“Sıfat” ile “Vasıf” kelimeleri arasında sözlük anlamı bakımından fark yoktur. Çünkü her ikisi de arapça “wasafa” fiilinin masdarıdır. Bu iki kelimenin, yeni türkçedeki karşılığı “Nitelik” tir. Ancak terimsel bakımdan bu iki sözcük arasında ciddi bir fark vardır. Şöyle ki:
Sıfat, daima nitelenende bulunan gerçek anlamdaki niteliği ya da nitelikleri ifade etmek için kullanılır.
Vasıf ise, (Nitelenende bulunsun, ya da bulunmasın), niteleyenin ona mal ettiği şeyler için kullanılır.
Örneğin: Gerçekten uzun boylu bir kimse için: “Filan adam uzun boyludur.” dediğiniz zaman onu sıfatlandırmış olursunuz. Çünkü gerçek anlamda kendisinde bulunan bir nitelikle onu nitelemiş bulunuyorsunuz. Ama bu gerçeğe rağmen onun kısa boylu olduğunu söylerseniz, bu kez de -kendinize göre- onu vasıflandırmış olursunuz.
Nitelik sözcüğüne gelince bu kelime yukarıdaki açıklamalar göz önünde bulundurulacak olursa yetersiz kalmaktadır.
Özet olarak Allah Teâlâ'nın gerçek niteliklerine: “O'nun vasıfları” değil, “O'nun sıfatları” demek daha doğru olur.
Allah(cc)'ın sıfatları ezelî ve ebedîdirler; Kerrâmiye kampı'nın ileri sürdüğü gibi sonradan olma değildirler; “O'nun Ezelî ve Ebedî Zâtıyla kaimdirler.” Yani başlangıcı ve sonu olmayan Allah (cc)'ın bizzat kendisiyle birlikte bu sıfatlar da -zorunlu olarak- daima vardır. Onun Zâtıyla sıfatları arasındaki -akıl ermez- ilişkiyi, ehl-i sünnet âlimleri hep bu özel deyimle açıklamışlar ve “Sıfatları, ne Zâtı'nın aynıdır ne de gayrıdır.” demişlerdir.[1] (Çünkü Zâtı'nın aynıdır denildiği takdirde sıfatları inkâr edilmiş olur; Zâtı'nın gayrıdır denildiği takdirde ise bir yerine iki şey söz konusu olmuş olur ki her ikisi de batıldır.) Böylece müslümanlar daima vahye bağlı kalarak yüceler yücesi ve tüm âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ ve sıfatları hakkında teslimiyet göstermiş, nerede durulması gerekirse orada durmuşlardır. Buna karşın "Allah (cc)'ın Zât'ı ve sıfatları" denilince bu ifadenin sözde “bir” i değil, “iki” yi çağrıştırdığı tezini ileri süren Mu'tezile ekolcüleri Allah (cc)'ın sıfatlarını yok saymışlardır.[2]
İslâm'da iman esaslarının ilk ve en mühim şartı Allah'a imandır. Allah'a iman ise; yalnız Allah'ın mücerret zat-ı ilâhisine inanmakla olmayıp, aynı zamanda o yüce varlığın zatı hakkında vaâip olan "Kemâl sıfatlarıyla", yüce zâtına vasfedilmesi mümkün olmayan "noksan sıfatlar"a ve zat-ı ilâhisi hakkında inanılması câiz olan sıfatlara toptan ve tafsilatlı olarak inanmakla olur. Allah’ın sıfatları; zâtî ve sübûtî sıfatlar olarak iki bölümde ele alınır.
Allah’a iman etmek için Allah’ı bilmek lâzımdır. Fakat Allah’ın zâtı ve mâhiyeti bilinemez. İnsanlar bu konuda düşünmekten men olunmuşlardır. Allah ancak isimleri, sıfatları ve fiilleri (yaratmak, rızık vermek gibi) ile bilinir. O halde Allah’a iman O’nda bulunması ve bulunmaması gereken sıfatları ve O’na mahsus isimleri bilmek ve inanmaktır. Allah Teala’ya doğru olarak inanmak ve yüce varlığını iyi tanıyabilmek için O’nun sıfatlarını ve isimlerini bilmek gerekir.
Meşhur sınıflamaya göre Allah Teala’nın 14 tane sıfatı vardır. Bunlardan 6 tanesi zati, 8 tanesi ise subuti sıfatlarıdır. Zati sıfatlar sadece ve sadece Allah Teala’da bulunan, O’nun haricinde hiç bir varlıkta bulunmayan sıfatlardır. Ama subuti sıfatları ise, Allah’tan başka bazı varlıklarda da sınırlı bir şekilde bulunabilen sıfatlardır.[3]