Din Ve Kutsallık

 

Esasen gönül dünyasında yaşanan, ya da yaşanması gereken ancak za­man zaman dışa da yansıyabilen ulu değerleri yüceltme duygusunun İslamda çok nazik bir yeri vardır.

Bu değerleri bilmek, tanımak, onlara karşı yaraşır bir saygı göster­mek ve aralarındaki farkları ayırt edebilmek, bir bilgi, eğitim, görgü ve basiret mese­lesidir. Çünkü bu değerlerden bazısını gereğinden fazla yü­celtmek, (örneğin, Kabe'ye, camiye, Kur'ân-ı Kerim'e ve Hz. Peygamber'(sav) e ta­pınma dere­cesinde saygı gösterisinde bulunmak) ya da kutsal değerleri ge­rektiği kadar saymamak, onları hafife almak, çiğ­nemek ya da inkâr etmek, müslüman ki­şiyi dininden bile edebilir. Bu ulu değerleri bir sıralamaya koymak gerekirse onları iki gruba ayırmak doğru olur.

Birincisine: Mukaddes (yani kutsal değerler),

İkincisine ise: Dokunulmaz, saygın ve kanonik değerler diyebiliriz.

Bunlardan birincisi, Allah Teâlâ'nın yüce zâtı, sıfatları ve O'nun “mukaddes”, ya da farklı bir deyimle “haram” dediği değerlerdir.

“Mukaddes” sözcüğü, Kur'ân-ı Kerim'de: Maide Sûresi'nin 21 inci âyet-i kerimesinde ve Tâhâ Sûresi'nin 12 inci âyet-i kerimesinde olmak üzere iki yerde geçmektedir.

Birincisinde, Hz. Musa'ya Allah tarafından hitap edilirken, ayakka­bı­la­rını çıkarması emredilmekte, “… çünkü kutsal Tuva Vadisi'nde bulu­nu­yorsun !” diye uyarılmaktadır.

İkincisinde ise, Kutsal topraklara girmeleri için Hz. Musa'nın, kav­mine verdiği emir nakledilmektedir.

Kur'ân-ı Kerim'de “mukaddes” sözcüğü ile nitelenen sadece bu iki bölge vardır. Ancak bir anlamda kutsal demek olan “haram” kelime­siyle de başta Mekke'deki Kâbe kompleksi (yani Mescid'ül-Haram alanı) olmak üzere birçok şeyler nitelenmiştir. Bununla birlikte Allah Teâlâ'nın açıkça kutsadığı, övdüğü ve önem verdiği her şey kutsaldır. Bunları Kur'ân-ı Kerim'in içeriğinden anlıyoruz. Elbette ki Kur'ân-ı Kerim'in gerek ta­mamı, gerekse bir bölümü, camiler, (manastır, kilise ve havra gibi) Kitap ehline ait ibadethaneler,[1] tevhid esasına dayalı ibadetler ve Kur'ân-ı Kerim'le dek­lare edilmiş bulunan tüm saygın de­ğerler kutsaldır. Bu cüm­leden olarak başta Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) efendimiz ol­mak üzere diğer bütün peygamberlerin kişilikleri de kutsal ve dokunul­mazdır.[2]

İkinci grup kutsal değerler ise, yüce İslam şeriatına göre kesin olarak uyulması gereken yasalar, kurallar, emir ve yasaklardır. Bu yasaların ve ku­ralların ilgili olduğu alanlar ve konular arasında rûhânî ya da dün­yevi ol­mak bakımından hiç bir fark yoktur.

Kutsal değerler: Fizik, metafizik; Maddi ve manevi; Rûhânî ve dün­yevî ya da vicdânî ve amelî olmak üzere çeşitli şekillerde karşımıza çıka­bi­lirler. Binaenaleyh bunların her birine karşı gösterilecek saygı ve jest bi­çimi de de­ğişik olabilir. Ancak herhalde bu saygı ve jest biçimleri Kur'ân-ı Kerim'in ruhuna uygun olmalıdır.

Örneğin Yüce Allah'ın zât-ı ilahiyesi ve sıfatları gibi kişinin ancak vic­danında duyumsayabildiği kutsal değerlere karşı gösterilecek yalın saygı, yine sadece vicdanın derinliklerinde yaşanabilen tanıma sığmaz olaydır. Bu olayın dışa yansıyabilecek tek yönü, Kur'ân-ı Kerim'in ölçü­leri içinde dav­ranış biçimleri göstermektir. Bu da örneğin, Allah'ın yüce ismi anıldığında “celle celâluhu, celle şânuhu…” diyerek O'nu kutsal nitelik­leriyle yücelt­mek ve O'na, istediği biçimde kulluk etmekle olur.

Kur'ân-ı Kerim'in nüshaları, Kâbe binası ve camiler gibi fizik bo­yut­ları olan kutsal değerlere gelince bunlara gösterilecek saygı, bu değer­ler için konmuş olan kurallara uymakla olur.

Örneğin Mescid'ül-Haram'a ve camilere tertemiz, abdestli, çekidü­zenle, huşu içinde ve sessiz girilmelidir. Bu mekânlarda ibadet edenle­rin huzuru kaçırılmamalı, onlara karşı alçak gönüllü ve nazik davra­nılmalı­dır. Bu müstesna yerlerde nizamî ibadetler dikkatle yerine geti­rilmelidir. Keza Kur'ân-ı Kerim nüshaları ya da üzerinde âyet-i kerime­ler yazılı her türlü ci­sim, yayın ve dokümanlar ancak abdestli olarak el­lenmeli, temiz ve yakışır yerlerde korunmalıdır.

Kur'ân-ı Kerim'in “göbekten yukarı tutulması”, Anadolu müslü­man­larının bir geleneğidir. İslamda Kur'ân-ı Kerim'e ancak bu şekilde saygı gös­terilmesi gerektiğine ilişkin herhangi bir kayıt yoktur. Bununla beraber onun, saygıyla, yüksek ve yaraşır bir şekilde tutulması elbetteki gereklidir. Çünkü hiç kuşku yok ki Kur'ân-ı Kerim'in gerek fizik varlı­ğına, gerekse içerdiği anlam ve hükümlere karşı bilinçli ve kasıtlı olarak saygısızlık eden, âyetlerinin anlamlarını sorgulayan, eleş­tiren, küçümse­yen, red ve inkâr eden, yalanlayan; Ayetlere, içerdikleri kavramlara, an­lamlara ya da Kur'ân'ın üslubuna herhangi bir dille ha­karette bulunan, yasalarını uygu­lamadan kaldırmaya yeltenen kişi kâfir olur. Bu tutum ve tavır içinde bu­lunan kişi, örgüt ya da siyasi güçlere karşı müslümanın ve­receği mücadele Kur'ân-ı Kerim'e gösterilecek en büyük saygıdır.

Dokunulmaz, kanonik değerler olan İslamın tüm yasa ve kuralla­rına gösterilecek saygının ölçüsü ise, onlara uymaktır. Bu yasa ve kural­lara, kişi olsun, örgüt olsun ya da siyasi iktidarlar olsun uymayanları uyarmak, saygısızlıkta ısrar ederlerse karşılarında durmaktır.

Bu değerlere karşı titiz davranmada ölçü, -her zaman- Kur'ân-ı Kerim'in ilham ettiği biçimlerdir. Çünkü kutsallık kavramı o kadar du­yarlı ve yerine göre o kadar esnek ve karmaşıktır ki tarih boyunca is­lamî değerle­rin yozlaştırılması, çeşitli yabancı inanış ve düşünce kalın­tılarının zaman içinde din adına zihinlere yerleştirilmesi hep bu kut­sallık kavra­mına tutu­nularak yapılagelmiştir. [3]

 


 

[1] Hacc: 22/40

[2] Ahzab: 33/6, 33/53, Hucurat: 49/2-3, Kalem: 68/4

[3] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 28-31.