Bahâîlik, Babilik'ten gelişme sentetik bir dindir. Kurucusu, Mirza Hüseyin Ali Mazenderani adında bir İran'lıdır. inançları şöyledir:
Dinler arasında -sözde- fark gözetmezler. Hümanist bir görüş ve inanca sahip olduklarını ileri sürerler. Her yılın son 19 uncu günü oruç tutar, günde üç kez namaz kılarlar. Her ayın ilk günü bir toplantı yaparlar. Merkezleri Hayfa'dadır. Daha çok sosyete ve zenginler arasında tutunmuştur.
Bâbilik'e gelince, kendine “Bâb” yani kapı ünvanını takan, Mirza Ali Muhammed seyyid adlı İranlı biri tarafından kurulan düzmece dinin adıdır. Şeyhilik Tarikatı'ndan ilham alınarak öğretileri bu adam tarafından uyduruldu. Bâb'ı hiç gözüyle görmeyen Mirza Hüseyin Ali Mazenderani adlı bir diğer İranlı tarafından yeniden düzenlenip Bahâilik adı altında yeni bir din olarak ilan edildi. Bâb'ın yazdığı Beyân adlı kitap, babiliğin öğretilerini içermektedir.
Bu kampların ikinci grubu ise: Mistik doktrinlere dayanan örgütlerdir. [1]
Bunlar, Yunan Felsefesinin, ya da birçok eski Hint-Asya dinlerinin öğretilerinden olan Fisagorizm, Neo Platonisme, Vahdet-i vücud, Patanjalizm, Yoga ve Fakirizm'den beslenerek zaman içinde meydana gelmişlerdir. Doktrinlerinin önemli bir cephesini oluşturan bu felsefeler, İslam'a ait değerlerle sentezlenmiştir.
Bu doktrinler, özellikle dış yönleriyle İslama ait değerler içinde yansıdıklarından, üzerinde temellendirildikleri yabancı unsurları farketmek sıradan insanlar için çok güçtür. Dolayısıyladır ki “Nirvana”'nın bir başka ifadesi olan Fenâfillâh ideali ile yine Budizm'e ait Patanjali Meditasyonu üzerinde kurulan râbıta ayini, bu yönden hiç kimsenin dikkatini çekmemektedir.
Sebebine gelince bu mistik-felsefî inanışlar, özellikle müslümanımsı-ortodoks yığınlar üzerinde çok şaşırtıcı etkiler bırakmaktadır. Onlara göre bu inanışlar zühd ve takva yolunun en ideal çizgisini temsil etmektedir. Çünkü onlara göre “zühd ve takvâ”: (Kur'ân'ın belirlediği ölçülerde yaşamak değil), Tarikata bağlanmaktır; sofîliktir; dervişliktir; özetle mistik bir yaşam tarzıdır.
Bu yaşam biçiminin, bunalımlı çağdaş insanı büyüleyen yanları ise olaya karmaşık bir nitelik kazandırmaktadır. Vahyin ışıklandırdığı yolda gerçekleri görebilecek eğitimli, imanlı ve kararlı insan sayısı tahmin edilemeyecek kadar azalmıştır! Teknolojinin ve başdöndürücü hızın neden olduğu önemli gelişmelerle insanoğlunun epeyce mutsuzlaştığına eğer inanıyorsak onun, ruhsal açıdan boşlukta kaldığını, biraz kendine geldikçe de arayışlar içine girdiğini teslim etmemiz gerekir.
Onun için insanların çok büyük bir bölümü, bugün bir teselli özlemi içinde yaşamaktadır. Unutmamak gerekir ki bunalımlı insanları gerçekler değil, tam tersine tatlı hayaller ancak teselli edebilir. İşte tarikatların içyüzü ve doktrinlerinin kaynağı üzerinde dikkatlerin yoğunlaşamaması esasen bu sebebe dayanmaktadır. Çünkü tarikatlar, insanlara (haşa!) “Allah'da eriyip ölümsüzleşerek sonsuza dek pembe dünyalarda yaşamayı” vadetmektedir. Bu ise insanların yorgun, mutsuz ve yaralı ruhları üzerinde müthiş bir terapi etkisi uyandırmaktadır.
Ancak dış cepheden İslam'a ait malzemelerle dekore edildikleri izlenimini uyandırdıklarından, İslam âlimleri bu örgütler hakkında genellikle ihtiyatlı davranmışlardır. Belki de eğitimsiz kalabalıkların zamanla ancak aydınlatılabileceğine inandıkları için muhtemel bir fitne ve kargaşaye neden olmamak bakımından tarikatlar hakkında kesin bir hüküm vermekten kaçınmışlardır. Bu ise mistisizmin tutunma ve yayılma imkanını kolaylaştırmıştır. Özellikle bağlılarının ağırbaşlılık, sükûnet ve sürekli ibadet gibi etkileyici yaşantıları, Geniş dindar kesimin nostaljik açıdan göz manzarasını okşayan ve onları psikolojik olarak etkileyen özel giyim tarzları, müritlerarası düzenli organizasyon, şeyhe karşı tarife sığmaz bağlılık ve fedakarlık gibi sosyal disiplinleri bu mistik dinlerin, özellikle avam arasında geniş bir taban bulmasına yardım etmiştir.
Bu akımlardan başka din hükmünde bir takım siyasi-felsefi oluşumlar daha vardır ki şimdi de bir nebze onlardan söz edelim. [2]