2- Tamamen İslam Dışı Çağdaş Düşünce ve İdeolojiler:

 

Bu akımların her biri, başlangıçta -genellikle- sosyal, toplumsal ya da ekonomik sorunların çözümünü amaçlar ve bunu belli bir düşünce mo­deli olarak ele alır. Bazen de sırf bilimsel bir çalışma olarak başlar, ancak daha sonra kaydettiği aşamalarla siyasi ve ideolojik bir içerik ka­zanarak âdetâ dine birer alternatif oluştururlar ve büyük kalabalıklar tarafından tutunur­lar.

İdeolojilerde ruhani bir cephe olmadığı için, belki de ideolojik teori ve düşüncelerin vicdanlarda yankı yapmadığı sanılır. Oysa bu yanlıştır. Çünkü öyle ideolojiler vardır ki konusu imânî bir içerikten çok uzak olmasına rağmen temelde “Allah'a iman” la çatışma halindedir. Örneğin Marksizm böyledir. Çünkü Marksizm'in esas iddiası, insanlık dünyasını kapitalizmin sömürüsünden kurtarmaktır. Ne var ki dinleri (yani iman kurumlarını) ya da kestirme bir ifade ile Allah'a inanmayı, idealinin önünde en büyük engel olarak görmüştür. Bu yüzden Marksistler, ideolo­jilerini yaymak için kapita­lizmin aleyhinde ne kadar mücadele vermiş­lerse “Allah'a iman” ilkesine karşı da o derece sert davranmışlardır. Bu da imanla çatışma halinde olan ideolojinin, insan vicdanında aynen imanî bir etki yaptığını kanıtlamakta­dır.

Nitekim in­sanlar canlarını din­leri uğruna nasıl tehlikeye atarlarsa gö­nül verdik­leri ideolojileri uğrunda da aynı fedakarlığı gösterirler. Bu ne­denle ay­nen din gibi, salt ideolojiden ibaret olan inanç ve düşüncede de maddi bir çıkar yoktur. Binaenaleyh bu özelliğiyle ideoloji, tıpkı din gibidir. Aradaki tek fark, ideolojilerde bir ta­pınma biçiminin ve dini (yani rû­hâni ) törenlerin, ibadetlerin bulunma­masıdır. Ancak bu da genel de­ğildir.

Örneğin pozitivizmin kurucusu Auguste Comte bütün dinleri red­det­tiği halde yine de pozitivizmi bir din olarak düşünmüş, hatta insa­nın din­siz olamayacağını bile kabul ederek “İnsanlık Dini” adı altında bir iman kuru­munun temelini atmaya dahi yeltenmiştir!

Çağımızda bu akımlardan komünizm ve sosyalizm, dünya çapında ön plana çıktı. Temelde siyasi, sosyal ve ekonomik birer dünya görüşü ve yö­ne­tim biçimi olan bu akımlara, âdetâ birer din niteliği kazandırıl­dığı için­dir ki örneğin marksistler, kendi felsefelerine kutsal dogmalar gö­züyle ba­karak düşünceleri konusunda ne karşıtlarıyla tartışmaya ya­naştı­lar, ne de canla­rını bu uğurda verirken maddi bir karşılık bekledi­ler. Ekonomik alandaki uygulamalarıyla hedeflerinin bir ütopya ol­duğu anla­şıldıktan sonra bile bu düşünceler birçok insanın vicdanında silinmez olarak yine de kaldı.

Şu halde esasen din olmaktan çok uzak bulunan bu ideolojiler ve dünya görüşleri her şeye rağmen geniş insan toplulukları üzerinde bi­rer din etkisi uyandırmış, bu nedenle aynı zamanda din ve ilim otorite­lerini de meşgul etmişlerdir. Bunların arasında en çok ön plana çıkmış olanlar: Rasyonalizm, Darvinizm, Pozitivizm ve Sosyalizm'dir. Bunların etkileri o kadar derin olmuştur ki özellikle pozitivizm ve sosyalizm tüm dün­yada ol­duğu gibi İslam muhitlerinde de düşünceyi ve sosyal hayatı uzun za­man yönlendirmiştir. Elbette ki dolayısıyla İslam'ın bu düşünce ku­rum­ları hak­kında herhangi bir hükmü olmalı­dır.

Kelâm ve akâid ilimlerinin yeni yeni kâleme alındığı, İslam Tarihinin ilk dönemlerinde de müslümanların inancını tehdit edebile­cek düşünce ve eğilimler elbette ki vardı. Örneğin eski Hint ve İran dinleri­nin henüz etkisinden tamamen kurtulamamış yeni müslüman­lar ara­sında birçok kimse bu tehlikenin kaynağını oluşturuyorlardı.

Daha sonra­ları da Yunan Felsefesi müslümanları meşgul etti. Ayrıca tamamen içe­ride ve sırf müs­lümanlar tarafından ortaya atılan: “Kur'ân'ın yaratık ol­duğu” düşüncesi, iman kurumu için başka bir tehlikenin çanını çalıyordu. İşte İslam akâidi o dönemlerde, ancak bu tehlikelere karşı bir sa­vunma sistemi geliştirmiş­tir. Ne yazık ki ondan sonra asırlar boyu derin bir karanlık içinde yaşayan müs­lümanlar, yeni yeni ortaya çıkan saptırıcı düşünce ve felsefelere karşı he­men hiç bir fi­kir geliştirmemiş, bu yüzden de çeşitli bâtınî kamplar, teh­likeli ve gizli birçok ideolojik örgütler kuru­larak gittikçe sayı bakımından çoğal­mış­lardır. Özellikle son yüzyıl içinde yaygın­laşan ve milyonlarca ca­hil in­sa­nın İslam'dan bağının çözülmesine neden olan batı kaynaklı dü­şünce akımlarına karşı müslüman aydınlar âdetâ sus­muş, ilmî cihad ala­nında varlık göstermekten aciz kalmışlardır. Bunun so­nucu olarak da bu akımların teh­likesinden habersiz olan sıra­dan müslü­manlar, onları uy­garlığın birer ge­reği olarak benimsemekte herhangi bir en­gel gör­memiş­lerdir. Bazı kimseler de din ile ideoloji ara­sında herhangi bir ça­tışma ola­mayacağı düşüncesinden hareketle hem bu akımlardan birine bağlanmış, hem aynı zamandan müs­lüman kaldıkla­rını, imanlarını kay­betmedikle­rini sanmışlardır! Dolayısıyla İslamın iman gerçekleri hakkında özellikle toplum tabanının bilgisi kıtlaş­tıkça bu akımlar daha fazla yayılma eğili­mine girmişlerdir.

Karanlık yüzyıllardan beri İslam'ın bir mabed dini olarak gösterilmesine alı­şan cahil kalabalıkların son kuşakları, İslam'ın bu akımlara bakış açısı hakkında hemen hiç bir bilgiye sahip değildirler. Kimisinin, ta­mamen ide­olojik ve si­yasi bir mücadele kampanyasına dönüştüğü bu düşünce akımları hakkında İslam'ın acaba yargısı nedir? Bunu birçok kimse me­rak etmemiş­tir. Örneğin bir Darvinistin, bir pozitivistin, bir sosyalistin kestiği yenir mi? “Ben komünistim, ama aynı zamanda müslümanım.” diyen bir kimse ile (İslam'a göre) evlilik yapılabilir mi? “Ben laikim ama yine de müslüma­nım.” diyen bir kimsenin arka­sında namaz kılınır mı ? Yani açıkçası bun­lar müslüman sayılır mı, sayılmaz mı? İşte bu sorula­rın, müslümanların geneli tarafından, ce­vaplarının araştırılmaması, çok önemli gerçekleri ön plana çıkarmakta­dır!

Avrupa'da yaşayan müslümanlardan özellikle hıristiyan kadınlarla ev­lenmek üzere anlaşanlar (İslam'a göre bir zorunluluk yokken) neden bu ba­yanların müslüman olmasını şart koştukları halde bir Darvinistin, bir pozitivistin, bir sosyalistin cenaze namazını kılmakta hiç bir engel görmemiş­lerdir? Çok ilginç değil mi?! Yüzbinlerce insa­nın bu tutumu acaba sırf bil­gisizlikle açıklanabilir mi?

Şu halde İslam'ı bilmeden “Ben müslümanım” diyenlerden çok, İslam'ı kendilerine göre tanımlayanlar, bilgilerini yeniden gözden ge­çir­mek durumundadırlar. Bu nedenle de önce çağdaş fikir akımlarını, bu akımların Kur'an gerçeklerine göre ne olduğunu, yani küfür, şirk, nifak, zendeka ya da irtidad gibi imandan koparıcı birer neden olup ol­madığını öğrenmek zo­rundadırlar. Aksi halde zimmetlerini İslama ve müslüman­lara ibra ettiremezler.

Şimdi de bu akımları, tanımlarıyla ve amaçlarıyla inceleyelim (İslam'la çeliştikleri noktalardan sebep) İslamın bu akımlar hakkındaki yargısına ba­kalım. [1]


 

[1] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 61-65.