Bize göre, ilim bir bütündür ve "Alim" isminden kaynaklanır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim, hem fennin konusu olan kâinattan, hem de bugün bazılarının yanlış olarak "din ilmi" dediği, “naklî ilimler” dediğimiz meselelerden bahsettiği hâlde, konularını iki ayrı ilmin isimleri altında toplamamıştır. Fen ilmi, din ilmi gibi ayırımlar sun’îdir. İnsanın, bütünü kucaklayamayışından dolayı ilim, iki ana bölüme ayrılmış, her bölüm de kendi içinde bölümlenmiştir.
Ancak, bu ayrımı bir kötü niyet ürünü olarak ısrarla yapan, bilimle din arasında hiçbir alâka yokmuş gibi davrananlar da var. Bilim adına kâinata sahip çıkıp, inananları ve imanı maddî âlemin dışına sürgün etmeye çalışan bu kafayı da unutmuyoruz. Ona şunu söylüyoruz: "Maddî, mânevî bütün âlemler Rabbimizindir. Bilim adına incelediğin şu görünen âleme de Allah hükmeder. Senin yanlış olarak tabiat kanunları dediğin şeyler, aslında, Onun kevnî kanunlarıdır. Sen, yeni bir kanun koymuyor, sadece yürürlükteki kanunları görüp, onlara isimler veriyorsun."
Ortada kabul edilmiş bir "durum" var, ilimler, "fen ilmi ve din ilmi" diye ikiye ayrılmış. Bu yapay ayırmayı, daha doğru bir şekilde şöyle ifadelendirmek gerekir: Aklî ilimler ve naklî ilimler. Aklî ilimler (fen bilgileri), şu "kâinat fabrikası"nın nasıl çalıştığını açıklar. Naklî ilimler ise, kim tarafından ve niçin kurulduğunun cevabını verir. "Niçin?" suali karışısında fen, sağır ve dilsizdir. Ancak bu zâhirî ayrılık, dinin, "nasıl" sorusuna cevap vermediği manasına gelmez.
Kur’ân-ı Kerim, kâinatın işleyiş kanunları hakkında önemli açıklamalar yapmış, kıymetli ip uçları vermiştir. Ayrıntılara girmeyişi onun bir fen kitabı olmayışındandır. "imtihan sırrı"na aykırı düşmeyecek şekilde bütün fen bilimlerinin özü bildirilmiştir. Her ilmî gelişmenin, bazı âyetleri daha iyi anlamamıza yardımcı olması da bu sırdan ileri gelmektedir.
Fen ilimlerini iman gözüyle okumayı öğrenenler, hem "nasıl"ın, hem de "niçin"in cevabını almakla tam bilgiye ve gerçek marifete ulaşacaklardır. Vicdanın ışığı naklî ilimler, aklın nuru medeniyet fenleri, yani aklî ilimlerdir. Hakikat, ikisinin kaynaşmasıyla tecelli eder. Ayrıldıkları zaman, sadece naklî ilimleri okuyanlarda "taassub" yalnız fen tahsil edenlerde ise "hile ve şüphe" meydana gelir.
Vicdanı İlâhî mizanlarla ayarlanmamış bir kimsenin elinde fen, dehşetli bir silâh olabilir, nitekim oluyor da. [1]