İslamda din gerçeği bütün yaşamı kuşatmaktadır. Bir anlamda din, hayatla eşdeğerdedir. Çünkü atomun içindeki en küçük partiküllerden uzayda bulunan dev cisimlere kadar tüm kâinâttaki eşya ve olayların son derece dakik ve matematiksel biçimde etkileşimlerini, tepkileşimlerini, nötrleşmelerini ve işleyişlerini bir disiplin çerçevesinde sağlayan yasalar zinciri vardır ki bu yasaları koyan Allah Teâlâ'dır. Bu yasaların tümüne birden Kur'ân-ı Kerim'in söylemiyle “sünnetullah”[1] denir.
Hayat bu anlamda dinin doğal cephesini oluşturur. Vahiy yoluyla (yani peygamberlere indirilen göksel mesajlarla) konan teşrii yasalar da dinin yalnızca insanları ilgilendiren rûhânî ve seküler cephesini oluşturur. Dolayısıyla din demek, hayatın tümü demektir.
Hal böyle olunca insan din atmosferinin dışında yaşamadığı için onun dinsiz olması düşünülemez. kişi, rûhânî hayattan çok uzak bir gidişat içinde yaşıyor olsa bile toplumda onun uymak zorunda olduğu sayısız kurallar vardır ki o, ister bunlara örf ve adet desin, ister yasaların gereğidir desin, ister başkalarına karşı saygılı olmak için böyle davrandığını söylesin, bütün bu kurallar esas itibariyle dine dayanmaktadır. Bunlar bir yana, insanın zaten doğal yaşamı "kevnî" yasalarla sürmektedir. Kaldı ki “dinsizim” ya da “ateistim” diyen insanlar din yasalarına ve dogmalarına çok kere kendi özgür irâdeleriyle uyma çelişkisini de sergilerler. Onların bir bilgisizlik hezeyanı olarak “doğa yasaları” dedikleri fıtrat ve tabiat kanunlarının tümü de Allah' (cc) ın eseri olmak bakımından dinin dışında bir şey değildir.
Ayrıca -birtürlü ikna olamamış- aklı başında her insan, yine de varlıkların başlangıç ve sonu, olayların arka planındaki fenomenler, gizemler ve kainatta olup bitenler hakkında mutlaka çok derinden düşünmekte; çeşitli yorumlar yapmakta; arayışlar içine girmekte ve zaman zaman iç bunalımlar yaşamaktadır. Kuşku içinde olsa bile insanın vicdanında kaynaşan bu düşünce cümbüşünün temelinde daima onun yaratıcıyı arama gayret ve endişeleri yatmaktadır. Bu ise aslında var olan ve insanın gönül derinliklerinde duyumsanan bir gerçeği arama içgüdüsünden başka bir şey değildir. İşte bütün bunlar insanın mutlak manada dinsiz olamayacağını kanıtlamaktadır. “ilhâd” ya da “küfür” sözcükleriyle anlatılmak istenen dinsizlik aslında inkarcılıktır. Bu ise mutlak dinsizlik değildir, ikisi arasında büyük fark vardır.
Dinsiz olduklarını ileri sürenlerin esasen birçok sosyal, moral, ya da ruhsal sorunları bulunmaktadır. Yaşadıkları ve gördükleri çelişkilere tepki olarak -inkarcılık anlamında- böyle bir iddia ile ortaya çıkan insanlar her toplumda mevcuttur. Ancak bunların sayıları son derece azdır. Aynı zamanda eğitim düzeyleri, resmi statüleri ve sosyal mevkileri ne olursa olsun ciddiye alınacak bir mantıkları yoktur. Dolayısıyla bu mealde söylediklerini bir sayıklama ve hezeyan olarak kabul etmek gerekir.
Şu varki bilinçli ve kasıtlı olarak ateist, dinsiz, dehrî, pozitivist ya da materyalist olduğunu veya bu anlamlarda bir kanaata sahip bulunduğunu açıkça ileri süren kişi, İslam'daki iman ve akâid kanunlarına göre elbetteki küfre girdiğini ilan etmiş olur. Çünkü böyle bir kimse mümin olmadığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla eğer vaktiyle müslümanken sonra böyle bir ikrarda bulunursa yüce İslam dinini hiçe saymak gibi ağır bir suç işlemiş olur. [2]