Hz. Peygamberimiz'den bir rivayet şöyledir: "Ahdine vefâsı olmayanın imanı da (dini de) olamaz." (Beyhakî, es-Sünnetü'l-Kübrâ, c. 9, s. 231; Zehebî, Kebâir 108)
Hadis-i şerife göre ahde vefâsızlık, küfrün en rezil şekli olan münafıklığın da belirgin niteliklerinden biridir. "Münafığın alâmeti üçtür. Söz söylerken yalan söyler. Va'd ettiği, söz verdiği zaman sözünde durmaz. Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hiyanet eder." (S. Buhâri, Tecrid-i Sarih, c. 1, s. 45, no: 31; Tirmizî, İman 14)) "Dört şey kimde bulunursa hâlis münafık olur. Kimde bunlardan bir kısmı bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur. Bunlar: Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hiyanet etmek, söz söylerken yalan söylemek, ahdettiğinde, söz verdiğinde sözünü tutmamak, husumet zamanında da haktan ayrılmaktır." (S. Buhâri, Tecrid-i Sarih, c.1, s. 45, no: 32)
"Bir kavim ahdinden dönerse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder." (Muvatta, Cihad 26 -2/460-)
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "(Bir gün) Rasulullah (s.a.s.) yanımıza gelip şöyle buyurdular: "Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan olacağınız zaman artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır. Onların siz hayatta iken zuhurundan Allah'a sığınırım. (Bu beş şey şunlardır:)
1- Zina: Bir toplumda zina ortaya çıkar ve alenî işlenecek bir hale gelirse, mutlaka o toplumda tâun hastalığı (bulaşıcı hastalık) yaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş toplumlarda görülmeyen hastalıklar yayılır. (Dün frengi, bugün AIDS, kanser..., yarın?!)
2- Ölçü-tartıda hile: Ölçü ve tartıyı eksik yapan her toplum, mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın zulmüne uğrar.
3- Zekât vermemek: Hangi toplum mallarının zekâtını vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi.
4- Ahdin bozulması: Hangi toplum Allah ve Rasülü'nün ahdini bozarsa, Allah, o toplumda, kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlar alır.
5- Kitabullah'la hükmetmeyi terk: Hangi toplumun imamları (liderleri) Allah'ın kitabı ile ameli terk ederek Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında savaştırır." (Kütüb-i Sitte Muht. Tercüme ve Şerhi, c. 17; s. 540)
Ebu Hureyre (r.a.)'den Nebî (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Aziz ve Celil olan Allah: Üç (sınıf insan) vardır ki, kıyamet gününde Ben bunların hasmıyım: 1- O kimse ki, bana (Mukaddes ismime) yemin eder de sonra ahdini bozar. 2- Bir kimse ki, hür (bir insan)ı köle diye satar da onun karşılığını yer. 3- Diğer kimse ki, bir işçi tutar, onu çalıştırır da ücretini vermez, buyurmuştur." (Buhâri, Tecrid-i Sarih Terc. Ve Şerhi, c. 6, s. 535)
"Ahdini bozan her kişi için kıyamet gününde (halk arasında teşhir olunmak üzere) bir alâmet vardır. (o alâmet,) sözünü bozan ğaddarın yanına dikilir, onunla bilinir." (Buhâri, Tecrid, c. 8, s. 477)
Kur'an'da hem insanlar arası ilişkiler, hem de insanla Allah arası ilişkilerin temelinde ahid vardır. Ahde vefâ göstermek, hem insanlar arası ilişkilerin, hem de insan-Allah arası ilişkilerin esasıdır. Kur'an, ahde vefâyı insanın onur burçlarından biri olarak belirlemiş ve ahde vefânın psikolojik ve sosyolojik boyutlarına dikkat çekmiştir. Prensipler şöyle konuyor: "Ahde vefâ gösterin, sözünüzde durun." (17/İsrâ, 34) Ahde vefâsı olmayanın zâlimlerden olduğu anlaşılmaktadır: "Allah, ahdim zâlimlere ermez, buyurdu." (2/Bakara, 124) "Ey iman edenler! Akitleri(n gereğini) yerine getirin." (5/Mâide, 1). Allah, ahd-ü misakını bozanları şiddetle kınar, onların cezalandırılacaklarını belirtir. Bozulan bu sözleşme, ister Allah ile, ister Peygamber ile, isterse insanlar ile yapılan sözleşme olsun, bozanlar cezalandırılmayı hak ederler: "Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık." (5/Mâide, 13) "Onlar ki, kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; işte husrâna/ziyana uğrayanlar onlardır." (2/Bakara, 27)
Kur'an'a göre insan ruhuyla Allah arasında ezelde yapılmış bir anlaşma vardır ve dünya hayatı bu muâhedenin icra yeridir. Kur'an, insanı bu anlaşmayı unutmamaya ve şartlarını yerine getirmeye çağırmaktadır. İman, bu ezelî mukavelenin bir kere daha hatırlanması ve itirafı, dünya hayatımız da bu sözleşme şartlarına uygun bir yaşayışın sürdürülmesidir. "Rabbi'in Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini alıp devam ettirmiş ve onları kendilerine şahit tutarak: 'Ben Rabb'iniz değil miyim?' (demiştir.) "Evet (buna) şâhidiz!' dediler. Kıyamet günü, biz bundan habersizdik demeyesiniz." (7/A'râf, 172) Bu ayette dile getirilen ahd-ü misakın mahiyeti hakkında müfessirler çok farklı yorumlara gitmişlerdir. Bu yorumlar şöyle gruplandırılabilir: Müfessirlerden çoğunluğu oluşturan grup bu ayeti, sembolik (remzî) bir anlatım olarak kabul ederler. Bunlara göre, Kur'an, bu üslup ile âdeta Allah'ın uluhiyeti fikrinin, gerçekte insanın tabiatına/doğasına yerleştirildiğini, bunun da kavranabilir bir vakıa olarak meydana geldiğini anlatmak ister.
Diğer bir grup müfesir, bu ahd-ü misakın fiilen meydana geldiğini kabul ederler. Bazı müfessirler ise, bu ahidleşme, fıtrî olması ve kelam-ı nefsîyi de içine alması itibariyle gerçek bir sözleşme gözüyle bakarlar. Dolayısıyla olayın fıtrî olması, fiilî olarak olmasına engel teşkil etmez görüşündedirler. Yine, bu ayette geçen "kaalû belâ" ifadesi hakkında, bunun ezelde mi, ana rahminde mi, yoksa bülûğ çağında mı olduğu hususunda çeşitli görüşler vardır. (10) Bütün müfessirler, bu sözleşmeyi ister fıtrî, ruhî bir sözleşme olarak, isterse fiilî, kelamî bir ahidleşme şeklinde kabul etsinler, insanlığın bu ahd-ü misakla gerçek anlamda Allah'a söz vermiş ve O'nunla bir sözleşme yapmış olduğu hususunda söz birliği içindedirler.
Mü'minler ahiretteki kazançlarını düşünerek ahidlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bu ahidler, ister Allah ile kul arasında olsun, ister beşerî ilişkilerde olsun, hiçbir değişiklik arzetmez. Tağutlara itaat eden, Allah'ın hududunu çiğneyen, İslam'ı kişisel ve toplumsal hayatında yaşama gayretinde olmayan insanlar, Allah'la yaptıkları ahdi, O'na verdikleri sözü bozmuşlardır. Bu kişilerin, diğer insanlara verdikleri sözlerini tutmaları da beklenemez.
İbn Kesir, Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri, c. 2, s. 237
Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c. 2, s. 206-207
Elmalılı H. Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 1, s. 245
Seyyid Kutub, Fi Zılali'l-Kur'an, c. 1, s. 105
Mü'minlerin Özellikleri, s. 120-121
İslam Ansiklopedisi, T.D.V. Y. c. 1, s. 532- 535
Beşir İslamoğlu, a.g.e., s. 122-123
Şamil İslam Ansiklopedisi, c. 1, s. 55
N. Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, 146
Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, c. 4, s. 2323-2338