Genellikle hayat ve kainatın karmaşık yapısı, buna karşın eşya ve olaylar arası dengedeki gizemler, ayrıca sonsuzluk, ebedilik ve ezelilik tasavvurlarının aşılmazlığı; Allah, vahiy, ilham, melek, ruh, cin, şeytan, büyü ve telepati gibi metafizik ve metapsişik konuların fizik kapasiteyle kavranamaması; zaman, enerji, cazibe (etki-tepki) kozmoz ve teselsül gibi hayat kanunlarının temelinde yatan birinci derecedeki kilitleri tamamen açabilecek anahtarlara insanoğlunun sahip bulunamaması, bütün bunlarla birlikte ölüm olayı karşısında, -aklınca- çaresiz kalması onu bu çözümlenmez sırlar hakkında çeşitli düşünceler üretmeye, bir çok teoriler ve doktrinler ortaya atmaya, ilginç açıklamalar yapmaya itmiştir.
Bu durumdaki insanların arasında, Allah (c.c.), peygamberler (a.s.) ve semavi kitapların ortak mesajları hakkında sırf kuşku ve tereddüt içinde bocalayanlar, teorilerini ruhani boyutlar dışında kurmaya çalışmışlardır ki bunların hemen hepsi de materyalisttir. Bunlara felsefi ve ideolojik akımlar da diyebiliriz.
Kuşkudan ve tereddütten çok Kur’an-ı Kerim’in içeriğini, Kur’an’ın ruhuna aykırı felsevi ve tasavvufi açıklama sistemleriyle yorumlayanlar ise teorilerini ruhani boyutlar içinde kurmaya çalışmışlardır ki bunlar da akaid deyimiyle “zındık” tırlar.
Ancak bütün bu akımların ortak bir yönü vardır. O da başlattıkları sürecin çıkış aşamasında kaydettikleri karekteristik özelliktir. Zira bu hareketler, (ya felsefi ve ideolojik akımlarda olduğu gibi) zühd ve takva yolunda “sülük etmek” gibi çok masum görüntüler içinde varlık göstermeye başlarlar. Ondan sonra da organize birer siyasi-felsefi, ya da siyasi-ruhani cemaata dönüşürler.
Ruhani tandanslı olup olmamaları bakımından bu akımları ayrı iki grup olarak incelemek gerekir. [1]