımları O'na eteğin durumunu sordular. "Bir karış uzatın" buyurdular. Dediler ki, bir karış avreti kapatmaz. "O halde bir zira yapın" buyurdular.[408]

Peygamber'in hanımı Ümmü Seleme (r.a.)'den rivayet edilmiştir: İza-rın konu edildiği bir konuşmada, "ya Rasulallah, kadınların durumu nedir?" dedim. "Bir karış uzatsınlar" buyurdu. "O zaman biraz açık kalır" dedi. "O halde bir zira yapın. Bu kadarı yeter" buyurdular.[409]

Bu hadislerde bacakların avret olduğu, dolayısıyla açılmasının caiz ol­madığı vurgulanmakla beraber ayaklardan söz edilmektedir. Sanki bunların açılmasında bir beis yokmuş gibi bir intiba doğmaktadır. Avret sayılmaları halinde evleviyetle zikredilmeleri gerekirdi. Çünkü elbise biraz kısalacak olsa ilk görünecek olan ayaklardır. Hatta elbise uzun da olsa ayaklar yine de görünür.

Bacakları örtmenin farz oluşunu güçlendiren bir delil de, bacakları açmaktan sakındıran şu hadis-i şeriftir.

Fatıma b. Kays'tan rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.), Ümmü Şü-reyk'in evine yerleş, buyurdular. Peki öyle yapayım, dedim. "Hayır, öyle yapma Ümmü Şüreyk misafiri çok gelen bir kadındır. Başörtün düşer, baca­ğın açılır, başkalarının avret yerlerini görmelerini istemem" buyurdular.[410]

Elbise biraz açılacak olsa ilk görünecek olan ayaklardır. Ayakların açıl­masında bir sakınca olsaydı, hadiste "elbise açılıp ayakların görünebilir" de­nirdi. Çünkü, misafirlerin önünde hareket ederken, ayakların açılma ihtimali daha yüksektir. Bacakların açılması ise daha uzak bir ihtimaldir.

Bir başka hadiste değerli bir sahabi, ihtiyaç halinde bacakların alt kıs­mının açılabileceğine işaret eder:

Enes'ten (r.a.) rivayet edilmiştir: "Aişe b. Ebi Bekir ile Ümmü Süleym'i (r.a.) paçalarını sıvamış -o kadar ki halhalları görünüyordu- habire omuzla­rındaki su kırbalarını koşturup mücahidlerin ağızlarına boşalttığını, sonra hemen dönüp tekrar doldurup gelerek mücahidlerin ağızlarına boşalttıkları­nı gördüm..."[411]

Öyle görünüyor ki, ravinin dikkatini, açılan bacaklar çekmiştir, ayaklar değil. Yoksa, ayaklarını ve halhallanyla beraber bacaklarını alt kısımlarını gördüm derdi. Gelenek, İslam'dan önce de sonra da ayağın açlımasım doğal karşılamıştır. Çünkü bu, Hanefi fukahasının da belirttiği gibi "açılması kaçı­nılmaz" bir özellik arzetmektedir.

Yukarıdaki hadiste müslüman hanımlar için sözkonusu edilen "baca­ğın açılması" müşrik kadınlar için de sözkonusudur:

- Bera'dan (r.a.) rivayet edilmiştir: ... (Uhud gazvesinde müşriklerle) karşılaştığımızda kaçmaya başladılar. Kadınları dağda darmadağın vaziyet­te kaçışıyorlardı. Eteklerini toplamışlardı, halhallan görünüyordu.[412]

Ayağın açılabileceğine işaret eden sünnet nasslan:

Rasulullah zamanındaki Arap kadının kıyafeti, gerek terlikle gerekse yalın ayak yolda yürürken kadının ayaklarının görülebileceğine delil sayıl­maktadır. Terlik kullansa bile çoğu kez ayağın bir kısmı açık kalmaktadır. Birkaç rivayet aktaracağız:

Said b. Cübeyr'den; İbn Abbas şöyle demiştir: Kadınlardan "mintak"ı ilk kullanan İsmail'in annesidir. Sare'den izini saklamak için "mintak" edin­di.[413]

Ebu Nevfel rivayet etmiştir: (Esma b. Ebi Bekir) şöyle demiştir: ... Benim iki nitakım[414] vardı. Biriyle Rasulullah'ın (s.a.v.) ve Ebu Bekir'in ye­meğini sunardım. Diğeri de her kadının giyinmesi gerekendi..."[415]

Hafız İbn Hacer demiştir ki: "Mintak ortadan bağlanarak... Hacer bir "mintak" edindi ve belinde bağlayıp kaçtı. Sare'den izini saklamak için de etğini uzun tutup sürüdü."[416]

Keza şöyle demiştir: hacer hadisinde geçen "mintakt" (çoğulu menatik gelir), elbiseyi ortasından bir şeyle bağlayıp yukarıya kaldırarak aşağıya doğru salıvermektir. Genellikle etek dolaşmasın diye yapılır. "[417]

İbn Teymiyye şöyle demiştir: "Eteklerini aşağıya sarkıtıyorlardı. Yürüdüklerinde ayakları görünüyordu."[418]

Ben de derim ki: Kadın bunu genellikle iş yaparken bu şekilde yapar, evindeyken, namaz kılarken veya herhangi bir normal hareketinde elbiseyi yukarı çekmeye hacetkalmaz. Çünkü eteğin dolaşması sözkonusu olmaz.

Bazı müslüman hanımların çıplak ayakla dışarda dolaşması:

Bazen bedevi Arap kadınlarının adeti olarak, bazan da ayakkabısı ol­madığı için çıplak ayakla dışarı çıkmak sözkonusu olmaktaydı:

Ümmü Seleme'den (r.a.) rivayet edilmiştir: "İzar sözkonusu edilince, 'Ya Rasulallah, kadınların durumu ne olacak?' dedim. Dedi ki, 'bir kanş uza­tacak.' O zaman açık kalır dedim. 'O halde bir zira yap, bunu da geçme' bu­yurdular. "[419]

Ümmü Seleme hadisin şerhinde Baci şöyle der:

Bu, Arap kadınlarının giyim kuşam tarzında çorap ve ayakkabının yer almayışından kaynaklanmaktadır. Ya nalın giyerler, ya da çıplak ayakla do­laşırlar ve eteği uzun tutmakla ayaklarını örtmüş olurlardı. En iyisini Allah bilir."[420]

Ebu Hayyan Endülüsî el-Bahru'1-Muhit'te şöyleder: "Kadınlar yolda yürümek ve -özellikle fakirlerinin- ayakları da açılmak mecburiyetinde kalırlar."[421]

Yalın ayak dolaşmak, bazen işin gereği olur:

Cabir b. Abdullah'tan: "Teyzem hurmalarını toplamak üzere dışarı çıkmak istedi, fakat bir adam engel oldu. Rasulullah'a gelip şikâyet etti. Git hurmanı topla, belki de biraz tasadduk eder, bir hayır işlersin buyurdular."[422]

Yalın ayak dolaşmak bazen gayrimeşru nezirler sebebiyle olur:

Ukbe b. Amir'den: "Kız kardeşim, Beytullah'a yalın ayak gitmeyi nez-rettnişti. Gidip Rasulullah'a bunun hükmünü danışmamı istedi. Ben de gidip danıştım: 'Yürüsün' buyurdular."[423]

Hadis, Rasulullah'ın yürüme tekellüfünü reddettiğini göstermektedir.

Aynı zamanda, yalın ayak yürümeyi reddettiği anlaşıldığı gibi cevaz verdiği de anlaşılabilir. Yalın ayak yürüyenin ayaklarının görünmemesi de mümkün değildir.

Mü'min hanımların nalinle dışarı çıkması, çorapları, mestleri veya ayakkabıları olmadığından olabilir. Bu konuda bazı fakihlerin görüşlerini aktaracağız:

Ebu Hanife der ki: "Kadın ayakkabı bulamayıp da nalinle ya da yalın ayak yürümek zorunda kalırsa, ayakların görünmesi kaçınılmaz olur."[424]

Baci de şöyle der: "Arap kadınları çorabı ve ayakkabıyı bilmezdi, nalin giyerdi."[425]

İbn Teymiyye ise şu görüşte: "Ayakkabı kullanmazlardı."34d Ayakları örtmeye delil teşkil eden sünnet nassları:

İbn Ömer'den (r.a.): Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kibrinden elbi­sesini (yerde) sürüyene Allah, kıyamet günü nazar etmeyecektir. Ümmü Se­leme, kadınlar eteğini nasıl tutsun, diye sordu. 'Bir karış uzatır1 buyurdular. 'O zaman ayaklan açık kalır' dedi. 'O halde bir zira uzatsınlar daha fazla uzat­masınlar' buyurdu."[426]

Enes'den (r.a.): "Rasulullah (s.a.v.) Fatıma'ya geldi. Yanında ona ba­ğışladığı bir köle vardı. Fatıma üzerinde bir örtü vardı. Başını örtse ayaklan açılıyor, ayaklannı kapatsa başı açık kalıyordu. Rasulullah onun bu halini te­dirginliğini görünce 'canını sıkma, beis yok, biri baban, biri kölen' buyur­du."[427]

Muhammed b. Zeyd annesinden rivayet etmiştir: "Ümmü Seleme'ye kadının omuz kıyafetini sordum, dedi ki; başörtüyü ve ayaklan da gizleyen bol entari.[428]

Bu hadisler, ayağın örtülmesi gerektiğine işaret etmektedir. Ancak bu hadisi, yukanda geçen Hacer ve Esma hadisleriyle birlikte ele aldığımızda kastedilenin ayağın üst kısımlarının, bir başka deyişle bacağın alt kısımları­nın örtülmesi olduğu görülür. Bir de şu mesele var: Etek, ayaklan örtecek kadar uzun da olsa bu ancak kadın evinde otururken mümkün olur. Bir takım iş­lere yeltenince, ya da dışarı çıkıp yürüyeceği zaman eteğini -dolaşmaması için- toplamak zorunda kalacaktır. Bu durumda da elbisenin altından ayak­lar görünecektir. Şu hususu da göz Önünde tutmak gerekir: Kadının -herhan­gi bir meşguliyeti olmadığı zaman- ayağının görünmesinde bir problem yoktur. Ancak iş yaparken -mesela, bir şeyi alıp koyarken, taşırken veya na­mazda- halhallara kadar bacağın alt tarafı görülebilecektir. Bizce bu hadis­lerde ayakları açılmasından kastedilen biraz yukarısının, yani bacaklann alt kısımlarının açılması olup bunların örtülmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

hadisteki sakındırma, bacağın alt kısımlarını açmakla ilgilidir, yoksa ayakla değil. Bu yorumumuz, Ümmü Seleme hadisinin sonundaki kayda uygun düşmektedir: "O halde bir zira uzatsınlar, daha fazla uzatmasınlar: Bir karış uzatmakla bacağın tamamen kapanmayacağı bildirilince Rasulullah böyle diyor ve bunu geçmeyin, diyor. Sözkonusu bacak değil de ayak olsay­dı bir zira (dirsek) uzatın demezdi de, üç parmak uzadın, derdi. Zira ayağı kapatmak için bu kadarı yeterlidir.

İbn Teymiyye de yukarıdaki nassların bacakla ilgili olduğu görüşünde: Kadınlar dışarı çıkarken bacaklarının alt kısmını örtmek için mest kullan­mayı bundan sonra adet edindiler. Bunları evde giymezlerdi. Bu yüzden "o halde bacakları açık kalır" diye itiraz edildi. Böylece maksat bacakların ör­tülmesi olarak belirir. Elbisenin eteği topuk kemiklerinden yukanda olacak olursa yürürken bacaklar görünür."[429]

Burada bir başka tartışma açalım: Yukarıdaki hadisler ayakların örtül-mesinjn vacip olduğuna mı yoksa mendup olduğuna mı delalet eder? Hadis­te mutlak bir emir olmadığından "emir kipinde aslolan vücuptur (farziyet)" kaidesini işletmek zor. Zira hadiste Ümmü Seleme'nin itirazına bir cevap verilmektedir. Keza Fatıma'nın ayaklarının açık kalmasından kaynaklanan tedirginliğine bir cevap verilmektedir. Burada, her iki durumun da vacip ol­ması mümkün olduğu gibi mendup olması da mümkündür. Hanefi fukahası mecburiyetten dolayı açmanın caiz olduğu görüşündedir. Ancak bu bedevi veya kırsam kesim kadınları için sözkonusu olabilir. Yoksa diğer kadınlar­dan gerek ev içinde, gerekse ev dışında onlar kadar ağır iş yapan var mıdır? Ne var ki sıcak memleketlerdeki kadınlar da şiddetli sıcaktan dolayı ayakları Örtmede meşakkatle karşılaşmaktadır. Şehir kadınları ise teknik imkânların bolluğu sebebiyle genellikle zor ve pis işlerle uğraşmak zorunda kalmaz veya çok sınırlı olanlarda böyle işler yapmaya mecbur kalabilir. Bu durumda bizce evla olanı ayaklan örtmenin mendup oluşudur. Çünki bir taraftan ibtila (mecbur kalma) hali ortadan kalkarken öbür taraftan zor işlerle uğraşmayan kadınların ayaklan temiz ve beyaz kaldığından fitneye (şehvetli tahrike) sebebiyet verebilme Özelliği taşır.

Eteğin uzatılmasıyla ilgili hadisler, Peygamberin hanımlarına mı mahsustur?

Eteğin uzun tutulması konusundaki hadislere göz atılacak olursa hepsi­den Peygamber hanımlarının sözkonusu olduğu dikkati çeker.

1.  Ümmü Seleme'den: Eteğin yerde sürüklenme siyle ilgili sözlerini söyleyince dedim ki: Ya Rasulallah, biz nasıl yapacağız? Buyurdu ki bir kanş uzat...[430]

2.  İbn Ömer'den: Hanımları Peygamber'e eteğin durumunu sordular: "Bir kanş tutun" buyurdu...

3. Enes'ten: Hz. Peygamber (s.a.v.) Bazı hanımlarını durdurup, eteğini bir kanş kıvırdı."[431]

4.  Ömer'den: Hanımları Peygamber'e (s.a.v.) elbiselerini ne kadar uzatacaklarını sordular. Buyurdu ki: "bir kanş..."[432]

5. Ebu Hureyre'den: Rasulullah (s.a.v.) Fatıma'ya ya da Ümmü Sele-me'ye şöyle demişti: "Eteğini bir zira uzat."[433]

6. İbn Ömer'den (r.a.) "Rasulullah (s.a.v.) mü'minlerin annelerinin e-teklerini bir kanş uzatmalanna (bunun yeterli olacağına) ruhsat verdi. Sonra daha uzun olmasını istediler, bir karış daha uzattı. Daha da uzatılmasını istediler, bir zira yapın dedi."[434]

Bu altı hadise ilave edeceğimiz iki hadis daha var: Bu ikisinde hitap bütün mü'min kadınlara yöneliktir.

Ümmü Seleme'den: "Rasulullah (s.a.v.) izar hakkında konuşunca Üm­mü Seleme dedi ki: Hanımlarda nasıl olacak?38c Bir başra rivayette, dedi ki:

Ya kadının durumu nedir, ey Allah'ın Rasulü?[435] Üçüncü bir rivayette Üm­mü Seleme Rasulullah'a kadınların eteğini hatırlattı.[436] Dördüncü bir riva­yette Ümmü Seleme dedi ki: Kadınlar eteklerini nasıl yapsın?"[437]

Ebu Hureyre'nin Aişe'den (r.a.) rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kadınlar eteklerini bir karış uzatsın... "[438]

Ümmü Seleme hadisinde hitab bütün mü'min kadınlaradır. Ancak biraz yukarıda ilk sırada zikrettiğimiz Ümmü Seleme hadisinde hitab sadece mü'minlerin annelerine mahsustur.

Acaba, Peygamber hanımlarının kastedildiği hadislerin daha çok olu­şu, aslında bu emrin onlara has olduğuna delil olur mu?

Altıncı hadisin ibaresi, bu yaklaşımı doğrulamaktadır:

"Rasulullah (s.a.v.) mü'minlerin annelerine eteklerini bir karış uzatma ruhsatı verdi." Bu ibare, hicab farzının da mü'minlerin annelerine has oldu­ğuna delil teşkil edir. Hicab emri, dışarı çıktıklarında da eller, yüz ve ayaklar dahil tüm bedenlerini kapatmayı gerektirir. Yani ayakları örtmek, mü'minle­rin anneleri için farzdır. Sair kadınlar için mendup olabilir. Ancak, uğraştık­ları işin gereği, şiddetli sıcakta kapatma meşakkati veya yoksulluk sebebiy­le muhtemelen ayaklarını açmalarında bir beis yoktur. Bu gibi sebeblerle açılma zaruretinin yaygın oluşu, Aişe hadisinde zikredilmeye hacet bırak­mamıştır: "Kadın hayız çağma ulaşınca, şu ve şu -yüzünü ve ellerini gösteri­yor- hariç bedeninin hiç bir tarafını göstermesi doğru olmaz."[439] Asr-ı Saa­dette yaygın olarak açık tutulduklan ve toza toprağa bulanması hasebiyle pe­rişan bir görünüm kazanmaları ve fitneye konu olmaktan çıkmaları sebebiy­le ayrıca zikredilmeye gerek duyulmamıştır.

Ayakları açma konusunda fukahamn görüşleri:

Hanefi fukahasından Kemal b. Hümam Fethu'l-Kadir'inde şöyle der:

"Avret'in 'kadın avrettir' hadisiyle sabit olmasına rağmen bazı istisnalar da yapılmışsa -ki ibtila (kaçınmanın çok zor olması) sebebiyle yapılmıştır-buna kıyasla ayakların da istisna edilmesi gerekir, zira bunda da ibtila sözko-nusudur."[440]

Baburti, Hidaye'ye yazdığı Şerhu'I-İnaye'de derki: "Hasan, Ebu Hanife'den ayağın avret olmadığını rivayet etmiştir. Kerhi de bu görüştedir... Çünkü yürürken gerek yayan yürüsün, gerekse terlik giy­sin uygun bir ayakkabı bulamayanları da katabiliriz, ayakları ister-istemez görünecektir. Kaldı ki ayağa bakmakla -yüzde mümkün olsa da- şehvet ka-barmaz. Şehveti tahrike çok daha elverişli olan yüz, avret olmadığına göre ayak evleviyetle avret olmaz. "[441]

Nevevİ'nin el-Mecmu'nda şu kayıt yer alır:

"Ebu Hanife, Sevri ve Müzeni şöyle demiştir: Kadının ayaklan da avret değildir. "[442]

Ebu Hayyan el-Bahru'1-Muhit adlı eserinde şöyle der:

"Zahiri zinete müsamaha edilmiştir, çünkü Örtülmesi gerçekten zor...

Yolda yürümek zorunda'olduğuna göre -Özellikle fakir- kadınların ayaklan açık olacaktır. "[443]

Şevkani, Neylu'l-Evtar'ında şu görüşe yer verir:

"Hür kadının avreti konusunda ihtilaf edilmiş ve eller ve yüz hariç tüm beden diyen olmuş, buna ayakları ve halhal yerlerini (ayak bileklerini) ekle­yenler olmuştur. Bu görüşü Kasım, ondan aktardığı bir rivayette Ebu Hanife, Sevri ve Ebu'l-Abbas savunmuştur.39d Şevkani Fethu'l- Kadir 'de de şöyle diyor: ".. Zinetten murat zinet yerleri ise, istisna kadının Örtmekte meşakkat çekeceği eller, ayaklar vb. uzuvlara raci olur."[444]

Sıddık Hasam Han Heylu'J-Meram'da şöyle kaydeder: "Kur'an nazımı, kendiliğinden görünen dışında tüm zinetlerin kapatıl­ması gereğini açıkça beyan eder... Zinetten murad, zinet yerleri ise, istisna kadının örtmekte güçlük çekeceği eller, ayaklar vb. uzuvlara raci olur."[445] ibn Teymiyye ayakların açılabileceği görüşünde, ancak... "Keza ayağında namazda açılmasında Ebu Hanife'ye göre bir mahzur yoktur. Daha güçlü olan görüş budur. Aişe (r.a.) ayağı zahiri zinetten sayarak: 'Kendiliğinden görüneni müstesna, zinetlerini açığa vurmasınlar' â-yetini yorumlarken, şöyle der: Ayak parmaklarına takılan gümüş halkalar (feteh) bu zahiri zinetlerdendir.

İbn Teymiyye ayakların namazda avret olmadığını söylüyor. Daha ön­ce (beşinci bölümde) avretin tek olduğunu ve namaz dışmda, namaz içinde diye taksimata tâbi tutulamayacağını delilleriyle isbatlamıştık. Namaz dı­şında avret saydığı ayağın namazda açılmasına cevaz vermesinin bir manas-sı yoktur. Kaldı ki, "namazda ayağı örtmekte büyük bir meşakkat var ise" (bu onun ibaresidir),[446] namaz dışında daha büyük bir meşakkat vardır. Özellik­le sıcak memleketlerde, çeşitli sebeplerden saatlerce dışanda kalan kadınlar için bu meşakkat büyük bir düzeye ulaşır.

Yedinci özellik: Bazı kadınlara giyim-kuşam kurallarında tolerans tanınması:

Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

"Evlenme arzusu kalmamış oturan (ihtiyar) kadınların, kasden süs göstermeğe çalışmadan dış Örtülerini bırakmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, görendir."(Nûr, 24/60)

Bu âyette ihtiyarlık yaşına ulaşmış, evlenme arzusu kalmamış, şehveti kamçılayarak, bir cazibeleri bulunmayan -bu hususta emin olunan- kadınla­rın bazı giysilerini bırakabilecekleri belirtilmektedir. Bu gibi yaşlı (acuze) hanımlar, eve yabancı bir erkek geldiğinde -tüm kadınlar için mülzim olan-başörtüsü olmaksızın karşılayabilirler. Bir ihtiyaç için dışan çıkarken de cil-bab (dış giysi) kullanmayabilirler. Şayet, âyetle kastedilen, peçeyi bırakabi­lecekleridir, denecek olursa, bunun ancak peçenin tüm kadınlar için vacip (farz) olması durumunda böyle aniaşılabiyeceğini, oysa daha önce peçenin vacip olmadığını isbatladığımızı söyleriz. Bu hususu destekleyen bir delil de Esma'nın (b. Ebu Bekr) ihtiyarlığında yüzü açık olarak dışarı çıkmasıdır. Çı­karılmasına müsamaha edilen giysi nikap olsaydı Esma, iffetli ve takvalı davranmayı yeğler ve nikabı çıkarmazdı. Zira Allah Teala "Ama sakınmala­rı kendileri için daha hayırlıdır" buyurmuştur ve bu emre imtisale O (Esma) çok daha lâyıktır.

Kadının örtünmesi ve giyim kuşamıyla ilgili Kur'an'da geçen özellikle-ri açıkladıktan sonra, şimdi birinci özelliğe -ki eller, ayaklar ve yüz hariç tüms bedenin örtülmesi idi- ait bir takım'teknik özelliklere değinmek istiyoruz. Örtünmenin sahih (doğru ve geçerli) olabilmesi için elbisenin şeffaf olma­ması, altını göstermemesi, hatlarını ve uzuvlarını belli etmeyecek bolluk ve genişlikte olması gerekir. Aksi takdirde gerçek bir örtünme olmaz.

"Zinetlerini açığa vurmasınlar" âyetinde emredilen zinetleri Örtme işi, yüzeysel bir olay değildir. Yani zinetin üzerine herhangi bir nesne koyuver­mekle olmaz. Bilakis apaçık bir hikmet gereği tam manassıyla bir gizlemeyi sağlayacak şekilde örtünmek gerekir. Bu açık hikmet ise öncelikle o zinetin israf edilmeyip korunması, fitnenin engellenmesi ve gözlerini sakınmakta erkeklere kolaylık sağlamaktır. Kadınların, Allah'ın yukarıdaki emrine hak­kıyla uymuş olabilmeleri için giysilerinde bu özelliklerin bulunması gerek­mektedir. Bu konuda daha geniş açıklamalar yapmayı arzu ederdik. Ancak şu kadarla yetindim: Elbisenin kadının hiçbir uzvunu belli etmemesi şart de­ğildir. Belli olan uzvun zinet olmamasına, dolayısıyla fitneye sürükleyici ol­mamasına dikkat etmektir önemli olan. Eğer elbise böyle bir uzuv belli edi­yorsa erkekler için fitne kaynağı olur. Usame b. Zeyd hadisi bu konuya ı^k tutmaktadır: "Rasulullah (s.a.v.) bana, kendisine Dıhyerü'l-Kelbî'nin hediye etmiş olduğu sık dokunmuş bir keten elbise vermişti. Ben de onu JıanırrM^ıa verdim. Rasulullah (s.a.v.) günün birinde birinde, bakıyorum dakubîiyeyi hiç giydirmiyorsun buymduiar. Hanimıma verdim giyiyor, dedim. "Git söy­le, altına bir astar giysin, kemiklerinin hacmini (siluetini) belli etmesinden korkarım" buyurdu.40b Burada geçen "kemiklerden maksat, cazibesi olan uzuvlardır. Yoksa kemiğin baskı başına bir cazibesi olmaz. Bu İbare etten kinayedir. Bıma delil olarak İbn Ömer hadisini zikredehiIirsij[447]

"Temimu'd-Dari Rasulullah (s.a.v.) -biraz şişmanlayınca- size b-.rpği-nizi taşıyacak bir minber yapayım mı? diye sordu. Evet yap buyurdular, O da bir minber yaptı."[448]

İbn Hazm'in rivayet ettiği şu hadis de böyle bir kinayeye delil sayılır. "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Oruçluyken bir kadım kemiklerinin hacmini (baldırının siluetini) görecek kadar düşünen (hayal eden) orucum bozmuştur."[449]

Bu sebeple kadının, baş, omuz, ayak. topuk, ayak bileği gibi bazı  miklerini vasfedecek elbise giymesinde bir beis yoktur. Yeter ki bunlar şef­faf olmayan bir giysi ile örtülsün. Fukaha -mesela, İbn Kudame ve Nevevi [450]elbiselin uzvun rengii melli edecek kadar şeffaf olmamasını şart koşmakla beraber, cilbabın alttaki elbiseyi göstermeyecek kadar mat ve kalın olmasın] müstehap görmüştür.

Asrımızda saliha Türk kadınlarının ayak topuğu ve bileği görünmekte. ancak lastikli kalın çorapla örtülmektedir. Bu da alimlerce reddedilmiş değildir.

Kadının vücudunu örtmesiyle ilgili bunca kelamdan sonra, sözü, Al­lah'ın -iç zinetlerini teşhir eden- çıplak giyiniklere tehdidini içeren şu hadis-i şerifle bağlamak yerinde olacaktır sanırım. Ta ki fitneyi uyandıran zinetleri­ni örtsünler.

Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: Cehennemliklerden (dünyada) görmediğim iki sınıf vardır: (Biri) ellerinde sığır kuyruğu gibi kamçılar bulunan ve bunlarla insanları döven bil kavim! (Diğeri) giyinmiş ama çıplak, salınarak yürüyen, kırıtkan başlar] Horasan develerinin eğik hörgüçleri gibi bir takım kadınlar! Bunlar cennete giremeyecekleri gibi, kokusunu da duyamayacaklardır. Halbuki onun koku­su çok uzaklardan duyulacaktır."[451]

Kadının Yüzünü Açması, Asr-I Saadet Dönemi İslam Toplumunda Yaygın Bir Uygulamaydı

 

1. Kur'an-ı Kerim'den deliller ve sünnetteki yansımaları

KONUYA GİRMEDEN -Kur'an'dan ve sünnet-inebeviyyeden- getire­ceğimiz delillerin sarahaten maksada delil teşkil etmediğini, ancak bu nasslann siyak ve sibakından ve ulemanın getirdiği yorumlardan istifade edildiğini hatırlatmak isteriz.

Kur'an'dan ilk delil ve sünnetteki yansıması: Allah Teala buyurur:

"İnanan erkeklere söyle: Bakışlarından bazıların yumsunlar, ırzlarını korusunlar. Bu (hareket) onlar için daha temiz (ve yararlı)dır. Şüphesiz Allah, onların her yaptıklarım haber almaktadır. İnanan kadınlara da söyle; Bakışlarından bazılarını yumsunlar, ırzlarını korusunlar..."(Nûr, 24/30-31)

Şevkani, Fethu'l-Kadir'de bu âyeti tefsîr ederken şunları söyler: "İbn Merduye'nin Hz. Ali'den aktardığı bir rivayette şöyle denmektedir: Rasulul-lah (s.a.v.) zamanında bir adam, Medine yollarının birinde bir kadına rastlar ve ona bakar. Kadın da ona bakar. Şeytan her ikisine de vesvese verir ve birbirlerini beğenerek bakışırlar. Kadına bakarak yürümesine devam eder­ken önündeki duvarı görmeden çarpar ve burnu kanar. Adam der ki; Allah'a yemin olsun ki, Rasulullah'a gidip durumumu anlatmadıkça kanımı yıkama­yacağım. Gelip durumu anlatınca Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bu gü­nahının cezasıdır. "İnanan erkeklere söyle; bakışlarından bazılarını yum­sunlar."[452]

Iyaz diyor ki: "Avretten ve benzerlerinden her halükârda gözü sakınmak gerekmektedir. Kimi durumlarda nâmahrem olmasa bile gözü sakın­mak gerekir."[453]

İbn Abdilberr de şöyle demiştir: "Kadının ellerine ve yüzüne bakmak caizdir. Ancak töhmetten uzak olması gerekir. Şehvetle bakacak olursa, haram olur. Elbisenin üzerinden bile olsa, şehvetle hayal kurarak bakması haramdır. Kaldı ki açık yüze şehvetle bakmak, evleviyetle haram olur."[454]

İbn Arabi şöyle demiştir: "Bakışlarından bir kısmını yumsunlar" yani şehvet dolu bakışlarını geri çeksinler... Ayette geçen "min" harfi teb'iz için olup bütün bakışları değil, (duygu ve şehvet) yüklü bakışları ifade eder.3a

İbn Kayyim derki: "Allah Teala, -yaradılış güzelliklerine Allah'ın yüce sanatını düşenerek baksa bile- bakışları kayırmayı ve kaçırmayı, bir günaha sürüklemekten men etmek maksadıyla emretmiştir."[455]

Anılan iki âyet, kadın yüzünün genellikle açık oluşuna zımmen delalet eder. Böyle bir âyet daha vardır.

"(Allah) gözlerin hain (bakışla)ını ve göğüslerin gizlediği düşüncele­ri bilir." (Mü'min, 40/19)

Fethu'l-Bari'de şu açıklamalar yer alır: Kirmani şöyle der: "Allah göz­lerin hain bakışlarını bilir", yani helal olmayan bir şeye bakanın kaçamak ba­kışlarından haberdardır. Bu konuda İbn Ebi Hatem, İbn Abbas'ın şu sözünü aktarır: Ayette, evine gittiği güzel bir kadına bakan, eve girince aklını başına alıp gözünü kaçıran adamın durumu sozkonusu edilmektedir..."[456]

Peki, kadınların yüz açık olmasa, adam evine gittiği güzel kadına baka­rak nasıl fitne fesat düşünebilir?

Bakışını korumaya teşvik eden, gözünü kaumayı öneren, art niyetli ba­kışlar göndermekten sakındıran bir çok hadisi şerif mevcuttur. Bazılarını ak­taracağız:

Ebu Said el-Hudri'den: "Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: 'Yollarda otur­maktan sakının' Dediler ki: Başka seçeneğimiz yok. Oralar bizim sohbet meclislerimizdir. Buyurdu ki: 'Madem ki bu alışkanlığınızı terketmeye yailişmiyorsunuz ohalde hiç olmazsa yola hakkını veriniz.' Yolun hakkı nedir? dediler. Buyurdu ki: Gözü kaçırmak ve bakışı yummak, gelen geçene sıkıntı vermemek, selamı iade etmek, marufu emredip münkerden sakındirmak-tır."[457]

Hafız İbn Hacer diyor ki: Yol ağızlarında oturmayı meneden hadisler, yoldan geçen -bilhassa genç- kadınlar sebebiyle fitne ve fesada zemin hazır-lamamayı hedeflemektedir. Çünkü., çeşitli ihtiyaçlar sebebiyle kadınların caddelerde dolaşmasını engellemek mümkün değildir.[458]

İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir: Ebu Hureyre'nin Rasulullah'tan (s.a.v.) rivayet ettiği şu hadiste belirtilen şeyden daha çok günaha yakın bir şey görmedim. "Allah, Ademoğluna zinadan nasibini yazmıştır, bunu mut­laka yapacaktır. Gözün zinası bakmak, dilin zinası konuşmaktır. Nefsin canı çeker, ister, cinsel organ da ya onaylar, ya yalanlar."[459]

Cerib b. Abdullah'tan: "Rasulullah'a (s.a.v.) (kasıt olmaksızın gerçek­leşen) bir anlık bakışın hükmünü sordum. Bakışımı başka tarafa çevirmemi emretti."[460]

Büreyre'den: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 'Ey Ali, bakışını ikinci bir bakış izlemesin. Zira birincisi senindir, ama ikincisi senin değil­dir."[461]

Ebu Umame'den gelen bir rivayette Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Şu altı şeyi garanti edin, size cenneti garanti edeyim: Sizden biri konuştu­ğunda yalan söylemesin. Kendisine bir emanet bırakıldığında ihanet etme­sin. Söz verdiğinde sözünden dönmesin. Gözlerinizi (bakışlarınızı) sakının, ellerinizi çekin, ırzınızı koruyun.[462]                             

Tüm bu ihtarların elbiseye bakmakla ilgili olduğu söylenebilir mi? Yoksa, aslında örtülmesi gereken, ancak her hangi bir ihtiyaç sebebiyle açı­lan bir zinet mahalline -ki bu durum nadiren sozkonusu olur- bakmakla ilgili olduğunu söylemek daha doğru mu olur?

"İnanan erkeklere söyle, bakışlarından bazılarını yumsunlar" âyeti, genel olarak kadının bazı yerlerinin göründüğüne, erkeğin de buralara bak­mamak için gözlerini kaçırmaları gerektiğine, işaret etmektedir. Yoksa kadın, siyahlara bürünmüş, hiçbir yeri görünmeyen bir karaltı değildir. Aynı şekilde erkeğin de bazı uzuvları görünür, ancak kadına bakışlarım kaçırması emredilir: "İnanan kadınlara da söyle bakışlarından bazılarını yumsunlar." Yani, üzerinde durulan nokta fitnedir. Her iki tarafın da karşı tarafın açıkça görünen yerlerinden bakışlarını sakınmaları gerekmektedir.

Eğer şeriat, kadının yüzünü örtmesini emretmiş olsaydı, erkeklere göz­lerini ve bakışlarını sakınmalarını emretmeye gerek kalmazdı. Kaldı ki bu emir değişim münassebetlerle yinelenmiştir. Yoksa sari Teala sadece kadın­lara bakışlarını yummayı emrederdi. Zira, erkeklerin bazı yerleri açık ola­cak, kadınlardan hiçbir yer göriinmeyecekti. Oysa Allah bakışı yumma em­rini hem erkeklere, hem de kadınları eşit olarak indirmiştir. Bu da her iki cin­sin de bazı uzuvlarının göründüğü anlamına gelir. Fitneye konu olabilecek asgari müşterekleri ise eller ve yüzdür. Bu, kadının açabileceği en son sınır iken erkek için sınırın başlangıcı demektir.

O halde -erkek olsun kadın olsun- insanın ellerini ve yüzünü açarak gündelik işlerine bakması fıtri bir durum sayılır. Erkek kadının ellerini ve yüzünü görebilirken, kadın erkeğin daha da fazla yerlerini görebilecektir. Kadınla erkek arasındaki farklılık, bedenlerinin fitneye mahal olma konu­sundaki derece farkıdır. Kadının vücudu (büyük oranda) erkek için fitne konusu olmaktadır. Bazıları da kadının yüzünü de örterek fitne kapısının tamamen kapatılabileceğini iddia etmiştir. O halde erkek de yüzünü örtsün de kadınlar için fitne konusu olmasın. (Bu yaklaşım yanlıştır) mesele sadece kadın meselesi değildir, fitne her ikisi için de sözkonusudur ve fitne korkusu duyunca bakışları kontrol etmek gerekir.

Bu tutum iki hususu ortaya koymaktadır:

Birincisi: Kurallara aldırmadan, inatla erkeklerle kadınlar arasındaki fitne kapısını büsbütün kapatmaya kalkışmak imkânsızdır. İkincisi: Burada erkeklerin kadınlara karşı bir zaafı görülmektedir. Erkeklerin hastalık dere­cesindeki kıskançlığı, kadının yüzünün görülmesini, kocalık ve mahremiyet özelliklerinden sayarak yabancı erkeklere görülmesini caiz görmemektedir.

Kur'an'dan İkinci delil ve sünnetteki yansıması: Yüce Allah şöylebuyurur:

"Bundan sonra artık sana (başka) kadınlar(la evlenmek), bunları başka eşlerle değiştirmek helal değildir. İstersi güzellikleri çok hoşuna gitsin, (artık başka kadınlar alamazsın)..."(Ahzab, 33/52)

Ayet-i kerime, Rasulullah'ın (s.a.v.) -bazı kadınların güzelliğini çok be-ğense de-bundan sonra evlenmesiin helal olmayacağını hükme bağlamakta­dır. Peki ama, -nişan sebebiyle bakma gibi bir durum sözkonusu olmadığı halde- yüzlerini görmeden Rasulullah'ın bazı kadınları beğenmesi nasıl mümkün olur? Nişan niyetiyle yüzünü örten kadından peçesini kaldırmasını istemenin meşru oluşu bir yana, her halükârda kadının yüzünü açması, nişan niyeti olmadan bir kadının yüzünü görüp beğenmesi de mümkündür. Cassas tefsirinde bu hususu şu şekilde ifade eder: "Kadının güzelliğini ancak yüzü­nü görürse beğenebilir."[463]

Ayet-i kerime, Rasulullah (s.a.v.) için de dışarda kadınların yüzünü görüp beğenme mümkün olduğunda da işaret etmektedir. Bütün erkekler için bu tür beğenisiyle ilgili bir çok rivayet mevcuttur. Bu da ancak kadınla­rın her ortamda yüzlerini açmaları ve erkeklerin görmelerine fırsat vermele­riyle mümkün olur.

Cabir'den rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) günün birinde bir ka­dın görmüştü. (Ahmet b. Hanbel'in rivayetinde,[464] bir kadın görmüş ve hoşu­na gitmişti). Hemen, hanımı Zeyneb'in yanına gitti -Zeyneb o arada bir deri parçasını eliyle ovmakla meşgul idi.- ihtiyacını giderip çıktı ve ashabına şöyle dedi: Bazen kadın, şeytan gibi önünüzde ya da arkanızdan sizi tahrik edebilir. Sizden biri böyle bir kadına gözleri iliştiğinde hanımına gitsin, onda nefsinin aradığını bulacaktır."

Müslim'in kaydettiği bir başka rivayette Cabir şöyle der: "Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini duydum: Sizden biri bir kadını beğenip canı çekerse hanımına yönelip muhabbet etsin, böylece nefsinin arzusuna cevap bulacak­tır."[465]

Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediği rivayet olunur: "Kadınlar avrettir. Kadın evinden çıkınca, şeytan gözlerini ona dikip der ki: 'Seni görüp de be­ğenmeyen hiç kimse olamaz."[466]

Kur'aridan üçüncü delil ve sünnetteki yansıması; Allah Teala şöyle buyurur:

"Böyle (iddetini) bekleyen kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde bildirmenizden, yahud içinizde tutmanızdan dolayı size bir günah yoktur. (Çünkü) Allah sizin onları anacağınızı bilmektedir. Sakın (üstü kapalı evlenme teklifi sırasında), iyi söz söylemeniz dışında, onlarla bir gizli (buluşma)ya sözfeşmeyin ve farz olan bekleme süresi dolmadan nikâh bağını bağlamaya kalkmayın ve bilin ki, Allah içinizden geçeni bilir. O'ndan sakı­nın ve yine bilin ki, Allah bağışlayandır, halimdir (ceza vermekte aceleci değildir)." (Bakara, 2/235).

Taberi, bu âyetin tefsirinde sahabe ve tabiinden, vefat veya bain talak sebebiyle beklenen iddet esnassında nişanın (evlenme niyetinin) nasıl ihsas ettiğifeceği hususanda bir takım görüşler aktarır:

İbn Abbas: "Senin gibi olan kadını severim" gibi güzel sözlerle niyeti hissettirir.

Mücahid: "Sen gerçekten çok güzelsin, çok çekicisin, hayırlı bir kadın­sın" gibi sözler sarfeder.

Kasım b. Muhammed: "Benim sana çok meylim var, seni çok istiyo­rum, çok hoşuma gidiyorsun" gibi sözlerle niyetini izhar eder.

Fatıma b. Kays: Kocam Ebu Amr b. Hafs. B. Muğire, Ayyaş b. Ebi Re-bia'yı yanında beş sa (ölçek) hurma ve beş sa' arpa ile boşadığını bildirmeye gönderdi, dedim ki; bundan başka nafaka yok mu? İddetimi evinizde ta­mamlamayacak mıyım? Dedi ki, hayır! Hemen dış örtümü sağlayıp Rasulul-lah'a (s.a.v.) geldim. "Kaç talakla boşadı?" buyurdular. Üç dedim. "Doğru söylemişler, sana nafaka vermesi gerekmez. İddetini de amcanın oğlu İbn Ümmi Mektum'un evinde tamamlarsın. Zira o ama olduğu için kıyafetinde rahat olursun. İddetin bitince de bana bildirirsin."[467]

Nevevi diyor ki: Hadiste bain talakla boşanana nişan teklifinin caiz olduğuna bir işaret mevcuttur. Bizce (şafilerce) sahih olan da budur.[468]

Anlaşılıyor ki, kadın yüzü açık olarak gelmiş ve Rasulullah (da (s.a.v.) onu Usame adına beğenerek, iddeti sürdüğü, halde nişan teklifinde bulunmuştur. -Hafız İbn Hacer'in de dediği gibi- Fatıma b. Kays, ilk muhacir ha­nımlardan olup akıllı ve güzel bir kadındı.[469]

İddet süresince kadının yanına gitmek, dolaylı olarak onun yüzünün açık olduğunu da gösterir. Şayet yüzünü Örtmek zorunda olsaydı kadın da er­kek de sakıntıya düşecekti. Kaldı ki "sen çok güzelsin", "ben seni çok beğe­niyorum" gibi sözler, yüzün açık olma ihtimalini iyice yüksetlmektedir. Ka­dının iddet süresince, erkeklerin görmesinden kırkarak, sürme vb. süresince, erkeklerin görmesinden korkarak, sürme vb. süslerden nasıl uzak durduğu­nu daha önce açıklamıştık. Nişan teklifi, iddet bekleyen kadını görebilmenin bir yoludur. Nişan teklifini yapanın nişanlının yüzünü görmek istemesi de -ki bir hadisi şerifte ba mealde bir vurgu da mevcuttur- yüzün genellikle açık olduğunu, bir delilidir. Zira böylesi anlaşmaya, uyuşmaya daha elverişlidir. Yüz açık olmazsa nişan teklifi nasıl gerçekleşecek? Kadın yüzünü kasten -nişan için- açmış olamaz. Çünkü teklifi yapan, daha önce -yüzünü görme­den- nasıl teşebbüs edecek?

2. Sünnet-i Seniyye'den deliller

Sünnetten ilk delil:

Burun ve alın dahil yedi kemik üzerine secde edilmesi.

İbn Abbas, Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yedi Kemik üzerine secde etmekle emrolundum: Alın -parmağıyla burnunu gös­termiştir- iki el, iki diz ve ayak uçları...[470]

Nesai'nin rivayetinde [471] şu kayıt yer alır: "Elini alnına koyup burnuna doğru getirdi ve 'burası bir1 buyurdu."

Buhari bu hadisi "Burun üzerine secde etmek" babında zikreder.

Hafız İbn Hacer de şöyle der: İbn Münzir, sadece burun üzerine secde etmenin caiz olmadığı konusunda sahebe icmai olduğunu belirtmiştir. Cum­hur yalnızca alın üzerine secde etmenin caiz oduğu görüşünü paylaşır. Mali-kilerden İbn Habib, İshak Ahed ve Evzaf ve diğer bazı fukaha her ikisine birden secde etmek gerektiği görüşündedir. Şafii de aynı görüştedir.[472]

Şafii el-Ümm'de şöyle der: "Secde'nin farzı ve sünneti şudur: Alın, burun, eller, İki diz ve iki ayak üzerine secde etmek. Bumu ihmal edip sadece alna secde etmesi kerahatle caizdir. Ancak örtü vb. bir şeyle kapanmış alınla secde etmesi caiz değildir."[473]

İbn Abdilberr et-Temhid'te şöyle diyor: Kadın namazda ellerini ve yü­zünü açmak zorundadır.[474]

Nevevi, Mecmu'unda şu kayda yer verir: "Kadının namazda peçe kul­lanması mekruhtur."[475]

eş-Şerhu'I-Kebir sahibi şunları kaydeder: "Namaz kılarken peçe tak­ması mekruh olur. İbn Abdilber der ki: namazda ve ihramda kadının yüzünü açması gerektiği konusunda icma etmişlerdir. Çünkü bu, secde mahalli ile (secde uzuvları olan) alın ve burun arasında bir engel oluşturur, ağzı da kapa­tır. Oysa Rasulullah (s.a.v.) bundan nehyetmiştir."[476]

İbn Teymiye Fetava'sında diyor ki: "Kadının namazda ellerini örtmekle emredilmiş olma ihtimali gerçekten çok uzaktır. Çünkü eller de yüz gibi secde uzuvlarıdır."[477]

Namaz avretinin normal avretten farklı olduğu görüşü ise gerçekten son derece uzaktır. Bu konudaki delilleri inşaallah beşinci bölümde teffrua-tıyla sunacağız.

Bu görüşün doğruluğunu varsayacak olursak camide namaz kılan kadı­nın durumu ne olacaktır? Bazı mü'min kadınlar mescide gelerek namazlarını Rasulullah'ın kadınlar mescide gelerek namazlarını Rasulullah'ın (s.a.v.) arkasında eda ederlerdi. Peki, bu durumda kadın namaz kıldığı gerekçesiyle yüzünü açık mı tutacak, yoksa yabancı erkeklerin görmesi ihtimaline binaen örtecek mi? Hem sonra mü'min hanımların yüzlerini örtmeleri yaygın bir uygulama olsaydı, namazda yüzlerini açtıklarına, peçelerini kaldırdıklarına dair rivayetler gelirdi. Rasulullah (s.a.v.)'ın arkasında başından beri namaza devam etmiş olan hanımlar hakkında böyle bir rivayet aktarılmamıştır.

Sünnetten ikinci delil:

Ebu Hureyre'den; "Rasulullah'ın (s.a.v.) yanındaydım. Bir adam gele­rek ensardan bir kadınla evlendiğini söyledi. Rasulullah (s.a.v.) 'ona baktın mı?' diye sordu. 'Hayır' deyince 'git ona bak, zira ensar kadınlarında göz has­talığı olabilmektedir' buyurdular.[478]

Muğire b. Şube'den: "Bir kadınla nişanlandığında kendisine Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiş: 'Ona bak, zira bakmak aranızda ülfet peyda etmesine ve kaynaşmanıza daha elverişlidir."[479]

Ebu Humeyd es-Sa'idî'den: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Biriniz bir kadınla nişanlanmak istediğinde ona bakmasında -kadın bilme­den de baksa- bir günah yoktur."[480]

Cabir'den RasuluHah'ın (s.a.v.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Sizden biri bir kadınla nişanlanmak istediğinde, onu nikâhlamya teşvik edecek bazı yerlerine bakma imkânı bulursa baksın."[481]

Ebu İshah Şirazi (Şafii) der ki: Bir kadını nikahlamak isteyen onun ellerine ve yüzüne bakabilir. Bunların dışında başka yerlerine bakamaz. Çünkü avrettir."[482]

İbn Kudame (Hanbeli) şöyle der: "Nişan yapmak isteyen erkek, kadının yüzüne bakabilir. Zira yüz, bütün güzelliklerin toplandığı, gözün doğal ola­rak iliştiği bir uzuv olup avret de değildir. Genellikle açık olan eller ve ayak­lara bakıma konusunda iki rivayet gelmiştir: Birincisi, mübahür; çünkü ge­nellikle, adeten açık olur ki, yüz gibidir. İkincisi, mubah değildir, çünkü av­ret olup kendiliğinden görünmeyen uzuvlara benzer."[483]

Keza şöyle der: İlim ehli arasına, nişanlanacak kadının yüzüne bakma­nın mubah olduğu konusunda bir ihtilaf yoktur. Çünkü yüz avret olmadığı gibi güzelliklerin toplandığı bakma yeridir."[484]

İbn Kudame'nin bu görüşünden, şari'in (Rasulullah1 m) nikâh kasdıyla kadına bakmyı emrederken kapalı bir avret yerine değil, adeten açık olan -ki yüzdür- yerlere bakmayı kasdettiğini anlıyoruz.

Begavi diyor ki: Nişanlanacak kadına bakma konusunda alimler şunları söylemiştir: Bir kadınla evlenmek isteyen ona bakabilir. Sevri, Şafii, Ahmed ve İshak bu görüştedir. Kadının izin verip vermemesi farketmez. Ancak, kadının sadece ellerine ve yüzüne bakabilir. Kadına çıplak halde bakamaya­cağı gibi herhangi bir avret yerine de bakamaz. Evzai diyor ki; sadece yüzü­ne bakabilir.[485]

Nihayetu'l-Muhtac fî Şerhi'1-Mhinac'da şu kayıt yer alır: Nikâhlamaya niyet ederse, bakması sünnettir. Tabii bu nişandan öncedir; yoksa sonra değil. Kadının kendisi ya da velisi izin vermese de Rasulullah'ın izni bakmak için yeterli olur. Nitekim bir rivayette "Kadın bunu (kendisine bakıldığını) bilmese de" buyurulmuştur. Hatta Evzai şunu tavsiye etmektedir: Kadının bilmemesi daha uygundur, bilirse süslenerek olduğundan başka türlü görü­nebilir.[486]

Ben de diyorum ki: Yüzünü peçeyle veya başka türlü bir yolla örtüyorsa kendisinin veya velisinin izni olmaksızın ona bakması nasıl mümkün olur? Demek ki mü'min kadınlar yaygın olarak dışarıya yüzleri açık çıkıyorlardı.

Sünnetten üçüncü delil:

(Kocası öldüğü için) yas tutan kadının süslenmesinin haram oluşu:

Ümmü Atıyye'den gelen bir rivayette Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir mü'min kadına kocası (nın ölü­mü) dışında üç günden fazla yas tutması helal olmaz. Kocası ölen kadın sür­me çekmez, (parlak) renkli elbise giymez -nakısı kendinden beyaz elbise hariç- güzel koku sürünmez..."[487]

Ümmü Seleme'den: "Bir kadın Rasulullah'a (s.a.v.) gelerek dedi ki: Ya Rasulullah, kızımın kocası Öldü, (ağlamaktan) gözleri rahatsızlandı, sürme kullansın mı? 'Hayır' buyurdular. İki üç kere tekrar etti, ancak her defasında 'hayır'buyurdu."[488]

Hafız İbn Hacer şöyle diyor: "İki üç kere tekrar etti, ancak her defasında 'hayır' buyurdu". Bunu, sadece süs özelliği olan özel bir sürme olarak yo­rumlayanlar olmuştur. Çünkü salt tedavi, genellikle süs özelliği olmayan nesnelerle yapılır.[489]

İbn Kudame şöyle der: "Yas babı. Yas, (kocası ölen kadının) zinetten ve güzel görünmekten kaçınmasıdır. Bu da vefat sebebiyle beklenen iddet süre­since farzdır... Yas tutan kadının renkli sürme kullanması hadis-i şerif gere­ğince haramdır. Çünkü yüzü güzelleştirir... Takı takınması da hadis-i şerif gereği haramdır. Çünkü güzelliğin artırır, güzel görünmesie ve teklif alma­sına yol açar."[490] Yani erkeklerin ellerindeki ve yüzündeki süsleri görerek güzelliğine kapılmalarına yol açar...

İbn Rüşd şunları kaydeder: "Fukahaya göre yas tutan kadına sürme, takı, renkli elbise, gibi erkeklerin kadınlara meylini kamçılayan bütün zinet-ler yasaktır. Süs özelliği olmayan sürme ile siyah elbise hariç. Fukahanın yas • tutan kedinin kaçınması gerektiğini belirttikleri hususlar büyük oranda er­kekleri tahrik etme noktasında temerküz etmektedir. Bu konuda titizlik gös­termesi en gerekli olanlar da kocaları ölenlerdir. Böylece yasdan maksadın erkeklerin tahrik olacakları birşey göstermemek olduğu anlaşılmaktadır. "[491]

Ben şu noktaya dikkat çekmek istiyorum: Yas tutan kadınların yüz zi-netinden ve bunları erkeklere göstermemelerinden bahsedilmek için elbette yüzlerinin açık olması gerekir.

İbn Kayyım şunları söylüyor: "Yas tutan kadına kına, renkli nakış, par-    mak ucu ve tırnak boyama, allık ve pudra haramdır. Nitekim Raslüllah (s.a.v.) hadisinde kınayı zikrederken, zinet ve fitne olma özelliği çok daha yüksek ve yasın manassına çok daha aykın olan zinet türlerine de işaret et­miştir."[492]

Lbiı Kayyim'in burada'fitne özelliği ^ok daha yüksek'1 betimlemetûör den ne anhyoruz? Ku fitne kadın için mi, yoksa erkek için mi sözkonusudurZ -Elbette erkekler için sözkonusudur ve ancak kadının yüzünü açıktutmasi, erkeklerinde süslenmiş haliyle o yüzü görmeleri halinde bir fitneden bahse­dilebilir-.

Şayet mü'min kadınlar çoğunlukla yüzlerini kapatıyor ve sadece ihtiyaç halinde bir tek gözlerini açıyor olsaydı, yas tutan kadının yüzündeki zineti erkekleıin görmesindea korkmaya hiç gerek kalmazdı. Zaten bakmalarLve

malan sebebiyle erkeklerin fitneye düşmesinden nasıî söz edifebilîr?

Sünnetten dördüncü delil:

Ümmehat-ı mü'mininin hicabla, hür kadınların yüzünü açmakla, cari­yelerin de yüzleriyle beraber başlarını açmakla temayüz etmeleri:

Enes'ten (r.a.) rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.) Hayber ile Medine arasında üç gün ikamet etti ve Safiyye b. Huyey ile izdivaç etti... Müslüman­lar; "Eğer Hicab arkasına alırsa mü'minlerin anneleri arasına girer, olmazsa cariyesi demektir" dediler..."[493]

Bu hadis, sahabilerin -Allah onlardan razı olsun- Rasulullah'ın hür ha­nımları ile cariyeleri arasındaki örtünme farklılığının bilincinde olduğunu açıkça göstermektedir. Hanımları hicab ile tesettür emrini yerine getirirken cariyeleri geniş elbise ile örtünüyorlardı. Bu sünnete binaen sair hür hanım­lar da cariyelerden ayrılmakta daha olgun Örtünmektedir.

Cabir b. Semra'dan rivayet edilmiştir: "Bir adam, Sa'd b. Ebi Vakkas'ı suçladı... Sa'd dedi ki: Allah'ım, eğer bu kulun yalancıysa... ömrünü uzat fa­kirliğini uzat ve fitnelere maruz kıl. Abdülmelik b. Umeyr et-Tabi diyor ki: Çok sonraları ben onu gördüm, yaşlılıktan kaşları çökmüştü ve yoldan gelip geçen cariyelere sarkıntılık ediyordu."[494]

Hadis, Tabiîn döneminde de örtünme konusunda cariyelerin hürlerden farklı olduğunu ifade etmektedir. Yoksa anılan adamın cariyeleri hürlerden ayırd etmesi ve sadece onlara sarkıntılık etmesi nasıl mümkün olurdu?

Hz. Ömer'in başım da kapatan bir cilbaba bürünmüş bir kadını görerek kim olduğunu (yanındakilere)sorduğu ve bir cariye olduğu söylenince, "ca­riye hanımefendisine benzeyemez" dediği rivayet olunmuştur.[495]

Bu eser (hadis) hür kadının cariyeden cilbab ve başörtüsü ile ayrıcalık kazandığını ifade etmektedir. Bu ikisi de yüzü örtmemektedir. Değilse ken­disine sorulan zat, o kadının cariye olduğunu nasıl bilebilirdi? Onu yüzün­den tanımıştır.

Malik'den rivayet edilmiştir: "Abdullah b. Ömer b. Hattab'in bir cariye­si vardı. Ömer, onun hür kadın kıyafetinde giyindiğini gördü. Kızı Hafsa'mn yanına giderek dedi ki: Bakıyorum da, kardeşinin cariyesi hür kadın kılığına girerek insanları yanıltıyor. Hz. Ömer bu davranış, reddetmiştir."[496]

Bu eser, cariyenin hür kadın kıyafetine büründüğü halde yüzünü örtme­diğini göstermektedir. Hür kadının yüzünü örtmesişart olsaydı, bu cariye yüzünü örtecekti ve onun oğlunun cariyesi olduğunu bilmeyecekti.

Hz. Ömer (r.a.) başörtüsü örtmüş bir cariye görmüş ve ona vurarak şöyle demiştir: "Aptal, hürlere mi benzemeye çalışıyorsun?"[497]

Ömer (r.a.) Enes ailesinin başörtülü bir cariyesini görmüş ve ona vura­rak, başını aç ve hürlere benzeme" demiştir.[498]

Ömer'in cariyelere vurması ve onları başlarını Örtecek hürlere benze­mekten alıkoyması bizim lehimize bir delil sayılır. Eğer bütün hür hanımlar yüzlerini örtüyor olsaydı, cariyeler sadece yüzlerini açmakla ayırdedüebiie-ceklerdi ve böylece müslümanlar da cariyelerini başlarını açmaya zorlama ihtiyacı hissetmeyeceklerdi. Zira bunda daha fazla açılma, açılıp saçılmakta ise daha fazla fitne sözkonusudur.

Sünnetten beşinci delil:

Mü'min hanımların sabah namazına yüzleri açık olarak gidişi

Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir: "Mü'min hanımlar sabah namazını (bir nevi) çarşaflarına bürünmüş halde Rasulullah 'in (s.a.v.) arkasında eda ederler ve namaz bitinci hemen evlerine dönerlerdi. Alacakaranlıkta kimse-onları tanıyamazdı,"[499]

Aynı mealde ancak erkeklerle ilgili bir başka hadis varid olmuştur. Hafız Haysemi'nin Mecmeu'z-Zevaid'de naklettiği bir hadiste Hz. Ali şöyle diyor: "Rasulullah'm (s.a.v.) arkasında namazı eda eder ve dağılırdık. Kimse: kimseyi tanımazdı,"[500]

Hz. Aişe (r.a.) yukarıdaki hadiste genel manada mü'min kadınlardan söz ediyor ve şöyle diyor: "Alaca karanlıkta kimse onları tanımazdı"; yani karanlıktan dolayı tanınmazlardı, yüzleri kapalı olduğu için değil. Bu da genel olarak mü'min kadınların yüzlerini açtıkları anlamına gelir.

Bu olay hicab emrinden önceydi diyenlerin bu itirazı yersizdir. Zira ha­diste "mü'min hanımlar sabah namazına katılırlardı" denmiş ve bu işin sü-rekliliği vurgulanmış, ayrıca bir zamandaydı da konmamıştır. Eğer bu uygulama hicab âyetiyle neshedilmiş olsaydı Aişe (r.a.) bunu mutlaka belirtirdi. (Hicabın Peygamber hanımlarına -ki mü'minîeıin anneleridirler- muhsus oluşu konusunda dördüncü babın ikinci bölümüne bakınız).

Sünnetten altıncı delil:

Velisinin, yanında kalan yetim kızın güzelliğini beğenerek onu nikah­laması:

Urve'den: "Aişe'ye 'Şayet Öksüz (kadınlarla evlendiğiniz takdirde on)lar hakkında adaleti yerine getiremeceğinizden korkarsanız...' (Nisa, 4/3) âyetini sorunca: 'Ey kardeşimin oğlu, bu yetim, velisinin yamrıds, onun hicrindedir (sorumluluğu altındadır). Mabna ve güzelîiğinevmuhrak -bir de mehrini az vermeyi tasarlayarak) nikahlamak İster. Ancak mehri x\\m olarak verme konusunda adil olamayacak ise bundan nehyediİ£>rtrıJ![501]

Aynı evde velinirt yaranda yeüm kızuı yüzünü Örtmesi-7raJrok&voîma2. Kaldı ki nass, velinin onun yüzünü görerek güzelliğini-beğendiğine açıkça işaret etmektedir.

Sünnetten yedinci delil:

Kadının ellerini ve yüzünü gösterebileceğine dair izin:

Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir; "Ebu Bekir'in kızı Esma, üzerinde . ce bir elbise olduğu halde Rasulullahrm yanma girmişti. Rasulullah (s.a.v.) yü.rünü çevirerek şöyle buyurdu: 'Ey Esma, kadın hayız yaşına ulaşınca, onun şurası ve şurası hariç -ellerini ve yüzünü göstermiştir- hiçbir yerini göstermesi doğru olmaz."51

 Davaci demiştir ki: "Bu hacfis mürseldîr; zira Halid b. Dureyk

Aişe'ye (r.a.) yetişmemiştir."

Nasiruddin Eîbani, bu hadîsin senedi hakkında şunları söylüyor:

"Said b. Beşir -hadisin ravilerinden biridir- Hafız İbn Hacer'in de Tak-rib'inde belirttiği üzere 'zayıf bir ravidir. Ancak hadis, başka yollardan gelen rivayetlerle kuvvetlenmektedir:

1. Ebu- Davud, mürset hadisler arasında KaCade'dem HasHfelItthirr (s.a.v.) şöyle detEğini rivayet eder: "Bîr kız hayız görmeye başladı rm, yüzü ve dirseklere kadar elleri dışında hiçbir yerinin görünmesi doğru

2. Beyhaki, İbn Luhey'a tarikiyle İyaz b. Abdullah'tan, İbrahim b. Ubeyd b. Rifae el-Ensari'den duyduğunu söylediği bir haber aktarır: Babam anlattı (diyor İbrahim b. Ubeyd), sanırım o da Esma b. Umeys'ten şöyle duy­muştur: "Rasulullah (s.a.v.) Aişe'nin odasına girdi. Yanında kız kardeşi Es­ma vardı. Üzerinde yeni bol bir elbise vardı. Rasulullah (s.a.v.) on gözü ili­şince kalkıp dışarı çıktı. Aişe ona, bir köşeye çekil (ve göze görünme), Rasu­lullah (s.a.v.) kerih bir şey görmüş olmalı, dedi. Biraz sonra Rasulullah (s.a.v.) geri geldi. Aişe ona neden dışarı çıktığını sordu. "Nasıl giyindiğini görmedin mi? Müslüman bir kadının şu ve şu hariç hiçbir yeri görünemez" dedi ve ellerini (Asıl 'da da böyle geçiyor ama doğrusu Mecma'da olduğu üzere iki yerini olacak) tutup ellerinin dışını örttü. Öyle ki sadece parmaklan görünüyordu. Sonra iki elini şakağına dikti, sadece yüzünü görünüyordu."

Beyhaki diyor ki: Bu hadisin senedi zayıftır. Aslında zayıf sayılmasına neden olan İbn Luhey'a'dir. Bu zatın adı Abdullah el-Hadrami Ebu Abdir-rahman el-Mısri el-Kadi'dir. Sika (güvenilir) ve fazıl bir kimseydi. Ancak tuttuğu kayıtlardan hadis rivayet ederdi. Onlar da yanınca ezberden hadis ri­vayet etmeye başladı ve bu arada biraz karıştırdığı da oldu. Bazı mütehhirin ulema onun hadisini hasen kabul ederken bazıları da sahih addeder. Heyse-mi onun bu hadisini, Taberani'nin "el-Kabir" ve "el-Evsat"ında kaydettiği ri-vayetiyle Mecmeu'z-Zevaid'nde nakleder ve der ki: Bu hadisin senedinde İbn Luhey'a da yer almaktadır. Onun hadisi, hasendir. Geriye kalan ricali sahih hadis ricalidir. Şüpheye mahal olmayan husus, onun hadisinin hasen derecesinden aşağıya düşmediğidir. Beyhaki hadisi başka yönlerden kuv­vetlendiriyor ve Aişe hadisini ve "kendiliğinden görüneni müstesna" âyetini eller ve yüz olarak yorumlayan İbn Abbas'm ve diğerlerinin görüşünü aktar­dıktan sonra şöyle diyor: Hadis mürsel olmakla beraber, Allah'ın mubah kıl­dığı zahiri zinet konusunda sahabilerin görüşlerinden kuvvet kazanmakta­dır. Zehebi de Tehzibu Süneni'l-Beyhaki'de bu kanaatini izhar etmiştir. İşaret edilen sahabiler şunlardır: Aişe, İbn Abbas, İbn Ömer. "Zahiri zinet el­ler ve yüzdür" sözü İbn Ömer'e aittir. Diyor ki: Aynı manada (bir hadis) Ata b. Ebi Rebah'tan ve Said b. Cübeyr'den rivayet ettik. Bu da Evzai'nin görüşü­dür.[502] Elbani'nin bu hadisle ilgili araştırması urada son bulmuştur. Ebu Da-vud aynı hadisi Sünen'inde aktarır ve "sahihtir" der.[503]

İbn Kudame Muğni'sinde Aişe hadisini bir başka rivayet zinciriyle aktarır ve şu kaydı ekler: Ahmed b. Hanbel bu hadisle amel etmiştir.[504]

Gerek burada aktardığımız, gerekse dördüncü bölümde göreceğimiz Kur'an ve sünnet delilleri ve karinelere Aişe hadisini daha çok kuvvetlendir­mektedir.

Yüzün peçe vb. bir şeyle örtülmesi mü'min hanımlarının toptan uygula­dığı güzel bir adel olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) Esma'yı yüzünü de kapatmaya teşvik ederdi. Ebu Bekir'in kızı ve Zübeyr'in hanımı olan o muhterem kadın böyle bir şeye çok daha elverişli ve layık idi. [505]

 

Nassların Toptan Delaletinden Çıkarılan Deliller[506]

 

Birinci delil: Bize ulaşan ve mü'minlerin annelerinin yüzleriaçtıklannı gösteren metinlerden çıkarılan delil:

(Hicab emrinden önce) İkaz:

Yüzü peçeyle örtme adeti cahiliye döneminde bazı Arap kadınlannca uygulanıyordu. Cahiliye şiirinde, peçe manasına gelen "nikap", "burka" gibi sözlere rastlanması, bu görüşü desteklemektedir. Bir kaç örnek verelim:

Ümmü Amr binti Vekdan[507] şöyle der:

Eğer kardeşinizin kanını gütmeyecekseniz, Bırakın silahlan, atın batak bir yere Çekin sürmeler, giyin parlak al giysiler Takın kadın nikaplan, yenik kavim ne kötüdür

Bir başka şair[508] de şöyle diyor:

Görmedin mi Aylanlı Kays'ı, peçe takmıştı, Sakalını gizleyip şerefini satmıştı.

Hutay'e şöyle demişti:[509]

Defalarca dolaştı kafileyi Ümame,

O ne güzel bir endam, o ne güzel peçeydi.

Nabiğatu'l-Ca'di de şöyle demiştir:[510]

Genç kız peçesi gibi gayet parlak bir yanak, Ve sektikçe kabuğu dökülen bir çift boynuz.

Sünnet nasslan:

Buhari ve Müslim'in aktardığı rivayetler:

Enes'ten rivayet edilmiştir: "Uhud günü mü'minler hezimete uğramaya ve Rasulullah'ın etrafından dağılmaya başladı... Bir de baktımAişe b. Ebi Bekir ile Ümmü Süleym (halhallan görünecek kadar) eteklerini sıvamışlar su kırbaları omuzlarında habire koşturuyorlar ve insanların ağzına boşaltıp hemen dönüyorlar, doldurup tekrar geliyor ve halkın ağzına suyu boşaltıyor­lardı."[511]

Enes b. Malik'ten rivayet edilmiştir: "Hicab âyetini en iyi büen benim. Zeyneb b. Cahş (r.a.) Rasulullah'a hediye edildiğinde, insanları davet edip yemek verdi. Zeyneb de aynı odadaydı. İnsanlar oturup konuşmaya daldılar. Müslim'in rivayetinde; "Zeyneb de evin biryanında oturuyordu. Kendisine güzellik bahşedilmiş bir kadın idi..."[512] İnsanlar otururken Rasulullah (s.a.v.) dışarı gidip gelmeye başladı. Allah Teala derhal şu âyeti indirdi:

"Ey inananlar, yemeğe çağrılmadan Peygamber'in evlerine girme­yin... Onlardan bir şey istediğiniz zaman perde (hicab) arkasından isteyin..." Peygamber hanımların (hicab) arkasından isteyin..."

Peygamber hanımları, hicab arkasına geçti; oturanlar dağıldı."[513]

Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir: "Hendek günü Sa'd yaralandı. Kurey-zaoğullanm Rasutullah'ın (s.a.v.) huzuruna getirip haklarında hüküm ver­mesini istedi. Allah Rasulü, onların muhakemesini Sa'd'a bıraktı. O da dedi-ki: "Onlar*hakkındaki hükmüm şudur: Onlardan savaşanlar öldürülecek, ka-dınman ve çocukları esir muamelesi görecek, mallan bölüşülecek..." Sonra Sa'd dedi ki: 'Ey Allah'ım, Rasulü'nü yalanlayıp onu yurdundan çıkaran bu kavme karşı savaşmakta benden daha istekli bir kimse olmadığını biliyor­sun. Allah'ım, öyle zannediyorum ki onlarla bizim aramıza bir savaş koy­dun. Eğer onlarla bir savaş vuku bulacaksa beni de o zamana kadar yaşat ki senin yolunda onlarla çarpışayım..."[514]

- Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir: "(Uzun ifk hadisinde:) Safvan b. Mu'attal es-Sülemi ez-Zekvani ordunun ardından geliyordu. Akşam hava kararmaya başlayınca yola çıkmış (olmalı ki) bulunduğum yere geldiğinde uyuyan bir insan karaltısı görüp yanıma yaklaştı. Beni görünce hemen tanı­dı. Beni Hicab emrinden önce gördüğü için hemen tanımıştı..."[515]

İlk hadis: "Aişe'nin yüzünün açık olduğuna işaret etmektedir. Böylece Enes, Uhud gazvesinde Ümmü Süleym ile Aişe'yi tanıyabilmişti."

İkinci hadis; "Zeyneb b. Cahş'ın yüzünün açık olduğuna işaret etmekte­dir. Bu yüzden hayasından dolayı yüzünü duvara dönüp oturmuştu. Özellik­le gelin, zifaf günü en güzel görünümünde olur."

Üçüncü hadis: "Buhari'nin bu rivayetinden Aişe'nin yüzünün açık oldu­ğu açıkça anlaşılamıyorsa da Sahiheyn dışındaki sünnet nasslan arasında zikredeceğimiz bir rivayette yüzünün açık olduğuna dair işaretler mevcut­tur. Mesela, Ömer kendisine tanımayarak bu zor günde dışarı çıkmasının yanlış olduğunu söylemiştir."

Dördüncü hadis: "Rivayetler arasında en sahih ve Aişe'nin Hicab em­rinden önce yüzünü Örtmediğinin en açık delilidir. Safvan onun açık olan yü­zünü örtmüş ve tanımıştır."

Sahihayn (Buhari ve Müslim) dışındaki Sünnet nasslan:

Alkame b. Vakkas'tan rivayet edilmiştir: "Aişe bana anlattı: Hendek günü dışarı çıkıp insanların peşine takıldım. Derken, yer sarsılıyormuşcası-na şiddetli bir gürültü işittim. Dönüp baktım bir de ne göreyim; Sa'd b. Mu'az ile yeğeni Haris b. Evs bir kalkan taşıyorlar. Yere oturdum, Said üzerinde demir bir zırh olduğu halde geçti. Zırhın uçları dışarı çıkmıştı. Sa'd'in zırhı­nın uçları beni korkutuyordu. Recez bahrinde bir şiir söyleyerek geçti gitti. Şöyle diyordu:

Deve gibi güçlü adamlar ne de az harp görürler, Ecel gelince ölüm ne de güzel oluyor.

Hemen kalktım ve bir bahçeye daldım. Bir müslüman nefer gördüm. Derken Ömer b. Hattab'ın da aralarında olduğu bir gurup gördüm. Araların­da boydan bir zırh giyinmiş bir adam vardı... Ömer dedi ki: Derdin ne senin? Vallahi çok cüretkar bir kadınsın. Başına bir bela gelmeyeceğindan yada kaçırılmayacağından nasıl emin olabiliyorsun? Beni öyle kınadı, öyle kınadı ki o an yer yanlsa da içine girsem istedim.."[516]

Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) ile beraber aynı kaptan yemek yiyorduk.[517] O arada Ömer geldi. Rasulullah onu da buyur etti, o da oturdu, yemeye başladı. (Bir ara) parmağı parmağıma çarptı ve ah, dedi. ^ Ve ekledi:) Sizin hakkınızda itaatkâr olsaydı sizi göz bile görmezdi. Bunun üzerine hicab âyeti indi.[518]

Nasslarm delaleti:

"İkat" başlığı altında verdiğimiz şiir metinlerinden, nikabın İslam önce­si Arap toplumunda kadınların bildiği ve yer yer kullandığı bir giyim kuşam unsuru olduğunu anladık. Eğer nikap (peçe) iffet, korunma ve haya açısın­dan gerekli temel bir unsur olsaydı, mü'minlerin anneleri elbette onu kulla­nırlardı. Zira onlar iffetin, korunmanın (takvanın) ve hayanın zirvesinde idi­ler. Senetçe en sağlam, ibarece en açık bir rivayette mü'minlerîn annelerin­den birinin hicab emrinden önce yüzünü Örtmediğini gördük. Biraz sonra göreceğimiz gibi saygıdeğer diğer sahabi hanımlarının bir çoğu da yüzünü örtmüyordu.

O halde şu iki tesbiti yapabiliriz: Birincisi; Nikap sadece bir giyim tarzı olup Arap kadınları da bunu biliyor ve kullanıyordu. Kaldı ki nikabın Örtme özelliği yanında kendine has bir süs özelliği de vardır.[519] İkincisi; yüzün nikabla örtmek Medine İslam toplumunda yaygın olan bir şey değildi. Peçe kullananlar olduysa da nadirdir. Nitekim mü'minlerin anelen ve değerli sa­habi hanımlarının çoğunluğu yüzünü örtmemiştir.

Hicab emrinden sonra mü'minlerin annelerinin yüzlerini örtmeleri ge­rektiğini ifade eden nasslar:

Buhari ve Müslim'in kaydettiği rivayetler:

Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir: "Şevde, hicab emri geldikten sonra bir ihtiyaç için dışarı çıkmıştı. İri yapılı (bir başka rivayette[520] uzun boylu idi, bir başka rivayette ise[521] kadınların en uzunu idi) bir kadın idi. Onu bilen görünce hemen tanırdı. Ömer b. Hattab onu gördü ve dedi ki: Ey Şevde, yemin ol­sun ki sen kendini bizden gizleyemiyorsun, nasıl çıktığına bak (biraz daha dikkat et)."[522]

- Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir (uzun ifk hadisinde): "Hicab âyeti in­dikten sonra idi, Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte çıkmıştık... Safvan b. Muattal "ordunun ardından geliyordu. Kaldığım yere ulaşınca, uyuyan bir insan ka­raltısı görmüş... Beni tanımış ve istirca [523]okumaya başlamıştı. Sesinden u-yandim ve hemen cilbabimla yüzümü örttüm."[524]

Yukarıda Aişe'nin (r.a.) "beni görünce tanıdı, hicab âyetinden önce idi" sözünün ardından, Hicab emrinden önce ümmehat-i mü'mininin yüzlerinin açık olduğu konusunda en sahih rivayetin ve an açık ibarenin bu olduğunu söylemiştik. Şimdi, biraz önce aktardığımız rivayette yer alan "istirca oku­maya başlayınca sesinden uyandım ve cilbabımla yüzümü örttüm" sözü üze­rine de şu şerhi koyuyoruz: Hicab emrinden sonra ümmehat-ı mü'mininin yüzlerini örtmek zorunda oldukları konusunda en sahih rivayet ve en açık ibare budur.

Enes'ten (r.a.) rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) Hayber ile Medine arasında üç gün konakladı. Safîyye b. Huyey ile evlendi. Hareket edince onu arkasına aldı. Bir de hicab gerdi."[525]

Ata'dan: "Rasulullah'ın (s.a.v.) hanımları geceleyin gizlenerek çıkar ve tavaf ederlerdi... (Yani, ihramlı değillerse nisapla, ihramlı iseler cilbablan-nın bir tarafım sarkıtarak yüzlerini örtüyorlardı."[526]

Sahihayn dışındaki kaynaklarda yer alan rivayetler:

Hayber gazvesi kıssasını ve Safîyye'yi kendisine seçişini anlatırken E-nes şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) Hayber'den çıktı... Devesi yanma ge­tirildiğinde Rasulullah (s.a.v.), Safîyye'nin dizine basıp deveye binmesi için ayağını uzattı. Safîyye ayağıyla basmak istemeyip dizini koyarak deveye bindi. Rasulullah onan üstünü örderek arkasında götürdü. Ridasını sırtını da yözünü de kapatacak şekilde örttü, sonra ayaklarının altından bağladı. Ona aynen hanımları gibi muamele etti.[527]

Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir: "Rasulullah'la beraber ihrama girmiş­tik. Atlılar gelip geçiyordu. Aynı hizaya geldiğimizde cilbabımızla yüzümü­zü örtüyor, geçince açıyorduk."[528]

Abdurrahman b. Avf in oğlu İbrahim'den rivayet edilmiştir:

Ömer b. Hattab son haccında Rasulullah'ın hanımlarının da haccetme­sine izin verdi. Yanlarında Osman b. Afvan ile Abdurrahman b. Avf ı gön­derdi. Osman şöyle nida ediyordu: Dikkat edin, kimse onlara yaklaşmasın, kimse onlara bakmasın. Peygamber, hanımları develerinin üzerinde, hev-declerin içinde idi. Şi'b denilen dağ eteğine geldiklerinde Osman ile Abdur­rahman orayı tuttular ve hanımlar dönene kadar kimseyi sokmadılar."[529]

Safiyye b. Şeybe'den rivayet edilmiştir: "Aişe'nin Kabe'yi peçeli olarak tavaf ettiğini gördüm."[530]

Mü'minlerin anneleri yüzlerini örtmeye hicab âyeti indikten sonra baş­ladıklarına göre, bu hususun Hicab emriyle ilgili olduğu aşikârdır. Sair mü'min kadınları bu konuda onlarla aynı statüde değildir. (Bkz. Dördüncü babın ikinci bölümü, hicabın Peygamber hanımlarına mahsus oluşu.)

İkinci delil:

Mü'min hanımların yüzlerini açtıklarına dair rivayet edilen metinler­den çıkarılan delil:

(Hicab emrinden önce ve soma)

Rasulullah (s.a.v.) zamanında mü'mın hanımların yüzlerini açık tuttu­ğuna dair burada aktaracağımız olaylar, yüzü açmanın sadece caiz olduğunu değil, aksine normal ve yaygın olanın bu olduğuna delalet etmektedir. Zira, yaygın olan yüzü örtmek ve yüzü açmak nadir olsaydı, raviler bu hususta mutlaka işaret ederlerdi. "Yüzü açık bir kadın geldi" vb. ifadeler kullanırlar­dı. Halbuki bunun tersine rivayetler mevcuttur. Mesela; "Kadın Rasulullah'a dedi ki: Kendimi sana bağışlamaya geldim. Ve yüzünü açtı, göz baktı ve (gönül) onayladı" mealindeki bir rivayet. Doğrusu normal ve yaygın olana aykırı bir nadir durum olayı izleyenin dikkatini çeker ve (anlatırken de) bu noktaya işaret etme ihtiyacı hissettirir.

Biz, hadis kitaplarında, yüzü açık iken herhangi bir sebeple sonradan yüzünü Örten herhangi bir kadından bahseden tekbir sahih rivayete bile rast­lamadık. Bir tek Aişe (r.a.) var. Bu da sadece mü'minlerin annelerine has olan hicab emri geldikten sonra olmuştur. Keza, yüzü örtülüyken bahseden tek bir sahih rivayete de rastlamış değiliz. Yine, bir adamın bir kadını görüp de yüzü kapalı olduğu için tanıyamadığına dair tek bir sahih habere de rastla­madık

İşin bir de şurası var: Yüzü açık tutma sünneti, sadece Muhammed aley-hisselamın bir sünneti olmayıp, aynı zamanda Önceki peygamberlerin de sünnetidir

Ebu Hureyre'den Rasulullah'ıri (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edil­miştir: "İbrahim aleyhisselatü vesselam üç yer dışında asla yalan söyleme­miştir. Bunlardan birincisi (bayrama gitmemek için) "ben hastayım" deme­si. İkincisi "bilakis bunu işte şu büyükleri yapmıştır" demesidir. Üçüncüsü de, "Bir gün Sare ile beraber dururlarken bir zorba onları görmüştü de gidip reislerine; bir adamla, dünya güzeli bir kadın olduğunu söylemişti. Reis adam gönderip o kadının neyi olduğunu sordurunca, 'kardeşim' demişti..."[531]

Bu hadis, atamız İbrahim'in (a.s.) hanımı Sare'nin güzelliğine, hatta gü­zelliğinin fitne konusu olmasına rağmen yüzünün açık olduğunu ifade et­mektedir.[532]

Şimdi değerli sahabi hanımları dahil -tüm mü'min kadınların hicab â-yeti inmeden önce yüzlerini açtıklarına dair rivayetlerden bir gurup aktara­cağız. Şunu da hatırlatmak gerekir ki, yüzü açmanın meşru olduğuna dair delillerin bütün mü'min kadınlar için sözkonusu olduğunu biliyoruz. Bu ku­ral aynen devam etmektedir. Hicab âyeti bu hükmü neshetmiş değildir. Zira hicab, sadece ümmehat-ı mü'minine emredilmiş olup bu emir geldikten son­ra da mü'min hanımlar yüzlerini açmaya devam etmişlerdir. Tamamı hicab-tan sonra vukubulmuş olayları birazdan aktaracağız ve bu hükmün delilini açıkça göreceğiz.

Şunu da belirtmekte yarar var: Yüzün açık oluşuna delalet eden nassla-nn tamamı kat'i değildir. Ancak bunları kesinlik arzeden delillerle beraber değerlendirdiğimizde, Allah'ın bir emrinin tarih boyunca nasıl anlaşılıp uy­gulandığına bir delil teşkil edecektir.

Değerli sahabi hanımları yüzlerini açıyordu: (Ümmehat-ı mü'minin hicabla emrolunmadan önce)

Ebu Hazim'den rivayet edilmiştir: "Sehl b. Sa'd'a Rasulullah'ın (s.a.v.) nasıl yaralandığının sorulduğunu ve şöyle cevapladığını işitmiş; Vallahi ben Allah Rasulü'nün yarasını kimin yıkadığını, kimin su döktüğünü ve neyle pansuman yapıldığını çok iyi biliyorum. Kızı Fatıma yıkıyor, Ali b. Ebi Talib kalkanla su döküyor Faüma suyun kan kaybını artırmaktan başka bir şeye yaramadığını görünce, bir hasır parçası alıp yakarak külünü yaraya ba-sıverdi ve kan durdu. O gün Rasulullah'ın (s.a.v.) (ön dişinin yanındaki) bir dişi kırılmış, yüzü yaralanmış ve başında ki miğferi kırılmıştı.[533]

Ebu Bekir'in kızı Esma'dan (r.a.) rivayet edilmiştir: "... Rasulullah'la (s.a.v.) karşılaştım. Yanında ensardan bir gurup vardı. Beni çağjrdı arkasına beni almak için devesini ıhtırdı. Erkeklerle beraber gitmekten utandım. Q a-ra Zübeyr'i ve onun gayretini hatırladım. İnsanların en gayretlisi (kıskancı) idi. Rasulullah (s.a.v.) utandığımı anladı ve yoluna devam etti."[534]

Avn b. Ebi Cahuyfe babasından rivayet etmiştir: Allah Rasulü (s.a.v.) Selman ile Ebu'd-Derda'yı kardeş yapmıştı. Birinde Selman, Ebu'd-Derda'yı ziyarete gittiğinde annesini perişan bir kılıkta gördü. 'Nedir bu halin?1 diye sordu. Dedi ki: Kardeşin Ebu'd-Derda'nın dünyalıkta hiç gözü yok."[535]

Salebe b. Malik'ten rivayet edilmiştir: "Ömer b. Hattab Medine hanım­ları arasında cilbablık kumaşları bölüştürdü. En son iyi bir cübablık kaldı. Yanındakilerden bazıları; ey mü'minlerin emiri, bunu da Rasulullah'ın kızı­na ver,.dediler. Yanı başında duran Ali'nin kızı Ümmü GülsümUkastediyor-lardr, Ömer, Umma Süteyf bana daha îayıfc, dedi. Ümmü Suleyt Rasululfah*a (s.a.v.) beyatetmiş olan Ensar hanımlarından idi. (Ömer (r.a.) ekledi) O, Uhu& günü ağır su kırbalara taşıyıp durmuştu.[536]

Cabir b*. Abdullah'tan rivayet edilmiştir: "Allah Rasulü (s.a.v.) Ümmir Saib'in (ya da Ümmü Müseyyeb) yanına gitmişti. Onu görünce dedi ki: "Ey Ümmü Saib (veya Müseyyeb), ne oldu sana, neden titriyorsun böyle?' 'Allah kahretsin, hummadan', dedi. Buyurdu ki: 'Hummaya lanet etme, zira humma demircrköniğünim demirin kirim pasını ayridarftğf gibi- inşam it günahlarım ayıklar.[537]

Abdurrahman b. Avf m oğlu İbrahim'den rivayet edilmiştir: "Medi­ne'ye geldiklerinde Rasulullah (s.a.v.) Abdurrahman b. Avf ile Sa'd b. Rebi'i kardeş ilan etti. Sa'd dedi ki: 'Ben Ensar'ın en zenginiyim. Malımı ikiye böleceğim. İki de kanm var, bak, beğendiğini söyle boşayayım. İddeti bitin­ce evlenirsin.' Abdurrahman dedi ki: 'Malının ve ailenin hayrını, bereketini gör."[538]

Sahihayn dışında yer alan olaylar:

(Ümmehat-ı mü'mininden hicab emredilmeden önce)

Haris b. Haris el-Gamidi'den rivayet edilmiştir: "Babama sordum; nedir bu kalabalık diye. Dedi ki: 'Bu topluluk dinlerinden dönen bir adam için toplanmıştır. İndik baktık ki, Rasulullah (s.a.v.) insanları tek Allah'a i-nanmaya (tevhide) davet ediyor, kalabalık ise onu protesto ve eziyet ediyor. Öğleye doğru kalabalık dağılmaya başladı. Derken elinde ibrik ve peşkir göğsü (bağrı) açık bir kadın geldi. Onları aldı, biraz su içti ve abdest aldı. Sonra başını kaldırarak dedi ki: Yavrucuğum, bağrını kapat ve baban hak­kında da endişelenme. Kim bu kız dedik, kızı Zeyneb olduğunu söyledi­ler."[539]

Ebu Sa'lebe el-Haşeni'den: "Rasulullah (s.a.v.) bir seferden dönünce önce mescide gider, orada iki rek'at namaz kıldıktan sonra Fatıma'ya uğra­yıp selam verir ve hanımlarının yanına gelirdi. Yine bir seferden dönmüştü. Mescide gidip iki rekat namaz kıldı. Sonra Fatıma'ya geldi, onu kapıda bul­du. (Babasının boynuna sarılıp) ağzını gözünü öpmeye ve ağlamaya başla-di..."[540]

Dikkat edilirse, babasını öptüğünde, ağladığı görüldüğüne göre yüzü­nün açık olduğu anlaşılacaktır.

Abdullah b. Ömer'den: "Rasulullah'm (s.a.v.) avlusunda oturuyorduk. Bİr kadın geçti. Biri dedi ki; bu Muhammed'in kızıdır. Bir başkası da şöyle dedi: Muhammed'in Haşimoğullan içerisindeki yeri reyhanın...[541]

İbn Abbas'tan: "Ümmü Fadl b.Haris anlattı: Hicr'in[542] önünden geçiyor­dum. Rasulullah da (s.a.v.) oradaymış. Ey Ümmü Fadl, dedi. 'Buyur Ya Ra-sulallah' dedim. Buyurdu ki, bir oğlun olacak..."[543]

Peygamber'in hanımı Aişe'den (r.a.) rivayet edilmiştir: Birinde Huvey-le b. Hakim yanıma gelmişti. Osman b. Maz'un'un karısıydı. Rasulullah (s.a.v.) onun perişan halini görüp bana ey Aişe, Huveyle neden bu kadar pe­rişan haldedir diye sordu. Dedim ki, ey Allah'ın Rasulü, o, kocası olmayan bir kadındır... Bir başka rivayette şöyle demiştir: Osman b. Maz'un'un hanı­mıydı. Kına yakar, güzel kokular sürünür, süslenirdi. Ama şimdi onu (Os­man'ı) terk etti. Yanıma gelince kocalı mı yoksa kocasız mı (evli mi yoksa dul mu) olduğunu sordum. Dedi ki; dul gibi evli. Neden, dedim. Osman'ın ne dünyayı ne de kadınları istemediğini söyledi."[544]

Ebu Ahmed b. Cahş'tan: "Uhud günü Hamme b. Cahş'm susayanlara su dağıttığını ve yaralıları tedavi ettiğini gözlerimle gördüm."[545]

Amra b. Abdurrahman'dan: "Habibe b. Sehl el-Ensari Sabit b. Kays b. Şemmas'ın hanımıydı. Rasulullah (s.a.v.) sabahın alacakaranlığında dışarı çıkınca kapısında bir karaltı gördü. Kim o? dedi. Ben Sehl kızı Habibe, ey Allah'ın Rasulü dedi. 'Mesele nedir?' diye sordu. Dedi ki, ne ben, ne de Sabit b.Kays..."[546]

Bu olayda Rasulullah'm (s.a.v.) kim o, diye sorduğunu görüyoruz. Çün­kü karanlıkta yüzünü seçememiştir. Hafız İbn Hacer şöyle der: Abdurrez-zak'ın aktardığı bir rivayette Habibe şöyle demiştir: Ya Rasulallah, ben (nis-beten) güzel bir kadınım, Sabit ise kısa boylu ve çirkin bir adam, ne dersi­niz?"[547]

isimlen verilmeyen iki mü'min hanıma ait iki olay:

İbn Abbas'tan: Rasulullah'm (s.a.v.) arkasında namaz kılan çokgüzel bir kadın vardı. Cemaatten bazıları onu görmemek için Ön saflara giderdi. Bazıları da ağırdan alarak son safa dururdu. Rükua varınca koltuğunun altın­dan arkaya bakardı. Bu olay üzerine şu âyet nazil oldu. "Andolsun sizden önce geçenleri de bildik, sonra gelenleri de bildik."(Hicr, 15/24).[548]

Fadl b. Abbas'tan: "... Sonra Aişe'nin evine geldi ve kadınlara da erkek lere söylediklerini söyledi. Sonra şöyle dedi: Bir sıkıntısı olan varsa bize söylesin, onun içindua edelim. Birkadın dilini, -işaret ederek- gösterdi ve o-nun için dua etti."[549]

Sanırız bu olaydaki kadının yüzü açık idi. Zira ağzını göstermiştir. O dü yüzün birparçasıdır.

Gerek Sahihayn'dan gerekse bu ikisi dışındaki kaynaklardan aktardığı­mız ve hicab emrinden önce değerli sahabi hanımlarının durumlarıyla ilgili olaylardan sonra şu tesbitimizi yineliyoruz:

Peçe, gerek İslam'dan önce, gerekse İslam'dan sonra Arap toplumunda bilinen ve bazı kadınların da kullandığı bir giyim-kuşam tarzı idi. Şayet pe­çe, iffet, haya ve korunma için gerekli temel bir unsur olsaydı öncelikle değerli sahabi hanımlarının peçe kullanması gerekirdi. Zira onlar, iffet, haya ve korunmaya çok daha lâyık insanlardı.

Değerli sahabi hanımları yüzlerini açıyordu:

Hicab emrindert önce

Buhari ile Müslim'in sahih'Ierinde yer alan olaylar:

Müslim el-Kurri'den; "îbn Abbas'tan (r.a.) temettü haccım sordum, caiz olduğunu söyledi. İbn Zübeyr caiz,olmadığı görüşünde oysa annesi (Ebu Bekir kızı Esma) Rasulullah'ın buna ruhsat verdiğini anlattı. İsterseniz gidin sorun, dedi. Gidip sorduk, -iri gövdeli âmâ bir kadın idi- Rasulullah temettü haccına (Temettü haccı: Mekke dışından gelenlerin hac mevsiminde hacc ile umreyi -kısa bir arayla- bir arada cemetmeleridir) izin vermiştir, dedi."[550]

Burada, Esma'nın anlatılan olayda evde oturan yaşlı bir kadın olduğu­na, cilbabının (veya başörtüsünün) bir ucuyla yüzünü örtmemesinde bir gü­nah s&zfeeassıt ofnmymsmm söv te yenler çifcatefîr. Biz efe şöyfe kaFşiftJt ve-ririz: Allaft teala, "evlenme-arzusufcalmamişihtryarkadinlannkasdensüs göstermeye çalışmadan dış örtülerini bırakmalarında kendilerine bir günah olmadığını beyan ettiği âyet-i kerimeyi "Ama sakınmaları, kendileri için da­ha hayırlıdır" diyerek bitirmektedir. İffetli olmak ve sakınmak hususunda E-bu Bekir'in kızı Esma'dan daha üstün olan kimdir? Hayn ondan çok kim iste­yecek? Tabi bu, yüzü örtmenin farz olduğunu doğru kabul edecek olursak böyle.

lah'ı (s.a.v.) gördüm. Takılarınızdan da olsa tasadduk ediniz' diyordu. Zey-neb, Abdullah'a ve kendisine bakmakla yükümlü olduğu yetimlere tasad-[551]

 

 

Kadının Yüzünü Açmasına İşaret Eden Karineler

 

İkaz: ÜBAH DELİL getirmenin zorluğu:

Haram ve helal bellidir. Bunları belirleyen nasslar da net çizgilerle belirlenmiştir. Ancak mubahın sının belli değildir. Bu pek mümkün de gö­rünmemektedir. Bu yüzden fukaha "Şari'in bir yasağı sabit olmadıkça eşya­da aslolan ibahe (mübahlık)dir" prensibinde ittifak etmiştir.

Gerçekten, Şari'den mubaha ilişkin çok az nass gelmiştir.

1. Helalin bütün temiz şeyleri kapsadığını gösteren âyetler:

a) "Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: Size temiz ve iyi şeyler helal kılındı." (Maide, 5/4)

b) "O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötü­lükten men eder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar. "(A'raf, 7/157).

c) "Kendilerine Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir." (Maide, 5/5)

d) "Size (haram oldukları) okunacak olanların dışında kalan hayvan­lar sizin için helal kılındı." (Maide, 5/1)

e) "Hem kendinize, hem de yolculara bir geçimlik olmak üzere deniz avı ve onu yemek, size helal kılındı..." (Maide, 5/96)

2. Bazı konulardaki karışıklığı gideren âyetler:

"Faiz yiyenler, ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların "Alış veriş de faiz gibidir" demelerinden ötürüdür. Oysa Allah, alış verişi helal, faizi haram kılmıştır." ( Bakara, 1/275)

3. Daha önce yasaklanan bir hükmü nesheclen âyetler:

"Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı."(Bakara, 2/187)

Rasulullah'a (s.a.v.) ihramlının neler giyebileceği sorulduğunda, neler giymenin helal olacağını değil, neler giymenin mahzurlu olduğunu açıkla­mıştır. Çünkü helalin sınırı çok geniş olduğu halde haramın sınırı dar ve bellidir.

Abdullah b. Ömer'den (r.a.): "Bir adam Rasulullah'a (s.a.v.) ihramlının neler giyebileceğini sordu. Buyurdu-ki: 'Gömlek, sarık, pantolon, kapşonlu elbise (veya şapka) ve ayakkabı giyemez. Ancak nalini yoksa ayakkabısının boğaz kısmını keserek giyebilir. Zaferan ve vers (güzel koku) değmiş elbise

giymeyin."1[552]

Peygamber hanımlarına hicabı emreden âyetin nasıl sarih geldiğine dikkat edelim: "Onlardan bir şey istediğiniz zaman hicab (perde) arkasından isteyin." Oysa hicab emrinden önceki mubahla ilgili sarih bir nass gelmiş de­ğildi. Her ne kadar hicab emrinden önce Peygamber hanımlarının da yüzleri­nin aç-k olduğuna dair sünnet nassı mevcutsa da bu özel bir sebebe mebni gelmiştir. Bunu, mü'minlerin annelerin den birinin -hicab emrinden sonra-vüzü görüldüğünde nasıl tanındığından anlıyoruz:

Aişe'den (r.a.) (bu hadis Önceki bölümde ele alınmıştı): "Safvan b. Mu'attal ordunun ardından geliyordu. Akşam karaltı görünce yanıma gelmiş ve beni tanımış. Hicab emrinden önce beni görürdü. O ara "inna lillah" ayetini seslice okumaya başlayınca uyandım. Hemen cilbabımın bir ucuyla yüzümü örttüm."[553]

Bazı kadınların -gerek İslamdan önce gerekse sonra- kullanmış olduğu peçenin mübahlığını gösteren açık bir nass yoktur. Ancak, veda haccında Rasulullah'ın ihramla ilgili açıklamalarından, ihrama giren kadının peçe giymesinin mahzurlu olduğu öğrenilmiş oldu. Bu yasak aynı zamanda peçe­nin ihram dışında caiz olduğuna da delalet eder.

Aynı şekilde yüzün açık oluşunun meşruluğu konusunda da sarih bir nass mevcut değildir. Ancak, şeriatın sınırlarını çiğneyen bir davranış vu-kubulduğunda nass gelerek haramın sınırını belirtmiştir. Bu sınır belirleme işlemi, dolaylı olarak mubahın da belirlenmesi anlamına gelmektedir:

Aişe'den (r.a.): "Ebu Bekir kızı Esma, üzerinde ince bir elbise olduğu halde Rasulullah'ın yanma geldi. Rasulullah (s.a.v.) yüzünü döndürerek buyurdu ki: Ey Esma, kadın hayız çağına ulaştı mı şurası hariç hiçbir yerinin görünmesi doğru olmaz ve elleriyle yüzünü gösterdi."[554]

Fukahanın yüzü açmanın meşruiyetiyle ilgili açıklamaları da başka bir fiilin -farz, haram, mendup, mekruh vb.- hükmünü izah ederken serdedil-miştir. Mesela, namazda kadının avretini örtmesi konusu ele alınırken, kadı­nın elleri ve yüzü hariç tüm bedeninin avret olduğu belirtilmiştir.[555] Nişan­lanmak istediği kıza bakıp bakamayacağı tartışılırken bunun caiz olduğu, çünkü yüzün avret olmadığı belirti)miştir.[556] Yas tutan kadın için mahzurlu olan şeylerden bahsedilirken, peçe takmanın da yas tutan kadın için mahzur­lu olduğu belirtilmiştir.[557] Buradan diğer kadınların peçe kullanmasının mu­bah olduğu anlaşılmaktadır. Namazın mekruhları anlatılırken kadının na­mazda peçe takması da zikredilmiştir.[558] Buradan Kadının yüzünü açmasının meşruiyetinde fukahanın ittifakı ittifakı mubah olduğu anlaşılmaktadır.

Yüzü açmanın meşruluğuna delil getirmenin zorluğundan söz açınca, İbn Teymiyye'nin, cariyelerin hür kadınlardan farklı olarak başlarını açma­sının mubah olduğu konusundaki mütalaasını belirtirken yapmış olduğu gü­zel tesbiti hatırladık. Şöyle demiştir: "Ne kitapta, ne de sünnette cariyelerin başlarını ve zinetlerini göstermeleri gerektiği hususunda açık bir nass yok­tur. Ancak Kur'an-ı Kerim onlara, hür kadınlara emrettiğini emretmem iştir. Sünnet ise cariyelerle hürlerin arasını fiilen ayırmıştır. Bunu genel bir lafızla yapmamıştır. Aksine uygulamada hürler örtünmüş, cariyeler Örtünmemiş-tir."[559] Biz de bu görüşe katılıyor ve diyoruz ki: Ne kitapta ne de sünnette hür kadınların ellerini ve yüzlerini zinetleriyle birlikte örtmelerini yasaklayan açık bir nass yoktur. (Kadın hayız çağına ulaştığında -ellerini ve yüzünü gös­tererek- burası hariç hiçbir yerini göstermesi doğru olmaz" mealindeki mür-sel bir hadis müstesna).[560]Ancak Kur'an, mü'minlerin annelerine emrettiğini

"Onlarda» (Peygamber hanımlarından) bir şey İstediğiniz zaman hicab (perde) arkasından isteyin." (Ahzab, 33/59)

mü'minlerin hanımlarına emretmemiştir. Sünnet ise -hicab farzından sonra-mü'minlerin anneleriyle hanımlarının arasını uygulamada (fiilen) ayırmış­tır. Mü'minlerin annelerinin hicab emrini nasıl uyguladığı hakkındaki bir ri­vayeti hatırlayalım: "Safvan b. Mu'attal ordunun ardından geliyordu. Akşam hava kararmaya başladığında bulunduğum yere ulaşmıştı. Uyuyan bir insan silueti görünce yanıma gelmiş ve beni tanıyınca 'inna lülah' âyetini seslice okumaya başlamış. Bu sese uyandım ve hemen cilbabımın bir ucuyla yüzümü örttüm."[561]

Mü'min hanımların uygulamasına dair Cabir'den şöyle bir haber akta­rılmıştır: Rasulullah (s.a.v.) bir kadın görmüş ve bir deri parçasını ovmakla meşgul hanımı Zeyneb'in yanına gelerek ihtiyacını gidermişti. Sonra ashabı­nın yanma çıkmış ve: "Biriniz bir kadın görüp (de tahrik olursa) ailesine gitsin. Canının çektiğini onda bulacaktır." Bir başka rivayette Cabir şöyle der: Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini işittim: "Sizden biri bir kadını görüp de beğenecek ve canı çekecek olursa gidip hanımıyla birleşsin. Onda canının çektiğini bulacak (ve rahatlayacaktır."[562]

Sübey'a b. Haris'ten: Sa'd b. Havle'nin hanımıydı... Veda haccında ko­cası öldüğünde doğumuna çok az bir zaman kalmıştı. Nifastan temizlenince nişanlanmak (istediğini belirtmek) maksadıyla süslendi. (Ahmed'in rivaye­tinde[563] Sürme sürdü, hazırlandı). Ebu's-Senabil yanına gelince 'bakıyorum da nişan için süslenmişsin?1 dedi.[564]

Ibn Abbas, Ata'ya dedi ki: Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi?.. Bu siyah kadın Rasulullah'a (s.a.v.) gelerek sar'alı olduğunu, tam örtünmediğini söyleyerek kendisi için dua etmesini istemişti. Rasulullah'ın (s.a.v.) 'Diler­sen sabret, cennete gir, dilersen Allah'a dua edeyim de şifaya kavuş1 deyince o halde sabredeyim demişti. (Buhari'nin İbn Cureyc'den aktardığı bir başka rivayette; Ata bana Kabe'nin örtüsüne yapışmış uzun boylu siyah kadını, Ümmü Züfer'i anlattı' denmektedir).[565]

Görüldüğü şekilde sünnette Peygamber'in hanımları ile sair mü'min hanımlar arasında hüküm farkı gözeten genel bir lafız mevcut değildir. Ancak müslüman toplumun adate Peygamber hanımlarına hicabı öngörülen ve dı­şarı çıkmaya mecbur kalınca yüzlerini örtmeyi emrederken, mü'min hanım­ların da yüzü açık dolaşmalarının mubah olduğunu ikrar etmiş olmaktadır.

Son olarak, mubahla amel eden tekellüfsüz amel eder, mubahı terkeden de tekellüfsüz terkeder. Ne amel ettiği için, ne de terkettiği için sorguya çe­kilmez. İnsanlar mubahı sözkonusu etmezler. Mubah ne tavsiye edilir, ne de ondan sakındırılır. Kimse mubahın lafını etmez. Rasulullah (s.a.v.) ne güzel buyurmuş: "Helal, Allah'ın kitabında helal kıldığıdır, haram da Allah'ın kita­bında haram kıldığıdır. Değinilmeyen şeylerden muaf tutulmuştur."[566]

Mubaha delil getirmenin zorluğuna dair bu uzun hatırlatmadan sonra, İslam şeriatında yüzü açmanın meşru olduğuna işaret eden karineleri sırala­yalım:

1. Yüzü örtmenin gerekliliğine dair ne sarih bir Kuran âyeti ne da açık bir sünnet nassı mevcuttur:

Kadının yüzünü açması hususu sükût geçilmiş, mubah sayılmıştır. Çünkü ne Kur'an'da ne de sünnette yüzü örtmeyi gerektirecek bir nass yer al­mamıştır. Oysa, dikkat edilirse Kur'an'da yer alan emirlerin (farzların), sün­nette de yer aldığı ve ayrıntıları açıklanarak uygulamasının yapıldığı; o emri yerine getirmenin teşvik edilip aykırı veya ihmalkâr davranmanın verildiği görülecektir; Peki, yüzü örtmeyi gerekli kılacak kesin bir Kur'an nassı ya da açık bir sünnet nassı varid olmuş mudur?

Bedihidir ki, Kur'an'da yer alan bir emir uygulanmakta ve yaygın olarak bilinmekte olan bir husus olunca, sünnetin bu emri açıklayıcı beyanlarına fazlaca ihtiyaç duyulmamaktadır. Ancak, emir, yaygın olarak uygulanmak­ta olan bir hususa aykırı şekilde gelecek olursa sünnetin buna açıklık getir­mesine daha çok ihtiyaç duyulur. Bu ihtiyaç bir taraftan konunun önemiyle, diğer taraftan da alışılmışa aykırılığıyla doğru orantılı olarak artış kaydeder. Sanırız yüzün örtülmesi önemli bir olaydır. Çünkü bütün insanları ilgilen­dirdiği gibi mü'min hanımlarını da bağlayıcıdır. Giyim-kuşamla ilgili emir­ler gelmeden önce kadın yüzünü genellikle örter miydi, yoksa açar mıydı? Eğer genel uygulama yüzü örtmek idiyse ve emir de bu doğrultuda geldiyse bu durumda sünnetin izahatına fazlaca ihtiyaç duyulmaz.

Ancak, yaygın olan uygulama yüzü açma olur da emir yüzü örtme yö­nünde gelecek olursa sünettin açıklamasına şiddetle ihtiyaç duyulur. Biz, gerek Mekke'de, gerekse Medine'de kadınların çoğunlukla yüzlerinin açık olduğunu biliyoruz, mü'minlerin annesi Aişe (r.a.) "hicab emrinden önce be­ni görürdü" diyor. Şayet kıhk-kıyafetle ilgili âyetler yüzü örtmeyi emredip açmayı yasaklasaydı, elbette sünnette bu konuda yeterli açıklamalar, teşvik­ler ve sakındirmalar yer alırdı. Ancak sünnette böyle birşeye rastlayamadı-ğımız gibi yüzü örtmeyj işareten de olsa emreden hiçbir nassa rastlamıyoruz.

Usul ilminde, İmamu'l-Harameyn'in dilinde ifadesini bulan bir kaide vardır: "-Kafi bir nassla- haram olduğu sabit olmayan bir şey helal hükmün­dedir. Sebebi de sağlam bir delil olmadıkça mükellef aleyhine hüküm verile­mez. Haram kılan sağlam bir delil yoksa hüküm helal demektir.[567] Kesin de­lil gerektiren konularda, çeşitli manalara gelmesi muhtemel nasslara yapış­mak kamil ilim erbabının benimsemediği bir tutumdur."[568]

2. Yüzü örtmenin farz olduğu doğru olsaydı, herkes buna titizlikle ria­yet eder ve yaygınlık kazanırdı. Ve dinin gereklerinden olarak alimiyle ca-hiliyle bütün insanlar bunu bilirdi. Zira bu konu umumu ilgilendirmektedir.

İmam İbn Teymiyye şöyle diyor: "Umumu belva olduğu için Rasulul-lah meniyi bedenden ve elbiseden temizlemeyi emretmemi ştir. Kadına do­kununca abdest bozulsaydı, Rasulullah böylesi bir durumda yeniden abdest almayı emrederdi. Şayet böyle bir emir sadır olsaydı, kesinlikle müslüman-lar bunu yaygın olarak naklederdi. Çünkü konunun önemi, nakledilmesini gerekli kılmaktadır."15 Bir başka yerde de şöyle diyor: "Namazda kadının el­lerini yada ayaklarını örtmesi vacip olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) bunu açıkça beyan ederdi."[569]

Kadı İbn Rüşd'ün de belirttiği gibi "umum-ı belva" özelliği kesbetmiş olayların tevatür -ya da tevatüre yakın, bir yolla aktarılması gerekir.[570]

Bu gibi meseleler umumu belva kapsamına giriyor da bir çok sebep o o-layın nakledilmesini gerekli kılıyorsa, yabancılara karşı kadının yüzünü ört­mesi evleviyetle bu kategoriye girerdi. Başka bir ifadeyle, eğer yüzü örtmek gerekli olsaydı, -mesele bütün mü'min hanımları ilgilendirdiği İçin- sebepler oluşup olay nakledilecek, rivayetler ve varyantlanyla aktarılacak; olay teva­tür derecesine ulaşacaktı.

dukta bulunuyordu. Abdullah'a dedi ki: Rasulullah'a (s.a.v.), sana ve yanım­daki yetimlere tasadduk etmemin yeterli olup olmadığını sorabilir misin? Abdullah, kendin sorsan, dedi. Ben de Rasulullah'ın (s.a.v.) yanına gittim. Kapıda Ensar'dan bir kadın gördüm. Onun gelişi de aynı maksada mebni imiş. O arada Bilal geldi. Ona, kocamıza ve yetimlerimize infak etmemizin yeterli olup olmayacağını Rasulullah'a (s.a.v.) sormasını rica ettik ve bizden bahsetmemesini söyledik. İçeri gidip sorunca kim o ikisi, diye sormuş. Bilal de, iki Zeyneb olduğunu söylemiş. Hangi iki Zeyneb diye sorunca, Abdul­lah'ın hanımı Zeyneb ile (Nesai'nin[571] ilavesine göre Ensarlı Zeyneb) demiş. Buyurmuş ki: 'Evet, hemde ki ecir vardır. Birincisi akrabalık, ikincisi sadaka ecri."[572]

Kadınların hepsi yüzünü açıyor olmasaydı erkekler onları nasıl tanıya­bilirdi. Bilal: 'Kim o ikisi?' sorusunu cevaplandırdığına göre demek ki yüzle­rin görmüş ve tanımış.

Sa'd b. Havle'nin hanımı Sübey'a b. Haris'den ".. Veda haccında kocası vefat etti. Hamile idi ve kocasının ölümünden sonra doğumunu yapana dek hiç eğlenmedi. Nifası bitip temizlenince nişan (daveti almak) için süslendi (Ahmed'in rivayetinde[573] sürme çekti, kına yaktı ve hazırlandı). Yanına ge­len Eu's-Senabil onu görünce, bakıyorum da nişan için süslenmişsin, evlen­mek mi istiyorsun? Vallahi, dört ay on gün geçmeden evlenemezsin. Bana bunu söyleyince akşama doğru cilbabımı üzerime alıp Rasulullah'a geldim ve meseleyi sordum. Bebeğimi doğurmakla (iddet müddetimin) bittiğini, dilersem evleneceğimi söyledi.[574]

Fatima b. Kays'tan: "Kocam Amr b. Hafs el-Muğire, boşadığım bildir­mek üzere yanında beşer sa' (ölçek) hurma ye arpayla birlikte Ayyaş b. Ebu Rebia'yı gönderdi. Dedim ki; bundan başka nafakam yok mu? İddetimi evi­nizde tamamlayamayacak mıyım? Dedi ki: Hayır Derhal (dış) elbisemi bağ­layıp Rasulullah'a gittim. Kaç talakla boşadığım sordu, üç dedim. Buyurdu ki, doğru söylemiş nafaka hakkın yok. İddetini de amcanın oğlu İbnu Ümmi Mektum'un evinde geçir. Zira o ama olduğu için dış elbiseni rahatlıkla çıka­rabilirsin. İddetin bitince de bana haber edersi."[575]

Biraz düşünecek olursak, kadının yüzü açık olarak geldiğini, Rasulul-lah'ın da onun güzelliğini görerek çok sevdiğini Usame b. Zeyd'in hanımı olmasını arzulamasına sebep olduğunu anlarız.

Sahihayn dışındaki kaynakların aktardığı olaylar:

Kays b. Ebi Hazm'den: "Hastalığı esnasında Ebu Bekr'in (r.a.) yanma gitmiştik. Yanında eleri süslü beyaz bir kadın vardı, ondan sinekleri uzaklaş-tırıyordu. O kadın Esma b. Umeys idi."[576]

Esma b. Umeys, sırasıyla Cafer b. Ebi Talib, Ebu Bekir ve Ali b. Ebi Ta-lib'in (r.a.) hanımı olmuş saygıdeğer bir sahabi kadın idi.

Muaviye'den: "Ebu Ali ile berebar Ebu Bekir'in yanına gittik. Esma (b. Umeys) başucunda duruyordu. Beyaz bir kadındı. Ebu Bekir zayıflamış ve benzi solmuş beyazlamıştı."[577]

(İbn Mes'ud'un hanımı) Zeyneb'ten: "Bir ihtiyar adam vardı, ara sıra ge­lir (kızamık, çiçek vb.) hastalıklar için rukye (muska) yazardı. Uzun ayaklı bîr sedirimiz vardı. Abdullah eve gelince öksürür gibi yapar ses verirdi. Yine bir gün aynı şekilde gelmişti. Sesini duyunca bir kenara çekildim. Gelip ya­nıma oturdu. Bana dokunurken iplikle tutturduğum muskayı farkedip bu ne dedi. Muska dedim, hastalığa karşı yaptırdım. Çekti ve ipliğini kesip attı ve şöyle dedi: Abdullah ailesi şirkle zengin oldu. Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini işittim: 'Muska ve sihir şirktir1 dedim ki bir gün dışarı çıktığımda na­zar değdi ve gözüm hastalandı, yaş akmaya başladı. Rukye yaptırınca durdu. Bırakınca yine başladı. Dedi ki: Bu şeytanın işi, ona uyarsan seni rahat bıra­kıyor, ona karşı gelirsen parmağını gözüne sokuyor. Ama sen Rasulullah'm (s.a.v.) yaptığı gibi yapsan senin için daha hayırlı olur ve daha çabuk şifaya kavuşursun. Şöyle diyerek gözüne su serpersin: Ey insanların Rabbi, sıkıntı­mı gider, şifa ver, yegane şifa verici sensin, senin şifandan başka şifa yoktur, hastalıktan eser bırakmayan bir şifa ver."[578]

Meybune b. Mihran'dan: "Ümmü'd-Derda yanıma geldi. Başında kaş­larını da örten sık dokulu bir başörtüsü vardı."[579]

Haris b. Ubeyd'den: "Ümmü'd-Derda'yı bir binek üzerinde otururken gördüm. Üzerinde dış (ve baş) örtüsü yoktu."[580]

Ebu Esma'dan: "Rabeze'ye Ebu Zerr'in yanına gitmiştim. Yanında siya­hi hanımı perişan bir vaziyette duruyordu. Üzerinde ne renkli elbise vardı ne de kokulu elbise. Ebu Zerr dedi ki: Biliyor musunuz, bu küçük siyah kadın benden ne istiyor? Irak'a gitmemi istiyor, oraya gidersem beni dünya malına boğacaklarınış. Dostum (s.a.v.) bana söz verdi. Cehennem köprüsünün ali tarafında son derece kaygan bir yol varmış. Oraya gömleksiz ve fakir (yük­süz) varmamız, oradan kurtulabilmemiz, kaymadan geçebilmemiz için ağu yüklerle gitmekten çok daha iyidir.[581]

Ebu's-Selil'den: "Ebu Zerr'in kızı, üzerinde iki yün vişah[582] olduğu halde geldi. Kırmızıya çalan siyah yanakları vardı. Elindeki sepetini arkadaşıyla beraber duran babasının eline tutuşturarak dedi ki: Babacığım, ekinciler ve çiftçiler senin bu paralarının işe yaramaz olduğunu söylüyor. Dedi ki: Yav­rucuğum, babanın, Allah'a hamdolsun, ne şansı (dinarı, altını) ne de beyazı (dirhemi, gümüşü) oldu, varsa yoksa bu (değersiz) felsleri (paralan) var, koy onları."[583]

Yanla b. Ebu Süleym'den: "Semra b. Nehik'i gördüm. Rasulullah'm (s.a.v.) zamanına yetişmişti. Üzerinde sık dokunmuş ağır elbiseler ve aynı şekilde bir başörtüsü vardı. Elinde bir kırbaç, insanlara ma'rufu emredip münkeri nehyediyordu."[584]

Bu olaylarda sözkonusu edilen kadınların gözlerini açmalarında bir sa­kınca olmayan yaşlı kadınlar olduğunu söyleyenlere şu hususu hatırlatmak isteriz. Kıyafette daha serbest davranabilecekleri bildirilirken ihtiyar kadın­ların "korunmaları kendileri için daha hayırlıdır" denmektedir. Bu değerli hanımlardan daha iffetli, korunmaya daha layık, hayrı onlardan çok isteyen kim olabilir?

Buharı ve Müslim sahihlerinden ve diğer kaynaklardan Hicab farzın­dan sonra vuku bulan bu olayları aktardıktan sonra şu sonuca varıyoruz:

Esma b. Ebi Bekr, Esma b. Umeys, İbnu Mes'ud'un hanımı Zeyneb, Ümmüd'd-Derda, Sübay'a el-Eslemiyye, Faüma b. Kays gibi değerli sahabi hanımların, -mü'minlerin annelerine hicab emredildikten sonra da- yüzleri­ni açmaları; yüzün açık oluşunun meşruluğunun devam ettiğine, hicab âyetiyle bu hükmün kaldırılmadığına delil teşkil etmektedir. Dahası şunu söyleyebiliriz: Yüzü açmak sadece "caiz", örtmek ise efdal olsaydı, yukarı­da anılan salih hanımlar yüzlerini örterlerdi, zira salihlere böylesi bir davra­nış (takva) yaraşırdı.

Bütün mü'min kadınlar yüzlerini açıyordu

Hicab farzından sonra

Buhari ve Müslim'in aktardığı olaylar:

Cabir b. Abdillah'tan: "Rasulullah (s.a.v.) ile beraber bayram namazına katılmıştık. Sonra kadınların yanına kadar geldi, onlara bir takım öğütler verdi ve şöyle buyurdu: 'Tasadduk ediniz, zira çoğunluğunuz cehennem o-dunudur.' Ortalardan kırmızıya çalan siyah yanaklı bir hanım ayağa kalkıp "neden ey Allah'ın Rasulü?1 dedi. Buyurdu ki: 'Çünkü siz çok şikâyet eder, kocanıza nankörlük edersiniz.' (Bunun üzerine) takılarını tasadduk etmeye, yüzüklerini, küpelerini Bilal'ın eteğine atmaya başladılar."[585]

Burada, Rasulullah'ın arkasında bayram namazını eda etmiş. Onun an­lattıklarından aklına takılan bir hususu sorarak ilmini artırmayı isteyen bir kadın ve onun yanaklarını vasfederek olayı anlatan bir erkek sahabiden söz edilmektedir.

Sehl b. Sa'd es-Saidi'den: "Bir kadın Rasulullah'a (s.a.v.) gelerek şöyle dedi: 'Ya Rasulallah! Kendimi sana hediye etmeye geldim.' Rasulullah (s.a.v.) ona bakarak tepeden tırnağa bir-iki kere süzdü. Sonra başını eğdi. Kadın Rasulullah'ın (s.a.v.) bir şey demediğini görünce oturdu. Ashabından bir adam ayağa kalkarak: 'Ey Allah'ın Rasulü, senin ihtiyacın yoksa bana nikâhlar mısın?1 Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:[586] 'Var git, onu sana sahip olduğun Kur'an ilmi ile (bu ilmi mehir kabul ederek, ona öğretmen şartıyla) nikahladım."[587]

Burada"... Bir de kendisini (mehirâz olarak) Peygamber'e hibe eden ve Pey-gamber'in de kendisini almak dilediği inanmış kadını, diğer mü'minlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helal kıldık)." (Ahzab, 33/50)

âyetinden ilham alarak Rasulullah'a (s.a.v.) ait olma sevdasına düşmüş, bütün insanların gözü önünde bu sevdasını dile getirmiş; Rasulullah'ın da kendisine uzun uzun bakıp bu teklifine müsbet cevap vermeyi tasarladığı, ancak sahabilerden birinin talip olması üzerine ona nikahladığı bir kadından söz edilmektedir.

Enes b. Malik akrabalarından bir kadına sormuş: Filan kadını tanıyor musun? Evet, demiş. Enes de şöyle devam etmiş: (Bir gün) o kadın bir kabir başında ağlarken Rasulullah (s.a.v.) onu görmüş ve "Allah'tan kork ve sab­ret" demişti. Kadın "karışma bana, sen benim derdimi nerden bileceksin?" diye karşılık vermiş. Rasulullah da (s.a.v.) geçip gitmişti. Bir adam yaklaşa­rak, "Rasulullah sana ne dedi?" demiş. Kadın "Onu tanıyamadım deyince, 'O Allah Rasulü idi' demiş. Kadın derhal Allah Rasulü'nün evine gelmiş. Kapı­da bekçi falan (kimse) yoktu. Dedi ki; Ey Allah'ın Rasulü, vallahi sizi tanıya­madım. Buyurdu ki: "Sabır, musibetin başında (ilk karşılaştığında) olur."[588]

Burada, kabir başında ağlayan, bu yüzden Rasulullah'ın kendisine sabır tavsiye ettiği ve Enes'in kendisini tanıyarak haberini akrabalarına anlattığı bir kadın sözkonusudur. Belli ki Enes onu yüzünü görerek tanımıştı.

Ata b. Rebah'tan: "İbn Abbas bana dedi ki: 'Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi?' 'Evet' dedim. Rasulullah'a (s.a.v.) gelerek: 'Ben saralıyım ve açım giyiniyorum, benim için Allah'a dua et' diyen şu kadın. Rasulullah (s.a.v.) ona 'dilersen sabret, cennete kavuş, dilersen dua edeyim şifa bul' deyince "sabredeyim' dedi. 'Çok açılıyorum, Allah'a dua et de açılmayayım deyince Rasulullah onun için dua etti." Buhari'nin rivayetinde[589] şu varyant yer alır İbn Cureye dedi ki: Ata anlattı, Ümmü Züber'i -uzun boylu siyah bir kadındı- Kabe'nin Örtüsüne sarılırken görmüş...)[590]

Bu olayda, Rasulullah'ın cennetle müjdelediği, İbn Abbas'ın görünce tanıdığı, yıllar sonra Ata'ya gösterdiği bir mü'min hanımdan bahsedilmekte­dir. Bu haberden, adı geçen hanımın Rasulullah'a (s.a.v.) geldiğinde de, yıl­lar sonra İbn Abbas onu Ata'ya gösterirken de yüzünün açık olduğunu anlı­yoruz.

Ebu Hureyre'den (r.a.): "Rasulullah'ın (s.a.v.) yanına bir adam gelmişti. Onu hanımlarına gönderdi, sudan başka bir şeyimiz yok, dediler. 'Kim bunu misafir eder?' buyurunca ensardan bir adam ben ederim dedi ve alıp evine götürdü. Hanımına, Allah Rasulü'nün misafirine ikram et, dedi. Çocukların yiyeceğinden başka bir şey olmadığım söyleyince, yemeğini hazırla, lambanı yak, yemek isteyince çocukları uyuturuz. Yemeğini hazırladı, lambasını yaktı, çocuklarını uyuttu. Sonra lambayı düzeltiyorum bahane­siyle söndürdü, yiyor gibi yaparak (az olan yemeği) misafire yedirip kendi­leri aç kaldı. (Ebu'd-Dünya'nın rivayetine göre,)[591] yemekten alıyor gibi ya­pıp ağızlarını lokma çiğner gibi yaparak misafire yemekten yedikleri intiba­ını verdiler. Ertesi sabah Rasulullah'ın (s.a.v.) yanına geldiklerinde buyurdu ki: Akşam ki davranışınız Allah'ı çok memnun etmiş ve şu âyeti inzal etmiş­tir: "Kendileriin ihtiyaçları olsa dâhi (göç eden yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden koruNûrsa, işte onlar umduklarına erenlerdir."[592]

İbn Abbas'tan: "Berire'nin kocası Muğis adında bir köle idi. Hanımının arkasından ağlayarak dolaştığını gördüm, gözyaşları sakalını ıslatıyordu. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: Ey Abbas, Muğis'in Berire'yi ne kadar çok sevdiğini görüyor musun? Berire'yi ondan soğutan kim? Rasulullah (s.a.v.) (Berire'ye) dedi ki: 'Ona geri dönsen nasıl olur?" Ya Rasulallah, bu emir midir? Buyurdu ki (hayır sadece) aracı olmak istiyorum. (Kadın) gerek yok dedi."[593]

Bu rivayette azad edilince kendi başına kalmayı yeğleyen, ancak Medi­ne sokaklarında kocası tarafından izlenen, peşinden kocasının ağlayarak dolaştığı müslüman bir kadının durumu anlatılmaktadır. Berire yüzünü açtı­ğı için Muğis onu tanıyıp peşine takılıyordu. İbn Abbas da onun yüzünü gör­düğü için Muğis'in peşinde gezdiği kadının eski hanımı olduğunu biliyordu.

Kay s b. Ebi Hazim'den: "Ebu Bekir (r.a.) Ahmes boyundan Zeyneb b. Muhacir adında bir kadın gördü, konuşmadığını farkederek, neden konuş­muyor, diye sordu. Susarak (konuşmadan) hac etmeyi adamış, dediler. 'Ko­nuş susman helal değildir, bu bir cahiliye adetidir' deyince kadın da konuştu [594]

Burada, konuşmadan hac yapmayı adamış, Ebu Bekir'in yanına gelerek durumu farkedince yanlış olduğunu belirtmesi üzerine konuşmaya başlamış bir kadın sözkonusudur. Sanırız kadının yüzü açık idi -zira ihramlıydı- Sıddik (r.a.) da onun sustuğunu görmüştü.

Zeyd b. Eşlem babasından rivayet etmiştir: "Ömer b. Hattab ile birlikte pazara çıkmıştık. Genç bir kadın peşinden yetişerek dedi ki: Ey mü'minlerin emin, kocam öldü, geride küçük çocuklar bıraktı... Ömer (r.a.) durdu, onun derdini dinledi ve dedi ki: 'Merhaba yakın akrabam."[595]

Bu olayda Ömer'den (r.a.) yardım talep eden müslüman bir kadın görü­yoruz. Ravi, onun genç bir kadın olduğunu söylüyor. Sanırız bunu -yüzü açık olduğundan- onu görerek anlatmıştır.

Buhari ve Müslim'den aktardığımız bu olaylar, yüzün -çok güzel de olsa- açık olduğuna apaçık ve kesin bir şekilde delil teşkil eden bir rivayetle noktalayalım.

Abdullah b. Abbas'tan (r.a.) rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) • kurban bayramında bineğine binince Fadl b. Abbas'ı da terkisine almışü. Fadl yakışıklı bir adamdı. Rasulullah (s.a.v.) sorularını cevaplandırmak üze­re halkı önünde durakladı. Has'am kabilesinden güzel bir kadın öne çıkıp Rasulullah'a (s.a.v.) bir soru yöneltti. Fadl kadına bakmaya başladı, güzelli­ğini çok beğenmişti. Rasulullah (s.a.v.) durumu farkedince eliyle Fadl'ın çe­nesini tutarak yüzünü dönderdi. Kadın (bu arada) dedi ki: Ey Allah'ın Rasu-lü, babam çok ihtiyar, bineğe binecek durumda değil, onun yerine (onun adı­na) benim hac yapmam mümkün mü? 'Evet' buyurdular. (Bir başka rivayette[596] 'Has'am kabilesinden bir kadın geldi. Fadl ona, o da Fadl'a bak­maya başladı.)[597]

Bu olayda, Allah'ın evine hac yapmak için gelmiş; ihtiyar babası adına da hac yapıp yapamayacağını Rasulullah'a soran genç bir mü'min kadın söz-konusu edilmektedir. Fadl onun güzelliğini çok beğenmiş ve bakmaya baş­lamış. (Ahmed'in aktardığı bir rivayette[598] Fadl dedi ki: ... Sonra üç kere (kendimi alamadan) ona baktım. Yüzünü dönderdi. Bir başka rivayete göre de[599] Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şeytan karşısında kendilerine güvenmediğim bir genç kız ve bir delikanlı görüyorum.")

Bu olay, yüzün açık oluşuna delil teşkil eden en güçlü ve en açık rivayet olduğu için bazı fakihlerin olayla ilgili mütalaalarını aktaracağız:

İbn Battal* şöyle diyor: "Bu hadis-i şerifte fitneden sakınma maksadıy­la gözünü kaçırmanın, bakışını yummanın emredildiği göze çarpmaktadır... Aynı şekilde bu hadiste, mü'min hanımların Peygamber hanımları gibi Hi-cab emrine muhatap olmadıklarını görüyoruz. Yoksa Rasulullah (s.a.v.) Has'am kabilesine mensup kadına yüzünü Örtmesini emrederdi. Fadl'ın yü-,'zünü çevirmesi de kadının yüzünü örtmesinin farz olmadığına deildir.[600]

İbn Hazm da hadisi aktardıtan sonra şu tesbiti yapar: Yüz, örtülmesi ge­reken bir avret olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) o kadının halkın önünde yüzünü açmasına göz yummaz, Örtmesini emrederdi. Şayet yüzü kapalı olsaydı, İbn Abbas onun güzel mi, çirkin mi olduğunu bilemezdi.125

İbn Battal ile İbn Hazm'in görüşlerine şu ilaveyi yapıyoruz:

Eğer yüz, açılması haram olan bir avret olsaydı -özellikle de güzel ka­dınlar için- elbette Rasulullah (s.a.v.) Has'am'lı kadına, ihramh olunca yüzü­nü cilbabının bir ucunu başından aşağıya sarkıtarak örtmesini emrederdi. Ama böyle yapmadı. Demek ki yüz avret değildir ve yüzü açmak -çok güzel de olsa- haram değildir.

Güzel kadının yüzünü açması haram değil mekruh dahi olsaydı, Rasu­lullah (s.a.v.) o güzel kadına bunu açıklar, yüzünü örtmesini öğütlerdi. Ama böyle yapmadı. Açıkça anlaşılıyor ki, güzel kadının yüzünü açması haram değildir.

Genel olarak güzel kadının yüzünü açması mubah, ancak bir fitne kor­kusu sözkonusu olduğunda haram olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) o kadına yü­zünü örtmesini emrederdi, çünkü böyle bir fitne uyanmıştı. Ancak bunu yap­madı. Demek oluyor ki, güzel kadının fitne korkusu da olsa yüzünü açması mekruh değildir. (Burada sözkonusu olan fitne, sadece bakışla ilgili bir fitnedir.)

Fitne korkusu halinde yüzü açmak mekruh olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) kadına bunu belirtir ve yüzünü örtmesini tavsiye ederdi. Ancak böyle de yapmadı. O halde, güzel kadının fitne korkusu halinde bile yüzünü açması mekruh değildir.

Fadl b. Abbas'la ilgili -yine Hac mevsiminde- benzer bir olay daha aktarılır. Ancak bu rivayette Rasulullah (s.a.v.) Fadl'ın yüzünü döndürmekle

yetinir.

Cabir b. Abdullah'dan: "Rasulullah (s.a.v.) dokuz sene haccetmedi. Sonra onunca sene insanların haccetmesine izin verdi. Rasulullah da hac etti. Medine'ye çok sayıda insan gelerek Rasulullah'ı (s.a.v.) imam edinmeye onunla beraber hac ederek, onun yaptığını yapmaya azmettiler. Hep beraber çıktık... Sonra devesi Kusva'ya bindi.

Meş'ai, Haram'a gelince kıbleye yöneldi. Allah'a dua etti. Tekbir, tehlil ve tevhid kelimelerini getirdi. Sabah şafağı şokene kadar orada kaldı. Güneş doğmadan harekete geçti. Fadl b. Abbas'ı da terkisine altı. Beyaz yüzlü güzel saçlı bir adamdı. O arada hevdecler içinde kadınlar gelmeye başladı. Fadl onlara bakmayı sürdürünce Rasulullah (s.a.v.) elini Fadl'ın yüzüne koyarak öbür yana dönderdi.[601]

Sahihayn dışındaki kaynaklarda yer alan olaylar: (Hicab emrinden sonra)

Ebu Kebşe el-Enmari'den: "Rasulullah (s.a.v.) ashabıyla beraber oturu­yordu. Bir ara içeri (eve) girdi. Çıktığında gusletmiş olduğunu farkedip 'Ya Rasulallah, bir şey mi oldu?' dedi. 'Evet' buyurdu. 'Filan kadını görünce şeh­vetim kabardı, hanımlarımdan birine gidip rahatladım. Siz de böyle yapın. Zira helale yönelmek hayırlı işlerdendir."[602]

İbn Ebi Hüseyin'den: "Ebu Leheb kızı Dürre, Haris b. Abdullah b. Nevfel'in karısıydı. Ukbe, Velid ve Ebu Müslim adlarında üç oğullan vardı. Daha sonra Dürre Medine'ye geldi. Ancak halk onun babası hakkında ileri geri konuşmaya başladı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)'ın yanına gelerek 'Ey Allah'ın Rasulü, kâfirlerin doğurduğu sadece ben mi vanm?' 'Bu nereden icap etti?1 buyurunca 'babam konusunda Medine halkı çok üzerime geliyor' dedi. Ona dedi ki, öğle namazını kıldıktan sonra beni bir gör: Rasulullah (s.a.v.) namazı kıldırdıktan sonra insanlara dönüp dedi ki: Ey halk, sizin nesebiniz var da benim nesebim yok mu? Ömer b. Hattab yerinden fırlayıp kalktı ve 'yoksa Allah mı gazaba geldi, niye gazaplandınız?' dedi. Buyurdu ki: 'Bu benim amcamın kızıdır. Kimse ona kötü söz söylemesin. '[603]

Ebu Leheb kızı Dürre'den: "Aişe'nin yanındaydım. Rasulullah (s.a.v.) içeri gelerek abdest almak istediğini söyledi. Aişe'yle birlikte su testisini ye­tiştirdik. Ben döktüm, abdest aldı. Sonra bana bakarak dedi ki: 'Sen benden­sin, ben de sendenim."[604]

Huzeyl kabilesinden bir adam anlattı: "Amr b. As'ı evinde Mescid-i Ha-ram'da (defalarca) gördüm. Birinde ben de yanında dururken Ebu Cehil'in kızı Ümmü Said'i, boynunda bir yay erkek gibi yürürken gördü ve kim bu kadın, dedi. Ebu Cehl'in kızı Ümmü Said olduğunu söyledim. Dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)'ın şöyle dediğini işittim: 'Erkeklere benzemeye çalışan kadınlar ve kadınlara benzemeye çalışan erkekler bizden değildir."[605]

Üçüncü delil: Bazı kadınların yüzünü örttüğüne ilişkin nasslann gene­linden elde edilen delil:

Burada aktaracağımız -kadının yüzünü peçe vs. ile örtmesi ile ilgili ha­dis metinlerinin hüküm açısından sağlamlığı tartışılır. Zira yüzün örtülmesi olayı çok az rastlanan nadir olaylar olarak aktarılıyor ve ravi bu hususu açık­ça belirtiyor. Yüzü örtmek geçerli ve yaygın bir uygulama olsaydı kadınların tamamı -en azından çoğunluğu- yüzünü örter, ravinin de bu hususa dikkat çekmesine gerek kalmazdı.

Şimdi, yüzü örtmeye delalet edebilecek bir grup hadis metni aktaraca­ğız. Mü'minlerin anneleriyle ilgili olayları aktarmaya gerek duymadık. Zira onlar ev içinde hicabla ev dışında ise yüzü örtmekle emrolunmuşiardı. (Hicabın ümmehat-ı mü'minine mahsus oluşu hakkında dördüncü babın i-kinci faslına bakınız). Burada dikkati çeken ilginç bir husus var: Buhari ve Müslim'in sahihlerinde -hatta görebildiğim kadarıyla sahih diğer bazı hadis kitaplarında- nikaptan söz eden bir tek hadis mevcuttur. O da nikabı teşvik eden bir hadis olmayıp, tersine ihramli iken nikabın mahzurlu olduğuna delalet etmektedir.

Diğer nasslann hepsi Sahihayn dışındaki kaynaklardan ve bir çoğu Ebu Davud'un aktardığı Kays b. Şemmas hadisinde olduğu gibi zayıf zenedli ri­vayetlerdir. Bazılarının sıhhat derecesini bilemiyoruz. Burada sadece tarihi olaylar olarak aktardık. Bu konudaki şer'i hükme gelince nikab, bazı müslü-man hanımlarca kullanılıyordu. Rastüullah (s.a.v.) de bunları görüp ikrar et­miştir. Bu konudaki delilimiz, Buhari'nin aktardığı şu hadistir:

Abdullah b. Ömer'den (r.a.): "Bir adam ayağa kalkarak ey Allah'ın Ra-sulü, ihramda nasıl giyinmemizi istersiniz? buyurdu ki: 'Gömlek, pantalon, sarık ve kapşonlu elbise giymeyin. Nalini olmayanlar ayakkabı ya da çizme giyebilir. Ancak topuk kemiği görünecek şekilde kessin. Zaferan vb. koku­lar kullanmayın. Kadın da peçe ve eldiven kullanmasın."[606]

Bu hadis, -bir çok fakihin de belirttiği üzere- ihramda erkeğin basanı, kadının da yüzünü açmasının şart olduğunu ifade etmektedir.[607] Bu yüzden ihrama giren erkeğin başını, kadının da yüzünü açması şarttır. Şu hususa da dikkat çekmek gerikir: Nasıl ki sarıkla erkek bir avret yerini örtmekten öte başını süslüyorsa kadın da nikapla bir avretini Örtmez,belki yüzünü süslemiş olur.[608]Kaldı ki avret ihramsızken ayrı, ihramlıyken ayrı olmaz. Ekek avreti olsun kadın avreti olsun ihramh iken de ihramsız iken de aynıdır.

Sahihayn dışındaki kaynaklarda yer alan olaylar[609]

Abdullah b. Zübeyir'den: "Mekke'nin Fethi günü Hind b. Utbe. Müslü­man olarak yanında birkaç kadınla birlikte, Mekke vadisinde bulunan Rasu-lullah'a (s.a.v.) gelmiş. Rasulullah'da onlardan bey'at almıştı. Hind dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasulü, kendi dinini yücelten Allah'a hamdederiz. Senin 'rah­met oluşun'dan benim de istifade edeceğimi umuyorum. Ey Muhammed, ben Allah'a inanmış, elçisini tasdik etmiş bir kadınım. Sonra nikabını kaldı­rıp dedi ki: 'Ben Utbe kızı Hind'im. Rasulullah (s.a.v.) ona 'merhaba' dedi.[610]

Asım el-Ahvel'den: "(Ara sıra) Şirin kızı Hafsa'nın yanına giderdik. Cilbabının bir ucuyla yüzünü kapatırdı. Allah ona rahmet etsin. Allah Teala:

"Evlenme arzusu kalmamış, oturan (ihtiyar) kadınların, kasten süs göstermeye çalışmadan dış örtülerini bırakmalarında kendileri için bir günah yoktur." (Nûr, 24/60)

buyururken neden böyle yapıyorsun, derdik. O da bize "ama devamında ne diyor?" Ama sakınmaları, kendileri için daha hayırlıdır" demiyor mu? İşte bu cilbabı giymeye devam etmektir" dedi.[611]

Buhari muallak olarak şu haberi aktarır: Cündeb oğlu Mesre nikablı bir kadının (o haliyle) şahidlik yapmasına cevaz verdi."[612]

Kays b. Şemmas'tan: "Ümmü Hallad adında bir kadın peçeli olarak Ra-sulullah'ın (s.a.v.) yanma geldi ve öldürülen oğlunun durumunu sordu. Rasulullah (s.a.v.) arkadaşlanndan bazıları ona, oğlunun durumunu sormak için peçe takarak mı geldin? dedi ki; oğluma kasdettiler benim de hayatıma kasdetmelerini istemem. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: Oğluna iki şehid se­vabı var. Bu neden böyle oldu ey Allah'ın Rasulü deyince 'Çünkü onu ehli kitap öldürdü1 buyurdu."[613]

Dördüncü delil: Kadını beyaz, siyah, güzel gibi vasıflarla tavsif eden nasslardan ve sarihlerin bu kadınlar ve isimleri hakkındaki araştırmalardan elde edilen delil:

Şayet yüzü örtmek geçerli ve yaygın bir uygulama olsaydı, kadınların kişisel özelliklerinden bahsetmek mümkün olmazdı. Ama işin aslı böyle de­ğil. Yoksa sahabiler kadınların adını vermez, özelliklerini zikretmezdi. Keza hadis kitaplannı şerhedenler adı açıkça < nılmayan kadınların adını araştırıp bir takım özelliklerini kaydetmezlerdi.

Kadınların özelliklerini zikreden rivayetlere birkaç örnek verelim: İbn Abbas'tan (r.a.): "Has'am kabilesinden güzel bir kadın ileri çıktı ve..."[614]

Ata b. Rebah'tan: "İbn Abbas şöyle dedi: Sana cennetlik bir kadın gösteriyim mi? Evet dedim. 'Şu siyah kadın' dedi."[615]

Cabir b. Abdillah'tan: "... Kadınların arasından, kırmızıya çalan siyah yanaklı bir kadın kaltı ve..."[616]

Kays b. Ebi Hazim'den: "Hastalandığında Ebu Bekir'in (r.a.) yanına gittik. Yanında elleri süslü beyaz bir kadın vardı."[617]

Ebu Esma'dan: "Ebu Zerr'i (r.a.) Rebeze'de ziyarete gittiğinde, yanında duran karısını kara kuru, çirkin nakışlı ve kokulu elbisesi olmayan bir kadın olarak gördüm."

Ebu Selil'den: "Ebu Zerr'in kızı geldi. Üzerinde yünden mamul bir çeşit elbise vardı. Siyah yanaklı bir kızdı."

Birkaç tane de kadınlarını isimlerinin araştırıldığına dair örnek suna­lım:

İbn Abbas'tan: "...Bir tek kadın 'evet' diye cevapladı ondan başka cevap veren olmadı. Hasan (ravi) onun kim olduğunu bilmiyordu..."

Hafız İbn Hacer diyor ki: "Bu kadının kim olduğunu tesbit edemedim. Ancak hatırımda kaldığı kadarıyla Esma binti Zeyd olacak."

Enes'ten: "Rasulullah (s.a.v.) bir kabrin başında ağlayan bir kadın gördü..."

Hafız İbn Hacer diyor ki: "Buradaki kadım tesbit edemedim."

Ebu Said el-Hudri'den: "... Bir kadın, ikincisi? dedi..."

Hafız İbn Hacer diyor ki: "Burada sözedilen kadın Ümmü Süleym'dir. Başkası olduğunu söyleyen de oldu."

Enes'ten: "Bir kadın Rasulullah'a (s.a.v.) gelerek kendisini Peygam-ber'e bağışlamak istediğini söyledi."

İbn Hacer diyor ki: "Bu kadının kim olduğunu tesbit edemedim."

Esma'dan: "Bir kadın dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü benim bir kumam var. Kocam -vermediği halde- bana şunu şunu verdi desem günah olar mu?"

Hafız İbn Hacer diyor ki: "Bu kadının da kocasının da kim olduğunu tesbit edemedim."

Beşinci delil:

Kadının sosyal hayata katılmasıyla ilgili nasslardan çıkarılan delil:

Erkeklerin görmesiyle doğabilecek fitneleri baştan engellemek düşün­cesiyle gelişen "yüz örtme adeti" zamanla kadında erkeklerle karşılaşmak­tan utanıp sıkılma duygusunun gelişmesine ve hayırla gerekçelere dayanan ilişkilerden ve toplumdan uzak kalmaya doğru itti. Aynı şekilde erkeklerde de kadınlarla karşılaşmada bir sıkıntı doğmuştur. Kadınların bu hayası ve er­keklerin bu günah fobisi kadım erkekten iyice uzaklaştırdı ve bu uzaklık za­manla "çağ fitne çağı" gerekçesiyle daha da arttı. Yüzü Örtme adetinin doğurduğu sahte bir "fitneden emin olma" durumu da işin cabası. Kadın erkek ayrılığı bu denli büyüyünce, zaruret gereği bir araya gelmeye mecbur kalan taraflarda bu karşılaşma/ilişkisi şok tesiri yapmaya ve karşı cinse karşı şid­detli bir fitne duygusu uyandırmaya başladı. Haliyle İslam toplumunda, bir taraftan günaha meydan vermeme, diğer taraftan fitneden emin olma gerek­çesiyle kadın erkek uzaklaşması teşvik edildi. Böylece yüzü örtme adeti yü­zünden kadın, toplumdan el-etek çekme, sosyal hayata katılmaktan mahrum kalma ve erkeklerle nadiren karşılaşma durumunda kaldı. Buradan hareketle şu tesbiti yapabiliriz: Kadın, sürekli değilse de genellikle ya yüzünü örterek toplumdan ve erkeklerle karşılaşmaktan uzak durmuş, ya da yüzünü açarak toplumun içine girmiş ve erkeklerle karşılaşmıştır. Yüzü Örtmek toplumda kaçmayı toplumdan kaçmak da yüzü örtmeyi doğurmuştur. Aynı şekilde yü­zü açmak topluma katılmanın ve erkeklerle karşılaşmanın; topluma katılıp erkeklerle karşılaşmak da yüzü açmanın göstergesi olmuştur. Peygamber a-leyhisselam döneminde İslam toplumunun en genel vasfı kadının çeşitli a-lanlarda toplumsal faaliyetlere katılması ve erkeklerle karşılaşması idi. Hem de büyük bir zaruret olmadan, hatta bazen bir ihtiyaç bile olmadan.

Çoğu zaman bu karşılaşma salt bir hayatı kolaylaştırma maksadından öte, bunun yanında olgunluk ve güzellik maslahatı da gözetilmiş oluyordu. -Üçüncü babın ikinci faslında- Peygamber aleyhisselam döneminde erkek­lerle kadınların ziyaret, ziyafet, hasta sorma, merasim gibi mescid ve cihad alanı dışında da bir çok sosyal ve siyasal alanlarda gerek iş gereği gerekse toplumsal ilişkiler gereği bir çok karşılaşması olmuştur. Peygamber döne­mindeki tüm bu ve benzeri ilişkiler ve katılımlar, bu dönemde kadının genel­likle yüzünün açık olduğuna delil olarak yeterli değil midir?

4. Fukahanın kadının yüzünün genellikle açık olduğuna ilişkin sözleri:

a) Muvatta'da der ki: İmam Malik'e, kadına selam verilir mi diye sor­muşlar, yaşlıysa bir sakınca görmem, gençse pek hoş karşılamam" diye ce­vaplamış.

İmam Malik'in bu görüşü, kadın yüzünün açık oluşunun yaygınlığına delalet eder. Aksi takdirde selam verilen kadının genç mi, yoksa yaşlı mı ol­duğunu tesbit etmek zordur.

b)  Fethu'l-Bari'de şöyle der: Mütevelli -meşhur Şafii ulemasından-diyor ki: Güzel olur ve fitneye sebep olmasından korkulursa ilk başlayan o-larak selam vermek caiz olmaz. Veriler selamı almak ise mekruh olur.

Kadının yüzünün açılması                                                                  287

Fitneye konu olmaktan uzak ihtiyar kadına selam vremekte bir beis yoktur. Hafız İbn Hacer de şöyle diyor: Malik ile Mütevelli'nin görüşleri arasındaki fark sadece genç olmak değil, bunun yanında güzelliktir. Zira güzel genç kız fitneye sebep olmaya daha elverişlidir.

Müteveli'nin bu görüşü de yüzün açık oluşunun yaygınlığına delalet et­mektedir. Aksi takdirde güzel genç kızı ayırdetmek mümkün olmazdı.

c) Fethu'l-Bari'de şöyle der: Güneş tutulmasında kadınların enkeklerle beraber namaz kılması... Bu başlıkla vurgulamak istediği, bunun caiz olma­dığı, ancak tek tek kılabilecekleri görüşünde olnlara cevap vermektir. Bu ikinci görü Sevri'ye ve bazı Kufe'li fakihlere aitfir. Müdevvene'de şu kayıt yer alır: Kadın evinde kılar, ancak yaşlı kadınlar dışarıya çıkabilir. (Erkek cemaatine katılabilir) Şafii ise çok güzel ve parlak yüzlü olanlar dışında tüm kadınların dışarıya (namaz için) çıkabileceği görüşündedir.

Şafii'nin bu görüşünden anlıyoruz ki yüzün açık oluşu gayet normaldir. Değilse vasat güzelliğe sahip kadınla çok güzel olan nasıl ayırdedilebilir?

d) Nevevi Şafii ulemasından- diyor ki: Gerek bizim, Malik'in ve Ah-med'in mezhebinde, gerekse cumhura göre nişan (nikâh) kasdıyla kadına bakmasında onun izni ve nzası şart değildir. Haber vermeksizin, gafil bulun­duğu bir anda ona bakmasında bir sakınca yoktur... Zira Rasulullah (s.a.v.) bu konuda mutlak bir izin vermiş ve kadının iznini sözkonusu etmemiştir. Nitekim kadının kendisine -hayası gereği- bakılmasına izin vermemesi mümkün olduğu gibi olduğundan farklı davranması ve süslenerek güzel gö­rünmesi de ümkündür. Keza alenen görüşüp de beğenilmemesi de kadının oNûrunu kıracaktır. Bu yüzden mezhebimizin uleması şu sonuca varmıştır: Nişan yapmadan önce kıza bakması -vazgeçmesi durumunda bir kırgırlığa sebebiyet vermemek için- müstehaptır.

Fukahanın, nişanlamayı düşündüğü kıza farkettirmeden bakmanın müstehap olduğu konusundaki görüşü, müslüman kadının ev dışında herha-lükârda yüzünün açık olması gerektiğini gösterir. Aksi takdirde böyle bir gö­rüş beyan etmek abes olur. Bu bakış ev içinde olamaz. Zira gafil avlayıp evde bakmaya kalkışınca haram olan uzuvlarım görmek de mümkün olacaktır ki hiçbir mezhep buna cevaz vermez.

e)  Hanefi fukahasından Merginanî diyor ki: ... Hür kadının bedeni, Rasulullah'ın "Kadın örtülü avrettir" hadisi gereğince -elleri ve yüzü hariçbü«taüyle avrettir. Bu ila uzuv da göstermekten kaçma™ ta^ oluşun.

Hanefi fakihlerinin getirdiği "umum-i belva" gerekçesi kadınlann hn yuk to kesimi iein sözkonusudur, az bir gurup içirfSÇı Şayet durum böyle olsaydı, konu etrafında bunca ihtilaf doğmazdı. Olay sadece nakledilmekle kalmaz, tam bir yaygınlık kazanarak, İslam top­lumunun bir şiarı haline gelir, herkes de bunu çok iyi bilirdi. Ama durum bu­nun tersinedir. Mesela "Kendiliğinden görüneni müstesna" ve "Cilbablarını üzerlerine alsınlar" âyetlerinden kimi yüzü örtmeyi, kimisi de yüzü açmayı anlıyor. Sadece bu bile farz olamayacağını göstermeye yeterlidir. Şayet farz olsaydı herkes bunu bilirdi. Çünkü bütün müslüman kadınları ilgilendir­mektedir. Bu konudaki ihtilaflar, olayın mubah olduğu konusunda başlı ba­şına delildir.

Yüzü örtmenin gerekliliğine dair bir kaç rivayeti tahlil ederek nasıl ya­nılgıya düşüldüğünü görebiliriz:                      

a) Peygamber hanımlarının hicaba riâyet etmesi: Bazıları bu farzın on­lara has olduğunu farkedemediğinden yüzü Örtmenin farz olduğuna kail olmuştur. Dördüncü kısmın ikinci bölümünde bu konuyu uzun uzadıya ele alıp hicab emrinin Peygamber hanımlarına mahsus olduğunu isbat etmiştik.

b) Peygamber aleyhisselam zamanında peçe kullanan hanımların bulu­nuşu: Bazılarını yüzü örtmek gerektiği -bunun en azından mendup olduğu-görüşüne sevkeden etkenlerden biri de budur.

c)  İslam fütuhatından sonra Medine-i Münevvere'ye çok çeşitli elçi heyetlerinin gelişi: Bu dönemde yabancıların bakışlarından korunmak mak­sadıyla peçe kullananların artması, bazılarını sedd-i zerai bağlamında yüzü örtmenin gereğine kail olmaya itmiştir.

d) Bazan farzla mubahın karıştırılması: Bazen salih insanlar bir takım mubahlara Özen gösterir, birçokları da onları taklid eder. Derken o mubah farz gibi telakki edilmeye ve terkedenlere günahkâr gözüyle bakılmaya baş­lar. Aynı durum yüzü Örtme konusunda da ortaya çıktı. Bu yüzdendir ki ule­ma, bu gibi karışıklıklara meydan vermemek için, alimin mubahlara fazla rağbet etmemesi gerektiğini söylemiştir. (Bu konuda Şatıbi'nin görüşünü daha önce zikretmiştik. Üçüncü cildin üçüncü bölümüne, "mubahın belirtil­mesi gerektiği" başlığına bakınız).

Bu konuyla ilgili olarak, Rasulullah (s.a.v.)'m taabudi hususlara ilişkin tutumunun yaygınlık kazanması konusunda İmam Gazâlînin nefis bir tesbi-tini aktaralım:

"Umum-ı belva konusunda haber-i vahid ile amel edilebilir... Zira adil bir ravinin imkân dahilinde ve makul olan bir haberini tasdik etmek vacib olur. Ancak, devlet başkanının çarşıda öldürülmesi, başkanın görevden alın­ması, insanları cuma namazından alıkoyan bir sabotaj gibi toplumu ilgilen­diren haberlerde sadece bir tek adamın rivayeti makbul değildir. Çünkü bu tür olaylar kalabalıklara mal olur ve kitle bundan haberdar olur. Böylesi olayların sadece bir adam tarafından farkedildiğini söylemek imkânsızdır. Denirse ki: Rasulullah (s.a.v.)'ın taabudi konulardaki davranışlarının yaygın olarak bilinmesinin ölçüsü nedir? Şöyle cevap veririz: Aklen bunun cevazı­na dair delil istiyorsanız yok. Bunun ne Ölçüde vaki olduğunu soruyorsanız, bunu Rasulullah (s.a.v.)'ın davranışlarından çıkarıyoruz. Bize gelen haber­leri yapı itibariyle gözden geçirecek olursak dört çeşit olduğunu görürüz. Bi­rincisi; Kur'an'dır ki, bunun büyük bir yaygınlık kazandığını pekâlâ biliyo­ruz. İkincisi; İslam'ın beş esasıdır ki, avam havâss herkes bunu yaygın olarak bilir. Üçüncüsü; zaruriyetten sayılmayan muamelat kaideleridir (nikâhın ve bey'in usulü gibi) ki, bunlarda tevatür derecesinde bilinir. Talak, köle azadı gibi muamelat ise ilim ehli nezdinde pek iyi bilinir. Dördüncüsü; namazı bo­zan şeyler, tahareti bozan şeyler vb. konulardaki nakillerdir ki bunların yay­gın olarak bilinenleri de vardır bilinmeyenleri de."[618]

Gazâlî'nin sözlerinden özetle şu sonucu çıkarabiliriz: Bir iş kamuyu alakadar ediyorsa yaygın olarak bilinir ve umuma gizli kalması düşünüle­mez. İslam'ın beş temel esası avamıyla havâssıyla bütün toplumda bilinir. Muamelat kuralları da en azından ilim erbabınca tevatür düzeyinde bilinir. Dolayısıyla kadının yüzünü kapatması zaruri olsaydı, başka bir deyişle ka­dın yüzü avret sayılsaydı bütün müslüman hanımları arasında bilinip uygu­lanamaz mıydı?, erkekler de bu hususa lakayd kalır mıydı? Bu gerek saadet asımda, gerek daha sonraları için de geçerlidir. Mütekaddimin fakihlerin bü­yük çoğunluğu (üç beş kişi hariç) icma (en azından icma'a yakın bir ittifak) etmişlerdi ki kadının avretti yüz ve eller hariç tüm bedenidir.[619] Bu sebeple emin bir şekilde şunu söylüyoruz: Avret mevzuunda dikkate alınması gere­ken görüş, çoğunluk alimlerin tercih ettiğidir. Şaz görüşlere itibar edilmez. Hele de dinin zaruretlerinden olup da avam havas herkesin bilmesi gereken konularda.

Üçüncü karine:

Yüzü açmak insan hayatının doğa! bir gereğidir. İnsanlık tarihinin her döneminde yüz hep açık kalmış olup bir nevi fıtrat halini almıştır. Önceki peygamberler zamanında da bu böyleydi. Bu konuyla ilgili hadisi ikinci bö­lümde ele almıştık:

"İbrahim (a.s.) Sare ile birlikte hicret etmişti. Bir köye girdiklerinde... (krala), İbrahim'in çok güzel bir kadınla birlikte geldiğini söylediler."19

Nebilerinden öğrendiği üzere dinlerini yaşayanların da davranışı bu şe­kilde idi. Modern uygarlıktan önceki asırları boyunca doğuda olsun batıda olsun kadınlar uzun ve bol elbiseler giyer, başlarını eşarpla örterlerdi. İsmail peygamberlerden arda kalan bir sünnet olarak devam ediyordu. Kadınların tamamına yakını devamlı olarak entari ve başörtüsü giyerlerdi. Peçe ise, çok az olarak ve genellikle üzüntülü zamanlarda kullanılırdı.

İslamiyet gelince de başörtüsü -peçe değil- gerek Mekke gerekse Medi­ne dönemlerinde müslümanlann geleneklerinden oldu.

Haris b. Haris el-Gamidi'den rivayet edilmiştir: "Mina'da iken babama, kalabalığın sebebini sordum. Dedi ki, 'Bu insanlar, dinlerinden çıkan bir adam hakkında toplandılar. Bir de baktık Allah Rasulü (s.a.v.) insanları Al­lah'ı birlemeye ve imana davet ediyor. Onlar da ha bire karşı gelip diretiyor­lar. Güneş tepeye çıkıp dağılana dek onu üzüp sıkıntı veriyorlar. O arada bağn açık bir kız (ağlayarak) bir kap içinde su ve bir havlu getirip geldi. O da alıp şu içti ve abdest aldı. Sonra başını ona doğru kaldırıp şöyle dedi: "Yavru­cuğum, bağrını kapat. Baban için de (başına bir iş gelir mi diye) korkma. Bu kim, dedim. Bu, kızı Zeyneb, dediler."[620]

Enes (r.a.)'ten: "Uhud günüydü... Aişe binti Ebi Bekr ile Ümmü Sü-leym'i gördüm, ayaklarındaki halhallan görünecek kadar paçalarını sıva­mışlar, omuzlarında kırbalar hızla koşturup insanlara su dağıtıyorlardı."[621]

Ata b. Ebi Rebah -biraz önce geçen hadisinde- şöyle demiştir: "İbn Ab-bas bana dedi ki: 'Cennetlik bir kadın göstereyim mi?' 'Evet' dedim. 'Şu ka­dın, Şevde'dedi."[622]

Yüzü açmak, Rasulullah'in (s.a.v.) hanımlarının da sünneti idi. Onlara has olan hicab âyeti indikten sonra dışarı çıkacak olurlarsa yüzlerini de Ört­meye başladılar. Aişe'nin hadisi daha önce geçmişti:

"... Geldi, beni görünce tamdı. Hicabtan (âyetinden) önce beni görürdü. O'nun 'inna lillah...' sözleriyle uyandım. Hemen cilbabımla yüzümü kapa­dım."

Dördüncü karine:

Hayatın gerekleri yüzü açmayı gerekli kılmaktadır.[623]

1- Yüzün açık oluşu insanların tanışmasına karakter ve ahlâklarını tanı­masına imkân verir. Kaffal, "kendiliğinden görünen ziynetler hariç" âyetini tefsir ederken şöyle diyor: "İslam'ın prensipleri hayatta uygun, kolay ve hoş­görülüdür. Kadının yüz ellerinin görünmesi gerekli bir şey olmasaydı, avret olmadığı konusunda ulema ittifak etmezdi."[624]

Ulemanın zikrettiği bir fıkıh kaidesidir: "İhtiyaçlar zaruret makamına iner.[625]

İbn Kudame şöyle demiştir; "Nebi (s.a.v.)'nin: 'Kadın avrettir' dediği ri­vayet edilmiştir. Bu genel bir ifadedir. İhtiyaç gerekçesiyle yüz istisna edil­miştir."[626]

Kendi kendimize şöyle bir soru sorabiliriz: Kadının yüzünü açması has bir ihtiyaç mı yoksa her zaman ve mekanda görülen bir sürekli ihtiyaç mıdır? Çeşitli günlük muameleler esnasında kadının yüzünün açık bulunması gere­ğine İlişkin olarak Hanbeli ulemasından İbn Kudame şöyle der: "Şahidin, sa­nığın yüzüne ve gözüne iyice bakmış olması beklenir. Ahmed şöyle der: "Gözüne iyice bakıp tanımadığı bir kadın hakkında şahitlik yapmak doğru olmaz. Alış-veriş, kira gibi mumelelerde kadının yüzüne bakmalı ki tanıya­bilsin ve gerektiğinde (kalan borcun tahsili vb. durumlarda) ona müracaat edebilsin..." Ahmed'den gelen başka bir rivayete göre, genç kadının yüzüne bakmak bu durumda da mekruhtur. Ancak benim kanaatime göre Ahmed bunu, bu tür zaruri muamelelere ihtiyacı olmayan genç kadınlar için söyle­miştir. Bir de kendisine hakim olamayan kimselerin çabucak fitneye düşme ihtimalini hesaba katarak böyle demiş olabilir. Yoksa, ihtiyaç varsa ve şehe­vi bir arzu yoksa bu tür muamelelerde kadının yüzüne bakmakta beis yok­tur.[627]

Ben de diyorum ki: Şahitlik esnasında sanığın tanınabilmesi için, ola­yın geçtiği zamanda kadının yüzüne bakmış olması gerekmez mi? Kadınla­rın yüzü sürekli olarak açık olmazsa bu nasıl gerçekleşecek?

Şafii ulemasından Nevevi'nin Mecmu'unda şu kayıt yer alır: "Ticari muameleler esnasında kadın ile erkeğin birbirinin yüzüne bakması caizdir. Yoksa kim kimden ne alıp ne vereceğini bilemez. Şahitlik konusunda da böyledir."[628] Keza şöyle denir: "Satmak için, almak için, vermek için, teslim almak için yüzün ve ellerin açık olması gerekmektedir."29

Bizim düşüncemize göre, hayatta mevcut olan binbir türlü muameleler esnasında muhatabın genç mi ihtiyar mı, esmer mi beyaz mı, somurtkan mı güleryüzlü mü, hüzünlü mü sevinçli mi, razı mı kızgın mı... olduğunu anla­mak için yüzün açık olması gerekir. Bu bazen zaruri, bazen hâci, bazen de tahsini bir maslahat gereği olur.

2- Yüzün açık oluşu yakın akrabaların biribirini tanıyıp sıkı iletişim kurmasına yardım eder.

Gençler amcalarının, halalarının, dayılarının ve teyzelerinin kızlarını tanır. Genç kızlar amcalarının, halalarının, dayılarının ve teyzelerinin oğul­larını tanır. Yine gençler amcalarının ve dayılarının hanımlarını tanır, genç kızlar halalarının ve teyzelerinin kocalarını tanır. Adam baldızlarını, kadın kayınlarını tanır. Ancak yüz bütünüyle kapanır ve ev içinde de haremlik uy­gulaması olursa akrabalar nasıl tanışıp görüşecek? Hastalıkta birbirlerini na­sıl ziyaret edecekler? Yolculukta nasıl yolcu edip nasıl karşılayacaklar? Al-lahu Teala'nın bizden istediği akrabalık bağlarını koparmamız değildir. "Zi-netlerini kocaları ve babaları dışında kimseye göstermesinler" mealindeki âyetin mü'min hanımlardan istediği (şehveti tahrik eden) güzelliklerini ka­patmalarıdır. Yoksa bundan murad asla görünmemeleri değildir. Vücudun bütünüyle engellenip gösterilmemesi, yani hicab[629] sadece Peygamber ha­nımlarına mahsus idi. Bunu dördüncü kısmın ikinci bölümünde bütün tefer­ruatıyla ele alıp isbat etmiştir.

Akraba ilişkileri konusunda şu örnekleri iyice eiüd edelim:

Amca kızıyla: Aişe (r.a.) demiştir ki: "Allah Rasulü (s.a.v.) Abdulmuttalib oğlu Zübeyr'in kızı Dubâ'a'nın yanına girip 'galiba haccetmeyi murad ettin' dedi. O da: 'Bu konuda çok muzdaribim' dedi. [630](Kadın Mikdad b. Es-ved'in hanımıydı.)"[631]

Dubâ'a Rasulullah (s.a.v.)'ın amcası Zübeyr'in kızı idi.

Ümmü Hani şöyle demiştir: "Fetih günü Fatıma gelip Rasulullah (s.a.v.)'ın soluna, Ümmü Hani de sağına oturdu. Velide içinde içecek olan bir kap getirdi. Onu alıp bir miktar içtikten sonra Ümmü Hani'ye verdi. O da alıp bir miktar içti...'[632]

Ümmü Hani Rasulullah (s.a.v.)'ın amcası Ebu Talib'in kızıdır.

İbn Ebi Huseyn'den: "Ebu Leheb'in kızı Dürre, Haris b. Abdullah b. Nevfel'in hanımıydı. Ukbe, Velid ve Ebu Müslim adlarında çocukları oldu. Daha sonra Medine'ye Rasulullah (s.a.v.)'ın yanına geldi. İnsanlar onun ebe­veyni hakkında dedikodu yapmaya başladı. O da Rasulullah (s.a.v.)'a gelip dedi ki: 'Ya Rasulullah, kâfirlerin doğurduğu benden başka kimse yok mu? Bu da ne oluyor, deyince (kadın); Medine halkı annem ve babamla ilgili bir sürü dedikodu çıkardı, dedi. Rasulullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: 'Öğle nama­zını müteakip seni görebileceğim bir yerde dur... Namaz bitince Rasulullah (s.a.v.) arkasına dönüp cemaata şöyle dedi; 'Ey insanlar! Sizin nesebiniz var da benim nesebim yok mu zannediyorsunuz? Ömer (r.a.) yerinden fırlayıp: 'Seni kızdıran Allah'ı da kızdırmış demektir' dedi. Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle dedi: 'Bu benim amcamın kızıdır, kimse ona kötü söz söylemesin."[633]

Amca hanımıyla: Ümmü'1-Fadl şöyle demiştir: "Rasulullah (s.a.v.) evimdeyken (çölden) bir Arap gelip dedi ki: 'Ey Allah'ın Nebisi, yeni bir ha­nımla evlendim. Daha sonra ilk kanmın ikinciyi bir iki defa emzirmiş oldu­ğu ortaya çıktı. Allah Rasulü (s.a.v.) şöyle buyurdu: 'Bir iki emzirme haram kılmaz."[634]

Ümmü'1-Fadl, Rasulullah (s.a.v.)'m amcası Abbas'ın hanımıdır.

Yeğenin hanımıyla: Cabir b. Abdiliah anlatır: "Nebi (a.s.) Esma binti Umeys'e şöyle dedi: 'Bana ne oluyorda yeğenlerimin bedenlerini zayıflamış görüyorum, yoksa açlık mı çekiyorlar?10 da: 'Hayır, ama onlara çok çabuk göz değiyor.' Buyurdu ki: 'onlara rukye yaptır."[635]

Umeys kızı Esma, Rasulullah (s.a.v.)'ın amca oğlu Cafer'in hanımıdır.

Baldızla: Aişe'den: "Hatice'nin kardeşi Hale binti Huveylid Rasulul-lah'm (s.a.v.) yanma girmek için izin istedi. Allah Rasulü (s.a.v.) (sesi duyar duymaz) Hatice'yi hatırlayıp sevindi ve 'Allah'ım, bu Huveylid kızı Hale...1 dedi."[636]

3- Yüzü açmak kadını sosyal hayata katılma konusunda cesaretlendirir.

Değişik hayır hizmetlerde erkeklerle beraber çalışmaya teşvik eder. Ama yüzün kapalı oluşu onu çekingenliğe, köşesine çekilmeye iter. Oysa kadının da gerek kendi başı için gerekse toplum için faydalı olan ama erkek­lerin icra ettiği merasimlere ve faaliyetlere katılması maslahat gereğidir. Bu, günlük hayatı kolaylaştıran şeylerden başlayıp sosyal, siyasi ve mesleki bir­çok alanda gereklidir. Bu hususa Örnek teşkil edecek birçok önemli örneği üçüncü kısmın beşinci bölümünde aktarmıştık. Ne var ki yüzünü kapatmak zorunda kalan bir kadın bu nimetlerden mahrum kalacaktır,

4- Yüzün açık oluşu toplumsal kontrolü kolaylaştırır.

Toplumsal kontrol, zayıf karakteri fertlerin suça teşebbüsünü önleyen önemli bir mekanizmadır. Yüzü açık olan ve tanınacağı, akrabalarından biri tarafından görüleceği korkusu taşıyan bir kadının suça yönelmesi elbette çok daha zordur. Tanınma ve rezil olma korkusu kuvvetli bir caydırıcıdır. Oysa yüzü kapalı olan biri iyice cesaretlenerek, tanınmayacağından emin olarak suça kolayca yönelir.

5- Yüzün açık oluşu sosyal güvenliğe katkıda bulunur.

Yüzün kapanması, şahsın karakterini büsbütün gizler. Özellikle biribi-rini tanımayan devasa kalabalıkların yaşadığı medeni kentlerde, kadınlar da meslek icabı veya ev ihtiyaçları sebebiyle sık sık dışarı çıkmak durumunda olduğundan yüzün açık olması daha bir ehemmiyet kazanır. Böyle ortamlar­da yüzün kapanması, sosyal güvenliği tehdit eden şer faaliyetlerini körükle-yebilir. Kötü niyetli kişilerin kadın kılığında kadınlara her yerlere sızması, veya bu kılıkta suç işlemesi gibi tehlikeler arzeder ki bu şekildeki bir suçluyu görenler de şahitlik yapamaz suçlu da kolayca kaybolur.

Çöl bölgelerinde veya küçük yerleşim birimlerinde iki gözü açıkta bıra­kan peçenin kullanılmasında bir beis yoktur. Buralarda peçe ne sosyal gü­venliği tehdit eder, ne de sosyal kontrolü engeller. Çünkü insanlar birbirleri­ni tanırlar. Kabile hayatı hakimdir, bir çoğu da süslenme maksadıyla kullanı­lır. Peçe yüzünden de hiçbir faaliyetlerini bırakmazlar.

6- Yüzün açık oluşuna alışkanlık kesbetmek fitne korkusunu azaltır.

Bilinen bir şeydir ki, alışılagelen şeyler insanı fazlaca etkilemez. Ka­dınların sürekli yüzü açık dolaştığı bir yerde yaşayan müslümanın açık yüz görme sebebiyle fitneye düşmesi uzak bir ihtimaldir. Elbette nefis taşıyan herkes onunla mücadele edecektir. Ancak bizim sözünü ettiğimiz, fitnenin hayattan sökülüp atılması değil, hafifletilmesidir. Oysa ki, kadınların sürekli olarak yüzünü örttüğü bir toplumda yaşayan bir müslüman erkeğin açık yüz görmekle fitneye düşme ihtimali çok daha yüksektir. Bu konuda İbn Badis şöyle diyor: "Günümüdeki topluluklardan -ki bir çoğu kırsal alanlarda ya­şar- kadınların sürekli olarak yüzü açık dolaşması sebebiyle buna o denli alışmışlardır ki buna hiç dikkat etmezler. Bu gibi topluluklardan yüzü ört­meleri istenmez. Ancak 'gözü sakınma' emri ile 'bakışı yenileme' haramı da ortadan kalkmaz. Yüz örtme alışkanlığının yaygın olduğu şehirlerde ise açık yüz, dikkatleri üzerine çekmektedir."[637]

Ben şunu tavsiye ediyorum. Yüz Örtme alışkanlığının yaygın olduğu müslüman toplumlarda da -yukarıda sıraladığımız önemli gerekçelerden dolayı yüzün açılması lazımdır. Ancak bunun tedricen, yavaş yavaş yapıl­ması ve erkeklerin de fitneye düşmeden buna alışkanlık kesbetmesi gerekir.

7- Yüzün açık oluşu kadının utanmasına ve gözünü sakınmasına yar­dımcı olur.

Yüzü bütünüyle kapalı olan kadın, görülmediğinden emin olarak ya­bancı erkeklere bakar. Büyük takva sahibi olmadıkça kendine hakim olacak fazla kimse bulunmaz bu durumda. Oysa yüzü açık olan kadın, yüzü ve gözü göründüğünden hayalı davranmak, bakışlarını kontrol etmek zorunda kalır.

8- Yüzün açık oluşu psikolojik sağlık (ruh sağlığı) açısından da gerekli­dir.

Yüzün açık olması durumunda, Allah'ın fıtratımıza koymuş olduğu şe­hevi duygular doğal mecrasında ve ölçülü olarak karşı cinse akar. Sapkınlık göstermez. Çok güçlü karaktere sahip az sayıdaki insanlar dışında kalan ço­ğunluk için bunun büyük önemi vaidır. Nadiren sının aşıp fitneye düşenler de çıkmakla beraber karşı cinse duyulan şehevi istek normal yönde devam eder, inhiraf etmez.

Halbuki karşı cinsi görmeye asla fırsat vermeyen yüzü bütünüyle ka­patma davranışı, insanı kendi cinsine yönelmeye iter. Bu olgu çağımızda da gözlemlenmekte olan, önceki çağlardan da vuku bulmuş acı bir gerçektir. Bizzat kendim gözlemledim: Kadının yüzü açık olarak dolaştığı ve normal bir şekilde hayata iştirak ettiği toplumlarda sapıklık çok ender görüldüğü halde kadının tepeden tırnağa kapanıp köşesine çekildiği toplumlarda genç­ler arasında sapık ilişkilere daha yaygın rastlanmaktadır.

Bu günümüzdeki toplumlarda müşahede ettiğimiz bir olgudur. Önceki toplumlarda da benzer sapıklıkların vuku bulduğunu kitaplarımızdan öğren­mekteyiz. Mesela İbn Teymiyye'nin Fetava'sında yer alan ve 'sohbet-i mer-dan1 konusunda yöneltilen şu soruya bakalım:

'Şeyhu'l-İslam Takiyyuddin Ahmed b. Teymiyye'ye Özellikle fakir de­likanlılar arasında rastlanan 'erkek dost' edinme olayının hükmünü sordu­lar... şöyle cevapladı: 'Sohbet-i merdan' meselesi, körpe parlak bir delikan­lıyla halvet etmektir (kimsenin göremeyeceği emin bir yerde başbaşa kal­maktır) ki, İslam'ın şiddetle yasakladığı fahiş münkerlerden olduğu gibi Ya­hudi ve Hıristiyanlıkta da yasaklanmıştır.

Bu tür başbaşa kalış büyük bir töhmet içerdiğinden arif şeyhler de genç­leri uyarıyordu. Fethu'l-Mevsıli şöyle der: "Otuz abdal ile karşılaştım. Ki­minle görüştüysem ayrılırken körpe delikanlılara karşı dikkatli olmamı tem­bihledi'. Ma'ruf-ı Kerhi de şöyle diyor: 'Bu işten nehyolunuyorlardı.' Tabiin­den bazıları şöyle demiştir: 'Bir delikanlıyla oturup konuşmaktan, bir yırtıcı hayvanla oturmaktan daha çok korkarım.' Süfyan-ı Sevri ile Bişr-i Hafi de şöyle demiştir: 'Kadının yanında bir şeytan gezer. Körpe delikanlıların ya­nında ise iki şeytan..."[638]

Keza Şeyhu'l-İslam'a şöyle bir soru yöneltildi: "Gençlerle fazla haşir neşir olan, çocukları kucaklayıp Öpen ve bunu Allah için sevdiklerinden do­layı yaptıklarını, bunda bir beis ve günah olmadığını iddia edip, kaldı ki on­ların baba, amca ve kardeşlerinin de bunu bildiğini, buna rağmen rahatsızlık duymadığını söylüyorlar. Bunlar hakkında Allah'ın hükmü nedir? Bir müs-lümanın bunlara karşı tutumu ne olmalı?' Şöyle cevapladı: 'Körpe delikanlı ve çocuk, birçok konuda yabancı kadın hükmündedir. Zevk duyarak öpmek caiz değildir. Sadece babası, kardeşi gibi kesinlikle şehvet duymayacak ya­kınları öpebilir. Keza, ulemanın ittifakıyla, bunlara şehvet duyarak bakmak da caiz değildir. Böyle bir korku duyanın bu tür taüı çocuklara bakması cum­hura göre haram olur. Ancak çeşitli ahş-veriş muameleleri veya şahitlik gibi ihtiyaçlar sebebiyle onun yüzüne bakabilir..."Hadis kitaplarında Nebi (s.a.v.)'nin şöyle dediği rivayet edilir: "Lut kavminin fiilini yaparken yaka­ladığınız kişileri, yapanı da yapılanı da öldürünüz."[639] Bu sebeple sahabe de bu gibilerin katli hususunda ittifak edilmiştir. Kimisi recmedilir, derken kimisi ağır bir taşa bağlanarak yüksek bir yerden atılır demiş, kimileri de ateşte yakılması gerektiğini söylemiştir. Sonuç olarak selefin büyük çoğun­luğu ve fakihler, dul olsun bekâr olsun, hür olsun köle olsun bu fiile bulaşan­ların recmedilerek öldürülmesi gerektiği hususunda ittifak etmiştir.[640]

Ben de diyorum ki; cinsel duyguların sapmasıyla ortaya çıkan hem cins fuhşiyannın cezası, zinaya varsa bile kadın-erkek arasındaki yasak ilişkilere verilen cezadan daha ağırdır. Zira zina eden bekârlara yüz sopa vurulur, rec-medilmezler.

Beşinci karine: Yüzü kapatmamda meşakkat, açmada kolaylık vardır. Allah Teala şöyle buyurur: 'O size dinde zorlur kılmamıştir...' Ulemanın sık­ça kullandığı bir fıkıh kuralı vardır: 'Meşakkat teysiri celbeder.'

İbn Kudame Muğni'sinden şunu kaydeder: "Bazı arkadaşlarımız (mez-hip fakihlerimiz) şöyle der: 'Kadın avrettir' hadisi gereğince kadir tepeden tırnağa avrettir. Ancak örtül meşindeki meşakkat sebebiyle yüz ve ellerin açılmasına ruhsat verilmiştir."[641]

İbn Teymiyye, "bunun namazda örtülmesinde büyük meşakkat var­dır," [642] derken yüzü ve elleri kasdeder. Bizce namaz dışında bu uzuvların ka­patılmasında çok daha büyük meşakkat vardır.

Ne gibi meşakkat, kafada toplanan duyu organlarının normal çalışma­sının engeller. Oysa yüz açık iken bu organlar, Allah'ın kendilerine yüklen-diği görevi mükemmel bir şekilde yerine getirilir. Bu duyular, görme, koklama, tatma, nefes alma, konuşma vb. Kurtubi kadının yüzü bahsinde ne güzel söylemiş: "Onda birçok menfaat ve bilgi alma yollan bulunmaktadır.'[643]

Yüzü açmak, sıcak iklimlerde bunalmayı bertaraf eder. Kadın, özellik­le yazın sıcaktan kaynaklanan sıkıcı duruma bir de yüze fazladan örtü Örte­rek iyiden iyiye bunalmak zorunda kalmaz. Bu husus, müslüman toplumla­rın sıcak iklimin hakim olduğu bölgelerde yoğunlaştığı göz önüne alınıdı-ğmda daha iyi anlaşılacaktır. [644]

 

KADININ YÜZÜNÜ AÇMASNIN MEŞRUİYETİ KONUSUNDA MUKADDİMİN FUKAHANIN İTTİFAKI

 

Fukahanın Yüzü Açmanın Meşruiyetine İlişkin Fukaha Görüşleri:

 

1. Mezhep kitaplarından: Hanefi mezhebi:

SERAHSİ (ö. h. 490) Mebsut'unda şöyle der: "... Kadının başı avrettir." Peygamber aleyhisselam şöyle buyurmuştur: "Allah, hayız çağına gelmiş bir kadının namazını başını örtmedikçe kabul etmez."[645]

Aynı kaynakta şöyle geçer: "Örtülmesi gereken bir avret olduğu halde -çünkü fitneye sebebiyet vermesinden korkulur- İhram'a giren kadın yüzünü örtmez. Bu hüküm icma ile sabittir... Kadın -namaz bahsinde de açıkladığı­mız gibi- en güzel şeklide örtünmek için gerekeni yapmalıdır. Bu yüzden dikişli elbise ve ayakkabı giyer, başını örter. Ama yüzünü Örtmez."[646]

Merginani (ö. h. 593) Hidaye'de şöyle diyor: "Rasulullah'ın (s.a.v.) 'Kadın örtülü bir avrettir1 hadisi gereğince hür kadının -elleri ve yüzü hariç-tüm bedeni avrettir. İki uzuv, gösterilmesine engel olunamayan bir özellik arz ettiği için umumi belva kapsamına dahil edilmiştir."[647]

Keza Hidaye'de şöyle deniyor: "Yüzünü açması fitne olmasına rağmen kadın ihramlıyken yüzünü Örtmez."[648]

el-İnaye adıyla Hidaye'ye yazdığı şerhte Baburti (ö. h. 786) şöyle diyor: "Umumi belva sebebiyle sözü, şu anlama gelir: Kadın bir takım şeyleri eliyle alıp verecek, özellikle mahkeme, şahidlik vb. durumlarda yüzünü açmak zo-runda kalacaktır. Hasan Ebu Hanefe'den (ö. h. 150) rivayet edilmiştir: Ayak, avret değildir... Çünkü yayan ya da nalın ile yürürken ayak ister istemez görünür."[649]

Kemal b. Hümam (ö. h. 179) Muvatta 'da şöyle diyor: "İmama sormuş­lar, kadın mahremi olmayan (yabancı) erkeklerle veya kölesiyle yemek yi­yebilir mi? diye. "Bunda bir sakınca yoktur demiş": [650]Tabii bu, Örfle kadınla erkeğin beraber yemesi normal karşılanıyorsa bu hükmü alır. (Yani toplum­da geçerli olan bir uygulama olması halinde) Devamla şöyle demiştir: Koca­sı olduğu halde ya da kocası yokken yabancılarla yemek yiyebilir."[651]

Muvatta şerhi Münteka'nın sahibi Ebu'l-Velid el-Baci (ö. h. 494) şöyle diyor: "Kadın kocası varken de yokken de mahremi olmayanlarla yemek yi­yebilir" sözü, erkeğin kadının yüzüne ve ellerine bakmasının mubah olması­nı gerekli kılmaktadır. Zira yemek yerken bu uzuvların görünmesi kaçınıl­maz olur. Bu konuda ihtilaf edilmiş olmakla birlikte Allah Teala şöyle bu­yurmaktadır: "Kendiliğinden görüneni müstesna zinetlerini açığa vurmasın­lar." Abdullah b. Mes'ud demiştir ki: Zinet iki türlüdür, biri zahiri zinettir ki elbisedir... Said b. Cübeyr Abdullah b. Abbas'tan "Kendiliğinden görünen" kısmın yüz ve eller olduğu görüşünü aktarmıştır. Ata da aynı görüştedir. İbn Bukeyr bu gölüsün İmam Melik'e ait olduğunu söylemiştir."[652]

et-Tac ve'1-îklil sahibi Ebu'l-Kasım el-Abderi diyor ki: "İmam Maük'in bu sözünden yabancı erkeğin kadının ellerine ve yüzüne bakabileceği sonu­cu çıkmaktadır. Çünkü başka türlü yemek yemenin imkânı yoktur."[653]

Keza Muvatta'da şöyle diyor: "Malik ilim ehlinin şöyle dediğini işit-miştir: Bir kadın ölür de onu yıkayacak bir kadın bulunamazsa, erkek mahre­mi de yoksa kocası yıkar. Kocası da yoksa, elleri ve yüzü meshedilerek top­rakla teyemmüm ettirilir."[654]

İbn Rüşd (ö. h. 595) Bidâyetü'l-Müctehid'te şöyle der: "Her iki sınıf (kadın ve erkek) birbirlerinin teyemmüm uzuvlarına bakabilir. Bu yüzden Malik, yabancı bir erkeğin herhangi bir kadına (tabii bu ölümü halinde) teyemmüm ettirebileceğini ve sadece ellerini ve yüzünü -bu iki uzuv avret olmadığı için- meshedebileceğini belirtmiştir."[655]

el-Müdevvenetü'1-Kübra'da şu kayıt yer alır: "Kadın, saçı, göğsü, ayak­larının üstü ya da bilezik yerleri göründüğü halde namaz kılmış ise, vakit çıkmamışsa iade etmelidir."[656]

İmam Malik'in, yüzü açıldığında namazın iadesi lazım gelen uzuvlar arasmda saymaması, yüzü açmanın caiz olduğuna ve yüzün avret sayılmadı-ğına delalet eder.

Muvatta şerhi Münteka'da şöyle denir: "Hür kadının elleri ve yüzü hariç tüm bedeni avrettir... Arkadaşlarımız bu hükmü şu âyet-i kerimeden çıkar­mıştır: "Kendiliğinden görüneni müstesna zinetlerini açığa vurmasınlar." Kendiliğinden görünen iki el ile yüzdür. Müfessirlerin büyük çoğunluğu bu­nu böyle yorumlamıştır. Kadın yüzünün -aynen erkek gibi- avret olmayıp a-çılması gerektiğine delalet eden bir hüküm de onun ihramda yüzünü kapat­masının yasak oluşudur."[657]

İbn Abdilberr (ö. h. 463) Kafı'de şöyle diyor: "Namazda elleri ve yüzü [658]dışında hiçbir yerini açmaması, kadının tüm vücudunun -bu iki uzuv hariç-avret olduğuna delildir."[659] "Kadının bütün vücudu avrettir ve el ve yüz hariç bu konuda icma edilmiştir."[660] "Aişe'nin (r.a.) itikafta olmadığının delilidir. Şayet el avret olsaydı, itikafta bulunan Rasulullah'a (s.a.v.) saçını taraması ellerin avret olmadığının delilidir. Şayet el avret olsaydı, itikafta bulunan Rasulullah'a (s.a.v.) dokunmazdı. Keza kadının ihramlıyken eldiven takma­sı yasaklanmıştır. Elleri ve yüzü hariç tüm bedenini örtmesi emredilmiştir. Namazda ellerini ve yüzünü açması emredilmiştir. Tüm bunlar ellerle yüzün avret olmadığının delilidir. Bizce bu konuda söylenenlerin en doğrusu bu­dur."[661]

Biz de deriz ki: İmam Malik'in kadının avreti konusundaki görüşünün özel bir önemi vardır. Çünkü İmam Malik, görüşlerini sahih sünnete dayan­dırdığı gibi, bunun yanında Medine halkının uygulamasına da dikkat etmek­tedir, medine halkının uygulamasının delil olup olmayacağı konusunda İbn Rüşd şunları söyler:

"Bana göre uygulamanın şer'i delil sayılması, Ebu Hanife'nin umumu belva gerekçesine benzemektedir.

Ve selefi izleyen hayırlı bir hedef olarak sünetleri titizlikle uygulayan Medine halkının ameli (uygulaması), Ebu Hanife'nin ortaya koyduğu "umumu belva" delilinden daha kuvvetlidir. Çünkü Medine halkı, örnek alınmaya daha layıktır. Amel (uygulama) nakille birlikte gelir ve mutabık olursa zann-ı galip ifade eder. Yok uyuşmazsa zayıf bir zan ifade eder. An­cak amele ilişkin haberler, sabit ahad rivayetlere aykırı olacak olursa bakılır:[662]

îbn Teymiyye diyor ki: "Herhangi bir meselede iki delil -mesela iki ha­dis veya iki kıyas- çatışacak ve hangisinin muraccah olduğu da bilinmeye­cek, ancak biriyle Medine halkı amel etmiş olursa bakılır: Malik ve Şafii'ye göre Medine halkının ameliyle desteklenen görüş tercih edilir. Ebu Hani-fe'ye göre bu, bir tercih sebebi olmaz. Ahmed'in arkadaşları bu konuda ikiye ayrılır. Bir kısmı -Kadı Ebu Ya'la ve İbn Akil gibi- 'amel tercih sebibi olmaz1 derken, Ebu'l-Hattab ve diğer bazı müctehidler de "tercih sebebi olur" demişlerdir. Ahmed'den konuyla ilgili bu yönde bir görüş geldiği de söyle­nir. Şöyle demiştir: Medine ehli bir hadis söyler ve bununla amel de ederse en kesin delil budur. Bu uygulamaya göre fetva verilir."[663]

Şafii mezhebi:

Şafii (ö. h. 204) el-Ümm'de şöyle diyor: "Gerek kadın, gerekse erkek avret yerlerini tamamen kapatmadan namaz kılamaz. Necis olmamak şartıy­la avret yeri neyle örtülürse örtülsün caizdir. Erkeğin avreti göbeğiyle diz ka­pağı arası, kadının avreti de elleri ve yüzü hariç bütün bedenidir. Kadın ya da erkek namazda avretini kapatmazsa caiz olmaz. Kadın namazda sadece elle­rini ve yüzünü açar."[664]

Şirazi (ö. h. 476) Mühezzeb'de şöyle diyor: "Kendiliğinden görüneni müstesna zinetlerini açığa vurmasınar" âyeti gereğince eller ve yüz hariç kadının bütün bedeni avrettir. İbn Abbas; kendiliğinden görüneni eller ve yüz olarak tefsir etmiştir. Nitekim Allah Rasulü (s.a.v.), ihramlı kadının eldiven ve peçe takmasını yasaklamşıtır. El ve yüz avret olsaydı örtülmeleri­ni elbette yasaklamazdı. Kaldı ki alış-veriş gibi ihtiyaçlar yüzün açık olması­nı zorunlu kılarken bir şeyler alıp vermek içinde ellerin görünmesi kaçınıl­maz olur."[665]

Bir başka yerinde şöyle diyor: "Nikahlamak istediği kadının ellerine ve yüzüne bakabilir. Başka yerlerine bakamaz, çünkü avrettir."[666]

Nevevi (ö. h. 676) Mecmu'da şöyle der: "Hür kadının avreti, elleri ve yüzü dışında bütün bedenidir."[667]

Hanbeli mezhebi:

Hiraki (ö. h. 344) Muhtasar'mda şöyle diyor: "Hür kadının namazda yü­zü dışında bir yeri açılacak olursa namazı, iade etmesi gerekir."[668]

Kelvezani (ö. h. 510) Hidaye'de şöyle der: Hür kadının avreti, yüzü ha­riç tüm bedenidir. Ellerin avret olup olmadığı konusunda iki görüş var­dır..."[669]

İbn Hubeyre (ö. h. 560) el-İfsah'ta şöyle diyor: Avretin sınırlan babı... Ahmed, iki rivayetinden birinde diyor ki: Elleri ve yü^ü hariç tüm benedi avrettir... Diğer rivayette ise şöyle diyor: Yüzü hariç tüm bedeni avrettir... Meşhur olan bu görüş olup Hiraki de bunu tercih etmiştir."[670]

İbn Kademe'nin (ö. h. 620) Muğni'sinde şu kayıtlar yer alır:[671]

"Kadının namazda yüzünü açabileceği hususunda hiçbir mezhep ithitaf etmemiştir. Ancak, elleri ve yüzü dışında hiç bir yerini açamaz. Eller konu­sunda iki rivayet vardır..."[672]

"(İhram yasaklarından) kadının örtünmesi hariç tutulmuştur. Çünkü yüzü dışında kadın baştan ayağa avrettir."[673]

"İlim ehli, nişanlanacak kızın yüzüne bakmakta bir sakınca olmadığı hususunda ittifak etmiştir. Çünkü yüz, avret değildir. Üstelik bütün güzellik­lerin toplandığı ve konuşurken bakılacak bir uzuvdur."[674]

İbn Kudame, "Kadın hayız çağına ulaşınca -elleri ve yüzünü gösterere-şu ve şu hariç hiçbir yerini göstermesi doğru olmaz" hadisini de aktararak "Ahmed (ö, h. 241) bu hadisi delil kabul ederek bununla amel etmiştir" no­tunu düşer.[675]

Mecdüddin İbn Teymiyye (ö. h. 652) el-Muharrer fx'l-Fıkh adlı eserinde şöy­le der: "Yüzü dışında hür kadının tüm bedeni avrettir. Eller konusunda iki ri­vayet vardır."[676]

Zahiri mezhebi:

İbn Huzm (ü. h. 456) Mukalla'da şöyle diyor: "Hür kadınlar hakkında Allah Teala şöyle buyurur: "Kendiliğinden görüneni müstesna, zinetlerini a-çığa vurmasınlar." Başörtülerini yakalarının üzerine koy(up boyunlarını ört)sünler. Süslerini kimseye göstermesinler. Yalnız kocaları..." Bu âyette göğsün ve boynun kapatılması emredildiği gibi, dolaylı olarak yüzü açma­nın mubah olduğu da belirtilmiştir. Başka türlü anlayamayız."[677]

İbn Hazm, İbn Abbas'ın bayram namazıyla ilgili 'kadınları gördüm ha-bire Bilal'ın elbisesine (mücevherlerini) atıyorlardı, elleri çekirge gibi gelip gidip duruyordu" mealindeki bir hadisi aktardıktan sonra diyor ki; "İbn Ab-bas,RasululIah'ın huzurunda kadınların ellerini görüyor. Demek ki kadının elleri ve yüzü avret değil. Bu ikisi dışındaki tüm bxlenini örtmesi farzdır."

Has'am kabilesine mensup kadınla ilgili hadisi aktardıktan sonra da şu açıklamayı yapıyor: "Şayet yüz avret olsaydı, Rasulullah (s.a.v.) bütün hal­kın önünde onun bu yanlışına göz yummayıp ikaz ederdi ve başörtüsünü yüzünden aşağıya sarkıtmasını emredirdi. Yüzünün örtülü olabileceği ihti­mali son derece zayıftır. Çünkü böyle olsa İbn Abbas'ın onun güzel mi yoksa çirkin mi olduğunu anlayabilmesi mümkün olmazdı."[678]

2. Fukahanın mezhep imamlarından aktardığı görüşler:

İbn Abdilberr Temhid'de şöyle diyor: "Malik, Ebu Hanife, Şafii, bunla­rın arkadaşları, Evzai ve Ebu Sevr şu görüşü paylaşmıştır: Kadının, elleri ve yüzü hariç tüm bedenini kapatması gerekir. Ulema, kadının namazı elleri ve yüzü açık olarak kalması gerektiği ve peçeyle namaz küamayacağı hususun­da ittifak etmiştir. Eldiven giymesi de gerekmez. Çünkü el, avret değildir."[679]

Beğavi (ö. h. 516) Şerhu's-Sünne'de şöyle diyor: "Hür kadının namazda bileklere kadar elleri ve yüzü dışında tüm bedenini kapatması gerekir. Bu görüş İbn Abbas'tan rivayet edilmiş olup Evzai ve Şafii de aynı görüşte­dir."[680]

Keza Beğavi şu kayıtlara yer veriyor: "Nişanlanacak kıza bakma babı... îlim ehli bu konuda şu kanaate varmıştır: Bir adam nikahlamak istediği kadına bakabilir. Bu görüş Sevri, Şafii, Ahmed ve İshak'a aittir. Kadının izin verip vermemesi durumu değiştirmez. Ancak sadece ellerine ve yüzüne bakabilir. Kadın çıplakken ya da herhangi bir avret yeri açıkken bakması caiz değildir. Evzai ise, sadece yüzüne bakabilir, başka hiçbir yerine baka-maz, diyor."[681]

İbn Rüşd Bidâyetü'l-Müctehid'de şöyle diyor:"... Kadının avreti: Ule­manın çoğunluğu, elleri ve yüzü hariç kadının tüm bedeninin avret olduğu görüşünde birleşmektedir. Ebu Hanife, ayaklannın da avret olmadığı görü­şünde. Ebu Bekir t. Abdurrahman ve Ahmed (b. Hanbel) kadının tepeden tırnağa avret olduğu görüşünde."[682]

İbn Kudame Muğni'de şöyle diyor: "Ebu Hanife diyor ki: İki ayak, avret değildir. Çünkü, yüz gibi ayaklar da çoğu zaman kendiliğinden görünür... Malik, Evzai ve Şafii ise şu görüşü paylaşıyor: Elleri ve yüzü hariç, kadının tüm bedeni avrettir."[683]

3. Diğer bazı fukahanın görüşleri;

İbn Battal (ö. h. 449) şöyle diyor: "Has'am kabilesine mensup kadınla ilgili hadiste, fitne korkusu sebebiyle gözü sakınmak emredilmektedir... Keza bu hadis, Peygamber hanımları için bağlayıcı olan hicab emrinin sair mü'min hanımları kapsamadığına da delil teşkil etmektedir. Çünkü, bu emir tüm mü'min kadınları ilgilendirseydi, Allah Rasulü (s.a.v.) elbette o kadına yüzünü örtmesini emredecek ve Fadl'ın yüzünü çevirme ihtiyacını da hisset­meyecekti. Bu hadis kadının yüzünü örtmesinin farz olmadığına da delildir. 'Mü'min erkeklere söyle, bakışlarını kıssınlar (gözlerini kaçırsınlar)1 âyeti yüzün dışında kalan bedenle ilgilidir."[684]

Mütevelli (ö. h. 478) şu görüştedir: "... (Yabancı) kadın, çok güzel olur da fitne konusu olmasından korkulursa selam vermesi de alması da doğru olmaz. Biri vermişse karşı tarafın bu selamı alması mekruhtur. Ancak fitne konusu olmaktan uzak bir acuzeye selam vermek ya da onun verdiği selamı almak caizdir."[685]

Hafız İbn Hacer, Şafii olan Mütevelli'nin bu görüşüne şu açıklamayı ekler: "Bu görüşle Malikiler(in genç-ihtiyar ayrımı) arasındaki fark, gencin güzel olup olmaması noktasındadır. Salt genç, olmanın ötesinde asıl fitneye sebep olan güzelliktir."

Ben diyorum ki, genç mi, ihtiyar mı; güzel mi, çirkin mi olduğunu, yü­zü açık değilse nasıl bilebiliriz?

Beğavi şunları söylüyor: "Kadın hür ve yabancı ise erkeğe karşı tüm bedeni avret hükmündedir. O erkeğin -bileklere kadar elleri ve yüzü hariç kadının hiçbir yerine bakması caiz değildir. Nitekim Allah azze ve celle şöy­le buyurur: "Kendiliğinden görüneni müstesna, zinetlerini açığa vurmasın­lar." Bu âyetin tefsiri, eller ve yüz olarak yapılmıştır. Ancak "Mü'min erkek­lere söyle bakışlarını sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar" âyeti gereğince fit­ne korkusu sözkonusu olduğunda bir erkeğin yabancı bir kadının ellerine ve yüzüne bakması da doğru olmayıp gözlerini kaçırıp (dikkatini dağıtması) gerekir."[686]

İyaz (ö. h. 544) şöyle diyor: "Elleri ve yüzü kapatmak, Peygamber ha­nımlarına has bir durumdur... Bir zaruret olmadıkça onların -elleri ve yüzleri kapalı da olsa- dışarı çıkmaları caiz değildir."[687] Keza İyaz şöyle diyor: "Hi-cab farzı kendilerine mahsus olan Peygamber hanımlarına, ellerin ve yüzün kapatılması da farzdır. Şahitlik vb. durumlar da bile yüzlerini açması caiz değildir."[688]

İbn Rüşd şöyle diyor: "Bilcümle fukahaya göre, kocası öldüğü için id-det bekleyen kadının -zinet özelliği olmayan şeyler dışındaki- takı, sürme vb. erkeğin dikkatini çekecek süsler ile -siyah hariç- parlak renkli ve nakışlı elbiseler kullanması yasaktır... Fukahanın bu tür iddet bekleyen kadınların kaçınması gerektiği hususlarla ilgili görüşleri bu noktada temerküz etmekte olup birbirine çok yakındır. Hepsinde vurgulanan gaye, erkeği tahrik edici olmamasıdır... Zaten iddetin manası ve işlevi, yas tutan, ya da iddet bekleyen kadının erkeklere görünmemesi (ve onları tahrik etmesi), aynı zamanda ken­disinin de erkeklere (şehvet duygusuyla) bakmamasıdır. Bu da nesil emni­yetinin muhafazası için başvuruluna bir sedd-i zerai (yasağa set çekme, harama giden yolu kapama) yöntemidir,.."[689]

Ben de derim ki; iddet bekleyen kadının elleri ve yüzü açık olmazsa, sürme, kına ve takı gibi zinetlerinin görünmesinden ve bunun mahzurlu ol­masından nasıl söz edilebilir?

İbn Dakiki (ö. h. 702) diyor ki: "Bazıları 'Allah'ın kadın kullan Allah'ın mescidlerinden alıkoymayınız' hadisini tahsis ederek, ün salmış güzel ka­dınları istisna etmiş, onların mescide gitmesini sakıncalı görmüştür."[690]

Peki ama, yüzü açık olmadan güzel olup olmadığı nasıl bilinebilir?

En muteber eserlerinden dört mezhebin, diğer mezhep imamlarının ve değerli bir çok alimin görüşlerini uzun uzadıya aktardıktan sonra şu sonuca varıyoruz: Bütün mezheplerin temel kaynaklarında yer aldığı üzere yüz

avret değildir:

Hanefi Fıkhında, Mebsut, Hidaye ve Fethu'l-Kadir.

Maliki Fıkhında, Muvatta, el-Müdevvenetü'1-Kübra, en-Münteka, Şerhu'l-Muvatta, Temhid ve Kafi,

Şafii Fıkhında, Kitabu'1-Umm, Mühezzeb ve Mecmu'.

Hanbeli Fıkhında; Muhtasaru'l-Hiraki, Hidaye, El-İfsah an-Menai's-

Sıhah, Muğni, el-Muharrir fi'l-Fıkh.

Zahiri Fıkhında; Kitabu'l-Muhalla

Yüzün avret olmadığı hususunda müîekaddimin fukahanın ittifakı

Dört mezhep imamı -hatta bunların dışındaki imamlar- kadının yüzü­nün avret olmadığı hususunda ittifak etmiştir. Bu konuda mezheplerin delil­lerini ana kaynaklarından uzun uzun aktardık. Bu ittifak, fıkıh alimleri ara­sında olduğu kadar, hadis ve tefsir alimleri arasında da vukubulmuştur. Bu ittifak o derece yüksek bir kuvvet kazandı ki, bazı alimler bu ittifakı 'icma' diye isimlendirmiştir.

Tefsir imamları:

İmam Taberi (ö. h. 310) şöyle diyor: "Allah'ın 'kendiliğinden görüneni müstesna, zinetlerini açığa vurmasınlar1 âyetinin tefsiri zımmında söylenen­lerin en doğrusu 'yüz ve eller'dir... Bu görüşe, herkesin namazda avretini Örtmesi gerektiği konusundaki icmaı yorumlayarak vardım. Kadın namazda ellerini ve yüzünü açar, bu ikisi dışındaki tüm bedenini kapatır... Madem ki bu konuda icma vardır, aynen erkeklerde olduğu gibi avret olmayan yerleri göstermekte bir sakınca yok demektir. Avret olmayan yeri açmak haram de­ğildir. "[691]

Hadis imamları:

İbn Battal* şöyle diyor: "Yabancılar görse bile kadının namazda yüzünü açması gerektiği hususunda icma edildiğine göre demek ki kadının yüzünü örtmesi farz değildir."[692]

Hanefî imamları:

Serahsî şöyle diyor: "Avret olmakla beraber, ihramlı kadının yüzünü kapatamayacağı icma ile sabittir. Namaz bölümünde de belirttiğimiz üzere kadın ibadetlerini yüzü açık olarak yapar."[693]

Maliki mezhebi imamları:

İbn Abdilberr şöyle diyor: "Elleri ve yüzü hariç, kadının tüm bedeninin avret olduğu hususunda icma vardır...[694]Keza kadının namazda ve ihramda yüzünü açması gerektiği konusunda da icma edilmiştir."[695]

Kadı İyaz şu görüşte: "Yüzü örtmenin sadece Peygamber hanımlarına mahsus olduğu hususunda ihtilaf yoktur. [696] Diğer hanımlar için yüzü Örtme­nin mendup olup olmadığı konusunda ihtilaf edilmiştir."[697]

Şafii imamları:

Kaffal şöyle diyor: "Ellerin ve yüzün görünmesinin zaruri olduğu; dolayısıyla bunların avret olmadığı konusunda ittifak edilmiştir. Ancak aya­ğın görünmesi zaruri olmayıp bunun avret olup olmadığı tartışılmıştır. "[698]

Nevevi bu konudaki görüşleri şöyle özetiliyor: "Bizim mezhebimizde meşhur olan görüş, elleri ve yüzü hariç kadının tüm bedeninin avret olduğu­dur. Malik bir rivayete göre Ahmed ve diğer bazıları da bu görüştedir. (Evzai ye^Ebu Sevr gibi) Ebu Hanife, sevri ve Müzeni, ayakların da olmadığı söylenmiştir. Ahmed ise, sadec yüzü hariç tüm bedeninin avret olduğunu söyle­miştir."[699]

Böylece Nevevi, dört mezhep imamını ve bunların yanında Evzai, Ebu Sevr, Sevri ve Müzeni'yi de zikrederek konu üzerindeki ittifakı vurgulamış olmaktadır.

Hanbeli imamları:

İbn Hubeyre şöyle diyor: "Ebu Hanife, elleri, yüzü ve ayakları hariç tüm bedeni avrettir, demiştir. Maliki ve Şafii, elleri ve yüzü hariç tüm bede­ninin avret olduğunu söylemiştir. Ahmed ise, rivayetlerden birine göre elleri ve yüzü hariç; diğerine göre de sadece yüzü hariç tüm bedeninin avret oldu­ğu görüşündedir ki onun meşhur olan görüşü de budur."[700]

İbn Hubeyre de avretin sınırlan konusunda mezhep imamlarının ortaya koymuş olduğu ittifakı beyan etmiştir.

İbn Kudame ise şöyle diyor: "İlim erbabı arasında, (nişanlanacak) kadı­nın yüzüne bakmanın mubah olduğunda ihtilaf yoktur."[701] Ve ekliyor: "Ule­manın ekserisi kadının namazdayken yüzünü açması gerektiği konusunda icma etmiştir."

İbn Kudame'nin de ifade ettiği gibi, Ebu Hanife, Malik, Evzai, Şafii ve Ahmed, eller ve yüz hariç kadının tüm bedeninin avret olduğu kanaatinde-dirler.[702]

Genellikle imamlar, isabet etmesi de hatalı olması da muhtemel ictiha-di görüşlerle böylesi umumu ilgilendiren konularda ittifak etmemekle bera­ber yukarıda görüldüğü gibi kadının avreti konusundaki bu ittifak, i marnla­rın sağlam bir delile ve kesin bir rivayete dayandıkları ihtimalini kuvvetlen­dirmektedir. İmamların bu ittifakı Allah'ın ümmete bir nimetidir.[703]

Mütekaddimin ulemanın bu gibi ittifakları hakkında İbn'l-Kayyım, Î'lamu'l-Muvakkiin'de şöyle diyor: "Makbul görüşlerin üçüncüsü de, imam­ların uyuşup haleflerinin de onları takip ettiği konulardır. İmamların ittifak ettiği husus mutlaka doğrudur."[704]

İbn Teymiyye ittifakı benimsiyor, ancak diyor ki: "Namazda elleri ve yüzü örtmek, müslümanların ittifakıyla vacip değildir..."[705]

Yüzü örtmek "müslümanların ittifakıyla" vacip değilse açmakta bir be­is yok demektir. Bu, mütekaddimin ulemanın görüşlerine de uygun olup bu konuda icma olduğunu belirtmişlerdir. Ne var ki İmam İbn Teymiyye yüzü açmanın sadece namazda caiz oduğu görüşündedir. Bu görüş -ki ileride te­ferruatıyla ele alınacaktır- Özetle şudur: Fukahanın eller ve yüzü kapsayan istisnası sadece namazda sözkonusudur. Bu istisna namazın dışında taşıp da yabancı erkekler önünde yüzün açılmasına izin vermez. Biz, -ileriki sayfa­larda göreceğiniz üzere- bu iddianın isabetsiz olduğunu isbat ettik, tefsir, hadis ve fıkıh imamlarından aktardığımız görüşler, avretin tek olduğu ve namazda açılması caiz olan uzvun namaz dışında da caiz olduğu noktasında birleşmektedir. Buradan şu sonuca varabiliriz: İbn Teymiyye yüzün açılabi­leceği konusunda imamların ittifak halinde olduğunu kabul etmekte, ancak, bunun sadece namazla sınırlı olduğunu idia etmektedir. Kanaatimce bu, fukahanın ittifakına zarar vermeyecak şaz bir görüştür.

Şaz bir görüş mütekaddimin fukahanın ittifakını bozar mı? Değerli okuyucular için -Hanbeli mezhebi de dahil- değişik mezheplere mensup gö­rüşlerini ve mütekaddimin fukahanın yüzün avret olmadığı hususundaki itti­fakını, hatta icmaını nakletmiştik. Ancak, bütün bunlarla birlikte, kadının te­peden tırnağa kadar avret olduğunu söyleyenlerin de -şaz da olsa- çıktığını da unutmamak gerekir. Bu şaz görüşe değinen fakihler de olmuştur:

İbn Abdilber şöyle diyor: "Ebu Bekr b. Abdurrahman b. Haris demiştir ki; kadının tırnağına varana kadar her tarafı avrettir."[706]

Ebu'l-Velid el-Baci şöyle der: "Bazıları, kadının, vücudunun tamamım kapatması gerektiğin isöylemiştir."[707]

İbn Rüşd şu kayda yer veriyor: "Ebu Bekr b. Abdurrahman ve Ahmed kadının bütünüyle avret olduğu görüşündedir."[708]

ibn Kudame şöyle diyor: "Bazı arkadaşlanmız, 'kadın bütünüyle avret­tir. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) 'kadın avrettir' dediği rivayet edilmiştir1 de-mektedir. Ebu Beki- b. Haris de bu görüştedir. Şöyle diyor: Tü-nağına varana kadar kadını nbütün vücudu avrettir."[709]

Nevevi ise şöyle diyor: "Maverdi ve Mütevelli, Ebu Bekr b. Abdurrah­man et-Tabii'nden, kadının bütün bedeninin avret olduğunu rivayet etmiş-tir.[710]

Bu görüşleri aktardıktan sonra şu açıklamaları yapmak istiyoruz:

1. Kadının bütünüyle avret olduğun söyleyenlerin hepsi, bu görüşü Ebu Bekr b. Abdurrahman'a dayandırmaktadır. Sadece Ebu'l-Velid el-Baci isim vermeden "bazıları böyle demektedir" lafzıyla bahsetmektedir.

2. Kadı İbn Rüşd Ahmed b. Hanbel'in görüşünü Ebu Bekr b. Abdurrah­man'a dayandırmaktadır. Sanınz İbn Rüşd'ün ve diğer bazı alimlerin bu gö­rüşü İmam Ahmed'e izafe etmelerinde bir iltibas (karışıklık) vardır... Biraz sonra bu karışıklığı "Hanbeli fukahasının önceki fakihlerin ittifakına aykırı görüşü" başlığı altında müstakilken ele alıp açıklığa kavuşturmaya çalışaca­ğız.

Görüşlerini aktardığımız fakihler, 'tırnağına varana kadar kadının bütünüyle avret olduğu' görüşünün şaz olduğunu ifade etmiştir.

Ebu'l-Velid el-Baci, 'bazıları diyor ki' şeklinde bir tabir kullanarak bu görüşün zayıflığına ve şaz olduğuna işaret ediyor ve görüş sahibini açıkla­maya gerek görmüyor.

Nevevi; elleri ve yüzü hariç hür kadının bütün bedeninin avret olduğiî görüşünü paylaşan fakihleri sayarken "dört mezhep imamına ek olarak Ev-zai, Ebu Sevr, Sevri ve Müzeni" derken peşinden şu ilaveyi yapıyor: Maver­di ve Mütevelli Ebu Bekr b. Abdurrahman et-Tabii'nden kadının bütün bede­ninin avret olduğunu hikaye etmiştir."

İbn Kudame de Hanbeli mezhebinin, kadının yüzünü namazda açması gerektiği konusunda hem fikir olduğunu belirterek, elleri ve yüzü hariç tüm bedeninin avret olduğu görüşünde olanları "Malik, Şafii, Ebu Hanife ve Ev-zai" şeklinde saydıktan sonra şu ilaveyi yapıyor: "Bazı arkadaşlarımız da ka­dının bütünüyle avret olduğunu söylemiştir... Bu görüş Ebu Bekir b. Haris'e aittir."

İbn Abdilber bu görüşün şaz olduğunu açıkça beyan ediyor: "Ebu Bekr b. Abdurrahman b. Haris'in bu görüşü ilim erbabının görüşlerinden çok uzak kalmaktadır."

4. İbn Kudame, bazı arkadaşlarının "kadının bütünüyle avret olduğu görüsünü savunduğunu" belirtirken sonra şöyle diyor: "Ne var ki elleri ve yüzü kapatmak meşakkatli oîduğu için açılmalarına ruhsat vermiştir." Yani, kadını bütünüyle avret sayarken, meşakkat gerekçesiyle elleri ve yüzü aç­mayı caiz gömlektedir. Hanefilerin şu görüşü buna çok yakındır: "Elleri ve yüzü hariç kadının bütün bedeni avrettir. Çünkü Allah Rasulü (s.a.v.) "Kadın örtülü avrettir." buyurmuştur. Elle yüz, zarııreten açık olduğu için istisna edilmiştir... Nitekim kadın bir takım işlerini yapmak için ellerini ve yüzünü açık uıtmak zorundadır..."[711] Binaenaleyh yüzü ve elleri açma meselesini he-lal-haram bağlamında değil de mutlak mübah-ruhsat bağlamında ele almak gerekir.

Mütekaddimin fukahanın ittifakı karşısında hanbeli fukahasnun tutumu

Hanbeli mezhebi hakkında:

Hanbeli mezhebini biraz daha yakından tanımak için üç kaynaktan bir takım alıntılar yapacağız: Birincisi, İbn Bedran'ın (ö. h. 1346) "eJ-Medhal ila Mezhebi'l-İmam Ahmed b. Hanbeî'i, ikincisi, Merdavi'nin (ö. h. 885) "el-İn-saf fi Ma'rifeti'r-Racihi mine'l-Hilaf adlı eseri. Üçüncüsü, MuhammedRe-sid Rızanın (v. h. 1354) "Mesailu'I-İmam Ahmed li-Ebi Davud" adlı çalış­ın ası.

1. Medhal'den:

İmam Ahmed mezhebini kendisi tedvin etmemiştir.

"İmam Ahmed -Allah ondan razı olsun- teferruatta ve şahsi görüşle ilgi­li kitap yazmayı mekruh görürdü. Bunun da sebebi, nakle iltifat etmesi ve in­sanların kalbine sünnete sarılma sevgisi yerleştirmek istemesiydi... Görüş­lerinin ve fetvalarının yazılmasını da hoş karşılamazdı. Sözlerinin yazılma­sını yasaklamıştı. Bir fıkıh kitabı da yazmış değildir. Sadece, arkasında namaz kıldığı bir imamın fahiş hatalarını düzeltmek için kaleme aldığı bir mektup vardır. Bu risale yakınlarda yayınlanmıştır. Allah onun bu hüsnü ni­yetini mükâfatlandırsın. Arkadaşların onun görüşlerini ve fetvalarını otuzu aşkın ciltlerde toplamıştır."[712]

Arkadaşlarının ve öğrencilerinin onun fetvalarını ve rivayetlerini der­lemek için sarfettiği çabalar:

... Ahmed b. Muhammed b. Harun Ebu Bekr el-İtilal geldi, bütün gay­retini Ahmed b. Hanbel'in ilmini derlemeye, onun rivayetlerini kaydetmeye hasretti. Bu maksatla bir çok şehirler gezdi, Ahmed'in arkadaşlarıyla buluş­tu. Ondan rivayet edilen şeyleri senetleriyle birlikte kaydetti. Bunu yapar­ken onun metodunu izledi. Böylece bir kaç eser vücuda getirdi. Bunların en Önemlisi, yaklaşık ikiyüz ciltten oluşan "Kitabu'1-Cabi" adlı eseridir. Ah­med'in arkadaşl arın dan hiç biri bu konuda ona yetişmemiştir. Hicri 313 yı­lında vefat etmiştir."

Hanbeli fakihlerin mezhebi derlemek ve rivayetler arasında tercih yapmak için gösterdiği gayretler:

Ahmed^in mezhebine girerek onun rivayetleri arasında tercih yapanla­rın başlıcalan şunlardır: Ömer b. Hüseyin b. Abdullah b. Ahmed Ebu'l Ka­sım el-Hiraki, meşhur Muhtasar'ı tekif etmiştir. İbn Hamid'in talebesi Kadı Ebu Ya'la buna bir şerh yazmıştır. Muvaffakuddin el-Mukaddesi, Muğni adlı eserini yazmıştır. Başkaları da bu konuda eser vermiştir.

Hanbeli fakihleri bir çok meselede ihtilaf etmiştir.

"Hiraki iki bin üç yüz mesele ele almıştır. Ebu Bekr Abdulaziz Hira-ki'nin Muhtasarı'na şu notu düşmüştür: 'Hiraki Muhtasar'ında atmış mesele­de bana muhalefet etmiştir.' Ne var ki bunlan belirtmemiştir. Kadı Ebu'l-Hüseyn Muhtasar'ı incelediğini (katılmadığı) doksan sekiz mesele olduğu­nu belirtmiştir. Hiraki h. 334 yılında Dımaşk'ta (Şam) vefat etmiştir."[713]

Hanbeli fukahasının İmam Ahmed'den gelen rivayetleri tercih ederken izlediği metodların farklılığı:

"Müntesipleri Ahmed'in mezhebi sözlerinden, davranışlarından, ce­vaplarından vs. çıkararak oluşturmuştur. Bir konuda İmam'dan gelen iki ıi-vAyetle karşı karşıya kaldıklarında, usul çerçevesinde bu iki görüşü tem etmeye/uzlaştırmaya çalışırlar; umum-husus, mutlak-mukayyed ilişkisi vs. bulabilirlerse her iki görüşü, de onun mezhebi kabul ederlerdi. Bu mümkün olmaz ise iki görüşten hangisinin önce, hangisinin sonra olduğunu araştırır­lardı. Bunun tesbit edilmesi halinde bile bir gurup ikinci görüşün onun mez­hebi olduğunu iddia ederken, bir başka gurubun ikincisinin de birincisinin de onun mezhebi olduğunu savunduğu olmuştur. Daha az bir gurup ise sora-dan değiştirse bile ilk görüşünü onun mezhebi olarak kabul etmişlerdir."

"Bütün arkadaşları İmam Ahmed'in 'uygun olmaz' vb. sözlerinin haram mı, yoksa mekruh mu ifade ettiği konusunda ihtilaf etmişlerdir. İmam'ın 'bu daha hoşuma gidiyor' şeklindeki sözlerini çoğunluk arkadaşları mendup ola­rak değerlendiriyor. Ancak bunun vücup (farz) ifade ettiğini söyleyenler de vardır."

"Şeyhülislam'ın pederi Şeyh Abdiilhalim b. Teymiyye Müsveddetü'l-Usul'de şöyle diyor: İmama bir mesele yöneltilince, ya mubah ya da haram olduğunu beyan ederdi. Peşinden bir başka mesele sorulunca da 'bu daha ha­fiftir' ya da 'bu daha ağırdır' şeklinde sözler sarfederdi. Bu sözler, böyle me­selelerin hükümlerinin eşit olduğunu mu, yoksa farklı olduğunu mu ifade eder? Arkadaşları bu konuda da ihtilaf etmişlerdir. Hilal'in oğlu Ebu Bekir hüküm açısından iki meselenin eşit olduğunu ifade ettiği görüşünü savunur­ken; Ebu Abdillah b. Hamid, hükümde farklı olduklarını ifade ettiğini belirt­mektedir."[714]

2. el-Insaffi Ma'rifeti'r-Racihi mine'l-Hilaf tan:

"Şeyhülislam Muvaffakuddin Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudame el-Makdisi'nin fıkıh alanında telif etmiş olduğu 'el-Mukni' adlı eser, en çaplı ve en faydalı kitaplardan biridir. Ne var ki -Allah ona rahmet etsin- bazı meselelerdeki İhtilafları aktarıp bırakmış, tercih yap­mamıştır. Dolayısıyla okuyucu sahihi zayıftan ayırdetmekte zorlanmaktay­dı. Ben, Allah'ın yardımıyla sahih olanı, meşhur olanı, uygulanmış olanı ve mezhep müctehidlerinin tercihlerini belirtmek için işe koyuldum..[715] Tercih erbabı da ihtilaf etmişse, genellikle musannif İbn Kudame'ye sonra Mecd'e, sarihe ve el-Fürus sahibine itibar            

3. ReşidRızanın "Mesailıt'l-Imam Ahmed kitabına yazdığı tanıtımdan:

"İmam Ahmed'in bütün derdi, sahabenin, tabiinin ve selef-i salihinin nurlu yolundan, hadis rivayetine ve rical tenkidine gereken önemi vermek idi. (...) Görüşleri derlenip toparlanmış, insanların intisab ettiği bir fıkhi mezhebin sahibi olmayı istemiyordu. Zira o, hiç kimsenin, ne kendisini ne de bir başkasını şahsi anlayış ve göriişünüde taklid etmesini mubah görmü­yordu. Aksine o, insanları sünnete ittiba edip bid'attan kaçınmaya davet edi­yordu... Bu sebeple, hadis, eser ve sünnet kitapları derlemiş, namazın şartla­rıyla ve bid'at karıştırmanın yanlışlığıyla ilgili bir risale yazmıştır; ama, fı­kıhla ilgili hiçbir eser vermemiştir. Soru soranlara cevap veriyordu. Ancak, fıkıh konusunda ne kendisinden, ne de başkasından hadis dışında bir görüş nakledilmesini hiç sevmez, bidat konusunda çok titiz davranırdı.[716] Arka­daşlarından Abdülmelik b. Abdulhamid el-Meymuni er-Rakki şöyle diyor: Ebu Abdillah'a (Ahmed'e) bir kaç mesele sordum. Cevaplarını kaydettiğimi görünce, 'Ebu'l-Hasen, sen ne yazıyorsun?' diyerek tepki göstermiş ve şu açıklamayı yapmıştır: 'Onlar hadisleri ezberleyip yazıyorlardı... Bu tür me­selelerin kayda geçirildiğine hiç rastlamadım. Nihâyetinde bu bir görüştür. Yarın değiştirip bir başka görüşü benimseyebilir... Görmüyor musun Süfyan ile Malik, mesai! kitapları yazdılar da ne kadar çok hataya düştüler. Görüş bu, bugün böyle düşünür, yarın bir başka şey düşünebilirsin. Bu da yanıltıcı olur..."[717] (Meymuni'nin sözü burada bitiyor.) Ne var ki İmam Ahmed, ken­di anlayışının din gibi telakki edilip takip edilmesinden sık sık sakındırırdı. İmam Müzeni'nin Muhtasar'ının başında İmam Safı hakkında belirttiği üze­re diğer İmamlar da bu gibi ihtarlarda bulunmuşlardır. Müzeni Şafii'nin ken­disinden taklid edilmesini yasakladığını, bu meseleleri sadece ufuk açmak ve meseleleri anlamada kolaylık sağlamak amacıyla derlediğini kaydedi­yor. Okuyucu bakar, en doğru bulduğu delille amel eder. İmam Malik ölüm döşeğinde, halkın kendisinin terketmiş olduğu görüşüyle amel ettiğini öğre­nince ağlamıştır. "[718]

Hanbeli fakihlerinin, görüşler arasında tercih yaparken, meseleye yete­rince vakıf olamama ya da sahih olanını farkedememe gibi sebeplerle nasıl ihtilafa düştüklerini gösteren tipik bir örnek vermek istiyorum:

İbn Kudame şöyle diyor: "Fukahanın ekseriyetine göre gerek nafile, gerekse farz namazlarda kadının erkeklere imamlık yapması caiz değildir... Bazı arkadaşlarımız, arkada durması şartıyla kadının erkeklere teravih kıldı-rabileceğini söylemiştir."[719]

İbn Teymiyye ise şu görüşte: "Ümmi erkeklerin namazını ihya etmek için (teravihlerde) kari (kıraati ve ilmi olan) bir kadına imamlık yaptırmaları -Ahmed'den gelen ve meşhur olan görüşe göre- caizdir."[720]

İbn Kudame, teravihte kadının imamlık yapabileceğini savunan görüşü şaz olarak ve ekser fukahanın -ki Ahmed de elbette bunların içinde olmalı­dır- görüşüne aykırı olarak aktarırken, İbn Teymiyye'nin bu görüşü nasıl Ah-med'in meşhur görüşüymüş gibi aktardığını görüyorsunuz.

Bu açıklamalardan sonra Hanbeli mezhebinde rivayetlerin bolluğunu ve bunun sebebiyet verdiği ihtilafların çokluğunu daha iyi anladık sanırız. Bu sebepten çok titiz ve dikkatli davranmak gerekmektedir. Allah rarmet et­sin, İmam Ahmed, kesinlikle emin idi ki, bu gibi ihtilaflar olacaktır. Bunun içindir ki, biraz önce aktardığımız sözleriyle, şahsi görüşlerinin (taassupla) taklid edilmesinden şiddetle sakındırmıştır.

Allah, Malik'e ve Şafii'ye de rahmet etsin -ki ikisi de Ahmed'den önce idi- şahsi anlayış ve görüşlerinin din gibi algılanarak taklid edilmesini red­detmişler ve insanları uyarmışlardır. Ölüm döşeğinde, halkın kendisinin ter-ketmiş olduğu görüşüyle amel ettiğini öğrenen Malik ağlamıştır.

Yalnız burada bir noktaya dikkat çekmek isterim:

Bir çok meselede İmam Ahmed'den gelen rivayetlerin çokluğundan ve bunun sebebiyet verdiği ihtilaflardan söz ederken, Hanbeli mezhebinin İs­lam fıkhı içindeki mümtaz konumundan bihaber olduğumuz zannedilmesin. Üstad Muhammed Ebu Zehra bu konuda şöyle diyor:

"Din ve ibadet konularında sünnete yapışmak, dünya ve muamelat ko­nularında, şer'i nasslarca günah ve haram sayılıp sayılmadığına bakmak (Hanbeli mezhebinin temel vasfıdır). Allah'ın helal kıldığı bir şeyi haram sayma yanlışına düşmemek için, haram olduğu kesin bir delille sabit olma-dıkça'dünya ve muamelat işlerini mubah ve muaf kabul etmektedir... İbn'l-Kayyim bu hakikati pek veciz ifade eder: 'İbadetlerde aslolan, -bir emir varid olmadığı sürece -buttandır (batıl olmasıdır), muamelat delil bulunmadıkça-mubah olmasıdır.' Yasaklayıcı bir emir olmadığı sürece her tür muameleyi ve akdi mubah saymakla, Hanbeli mezhebi insanların yaptığı akidler ve

koştuğu şartlar konusunda en geniş manevra alanı tanıyan mezhep olmuştur. Bu vasfıyla esere, sünnete dayalı bu mezhep, kıyasa ve görüşe dayalı mez­heplerden daha geniş bir görünüm arzetmektedir."[721]

Hanbeli mezhebinin mütekaddimin fukahanın ittifakı karşısındaki tu­tumuna geçmeden önce, genel olarak mezheplere bakış açımızı çok güzel ifade eden iki alıntı yapmak istiyorum:

"İbn Teymiyye şöyle diyor: Gerek önceki, gerekse sonraki büyük i-mamlardan hiç kimse yoktur ki, bazı hadisler ve sünnet (uygulaması) kendi­lerine ulaşmamış olsun... Ne var ki bu durum onların değerini düşünmez."[722]

İbn'l-Kayyim ise şu görüşte: "Allah'ın ve Rasulü'nün (s.a.v.) sözünün üstüne söz olmaz. Şu iki husus son derece önemlidir: Birincisi, Allah için Rasulü, kitabı ve dini için nasihat ve onu batıl sözlerden ve Rasulü vasıtasıy­la gönderdiği hidâyetiyle çelişen görüş ve düşüncelerden tenzih etmektir. İkincisi ise,İslam alimlerinin kadrini kıymetini ve ilmi mertebelerini bil­mektir. Ancak, şu kadar var ki, onların fazileti, ilmi ve Allah için nasihat edi­yor olması, bütün söylediklerin in (peşinen) kabul edilmeleri gerektiği sonu­cunu doğurmaz. Keza, sünnete muhalif bir hataları görüldü diye bütün söy­lediklerinin reddedilmesi de gerekmez. Bu iki tavrın her ikisi de yanlış olup, doğrusu (ne ifrata ne de tefrite kaçmadan) orta yolu tutmaktır. Altını çizdiği­miz bu iki önemli husus birbiriyle çelişmez. Bir problem olduğu zannedili-yorsa, ya imamlar tanınmıyor ve faziletleri bilinmiyordur; ya da Allah'ın Rasulü vasıtasıyla gönderdiği şeriatın aslı anlaşılamamıştır. Ancak, ilim ve fazilet sahibi bir müctehid imam, her hangi bir konuda yanılabilir. O bu ko­nuda mazur görülür, hatta ictihad ettiği için ecrini alır. Ne var ki yanıldığı meselede ona tâbi olunması asla caiz değildir. Aynı şekilde, bu gibi hatası (veya hataları) yüzünden, müslümanlann üzerinde müsbet bir etki bırakmış olan imamların, makamlarından düşürülmesi kasdıyla hücuma maruz bıra­kılması da caiz değüdir."[723]

Şimdi, Hanbeli fukahasının, sair imamların ittifakla kabul ettiği "yüzün avret olmadığı" hükmü karşısındaki konumunu değerlendirelim:

a) Mütekaddimin fukahanın ittifakına katılan Hanbeli görüşler: Olayı daha iyi değerlendirebilmek için mütekaddimin Hanbeli fakihlerinin -hicri dördüncü asnn başından yedinci asrın ortalanna kadar- temel kitaplarında yer alan gülüşlerini tekrar etmek zorundayız:

Hiraki (Ö. h. 344) şöyle diyor: "Yüzü dışında bir yeri açılan kadının na­mazı iade etmesi gerekir."

Kelvezani (Ö. h. 510) şöyle diyor: "Hür kadının avreti, yüzü dışında bütün bedenidir. Ellere gelince, bu konuda iki rivayet vardır."

Ibn Hubeyre (ö. h. 560) şöyle diyor: "Ahmed, kendisinden gelen iki ri­vayetten birinde şöyle demiştir: Elleri ve yüzü hariç kadının tüm bedeni av­rettir. Diğerinde ise şöyle der: 'Sadece yüzü hariç tüm bedeni avrettir.' Meşhur olan görüşü bu olup Hiraki de bu görüşü tercih etmiştir. Keza şunu da söylemiştir: 'Bir kadınla evlenmek isteyen, onun avret olmayan yerlerine bakabilir...' Avretin sınırlarını namaz, kitabında açıklamıştık."

Ibn Kudame (ö. h. 620) şöyle diyor: "Kadının namazda yüzünü açması gerektiği konusunda ihtilaf yoktur. Kadın, elleri ve yüzü dışında hiçbir yeri­ni açamaz. Eller hakkında iki rivayet vardır."

Keza şöyle diyor: "İlim erbabı arasında, nikâhlamayı düşündüğü kadı­nın yüzüne bakmanın mubah olduğu hususunda ihtilaf yoktur. Çünkü yüz avret değildir." İbn Kudame şu hadisi şerifi kaydediyor: "Hayız çağına ula­şan bir kadının şurası ve şurası hariç -yüzünü ve ellerini göstermiştir- hiçbir yerini göstermesi doğru olmaz." Ve şu kaydı eklemiştir: Ahmed, bu hadisle amel etmiştir."

Mecduddin İbn Teymiyye (vö. h. 652) ise şöyle demiştir: "Yüzü dışında kadın bütünüyle avrettir. Eller hakkında iki rivayet vardır."

Bu alıntılardan sonra dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyorum: Bu merhalede -yani hicri dördüncü asrın başlarından yedinci asnn ortalarına ka­dar- Hanbeli fukahasının kitaplarında şu hüküm yer alır: "Yüz avret değildir, imam Ahmed'den bu konuda tek bir rivayet gelmiştir. Ancak eller hakkında ik irivayet gelmiştir." Hanbeli fukahasının bu tutumu, hicri yedinci asrın or­talarına kadar sair mütekaddimin fakihleriyle ittifak halinde olduklarını göstermektedir.

b) Hanbeli fukahasının ortaya attığı, mütekaddiminin fakihlerinin itti­fakına aykırı bir görüş:

Yedinci asnn ortalarından sonra, "tırnağına varana dek kadının avret olduğu" yolunda bir rivayet ön plana çıktı. (Bu görüş, yedinci asırdan Önce ortaya çıkmış, ancak ağırlık kazanamamıştı. İbn'l-Cevzi, Kadı Ebu Ya'la'-dan böyle bir görüş aktarır, (bkz. Zadu'l-Mesir, Nur sûresi 31. âyetin tefsiri.) Bu rivayetin "meşhur" ve "Hanbeli mezhebinin kuvvetli görüşü" olduğu ka­bul edildi. Yüzün ve ellerin açılmasını caiz gören diğer rivayet, sadece Ah-med'den gelen ikinci bir rivayet olarak değerlendirildi.

Takiyüddin İbn Teymiyye (ö. h. 728) şöyle demiştir: "Kendiliğinden görünen zinet, görünen elbise olup, İbn Mes'ud'a ait bu görüş, Ahmed'den gelen meşhur rivayettir.. İbn Abbas şöyle demiştir: Yüz ve eller, zahir zinet (kendiliğinden görünen süs ve güzellik) cümlesindendir. Bu da Ahmed'den gelen ikinci rivayettir.[724]Keza İbn Teymiyye şöyle der: "Hanbeli mezhebi­nin zahiri (güçlü olan görüşü)... kadının tırnağına varana dek her tarafının avret olduğudur."[725]

Daha önce, bir takım karışıklıklar sebebiyle bu tür rivayetlerin gelmiş olduğunu belirtmiştik. Bazı fakihlerin, kadının yüzünü de sair uzuvları gibi avret saymaları da böyle bir karışıklıktan kaynaklanmaktadır. Biz bu rivaye­ti sağlam kabul etsek bile, şu şekilde tevil edebiliriz: Bu rivayette yüzün ör­tülmesi, avret olduğu için değil, fitneden emin olmak sebebiyle sedd-i zerai kabilinden gerekli görülmüştür. Rivayetin içinde bu durum açıkça belirtil­miyorsa da böyle yorumlanması için bir engel yoktur. Rivayeti bu şekilde yorumladığımız takdirde, Kelvezani, İbn Hubeyre, İbn Kudame ve Mecdüd-din İbn Teymiyye'nin ittifakla belirttiği ve kadın yüzü hakkında İmam Ah­med'den tek rivayet geldiği, bunun da yüzün avret olmadığı yolunda olduğu şeklindeki görüşe aykırı düşmez. Kaldı ki bu imamlar, yüzün avret olmadığı konusunda mezhep içinde bir ihtilaf olmadığını açıkça belirtmişlerdir. Bu konuda ikinci bir rivayet olduğundan da hiçbiri bahsetmemiştir. Sadece eller hakkında iki rivayet olduğunu söylemişlerdir. Bizim bu yorumumuz iki ge­rekçeye dayanmaktadır: Birincisi; rivayetlerin birbiriyle çarpıştmlmaması ve "çelişki" bahanesiyle çöpe atılmaması, ikincisi; bütün kadınları, hatta bü­tün erkekleri ilgilendiren bir konuda diğer imamların yanlış yaptığı ya da gafil davrandığı gibi hatalı bir imaja meydan vermemek isteği. Kaldı ki bu yorumumuz garip olmadığı gibi, önceki imamlardan bu tür yorumlara giden de olmuştur. Mesela, Maverdi -ki Hanbeli imamlarındandır (ö. h. 885) Zerkeşi'nin bu rivayet konusunda benzer bir yorumunu nakleder; Zerkeşi şöyle demiştir: "Ahmed "kadının bütün bedeni avrettir' sözünü mutlak olarak söylemiştir. Bu söz, 'yüzü hariç' ya da 'namaz dışında' kaydıyla yorumlan­mıştır."[726]

3. Hanbeli /akiklerinin, mütekaddimin fııkahanın ittifakıyla çelişen fıkhı bir hatası:

Sözkonusu fikhi hata, avretin "namaz avreti" ve "bakış avreti" şeklinde ikiye ayrılmasıdır. Bu hata, Hanbeli fakihlerinin -daha önce de söylediğimiz gibi- İmam Ahmed'den geldiğini söyledikleri "kadının tırnağına varana dek bütün bedeninin avret olduğu ve Örtmesinin farz olduğu şeklindeki bir riva­yete dayanmaktadır. Bu rivayet -daha önce Merdavi'den yaptığımız iktibas­ta da görüldüğü üzere- bedenin, namazın dışında bütünüyle kapatılması ge­rektiği şeklinde tevil edilmiştir. Bütün dikkatlerini "kadının tarnağı dahil bütünüyle avret olduğunu" söyleyen rivayete teksif eden Hanbeli fakihîeri, mütekaddimin imamların namazda yüzü açmanın şart olduğu hususundaki ittifakını (reddetmek mümkün olmadığı için) tevil ederek bu hükmün sadece namazda sözkonusu olduğunu, namaz dışında kadının bütün bedenini kapat­masının farz olduğunu söylemişlerdir. İşte bu yüzden avretin iki çeşit olduğu vehmine kapılmışlar, gerek erkek, gerekse kadın için namazda ve namaz dı­şında olmak üzere iki ayn avretten söz etmişlerdir. İbn Hubeyre'nin İfsah'ı, İbn Kudame'nin Muğni'si ve Mecdüddin İbn Teymiyye'nin el-Muharrer'in­den sonra telif edilmiş olan Hanbeli fıkıh kitaplarına göz attığımızda, müte-ahhirin (sonraki) Hanbeli fakihlerinin, kadın yüzünün namazda avret olma­dığım, ancak namaz dışında avret olduğunu söylediğini, çoğu zaman kitap­larında "namaz avreti" ve "bakış avreti" ibareleri (avret-i salat, avret-i nazar) açıkça kaydettikleri dikkati çekmektedir. Bir kaç ömek sunalım:

ibn Teymiyye'nin (ö. h. 728) Fetava'sındatı: "Namaz avretinin bakma avretiyle bir ilgisi yoktur."[727] Şemsüddin b. Müflih el-Makdisi'nin (Ö. h. 763) Kitabu'l-Furu undan: "Cafer, yanında dul kadın ya da yetim kız bulunan adam hakkında 'ba-kamaz' hükmü olduğunu nakletmiştir. Ancak, şehvet duymamak şartıyla yü­züne bakabilir... Bir gurup alim, yabancı erkeğin, hür kadının namazda avret sayılmayan yerlerine bakmasına cevaz vermiştir. Ancak mezhebimiz bunu caiz görmez."[728]

Burhanüddin b. Müflih el-Müerrih'in (ö. h. 884) Kitabu'l-Mübdi fi-Şerhi'l-Mükni adlı eserinden:

"Avret lügatte, eksik ve çirkin şey demektir... Sonraları bu tabir, na­mazda örtülmesi gereken yerler için kullanılır olmuştur ki, burada bu anlam­da kullanılmıştır. Bir de bakılması haram olan yerler için kullanılır ki, bunun açıklaması ileride nikah bölümünde gelecektir."[729]

Merdavi'nin (ö. h. 885) et-Tenkihu'1-Müsbi fi Tahriri Ahkâmi'I-Mük-ni" adlı eserinden:

"Sadece yüzü hariç, namazda baliğ hür kadının tüm bedeni avrettir."[730]

Merdavi, Tashihu'l-Furu'da da şöyle diyor: "Mürahika (yaşı geldiği halde baliğ olmayan kız), namaz avreti konusunda aynen buluğa ermiş kız gibidir."[731]

Hacavi'nin (ö. h. 968) el-İkna adlı eserinden: "Buluğa ermiş hür kadı­nın, namazda -yüzü hariç- tırnağına ve saçına varana dek tüm bedeni avret­tir. Cam elleri de istisna etmiştir. Ancak eller ve yüz, namazın dışında bakma açısından diğer uzuvlar gibi (avret)dir."[732]

Futuhi'nin (o. h. 972) Münteha'l-İradat fi Cem'i'l-Mükni'ma'a't-Tenkih ve'z-Ziyadat adlı eserinden: "Baliğ hür kadının namazda, yüzü dışında tüm bedeni avrettir."[733]

Bubuti'nin (ö. h. 1051) Şerhu Muntehe'l-îradat adlı eserinden:

"Kadının namaz dışındaki avreti, ileride nikâh bölümünün başında ele alınacaktır."[734]

Bülbani'nin (ö. h. 1083) Keşfu'l-Muhadderat Şerhu Ahsari'l-Muhtasa-rat adlı eserinden: [735]"Buluğa ermiş hür kadının, namazda, yüzü hariç tırnağına ve saçına varana dek tüm bedeni avrettir. Eller ve yüz, namazın dışında ay­nen bedenin diğer uzuvları gibi avrettir."[736]

Hanbeli fukahası işte bu şekilde namaz avretiyle bakış avretinin farklı olduğu ve namazda hür kadının yüzü hariç tüm bedeninin avret olduğu husu­sunda ittifak etmişçesine uzun asırlar geçirdi. Ancak, Ahmed'den gelen ve Sünen sahibi Ebu Davud es-Sicistani'nin (ö. h. 275) kaydettiği aşağıdaki ri­vayetten başka hiçbir rivayet olmadığı halde, sonraki Hanbeli fukahası nasıl yukarıdaki görüşte ittifak etti, anlayabilmiş değilim:

"Ebu Bekr anlattı. Ebu Davud Ahmed'e, kadının namaz kılarken nere­lerinin görünebileceğini sormuş, o da: 'Hiçbir yeri, tırnağı bile görünemez. Her tarafım örter' diye cevap vermiştir."[737]

Kanaatimce, gerek Hanbeli mezhebine, gerekse diğer mezheplere mensup mü'minlerin, herhangi bir meselenin hükmünü ararken şu tutumu benimsemeleri doğru olur: Allah'ın kitabına ve Rasulünün (s.a.v.) sünnetine müracaat etmek ve Allah'ın koyduğu hükmü öğrenmeye azmetmek; imam­ların görüşlerini ve ictihadlannı bir din gibi telakki edip taklid etmeden, Şa­fii'nin de belirttiği gibi[738] bunları Allah'ın kitabını ve Rasulü'nün sünnetini en doğru şekliyle anlamada yardımcı olacak şekilde kullanmak. Özellikle Hanbelilere İmam Ahmed'in şu sözünü çok iyi değerlendirmelerini tavsiye ederim: "Onlar sünnetleri ezberliyor ve kaydediyorlardı. Ama çeşitli mese­leler hakkında ileri sürülen görüşlerin kaydedildiğini bilmiyorum. Nihaye­tinde bu belki de yarın rededdeceği bir görüştür. Onu bırakıp başka bir görü­şü alabilir."[739] Bu sözü tekrar kaydetmemizin sebebi, içerdiği parlak hik­mettir.

4, Hanbeli fakiklerin mütekaddimin fukaftanın ittifakına yönelttiği haksız suçlama:

Bu suçlamanın özünü, Hanbeli fakihlerinin önceki fukahayı, namaz av­retiyle bakış avretini karıştırmakla itham etmesi oluşturul". Tabii bu ithamı, yüzü açmanın meşru olduğunu savunanların onları delil göstermesini geçer­siz kılmak için yaparlar. Çünkü onlar, önceki fukahanın, namazda açılması gerektiği hususunda ittifak ettiği yüzün elbette avret sayılamayacağı, zira namazın en mükemmel bir tesettürle eda edilmesi gerektiği yolundaki açık­lamalarını, yüzün namaz dışında da açılabileceğine delil getirmektedirler.

İşte Hanbeli fukahası, yüzün açık olabileceğini savunanlan bu delilden mahrum edebilmek için önceki fukahayı namaz avreti ile bakış avretini ka­rıştırmakla itham etmişlerdir.

Bildiğimiz kadarıyla bu ithamların kaynağı, maalesef iki büyük Hanbe­li alimi ve fakihidir. Müslümanlar nezdinde büyük makamları olan iki imam. Ancak, yanılmayan Allah'tır. Bizce hata olan bu iki imama ait görüşü biraz irdelemek ve Allah'ın yardımıyla yanlışlığı ortaya koymak istiyoruz.

İmam İbn Teymiyye şöyle diyor: "Fukahadan bir gurup, bakışlara karşı örtülmesi gereken avretin, namazda örtülen avret olduğunu zannetmiştir.[740] Oysa namaz avretinin bakış avretiyle hiçbir alakası yoktur."[741]

îmanı İbn'l-Kayyim ise şöyle diyor: "Bazı fukahanın'hür kadının elleri ve yüzü dışında tüm bedeni avrettir' gibi sözleri duyulmaktadır... Bu namaz­da böyledir, bakışta değil. Zira iki avret vardır, bakış avreti, namaz avre­ti..."[742]

Şimdi, bu ithamda göze çarpan iki hatayı açıklayalım.

Birinci hata: Avretin bakış avreti ve namaz avreti şeklinde ikiye ayrıl­masıdır. Böyle bir ayırım hem dil, hem de fıkıh açısından yanlıştır. Çünkü, 'avret' lafzı, ahd-i zihni için kullanılan lam-ı tarif ile kullanıldığında, bilinen avret anlaşılır. Bu, kadın için de, erkek içinde geçerli olup, açılması kerih gö­rülen bakış avretidir. Fıkıh açısından yanlış oluşu da şöyledir: Fakihler, ge­nellikle namazın sahih olması için gereken şartlan ve farzları sayarken, vak­tin girmesi, kıbleye yönelme, namaz kılınacak yerin temiz olması, avretin örtülmesi vb. maddeler sayarlar. İşte avret de böyle bir konumda sözkonusu edilmekte olup -lam-ı tariften de anlaşılacağı üzere- kastedilen bildiğimiz bakış avreti nden başkası değildir. O halde avret tektir. Bu avretin kadın ve erkek için sınırlarını çizen bir takım nasslar mevcuttur. Bunlar özetle, erke­ğin avretinin göbeğiyle diz kapağı arası; kadının avretinin ise elleri ve yüzü hariç tüm bedeni olduğunu bildirmektir. Fakihler, namazın şartlarını izah ederken, işte bu avretin örtülmesi gerektiğini belirtmişlerdir.

İkinci hata: Önceki fukahanın, namaz avretiyle bakış avretini karıştır­makla itham edilmesidir. Oysa önceki fukaha ne böyle bir şeyi karıştırmış, ne de hataya düşmüştür. Aksine çok emin olarak avretin bir olduğunu, onun

da bakış avreti olduğunu biliyorlardı. Bu avret, insanlara karşı farz, melekle­re karşı müstehap bazında örtülmesi emredilen yerlerdir. İnsanın kendi başına kalsa bile Allah'tan haya ettiği İçin Örttüğü yerler. Rasulullah (s.a.v.) Muaviye b. Hayde'ye ne güzel demiş: "Eşin ve cariyen dışında (kimsenin görmemesi için) avretini çok iyi koru. Muaviye, "Ya Rasulallahjcendi başı­mıza kaldığımızda da avretimizi Örtmek zorunda mıyız? diye sormuş. "Al­lah, kendisinden haya edilmeye insanlardan çok daha layıktır" buyurmuş­tur."[743]

Bu avret, atamız Adem ile anamız Havva'nın isyan edip yasak ağaçtan yedikleri gün açılan yerdir. Allah Teala şöyle buyurur:

"Ağacı(n meyvesini) tadınca, çirkin yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarını üst üsle yamayıp üzerlerine Örtmeye başladılar." (A'raf; 4/22)

nimetini bahsettiği avrettir:

"Ey Ademoğulları. size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik..."(A'raf. 7/26)

Yine bu avret, Allah'ın örtmemizi istediği avrettir: "Ey Adem oğullan, her mescHde gidjşiniz)de süs(lü, güzel elbiselerinizi (üzerinize) alın; yeyin. için, fakat israf etmeyin; çünkü O. israf edenleri sevmez." (A'raf, 7/31)

Burada şu noktayı hatırlatmamız gerekir ki, erkeğin avreti her ortamda aynı kalırken, kadının avreti yabancı erkeklere karşı ayrı -ki bu namaz avretidir- mahkemelere karşı ayrı bir hüküm arzeder.

Avretin iki çeşit olduğu görüşünün yanlışlığını, oıtaya koymadan Önce, yeniden, insanlara karşı Örtülmesi gereken avretle aynı olduğu görüşünü paylaşan fakültenden ve alimlerden bazı alıntılar yapalım: (Bazen tekrar yapmak zorunda kalıyoruz. Ancak bunu, okuyucuyu gerilere döndürüp arat­mamak ve konuyu yakından İzleyebilmek için yapıyoruz. Okuyucu için faydalı olacağına inandığımız için böyle bir yolu tercih ettik.)

ibn Teymiyye ile İbn Kayyim'in zannına göre bakış avretiyle namaz avretini birbirine karıştıran bazıları, tefsîr, hadis ve fıkıh alanlarında ün salmış imamlardan başkası değildir. Mesela, bu müfessirler arasında taberi, Cassas, Begavi, Ebu Beki- b. Arabi, Kurtubi ve Hazin yer almaktadır:

Taberi (ö. h. 310) şöyle diyor: "Kendiliğinden görünen müstesna" âyeti hakkında beyan edilen görüşlerin en doğrusu, eller ve yüz olduğunu belir­tendir. "En doğrusu" tabirini kullandık. Çünkü, namazda avretin Örtülmesi gerektiği hususunda ve kadının da namazda ellerini ve yüzünü açması gerektiği konusunda ittifak vardır."

Cassas şöyle diyor (ö. h. 370): "Yüzün ve ellerin avret olmadığının bir delili de namazda, açık tutulmalarıdır. Şayet avret olsalardı diğer avret yerleri gibi elbette örtülmeleri gerekirdi.

Begavi (ö. h. 370): "Bu kadarını göstermeye ruhsat verilmiştir. Çünkü yüz ve eller avret değildir ve namazda açık tutulması emredilmiştir."

Kadı Ebu Beki1 b. Arabi (ö. h. 543): "Doğrusu, zahiri zinet yüzde ve ellerde olan zinettir. Bunlar namazda ve ihramda da açıkça görünür. "

Kurtubi (ö. h. 671) şöyle diyor: "Yüz ve eller gerek adeten, gerekse ibadeten genellikle açık olur. İstisnanın, namazda ve hacda açık tutulması gereken bu uzuvlarla tefsîr edilmesi en doğru yoldur."[744]

Hazin (ö. h. 725): "Bu kadarının görünmesine ruhsat verilmiştir. Çünki avret değildir ve namazda açılması emredilmiştir."

Hadis sarihlerinden İbn Battal (ö. h. 449) şöyle diyor: "Has'am kabilesi­ne mensup kadınla ilgili hadis, yüzü Örtmenin farz olmadığının delilidir. Zira, yabancılar görse bile, namazda kadın yüzünü açar.[745]

Hanefi imamlarından Serahsi (ö. h. 490) şöyle diyor: "Kadın 'avret-i mesture' olmakla birlikte ihramdayken yüzünü örtmez. Namaz bölümünde açıkladığımız üzere kadın, ibadet ederken yüzünü açmalıdır."[746]

Maliki imamlarından İbn Abdilber (ö. h. 463) şöyle diyor:

"Kadın, elleri ve yüzü dışında bütünüyle avrettir. Delili de namazda bu uzuvlar dışında hiçbir yerini açamayışıdır. [747]Keza şöyle diyor: "Namazda ellerini ve yüzünü açmakla emredilmiş olması da bu uzuvların avret olmadı­ğının delilidir."[748]

Delil, yüksek mertebedeki alimlerden sadrı* olmakla kuvvet bulmaz. Adı geçen alimler kadar İbn Teymiyye ile İbn Kayyim'in de ilmi mertebeleri yüksektir. Gerçekte delil, taşıdığı kuvvete göre değer alır ve imamların ittifakı da delili kuvvetlendirir.

Avretin tek olduğu konusundaki deliller:

Şimdi, bütün mezheplerin önceki imamlarından aktarmalar yaparak avretin tek olduğunu ortaya koyacağız. Kimin önce, kimin sonra olduğunu anlayabilmek için vefat tarihlerini daha Önce vermiştik. Doğrusu, mütekad-dimin fakihler, -namazın şartlarından olan setr-i avreti ele alırken- bakış av­retinden ayrı bir avretten söz etmemiştir... Namazda avreti örtmenin gereği­ne dair Kur'an'dan ve sünnetten getirdikleri delillerin tamamı, namaz dışın­da da sözkonusu olan ve insanlara karşı örtülmesi gereken bakış avretiyle ilgili delillerdir. Şimdi imamların görüşlerinden bazı alıntılar yapacağız. Bu bölümde daha önce kaydettiğimiz bazı iktibasları yeniden vermek zorunda kalacağız. Avretin tek olduğunu ayan beyan ortaya koyabilmek için bu tek­rar kaçınılmaz olduğundan dolayı faydalı olacağı kanaatindeyiz:

Hanefi fukahasından Serahsi, Mebsut'unda şöyle diyor: "Cariyenin başörtüsüz (yani başı açık) namaz kılması caizdir. Zira Ömer (r.a.) başını örtmüş bir cariye gördüğünde şöyle demişti: "Çıkar o başörtüyü, hürlere mi özeniyorsun?"[749]

Burada, cariyenin namazdaki avreti sözkonusu ediliyor. Ancak, dikkat edilirse delil bakış avretiyle ilgilidir. Zira Ömer (r.a.) o cariyeyi namaz kılar­ken değil, dışarda görmüştür. Ve cariyelere baş örtmeyi yasaklaması her durumda geçerli olmuştur. Serahsi buradan, cariyenin başının namazda av­ret olmadığı sonucuna varıyor.

Keza Hanefi fukahasından Merginani, Hidaye'de şöyle diyor: "Rasu-lullah'ın (s.a.v.) "Kadın örtülü avrettir' hadisi gereğince yüzü ve elleri hariç kadının bütün bedeni avrettir. Bu ikisi de açık tutulmak zorunda olduğu için istisna edilmiştir."[750]

Burada söz, namazdaki avret etrafında dönerken, istisnanın gerekçesi, "zaruri olarak görünmesi" namaz dışındaki bir olaydır. Kadın dışarıda ya­bancı erkeklerle irtibat kurarken, bir takım işlerini takip ederken, ellerini ve yüzünü açmak zorunda kalır. Yani, burada getirilen delil de bakış avretiyle ilgilidir.

Maliki ulemasından İbn Abdilber Kafı'de şöyle diyor:

"Namazda hür kadının, elleri ve yüzü hariç tüm bedenini kapatması gerekir. Hac veya umre için ihrama girince de aynı şekilde (elleri ve yüzü ha­riç) kapanması gerekir. Çünkü el ve yüzün dışındaki tüm bedeni avrettir."[751]

Burada'İbn Abdilber, namazdaki örtünme ile ihramdaki arasında bir bağ kurmuştur ve bakış avreti ile namaz avreti arasında bir aynım gözetme­miştir. Nitekim ihramda sözkonusu olan bakış avretidir.

Keza Maliki fukahasından Ebu'l-Velid el-Baci, Münteka'da şöyle di­yor: "Yüzü ve elleri hariç hür kadının bütün vücudu avrettir... Arkadaşları­mız bu konuda 'kendiliğinden görüneni müstesna, zinetlerini açığa vurma­sınlar' âyet-i kerimesini delil getirerek; bu istisnanın yüz ve eller olduğunu, müfessirlerin çoğunun da bu görüşte olduğunu belirtirler. Yüzün, ihramda açılması emredilmiş bir uzuv olması da onun avret olmadığının delilidir. Avret olma noktasında kadının yüzü, aynen erkeğin yüzü gibi olup avret değildir."[752]

Yine Maliki fukahasından Kadı İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid adlı eserinde şöyle diyor: "Kadın avretinin sının, ulemanın çoğunluğuna göre, yüzü ve elleri hariç kadının tüm bedeni avrettir. Ayette istisna edilen yerler, örtülmesi adet olmayan yüz ve ellerdir. Bunlar avret sayümadığı için hacda da kapatılmaz."[753]

Burada, namazdaki avret sözkonusu edilerek, bunun sının çizilmekte­dir. Ancak delil, bakış avretiyle ilgilidir. "Kendiliğinden görüneni müstes­na" âyeti hatırlatılarak, bunun yorumu da 'Örtünmesi adet olmayan yerler' şeklinde yapılmaktadır. Adet ise sadece namaz değil, her ortamı kapsamak­tadır. Kadının hacda yüzünü örtmediği de hatırlatılmaktadır ki, bu da bakış avretiyle ilgilidir.

Şafii ulemasından Şirazi Mühezzeb'te şöyle diyor: "Yüce Allah'ın:

'Onlar bir kötülük yaptıkları zaman, "babalarımızı bu yolda bulduk' derler." (Araf, 7/28) âyeti kerimesi gereğince avreti örtmek farzdır. İbn Abbas demiştir ki; (müş­rikler) Kabe'yi çırılçıplak tavaf ederlerdi. İşte âyette sözü edilen fuhuş (kötülük) budur."

Şafii ulemasından Nevevi Mecmu'da diyor ki: "Meselenin hükmüne gelince, avreti tamamen kapatmak -daha önce geçen deliller gereğince- ic-ma ile farzdır. İki yorumdan en doğrusu, halvette de farz oluşudur... Açmaya mecbur kalırsa sadece ihtiyacını giderecek kadar açması caizdir..."[754]

Şirazi ve Şafii, görüldüğü gibi konuyu "avretin örtülmesi" başlığı altın­da ele almış ve her ortamda geçerli olan bakış avretinin hükmünü açıklamış­lardır. Namazdaki avreti de bu babta sözkonusu etmişlerdir. Mesela Şirazi şöyle ekliyor: "Aişe'den (r.a.) gelen "Hayız çağına gelen bir kadının namazı başörtüsüz caiz olmaz" mealindeki hadis-i şerif gereğince namazda avretin örtülmesi farzdır. Örtebileceği bir yeri açık olarak namaz kılması caiz değil­dir."[755]

Nevevi ise şöyle diyor: "Namazın sahih olması için avretin örtülmesi şarttır. Namaz kılarken bir tarafı açılsa namazı bozulur... Bu, kadın için de erkek için de geçerlidir. Aynı şekilde toplulukla beraber namaz kılan için de; yalnız başına namaz kılan için de geçerlidir."

Şirazi şöyle diyor: "Allah Teala'nın 'Kendiliğinden görüneni müstesna, zinetlerini açığa vurmasınlar' âyet-i kerimesi gereğince hür kadının, elleri ve yüzü hariç tüm bedeni avrettir. İbn Abbas diyor ki; istisna edilen yüz ve eller­dir. Zira Rasulullah (s.a.v.) ihramlı kadını eldiven ve peçe kullanmaktan sa­kındırmış tır. Şayet bunlar avret olsaydı, ihramda örtülmeleri yasaklanmaz-di. Nitekim ahş-veriş yaparken, bir şeyler alıp-verirken yüzü ve elleri açmak zaruret olmaktadır. Bu yüzden avret sayılmamıştır."

Burada, namazdaki avret sözkonusu edilmiştir. Ancak getirilen deliller bakış avretiyle ilgilidir. Adı geçen âyet, ihramdayken yüzü ve eli kapatma yasağı ve alış veriş vb. işler için zarureten açma delillerinin tamamı bakış avretiyle ilgilidir.

Şirazî şöyle devam ediyor: "Erkeklerin ağız kapalı namaz kılması mek-"uhtur. Çünkü Ebu Hureyre'nin (r.a.) naklettiği bir hadis-i şerifte, Rasulullah (s.a.v.) erkekleri namazda ağzını kapatmaktan nehyetmiştir. Keza kadının namazdayken peçe takması da mekruhtur. Zira kadının yüzü avret değildir ve avret olma açısından aynen erkeğin yüzü gibidir."[756]

Burada Şirazi, yüzün avret olmadığını son derece açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Nevevi, Ravdatu't-Talibin'de şöyle diyor: "Beşinci şart, avreti örtmek­tir. Halvet hariç, avretin namaz dışında da örtülmesi farzdır. Doğrusu halvet halinde (kendi başına kalınca) bile avreti örtmek gereklidir..."[757]

Burada setr-i avret, namazın sıhhati için gerekli şartlardan biri olarak e-le alınmıştır. Ancak, Nevevi bu gerekliliğin namaz dışında da geçerli oldu­ğunu belirtmektedir. Demek ki avret, hem namazda, hem de namaz dışında örtülmesi gereken yerler olup bir ayırım arzetmemektedir.

Hanbeli fukahasmdan İbn Hubeyre İfsah'ta şöyle diycr:

"Namaz kitabı... Avretin sınırları babı... Ahmed, kendisinden gelen iki rivayetin birisinde şöyle demiştir: Yüzü ve elleri hariç tüm bedeni avrettir... Diğer rivayette ise; sadece yüzü hariç tüm bedeni avrettir, demiştir. Meşhur olan da budur. Hiraki de bu görüşü tercih etmiştir."[758]

"Nikâh kitabı... Nikâhlamayı düşündüğü bir kadının avret olmayan yer­lerine bakmasının caiz olduğu konusunda ittifak edilmiştir... Avretin sınırla­rını namaz bölümünde ele almıştık."[759]

Evet, İbn Hubeyre, bakılması caiz olan yerlerden bahsederken namaz için belirttiği avret sınırlarına atıfta bulunuyor ve avretin namazda veya dı­şında ayrı bir sınırı olmadığını belirtiyor.

Yine Hanbeli fukahasmdan İbn Kudame Muğni'de şöyle diyor: "Hiç belli olmayacak şekilde insanların bakışından avret yerlerini gizlemek mak­sadıyla örtünmek farzdır. Bu, namazın sahih olması için de gereklidir. Ma lik'in arkadaşlarından bazıları, avreti örtmenin farz olduğunu, ancak namaz­da şart olmadığını söylemiştir. Gerekçeleri de şudur; çünkü avreti örtmenin farz oluşu namazla ilgili bir durum değildir. Bu yüzden namazın şartlarından değildir."[760]

Burada iki nokta üzerinde durulmuştur: Birincisi, avreti gözlerden giz­lemek maksadıyla örtmektir ki, her durum ve ortamda gereklidir. İkincisi, avreti örtmenin, bazılarınca namazın şartlarından olduğu, bazılarınca da şartlarından değil vaciplerinden olduğudur. Şart olmadığını söyleyenler, av­retin namazla sınırlı olmayışını gerekçe göstermektedir. Son cümlenin üze­rinde durmamız gerekil-. "Avreti Örtme farzı, namaza has bir durum değildir" tesbiti, namazdaki avretin insanlara karşı örtülen bakış avretinden farklı bir şey olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

İbn Kudame buna ilaveten, nikâhlanması düşünülen kadının yüzüne bakmanın hükmünden söz ederken de yüzün avret olmadığını beyan etmek­tedir.[761]

Avretin sınırlan konusunda İbn Kudame şunları söylüyor:

"Mezhebimizde en muteber görüşe göre avretin sının, erkek için göbe­ği ile diz kapağı arasıdır. Birçokları Ahmed'den böylece rivayet etmişlerdir. Bir başka rivayete göre de sadece galiz avreti (ayıp yerleri)dir... Delili de Enes'ten (r.a.) aktarılan şu rivayettir: "Hayber günü Rasulullah'ın (s.a.v.) izan (peştemala benzer belden aşağısını kapatan örtü) açıldı ve dizinin be­yazlığını gördüm. Halbuki birinci rivayetin delilleri daha sahihtir. Hilal'in aktardığı ve İmam Ahmed'in Müsned'inde yer alan ve Cürhüd'den gelen bir haberde Rasulullah'ın (s.a.v.), dizini açtığını görünce 'dizini kapat, diz avret­tir' buyurduğu beyan edilir... Rasulullah (s.a.v.) Ali'ye de (r.a.) şöyle demiş­tir: 'Dizini açma, ölü olsun, diri olsun kimsenin de dizine bakma[762]

Burada da söz namazdaki avretle ilgili olduğu halde -aktardığımız ve aktarmadığımız bir çok delilde görüldüğü üzere- delillerin tamamı bakış avretiyle ilgilidir.

Hanbeli fukahasından Hiraki Muhtasar'ında şöyle der: "Avretini kapat­ma imkânı bulamayan, namazını oturduğu yerde ima ile kılar."

ibn Kudame Muğni'de şöyle diyor: "Yeterince örtünme imkânı bula­mayanın namazı oturarak kılması gerekir. Çünkü örtünme olayı 'kryam'dan (namazda ayakta durma) daha kuvvetlidir. Namazda olduğu gibi namaz dışında da farzdır."[763]

Burada da avretin tek olduğu ortaya çıkmaktadır.

Hiraki şöyle diyor: "Hür kadının, yüzü dışında bir yeri açılırsa namazını iade etmesi gerekir."

İbn Kudame şöyle diyor: "Kadının namazda yüzünü açmasının caiz olduğu konusunda ihtilaf yoktur... Ebu Hanife, "Ayaklar da avret değildir. Çünki, genellikle açık olurlar. Bu sebeple yüz gibi onlar da avret sayıl-maz'der.,. Malik, Evzai ve Şafii ise, şu görüşte: Kadının yüzü ve elleri dışın­daki tüm bedeni avret olup, namazda bu ikisi dışındaki bütün yerlerini kapat­ması gerekir. Çünkü İbn Abbas kendiliğinden görüneni müstesna..." âyetin­de istisna edilenin yüz ve eller olduğunu belirtmiştir. Keza Rasulullah (s.a.v.) da ihramh kadının peçe ve eldiven takmasını yasaklamıştır. Eğer yüz ve eller avret olsaydı, bunların örtülmesini yasaklamazdı. Nitekim alış veriş yaparken, bir şeyler alıp verirken, yüzün ve ellerin açık tutulmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bazı arkadaşlarımız şu görüştedir: Kadın bütünüyle avrettir. Çünkü Rasulullah'tan (s.a.v.) gelen bir haberde "kadın avrettir" buyurul-maktadır (Tirmizi). Ancak şu kadar var ki, örtmesi çok meşakkatli olduğu için yüzün ve ellerin açılmasına ruhsat verilmiştir. Ve nikahlamak kasdıyla yüze bakmak mubah görülmüştür."[764]

İbn Kudame ile Hiraki'nin sözlerinden avretin tek olduğunu iyice anla­mış bulunuyoruz. Asıl konu namazda avretin örtülmesi olduğu halde, İbn Kudame'nin namazda yüzü ve elleri açmanın caiz olduğuna dair getirdiği de­lillerin tamamı, aynı zamanda bakış avretiyle ilgilidir. Bu delilleri şöylece sıralayabiliriz.

- "İhramh kadın peçe takamaz, eldiven giyemez" hadisi şerifi.

- Bu hadise eklediği "yüz ve eller avret olsaydı, örtülmelerini yasakla­mazdı. Nitekim alış-veriş yaparken, bir şeyler aiıp-verirken yüzün ve ellerin açık tutulmasına ihtiyaç duyulmaktadır' şeklindeki gerekçe.

- "Şeytanın bakışını üzerine çekecek şekilde dışan çıktığında kadın av­ret sayılır" hadisinin peşinden yapılan "Ancak şu kadar var ki, örtmesi çok meşakkatli olduğu için yüzün ve ellerin açılmasına ruhsat verilmiştir, şek­lindeki açıklama. Ve buna yaptığı "Nikâh kasdıyla yüze bakmak mubah gö­rülmüştür" şeklindeki ilave.

İbn Kudame şöyle diyor: "Cariyenin başı açık namaz kılması caizdir. Hasan'dan başka buna muhalefet eden kimseyi bilmiyoruz... Bizim delilimiz, Ömer'in (r.a.), başını örtmüş bir cariye gördüğünde onu uyarması ve "başını aç, kendini hürlere benzetme" demesidir. Kadı, Mücerred'de şöyle diyor: "Cariyenin namazda göbeği ve diz kapağı arasında bir yeri açılacak o-lursa namazı bozulur. Bunun daşında bir yeri açılacak olsa namazı bozul­maz... Cami'de şöyle bir kayıt yer alır: "Cariyenin avreti, başı, dirseklere ka­dar kolları, diz kapağına kadar bacakları dışında kalan yerleridir. Bunun de­lili İmam Ahmed'in şu sözüdür: "Satın almak istediği cariyenin elbisesinin üstünden... ve kollarıyla bacaklarını açtırıp baktırmasında bir sakınca yok­tur. Çünkü buraları, hizmet ederken genellikle görülür. Dolayısıyla avret olmaz. Bunların dışında kalan yerler adet gereği açılmadığı gibi buna zorla­yan bir ihtiyaç da yoktur."[765]

Burada, cariyenin namazdaki avreti sözkonusu edildiği halde, özellikle cariyenin avretinin sınırlarını belirleyen ifadeler bütünüyle bakış avretiyle ilgilidir.

İbn Kudame bir başka noktaya işaret ederek şöyle diyor: "Eğer imkânı varsa namaz kılarken omuzu (sniın üst kısmını) kapatmak gerekir. Bu görüş İbn Münzir'e ait olup İbn Cafer'den de omuzlarını örtmeyenin namazının sahih olmayacağı şeklinde bir görüş aktarılmıştır. Oysa fukahanin ekseriyeti böyle bir şey gerekmediğini, namazın sıhhatini de zedelemeyeceğini beyan etmiştir. Malik, Şafii ve ashab-ı rey bu görüşü paylaşanlardandır. Gerekçe­leri de bunların avret olmadığıdır. Bizim bu konudaki delilimiz, Ebu Hurey-re'nin Rasulullah'tan (s.a.v.) naklettiği şu hadis-i şeriftir: 'Erkekler omuzu kapatmayan tek bir elbiseyle namaz kılmasın.' (Buhari ve Müslim naklet-miştir) Buna şöyle bir yorum getirilebilir: Omuzları ve sırtın üst kısmını açmak nehyedilmiştir. Nehiy, nehye konu olan şeyin fasit olduğunu ifade eder. Bunları örtmek farz ise açmak da aynen avret gibi namazı bozar.[766] Ta­mamını kapatacak elbise bulamaz da tercih yapmak zorunda kalırsa omuzla­rını açar, diğer avret yerlerini örter. Çünkü, avret yerlerini örtmenin farz olduğu hususunda ittifak edilmiştir. Oysa omuzların örtülmesi tartışmalı bir konu olup bunu gündeme getirmek gereksizdir." [767]

Kelvezani Hidaye'de şöyle diyor: "Avretini örtecek miktardan fazla giysi bulamayan, omuzunu bırakıp avretini örter. Bizim üstadımız ise şu gö­rüşte: Omuzlarını örter ve namazı oturarak kılar."[768]

Muhyiddin İbn'l-Cevzi* "Mezhebu'1-İmam Ahmed" adlı eserinde şöy­le diyor: "Erkeğin namazını vücudunu tamamen kapatan elbiselerle kılması müstehaptır. Sadece avret yerlerini de örtse caizdir, yeter ki omuzunda elbi­senin bir ucu bulunsun." [769]

Mecdüddin İbn Teymiyye Muharrerinde şöyle diyor: "Erkeğin farz namazda omuzlarını (boyun dipleri dahil) açık bırakması caiz değildir. Açık kalırsa setr-i avret yapılmış olmaz. Nafile namazda açılması konusunda iki rivayet vardır"[770]

Hanbeli fukahasından Şemsüddin İbn Kudame** (eş-Şerhü'l Kebir'de şöyle diyor: "Sadece avret yerlerini örtecek kadar elbise bulabilen biri na­maz kılarken omuzlarını açık bırakır. Çünkü, avreti örtmenin gereği üzerin­de ittifak edilmiş iken, omuzları örtme konusunda ihtilaf edilmiştir. Setr-i avret namaz dışında da farz olduğuna göre namazda evleviyetle farz olur."[771]

Burada Muvaffakuddin İbn Kudame, Kelvezani, İbn'l-Cevzi, Mecdüd­din İbn Teymiyye ve Şemsüddin İbn Kudame şu tesbiti yapıyor: Namazda (erkeğin) omuzlarını örtmesi, "avref'e izafe edilen bir keyfiyet olup, bizatihi avret olmasını göstermez. Avret, bildiğimiz avret olup (erkek için göbekle diz kapağı arası) örtülmesi de gerek namazda (farz olsun, nafile olsun) ge­rekse namaz dışında farzdır.

Elbette, bu beş imamın, namazda omuzların örtülmesi gerektiği; ancak bunun avret olduğunda değil de avrete izafeten gerektiği şeklindeki yorum lan, bu olayı namaz avretiyle bakış avretinin farklı şeyler olduğuna delil gösteren Takiyüddin İbn Teymiyye'ye yeterli bir cevap teşkil etmez.

İbn Teymiyye şöyle diyor: "Namazdaki avretin bakış avretiyle bir ilgisi yoktur... Öyle ki, namaz dışında açılabildiği halde namazda örtülmesi gere­ken yerler olduğu gibi dışarda örtülmesi gerektiği halde namazda açılan yer­ler de vardır. Birinci duruma omuzlan örnek gösterebiliriz. Nitekim Rasu-lullah (s.a.v.) erkekleri, omuzlannda bir şey olmadan tek elbiseyle (belden a-sağısını örten elbiseyle) namaz kılmaktan, alıkoymuştur. Bu namaz için öy­ledir. Yoksa erkeklerin namaz dışında omuzlarını örtmeleri zorunlu değil­dir.. Bunun tersi de sözkonusudur: İki görüşten daha sahih olanına göre, ka­dının el, yüz ve ayaklarını namaz dışında göstermesi caiz değilken, iuifakla buralarını namazda açması caizdir."[772]

İbn Teymiyye'nin, avreti "namaz avreti" ve "bakış avreti" şeklinde iki­ye ayırması için yeterli delil getiremediği görüşünde olan İbn Dakikini'1-İd (ö. h. 702) Ümdetu'l-Ahkâm Şerhi'nde şöyle diyor: "Rasulullah (s.a.v.), siz­den biri omuzuna bir kısmını koymadan tek elbiseyle namaz kılmasın, bu­yurmuş. Bu nehiy, iki açıdan illetlidir. Birincisi, bu hadiste bedenin üst kıs­mım açma ve namaz için sünnet olmuş kıyafete bir muhalefet vardır. İkinci­si, bunu yapanın (omuzunu izarın bir kısmıyla kapatan) eli ya sürekli meşgul olacaktır ya da olmayacaktır. Şayet, eliyle tutarak sürekli meşgul olmazsa izarın düşerek avretin görünmesi korkusu vardır. Yok eğer sürekli tutarak elini meşgul ederse, bu durumda namazı bozan iki müfsid ortaya çıkar... Oy­sa fukaha nezdinde meşhur olan, bu görüşün zıddı olup avreti kapatmak da namazın caiz olması için yeterlidir."[773]

İbn Teymiyye'nin delilim çürütme noktasında önceki imamların sözle­rine ek olarak, daha yakın tarihte yaşamış bir müctehidin sözüyle bu bahsi kapatmak istiyorum. Şevkani (ö. h. 1250) Neylü'l-Evtar'da şöyle diyor: "Rasulullah'm (s.a.v.) 'sizden biri omuzuna bir kısmını koymadan tek elbi­seyle namaz kılmasın1 (Buhari ve Müslim rivayet etmiştir) mealindeki hadi­sinden murad şudur: İzannın uçlarını topallayıp beline sokuşturmadan omu-zundan aşağı sarkıtsın ve böylece bütün bedenini örtmüş olsun. Gerçi avret olmadığı için böyle bir şey şart olmamakla birlikte daha olgun bir Örtünme olacağı için bu yapılmalıdır.[774]

* Son asır/akiklerinin yüzü açmanın meşru olduğu hususundaki ittifakı

İslam aleminin büyük bir kesiminde uygulanan örflere göre, kırsal ke­simde yaşayan kadınlar -tarla ve çarşı işleri gibi nedenlerle- genellikle yüz­lerini açmışlardır. Cezayir gibi bazı yerlerdeki bedevi topluluklarda da aynı durum sözkonusu olmuştur. Keza şehirde yaşayan medeni kadınlar da -ge­nellikle içerde durmaları, nadiren dışarıya çıkmaları sebebiyle- yüzlerini örtmüşlerdir. Bu uygulama asırlar boyunca -özellikle de son asırlarda- bu şe­kilde sürüp geldiği halde hiçbir alimin bunu yadırgayıp karşı çıktığı görül­memiştir. Bunun manası, kadın yüzünün açık olmasının meşru kabul etmek demektir. Sanki bir nevi sükuti icma vardır.

Yüzü açma-kapama olayının kırsal kesimlerde ve kentlerde farklı bir durum arzetmesi gayet doğaldır. Zira toplumların gelenekleri farklı olabilir. Kaldı ki bu, Allah'ın bir nimetidir ve dinde kolaylıktır. Nitekim, ilim erbabı­nın da -özellikle son asırlarda yüzü örtmeyi gerekli görmeleri ve bu konuda bazen sert bir üslup kullanmalarına rağmen- kırsal kesim kadınının yüzünü açmasını -içinde bulunduğu şartlar nedeniyle, normal karşıladığı göze çarp­maktadır. Halbuki şehirli kadınların dışarı çıkarken yüzlerini kapatmasının gerektiğini ısrarla savunurlar. Bunu, elbette, kadınlara meşakkat yüklemek için yapmamışlardır. Evinde otururken bir takım işlerini hizmetçilere yaptı­ran bir kadın, dışarıya da -ziyaret, taziye vb. ihtiyaçları dışında- pek sık çık­mayacaktır. Bu gibi durumlarda yüzünü örtmesi de onun için hiç zor olma­yacaktır.

Bir çok İslam ülkesinde kırsal kesim kadınıyla kentli kadın arasında görülen bu uygulama faikı konusunda İbn Badis şöyle der: "Günümüzde -büyük çoğunluğu kentli olmayan insanlardan oluşan- İslam toplumlarında kadınların yüzü açık olarak dışarı çıkmaları alışılmış bir olay olup gayet nor­mal karşılanır ve hiç yardıganmaz. Bu gibi toplumlardan -gözü sakınma ve dönüp dönüp yeniden bakmanın haram olduğunu bilmek şartıyla- kadınların yüzünü kapatması istenmez. Ancak büyük çoğunluğu kentli nüfustan oluşan İslam toplumlarında kadınlar yüzlerini kapatır ve bu durum dikkat çekmekle kalmaz; bazen fesatçıların dedikodular çıkarmasına da sebeb olabilir. Bu yüzden kentli kadınların serden, fitneden ve namus kavgaları çıkmasından emin olmak için yüzlerini örtmeleri gerekir.[775]

Son asırlarda, özellikle kentli kadınlar arasında yaygınlaşan yüz Örtme adetinin, fukahaca sedt^-i zerai kabilinden hoş karşılandığını belirten Kadı İyaz şunları söylüyor:[776]

"Ulema demiştir ki; kasıt olmaksızın kendiliğinden gelişen bir bakışın caiz oluşu, kadının dışarda yüzünü örtmek zorunda olmadığının delilidir. Ancak erkeklerin her halükârda kadınlardan gözlerini kaçırmaları (tabii şer'i gerekçeyle ve sahih bir maksatla bakma hariç) gerekmektedir. Nevevi Kadı İyaz'ın bu görüşünü Sahih-i Müslim'e yaptığı şerhte kaydetmiştir."[777]

Bu sebeple, ilk asır idamesinin yüzün avret olmadığı hususundaki ittifakıyla daha sonrakilerin yüzün örtülmesi gerektiğine meyletmeleri arasın­da böyle bir fark olduğunu bilmemiz gerekir. Böylece, kimileri "fitne" 'ge­rekçesiyle yüzü örtmenin farz olduğunu söylerken; kimileri de aynı gerek­çeyle mendup olduğu sonucuna varmıştır. Bir başkaları da olayı güzel bir örf olarak değerlendirmiştir. Bunların hepsi doğru ve yanlış olma ihtimal dahi­linde olan ictihadlardır. Önemli olan delilin kuvvetli olmasıdır. Bir de şu gerçeği unutmamak gerekir:[778]

Bir çok ictihad, belli bir zamanın maslahatına uygun düşerken, bir çok ictihad da zamanın değişmesiyle değişmek zorunda kalır.

Ancak, öyle anlaşılıyor ki, asırlar boyunca, özellikle yüzü örtmenin farz olduğunu savunanların ısrarlı gayretleri sonucu yüz avret sayılmaya başlamıştır. Halbuki aynı şahıslar, yüzü açmanın meşru olduğunu bildiren onca rivayetten bihaber değildiler.

Her şeye rağmen, İslam aleminin birçok yerinde kadınların yüzü açık şekilde dolaşması ve bunun böylece günümüze kadar sürüp gelmesi karşı­sında ulemanın tepki göstermemesi, aksine bir çoğu tarafından bunun mu­bah olduğunun açıkça ifade edilmesi, en azından yüzün açıklığı karşısında sessiz kalarak olayı ikrar etmeleri, bu konuda bir nevi sükuti icma olduğu anlamına gelmektedir.

Özet:

Aziz Kitab'in âyetleri yüzün açık mı yoksa örtülü mü olması gerektiği konusunda sarih bir hüküm beyan etmiş değildir. Sahabe ve tabiin ise konu­ya ilişkin âyetlerin yorumunda ihtilaf etmiştir. (İkinci bölümde detayıyla ele alındı). Sahabeyi taklid etme konusunda İbn'l-Kayyim şu değerli tesbiti yapmaktadır:

"Ben bazı sahabileri taklid ediyorum (mesela 'kendiliğinden görünen zinet elbisedir' diyen İbn Mes'ud'u) diyen mukallide şu soruyu yöneltiriz: Peki ama, taklid etmediğin diğer sahabileri hangi gerekçeyle reddediyor­sun? Ola ki görüşünü terketmiş olduğun bir sahabinin delili taklid etmiş olduğundan çok daha kuvvetlidir. Şunu kabul etmek gerekir ki, bu görüş, sahabinin faziletli oluşuyla değer bulmaz, aksine delilinin güçlü olmasıyla kuvvet bulur."[779]

Yüzü açmanın meşru olduğunu ifade eden takriri sünnet nasslan çok­tur. Ancak, muarızlar bu nasslann delaletinin kesin değil de ihtimali olduğu­nu savunmaktadır. Biz ise onların bu iddiasının, bu konudaki nasslann çok­luğu sebebiyle isabetsiz olduğu kanaatindeyiz, (bkz. üçüncü bölüm). Ko­nuyla ilgili kavli tek rivayet Aişe (r.a.) hadisidir. "Kadın hayız çağına gelin­ce -yüzünü ve ellerini göstererek- şurası ve şurası hariç hiçbir yerinin görün­mesi doğru olmaz." Bu hadis mürseldir. Ancak sahabi kavilleriyle güçlendi­rilmektedir. Beyhaki şöyle diyor: "Bu hadis mürsel olmakla beraber, sahabi-lerin Allah'ın zahiri zineti mubah kıldığını bildiren sözleriyle kuvvet bul­muştur." Nasırüddin Eibani şu ilaveyi yapıyor: "Zehebi, Tehzibu Süneni'l-Beyhaki'de bu görı/şe katıldığını beyanla işaret edilen sahabilerin Aişe, İbn Abbas ve İbn Ömer (r.a.) olduğunu belirtmektedir. Onlar "zinet-i zahirenin yüz ve eller olduğu" görüşünü paylaşmıştır. Eibani bu hadisi kuvvetlendiren bir başka unsurun çok sayıda değişik tarikten gelmesi olduğunu açıklamak­tadır.[780]

Mütekaddimin fukahanın görüşleri, yüzün avret olmadığı yönünde itti­fak oluşturmuştur. Bununla birlikte, tabiinden gelen ve tırnağına varana ka­dar kadının bütünüyle avret olduğunu savunan şaz bir görüş te gelmiştir. Gerçi bu şaz görüşte bile -İmam Ahmed'den gelen bir rivayette görüldüğü üzere- Örtmesi meşakkatli olduğu için yüzü ve elleri açmaya ruhsat verdiği belirtilmiştir.

Hanbeli mezhebi bu konuda tek kalan bir görüşe sahiptir. Hanbeli fuka-hasının İmam Ahmed'den naklettiği bir kaç rivayet mevcuttu: Birincisi; kadın yüzü avret değildir. İkincisi; kadının bütün bedeni avrettir. Bazıları buna "yüzü dışında", ya da "namaz dışında" kaydını koymuştur. Üçüncüsü; namazda tırnağı bile görünmeyecek şekilde tüm bedenini Örter. Dördüncü­sü; İmam Ahmed Aişe'nin (r.a.) şu hadisi ile amel etmiştir: "Kadın hayız ça­ğına gelince, -yüzünü ve ellerini göstererek- şurası ve şurası hariç hiçbir ye­rinin görünmesi doğru olmaz."

Şimdi, Hanbelileri, Aişe'den (r.a.) gelen ve İmam Ahmed'in de onunla amel ettiği, Beyhaki ve Elbaninin kuvvetlendirdiği ve üçüncü bölümde kay­dettiğimiz bir çok takriri sünnetle desteklenen bu hadis ile amel etmeye da­vet edebilir miyiz? Keza, Önceki fakihlerin itifakına biraz değer vermeye de edebilir miyiz? Zira onlar Kitap'ta ve sünnette yer alan hükümlerden gafil değillerdi. Üstelik önceki hayırlı asırlar bu şekilde amel etmiştir. Bütün bun­lardan sonra Hanbelileri, kadının yüzünün avret olmadığını kabul etmeye ve kitaptan ve sünnetten bir delile dayanmayan, sadece, bir sahabinin ve bir ta­biinin bir âyet-i kerimeyi -diğerlerinin hilafına- değişik yorumlamasından kaynaklanan rivayetleri terketmeye davet edebilir miyiz?

Son olarak İbnu'l-Kayyim'in İmamları taklid konusundaki şu açıkla­masına kulak verelim: "Alim bazan yanılır da. Bu kaçınılmazdır. Çünkü ma­sum değildir. Bu yüzden onun her dediğini kabul ederek onun sözlerini ma­sum birinin sözleri gibi telakki etmek (algılamak) caiz değildir. Bu, yeryü­zündeki tüm alimlerin yerdiği bir tutumdur. Bu tutumu haram görmüşler ve erbabını da şiddetle yermişlerdir. Aslında bu taklitçilerin belası ve fitnesi (sinavı)dır. Zira onlar alimi, doğru olsun yanlış olsun her adımında takip ederler. Temyiz (iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırdedebilme) kabiliyet­leri yoktur. Dolayısıyla dinlerini alırken hata da karıştırıyor, Allah'ın bir haramını helal sayarken, bir helalini de haram saymaya da Allah'ın meşru saymadığı (vaz etmediği) bir hükmü meşru sayma yanlışına düşüyorlar. Bu durum kaçınılmazdır, çünkü taklid ettikleri insan hatadan masum değil­dir."[781] "Eğer siz taklid edilen imamların hidâyet üzre olduğunu kabul edi­yorsunuz. O halde onların arkasından giden taklitçilerde hidâyet üzere ol­maz mı? diye soracak olursanız deriz ki: Onların peşinden gözü kapalı ola­rak gitmeleri, onları taklid etmedikleri anlamına gelir. Zira o imamların yolu ve tavsiyesi delillere tabi olmak ve körü körüne taklidden sakındırmak ol­muştur. Onların tavsiyesine kulak asmayan ve Allah'ın, Rasulü'nün ve bu imamların sakındırdığı körü körüne peşinden gitme suçunu/ işleyen, nasıl onların yolundan giden bir taklitçi olabilir? Böyleleri olsa olsa muhalif olur, mukallid değil. Taklid, "delile tabi olmakla, delili tenkide tabi tutmakla ve Allah Rasulü (s.a.v.) dışında hiç kimseyi bütünüyle (toptan) kabul etme­mekle mümkün olur."[782] Beyhaki İbn Abbas'tan rivayet etmiştir: "Alimin hatalarına tâbi olanlara yazıklar olsun. Bu nasıl olur ey Ebu Abbas, demişler: "Alim önce görüşünü beyan eder. Ancak daha sonra konuya ışık tutan bir hadis-i şerif duyar ve görüşünü terkeder (ama ne yazık ki gözü kapalı taklit­çiler hâlâ önceki hatalı görüşle amel etmeyi sürdürür.)"[783]

 

Kadının İhramda Yüzünü Açmasının Farz Oluşu

 

ABDULLAH B. ÖMER (r.a.) anlatmıştır: "Bir adam kalktı ve dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü, ihramda ne giymemizi emredersiniz? Nebi aley-hisselam şöyle buyurmuştur: 'Gömlek, pantolon, sarık ve kapşonlu elbise giymeyin. Nalin (terlik) bulamayan mest (vs. ayakkabı) giyebilir, ancak to­pukları görünecek şekilde fazlasını kesin. Zaferan veya vers değmiş (yani kokulu ve renkli) elbise giymeyin. İhramh kadın nikap (peçe) ve eldiven tak­masın."[784]

Bu hadiste, gerek erkek için, gerekse kadın için ihramhyken yasak olan giysiler sıralanmıştır. Erkek için sarık veya kapşon, kadın için de peçe ya­saklanmıştır. Fukaha, buradan, ihramda erkeğin başını, kadının da yüzünü açmasının farz olduğu hükmünü çıkarmıştır. İbn Ömer'in şu görüşünü bir çokları paylaşmıştır: "Erkeğin ihramı başında, kadının ihramı ise yüzünde-dir." Şimdi mezheplerin bu konudaki görüşlerini aktaralım.[785]

Hanefi mezhebi:

Serahsi, Mebsut'ta şöyle diyor: "Avret-i mesture" olmakla beraber ka­dının ihramda "yüzün örtemeyeceği hususunda icma vardır. Yüzünü açma­sında fitne korkusu olsa bile bu böyledir."[786]

Kemal İbn Hümam da Fethu'l-Kadir'de şöyle diyor: Açmasında fitne ihtimali olmakla birlikte ihramdayken kadın yüzünü örtemez... Çünkü onun ihramı yüzündedir. Dolayısıyla açması zorunludur.[787]

Maliki mezhebi:

Müdevvene'de şöyle denir: "İbn'l-Kasım'a dedim ki; ihramlı kadın yü­zünü örtecek olsa fidye vermesi gerekir mi? 'Evet' dedi."

et-Tac ve'1-İklil'de şu kayıt yer alır: "İhramlı kadın, eldiven, peçe ve ni-kab dışında dilediğini giyer. Ancak yüzünü örtemez."[788]

Şafii mezhebi:

İmam Şafii, el-Ümm'de şöyle diyor: "Bu konuda kadın ile erkek farklı­dır... Erkek, hiçbir zaruret yokken yüzünü örtebileceği halde (ihramlı) kadın yüzünü örtemez."[789]

Nevevi, Mecmu'da şöyle diyor: "Kadının yüzü, aynen erkeğin başı gibi olup, hiçbir şeyle örtülmesi doğru değildir."[790]

Hanbeli mezhebi:

İbn Kudame, Muğni'de diyor ki: "Nasıl ki ihramda erkeğin başını ört­mesi haramsa, aynı şekilde kadının da yüzünü örtmesi haramdır."[791]

Bazı fakiklerin bu konudaki görüşleri:

Fethu'l-Bari'de şu kayıtlara yer verilir: "İyaz demiştir ki: Müslümanlar, hadis-i şerifte geçen giysilerin ihramda kullanılmasının yasak olduğu kon-sunda icma etmiştir. 'Gömlek ve pantolon' ile bütün dikişli giysiler; 'sarık ve kapşon' ile dikişli dikişsiz başı örten giysiler; mest ile de ayağı örten giyecek­ler yasaklanmıştır... Hattabi şöyle diyor: 'Sarık ve kapşon1 kaydıyla gerek de­vamlı, gerekse nadiren kullanılar ve başı örten giysilerin ihramda kullanıla­mayacağı belirtilmiştir..."[792] Kadınını elini ve parmaklarını örten eldiven, ayağı örten ayakkabı hükmündedir. Nikab, kadınlara has bir giysi olduğu için ihramda kullanılması kadınlar için, yasaktır. Erkeklerin yüzünü örtme­sinde bir sakınca yoktur. Ama eldiven böyle değildir. Gerek erkeklerin, ge­rekse kadınların ihramda eldiven kullanması caiz değildir. Çünkü eldiven, aynen ayakkabı gibi bedenin bir parçasını bütünüyle kapatır. Oysa yüzü ört­mek böyle değildir.[793] "Kadın nikab kullanamaz" demek, "kadın yüzünü ör­fi. el-Müdewene,  temez" demektir...[794] İbnu'l-Münzir şöyle diyor: Kadının her türlü dikişle el­bise ve ayakkabı giyebileceği hususunda icma edilmiştir. Zira kadının başını saçını örtmesi gerektiği gibi başörtüsünü yanlardan sallandırıp yüzünü -bü­tünüyle kapatmadan- erkeklerin rahatça görmesine engel olması caizdir. Fa-tıma b. Münzir'den şöyle bir rivayet edilmiştir: Esma b. Ebi Bekir'le beraber ihrama girdik. Yüzümü kapatıyorduk. Muhtemelen buradaki kapatma, Ai-şe'den'Cr.a.) gelen rivayette olduğu gibi bir sakınmadır: "Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte ihrama girdik. Birine rastladığımızda yüzümüzü örtüyür, geçince açıyorduk."[795] Mücahid kanalıyla gelen bu hadisin senedi zayıftır."[796]

Fukahanın, -bu delillerden yola çıkarak- erkeğin, adet olan olmayan, şapka, sarık ya da hırka gibi dikişli dikişsiz herhangi bir nesneyle başını ört­mesinin caiz olmadığı sonucuna vardığını görüyoruz.[797] Hatta bazıları bu ko­nuda aşırı giderek yaraya sargı yapmanın bile caiz olmadığını söylemiştir.[798]

Bazıları ise cibinlik, hevdec vb. bir yerde gölgelenmeyi de mahzurlu saymıştır.[799] Aynı zamanda fukahanın -erkeğin ihramının başında, kadının ihramının yüzünde olduğunu ikrar etmekle beraber ve erkeğin başını, kadı­nın da yüzünü açmasının farz olduğunu kabul etmelerine rağmen- kadının, erkeklerden sakınmak amacıyla örtülerinin bir tarafıyla yüzlerini kapatma­larına ruhsat verdiğini görmekteyiz. Peki, yüzü açma emriyle kapatma ceva­zını nasıl bağdaştıracağız? Sanırız, şu iki hususa riayet edersek bunu başara­biliriz.

Birincisi; yüzün, başın üzerindeki sabit bir örtünün bir ucuyla örtülme -si. Veya elindeki yelpaze vb. bir şeyle kapatılması. Nisbeten ince bir kumaş­tan yapılan ve gözeneklerinden yolun rahatlıkla görülebildiği, yukarıdan gö­ğüslere doğru sarkıtılan yüz örtüsü caiz değildir. Zira başa bitişik olduğu ve yüzü daima kapalı tuttuğu için normal peçe hükmündedir. Sanırız fukaha "kadının ihramı yüzündedir" hükmünün uygulanmasına yardımcı olur umu­duyla, yüzü tamamen kapatmayan, ancak bir an erkeklerin görmesini engel­leyen nesnelerin kullanılmasını mubah görmüştür. Böylece yüz sürekli açık kalmış olur. Yani, yüz bütünüyle örtülmez, ancak erkeklerin görmesi de en­gellenmiş olur. Aynen erkeklerin güneş ışığından korunmak amacıyla başlannın üzerinde bir şey tutmaları gibi. Böyle yapan birine başını örttü dene­mez. Zira başı ile gölge yapan nesne arasında bir karış veya en azından iki üç parmak boşluk kalmaktadır. Aynı şeklide kadın da erkeklerin görmesine en­gel olmak için tuttuğu (elbisesinin bir tarafı, yelpazesi vb.) bir şeyi yüzüne iki üç parmak mesafede tutması yeterlidir. Hanefi ve Şafii fukahası[800], elbise­sini tutacak olursa yüzüne yapıştırmadan biraz ara bakması gerektiğini söy­lemiştir. Bu konuda fakihlerin neler söylediğine bir göz atalım:

Maliki ulemasından Halil, Muhtasar'mda şöyle diyor: "İhrama giren kadına, eldiven giymek ve yüzünü örtmek haram olur. Ancak iğne veya ip­likle tutturmadığı bir şeyle erkeklere göstermemek maksadıyla yüzünü ka­patabilir."[801] "İğne ya da iplikle tutturmadığı" derken, yüzünü kapattığı nes­nenin başörtüsüne iliştirilmiş olmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Ka­dın, ihtiyaç halinde elbisesinin ya da başörtüsünün bir ucuyla veya yeniyle yüzünü kapatı verir, sonra hemen açar. Fukahanın "elbisesini başının üze­rinden yüzüne sarkıtır" gibi sözlerini bu şekilde anlamak daha doğru olur.

Mevahibu'I-Celil li-şerhi Muhtasari'l-Halil sahibi şunları söyleyor: "Kadın, eğer mümkünse elinde tuttuğu yelpaze vb. bir şeye yüzünü kapatır. En güzeli budur. Böyle bir şey yoksa cilbabını başından aşağıya doğru sarkı­tır. Cilbabı yoksa elbisesinin bir tarafını -erkeğin görüşünü engelleyecek şe­kilde- tutar. Müsaitse yeniyle de kapatabilir. Başındaki başörtüsünden başka uygun hiçbir şey bulamazsa başörtüsü büyükse onun bir ucunu başından aşa­ğıya sarkıtarak yüzünü kapatır..."[802]

Şafii, el-Ümm'de şöyle diyor: "Kadın erkeklere görünmek istemiyorsa ilbabının, yada başörtüsünün veyahut elbisesinin bir tarafını başından aşa­ğıya yüzüne yapışmayacak şekilde sarkıtır... Ancak yüzünü bütünüyle ve yapışık bir şekilde örtmemesi gerekir.

Hafız İbn Hacer de İbn'l-Münzir'in -daha önce de kaydettiğimiz- şu gö­rüşüne yer veriyor: "Elbisenin münasip bir ucunu, hafifçe sarkıtarak erkek­lerin bakışını engeller. Ancak tam manasıyla yüzünü örtemez."[803]

ikincisi; örtme işini geçici bir ihtiyaçtan kaynaklanması ve kısa bir süre için sözkonusu olması. Böylece kadının yüzü, gün boyu açık kalmış olur. Bu :meyanda Hanbeli mezhebi ulemasından İbn Kudame şöyle söylüyor:

"Erkeklerin çok yakınından geçmesi sebebiyle kadın yüzünü Örtme ih­tiyacı duyuyorsa, Örtüsünü tepesinden aşağıya sarkıtarak yüzünü kapatabi­lir. Geçici bir sebepten dolayı kadın yüzünü bütünüyle kapatabilir."[804] İbn Kudame'nin "geçici bir ihtiyaç sebebiyle" kaydına Aişe (r.a.) hadisinden de­lil getirebiliriz: "Allah Rasulü'nün (s.a.v.) yanında idik. Binekleri üzerindeki erkekler hizamıza geldiğinde -ihramda olmamıza rağmen- yüzümüzü örtü­yorduk. Geçtiklerinde de örtüyü kaldırıyorduk."[805]

Özet:

İHramlı kadın -ihtiyaç halinde- örtüsünü, tamamen yapıştırmadan eliy­le yüzüne tutabilir. Bu şekildeki kapatma -kaldırılmadığı sürece sürekli ola­rak yüzü kapalı tutan- başörtüsüne iliştirilmiş yüz örtüsü gibi değildir. Yüzü kapatmanın meşru sının çiğnememesi için, yüzün bütünüyle açık kalmasına özen gösterilmesi gerekmektedir. Kullanılan örtü, erkeklerin bakışını engel­lemekle kalmayıp yüzü (iyice yapışarak) bütünüyle örtecek olursa mahzurlu sayılır. Nitekim İbn Ömer'den gelen bir haber bu hükmü doğrulamaktadır: İhramlı olduğu halde yüzüne örtü sallandırmış bir kadın gördüğünde; "yüzü­nü aç, çünkü ihramlı kadının yüzünü örtmesi haramdır" demiştir.[806]

İhramlı kadın -bütün hac menasikinde- Rabbinin emri ve Rasulünün beyanı gereğince yüzü açık olarak telbiye getirir, ibadet yapar, dua eder. Ay­nen erkeğin başı açık olarak bunları yapması gibi. Kadın, sürekli peçe kul­lanmaya alışık olup tavaf, sa'y, şeytan taşlama vb. İbadetler süresince yüzü­nü açık tutmakta zorlansa da yüzünü uzun süre kapatmasına izin verilemez. Eğer gün boyu yüzünü kapatacak olursa, bir ihram suçu İşlemiş olur ve fidye vermesi gerekir. Bu gibi durumlarda fidyenin gerektiğine dair bazı fukaha­nın görüşlerini aktaralım:

İmam Malik'in görüşlerini toplayan el-Müdevvenetü'1-Kübra adlı eser­de şöyle denir:

"Ona dedim ki: Malik'in yüzünü ya da başını örten ihramlı hakkında ne düşündüğünü biliyor musun? dedi ki: Örtüsünü yerinden kaldırdıysa bir şey gerekmez. Ama yerinde bırakıp ta faydalandıysa fidye vermesi gerekir. De­dim ki: Kdın yüzünü örtünce de fidye gerekir mi? Evet, dedi."[807]

Şafii imamlarından Nevevi, Mecmu'da şöyle diyor: "İhramlı erkek başını, ya da ihramlı kadın yüzünü örtmek zorunda kalırsa örtebilir. Ancak fid­ye vermesi gerekir."[808]

Yine Şafii ulamesından Ensari, Nihayetü'l-Muhtac'da şöyle diyor:

"Haram bir bakışı engellemek maksadıyla, fidyesine razı olarak yüzü örtmek caizdir.[809]

Kadının alışkın olduğu yüz örtme adetini terkedere, sırf Rabbinin emri­ne uyma maksadıyla ihramdayken yüzünü açmasını Ibn Dakikini'1-İd şöyle değerlendiriyor:

"Kadına peçe ve eldivenin yasaklanması, hükmün eller ve yüzle ilgili olduğunu göstermektedir. Bunun da sırrı -Allahu a'lem- dikişli ve diğer mahzurlu olduğu sayılan giysileri yasaklayarak, adete ve alışkanlığa muha­lefet ederek nefse şu ki hususu iyice hissettirmektir: "Birincisi; dikişli elbise­lerden soyutlanırken dünyadan uzaklaşmayı ve kefen giyeceğini hatırlat­mak, ikincisi; alışkanlığını bir tarafa bırakıp, bu büyük ibadet için özel bir kı­lığa bürünmek. Bu da nefsin o ibadete bütün varlığıyla yönelmesini, ilkeleri­ni gözetmesini, şartlarına ve adabına riayet etmesini sağlayacaktır. Elbette en doğrusunu Allah bilir."[810]

* İbn Hazm ile tartışma:

İbn Hazm diyor ki: İhramlı kimse erkek ise giysilerinden soyutlanır. Gömlek, pantolon, sarık, şapka, kapşon ve mest (bot) giymez... İzar giyer başını açar. Kadın ise dilediğini giyer. Başını da örter. Ancak kesinlikle peçe örtemez. Dilerse yüzünü açık tutar, dilerse başından aşağıya bir örtü sallan­dırarak yüzünün görünmesini engeller. Bunun delili şu olaydır: ... İbn Ö-mer'den rivayet edilmiştir: Bir adam Rasulullah'a (s.a.v.) ihramhnın neler giyebileceğini sormuş. O da şöyle buyurmuştu: "Gömlek, sarık, pantolon, bornoz, (kapşonlu giysiler) ve mest giymeyiniz." Ebu Muhammed şöyle de­miştir: Başa giyilmek üzere elbiseye dikilen her türlü nesne "bornos"tur. Ke­za İbn Ömer'den (r.a.), Rasulullah'ın (s.a.v.) kadınları -ihramlıyken eldien ve nikap giymekten nehyettiğini duymuştur. Ancak, başından aşağıya bir parça örtü sallandırarak yüzünün görünmeine mani olmasında bir sakınca yoktur. Zira Rasulullah (s.a.v.) sadece nikabtan bahsetmiş, bu şekilde sal­landırmayı nikaba dahil etmemiştir. Bu konuda ihtilaf vardır. Haccac b.

Minhal tarikiyle gelen bir rivayette, İbn Ömer'in (r.a.) ihramda yüzüne örtü sallandırmış bir kadın görünce, "yüzünü aç, zira kadının ihramı yüzündedir" dediği bildirilmiştir. Hammad b. Seleme'den gelen bir rivayet ise bunun ak­sinedir. "Ebu Bekr kızı Esma ihramlıyken yüzünü Örterdi." Mu'aze el-Ade-viyye'den riayet edilmiştir: müminlerin annesi Aişe'ye (r.a.), ihramlı kadının ne giymesi gerektiğini sordum. Dedi ki: Nikap kullanamaz, ağzını kapata­maz. Yüzüne örtü sallandırabilir. Osman'dan da (r.a.) buna benzer bir rivayet gelmiştir. Burada önemli olan Rasulullah'ın açıkça belirterek yasakladığı şeyden kaçmaktır. Daha Önce Said b. Mansur yoluyla İbn Ömer'in (r.a.) 'ka­dının ihramı yüzünde, erkeğin ihramı başındadır" dediğini rivayet etmiştik. Sünnette ihram konsunda kadınla erkek farklı değerlendirilmiştir. Erkeğin başını açması emredilmiştir. Ama kadının yüzünü örtmesi yasaklanmamış­tır. İhramda kadının yüzünü örtmesi mubahtır. Kadına yasak olan sadece ni-kabtır."[811]

İbn Hazm'ın görüşü özetle şudur: İhramlı kadına yasak olan nikab giy-mesidir. Nikap dışında herhangi bir şekilde yüzünü kapatması mubahtır.

İbn Hazm'a bir kaç açıdan cevap vereceğiz:

1. İbn Hazm'ın delil olarak getirdiği İbn Ömer hadisinde, ne erkeklerin başlarını örtmesi, ne de kadınların yüzünü Örtmesi yasaklanmaktadır. Aksi­ne, yasaklanan, erkeklerin giymeye alıştıkları sarık ve kapşon, kadınların giymeye alıştıkları nikap (peçe)dir. Madem ki sünnet -gerek erkek için, ge­rekse kadın için- bir giysiyi yasaklıyor, o halde neden kadın için sadece nika-bın yasak olduğunu söylerken, erkek için başı kapatan bütün giysilerin yasak olduğunu, dolayısıyla her halükârda başını açık tutmasının farz olduğunu id­dia ediyoruz? Yasağın ayırım yapmaksızın uzvu örten tüm giysileri kapsa­ması gerekmez mi?

2. İbn Hazm, "sünnetin erkekle kadın arasında bir ayırım yaparak erke­ğe başını açmasını emrederken, kadına sadece nikap kullanmasını yasakla­dığını, yüzünü açıktutmayı emretmediğini" söylüyor. Ama gerçekten sün­net erkekle kadın arasında bir ayınm yapmış mıdır? Yoksa Her iki kesimin de alışkın oldukları giysilerden uzak durmalarını isteyerek eşit mi davran­mıştır?

3. İbn Hazm, İbn Ömer'den gelen "erkeğin ihramı başında, kadınırrihra-mı ise yüzündedir" şeklinde bir haber aktarıyor. "Kadının ihramı yüzündedir" ibaresinden maksat sadece nikab olup, yüzünü başka şekillerde örtme­sinde bir sakınca yoksa demek ki ihram bu uzvun mutlak olarak örtülmesini değil de bir tek yolla (peçeyle) örtülmesini yasaklıyor. Eğer durum böyle ise "erkeğin ihramı bedeninde, kadının ihramı ise elinde ve yüzündedir" den­mesi daha doğru olmaz mı? Zira ekeğin bedenini dikişli herhangi bir giysi ile örtmesi yasaktır. Keza kadının da nikab ve eldiven giymesi yasak olup peçe ve eldiven de dikişlidir. Oysa İbn Ömer'den gelen haberin manasışudur: îh-ram açısından erkeğin başı ile kadının yüzü eşittir. Allah'a karşı kulluk ve te-vazuun bir nişanesi olarak her iki uzvun da ihram boyunca açık tutulması ge­rekir.

4. Aynen sarığın ya da kapşonun erkeğin başına yapışması gibi peçe de kadının yüzüne yapışır. Yani örtme şeklinde bir benzerlik vardır. O halde er­keğin başı ile kadının yüzü arasında bir ayınm yapıldığı nasıl iddia edilebi­lir?

5. İhramlı kadının yüzünü örtmesi konusunda sahabe arasında bir ihti­laf görünse de bu konuda temel alınacak delil, Rasulullah'ın (s.a.v.) açık ya­sağıdır. Hadiste erkeklere sarık ve kapşon, kadınlara da nikab (peçe) yasak­lanmıştır. Sangı ve kapşonu, başı Örten diğer giysi çeşitlerinin hepsine teş­mil ediyorsak, nikabı da yüzü öten diğer yüz örtülerinin tümüne teşmil etme­miz gerekir. Aksi takdirde ölçü bozulur. İbn Ömer'in itiraz ettiği kadın, muh­temelen yüzüne yapıştırarak bütünüyle kapatmış olabilir. Çünkü "sedl" (te­peden sarkıtılan ve yüze yapışmayan örtü) kısa bir süre için söz konusudur ve yüze yapışmaz. Bir an erkeklerin bakışını engellemiş olur. Bunu (peçe gi­bi) bir yüz örtüsü olmadığını herkes kabul eder. Sanırız Esma (r.a.) hakkında rivayette geçen yüzü Örtme olayı da bu şekilde olmuştur. Bu tür bîr yüz örtme olayının (sedl) "yüz örtme yasağı"nı delmediğini daha önce açıklamıştık.

6. Son olarak İbn Hazm'a şunu demek istiyoruz: Allah Teala ihramda şu özelliklerin bulunmasını istemiştir:

a) Güzel kokudan kaçınmak,

b) Elbiselerden soyutlanmak, dikişli giysileri, ayakkabıyı, eldiveni ter-ketmek. Bu konuda Serahsi şöyle diyor: "İhramhya yasak olan, dikişli giysi­lerden yararlanmasıdır."

c) Heybetli ve farklı (ayrıcalıklı) görünmekten sakınmak maksadıyla elbise giymekten, baş veya yüz örtüsü kullanmaktan kaçınmak. Serahsi bu konuda da şöyle diyor: "Türklerin ve diğer bazı toplumların adeti üzere başı kısmen kapatmakta (dikişli giysilerden) yararlanma sayılır."[812] Bedenin bir kısmını örterek yararlanma konusunda kadın erkek herkes eşittir. İhramda yasak olan ayrıcalık veya heybet hususlarından uzak durması gerekir. Kadın irin farklı bir uygulama varsa, bu sadece avret sınırlarının değişik oluşun-dandır. İhramlı için gerekli bir özellik çiğnenmeden kadının setr-i avreti mümkün olmadığından kadının dikişli elbise giymesine müsamaha gösteril­miştir. Çünkü başka türlü kadın için emniyetli bir Örtünme yoktur. Keza ba­şını örtmesine de müsamana gösterilmiştir. Çünkü erkeğin aksine kadının başı da avrettir. Ama, ele ve yüze gelince, avret olmadığı için ihram yasaklan bunlarda geçerli olmuştur. Bu yüzdendir ki erkeğin sarık sarması nasıl yasak ise, kadının da peçe giymesi aynen yasaktır. Eldiven yasağı da her ikis için geçerlidir. Çünkü el avret değildir ve eldiven dikişlidir. [813]

 

Kadın Giysisinde Ve Süsünde Riayet Edilmesi Gereken İkinci Şart: El, Yüz, Ayak Ve Elbise Süslerinde İtidalli Olmak

 

Hatırlatma:

 

İTİDAL, İSLAM'ın temel özelliklerinden biridir. Bu kural, süslenme konusunda da geçerlidir ve süslenirken israftan ve aşırılıktan kaçınmak gerekir. Keza süslenirken kadınların riayet etmesi gereken bir diğer husus da toplumun örfüdür. Bu, dikkatleri çekmemek için gereklidir. Örfler bölgeden bölgeye, ülkeden ülkeye birtakım değişiklikler arzedebilir. Ama hepsinde geçerli olan kural itidalli (dengeli, ölçülü) olmaktır.

Müslüman kadının, hayatı boyunca gerek evinde, gerekse dışarda sos­yal hayata katılırken süslenmede ölçülü olmaya dikkat etmesi gerekir.

Zahiri zinet, ellere yakılan kına, gözlere çekilen sürme ve yanaklara sü­rülen renkli kokulardan oluşur. Kanun koyucu kadının, ölçü için yas tutma dışında -ki bu da en fazla üç gündür- süslenmesini istemektedir. Ancak ko­cası ölen kadın, hamileyse doğurana kadar, değilse dört ay on gün yas tutar. Kadının yastan çıktığını göstermek için süslenmesi gerekir. Ümmü Habibe, Zeyneb b. Cahş ve Ümmü Atıyye böyle yapmıştır:

Zeyneb b. Ebi Seleme anlatmıştır: Ebu Süfyan öldüğünde, Ümmü Ha­bibe üçüncü gün zaferanlı bir koku getirtti. Yanaklarına ve kollarına sürdü. Ve dedi ki: Rasulullah'tan (s.a.v.) şu sözü duymasaydım, bunu yapma ihtiya­cı duymazdım: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kadının üç günden fazla yas tutması helal olmaz. Ancak, kocası ölen dört ay on gün yas tutmalıdır."[814]

Yine Zeyneb'ten: "Kardeşi ölünce Zeyneb b. Cahş'ın yanına gittim. Ko­ku getirtip süründü ve dedi ki: Kokuya hiç ihtiyacım yok. Lakin Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini işittim: 'Allah'a ve ahiret gününe inanan bir ka­dının üç günden fazla yas tutması helal olmaz. Ancak, kocası ölen dört ay on gün yas tutmalıdır."[815]

Muhammed b. Sirin'den rivayet edilmiştir: Ümmü Atıyye'nin bir oğlu ölmüştü. Üç gün dolunca koku isteyin süründü. Ve şu açıklamayı yaptı: "ko-ca(nın ölümü) dışında üç günden fazla yas tutmaktan nehyolunduk."[816]

İtidalli davranmak, kadının edebiyle ahlakıyla normal davranması, er­keklerle karşılaşacağı ya da yanına erkekler geleceği zaman, Özellikle onlar için süslenmemesini gerektirir. Fitne uyandıracak davranışlardan kaçınma ödevinde olan müslüman kadına bu tür tutumlar yakışmaz. Ancak kendili­ğinden görünen zahiri zinetini evde gösterebileceği gibi dışarıda da göstere­bilir; kadınlara gösterebileceği gibi erkeklere de gösterebilir.

Erkek genellikle elbisesiyle süslenir. Çünkü onun avreti göbeği ile diz kapağı arasıdır. Oysa -elleri, ayaklan ve yüzü dışında tüm bedeni avret olan-kadına, bu uzuvlarını süsleme ruhsatı verilmiştir.

Kına gibi bazı süslerin, etkisi aylarca sürer. Bazılarının, günlerce izi ka­lır; sürme gibi. Bazı süsler ve kokular da vardır ki birkaç saat içinde izi kay­bolur. Özellikle kadınlara mahsus güzel kokuların rengi görünür de kokusu gizli olur, sonradan gelir. Bu demektir, evinde, kocasının ve çocuklarının ya­nında bu şekilde süslenen bir kadın, eve gelecek bir misafire ya da bir iş için dışarı çıktığında karşılaşacağı erkeklere de bu şekilde (ellerindeki ve yüzün­deki zinetlerle) görünecektir. Rahmeti ve şefkati sonsuz olan Rabbimiz celle ve ala, bu kadını yokuşa sürüp de ya zinetini -zorda olsa- silmeye, ya da ne olursa olsun erkeklerden kaçmaya zorlamamaktadır. Bilakis gizlemesini emrettiği zinetlerinden bu kadarcığım istisna ederek, "Kendiliğinden görü­neni müstesna, süslerini açığa vurmasınlar" buyurmaktadır.

Müslüman kadının her ortamda, "zahiri zinet" sınırında süslenmesi do­ğaldır. Zira Allah onun fıtratına süslenmeyi sevme duygusu koymuştur.

"Süs içinde yetiştirileni mi..." (Zuhruf, 43/18). İslam, fıtrat dinidir. Bu yüzden fıtratın gereğini yapmayı mubah sayar.

Süslenmenin fıtrat gereği olduğunu, değerli bir sahabi arkadaşına gitti­ğinde hanımının pejmürde halin, görünce şöyle diyor:

Avn b. Ebi Cuhafe babasından rivayet etmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) Sel-man ile Ebu'd-Derda'yı kardeş yapmıştı. Selman kardeşi Ebu'd-Derda'yı zi­yarete gitti. Ümmüd'd-Derdayı (Ebu'd-Derda'nın hanımı) pejmürde bir hal­de görünce, nedir bu halin, diye sordu. O da dedi ki; Kardeşinin dünyada hiç gözü yok..."[817]

Kadının zahiri zinete meylinin mendup olduğunu, perişan bir kadın gö­rüp de halini yadırgayan mü'minlerin anneleri ile aynı şekildeki bir kadının durumunu hoş karşılamayan Allah Rasulü'ne ait şu haberler açıkça ortaya koymaktadır:

Ebu Musa el-Eş'ari'den rivayet edilmiştir: "Osman b. Maz'un'un hanımı Rasulullah'ın (s.a.v.) hanımlarına gitmişti. Kadının perişan halini yadırga­yarak, Rasululah (s.a.v.) hanımlarına gitmişti. Kadının perişan halini yadır­gayarak, Rasulullah (s.a.v.) geldiğinde durumu haber verdiler. O da (s.a.v.) Osman'ı göstererek dedi ki: 'Ey Osman, benden alacağın bir örnek yok mu­dur?' Daha sonra kadın süslenerek çıktı geldi. Yeni gelin gibi olmuştu. Hay­retlerini ifade ettiklerinde, nihayet biz de insan sınıfına girdik, dedi."[818]

Aişe'den (ra): "Havle b.Hakim yanıma geldi. Osman b. Maz'un'un karı­sıydı. Rasulullah (s.a.v.) onun perişan halini görünce: 'Ey Aişe, Havle'nin hali ne kadar perişan?' buyurdu..."[819]

Dahası zahiri zinet miktannca süslenmek -her halükârda- şer'i bir yü­kümlülüktür. Kına yakmayan bir kadının bu tutumunu reddeden Rasulullah (s.a.v.) davranışı, bu kadarlık bir süslenmenin meşru olduğu gibi gerekli ol­duğunun da açık bir göstergesidir:

İbn Abbas'tan (r.a.): Bir kadın bey'at etmek üzere Rasulullah'ın (s.a.v.) yanma geldi. Elinde kına yoktu. Kına yakın gelmeden onun bey'atinı kabul etmedi[820]

Aişe'den (r.a.): "Bir kadın Rasulullah'a (s.a.v.) elinde tuttuğu bir mektu­bu uzattı. Allah Rasulü elini çekti. Kadın dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü, size bir mektup uzattım, olmadınız. Buyurdu ki; kadın elimi yoksa erkek eli mi oldu­ğunu anlayamadım. Dedi ki; elbette kadın eli. Allah Rasulü şöyle buyurdu: "Sen kadın olsaydın, tırnaklarına kına yakardın.[821]

Süslenmenin fıtrat gereği olduğu kadar güzel görünme isteği de fıtrat­tandır. Erkek sangı ve elbisesiyle süslenirken, kadın da kınası ve sürmesiyle süslenir. Bazen bunlara peçeyi de ekler.

Abdullah b. Mes'ud'dan (r.a.): "Bir adam Rasulullah'a (s.a.v.) sordu: Erkek güzel elbise ve güzel ayakkabı giymeyi sever. (Bu konuda ne buyu­rursunuz?) Allah güzeldir, güzeli sever" buyurdular.[822]

Görülüyor ki Allah, erkeklerin süslenmesinden hoşlandığı gibi kadın­ların süslenmesinden de hoşlanmaktadır, hatta ihram da bile. Her ne kadar ihramlıyken pejmürde bir görünüm arzetmek ve güzel kokudan uzak dur­mak gerekiyorsa da, bu işi tiksinti verici bir dereceye ulaştırmaya asla müsa­ade etmeyen sari', ihramdan önce güzel koku sürümeyi caiz görmüştür.

Aişe (r.a.) erkekler için en zirve örnek olan Rasulullah (s.a.v.) ile ilgili şu haberi aktarıyor: "İhrama girmeye niyetlenince Rasulullah'a (s.a.v.) güzel koku sürerdim. (Müslim'in rivayetinde[823] "en güzel kokuyu" kaydı yer al­maktadır). Zira Kabe'yi tavaftan önce koku sürünmek helaldir."

Aişe annemiz (r.a.) ilave ediyor: ''İhramdayken Rasulullah'ın (s.a.v.) saçlarının ayrıldığı orta kısımda kokuların parladığını görürdüm."[824]

Aişe (r.a.) kadınların süslenmesi ile ilgili şunları anlatıyor:

"Rasulullah (s.a.v.) ile beraber Mekke'ye gitmek üzere yola çıkardık, ihrama girerken alnımızın üstüne kokulu baş bandı bağlardık. Terlediğimiz­de koku yüzümüze akardı. Rasulullah da bunu görürdü, ama bir şey demez­di."[825]

Aynı konuda bir başka değerli sahabi kadın şöyle diyor:

"Ümeyye b. Rakika'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber hanımları saçlarının bittiği yerde alınlarına ves ve zaferan kokusu sürülmüş bantlar bağlar, öylece ihrama giderlerdi..."[826]

Allah rahmet eylesin, kadının kına yakarak ihrama girmesini müstehap gören İmam Şafii şöyle diyor: "Bence kadının ihrama girmeden önce ihram için kına yakması güzel bir davranıştır. Abdullah b. Ubeyd ve Abdullah b.

Dinar'dan rivayet edildiğine göre, kadının ihrama girmeden önce eline biraz kına değirmesi sünnettir."[827]

Son olarak, süslenme duyusunu, Allah'ın erkek ile kadın arasına koydu­ğu fıtri ilginin doğal bir gereği olup temel fıtratlardan biridir.

- Bakire ise nişanlanmak isteğiyle süslenecektir. Rasulullah (s.a.v.) ne güzel söylemiş: "Usame bu giysileri ve süsleriyle bir cariye (kız) olsaydı ta­liplisi çok olurdu."[828]

- Dul ise evlenmek maksadıyla, süslenecektir. Allah rahmet etsin Sü-, bey'a el-Eslemiyye "...hamileyken kocası öldü ve çok geçmeden bebeğini doğurdu. Nifastan kesilip temizlendikten sonra evlenme isteğini belirtme ni­yetiyle süslendi."[829]

- Eğer evli ise gerek zahiri zinetlerini gerekse batini zinetlerini kocası için gösterir. Kadınların en hayırlısını haber verirken Rasulullah (s.a.v.) ne güzel söylemiş:

"Baktığında mutlu eden (gözünü gönlünü açan)..."[830]ikinci şartın "genellik" delili

"Kendiliğinden görüneni müstesna zinetlerini açığa vurmasınlar" ayet-i kerimesinin tefsirinde Taberi şöyle diyor: "Bu konuda en doğru görüş, bu âyetteki istisna ile yüz ve eller kastedilmiş olup sürme, yüzük, bilezik ve kına da buna dahildir" diyen görüştür."

Fahru'r-Razi tefsirinde şöyle diyor: "Zinet, yaradılıştan olmayan süs­lerdir, diyenler bu süsleri üç grupta toplamışlardır: Birincisi, sürme ile göz­leri, vesme ile kaşları ve şakakları, kına ile elleri ve ayaklan boyamaktır.

Şimdi, sünnet metinlerinde yer alan süslenmeyle ilgili haberleri ayrıntı­larıyla vereceğiz:

1. Yüzün zineti:

a) Kadın kokularının genel vasfı:

Ebu Hureyre'den gelen bir rivayette Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Erkek kokusu, rengi belli olmayıp kokusu hemen hissedilen, kadın kokusu ise kokusu belli olmayıp rengi görünendir."[831]

İmran b. Husayn'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Dikkat edin! Erkek kokusu rengi olmayıp kokusu olan; kadın kokusu ise rengi olup kokusu olmayandır." Ravilerden biri olan Said diyor ki; kadın kokusuyla ilgili hüküm, dışarı çıkacağı zaman söz konusudur. Yoksa kocasının yanında dilediği kokuyu sürünür."[832]

b) Yüzü süslemede kullanılan koku çeşitleri:

Fethu'l-Bari'de şöyle denir: "Kadınların aksine erkekler yüzlerine boya sürmezler. Oysa kadınlar, yüzlerine sürdükleri boyalarla süslenirler."[833]

el-Mucemu'1-Vasit'de "lumre" şöyle tarif edilir: Rengini güzelleştir­mek için kadınların yüzüne sürdükleri, kokulu boyalardan yapılmış bir karı­şım.

- Enes b.Malik'ten gelen bir rivayette anlatıldığına göre Abdurrahman b. Avf (r.a.) Rasulullah'ın (s.a.v.) yanına gelmişti. Üzeri sufre* kokuyordu. Rasulullah (s.a.v.) sebebini sorunca, Ensar'dan bir kadınla evlendiğini söy­ledi..."[834]

Bu olayda gelinin, kokusu Abdurrahman b. Avf m üzerine sinecek ka­dar çok kullandığı anlaşılmaktadır. EbU Üseyd es-Saidi'nin hanımı ile Ru-beyyi bintu Mu'avviz -birazdan ikisiyle ilgili haberleri kaydedeceğiz- erkek­lerle karşılaştıklarında, hala zifaf kokuları üzerlerinden gitmemişti.

Sehl'den rivayet edilmiştir: "Ebu Üseyd es-Saidi evlendiğinde Rasulul-lah'ı (s.a.v.) ve arkadaşlarını evine davet etti. Ümmü Üseyd hazırladığı ye­mekleri getirdi. (Bir başka rivayette  o gün hizmetlerini gelin gördü.)

Halici b. Zekvan Rubeyyi' b. Mu'avviz'den aktarmıştır: "Evlendiğimin ertesi günü kuşluk vakti Rasulullah (s.a.v.) bize geldi. Yatağıma oturdu. Ca­riyeler def çalmaya, Bedir günü atalarından bazılarını öldüren biri hakkında şiirler okumaya başladı. Bu arada bir cariye 'aramızda yarın ne olacağını bi len bir nebi var" deyince Allah Rasulü (s.a.v.) 'böyle söyleme daha önce söy­lediklerini söyle' buyurdu."[835]

- Ümmü Seleme'den rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) zamanında nifaslı kadınlar kırk gün otururdu. Biz de günümüze "vers"[836]ve "kelef'[837] sü­rerdik.[838]

Peygamber'in hanımı Aişe'den (r.a.): "Osman b. Maz'un'un hanımı bo­ya ve koku sürünürken bir ara bunu bıraktı. Yanıma geldiğinde ona dedim ki: 'Kocan yanında mı, değil mi?' 'Yanımda ama değil' dedi. 'Senin bu halin ne­dir?' dedim. Dedi ki: 'Osman ne kadın istiyor, ne de dünya."[839]

Ümmü Habibe (r.a.) hadisini daha önce kaydetmiştik. "Süfre (koku) is­tetti ve şakaklarına sürdü." Aişe (r.a.) hadisi de geçmişti. "İhrama girmeden önce yüzümüze biraz misk sürer, sonra ihrama girerdik."

Kadının süslenme olayında erkekten farklı bir konumu olduğunu bir daha vurgulamakta fayda var. Rasulullah (s.a.v.) kadın süslerinin erkekler için uygun olmadığını belirtmiştir. Bu konuda birkaç olay aktaracağız:

Enes'ten (r.a.) Rasulullah'a (s.a.v.) bey'at etmek üzere bir gurup insan geldi. Aralarında, elinde "haluk"* izi olan bir adam vardı. Rasulullah (s.a.v.) onu en sona bırakarak herkesle beyatleştikten sonra onunla da beyatlaştı ve dedi ki: "Erkek kokusu, kokusu hemen hissedilen, ama rengi görünmeyen cinsten olur. Kadın kokusu ise rengi açıkça görüldüğü halde kokusu hemen gelmeyen cinsten olur."[840]

Ali b. Ebi Talib'ten (r.a.): "Nebi aleyhisselam bir topluluğa rastladı. Aralarında 'haluk' sürünmüş bir adam vardı. Topluluğa selam verdiği halde o adamdan yüz çevirdi. Adam dedi ki: 'Ya Rasulullah, herkese selam verdiği­niz halde benden yüz çevirdiniz?1 'İlci gözünün arasında kırmızılık var' bu­yurdular." [841] (Yani renkli koku kullanmayı hoş karşılamadılar).

Ammar b. Yasir'den (r.a.): "Gece ailemin yanına geldim. Ellerim çatla­mıştı. Zaferanlı haluk sürdüler. Ertesi sabah Rasulullah'ın (s.a.v.) yanına vardım. Selam verdim. Ne selamımı aldı, ne de merhaba etti. Buyurdu ki; git, yıka onu."[842]

c) Gözlere çekilen sürme:

Ümmü Aüyye'den (r.a.): "Ölü için üç günden fazla yas tutmaktan neh-yolunduk. Ama ölen koca ise dört ay on gün yas tutmakla emrolunduk. Bu süre zarfında sürme çekmemiz, koku sürünmemiz ve boyalı (parlak renkli ve kokulu) elbise giymemiz yasaklandı..."[843]

Sübeyra'dan (r.a.): "Nifastan kesilince nişan kabul etmek niyetiyle süs­lendi. Yanına EbuVSenabil gelince 'bakıyorum da nişan için süslenmişsin' dedi."[844]

Ahmed'den gelen bir rivayette şöyle denmektedir: "Ebu's-Senabil onu gördü... Sürme çekmiş, kına yakmış ve hazırlanmıştı."[845]

Cabir'den (r.a.) : 'Ali Yemen'den Rasulullah'ın (s.a.v.) kurbanlık deve­lerini getirmişti. Faüma'nın (r.a.) ihramdan çıktığını ve kokulu renkli elbise giyip sürme çektiğini görünce bu durumu yadırgadı. O da 'böyle yapmamı babam emretti' dedi."[846]

- Ümmü Seleme'den rivayet edilmiştir: Ebu Seleme vefat ettiğinde Ra-sulullah (s.a.v.) yanıma geldi. Gözüme "seber"[847] sürmüştüm. "Nedir bu ey Ümmü Seleme?" diye sordu. Ben de, "Ey Allah'ın Rasulü bu "saber"dir, ko­kusu yoktur dedim. Ama yüzü genç gösterir. Onu sadece geceleri kullan" bu­yurdular.[848]

Sündi, Haşiye'sinde şöyle diyor: Rasulullah'ın (s.a.v.) "ama o yüzü genç gösterir" sözünde geçen "yeşubbu" kelimesi, ateş yakmak ve tutuştur­mak, böylece ışık verip aydınlatmak anlamına gelen "şebb" masdanndan rü-remektedir. O halde bu sözün manası, "yüzü renklendirip güzelleştirir" de­mek olur."[849]

Bu rivayeti, senedi zayıf olduğu için şer'i bir deil olarak kabul edilmez­se de tarihi bir örnek olarak aktardık.

2. Ellerin zineti:

a) Kına:

Sübey'a (r.a.) hadisi, "Sürme çekip kına yaktım ve hazırlandım..." diye devam eden haber daha önce kaydedilmişti.[850]

Keza, Rasulullah'a (s.a.v.) beyat etmek üzere gelip de eli kınalı olmadı-ğı için bey'atı alınmayan, gidip kına yakarak geldikten sonra bey'at eden kadınla ilgili İbn Abbas nadişi[851] ile "eğer sen kadın olsaydın tırnaklarına kına yakardın" diye biten Aişe (r.a.) hadisi de [852]daha önce geçmişti.

Mu'ace'den rivayet edilmiştir: "Bir kadın Aişe'ye (r.a.) gelerek, 'hayız kadın kına yakabilir mi?' diye sormuş. O da 'Biz Rasulullah'ın (s.a.v.) yanın­da kına yakardık, O da bize birşey demezdi' diye cevaplamış."[853]

Bu haberi şer'i bir delil olarak değil, tarihi bir olay olarak zikrettik. Çün­kü senedi zayıftır.

b) Yüzük:

İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) yanında Bilal.ol­duğu halde çıktı. Kadınlara duyuramadığını zannederek onlara va'zetmeye başladı ve sadaka vermelerini istedi. Kadınlar küpelerini ve yüzüklerini çı­karıp vermeye, Bilal de elbisesinin etğiyle toplamaya başladı."[854]

c) Bilezik;

Esma b. Yezid'den rivayet edilmiştir: "Teyzemle beraber Rasulullah'in (s.a.v.) yanına gitmiştik. Teyzemin bileğinde altın bilezikleri vardı. "Bunla­rın zekatını veriyor musunuz? diye sordu. 'Hayır' dedik. Buyurdular ki: 'Al­lah'ın size ateşten bilezikler taktırmasından korkmuyor musunuz? Onların zekâtını verin."[855]

3. Ayakların zineti:

Bu konuda şu rivayetler gelmiştir:

Aişe (r.a.) "Kendiliğinden görüneni.müstesna..." âyetini "fetah" ile açıklamıştır. (Fetah, ayak parmaklarına takılan gümüş halkların adıdır.)"[856]

Fahru'r-Razi şöyle demiştir: "Zinetin yaratılış güzelliği dışındaki süsler olduğunu söyleyenlere göre üç tür zenit vardır: Birincisi eller ve ayaklara ya­kılan kına."[857]

Şevkani ile Sıddık Han şu görüşü paylaşıyor: "Âyetin zahiri manasına göre, ellere ve ayaklara mahsus takı, yüzük vb. süsler ve cilbab gibi kendiliğinden görünen süsler hariç, zinetleri yabancı erkeklere göstermeyi açıkça yasaklamaktadır."[858]

4. Elbisenin zineti:

Elbise zinetiyle, ilgili bir takım ölçüler veren rivayetler mevcuttur:

Enes b. Malik'ten (r.a.): "Rasulullah'ın (s.a.v.) kızı Ümmü Gülsüm'ün üzerinde ipek işlemelerle süslenmiş bir elbise vardı."[859]

Abdullah b. Ömer'den (r.a.): "Rasujullah'a (s.a.v.) ipek işlemeli değerli kumaşlar getirdiler. Ömer'e ve Usame b. Zeyd'e birer elbiselik gönderdi. Ali'ye de bir elbiselik verdi ve dedi ki: Bunu böl, kadınların eşarp yapsınlar. (Taberani'den gelen bir rivayette; "Farımalara bölüştür" denmiştir)[860] Ömer kumaş elinde geldi ve "Ya Rasulallah, dün utarid kumaşı hakkında bir açık­lama yaptınız, bugün de bunu bana göndermişsiniz? dedi. O da, 'ben onu giy­men için değil, hanımına vermen için gönderdim' dedi. Usame ise elbise yaptırıp giydi ve geldi. Rasulullah (s.a.v.) onu bu halde görünce bakışı değiş­ti. Hoşuna gitmediği anlaşılıyordu. Usame: 'Ey Allah'ın Rasulü, neden öyle bakıyorsun, bunu bana sen göndermedin mi?' diye sorunca, 'ben onu sana gi-yesin diye değil, bölüp de kadınlarına başörtüsü yapman için gönderdim' bu­yurdu.[861]

Fatımalardan murat: Rasulullah'ın (s.a.v.) kızı Farıma, Hz. Ali'nin vali­desi Fatıma b. Esed ve Hamza'nın kızı Fatıma'dır.

İkrime'den (r.a.): Rafaa karısını boşamıştı. Onunla Abdurrahman b. Zü-beyr el-Kurazi evlendi. Aişe diyor ki: Başında yeşil bir başörtüsü vardı. Onu açıp cildindeki yeşil boyayı gösterdi. -Kadınlar yardımlaşadururken- Rasu­lullah (s.a.v.) geldi. Aişe (r.a.) ona dedi ki: Bu mü'min hanımların yaptıkları­nı da daha önce hiç görmemiştim. Cildi elbisesinden daha yeşil.[862]

Şeriat, ne erkek giyiminde, ne de kadın giyiminde renk sınırlaması ge-tirmiştir. Renk seçimi mubah sınırlan dahilinde kalmaktadır. Dolayısıyla giyim-kuşam alanındaki mutedil zinetin ölçüsü her bölgenin örfüne bağlı ol­maktadır. Gerek çağımızda, gerekse önceki asırlarda, bir bölgede müslüman kadınlar arasında yaygın olan ve bölge ulemasının da ses çıkarmadığı bazı süs ve renklerin; bir başka bölgede garip karşılandığı, hatta reddedildiği çok görülmüştür. Model ve renkler bölgeden bölgeye farklılık gösterdiği gibi, aynı bölge içinden çağdan çağa farklılık gösterdiği de bir gerçektir. İmam Taberi ne kadar güzel söylemiş: "Zamanın giyim-kuşamma uyum göster­mek -günah olmadıkça- insanlık gereğidir. Yaygın giyim-kuşama aykırı davranmakta bir nevi şöhret arzusu vardır. [863]Gîysi süslerinde denge ölçüsü, erkeklerin dikkatini çekmemesi ve te-berrüz özelliği taşımamasıdır. Nitekim "teberrüc" erkeğin şehvet duyguları­nı uyandırıp dikkat çekmek maksadıyla kadının süslerini ve fiziki güzellik­lerini göstererek dolaşmasıdır. Ancak, elbisenin -gözalıcı ve parlak olmadı­ğı sürece- renkli olmasında ve dikkat çekmeyecek herhangi bir modelde ol­masında bir sakınca yoktur. Ne var ki bu renklerin ve modellerin İslam ka­dınları arasında yaygınlık kazanmış, örf haline gelmiş olması gerekir ki böy­le olunca erkeklerin şehvet nazarlarını celbetmesi sözkonusu olmaz. Yani, gerek kadının niyeti, gerekse bu değişik renk ve modeldeki elbiselerin etkisi, erkeklerin şehvetini uyandırma sonucu doğurmaz. Sudan yaylalarında ve Sureyi'nin kırsal kesimlerinde görüldüğü üzere bir çok İslam ülkesinde giysi modeli tek olduğu halde renklerin çok çeşitli olması da mümkündür. Hem renklerin, hem de modellerin çok çeşitli olduğu yerler de vardır. Mısır ve Kuveyt üniversitelerinde okuyan saygıdeğer bayan Öğrencilerde olduğu gi­bi. Bunların büyük bir çoğunluğu çok değişik model ve renklerde elbiseler giyerler... Avretlerini örtüp iffetlerini korudukları gibi insanda bir ihtişam ve hürmet duygusu da uyandırırlar.

Nasslarda yer alan zinetlere ek:

Diş görünüşün olgunluğu, zamana ve mekana göre değişiklik arzet-inektedir. Rasulullah (s.a.v.) zamanında Arabistan yarımadasında kadının dış görünüşünün olgunluğu kına, sürme ve allıktan ibaretti. Rasulullah'ın (s.a.v.) bu durumu ikrar ettiği, hatta bazı kere teşvik ettiği sabittir. Bu da süs­lenmenin sadece bu şekillerle sınırlı olmadığını gösteril-. Bu örneklere, aynı şartlan taşıyan yeni süs malzemeleri kıyas edilebilir. Örf zamanla değişir ve mesela bir "sufre" (sarı süs tozu) "humre" (allık) olur.

^ İbn Kudame şöyle diyor: "Ona (yani yas tutan, kadına) yüzüne "kelke-van"* veya "isfîdacu'l-Arais"* sürmesi haram olur. Nitekim bu ikisi, zinet olma özelliği açısından kından daha kuvetlidir.

İbu'I-Kayyinr ise şöyle diyor: "(Yas tutan kadına) kına, nakş*, tetrif*, humre ve isfîdac kullanmak haram olur. Nitekim Rasulullah (s.a.v.) zihet ol­ma açısından çok daha kuvvetli olan tüm bu süslere dikkat çekmek için kına­yı zikretmekle yetinmiştir. [864]

* Kadının süslenmesi konusunda gündeme gelen sorular

Gerek el, yüz ve ayaklarda, gerekse giysilerde ölçülü (mutedil) bir zine-tin meşru olduğuna dair Kur'an'dan ve sünnetten sunduğumuz bu delillerden sonra; yabancı erkeklerle karşılaşması durumunda ziynetin hiçbir türüne ce­vaz verilemeyeceğini savunan bazı kimselerin en çok üzerinde durdukları bir kaç soruya cevap verelim:

1. Diyorlar ki, kadının yüzü başlı başına bir zinettir, bir de onu süsleye­rek iyiden iyiye fitneye kapımı açalım?

Mesele içtihada konu olan bir mesele değildir ki, isabet etmemiz ya da yanılmamız söz konusu olsun bilakis konu hakkında nass, hatta nasslar var­dır. Kendilerinin de kabul ettiği gibi nass olan bir konuda ictihad yapılmaz* Madem ki şeriatın sahib isüslenmeye izin vermiştir, hiç kimsenin bunu inkâr etme hakkı olamaz.

Şeriatın kadının ziynet fitnesine karşı tutumu, genel anlamda kadın fit­nesine karşı tutumuyla aynıdır. Süsten Önce kadın da başkaca fitneler vardır. Çok daha şiddetli olmasına rağmen şerait kadının, mesela hareket etmesini, toplumun çeşitli alanlarında görünmesini, erkeklerle karşılaşmasını yasak­lamamıştır. Ancak onun hareketlerine bir dizi ölçüler getirmiştir; konuşma­sına, yürümesine, erkeklerle görüşmesine bir takım kurallar getirmiştir. Bu kurallara riayet ettiği takdirde her ortamda fitneden emin olur. Ziynet konu­sunda da aynı durum sözkonusudur. Şeriat ziyneti yasaklamıştır, sınırlarım çizmiştir. Bunlar da "kadınların kokusu (parfümü), rengi görünüp kokusu duyulmayandır." Hadis gereğince kadınların kullandığı süslerin renkli ama kokusuz olması, elin kına ve yüzükle yüzün sürme ve allık ile süslenmesi ve müslüman hanımlar arasında örf haline gelmiş olmasıdır. Zira hadis-i şerifte "şöhret elbisesi giyene, Allah, kıyamet gününde zillet elbisesi giydirir" buyrulmaktadır. Son bir şart da zinetin erkekleri tahrik etmek niyetiyle yapılma­masıdır. Allah Teala şöyle buyurur:[865]

"İlk cahiliyye (çağı kadınlan)mn açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak (kınta kınta) (tolaşmayın" (Ahzab, 33/33),                           

îşte bu şartlara riayet edildiği takdirde fitne bertaraf olur ve kapıldığı­mız vehimlerden yola çıkarak fazladan önlemler almamız gerekmez.

2. Diyorlar ki: Kadının süslenmiş vaziyette dışarı çıkmasını yasaklayan bir çok nass mevcuttur.

Bu iddiayı da bir kaç açıdan reddedebiliriz:

Önce kadını dışarı çıkarken koku sürünmekten sakındıran bir gurup nass zikredelim ve bunların nasıl değerlendirilmesi gerektiğini daha sonraya bırakalım:

Zeynep es-Sakaliyye'den nakledilmiştir: Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylerdi: "Sizden biri yatsı vaktine ulaştı mı (artık) o gece süs­lenmesin."[866]

Abdullah'ın hanımı Zeyneb'den şöyle dediği nakledilir: "Allah Rasulü (s.a.v.) bize şöyle demişti: 'Sizden biri mescide geldiğinde koku kullanmasm."[867]

Yine Ebu Hureyre'den: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 'Allah'ın kadın kullarını Allah'ın mescidlerine girmekten alıkoymayın. Ancak koku sürünmeden gelsinler."[868]

Yine Ebu Hureyre'den: "Güzel kokusu hemen hissedilen bir kadına rast­layınca sormuş: Ey Cebar'ın cariyesi, mescidden mi geliyorsun? Evet deyin­ce, özellikle mescid için mi koku süründün? diye sordu. Yine evet cevabını alınca dedi ki: Ben Rasulullah'dan (s.a.v.) şöyle dediğini işittim: Bu mescide süslenerek gelen kadının namazı kabul olunmaz. Evine dönüp aynen cena­betten temizlenmek için guls ettiği gibi gusl etmesi ve namazını iade etmesi gerekir."[869]

Dikkat edilirse bu hadislerin tamamı mescide gitmekle ilgilidir. Mesci­din diğer yerlerden ayrı bir özelliği vardır. Orada kadınlar erkek saflarının arkasında onlara yakın bir yerde arada bir engel olmaksızın saf tutarlar. Do­layısıyla kadınların kullanacağı kokulu parfümler erkeklere ulaşacaktır. Bu yüzden İbn Kudame Aişe (r.a.) hadisini zikrettiktensonra bir açıklama geti­rir: "Rasulullah (s.a.v.) ile beraber çıkardık. İhrama girerken alnımıza misk sürerdik. Terlediğimizde yüzümüze akardı. Allah Rasulü (s.a.v.) de bunu görürdü, bir şey demezdi" (İbn Kudame devamla diyor ki) Genç, ihtiyar bu konuda eşittir. Bu husus cuma (namazı) da mekruh değil midir? denecek o-lursa deriz ki: Evet ama cuma da ekeklere yakın olacakları için fitneye sebep olmasından korkutur."[870]

Mescidde kadın saflarının erkek, saflarına yakın olması bir yana, na­maz da kalbin bütün meşgalelerden uzak olması ve insanın bütün varlığıyla Allah'a yönelmesi gerekmektedir. Bu yüzdendir ki namazda bir yanlış yapıl­dığında kadınların uyarısına izin verilmemiştir. Kaldı ki diyecekleri topu to­pu "Subhanallah" cümleciğinden ibarettir. Oysa normal hayatta kadının er­keklerle gerektiğinde uzun uzadıya konuşmasına izin verilmiştir. Yani na­maz dışında erkekler kadınların sesini rahatlıkla duyabilirler.

Mescide, özellikle de başka yerlere giderken kadının, kokusu olmayan (allık gibi) bir süs malzemesi kullanmasında -kimseyi tahrik etmeyeceği için- bir sakınca yoktur.

Ebu Musa el-Eş'ari'den rivayet edilen bir başka hadisi şerif vardır: "Ra­sulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Itır sürünecek erkeklerin yanından ge­çen ve güzel kokusuyla erkeklerin dakkatini çeken kadın şöyle şöyle olsun. Ebu Musa diyor ki: Ağır bir söz söyledi."[871]

Bu olayda şer'i sınırları çiğneyen iki husus dikkati çekmektedir. Birin­cisi, kokusu olan bir ıtır sürünmüştür. İkincisi, kokusuyla dikkatleri çekmek için erkeklerin yanından geçmiştir. Yani fitne uyandırmak istemiştir. Dola­yısıyla bu ağır hükmü de haketmiştir. Oysa bizim -nasslardan çıkararak- or­taya koyduğumuz şey Şari'in çizdiği sınırlar dahilinde süslenmenin meşru olduğudur.

Özet: Kadının süs malzemeleriyle süslenmesinde üç noktada mahzur doğabilir: Birincisi, kokulanarak camiye gitmek. İkincisi, evden dışarı çıkarken kokusu yayılan parfüm kullanması. Üçüncüsü, teberrüc, yeni erkek­lerin şehvetini tahrik maksadıyla dışarı çıkıp dolaşmaktır. Bu üç mahzurdan sakımldığı sürece kadınların kokusu duyulmayan süs malzemeleriyle süs­lenmesinde bir sakınca yoktur.

3. Diyorlar ki; kadının, birbirinin elbisesi olması ve kan-koca ilişkileri sebebiyle kocasına karşı süslenmesini anlıyoruz. Bu doğaldır. Ancak, bir kadının diğer erkeklere karşı süslenmesinin nasıl bir gerekçesi olabilir?

Bu soruya da değişik açılardan cevap vermek mümkündür.

Kocaya ve mahremlere karşı süslenmek, âyet-i kerimede belirtildiği üzere batini (üç) zinet yerlerini ve buralardaki süslerini göstermektir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

"Süslerini kimseye göstermesinler. Yalnız kocalarına, babalarına, kocalarının babalarına, oğullarına, kocalarının oğullarına, kardeşlerine, kar­deşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, kadınlarına, ellerinin al­tında bulunan (köle ve cariyelerine, kadına ihtiyacı bulunmayan (iktidarsız, şehvetsiz) erkeklerden tabilerine (yani hizmetçilere), yardıma muhtaç ihti­yarlara, bunamlara ve dilencilere, henüz kadınların mahrem yerlerini anla­mayan çocuklara (gösterebilirler)" (Nur, 24/31)

Bizim sözünü ettiğimiz zinet," Kendiliğinden görüneni müstesna, süs­lerini açığa vurmasınlar" âyet-i kerimesinde cevaz verilen zahiri zinettir. Yoksa batini zinet (iç süsler) değildir.

Kadının kocasına karşı süslenmesi gerekir, demek dulların süsleneme-yeceği anlamına gelmez. Her ne kadar süslenmek evli kadınlar için daha ge­rekli, mendup, hatta vacip ise de dul hanımlar için de yerine göre mubah ve­ya mendup olmaktadır. Gerek erkek gerekse kadın her müslümanın İslam toplumunda ölçüleri dahilinde süslenerek güzel bir görünüm arzetmeleri. Allah Rasulü'nün (s.a.v.) şu hadis-i şerifine uygun düşecektir. "Allah güzel­dir, güzelliği sever." Evli hanımlar kocaları için süsleniyorsa, dul hanımlar da taliplisi için s üslenecektir. Celaleyn tefsirinde

"Sürelerini bitirince, artık kendileri için uygun olanı yapmalarında si­ze bir günah yoktur." (Bakara, 2/234)

âyetinde geçen "kendileri için uygun olanı" ibaresi süslenmek ve talipliye görünmek olarak tefsir edilmiştir. Bu arada daha önce zikretmiş olduğumuz iki hadisi hazırlayalım: "... Bu giyinişi ve süslenişiyle Usame olsaydı, taliplisi çok olurdu." Sübey'a (kız) nifastan temizlenince evlenmek istediğini bil-dirircesine süslendi."

Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus vardır: Talihli için . süslenmekte fitne fesad?içİB süslenmek arasında elbette büyük fark vardır. Talipliler, güzelliği sevmekle beraber iffeti, olgunluğu ve ağırbaşlılığı, ha­yat arkadaşları ve çocuklarının annesi olacak bir kadın için çok daha önemli addederler. Kaldı ki evlenmek maksadıyla süslenen kadın Şari'in çizdiği sı­nırlara riayet edecektir. Oysa günah işlemek maksadıyla süslenen kadın süs­lenme hususunda aşın gideceği gibi mümin hanımların bu konudaki Örfünü çiğnemiş olur.

4.  Diyorlar ki: Evlenmek isteyen kadının taliplisi için süsleneceğini söylüyorsunuz, peki evlenmek istemeyenin durumu ne olacak?

İslam toplumunda evlenmek istemeyen kadın ve kızların sayısı yok de­necek kadar azdır. Müslüman toplumda kadınlar ya evlidir, ya da evlenmeye adaydır. Zira İslam toplumu iffet ve olgunluk timsali bir toplumdur. Üstelik evlenmek Allah Rasulü'nün sünnetidir. Ve O "Benim sünnetimden yüz çevi­ren, benden değildir" buyurmaktadır.[872]Keza bir başka hadis-i şerifte "Ev­lilik gözü sakınmaya, namusu korumaya çok daha elverişlidir."[873]

Burada biraz önce değindiğimiz bir hususu tekrar hatırlatalım. Evlen­mek istesin istemesin kadın erkek her müslümanın mutedil bir süslenmeyle güzel bir görünüm arz etmesi gerekir. Bu İslam toplumunun karakteristik özelliklerinden biridir.

5. Diyorlar ki: Batılı kadının süslenmek için yaptığı israf son haddine varmıştır. Asıl üzücü olan, bazı müslüman toplumların batının izinden gide­rek onu bir çok alanda körü körüne taklid etmesidir, bu alanlardan iri de süs­lenmede aşın derecede israfa kaçmaktır. Peki, çağdaş müslüman kadını -ki süslenmeye çok fneyyaldır* ini kahredici taklidin pençelerine düşmekten kurtaracak bir emniyet sübabı var mıdır?

Bu soruyu da değişik açılardan cevaplamak mümkündür.

Müslüman kadının ideal örneği, bütün zamanlarda ve mekanlarda, Asr-ı Saadet kadınıdır. Tabii burada vurgulamak istediğim, Şari'in genel hatlarla vasıflannı belirttiği saliha kadındır. Yoksa, çevre şartlarının etkisiyle şekillenenkadın değil. İşte, kalkınmak ve kurtulmak isteyen, Allah'ın rızasını gö­zeten kadınlar için zirve model budur.

Körü körüne taklid ne konuda olursa olsun insanın kalbini ve aklanı öl­düren bir olaydır. Dengeli insan talid'in pençesine düşmekten kendini korur. Hayatta herhangi bir problem ile karşılaştığında çözümü önce Allah'ın kita­bında ve Rasul'ün sünnetinde araştırır. İkinci olarak, İslam ümmetinin asır­lar boyunca biriken kültür mirasında arar. Üçüncü olarak diğer ümmetlerin özellikle çağdaş kültür mirasına bakar. Kendi toplumunun sosyal yapısının iyice öğrenir. Tüm bu çabalar basiret ve nur üzere yürümek ve doğruya ve hakikate ulaşmak içindir.

Müslüman kadın, şayet Allah'a itaat etmeyi ve peygamberin nurlu yo­lunda yürümeyi istiyorsa; batıyı taklid ettiğinde süslenme olayının iki temel şartını çiğneyeceğini hakkıyla idrak eder. Bu iki şart da, itidal (dengeli ve öl­çülü olma) ve mü'min kadınların örfüne riayettir.

Kadının zahiri linetleri (dış süsleri) konusunda fakihlerin görüşleri

İmam Malik, Muvatta'da şöyle diyor "Kadın veya erkek mütekif (itika-fa giren) yağ ve koku sürünebilir."[874]Demek oluyor ki, kadın, itikatta bile kokusu gizli rengi zahir olan süs malzemelerinden alıkonmamaktadir.

Şafii'nin el-Ümm'de şu kayıt yer alır "Said bize Musa b. Ubeyde'mn, kardeşi Abdullah b. Ubeyde ile Abdullah b. Dinar'ın şöyle dediğini nakletti­ğini anlattı: İhrama girerken kadının eline kına yakması sünnettendir. Kına yakmadan ihrama girmesi güzel olmaz.[875] Şafii diyor ki: Ben de bunun (kı­na yakmasının) daha güzel olduğu kanaatindeyim. Şöyle de demiştir: ihra­ma giren kadın elini boyarsa fidye vermesi gerekir. Ama biraz kına yakarsa fidye gerekmez. Ancak bana göre bu kadarı da mekruhtur. Çünkü, zinetin başlangıcı sayılır. Keza şöyle de demiştir: Said b. Salim anlattı; bir grup in­san İbn Cureyc'e ihrama giren kadının kokusuz 'ismid* sürmesi kullanması­nın hükmünü sormuş ve o da, şöyle demiştin Bana göre mekruhtur. Çünkü o da zinettir. Oysa ihram günleri ibadet ve huşu günleridir."[876]

Burada kadının her halükârda sürme ve boya kullanmasında bir sakınca olmadığı vurgulanmaktadır. Sakınca sadece ihramlı olduğu zaman sözko-nusu olmaktadır. Dahası burada kadının ihrama girmeden önce eline biraz kına yakmasının müstehap olduğu vurgulanmaktadır.

Hanefi mezhebi fukahasmdan Serahsi diyor ki: "İhramh kadın, ipekli elbise giyebilir, takı takabilir. Sahih olan görüş, bunda bir sakınca olmadığı­dır. İbn Ömer'in (r.a.) hanımlarına ihramlıyken takı taktırdığı rivayet edil­miştir. Keza, Rasulullah'ın (s.a.v.) kollarında birer altın bilezik olduğu halde kabeyi tavaf eden iki kadın gördüğü, ancak bir şey demediği mealindeki ha­dis de bunda bir sakınca olmadığına delalet eder."[877]

Hanbeli fukahasmdan İbn Kudame şöyle diyor: "İhrama girerken erke­ğe müstehab olan gusletme,temizlenme, süslenme gibi şeyler kadın için de müstehabtır. Delili de Aişe'den (r.a.) gelen şu hadistir: "Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte çıkardık. İhrama girerken alnımıza misk sürerdik. Terlediğimiz­de yüzümüze akar, Rasulullah'da bunu gördüğü halde bir şey demezdi. Genç, ihtiyar herkes bu konuda eşittir."[878]

Maliki mezhebi ulemasından Hattab ise "Mevahibu'l-Celil li-Şerhi Muhtasari Halil de şöyle diyor: "Kadının ipek elbise giydiği halde Kabe'yi tavaf etmesinde bir beis yoktur. Rasululah'ın (s.a.v.) (boynunda) inci taşlı al­tın gerdanlıkları olduğu halde Kabe'yi tavaf e&en bir kadın gördüğünde şöyle dediği rivayet edilir: "Allah'ın sana ateşten gerdanlıklar takmasını ister mi­sin? " Kadın hayır demiş. "O halde zekâtını ver" buyurmuşlar. Dikkat edilir­se burada bir nehiy sözkonusu olmamaktadır."[879]

Sahih-i Buhari'nin büyük sarihlerinden İbn Battal şöyle diyor: "Rasu­lullah'a (s.a.v.) bulabildiğim en güzel kokuyu sürerdim. Bazen koku kutusu­nu saçına ve sakalına boşalttığım olurdu" mealindeki Aişe (r.a.) hadisinden, erkeklerin -kadınların aksine- yüzlerine koku süremeyecekleri hükmü çıkar. Kadınlar yüzlerini boyayarak süslenir. Erkekler ise kadına benzemekten nehyedildiği için sadece saçma ve sakalına koku sürerek süslenir.[880]

Tüm bunlardan şunu anlıyoruz: Rasulullah (s.a.v.) zamanında müslü-man kadının bazı süsleri ve yüzünde kalan boya izleriyle mahremi olmayan erkeklere göründüğü olurdu. Ancak kokusu duyulmayan süs malzemeleri kullandığı için fitneyi uyandırıcı bir etki yapmamaktaydı.

Hafız İbn Hacer ise şu görüşte: "Erkek parfümüyle kadın parfümünün farkı, kadın parfümünün kokusuz, erkek parfümünün renksiz olmasıdır. Ka­dın, evinden çıkarken zinetlerini gizlemekle emrolunmuştur. Oysa kokulu parfüm kullanmasına cevaz verilseydi, fitneyi uyandırmasına zemin hazır­lanmış olacaktı.[881]

Kadı İbn Rüşd şu açıklamaları yapıyor: "Yas tutan kadına, bütün fuka-hanın belirttiği üzere erkeklerin dikkatini çeken sürme, takı vb. tüm süsler yasak edilmiştir. Yas tutan kadının kaçınması gereken hususlarda fakihlerin görüşleri az çok birbirine yakındır. Bunlar da, erkeklerin dikatini ve iştahını celbedecek şeylerden uzak durmasıdır. Boşanmış kadınları da bu kategoride ele alanlar, nesebin korunması maksadıyla sedde-i zerai kabilinden iddet sü­resince onların da kocası öldüğü için yas tutan kadınlar gibi süslenmekten kaçınması erkeklerin dikkatini çekmemesi gerektiğini söylemiştir. En iyisi­ni Allah bilir."[882]

İbn Rüşd'ün bu sözlerinden, yabancı erkeklerin genel olarak kadınların sürme, takı gibi zahiri zinetlerini gördüğünü anlıyoruz. Bu sebeple iddet sü­resince erkekler görünce dikkatlerini çekmemek için süslenmekten uzak durmaktadırlar. Aynı hususu İbnul-Kayyım, Zadu'l-Mead'da şu şekilde dile getirir: "Kocası ölen hariç, kadınların üç günden fazla yas tutması helal de­ğildir" hadisi şu hususları ihtiva eder: Bu iki tür yas arasında iki açıdan fark vardır.-Birincisi, vücup ve cevaz açısından olup koca için yas tutmak vacip (farz manasına) iken başkaları için caizdir, ikincisi, yasin sûresi açısından­dır. Koca için yas tutmak azimet iken, başkası için yas tutmak ruhsattır. Said b. Müseyyeb, Ebu Ubeyd, Ebu Sevr, Ebu Hanife ve arkadaşları ile İmam Ah-med -kendisinden gelen iki rivayetten Hiraki'nin tercih ettiğinde- şu görüşü paylaşır: "Bain (dönüşü ancak yeni bir nikâh akdiyle mümkün olan) talakla boşanan kadının da yas tutması gerekir." Çünkü o da kocasından tamamen ayrılmıştır. Dolayısıyla aynen kocası Ölen gibi yas hükümlerine tâbi olur. Zi­ra iddet nikâhı haram kıldığı gibi onu davet eden davranışları da haram kılar. Demişlerdir ki, yas tutmak sırf aklı çıkarsamalarla da gerekli olmaktadır. Zi­ra süslenip boyanmak, takılar takmak kadının erkeğe meylini gösterdiği gibi erkeğin de kendisine meyletmesini sağlar."[883]

 

 



[1] Bu hadis Sahih-u Camİu's-Sağir'de rivayet edilmektedir, Hadis No: 2760.

[2] Buhari, Oruç Bahsi, Arafe günü orucu babı, 3/141.

[3] İbnü Hacer, Fethül-Bari, 5/142.

[4] Bu hadisin metni birkaç satır yukarda geçmişti.

[5] Buhari, Barış (bartşlık) bahsi, (Barış yazısı nasıl yazılır.) "Bu Fulan oğlu fulan ile fulan oğlu fularım barış anlaşmasıdır." Başlığı ile yazılır babı. 6/233.

[6] Buharı, Peygamber (s.a.v.)'in gazveleri bahsi, Hayber gazvesi babı, 9/24. Müslim, sahabenin faziletleri bahsi, Cafer bin Ebi Talib ile Esma bintü Ümeys (r.a.)'ın faziletlerine dair bir bab,. 7/172.

[7] Buhari, menkıbeler bahsi. Peygamber (s.a.v.)'in: "Ebu Bekr'in kapısından başka (mescide açılanl kapıları kapatınız" kavli babı. 8/12. Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Ebu Bekr (r.a.)'ın faziletlerine dair bir bab, 7/108.

[8] Müslim, selam bahsi, yabancı kadınla haşhaşa kalmanın ve onun yanına girmenin haram kılınması babı, 7/8.

[9] Bu hadisi, Hafizel-Heysemi, Mecmau'z-Zevaid'de irad etmiştir. 5/17. Heysemi der ki: "Bu hadisin ricali sahih hadis ricalidir. Haftz İbn Hacer ise ondan bahisle Fethu'l-Bari'sinde şu ifadeyi kaydeder (12/499): "Bu hadisi Taberi, sahih bir senetle tahric etmiştir."

[10] Buhari, menkıbeler bahsi, Ali b. Ebi Talib (r.a-)'ın menkabeleri babı, 8/83. Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Ali b. Ebi Talib Cr.a.)'ın faziletlerine dair bir bab. 7/120.

[11] Hadis, Şeyh Nasruddin el-Albani'nin tahkiki olan Silsiletu'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserde varid olmuştur. Hadîs no: 652.

[12] Buhari, cihad ve siyer bahsi. Harb ve keşif karakolunun fazileti babı, 6/393. Müslim, sahabenin faziletleri bahsi, Talha ile Zübeyr (r.a.)'ın faziletlerine dair bab, 7/127.

[13] Buhari, Cuma bahsi, hutbe (mukaddimesinde) Allah'ı sena ettikten sonra "Amma ba'dun diyen kimse babı, 3/54.

[14] Buhari, cenazeler bahsi, kabir azabı hakkında gelen hadisler babı, 3/479.

[15] Ibn Hacer, Pethül'-Bari, 3/479.

[16] Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Sakifin yalancısının ve onu helak e3enin beyanı babı 7/190.

[17] Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Enes'in annesi Ümmü Süleym (r.a.)'ın faziletlerine dair bab, 7/145.                                                          

[18] Buhari, Ensar'ın menkıbeleri bahsi, Ebu Talha (r.a.)'ın menkıbeleri babı, 8/128.

[19] Müslim, Cihad ve siyer bahsi, kadınların erkeklerle birlikte gaza etmesi babı, 5/196.

[20] Buhari, namaz bahsi, uyluk hakkında zikrolunan şey babı, 2/25. Müslim, nikâh bahsi, bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra onunla evlenmesinin fazileti babı, 6/146.

[21] İbnü Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, 5/223.

[22] Müslim, sahabe (r.a.)'ün faziletleri bahsi, Ümmü Eymen (r.a. J'ın faziletlerinden bir bab,7/144.

[23] Müslim, fitneler bahsi, Deccal'in çıkması ve yeryüzünde bir müddet kalarak İsa'nın inmesi babı, 8/203.

[24] Müslim, boşama, boşanma bahsi, üç talakla boşanan kadına nafaka verilmemesi babı, 4/195-199.

[25] Müslim, fitneler bahsi, Deccal'in çıkması ve yeryüzünde bîr müddet kalarak İsa'nın inmesi babı»203

[26] Müslim, Boşama bahsi, Üç talakla boşanan kadına nafaka verilmemesi bahsi, 47198.

[27] Müslim, Kitabu't-Talak, c. 4, s. 198.

[28] İbnü Sa'd, Tabakatül-Kübra, 3/546.

[29] Buharı, cıhad bahsi, Rumlarla harbfin fazileti) hakkında söylenen şeyler babı, 6/442.

[30] ibnü Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, 8/217.

[31] İbnü Sa'd, a.g.e., 3/408.

[32] Buhari, Peygamber (s.a.v.)'in gazveleri bahsi, bana Abdullah b. Muhammed el-Cafı haber verdi, babı, 8/313. Müslim, boşama, bahsi, kocası ölen kadınla diğer kadınların iddetlerinin doğurmakla sona ermesi babı, 4/201.

[33] Buhari, hastalar ve tıb bahsi, rüzgar sebebiyle saraya tutulan kimsenin fazileti babı,

[34] Müslim, fitneler ve kıyamet alametleri bahsi, Deccal'in çıkması yeryüzünde kalacağı müddet, İsa'nın inerek onu öldürmesi babı, 8/203-205.

[35] Buhari, bayram namazları bahsi, Mina günlerinde ve (dokuzuncu günü sabahı), Arafata gi derken tekbir getirme babı. 3/115. Müslim, Bayram namazları bahsi, Bayramlarda kadın­ların namazgaha çıkmaları ve erkeklerden ayrı olarak hutbe dinlemelerinin mubah oluşu babı, 3/21.

[36] Buhari, güneş ve ay tutulması bahsi, güneş ve ay tutulması sırasında kabir azabından Allah'a sığınma babı, 3/191. Müslim, yağmur duasının namazı bahsi, kusuf namazında kabir azabı­nın zikri babı, 3/30.

[37] İbnü Hacer, Fethu'1-Bari, 3/197.

[38] Müslim, yağmur duasının namazı bahsi, kusuf namazında, Peygamber (s.a.v.)'e arz olunan şeyler babı, 3/31.

[39] Müslim, hacc bahsi, bayram gününde cemre-i akabede hayvan üzerinde taş atmanın müste-hab olduğu... babı, 4/79.

[40] Buhari, cihad bahsi, kadınların yaralıları ve şehidleri geri götürmeleri babı, 6/420.    '

[41] Buhari, hacc bahsi, haccın vGcubu, fazileti ve... babı, 4/121. Müslim, hacc bahsi, kötürümlük, ihtiyarlık ve benzerleri ve »lum sebebiyle aciz kalan kimse namına haccetmebabı, 4/101.

[42] Buharı, Allah'ın kitabına ve Peygamber'in sünnetine sımsıkı yapışıp tutunma bahsi, (kitabü'l Itisam), Peygamber (s.a.v.)"in {ümmetinin erkeklerine ve kadınlarına) öğretmesi babı, 17/55. Müslim, iyilik, sıla ve adab bahsi, bir çocuğu ölüp de bundan sevap bekleyenin fazileti babı, 8/39.

[43] Buhari, kitabü ebvabUmuhsar... (men oluan kimse ve avlanma cezası babalan bahsi), kadir lann haccetmesi babı, 4/449.

[44] Müslim, selam bahsi, göz değmesi, sarıca, zehir ve nazar için rukye yapmanın müstehab oluşu babı, 7/18.

[45] Buhari, Ensar'ın menkıbeleri bahsi, lîtbe tbnü Rebia'nm kızı Hind (r.a.)'ın zikri babı, 8/141 Müslim, davalar bahsi, hind davası babı, 5/129.

[46] Müslim, iyilik, adab bahsi, bir çocuğu ölüp de bundan sevap bekleyin fazileti babı, 8/40.

[47] Buhari, tefsir bahsi, Yüce Allah'ın: "O kötü sözlerin iman edenlerin içinde yayılıp duyulması­nı arzu edenler..." kavli babı, 10/105.

[48] Buharı, Peygamberin gazveleri bahsi, ifk hadisi babı, 8/437. Müslim, tevbe bahsi, iflc hadisi ve zina isnadında bulunan kimsenin tevbesinin kabulü hakkında bir bab, 8/114.

[49] Buhari, Kîtabüs-Sehv (unutup-yanılma ile ilgili bablar bahsi), inanap namaz kılmakta iken kendisine söz söylendiği ve onun da bu kelamı işitip eli ite işaret ettiği zaman (hükmü nasıl olur) babı, 3/347. Müslim, yolcuların namazı ve bu namazın kısaltılması bahsi, Peygamberin ikindiden sonra kılmakta olduğu iki rekat namazı tanıma babı, 2/210.

[50] Müslim, süt emme bahsi, bir ve iki defa emme hakkında bir bab- 4/166. Mesabih, Oruç bahsi, Nafile oruçtan dolayı iftar etme hakkında bir bab. Muhakkik, üstad Nasirüddin el-Elbani (bu hadisten bahsederek şöyle) der: Bu hadis, isnadı hasen bir hadisdir. Onu Hakim ile Bej haki Semmak b. İkrime, Ebu Salih ve Ümmühanİ tankıyla merfu olarak rivayet etmişler -    ve Hakim: İsnadı sahihdir demiş Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Hadis o

ikisinin söylediği gibi sahihdir.

[51] Bkz.: Mişkatu'l-Mesabih, Kitabu's-Savm. Hadisin senedi ceyyiddir. Hakim ve Beyhaki Simak b. İkrime kanalıyla Ebi Salih'den, o da Ümmü Hani'den merfu olarak rivayet etmiştir. Hakim isnadın sağlam olduğunu söylemiş, Zehebi de bunu tasdik etmiştir.

[52] Buharı, izin isteme bahsi, bir kavmi ziyaret edip de onların yanında gündüz uykusuna yatan kimse babı, 13/312. Müslim, faziletler bahsi, Nebi (s.a.v.)'in terinin güzel kokması ve onunla teberrük olunması babı, 7/81.

[53] İbnü Hacer, Fethul-Bari, 13/312.

[54] Buhari, menkıbeler bahsi, cahiliyyet günleri babı,

[55] Buhari, zekat bahsi, hurmanın yaşken ağacı üzerinde miktarını takdir etmek babı, 4/86. Müslim, faziletler bahsi, Peygamber'in (s.a.v.) mucizeleri hakkında bir bab, 7/61.

[56] Buhari, nikâh bahsi (nikâhta erkekle kadın arasında aranan) denklikler din hususundadır, babı, 11/35. Müslim, hacc bahsi, ihramhnın, hastalık gibi bir özürden dolayı ihramdan çıkma­yı şart koşmasının caiz olması babı, 4/26.

[57] Müslim, av, kesilen ve eti yenen hayvanlar bahsi, kelerin mubah kılınması babı, 6/69.

[58] Buharı, (iki) bayram namazları bahsi, kadının bayramda dişarda giyecek elbisesi (cilbabı) bulunmadığ zaman (nasıl yapacağı) babı, 3/122.

[59] İbn Hacer, Fethü'1-Bari, 3/123.

[60] Buhari, tefsir bahsi Mümtehine sûresi, Yüce Allah'ın: "mü'min kadınlar sana bey'at etmek üzere geldikleri zaman..." kavli hakkında bir bab, 10/265. Müslim, bayram namazları bahsi, 3/18.

[61] Buhari, ganimetten beşte bir ayırmanın farz oluşu bahsi, kadınların eman vermeleri ve bir kimseyi korumaya alıp onu tehlikeden kurtarmaları (yani siyasi sığınma hakkı tanımaları) babı, 7/83. Müslim, yolcuların namazı bahsi, Duha namazının müstehab oluşu... babı, 2/158,

[62] Buhari, Peygamber (s.a.v.)'in gazveleri bahsi, Hudeybiye gazvesi babı, 8/451.

[63] Buhari, boşama (boşanma) bahsi. Peygamber (a.a.v.)'in Berire'nin kocası hakkında şefaat etmesi babı, 11/323.

[64] Müslim, Han bahsi, 4/206-207.

[65] Müslim, (Kitabü'l-Hudud) hudud bahsi, kendi aleyhine zinayı itiraf eden kimse babı, 5/120.

[66] Bkz. İbn Kudame, el-Meğni, 7/28.

[67] Bkz. Sünen-i Efai Davud, Kitabu'l-libas, Yüce Allah'ın: "mümin kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar..." kavli hakkında bir bab, 4/361

[68] Bkz. Taberi Tefsiri, 22/41-42.

[69] Bkz. İbnü Kuteybe, Te'vilü muhtelifli hadis (Ezher Üniversitesi matbaası 1966) s. 225. (bu eser Türkçeye: Hadis Müdafaası adı ile çevrilmiştir).

[70] Nevevi, Sahih-i Müslim şerhi, 14/151.

[71] Fethul-Bari, 11/237.

[72] İbnü Hacer, Fethü'1-Bari, 13/425.

[73] Kurtubi, el-Cami Ii'1-Ahkâm, Nûr sûresi, 31. âyetinin "mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar..." tefsiri, 12/228.

[74]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/9-38.

[75] îbnü Sa'd: et-Tabakatü'1-Kübra, 8/221.

[76] Buhari, vasiyyetler bahsi, malın en çok ü£te bir miktarının vasiyyet edilmesi babı, 6/300.

[77] Buhari, vasiyyetler bahsi, kişinin mirasçılarını zengin bırakması onları insanlara avuç açaı halde bırakmasından daha hayırlıdır, babı, 6/292.

[78] İbnü Kuteybe, Tevilü Muhtelefıl Hadis, s. 225.

[79] İmam Gazali el-Mustafa, 2/49.

[80] İrşadü'l-Fühul, s. 35-36.

[81] İrşadül-Fühul, s. 36.

[82] İrşadü'l-Fuhul, s. 35.

[83] el-Burhan fi-usuli'1-fıkh, 1/496.

[84] Hadis için bkz. el-Buhari edeb bahsi, insanları ceza verme ve azarlama ile karşılamayan kimse babı, 13/127. Müslim, faziletler bahsi, Peygamber (s.a.v.)'in Allah Teala'yı tanıması ve ondan şiddetle korması babı, 7/90.

[85]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/38-49.

[86]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/53.

[87] Buharı, nikâh bahsi, "Yanında mahremi bulunmayan bir kadınla bir erkek yalnız başına kalmasın; kocası evde bulunmayan bir kadının yanına girilmesin" babı, 11/246.

[88] Sahihu Sünen-i Nesai, hadis no: 4737

[89] Müslim, fitneler ve kıyamet alametleri bahsi, Deccal'in çıkması ve yeryüzünde kalacağı müddet (...) hakkında bir bab, 8/205.

[90] Müslim, namaz bahsi, safların düz ve doğru tutulması, ilk safın ve ondan sonra sıra ile öteki safların fazileti babı, 2/32.

[91] Müslim, namaz bahsi, Fitneye sebep olmamak şartı ile kadınların mescidlere gitmeleri.... babı, 2/33.

[92] Müslim, namaz bahsi, aynı bab, 2/33.

[93] Buharı, nikâh bahsi, serine (cariye)ler edinme ve cariyesini azad edip de sonra onunla evlenen kimsenin sevabı babı, 11/30. Müslim, Nikâh bahsi, bir kimsenin cariyesini azad ederek sonra onunla evlenmesinin fazileti babı, 4/147.

[94] Bu haber, Beğavi'nin Şerhus-Sünne adlı eserinde nakledilmektedir, 2/438. İki muhakkik alim ondan bahsederek şöyle der: "Bu haberi İbnü Ebi Şeybe ile Beyhaki süneninde tahric etmişler dir." Beyhaki: "Bize bu hususta Ömer'den gelen haberlerin hepsi sahihdir" demiştir.

[95] Buharı, namazın sıfatı bablan, namazların hepsinde imam ve memum için Kur'an okumanın vticubu babı, 2/381.

[96] Müdevvenetü'l-Kübra, 1/94.

[97] gerhü Fethu'l-Kadir, 1/262-263.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/54-58.

[98] Buhari, Nikâh bahsi. Gayret (yani kıskançlık) babı, 11/234. Müslim, Selam bahsi, yabancı bir kadın yolda kötürüm!ediği vakit onu hayvanının terkisine almanın caiz oluşu babı. 7/11.

[99] Fethu'1-Bari 11/237.

[100] Buhari, edeb bahsi, konuk için yemek yapılması ve birşeyler hazırlama meşakkatinin yüklenil-

mesibabı, 13/151.

[101] Buhari, nikâh bahsi, Evlendirmeden önce kadına bakma babı, 11/86. Müslim, nikâhbahsi, mehir babı, mehrin Kuran Öğretmek (demir yüzük vesaire gibi şeylerin azından çoğundan caiz oluşu...) babı, 4/79.

[102] Buhari, nikâh bahsi, kadının, kendi nefsini salih bir erkeğe arzetmesi.,babı, 11/79.

[103] Fethul-Bari.il/79.

[104] Buhari, oruç bahsi, çocukların orucu babı. 5/104. Müslim, oruç bahsi, aşura günü oruç tutma­yan kimsenin, o günün kalan kısmını yemeden -geçirmesi gerektiği- babı, 3/152.

[105] Buharı, Bayram namazları bahsi, Mina günlerinde ve (dokuzuncu günü sabahı) arafata giderken tekbir getirmek babı. 3/115.

[106] Buharı, hayız bahsi, hayızlı kadınların namaz yerinden ayrı durarak bayram namazlarının kılındığı sahada ve müslümanlann dualarında hayır bulunmaları babı, 1/439.

[107] Buhari, Kitabül-Mezalim (Zulümler bahsi), evler önünde geniş avlular edinmek ve buralarda oturmanın hükmü, bir de yollar üzerinde oturmanın hükmü babı, 6/37. Müslim, selam bahsi, yol üstünde oturmanın haklarından birinin selam olması babı, 7/2.

[108] Buhari, izin isteme bahsi. Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka evlere (ve odalara) sahibleriyle ünsiyet peyda etmeden ve selam da vermeden girmeyin..." babı, 13/245. Müslim, hacc bahsi, kötürümlük, ihtiyarlık ve benzerleri yahut ölüm sebebiyle aciz kalan bir kimse namına hacc etme babı, 4/101.

[109] Buhari, namaz içinde amel bablan kitabı, namaz kılan kimseye "ileri git" yahud "bekle" denilmesinde beis yoktur' babı. 3/328. Müslim, namaz bahsi, erkeklerin arkasında namaz kılan kadınlara erkeklerden önce başlarını secdeden kaldırmamalarını emir babı, 2/32.

[110] Buhari, namazın sıfatı babları kitabı (namazın sonunda) selam vermek babı, 2/467.

[111] Bu hadis Sahihu'l-Camiu's-Sağir adlı eserde gelmiştir. Hadis no: 5134.

[112] Müslim, selam bahsi, yabancı bir kadınla başbaşa kalmanın ve onun yanma gimenin haram kılınması babı, 7/8.

[113] Buhari, tefsir bahsi, Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler, mümin kadınlar muhacir olarak geldikleri vakit onları imtihan edin" kavli babı, 10/261. Müslim, emirlik bahsi, kadınların nastl beyat edecekleri babı, 6/29.

[114] Bu hadis "Silsiletül-Ahadis-is-sahiha" adlı eserde zikredilmiştir. 2/529.

[115] Bkz. şehvetsiz olarak (kadına) dokunmanın meşruiyyetînin ayrıntıları: Kadının sosyal hayata iştirak etmesi bahsinde zikredilmiştir. Üçüncü bab, ikinci bölüm: Müşareketin adabı.

[116] Buharı, namaz bahsi, (namaz vakitleri, kitabı), namaz kılmak (günahlara) keffarettir, 2/148.

[117] Müslim, tevbe bahsi, Yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki, iyilikler kötülüklri giderir" âyeti kerimesi babı, 8/101.

[118] Müslim, Hudud (hadler) bahsi, kendi aleyhine zinayı itiraf eden kimse babı, 5/117.

[119] Müslim, Hudud bahsi, kendi aleyhine zinayı itiraf eden kimse babı, 5/120.

[120] Müslim, Hudud bahsi, Kendi aleyhine zinayı itiraf eden kimse babı, 5/120.

[121] Silsetül-Ahadissisahiha, Nimara: 900, aynı şekilde Bkz: Ala-Mü'1-Muvakkiyn, 3/8 (Sahife 24'de hadisin tam metni gelecektir).

[122] Buhari, k für ehlinden ve dinden dönenlerden İslama harb açanlar bahsi; zina itirafı(nın hükmünü L >an) bahı. 1.V149. Müslim, hudud bahsi, kendi aleyhine zinayı itiraf eden kimso babı, 5/121.

[123] Buhari, boşamak-boşanmak bahsi; erkek. 1 iiıutk^iiıeye kadının önce başlar fcabı. 11/368. Müslim, lian bahsi, 4/209.

[124] Buharı. Boşamak, boyanmak İ>;ıh-*i. i:f'i!.^me ve lanetlenmenin ardu^an kadını boşayan kimse babı, 11/37

[125] Müslim, hudud bahsi, nifasli kadınlardan haddin tehiri babı, 5/125.

[126] Buhari, küfür ehlinden ve dinden dönenlerden İslam'a harb açanlar bahsi, yahudi, hmstiyan, vb. olan zimmet ehli kimselerin hükümleri babı, 15/182.

[127] Buhari, nikâh bahsi, gayret (kıskançlık) babı, 11/233. Müslim, lian bahsi, 4/211.

[128] Sünen-i Nesai, teharet bahsi, Allah Azze ve cellenin "Sana adet görmeden soruyorlar..." kavlinin nevili babı, Bkz: Sahih-i Sünen-i Nesai, Hadis no: 277.

[129] Buhari, abdest alına bahsi, bîr kavinin süprüntülüğü yanında işeme babı. 1/342.

[130] Buharı, Allah'ın kitabına ve Peygamber'in sünnetine sımsıkı yapışıp tutunma bahsi (Kitabii'l-İtisam): Peygamber'in: "Muhakkak sizler kendinizden önce gelen milletlerin yollarına uyup gideceksiniz" kavli babı, 17/63.

[131] Buhari, Allah'ın kitabına Peygamber'in sünnetine sımsıkı yapışıp tutunma bahsi, Peygam ber'in "Muhakkak sizler kendinizden önce gelen milletlerin yollarına uyup gideceksiniz..." kavli babı. 17/63.

[132] Buhari, İman bahsi, İslam dini kolaylıktır babı, 1/101.

[133] Müslim, İlim bahsi, "Taşkınlar helak olmuştur" hadisi babı, 8/58.

[134] Buhari, Nikâh bahsi, Nikâha rağbetlendirme babı, 11/4. Müslim, Nikâh babı, 13/127.

[135] Buharı, Edeb bahsi, insanları ceza verme ve azarlama ile karşılamayan kimse babı, 3/127. Müslim, Faziletler bahsi, Peygamber (s.a.vj'in Allah'u Teala'yı bilmesi ve ondan şiddetle korkması babı, 7/9.

[136] Müslim, Oruç bahsi, oruçlu iken öpmenin, şehvetini harekete getirmeyen kimselere haram olmadığım beyan babı, 3/137.

[137] Müslim, Oruç bahsi, cünüp olduğu halde üzerine fecir doğan kimsenin orucunun sahih olması babi, 3/138.

[138] Müslim, Yolcuların namazı bahsi, gece namazını ve onu kılmadın uyuyan yahud hasta olan kimsenin hükmünü cami oian bab, 2/168.

[139] Buharı, Abdest alma bahsi, bir kavmin süprüntülüğü yanında işeme babı, 1/342.

[140] İmam Malik'in Muvatta'ı, Kur'an bahsi, Abdestsiz olarak Kur'an okunması hususunda ruhsat babı, 1/200.

[141] Buharı, Yıkanıp gusletmek bahsi, koku sürünen , sonra da yıkanan e kokunun izi bedeninde baki kalan kimse babı, 1/396.

[142] Müslim, Hacc bahsi, muhrimin, ihrama girerken koku sürünmesi babı, 4/13.

[143] Buharı, Yıkanıp gusletmek bahsi. Cinsi münasebet yaptıktan sonra tekrarlayan bir tek yıkan­ma ile kadınladını dolaşan kimse(nin hükmü nedir?) babı, 1/392. Müslim, Hacc bahsi, muhri­min, ihrama girerken koku sürünmesi babı 4/13.

[144] Şevkani Bkz. Fethu'l-Kadir el-Camiu beyne Fenn ey i "r- rivayeti ve'd-Diraye min ilmü't-tefsir. 4/6.

[145] İmam Malik, Muvatta, 1/28.

[146] tmam Malik, Muvatta 1/59.

[147] Buhari, Nikâh bahsi, Kadınlardan kesilip evlenmeyi terketmenin ve erkeklik yumurtalarını çıkartmanın mekruh kılınması babı, 11/19. Müslim, Nikâh bahsi, 4/129.

[148] Fethu'1-Bari, 11/18.

[149] Buhari, Nikâh bahsi, kadınlardan kesilip evlenmeyi terketmenin ve erkeklik yumurtaların] çıkartmanın mekruh kılınması babı. 11/19. Müslim, Nikâh hahsi, Mut'a Nikâhı ve bu Nikâhın evvela mubah kılınıp soma m?shedilmesini beyan babı, 4/130,

[150] Buhah. Nikâh bahsi, Kadınlardan kesilip evlenmeyi terketmenin ve erkeklik yumurtalarını çıkartmanın mekruh kılınması babı, 11/19.

[151] Müslim, Hacc bahsi, ihram vecihlerini bozan babı, 4/34.

[152] Müslim, Namaz bahsi, Fitneye sebep olmamak şartıyla kadınların mescidlere çıkmaları faka! koku sürünerek çıkmamaları babı, 2/33.

[153] Müslim, Namaz bahsi. Fitneye sebep olmamak şartıyla kadınların mescidlere çıkmaları., babı, 2/33.

[154] Fethu'l-Bari, 2/494.

[155] Buhari, Bayram namazları bahsi, (erkeklerin beraberinde hutbeyi işitemedikleri zaman) imamın kadınlara vaz etmesi babı, 3/119. Müslim, Bayram namazları bahsi. 3/19.

[156] Buhari, Zekât bahsi, (rağbet edilecek sadaka bizzat kendi) sağ eliyle verilen sadakadır, babı, 4/35. Müslim, Zekât bahsi, sadakayı gizle vermenin fazileti babı, 3/93.

[157] Buharı, Hacc bahsi, haccın vücubu, fatilezi ve babı, 4/121. Müslim, hacc bahsi, kötürümlük, ihtiyarlık ve benzerleri yahut ölüm sebebiyle aciz kalan bir kimse namına haccetme babı, 4/101.

[158] Bu hadis Mecma uzzevaid'de gelmektedir. Menkabeler bahsi, Havvat İbnü Cübeyr (r.) hakkın da gelen şeyler babı. Hafız el-Heysemi: "Bu hadisi Taberani iki ayrı tarikle rivayet etmiştir. Tariklerden birinin senedinde geçen rical (ravilerl. Cerrah bin Mahled hariç, sahih hadis ravi-İ lerinin vasafınn sahibdir. Mahled'in oğlu Cerrah (ibn Mahled) ise sikadır" demiştir. 9/401.

[159] Bu hadisi Nesai rivayet etmiştir. (Nesai). Boşamak, boşanmak, bahsi, Kocasının ölümünden sonra siyahlar giyinip süsten uzaklaşarak yas tutan kadının sidr (otuyla yıkayıp! saçını tara­masına ruhsat babı, 6/204.

Yine bu hadisi İmam Malik de Muvatta'ında rivayet etmiştir. fMuvattal, boşamak, boşanmak babı. Kadının, kocasının ölümünden sonr-a zinetlemneyi terketmesi hakkında gelei. şeyler ba­bı, 2/600.

[160] Buhari, Peygamber (s.a.v.lin gazveleri bahsi, Bana Abdullah b. Muhammed el-Cufi haber verdi babı. 8/313. Miisiim, boşamak, boşanmak bahsi, kocası ülen kadınla diğer kadınların id-detlennin, doğurmakla sona ermesi babı, 4/201.

[161] Müslim, Nikâh bahsi, bir kadın görüp de onda gözü kalan kimseyi karısına veya cariyesine gelerek onunla cima etmeye teşvik babı, 4/130.

[162] Buhari, Hacc bahsi, haccın vücubu ve fazileti (...) babı. 4/121. Müslim, Hacc bahsi, kötürümlük, ihtiyarlık ve benzerleri yahud ölüm sebebiyle aciz kalan bir kimse namına hacc etme babı, 4/101.

[163] Buhari, Tefsir bahsi, Yüce Allah'ın: "gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl.

Çünkü güzellikler, kötülükleri (günahları) giderir..." kavli babı, 9/426. Müslim, Tevbe bahsi, Yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri (günahları) giderir" kavli babı, S/101.

[164] Buhari, ücretle kiralama bahsi (icare bahsi), bir ücretliyi ırgat tutar ve akabinde işçi kendi ücretini terkeder ve o ücreti müstecir çalıştırır da onu artırırsa... (Bu artırılan mal kimin olur?) babı, 5/356. Müslim, Rikak bahsi, mağaraya sığınan üç kişinin kıssası babı, 8/89.

[165] Müslim, Hudud (had cezalar) bahsi, kendi aleyhine zinayı itiraf eden kimse babı, 5/120.

[166] Bkz: Silsiletü"l-Ahadisi's-sahiha, Hadis no: 900. 2/601. Yine bkz. İbn Kayyım el-Cevziy, A'la-mü'1-Muvakkiyn, 3/8. îhn Kayyım (hadis hakkında) "Elhamdülillah (bu) hadiste hiçbir müşkillik yoktur" demiştir.

[167] Buhari, Peygamberlerin haberleri bahsi, bize Ebu'l-Yeman haber verdi babı, 7/322. Müslim, Selam bahsi, dokunulmaz hayvanları sulayıp doyurmanın fazileti babı, 7/44.

[168] Müslim, Taharet bahsi, abdest suyu ile birlikte günahların çıkması babı, 2/148.

[169] Buhari, Namaz vakitleri bahsi, beş vakit namaz aralarındaki günahlara keffarettir. 2/151.

[170] Buhari, Oruç bahsi. Ramazan orucunu inanarak tutan kimse babı, 5/16.

[171] Buhari, Zekât bahsi, sadaka günahı örter babı, 4/43.

[172] Buhari, Hastalar (ve tılı) bahsi, hastalığın keffaret olması hakkında gelen haberler babı, 12/20S. Müslim, İyilik, sıla ve adab bahsi, yoldan eziyet veren şeyleri gidermenin fazileti babı. 8/34.

[173] Buhari. Ezan bahsi, öğle namazını ilk vaktinde kılmaya davranmanın fazileti babı, 2/279.

[174]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/59-98.

[175] Buhari, Edeb bahsi, Peygamber (s.a.v.)'in "kolaylaştırın, zorl aştırmayın" kavli babı, 13/141.

[176] Buhari, Edeb bahsi, Peygamber(s.a.v.)'in "Kolaylaştırın zorlaştırmayın..." kavli babı, 13/141. Müslim, Faziletler bahsi. Peygamber (s.a.v.)'in günahlardan uzak bulunuşu babı, 7/80.

[177] Buhari, Cihad bahsi, bir gaziyi teçhiz edip sefere hazırlayan yahud gazinin gendeki işlerini görmekte ona hayırlı halef olan kimsenin fazileti babı. 6/390. Müslim. Emirlik bahsi, Allah yolunda gaza eden kimseye binecek vs. ile yardımda bulunmanın ve ailesi hakkında hayırla onun yerini tutmanın fazileti babı, 6/42.

[178] Müslim, Emirlik bahsi, mücahidi eriri kadınlarının hürmeti ve kadınları hakkında onlara ihanet edenin günahı babı., 6/42.

[179] Bkz. İrşadül-Fuhııl, s.36.

[180] Buhari, İman bahsi, dinini tertemiz yapmak isteyen kimsenin fazileti babı, 1/134. Müslim, Musa kat bahsi, Helal olanı alıp şüpheli şeyleri terk etme babı, 5/50.

[181] Sahihu'l-Camii's-Sağir, numara: 3190.

[182] Fevatihur-Rahamut sh. 112.

[183] İmam Gazâlî, el-Mustasfa 1/74.

[184] Buharı, Namaz bahsi, Ridasız olarak namaz kılmak babı, 2/24.

[185] Buharı, Namaz bahsi, (Namaz kılacak kimsenin namaza girerken) izannı boynunu gerisine bağlaması babı, 2/13.

[186] Fethul-Bari, 2/13.

[187] Buharı, İçkiler bahsi (içecek şeyler bahsi), ayakta dikilmiş olarak su içmenin hükmü babı,12/183.

[188] Fethu"l-Bari, 12/187.

[189] Şatıbi, el-Muvafakat, 3/319-331.

[190] el-Hafız el-Heysemi, MeemauVZevaid, İlim bahsi. Haramı helal sayan yahut helali haram kılan yahut sünneti terkeden kimse hakkında bir bab. Haliz el-Heysumi (Bu hadisi Taberani, el-Evsat'ında rivayet etmiştir. Hadisin ricali sabah hadis ricalinin şartına sahibriiı-. demekte­dir. 1/176.

[191]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/98-115.

[192] Bkz. Kitfibü'l-Furuk, 2/32. (Kast olunan maksadlar kaidesi ile onlara ulaştıran vasıtalar arasındaki 58. fark.)

[193] Bkz. Tenzibu'l-Furuk vel-Gavaidi's-Sünniyye ve'1-Esrari'l-Fıkhiyye, 2/44. {Karafi'nin Kitabü'1-Fümk adlı eserinin kenarında.)

[194] Bkz. Kitabü Alamul-Muvakkiyn, 3/135.

[195] Bkz. Kitabü Alami'l-Muvakkiyn 3/136.

[196] A'lamui-Muvakkiyn cilt 3. {137 ila 153. sahifeler arası)

[197] A.g.e., 3/159.

[198] el-Muvafekat 2/358-361.

[199] el-Muvafakat, 4/194-195.

[200] Bkz: Sünen-İ Ebi Davud, oruç bahsi, oruçlu bulunan kimsenin oymesi babı, 2/779. Ve yine bkz: Ebu Davud Sünen, hadis no: 2089.

[201] Hattâbi Mealimü's-Sünen (Bkz: yukarıda geçen eserin kenar kısmı s.780.1

[202] Bkz: Buhari'de geçen Hz. Aişe hadisinin metni. Hacc bahsi, ihrama girme sırasında koku sürmek babı, 4/141.

Müslim, Hacc bahsi, Mührimin ihrama girerken koku sürünmesi babı, 4/13.

Hafız İbn Hacer der ki; Ebu Davud îbn Ebi Şeybe'nin Aişe (r.a.)'dan rivayet ettiklerine göre Müşarün ilayha "Biz yüzlerimize koku Bürünürdük" demiş ve hadisi tam olarak sevketmiştir, Fethu'I-Bari, 4/142.

[203] Serahsi, el-Mebsut, 4/22.

[204] Buharı, zulümler bahsi, evler önünde geniş avlular edinmek ve buralarda oturmanın hükmü babı, 6/37.

Müslim, Selam bahsi, yol üzerinde oturmanın haklarından biri selam almak olması babı, 7/2.

[205] Fethu'1-Bari, 6/38.

[206] el-Muğni, 6/554.

[207] el-Fetaval-Hadisiyye, s. 85.

[208] Serahsi, el-Mebsut 4/118-119.

[209] Mecmuu Petava İbni Teymiyye 26/181.

[210] A.g.e. 23/186-187.

[211] A.g.e. 21/312.

[212] A.g.e. 20/538.

[213] cl-Buhari. İman bahsi, Dinini tertemiz yapmak isteyen kimsenin fazileti babı 1/136. Müslim, Müsakaat bahsi. Helal olanı atıp şüpheli şeyleri terk etme babı, 5/50.

[214] Bkz: Alamü'l-Muvakkiyn, 1/54. (İbnü Cevzinin)

[215] Bkz: A.g.e. 2/280.                          .        .

[216] Camiu Beyani'l ilmi ve Fadlih, s.491. (İbn Abdilberr'İn),

[217] A.g.e. sh. 494.

[218] Buharı, Edeb bahsi, Peygamber (s.a.v.)'in "Kolaylaştırın zorlaştırmayın..." kavli babı, 13/141. Müslim, Faziletler bahsi, Peygamber (s.a.v.)'in'günahlardan uzak bulunuşu babı, 7/80.

[219] Parantez urrUiııdı: verilen bu iMi* hndisin livayetlfiiruleıı lıinsiiuU: zık it bilmektedir. (Sahih-i Müslim, 2/:M.ı

[220] Dr. Ammar et-Talitti, İbn Badis, Hayatı ve Eserleri, birinci cild, ikinci cüz, sh, 218. (Neşreden: eş-Şirketü 1-Vatan iyye, Cezair, Darü'l-Yagazatil Arabiyye, Şam (Dımeşk) 1986.

[221] Buhari, İzin isteme bahsi, Cinsiyet organından başka (dil ve göz gibi) diğer organların da zina­sı olduğu babı, 13/262.Müslim, Kader bahsi, Ademoğluna zina ve başka şeylerden nasibinin takdir olunması babı,8/52.

[222] Müslim, Taharet bahsi, Abdest suyu ile birlikte günahların çıkması babı, 1/148.

[223] Müslim, Taharet bahsi, Büyük günahlardan kaçınmak şartıyla beş vakit namazların ve Cuma namazının gelecek Cumaya kadir (aralarındaki günahlara keffaret) olmaları babı, 1/144.

[224] Buhari, Hacc bahsi, Haccın vücubu ve fazileti babı, 4/121.

Müslim, Hacc bahsi, kötürümlük, ihtiyarlık sebebiyle aciz kalan bir kimsenin namazı haccet­me babı, 4/101.                                             

[225] Buhari, boşamak, boşanmak bahsi, kocası vefat etmiş olan kadın dört ay on gün süslenmeyi ve koku sürünmeyi torkeder babı, 11/413.

Müslim, boşamak, boşanmak bahsi, vefat iddetinde yas tutmanın vücubu babı, 4/202.

[226] Buhari, giyilen şeyler -ve hükümleri- bahsi, Peygamber (s.a.v.)'in elbiselerden ve yaygılardan (herhangi bir sınıf üzerine tahsis yapmayıp) daima genişlik gösterir olduğu babı, 12/418.

[227] Bulıari, tefsir bahsi, Tahrim sinesi, Yüce Allah'ın: "Ey Peygamber! Sen kadınlarının hoşnud luğuııu arayarak " kavli babı, 10/283.

Müslim, Boşamak, boşanmak bahsi, ila. kadınlardan uzaklaşma hakkında bir bab, 4/190.

[228] Bkz. Mecmau z-zevaid, boşamak, boşanmak bahsi, ila babı, 5/8. Hafız el-Heysemi (hadis hakkında şunları) kaydeder: Bu hadisi Taberani el-Evsatında rivayet etmiş olup senedinde Leys'in katibi Abdullah b. Salih de vardır. Abdulmelik b. Şuayb b. Leys (onun için) güvenilir bir sikadır demişse de, Alımed ve diğerleri Abdullah b. Salih'i zayıf saymışlardır, 5/8. Aşağı yukarı buna benzer bir hadisi İbn Mürdeveyh de rivayet etmiştir. Bu rivayeti İbn Hacer, Fethu'l-Bari'sinde nakletmiştir, 11/190.

[229] Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. Nikâh bahsi, Kadınların dövülmesi hakkında bir bab, 2/608. Hadis 5013 ve 7237 nukaıaîar ile Sahih-u OamiıVs-sağir'dc geçmektedir. Hafız İbn Hacer hadis hakkında şöyle der: "Bu hadisi Alımed, ISbu Davud ve Nesai tahric eyle diler. İbn Hibban ile Hakim İyas b. Abdillah tarikinden rivayet edilen hadisi sahih saymışlar dır. Bu hadisin iki şahidi bulunmaktadır. Bunlardan birisi ibn Hihbnnın sahihinde yer alan İbn Abbas hadisi diğeri Beyhaki'nin rivayet ettiği Ümnıü Gülsüm hin ti Ebi Bekrin Mürsel hadisidir. Fethu'1-Bari 11/215.

[230] Buharı, Cuma bahsi, Cuma namazında hazır bulunmayan kadınlara, çocuklara ve diğerleri­ne yıkanmak lazım olup olmadığı' 3/34.

[231] Buhari, Menkıbeler bahsi, Utbe b. Rebianın kızı Hind'in zikri babı, 8/141. Müslim, Davalar bahsi, Hind davası babı, 5/130.

[232] Buhari, İzin isteme bahsi, Bir kavmi ziyaret edip de onların yanında kaylule uykusuna yatan kimse babı, 13/313.

Müslim: Emirlik bahsi, Denizde gaza etmenin fazileti babı, 6/50.

[233] Kitabü İktizai's-Sırati'l-Müstakim sh. 162.

[234] İbn Ebî Şeybe'nin musannefi, 1/33-36

[235] A.g.e., 2/89, 83, 109, 183,190.

[236] Buhari, Nikâh bansi. Kadının uğursuzluğundan sakınılması babı, 11/40.

Müslim, Rikak bahsi Cennetliklerin ekserisinin fakirler olduğunu beyan babı, 8/89.

[237] Müslim, Rikak bahsi, cennetliklerin ekserisinin fakirler olduğunu beyan babı, 8/89.

[238] Buhari, Rikak (kalbi inceltecek şeyler) bahsi, dünya nimetleri ve güzelliklerinden ve bunlara aşırı rağbetten

sakınılması babı, 14/20.

[239] Buhari, Rikak (kalbi inceltecek şeyler) bahsi, dünya nimetleri ve güzelliklerinden ve bunlara aşırı rağbetten sakınılması babı, 14/19.           

[240] Tirmizi, Zühd (dünyadan yüz çevirmek ve ona rağbet göstermemek) bahsi. Bu ümmetin fitne ye düşmesinin mal hususunda olduğuna dair gelen şeyler babı, 7/87. Hafız İbn Hacer der ki: Bu hadisi Tirmizi, İbn Hibban ve Hakim rivayet ederek onu sahih saymışlardır. (Fethu'1-Bari, 14/29.) Bkz: Sahih-u Sünen-i Tirmizi, hadis no: 1905.

[241] Buharı, Hibe, hibenin fazileti ve hibeye teşvik bahsi. Hibe içinde (bazı kimseleri) şahid yap­mak babı, 6/141.

Müslim, Kitabü'l-Hitab (bağışlar bahsi), Hibede evladdan bazılarını üstün tutmanın kerahatı babı, 5/65.

[242] Buhari, Şehadetler bahsi, Bir kimse zulüm ve haksızlık üzerine şahid yapılmak istenildiği za­man, şahidlik etmez babı, 6/187.

Müslim, Bağışlar bahsi. Hibede evladdan bazılarını üstün tutmanın kerahatı babı, 5/66.

[243] Sahihu'l-Camius-Sağir, Hadis No:1986.

[244] Buhari, Hibe, Hibenin fazileti ve hibeye teşvik bahsi. Hibe işinde (bazı kimseleri) şahid yapmak babı, 6/141. Müslim, Bağışlar bahsi, hibede evladdan bazılarını üstün tutmanın kerahati babı, 5/65.

[245] Müslim, iyilik, sıla ve adab bahsi, zulmün haram kılınması babı, S/18.

[246] Buhari, nikâh bahsi, kadının uğursuzluğundan sıkınilması babı, 11/40.

Müslim, Rtkak (kalbi inceltecek şeyler) bahsi, cennet ehlinin ekserisinin fakirler

olduğunu beyan babı, 8/89.

[247] Buhari, Nikâh bahsi, kadınlardan kesilip evlenmeyi terk etmenin ve erkeklik yumurtalarını çıkartmanın mekruh kılınması babı, 11/20.

[248] Ebu Davud, Cihad bahsi, Harbde (çalımlı hareket etme) hakkında bir bab 3/115. Hadis 5781 numara ile sahihul Camiü's-sağir'de geçmektedir.

[249] Buhari, Menkıbeler bahsi, (Kureyş kabilesinin Adiy İbn Ka'b şubesine mensup olan) Ebu Hafs Ömer İbn Hattab (r.a.)'m menkabeleri babı, 8/42.

Müslim, Sahabenin faziletleri bahsi, Ömer İbni Hattab (r.a.)'ın faziletlerine dair bab, 8/42.

[250] Buhari, Nikâh bahsi, Gayret (kıskançlık) bahsi, 11/235.

Müslim, Selam bahsi, Yabancı bir kadın yolda kötürümlediği vakit onu hayvanın terkisine almanın cevazı babı, 7/11.

[251] Buhari, Cuma bahsi, Cuma namazından hazır bulunmayan kadınlara, çocuklara ve diğerleri­ne yıkanmak lazım olup olmadığı babı, 3/34.

[252] Buhari, namaz babları bahsi, insanların alim bir imamın kıldırmasını beklemeleri babı, 2/495.

Müslim Namaz bahsi, fitneye sebep olmamak şartıyla kadınların mescidlere gitmeleri (fakat koku sürünerek çıkmamaları) babı, 2/34.

[253]  (Bu) hadis zayıf bir hadistir. Bu hadisin zayıf olduğunu isbat eden deliller ilerde; Seddü'z-ze rai kaidesi hususunda aşırılık göstermenin amillerinden altıncı amil den bahsederken gelecektir.

[254] Ömer'in bu kavli zayıftır. Bu kavlin zayıflığını isbat eden deliller ileride Seddüzzerai kaidesi hususunda aşırılık göstermenin amellerinden altıncı bahiste gelecektir.

[255] Bkz. İmam Gazali, Ihyau Ulumuddin, Nikâhın edebleri bahsi, adabı muaşerek hakkında üçüncü bab, 2. cild, 4. cüz, s.142.

[256] imam Gazâlî'nin İhya-u Ulumiddin adlı eserinde söz denilmektedir. (Kadının, sesinin güzelli­ğinin (yabancı erkeklerce) işitilmesinden sakınması, üzerine vacibdir.) Nikâh bahsi adabüz zevce , ikinci cild, dödüncü bölüm, s.164.

[257] Bkz. İmam Gazâlî, İhyau Ulumuddin, Nikâhın edebleri, kadının çarşı ve pazara çıkması hususunda bir bahis 2. cilt, 4. bölüm sh. 142.

[258] İmam Gazâlî, İhyau Ulumuddin, (V. 505) Nikâh bahsi, Adabul-Muaşerek babı, Erkek kıs­kançlıktan nasıl korunur? 4/142. Aynı şekilde bakınız: Nevevi, el-Mecmu (V.676) 4/94-95.

[259] Bkz. el-Ensari, Nihayetül Muhtaç, ila şerhil minhac, (Ensarinin vefat tarihi 1004'tiiri. c.6, s.188. Yine bkz: (hicri ondördüncü asrın alimlerinden Ankaralı üstad (şeyh) Ebu Ni'metillah el-Ankaravi'nin Hasiyetü Sahihi Müslimi, 2/33 (İstanbul baskısı).

[260] Buhari, Hayız bahsi, hayızlı kadınların (namaz yerinden ayrı durarak) bayram namazlarının kılındığı sahada (ve müslümanların dualarında) hazır bulunmaları babı, 1/439.

[261] Fethu'1-Bari, 1/439.

[262] Bkz. İmam Şafii, el-Ümm, 1/240.

[263] El-Ensari, Nihayetü'l-Muhtac ila Şerhi'l -mihhac, 6/188.

[264] Buhari, Fitneler bahsi, "Bundan sonra gelecek zaman, muhakkak evvelkinden daha şerli olacaktır" babı, 16/127.

[265] Buhari, Fitneler bahsi, Fitnelerin meydana gelmeleri babı, 16/120.

Müslim, İlim bahsi, ahir zamanda ilmin kaldırılıp alınması; cihalet ve fitnelerin zuhuru babı, 8/59.

[266] Fethul-Bari, 16/122.

[267] Buhari, Namaz vakitleri bahsi, namazın kendi vaktinden zayi kılınması babı. 2/İ52.

[268] İbn Abdilberr, et-TVmhid,7/12M22.

[269] İbn Abdüberr, A.g.e., 7/122.

[270] İbn Abdulberr, A.g.e., 7/121-122.

[271] Bkz. el-Ensari, Nihayetü'l-Muhtac ila Şerhi l-UJinhac, 6/187-188.

[272] Dr. Yusuf el-Kardavi, Kitabü Feteva-i Muasıra (Çağdaş Fetvalar Kitabı) Birinci halka,s.6.

[273] KitabiH-Gıyasiy, 2/138.

[274] Mecmuu Fetava İbn Teymiyye, 25/100.

[275] Buharı, Hayız bahsi, hayızlı kadının oruç tutmayı terketmesi babı, 1/421.

Müslim: İman bahsi, taatların noksanlığı sebebiyle imanın eksilmesini beyan babı, 1/61.

[276] Buharı, Peygamberlerin haberleri bahsi, Adem ile zürriyettinin yaratılmaları babı, 7/177. Müslim, süt emme bahsi, Kadınlar hakkında vasiyyet babı, 4/178.

[277] Bk2. Muhammed Selame Cebr, Kitabü Hasaisi'l-Enuse sh. 53. (Neşreden: Darulbuhu- silil meyyi Kuveyt).

[278] Bkz: Şeyh nassirüddin el-Albani, el-Ahadisü's-Salîha, hadis no: 993.

[279] Sahihu'l-Camiü's-Sağir, hadis no 6376.

[280] Albani, silsiletü'l-Ahadis'id-Daife hadis no: 462.

[281] Sahihu'l-Camiü's-Sağir hadis no: 2329.

[282] Silsiletü'l-Ahadisi'd-Daife hadis no: 436.

[283] Kurtubi, el-Cami iilahkâm, "Şüphesiz Allah ve melekleri, Peygambere çok salat ederler..." âyeti hakkında Kurtubi'nin tefsiri (yorumuna bakıniz).14/235.

[284] Bunu el-Gazali İhyau Ulumuddin adlı eserinde zikretmiştir, (bkz): Nikâhın edebleri, içtimai vazifelerden kişinin nasibine düşeni yerine getirmesi, 2/114. Hafız el-Iraki, bu (uydurma) hadisden bahsederek şöyle der: Bu hadisi el-Hatib el-bağdadi et-tarih adlı eserinde rivayet etmiştir. Onun isnadında, Muhammed b. Velid bin Eban b. el-Galanisi vardır. Onun hakkında İbn Adiy "el-Galanisi" hadis uydururdu, demiştir.

[285] Etbani, Silsiletü'l-Ahadisi'd-Daife, Hadis No; 435.

[286] Albanİ, A.g,e. hadis no: 430.

[287] Hadis'in metni için üçüncü cildin dördüncü kısmına bakınız. Nebi (s.a.v.)'in hanımlarının cemiyetiyle teması ve cemiyetin işlerine önem vermesi. Bu husus Sahih-i Buhari'de mevcuddur. Şartlar bahsi, cihadda (ve harb ehli ile yapılacak barış anlaşmalarında) ileri sürülecek şartlarla bu şartların yazılmasını beyan babı, 6/275.

[288] Albani, Silsiletü'l-Ahadisi'd-Daife, hadis no: 56. Albani, A.g.e., hadis no: 56.

[289] Silsiletül-Ahadisi'd-Daife'nin 178 nolu hadisi üzerine yapılan tashih ve talike bakınız.

[290] Albani, A.g.e,

[291] Kakiyyüddin el-Hilal (V. 1953), Risaletü Talimi'l-inass ve Terbiyetühünnes-Sadire, (Matbaat-ı Temeddüni'l- İslami, Dımeşk.

[292] Fethu'J-Barî, 7/310.

[293] Ahmet b. Şihab h. Hacer el-Heysemi, el-Fetava'1-Hadisiyye, sb. 85.

[294] Albani, Silsiletül-Ahadisi'd-Daife hadis no: 436.

[295] Mevahibü'l-Celil li Şerhi Muhtasar! Halil, 2/230.

[296] Bu hadis, Ahmed'in rivayetidir. Buhari de lafızları farklı olmakla beraber aynı manada birçok hajlis vardır. Bkz. Cenazeler bahsi, bir çocuğu ölüp de Allah'ın hükmüne razı, rahmet ve mağfiretini ümid edici olarak sabreden kimsenin fazileti babı, {Bkz. Fethu'1-Bari, 3/361.)

[297] Sahihu'l-Camii'sSağir, hadis no: 5335.

[298] Mevahibul-Celil, li Şerhi muhtarari Halil, 2/230.

[299] Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. Bkz. Giyecek şeyler bahsi (Kitabu'l-Libas) Yüce Al­lah'ın "Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar..." kavli babı, 4/361. ha­dis no: 4112.

[300] Buhari, Nikâh bahsi, yanında mahremi (nikâh geçmez bir hısımı) bulunmayan bir kadınîa bir erkek yalnız kalasın; ve kocası evde bulunmayan kadının yanına girilmesi"... babı, 11/244. Müslim: Selam bahsi, yabancı bir kadınla başbaşa kalmanın haram kılınması babı, 7/7.

[301] Buhari, Namazın sıhhati babları kitabı, insanların namazı alim ve imanın kıldırmasını beklemeleri babı, 2/495.

Müslim; Namaz bahsi, fitneye sebep olmamak şartıyla kadınların mescidlere çıkmaları fakat koku sürünerek çıkmamaları babı, 2/34.

[302] Sahihi Camiu's-Sağir, 919, 1037, 1997.

[303] A.g.e., 919, 1037, 1997.

[304] Bkz. el-mecmu' Şerhu'l-Mühezzeb, 4/94-95. Nevevi bu hadisin zayıf olduğuna işaret etmiştir.

[305] Bkz: Gazzali, ihtiyacı Ulumuddin, Nikâh bahsi üçüncü bab, Adabül-muaşeret, erkek kıskançl ıktan nasıl korunur?

Hafız Abdurrahim el-Iraki: Bu hadisi el-Bazzar ve ed-Darakutni, el-Efrad'da zayıf bir senedle rivayet etmişi erdir, der.

[306] Bu hadis Mecmauzzevaidde geçmiştir. 2/33. Hafız el-Heysemi, Bu hadisi, Taberani el-Evsatında rivayet etmiş olup, hadisin senedinde Abdülkerim b. Ebi'l-Muharik bulunmaktadır ki bu şahıs zayıftır demiştir.

[307] Bu hadis Mecmaü'z-zevaid'de geçmektedir. 2/34. Hafız el-Heysemi: Bu hadisi Taberani el-Camiu Kebirinde rivayet etmiştir. Onun senedinde de Abdülkerim b. Ebil Muharik yer almakta olup bu şahıs zayıftır, demiştir.

[308] Bu hadis, silsiletü'l-ahadisidaife ve'1-Mevdua'da geçmektedir. Hadis no: 313.

[309] Bkz. el-mecmu Şerhu'l-Muhezzeb, 4/94-95. Nevevi, bu hadisi zayıf bir isnadla el-beyhaki rivayet etmiştir, diyor.

[310] Buhari, Nikâh bahsi, kadınlardan kesilip evlenmeyi terketmenin ve erkeklik yumurtalarını çıkartmanın mekruh kılınması babı, 11/20.

[311]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/115-184.

[312] Buhari, KitabuVtefsîr, Ahzab sûresi, "Peygamber'in evlerine (rastgele) girmeyin. Ancak yemek için size izin verilir de girerseniz" babı, c.10 s.146.

[313] Buhari, Ktiabu'n-Nikâh, velime babı, c. 11, s. 138. Müslim, Kitabu'n-Nikâh, Zeyneb binti Cahş'ın evlenmesi babı, c.4. s.182.

[314] Buhari, K. Şehadat, nesep konusunda şehadet babı, c. 6. s. 182.

[315] Buhari, K. Nikâh, emzirme sebebiyle görüşülmesinde sakınca olmayan kadınlar babı, c.ll, 5.252.

[316] Müslim, K. Zekât, Peygamber ailesinin sadaka almaması babı, c.3, s.118.

[317] Buhari. K. Nikâh, serari edinme babı, c.ll, s.30. Müslim, K. Nikâh, cariyesini azad edip sonra onunla evlenmenin fazileti babı, c.4, s.147.

[318] Buhari, K. Salat, fecrin vakti babı, c.2, s.195.

[319] Buhari, K. Tefsir, "Başörtülerini gerdanlarının üzerine koysunlar" babı, c.10, s.106.

[320] Müslim, K. Libas ve zinet, altın ve gümüşün erkek ve kadınlar tarafından kullanışının yasakla nişi ve ipek ve altın yüzük konusunda kadınlara tanınan cevaz babı, c.6, s. 138.

[321] Muvatta, K. Salati'l-Cema'a, kadının başörtü ve entariyle namaz kılabilmesi babı, c.l, s.141.

[322] Aynı yer. s.142.

[323] Muvatta, K. Nüzür ve'1-Eyman, yemin keffaretinde amel babı, c.2, s.480.

[324] Buhari, K. Meğazi, Abdullah b. Muhammed el-Cu'fî rivayet etmiştir kî, babı, c.8. s,313.

[325] Buhari, K. Hac, aslında helal olduğu halde ihramhya yasak olan şeyler babı, c.4, s.424.

[326] Buhari, K. îdeyn, Bayram günü imamın kadınlara vazetmesi babı, c.3, s.121. Müslim, K. Salati'l-İdeyn, c.3, s.18.

[327] Ahmed b. Hanbel'in bu sahih rivayeti "Müslüman Kadının Hicabı" başlıklı ... cildin 32. sayfasında geçmişti.

[328] Buhari, K. Meğazi, c.8, s.313. Müslim, K. Talak, c.4, s.201.

[329]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/187-192.

[330] Bkz. Şerhu Fethü'l-Kadir (kenarında "inaye şerhi olan) c.l, s.258-259.

[331] Aynı yer, s. 262-263.

[332] Buhari, K. Cihad, kadınların gazvesi ve erkeklerin yanında savaşa katılmaları babı, c. 5, s. 197.

[333] el-Müdevvenetü'1-Kübra, c.   1, s. 94.

[334] el-Muğni, c.l, s.604.

[335] İbn Teymiyye'nin Fetevası, c. 15, s. 372.

[336] Bidâyetül-Müctehid, c.2. s. 47.

[337] Müslim, K. Birr, ve's-SıIa, ve'1-Adab, müslümana zulmetmenin, alay hakaret etmenin haram oluşu babı, c. 8, s. 11.

[338]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/192-196.

[339] Bkz. Sahihu'1-Cami es-Sağir, hadis no: 2329.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/197-198.

[340] Fetava, İbn Teymiyye, c.19, s. 235.

[341] Aynı yer. c. 22, s. 324-326.

[342]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/198-200.

[343]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/200.

[344] Müslim, K. Talak, Kocası ölen ya da bain talakla boşananın iddet esnassmda bir haceti yüzünden dışarı çıkabileceği babı, c.4, s.200.

[345] Bubari, K. Hayz, Hayızlı kadınların bayram namazına çıkmaları., babı, c.l, s. 439.

[346] Buhari, K. Meğazi, Bab: Abdullah b. Muhammed el-Cafi rivayet etmiştir... c. 8, s. 313. Müslim, K. Talak, Kocası ölenin ve diğerlerinin doğumla iddetleriin biteceği babı,., c. 4, s. 201.

[347] Müslim, K. Talak, Üç talakla boşanana nafaka verilmeyeceği babı, c. 4, s. 199.

[348] Elbani, Hicabu'l-Mer'eti'I-Müslime, s. 24-25, 41.

[349] Kanaatimce Nûr sûresi, Ahzab sûresinden sonra nazil olmuştur. Ahzab sûresi de hicab emri­nin uygulandığı Hendek gazvesinden sonra inmiştir. İfk hadisesinin konu edildiği Nûr sûresi daha sonra inmişti).

[350] Dr. Ammar Talibi, İbn Badis, Hayatuhu ve Asaruh, c. 2, s. 133-135.

[351] ibn Kayyım el-Cevziyye, riamu'l-Muvakki'in, c. 3, s. 40.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/203-211.

[352] Sünenu Ebi Davud, K. Libas, hadis no: 3456.

[353] Buharİ, K. Salat,... elbiseyle namaz kılma babı, c. 2, s. 12. Müslim, K. İdeyn, Bayramlarda musallaya kadınların da çıkabileceği babı, c. 3, s. 20.

[354] Feyzu'l-Bari... c. 1, s. 256, 388.

[355] Buhari, K. Meğazi, Bab: Abdullah b. Muhammed el-Cafi rivayet etmiştir... c. 8, s. 313.

Müslim, K. Talak, doğumla iddetin sona ermesi babı,., c. 4, s. 201.

[356] Sa1: Hububat için kullanılan bir ölçek.

[357] Müslim, K. Talak, Üç talakla boşanana nafaka verilmeyeceği babı, c. 4, s. 199.

[358] Buharı, K. Mezalim, c. 6, s. 39.

[359] Müslim, K. Talak, İla, İtizal ve tercihi kendilerine bırakma babı, c. 4, s. 193.

[360] Buhari, K. Mezalim, c. 6, s. 40.

[361] Malik, Muvatta, K. Salati'l-Cema'a, Kadının namazı entari ve başörtüyle kılabileceği babı, c. l', s. 141-142.

[362] e. k.g.e. Aynı yer.

[363] Muvatta, K. Nüzur ve'1-Eyman, Keffaret-i yemin babı, c. 2, s. 480.

[364] Kubtiye, ince beyaz ketenden dikilmiş bir çeşit elbise.

[365] Hicabu'l-Mer'eti'l-Müslime, s. 59-60.

[366] Mecmeu'z-Zevaid, K. Menakib, Sa'd'in (r.a.) davetine icabet babı, c. 9, s. 153.

[367] Mecmeu'z-Zevaid, K. Alamati'n-Nübüvve, Rasulullah'ın adaleti babı, c. 9, s. 33-37.

[368] Mecmeu'z-Zevaid, K. Menakib, Sa'd-'in (r.a.) davetine icabet babı, c. 9, s. 153.

[369]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/211-215.

[370] Bidüyetu'l-Müctehid, c. 1, s. 54.

[371] İbn Teymiye, K. Dekaiku't-Tefsîr, c. 3, s. 429.

[372] Adı geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[373] Adı geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[374] Adı geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[375] Adı geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[376] Adı geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[377] Ati. geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsîrinebakınız.

[378] Ad. geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[379] Ad geçen tefsîr kitaplarından Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[380] İbn Kudame, el-Muğni, c.l, s. 522, c. 6, s. 553.

[381] Adı geçen tefsirlerden Nûr süresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[382] Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakiniz.

[383] Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[384] Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[385] Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[386] Ac!: ;; L:en tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[387] Ar!imecen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[388] Adı geçen tefsirlerden Nû rsûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[389] Adj geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[390] Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[391] Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[392] Adı gct en tefsirlerden Nûr sûresinin 31. âyetinin tefsirine bakınız.

[393] İbn Badis, Hayatı ve Eserleri, c. 2, s. 130-131.

[394] Buhari, K. Tefsir, bab: "Başörtülerini ceblerinin üzerine koysunlar" âyeti, c. 10, s. 106.

[395] Ahkâmu] Kuran, c. 3, s. 1369.

[396] Fethu'1-Bari, c. 10, s. 106.

[397] el-Muhalla, c. 3, s. 216.

[398] Buharı, K. Nikah, Sütün de neseb gibi haram kılındığı babı, c. 11, s 42. Müslim, K Rada-

Mesebuı haram kıldığını süt de haram kılar babı, c. 4, s. 163.

[399] Buhari, K. Tefsîr, c. 10, s. 151. Müslim, K. Rada, c. 4, s. 163.

[400] Ahzab, 33/54-55.

[401] Fethu'l-Bari, c. 10, s. 151.

[402] Fethu'l-Bari, c. 11, s. 258.

[403] Kurtubi, el-Cami li Ahkâmi'l-Kur'an, Nûr sûresi, 31. âyetin tefsiri.

[404] Fethu'l-Kadir, c. 4, s. 298-299.

[405] Ahkâmu1]-Kuran, c. 3, s. 1371.

[406] İbn Kudame, el-Muğni, c. 7, s. 26-27.

[407] Sünenü ibn Mace, hadis no: 2884.

[408] Neylu 1-Evtar, c. 2, s. 146.

[409] Sünenu Ebi Davud, hadis no: 3467. Sünenu'n-Nesai, h.no: 4930-4932. Sünenu İbn Mace, hadis no: 2881.

[410] Müslim, K. Fiten ve Eşrati's-Sa'a,. Deccalin çıkışı ve yeryüzünde kalışı babı, c. 8, s. 203

[411] Buhari, K. Meğazi, c. 8, s. 365. Müslim, K. Cihad ve's-Siyer, Kadınların erkeklerle barebar savaşması babı, c.5, s.197.

[412] Buhari, K. Meğazi, Uhud Gazvesi babı, c. 8, s. 353.

[413] Buhari; Kitabu Ehadisi'l-Enbiya. "Ve't-tehazallahu İbrahime halîlâ" âyeti babı, c.7, s. 208.

[414] Nitak: 1. Kuşak. 2. Alttaki yerde sürünen, üstteki ise diz kapağına kadar uzanan ika katlı izar bir nevi bol etek.

[415] Müslim, K. Fedai lis-Sahabe, c.7, s. 191.

[416] Pethu'1-Bari, c. 7, s. 208.

[417] Huda's-Sari, c. 1, s. 215.

[418] İbn Teymiyye, Mecmuu Fetava, c. 22, s. 114, 115.

[419] Muvatta, K. Libas, Kadının elbisesini bol yapması babı, c. 2, s. 915.

[420] el-Münteka Şerhu'l-Muvatta, c. 7, s....

[421] Ebu Hayyan'ın el-Bahru'1-Muhifinde, Nûr sûresi 31. âyetin tefsirine bakınız.

[422] Müslim, K. Talak, iddet bekleyenin ihtiyaç halinde dışarı çıkabileceği babı, c. 4, s. 200.

[423] Müslim, K. Nezir, Ka'beye yürüyerek gitmeyi nezreden ... babı, c. 5, s. 79.

[424] Şerhu'l-inaye (Fethu'l-Kadir'in kenarında) c. 1, s. 258-259.

[425] el-Münteka Şerhu'l-Muvatta, c. 7, s...

[426] tbn Teymiyye, Mecmu'u Fetava, c. 22, s. 114-115.

[427] Sünnetu't-Tirmîzi, Kadınların eteği babı, hadis no: 1415.

[428] Muvatta, K. Salati'l-Cemaa, c.l, s.142.

[429] Mecmuu Fetava, c.22, s.119.

[430] Silsiletu'I-Ehadis es-Sahih, h. no: 461. 37a Neylu 1-Evtar, c.2, s.146.

[431] Mecme'uz-Zevaid, k. Libas, Kadınların eteği babı, c.5, s.126.

[432] Aynı yer.

[433] Sünenu îbn Mace, K. Libas h. no: 2883.

[434] Sünenu Ebi Davud, K. Libas h. no: 468. 38c. Sünenu'n-Nesai, K. Zine, h. no: 4931.

[435] Sünenu Ebi Davud, K. Libas h. no: 3467.

[436] Sünenu'n-Nesai, K. Zine, h. no: 4930.

[437] Sünenu't-Tirmizi, Ebvabul-Libas, h. no: 1415.

[438] Sünenu İbn Mace, K. Libas h. no: 3458.

[439] Sünenu Ebi Davud, K. Libas, h. no: 3458.

[440] Kerşi Fethi'l-Kadir ale'l-Hidaye, c. 1 s. 258-259.

[441] Kerşi Fethi'I-Kadir ale'l-Hidaye, c. 1 s .258-259.

[442] Nevevi, el-Mecmu', c. 3, s. 175.

[443] ei-Bahru'l-Muhit, Nûr sûresi 31. âyetin tefsiri.

[444] . Neylü'l-Evtar, c. 2, s. 144.

[445] Neyhul-Meram min Tefsîrİ'l-ahkâm, Nûr sûresi 31. âyetin tefsîri.

[446] İbn Teymiyye, Mecmu'u Fetava, c. 22, s. 114-115.

[447] Mecmeu'z-Zevaid, K- Libas, Kadınların giyinmesi babı, c. 5, s. 136. Ayrıca bkz. Hicabu'l-Mer'eti'l-Müslime. s, 60.

[448] Sünenu Ebi Davud, K. Salat. Minber edinme babı, hadis no: 958.

[449] Tavku'l-Hamame. (tahkik, M. Abdüllatif vd.) Mısır. 1975, s. 135.

[450] İbn Kudame, el-Muğnİ, c. 1, s. 523. Nevevi, el-Mecmu', c. 3. s. 178.

[451] Müslim, K. Libas ve'z-Zine, Giyinik çıplak kadınlar babı, c.6, s.168.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/215-243.

[452] Şevkanİ; Fethul Kadir, c. 4, s. 25.

[453] Abderi, et-Tac ve'1-lkli'l-li-Muhtasari Halil, c. 1, s. 499.

[454] İbn Abdilber, et-Temhid, c. 6, s. 364-365. 3a. İbn Arabi, Ahkâmu'I-Kur'an, c. 3, s. 1365.

[455] İl'lamu'l-Muvakki'in..., c. 3, s, 139.

[456] Fethu'1-Bari, c 13, s. 244.

[457] Buhari, K. Mezalim, Evlerin avluları ve buralarda oturma babı, c. 6, s. 37. Müslim, K. Libas ve'z-Zînet, Yollarda oturmayı yasaklama babı, i. 6, s. 156.

[458] Fethu'1-Bari, 13/247.

[459] Buhari, K. Kader, 14/305. Müslim,-K. Kader, 8/52.

[460] Müslim, K. Adab, 6/182.

[461] Surumu t-Tirmizi, h. no: 1236.

[462] el-Camiu's-Sağir, h. no: 1236.

[463] Cessas, Ahkâmu'l-Kur'an, Nûr sûresi 31. âyetin tefsîri.

[464] Sİlsiletul-Ehadis es-Sahiha, 235 nolu hadisin açıklaması.

[465] Müslim, K. Nikâh, 4/129-130.

[466] Mecmeu'z-Zevaid, K. Salat, 2/35.

[467] Müslim, K. Talak, 4/196.Aym yer. s. 199.

[468] Nevevi, Müslim şerhi, 10/97.

[469] Fethu'l-Kadir, 11/402

[470] Buhari, K. EbvabH-Ezan, 2/441.

[471] Sünenun-Nesai, K. Tatbik, h. no: 1051.

[472] Fethul-Bari, 2/440

[473] Şafii, el-Umm, 1/114.

[474] et-Temhid, 8/324.

[475] Nevevi, el-Mecmu, 3/185.

[476] İbn Kudame, eş-Şehrul-Kebir, 1/466.

[477] Mecmuul-Fetava, 22/118.

[478] Müslim, K. Nikâh; 4/142.

[479] Sünenu t-Turmizi, K. Nikâh, h. n: 868.

[480] el-Cami'us-Sağir, hadis no: 521.

[481] Sünen Ebi Davud K. Nikâh, hadis no: 1832.

[482] Nevevi, el-Mecmu Şerhu'l-Mühezzeb, 16/133.

[483] el-Kafı, 3/45.

[484] el-Muğni, 6/553.

[485] Şerhu's-Sünne, 9/17.

[486] Nihâyetu'l-Muhtac ila Şerhi'l-Minhac, 6/185-186.

[487] Buhari, K. Talak 11/418. Müslim, K. Talak, 4/203.

[488] Buhari, K. Talak, 11/413. Müslim, aynı yer.

[489] Fethu'1-Bari, 11/414.

[490] el-Kafi, 2/326-329.

[491] Bidâyetu'^Mûctfthid, 2/93.

[492] Zadu'1-Mead, 4/356.

[493] Buhari, K. Nikâh, 11/30. Müslim, K. Nikâh, 4/147.

[494] Buhari, K. Ebvabi Sıfati's-Salat, 2/379.

[495] Beğavi, Şerhu's-Sünne, 2/438.

[496] Muvatta; K. îsti'zan, 2/981.

[497] İbn Teymiyye, Mecmu'ul-Fetava, 15/372.

[498] tbn Kudame, el-Mugni, 1/524.

[499] Buharı, K. Salat, 2/195. Müslim, K. Mesacid ve Mevadiu's-Salat, 2/118

[500] Mecmeu'z-Zevaid, K. Salat, 1/317.

[501] Buhari, K. Nikâh, 11/39.

[502] Hicabu'l-Mer'eti'l-Müslime, s.24-25.

[503] Bkz. 51. dipnot.

[504] el-Muğni, 6/561.

[505]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/247-262.

[506] Nassların (metinlerin) ibare, işaret, delalet veya iktiza yoluyla ifade ettiği manalar ve bu yol­la elde edilen deliller kastedilmektedir. (Çev.)

[507] Hamasetu Ebi Temam, s. 241.

[508] Bkz., Lisanu'1-Arab, 'Berkaa' lafzı.

[509] Divanu'l-Hutay'a, s.ll.

[510] Sifrun-Nebiğe, s.4Ü. Lisanu'1-Arab, "Burka" maddesi.

[511] Buhari, K. Cihad, 6/418. Müslimf K. Cihad, 5/197.

[512] Fethul-Bari, 10/147.

[513] Buhari, K. Tefsîr, 10/148. Müslim, K. Nikâh, 4/151.

[514] Buhari, K. Meğazi, 8/416.

[515] Buhari, K. Tefsîr, 10/74. Müslim, K. Tevbe, 8/113.

[516] Silsiletu'l-Ehadis es-Sahiha, h. no: 67. Mecmeu'z Zevaid, 6/136. Fethu'1-Bari, 13/290.

[517] Adı geçen yemek "hays" olup hurma, yağ vb. şeylerden yapılan bir nevi türlü demektir.

[518] Fethu'1-Bari, 10/150.

[519] Cahiliyede ve Islamda nikap (peçe) konusunda bu kitabın altıncı bölümüne bakınız.

[520] Buhari, K. Vudu, 1/269.. Müslim, K. Selam, 7/7.

[521] Müslim, K. Selam, 7/6.

[522] Buhari, K. Tefsir, 1/150. Müslim, K. Selam, 7/6.

[523]İstirca: özellikle bir musibetle karşılaşınca okunan "hepimiz Allah'a aidiz ve hepimiz O'na döneceğiz" mealindeki âyet-i kerime. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun' Bakara, 2/156

[524] Buhari, K. Megazi, 8/436. Müslim, K. Tevbe, 8/113.

[525] Buhari, K. nikâh, 1/30. Müslim, K. nikâh, 4/147.

[526] Buhari, K. Hac, 4/226.

[527] tbnu Sa'd, et-Tabakatu'I-Kübra, 8/121. Buhari, K. Meğazi, 9/20. Müslim, K. nikâh, 4/146.

[528] Hicabu'l-Mer'eti'l-Müslime, s.50.

[529] et-Taakatul-Kübra, 8/210.

[530] Adı geçen eser, 8/71.

[531] Buhari, K. Ehadisİ'l-Enbiya, 7/201. Müslim K. Pezai], 7/98.

[532] el-Camiıı's-Sagir, h. no: 1074.

[533] Buhari, K. Meğazi, 8/375. Müslim, K. Cihad, 5/178.

[534] Buhari, K. nikâh, 11/234. Müslim, K. Selam, 7/11.

[535] Buhari, K. Edeb 13/161.

[536] Buhar*, K. Cihad, ft^lB.

[537] Müslim, K.irr, Sıla ve Adab, 8/16.

[538] Buharı, K. Menakib, 8/112.

[539] Mecmeu'z-Zevaid, K. Meğazi ve's-Siyer, 6/21.

[540] Mecmeu'z-Zevaid, K. Alaraati'n-Nübüvve, 8/262.

[541] Mecmeu'z-Zevaid, K. Alamati'n-Nübüvve, 8/215.

[542] Hicr: Kabe'nin kuzey tarafında olan ve İbrahim aleyhisselamın attığı temeli işaret edip tavafin onun dışından yapılmasını sağlamak için küçük bir duvak çektirdiği kısım, (çev.)

[543] Mecmeu'z-Zevaid, K. Menakib, 9/275.

[544] Mecmeu'z-Zevaid, K. Nikâh, 4/301.

[545] Mecmeuz-Zevaid, K. Menakib, 9/262.

[546] Muvatta, K. Talak, 2/564. Sünenu'n-Nesai, K. Talak, h.no: 3239.

[547] Fethu'1-Bari, 11/318.

[548] Sünenu'n-Nesai, K. İmamet, h.no: 838.

[549] Mecmau'z-Zevaid, K. Alamati'n-Nübüvve, 9/26.

[550] Müslim: K. Hac; 4/55

[551]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/262-272.

[552] Buhari, K. Hac, 4/144.

[553] Buhari, K. tefsir, 10/76. Müslim, K. Tevbe, 8/113.

[554] Sünenü Ebi Davud, K. Libas, hadis no: 3458. Bu hadisin senedi üzerindeki mütalaaları için el-Benna Hicabu'l-Mer'eti'l-Müslime adlı eserine bakınız s. 24-25.

[555] İbn Kudame, el-Muğni, 1/522.

[556] A.g.e.,7/17

[557] A.g.e., 8/122-125. İbn Kudame, el-Kâiî, 3/329.

[558] tbn Kudame (Muğıii sahibi ibn Kudame değil), eş-Şerhu'1-Kebir, 1/466.

[559] Camiu'l-Fetava, 15/373.

[560] Bkz. 3 nolu dipnot.

[561] Buhari, K. Meğazi, 8/436. Müslim, K. Tevbe, 8/113.

[562] Müslim, K. Nikâh, 4/129-130.

[563] Hicab... s. 32

[564] Buhari, K. Meğazi, 8/313. Müslim. K. Talak, 4/201.

[565] Buhari, K. Merza, 12/319. Müslim, K. Bir Ves-Sıla, 8/16.

[566] Sünnetut-Tirmizi, hadis no: 1410. el-Cemiu's-Sagir, h. no: 3190.

[567] Kitabu'1-yar, 2/39.

[568] A.g.e., 2/13815. îbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetava, 26/192.

[569] A.g.e., 22/118.

[570] Bidâyetul-Müctehid, 2/8

[571] Sünenu'n-Nesai, K. Zekat, hadis no:2421.

[572] Buhari, K. Zekat, 4/71. Müslim, K- Zekat, 3/80.

[573] Hicabu'l-Mer'eti'l-Müsiime'den naklen, s. 32.

[574] Buhari, K. Megazi, 8/313- Müslim, K. Talak, 4/201.

[575] Müslim, K. Talak, 4/199.

[576] Mecmeu'z-Zevaid, K. Libas, 5/170.

[577] M. Zevaid, K. Menakib, 9/42.

[578] Sünemı lbni Mace, K. Tıb, hadis no: 2845.

[579] Hicabu'l-Mer'etil, Müslime'den naklen s. 33.

[580] Fethul-Bari, 12/221.

[581] M. Zevaid, K. Zühd, 10/257.

[582] Kadınların, boyunlarıyla koltuk altlarına çapraz bağladıkları, mücevharatla süslü kalın bez.

[583] Hicab... s.33. Ebu Nu'aym, 1/164.

[584] M. Zevaid, K. Menakib, 9/264.

[585] Müslim, K. Salati'l-tdeyn, 3/19.

[586] Parantez içindeki kısım, Buhari'den 11/114.

[587] Buhari. K. nikâh, 11/32- Müslim, K. nikâh, 4/143.

[588] Buhari, K. Ahkâm, 16/251.

[589] Buhari, K. Merza, 12/219.

[590] Aynı yer, 12/218.

[591] Fethu'l-Bari, 10/257.

[592] Buhari, K. Menakiz, 8/120. Müslim, K. Eşribe, 6/127.

[593] Buhari, K.Talak, 11/328.

[594] Buhari, K. Menakib, 8/148.

[595] Buhari, K. Meğazi, 8/451.

[596] Buhari, K. Hac, 4/121.

[597] Buhari, K. Isti'zan, 13/245. Müslim, K. Hac, 4/101.

[598] Hicab.. s.28.

[599] Fethu'1-Bari, 4/438.ibn Battal: Büyük hadis al imle riıı dendir. Buhari'nin Sahihi'ne yazdığı mahtat (el yazması) bir şerhi vardır. Hafiz ibn Hacer Fethul-Bari'sinde ondan bir çok haber aktarır.

[600] Aynıyer, 13/245. 125. el-Muhalla, 3/218.

[601] Müslim, K. Hac, 4/39-42.

[602] M. Zevaid, K. Nikâh, 4/292.

[603] M. Zevaid, K. Menakib, 9/258.

[604] Aynı yer.

[605] M. Zevaid, K. Edeb, 8/102.

[606] Buhari, K. Hac, 4/424.

[607] Bkz. elinizdeki cildin yedinci bölümü. (İhramda kadının yüzünü açması zarureti).

[608] Bkz. Elinizdeki cildin altıncı bölümü (Cahiliye döneminde ve İslam'da nikab).

[609] Değerli okuyucuya, bu başlık altında aktarılan hadislerin bir kısmının senedleri zayıf, bir kısmının da sıhhat derecesi bilinmediği için sadece tarihi birer olay olarak aktarıldığını ha tırlatırız.

[610] İbn Sa'd, et-Tabakatul-Kübra, 8/236.

[611] Hicab, s. 62, Beyhaki, 7/93.

[612] Buhari, K. Şehadet, 6/193.

[613] Sünen Ebi Davud, K. Cİhad, 3/7.

[614] Buhari, K. istizan, 13/245. Müslim, K. Hac, 4/151.

[615] Buhari, K. Merza, 12/218. Müslim, K. Birr ve's-Sıia, 8/16.

[616] Müslim, K, Salati'l-tdeyn, 3/16.

[617] M. Zevaid, K. Libas, 5/170.

[618] el-Müstasfa, 1/171.19. Buhari, K. Buyu. 5/316. Müslim, K. Fezail 7/98.

[619] Bu konuda daha geniş bilgi için beşinci bölüme bakınız.

[620] Hicab s.36.

[621] Buhari. K. Meğazi, 8/365. Müslim, K. Cihad, 5/196.

[622] Buhari, K. Merza, 12/218.

[623] Bkz. 2 nolu dipnot.

[624] Fahrur-Razi, et-Tefsîru'1-Kebir, 23/205-206.

[625] Bkz. Mecellenin 32. maddesi (Şerhu Mecelleti'l-Ahkam eL-Adliyye, s.59.)

[626] eş-Şerhu'1-Kebir ala Hanişi'l-Muğni, 1/462.

[627] el-Muğni, 7/22.

[628] el-Mecmu Şerhu'l-Mühezzeb, 16/133.

[629] Biz ülkemiz şartlarında bu deyimi 'haremlik-selamlık' olarak anlayabiliriz. (Mütercim)

[630] A.g.e., 3/167.

[631] Buharı, K. Nikâh 11/35. Müslim, K. Hac, 4/26.

[632] Mişkatu'l-Mesabih(Elbani tahkiki), h. no: 2079, 1/462

[633] M. Zevaid, K. Menakib 9/28.

[634] Müslim, K. Kada 4/166-167.

[635] Müslim, K. Selam, 7/18.

[636] Buharı, K. Fezail'il-Ensar, 8/140. Müslim, K. Pezailı s-Sahabe, 7/134.

[637] İbn Badis. Hayatuhu ve Asaruh. 2/206-207.

[638] ibn Teymiyye, Mecmuu Fetava, 11/542-545.

[639] el-Camiu's-Sağir, hadis no: 6580.

[640] Mecmu'u Fetava, 11/543.

[641] el-Mugni, 1/522.

[642] Memu'u Fetava, 22/115.

[643] Tefsîru'I-Kurtubi, Nur suresi 31. âyetin tefsiri, 12/229.

[644]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/291-307.

[645] Mebsut, 1/197

[646] Mebsut, 4/7, 33.

[647] İbn'l-Hümam. Fethu'l-Kadri, 1/258, 2/242.

[648] Aynı yer.

[649] Fethu'l-Kadir'in kenarındaki Şerhul-înaye, 17259.

[650] Fethu'l-Kadir, 2/242.

[651] Muvatta, 2/935.

[652] Ebu'l-Velid el-Baci el-Endülüsî, el-Münteka Şerhu'l-Muvatta, 7/252.

[653] K. Tac ve'1-lklil..., 1/499.

[654] Muvatta K. Cenaiz, 1/223.

[655] Bidâyetul Müctehid, 1/165-166.

[656] el-Müdewene, 1/94.

[657] el-Münteka, 1/251.

[658] K. Kafi fi-Fıkhi Ehli'l-Medine el-Maliki, 1/238.

[659] Temhid, 1/236.

[660] Temhid, 8/255.

[661] Temhİd, 8/324.

[662] Bidâyeti'ül-Müctehid, 1/126.

[663] Mecmu'u Fetava, 20/309.

[664] Şafii, el-Umm, 1/89.

[665] el-Mecmu'u Şerhu'l-Müzehheb, 3/173.

[666] A.g.e., 3/175.

[667] A.g.e, 3/175.

[668] el-Muğni, 1/522.

[669] Kelveani, Kitabu'l-Hidaye, 1/28.

[670] el-lfsah an Me'ani's-Sıhah, 1/86.

[671] A.g.e, 2/325.

[672] Muğni, 2/522.

[673] A.g.e, 3/296.

[674] A.g.e, 7/17.

[675] A.g.e, 7/25.

[676] Kitabu'l-Muharrar fi"l-Fikh,l/42.

[677] el-Muhalla, 3/216-218.

[678] el -Muhalla, 3/216-218.

[679] İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, #364-366.

[680] Şehru's-Bimne, 2/436.

[681] A.g.e, 9/17.

[682] Bidâyetü'l-müctehid, 1/83.

[683] Muğni, 1/522.

[684] Fethu'1-Bari, 13/245.

[685] A.g.e, 13/272

[686] Şerhu's-Süıme, 9/23

[687] Fethu'1-Bari, 13/260.

[688] A.g.e, 10/149.

[689] Bidâyetül-Müctehid, 1/165-166.

[690] Kevaidu'l-Ahkam, 1/156.

[691] Tefsîru't-Taberi, Nûr sûresi, 31. âyetin tefsiri.

[692] Pethul-Bari, 13/245.

[693] Mebsut, 4/7, 33.

[694] Temhid, 8/255.

[695] A.g.e, 6/364.

[696] Abderi, et-Tac ve'1-Iklil, 1/499.

[697] Fethu'l-Bari, 13/260.

[698] PahruV-Razi, et-tefsîru'1-Kebir, Nûr sûresi, 31. âyetin tefsiri.

[699] el-Mecmu, 3/175.

[700] el-lfsah, 1/86.

[701] Mugııi, 7/17.

[702] Aynı yer.

[703] Î'lamu'l-Muvakkin, 1/83.

[704] A.g.e, 1/522.

[705] Mecmuu Fetava, 22/114-115.

[706]Temhid, 6/364-365.

[707] Münteka, 1/251.

[708] Bidâyetu'l-Müctehid, 1/83.

[709] Muğni, 2/522.

[710] el-Meemu 3/175.

[711] 3 ve 4 nolu dipnota bakınız.

[712] İbn Bedran ed-Dımaşki, el-Medhal ila Mezhebi'l-İmam Ahmed, s. 46-47.

[713] İbn Bedran ed-Dımaşki, el-Medhal ila Mezhebi'1-Imam Ahmed s. 46-47.  

[714] A.g.e, 48-51.

[715] Merdavi, ei-İnsaf fi Ma'rifeti'r-Racihi mine'l-Hilaf, 1/3.

[716] A.g.e., T/17."

[717] Reşid Rıza, Ebu Davud Süleyman b. Eş'as'm K.MesaiH'1-lmam Ahmed adlı eseri, giriş kıs­mı s .9-10.

[718] A.g.e., Reşid Rıza diyor ki; "Meymuni'nin bu görüşünü Kadı Ebu Ya'la, Muhtasaru Tabaka til-Hanabile'de zikreder."

[719] Muğni, 2/164-165.

[720] K. Meratibu'1-îcma İbn Hazm ve'r-Red ala Meratibi'1-îcma İbn Teymiyye s. 208, Beyrut, 1980.                                    

[721] K. İbn Hanbel, Hayatım ve Asruh, s. 234-235.

[722] İlamu'l-Muvakkiin, 3/284.

[723] A.g.e., 3/282, 283.

[724] .Mecmu'u Fetava, 15/271.

[725] A.g.e, 11/109.

[726] el-lnsaf, 1/17^

[727] Mecmu'u Petava, 22/115.

[728] A.g.e., 5/153-154.

[729] A.g.e, 1/359.

[730] A.g.e, 1/42.

[731] A.g.e, 1/328.

[732] A.g.e, 1/88.

[733] A.g.e, 1/61.

[734] A.g.e, 1/142.

[735] A.g.e., 1/60.

[736] Keşfiıl-Muhadderat, 1/60.

[737] Ebu Davud Sicistanî, Mesailu'1-İmam Ahmed, s. 40.

[738] Bkz. 75c nolu dipnot.

[739] Bkz. 75b nolu dipnot.

[740] Mecmuu Fetava, 22/109.

[741] A.g.e., 22/115.

[742] î'Iamu'l-Muvakiiıı, 2/80.

[743] SünenuVTirmizi, Kbvabul-jsti'zan, hadis no: 2244.

[744] Bkz. Adı geçen tefsirlerden Nûr sûresi 31. âyetin tefsiri.

[745] Fethu'1-Bari, 13/245.

[746] Mebsu , 4/7, 33.

[747] Temhid, 1/436.

[748] A.g.e., 8/354.

[749] Mebsut, 1/212.

[750] Fethu'l-Kadir (tbn'l-Hümam) 1/258.

[751] el-Kafi, 1/238.

[752] Münteka, 1/251.

[753] Bidâyetul-Müctehid, 1/83.

[754] el-Mecmu Şerhul-Mühezzeb, 3/170-172.

[755] el-Mecmu Şerhu'l-Mühezzeb, 3/170-172.

[756] A.g.e, 3/172-175.

[757] Nevevi, Ravdatut-TaHbin, 1/282.

[758] el-İfsah an Me'anİ's-Sıhah, 1/86.

[759] A.g.e., 2/235.

[760] Muğni,l/501-502.

[761] A.g.e., 7/17.

[762] A.g.e., 1/502-503.

[763] A.g.e., 1/514-615.

[764] A.g.e, 1/522.

[765] A.g.e, 1/524-525.

[766] A.g.e., 1/504-505.

[767] A.g.e., 1/517.

[768] eI-Hidaye, 1/28.

[769] Mezhebu'l-Ahmed, s.16.

[770] el-Muharrer Fi'1-Fıkh, 1/43.

[771] eş-Şerhu'1-Kebir, 1/69.

[772] Mecmu"u Fetava, 22/114-115.

[773] İhkamul-Ahkâm, 1/257.

[774] Neylu'lEvtar, 2/147-148.

[775] İbn Badis, Hayatuhu ve Asruh, 2/206-207.

[776]  (Muhyiddin Yusuf İbn'l-Cevzi (ö. h. 656) meşhur aileme Cemalüddün Ebu'l-Ferec Abdurahman ibn 1 Cevzi'nin oğludur.)

[777] Nevevi, Şerhu Sahihi Müslim, 14/139.

[778] eş-Şerhü'I Kebir sahibi Şemsüddin İbn Kudame (ö. h. 682). Muğni sahibi Muvuffakuddin İbn Kudame'den ayn bir zattır.)

[779] riamu'l-Muvakkiin, 2/199.

[780] Hicabu'l-Mer'etil-Müslime, s.25.

[781] Î'lamu'l-Muvakkiin, 2/192.

[782] A.g.e., 2/190.

[783] A.g.e., 2/193.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/311-350.

[784] Buhari, K. Hac, 4/424.

[785] İhramda erkeğin başını, kadının ise yüzünü açık tutması gerektiği konusunda bkz. Mebsuz, 4/7. el-Müdewenetü'I-Kübrav 1/462. el-Umm, 2/148. el-Mecmu 7/222-253. el-Muğni, 3/294.

[786] Mebsuz, 4/7.

[787] ŞerhuFethi'l-Kadir, 2/441-442.

[788] et-Tac ve'1-İklil, 3/141.

[789] Şafii, elumm 2/148.

[790] el-Mecmu, 7/265.

[791] Muğni, 3/294.

[792] Fethul-Bari, 4/145.

[793] A.g.e., 4/424.

[794] A.g.e, 4/425.

[795] Elbani, hadisin senedinin hasen olduğu görüşündedir, (bkz. Hicabu'I-Meir, s. 56)

[796] A.g.e., 4/149.

[797] Nevevi, el-Mecmu, 7/257-259.

[798] A.g.e., 7/258.

[799] Mebsut, 4/129. Mevahibu'l-Cetil Şerhu Muhtasari'l-Halil, 3/144.

[800] Mebsut, 4/33. el-Mecmu, 7/266.

[801] Mevahibu'l-Celil 3/140

[802] A.g.e., 3/141.

[803] el-Umm, 2/148-149.

[804] Muğni, 3/294-295.

[805] Bkz. 13 nolu dipnot.

[806] Muhalla. 7/91-92.

[807] el-Müdevvene, 1/461.

[808] el-Mecmü, 7/264.

[809] Nihayetu'l-Muhtac, 2/333.

[810] Şerhu Umdeti'l-Ahkâm, 2/63-64

[811] Muhalla, 7/78-79, 91-92.

[812] Mebsut, 4/128.

[813]Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/353-361.

[814] Buharı, K. Cenaiz, 3/388. Müslim, K. Talak, 4/203.

[815] Buhari, K. Cenaiz, 3/389. Müslim, K. Talak, 4/202.

[816] Buhari, 3/388.

[817] Buhari, K. Savra, 5/112.

[818] Mecmeu'z-Zevaid, K. Nikâh, 4/301.

[819] Aynı yer.

[820] Hicab,32-33.

[821] Sünemı'n-Nesai, K. Zinet, hadis no: 4712.

[822] Müslim, K. İman, 1/65.

[823] Müslim, K. Hac, 4/11.

[824] Buhari, K. Hac, 4/141. Müslim, K. Hac, 4/10-11.

[825] Sünenu Ebi Davud, K. Menasik, hadis no: 161Ş.

[826] M. Zevaİd, K. Hac, 3/220.

[827] Muhtasaru'l-Müzeoi, s. 65.

[828] el-Camiu's-Sağir, hadîs no: 5156.

[829] Buhari, K. Megazi, 8/313. Müslim, K. Talak, 4/201.

[830] Sünen un Nesai, k. Nikâh, hadis no: 3030.

[831] Sünenu't-Tirmizi, hadis no: 2238.

[832] Sünenu Ebi Davud7, K. Libas, h.no: 3415.

[833] Pethu'1-Bari, 12/489.

[834] Buharı, K. Nikâh, 11/128. Müslim, K. Nikâh, 4/144.

[835] Buhari, K. Nikâh, 11/161.

[836] Vers: San renkli, kokulu bir çiçek ve bundan yapılan boya)23. Aynı yer

[837] Kelef: Bulanık kırmızı (bordo) bir çeşit boya) 24. Buhari, K. Meğazi, 8/317.

[838] Sünnetu't-Tirmizi, hadis no: 120.

[839] M. Zevaid, K. Nikâh, 4/301.

[840] A.g.e, 5/156.

[841] Aynı yer.

[842] Sünenu Ebi Davud, K. Teraccül, h.no: 3519.

[843] Buhari, K.Talak, 11/417. Müslim, K. Talak, 4/204.

[844] Buhari, K. Meğazi, 8/313. Müslim, K. Talak, 4/201.

[845] Hicab'tan naklen müsnedu Ahmed, 6/402.

[846] Müslim, K. Hac, 4/40.

[847] Seber: Bir çeşit acı ot ve onun suyu)

[848] Süııenu'n-Nesai, k. talak, 6/204. Şer'i bir hükmün delili olarak değil, tarihi bir olay olarak zikrettik.

[849] Haşiyetu's-Sindi, ala Süneni'n-Nesai, 6/204.

[850] Bkz. 31. dipnot.

[851] Bkz. 7. dipnot.

[852] Bkz. 8. dipnot.

[853] Sünen İbn Mace, K. Taharet," 1/315. Tarihi bir olay olarak aktardık

[854] Buhari, K. tim 1/203. Müslim, K. Salati'l-îdeyn, 3/18

[855] M. Zevaid, K. Zekât, 3/67.

[856] tbn Teymiye, Mecmu'ul-Fetava, 22/114.

[857] Fahru'r-Razi, et-Tefsiru'1-Kebir, Nûr suresi 31. âyetin tefsiri.

[858] Şevkani, Fethu'l-Kadir, ve Sıddık Haan Han, Neyluİ-Meram aynı âyetin tefsiri.

[859] Buhari, K. Libas, 12/416.

[860] M. Zevaİd, K. Libas, 5/142.

[861] Müslim, K. Libas, ve'z-Zinet, 6/138.

[862] Buhari, K. Libas, 12/396.

[863] Fethu'l-Bari, 12/424.

[864] el-Kafi, 3/328.

[865] Zadul-Mead, 4/356.

[866] Müslim, K. Salat, 2/33.

[867] Aynı yer. Ayni yer s.44.

[868] Siinenu Ebi Davud, K. Salat. hadis no: 529

[869] A.g.c, K. Teraccül, h.no:3S17.

[870] Muğni, 3/296-297.

[871] Sünenu Ebi davud, K. Teraccül h.no: 3516.

[872] Buhari, K. Nikâh, 11/5. Müslim, K. Nikâh, 4/129.

[873] Buhari, aynı yer. 11/13. Müslim aynı yer, 4/128.

[874] Muvatta, 1/918.

[875] K. el-Umm'un kenarında işaretsiz anlamına gelen "gafl" kelimesi not düşülmüş.

[876] el-Umm, 2/150.

[877] Mebsut, 4/128.

[878] Muğni, 3/296-297.

[879] Mevahibu'l-Celil,

[880] Fethu'l-Bari, 12/489.

[881] A.g.e., 488.

[882] Bidayetu'l-Müctehid, 2/92-93.

[883] Zadu'1-Mead, 4/356.

Abdülhalim Ebu Şakka, Tahrirü’l Mer’e İslam Kadın Ansiklopedisi, Denge Yayınları: 3/365-383.