RUYETULLAH

 

Ru’yetullah; Allah’ın Görülmesi

 

Kur'ân âyetlerinin ve Hz. Peygamberden rivayet edilen bir kısım hadislerin delaletiyle Yüce Allah'ın kıyamet günü mü'minler tarafından görülmesi meselesi. Bir çok konuda olduğu gibi, meseleye farklı boyutlarda bakılmasının bir sonucu olarak, bu konuda da İslâm ekolleri arasında farklı görüşler belirtilmiştir. Bazı bilginler ve ekoller rü'yetin mümkün olamayacağını ileri sürerek, Allah'ın görülmesi inancına İslâm dışı bir hüviyet kazandırırken, bazı fırkalar da mümkün olacağını kabul ve ileri sürmekle kalmayıp, bir ifrat ve tefrit örneği sergileyerek, Yüce Allah'a cisim isnad etme yolunu tutmuşlardır. Ehl-i Sünnet ekolü ise, geneldeki tutumunu devam ettirip, orta yolu takip ederek, Yüce Allah'ın ahirette mü'minler tarafından görülebileceğini, ancak bunun keyfiyetinin bilinemeyeceğini kabul etmiştir.

"Rü'yet" kelimesi, Arapça'da (re-a-ye) kökünden gelen bir mastardır. Bu kelimeye ise, sözlüklerde çeşitli anlamlar verilmektedir. Bunlar arasında görmek, bakmak, inanmak, bilmek, sanmak, sonunu düşünmek, tefekkür etmek, planlamak ve rüya görmek anlamları sayılabilir. Bu fiilin bu kadar çeşitli anlamlara gelmesi, elbette Arapça'daki kurallara bağlı olarak bazı hal ve durumlara göre olacaktır ve öyle de olmaktadır. Bu anlamlar fiilin beraberinde kullanıldığı harfi cerlere göre söz konusu olmaktadır ki, bunun Kur'ân-ı Kerim'de çeşitli örnekleri mevcuttur. Bu kadar geniş bir anlam grubu ifade etmesine rağmen, bu fiilin anlamının genelde görmek olarak ele alındığı görülmektedir. Bu da, fiilin genel yapısının bu minval üzere olduğunun bir göstergesidir.

Terminolojik olarak, bir başka ifadeyle ıstılah bakımından rü'yet denilince, İslâmî literatürde: Yüce Allah'ın mü'minler tarafından Cennet'te görülmesi meselesi akla gelmektedir. Bu mesele Kelam ilminde üzerinde en çok tartışılan konulardan birisi haline gelmiştir. Bazı Kelam kitapları, bu konuyu Allah'ın zatına ait bir mesele olarak kabul edip onu Allah'ın zatı ile ilgili meseleler başlığında incelemişler[1], bazıları ise Allah hakkında caiz olan ve olmayan hususlar bahsinde ele almışlardır.[2]

Rü’yet meselesi genel olarak iki noktada ele alınmaktadır. Birincisi, rüyetin, dünyada cevazı meselesi: İkincisi ise, rüyetin ahirette vücûbu meselesidir. Bunlardan birincisine, daha çok bir takım aklî izahlar delil olarak kullanılmakta olup, Kur'ân'dan ise, el-A'raf: 7/143. ayet delil olarak getirilmektedir. İkincisi, yani ahirette vücûbu hususuna ise, hem Kur'ân'dan hem de hadislerden bir çok delil ileri sürülmektedir. Ancak burada özellikle bu konuya has bir durum vardır ki, o da hem rü'yetin imkanını hem de mümkün olmayacağını ileri sürenlerce aynı âyetlerin delil olarak kullanılmış olmasıdır. Söz konusu olan nokta, sözü geçen âyetlerin çeşitli yönlerden tevil edilmesi ve farklı şekillerde anlaşılmasıdır. Bu da bize İslam dininde esas olan meseleler ile, esasa dahil olmayan meselelerdeki farklılığı ortaya koymaktadır. Zira, rü'yet meselesinde, imkanını veya mümkün olmadığını ileri sürenlerden hiç birisi, İslam dinine göre, tekfir edilemez. Çünkü bu konu dinin özünden telakki edilmeyen bir husus olup, yorum ve anlayışa, temel kabul edilen prensiplere göre farklı anlaşılabilen meselelerdendir. Bu bakımdan her iki grup da aynı âyetleri delil olarak kullanmışlardır. Eğer böyle değil de, İslamın temel meselelerden birisi olmuş olsaydı, bu derece bir serbestlik ve hoş görünün olması düşünülemez ve aynı âyetlerin her iki grup tarafından kullanılması mümkün olamazdı.[3]

Allahu Teala, zamandan, mekandan, cihetten, cisim olmaktan münezzehtir. O’nun zatının hakikatini aklımızla ve hislerimizle idrak edemeyiz. Bu idak insan takatinin dışındadır. Çünkü Allah’ın hakikati, varlıkların hakikatine hiçbir yönüyle benzemez. Kendini bile hakkiyle anlamaktan aciz olan, maddiyat ve mahsusat sahasında bile birçok hatalara düşen insan; elbette hakikat-i ilahiyeyi de idrakten aciz olur. İmam Gazali, felsefeciler ve ehl-i tasavvufun büyük bir kısmı, ilahi hakikati idrak etmenin mümkün olmadığı kanaatindedirler. Kelam alimlerinin çoğu ise, Allah’ın lütfu ile bazı seçkin kişiler için böyle bir idrakin keşif ve ilham yoluyla mümkün olduğunu söylemişlerdir. Ancak onlar da dünyada bunun mümkün olmadığını ifade ederler. Böyle büyük bir nimetin dünyada bir ferde nasib olacağını kabul etmemektedirler.

Ahirette ise ru’yetullah’tan –Allah’ı görmekten- sonra hakikat-i ilahiyyeyi idrakin meydana gelip gelmeyeceği hususunda tereddüt etmişlerdir. Bu konuda Allah Kur’an’ında “…Onlar ise bilgice O’nu kavrayamazlar (ne O’nun zatını kavrayabilirler, ne de bildiklerini ihata edebilirler)” (Taha: 20/110) Hz. Peygamberimiz de: “Siz, Allah’ın nimetlerini kudretinin eserlerini düşününüz, zatını tefekküre dalmayınız, çünkü ona gücünüz yetmez.” buyurmuştur. Zatının hakikatini idrakten aciz olduğumuz Allahu Teala’yı görme meselesine gelince: Mü’minlerin ahirette Allah’ı birbirlerine engel olmaksızın görmeleri, Allah’ın bir lütfu olarak vukua gelecektir.[4]

Dünyada göülmesi ise, Mutezile mezhebi alimlerinin dışında, diğer mezhep alimlerince mümkün görülmektedir. Görülmenin şartı, var olmaktır. Allah da var olduğuna göre, Allah da görülebilir. Ancak sahib olduğumuz gözümüzün yapısı, Allah’ı görebilecek ölçüde yaratılmamıştır. Hz. Musa, Allah’a, zatını görme isteğini dile getirmiştir. Bir peygamberin böyle bir istekte bulunması isteğinin mümkün olabileceğine delildir. Hz. Musa’nın bu görme isteğine karşı Allah’ın “Elbette beni göremezsin…” buyurması, “Görmeye tahammül edemezsin” manasındadır. Ayetin devamı bu manayı kuvvetlendirmektedir.

“Musa, tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmaya gelip de Rabb’ı (onunla) konuşunca: “Rabbım bana (kendini) göster, sana bakayım” dedi. (Rabbı) buyurdu ki: “Sen Beni göremezsin; fakat dağa bak, eğer o yerinde durursa, sen de Beni göreceksin!” Rabbı dağa görününce –tecelli edince- onu darmadağın etti ve Musa da baygın düştü. Ayılınca: “Sen yücesin, sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim.” dedi. (el-A’raf: 7/143)

Mirac’da Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allah’ı görme hususunda Hz. Aişe: “Her kim Peygamber Mirac’da Rabbını gördü derse, yalan söylemiş olur.” demiştir. Gerçekte Hz. Peygamber’in Mirac’ta gördüğü, Allah’ın zatı değil, büyük ayetleridir. Ebu Zer hazretleri, Rasulullah’a:

“Rabbını (Miraçta) gördün mü?” diye sorunca Hz. Peygamber efendimiz,

“Bir nur, onu nasıl göreyim?” diye cevap verir. Muhaddis, fukaha ve kelam alimlerinden bir grubu rüyetullah’ın dünyada mümkün olamayacağını ileri sürmektedirler. İbni Abbas’tan meşhur bir rivayete göre ise, Hz. Peygamber (s.a.v.) Mirac’da Allah’ı görmüştür. İşin doğrusunu Allah bilir.[5]             


 

[1] Gazzali, el-İktisad fil-İtikad, s. 41-48.

[2] Amidî, Gâyetül-Meramı fî İlmi'l Kelâm, s. 159-179.

[3] Abdurrahim Güzel, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/291-292.

[4] Bk. El-Kıyamet: 75/22-23.

[5] Cengiz Yağcı, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/118-119.