Bâtıl Dinleri de Tanımanın Gerekliliği

               

Her dönemdeki müslümanlar, çağlarındaki bâtılları tanıyarak onlar hakkındaki İslam’ın hükmünü de bilmek mükellefiyetindedirler. Böyle bir mecburiyetin kaynağı müslümanın, mü’min ve müslüman olan kimseler ile öyle olmayan kimselere, inançlarına uygun davranmak zorunda oluşudur. Yani onlara uygulanacak olan hukuk ile onlara karşı yapılacak olan muamelenin, inançlarına göre belirlenmek durumunda olmasıdır. İslam’ın bu inanç ve hayat sistemleri, yani bu dinler hakkındaki hükümleri bilinmediği takdirde tavır belirlemek sözkonusu olamayacağından, bunların iman açısından değer hükümlerinin tesbiti de kaçınılmaz bir haldir.

Ayrıca bâtıl dinleri tanımayan cahil müslümanların, tanımadıkları bâtıldan kaçınmaları da özellikle günümüzde imkansız derecede zordur. Zamanımızda nice müslüman, kavram kargaşasının kurbanı olmakta, bâtıl dinlerle karışık bir inanç ve davranış sergilemektedir. Yani biraz müslüman, biraz demokrat, biraz laik, biraz materyalist... karma dinler içinde olabilmektedir. “Onların çoğu, ancak Allah’a şirk (ortak) koşarak iman ederler. (Yusuf, 106)

Müslüman, Allah’ın ve Rasulü’nün kat’i  hükümlerine aykırı hükümleri kabul edemeyeceğinden, bu tür fikir, sistem ve ideolojileri reddetmek zorundadır. Dolayısıyla müslümanların, çağlarında ortaya çıkan fikir ve sistemlerle bu açıdan ilgilenmeleri ve bunlara dair değerlendirme yapmaları gerekmektedir. Hele bu fikir, ideoloji ve sistemler, özellikle müslümanların yaşadığı topraklar üzerinde uygulama alanı buluyor ve yayılma istidadı gösteriyor, hatta bunların varlığı İslam akidesi açısından büyük bir fitne ve tehlike teşkil ediyorsa, müslüman olarak görevimiz daha da büyük olacaktır.

İslam’ın hükmetmek istediği alanlar, eğer gayri İslamî, câhilî ve müşrik güçler tarafından işgal edilmiş ise, müslümanın bu güç ve düzenlere karşı akidesinin gösterdiği doğrultuda gereken mücadeleyi vermesi, kaçınılmaz bir mükellefiyettir.

İnsanlar tarafından oluşturulan dinlerin hepsinin ortak özelliği; Allah’ın vahiyle bildirdiği din olan İslam’a karşı olmalarıdır. “Allah’dan bir yol gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir? (Kasas, 50)

Bir insan, ya Allah’a iman eder ve Allah’ın indirdiği hükümlere göre hayatını düzenler; ya da “tağut”a  teslim olup, tağutun kurallarına, heva ve heveslerine uyar. Bu iki yolun dışında üçüncü bir yol yoktur.

İnsanların hak olsun bâtıl olsun, dünya hayatlarında benimsemiş oldukları inanç ve hayat düzenlerini, ideoloji, politika, ahlak ve yaşayış şekil ve üsluplarının ifadesi olarak “din”in, Allah tarafından kabul edileninin adı “İslam”dır. Allah, kendi katında geçerli olan dinin İslam olduğunu bildirmiş, İslam’dan başka bir din arayanın, İslam’dan başka bir inanç ve hayat düzenini benimseyenin bu arayış ve benimseyişinin  ahirette  ebedî  hüsran ile sonuçlanacağını, bu dininin Allah tarafından kabul edilmeyeceğini açıklamıştır. (Bkz. Al-i İmran, 19 ve 85) Allah’ın dininden başka bir din, O’nun insanlar için teklif etmiş olduğu hayat düzeninden başka bir hayat düzeni, O’nun istediğinden başka inanç sistemi ve ideolojileri seçip benimsemek, kısacası Allah’ın dini İslam’dan başka bir din arayışına girmek, fıtrata ve Allah’ın kâinata egemen olan kanunlarına ters düşmektir. “Göklerde ve yerde ne varsa ister istemez Allah’a teslim olup boyun eğmişken, onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Hem onlar O’na döndürüleceklerdir.” (Al-i İmran, 83)

Allah, dinini kemale erdirdiğinden, bu dinin eksiksiz olarak ve bütünüyle alınıp kabul edilmesi, tüm hükümlerine inanılarak, bütünüyle uygulanmaya konulması gerekmektedir.

 “Ey iman edenler! Bütünüyle ve hepiniz İslam’a girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Gerçekten şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır. Size bunca deliller geldikten sonra kayarsanız, bilin ki Allah, hiç şüphesiz mutlak Galib ve Hakim olandır. (Bakara, 208 - 209)

 “Yoksa siz, Kitab’ın bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsu-nuz? İçinizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında rezil ve rüsvay edilip aşağılan-maktan, ahirette de azabın en şiddetlisine uğratılmaktan başkası değildir. Allah, yaptık-larınızdan gafil değildir.” (Bakara, 85)

Kayıtsız şartsız olarak bütün alanlarda Allah’a ve O’nun şeriatına tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça ve Allah’ın dini dışında kalan her türlü düzen, sistem, inanç, bakış açısı, kurum, yaklaşım tarzı ve değer ölçüsü kesinlikle ve tam anlamıyla reddedilmedikçe, Allah tarafından kabul edilecek nitelikte bir imana sahip olmaya imkân yoktur. Ancak böyle bir tavır sergilenebildiği takdirde, Allah’a iman edilmiş, tağut, ve tâğutî düzenler inkar edilmiş, küfrün karanlıklarından kurtulup İslam’ın nuruna, imanın aydınlığına çıkılmış olur:

“Artık hak ile bâtıl iyice ayrılmıştır. Kim tâğutu inkâr edip Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir. Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkartır. Kâfir olanların velîsi ise tâğuttur, onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır.” (Bakara, 256 , 257) [1]   

                 


 

[1] Ahmet Kalkan, İslam Akaidi 51-52.