Kur'ân-ı Kerim'de Ecel ve Ölüm

 

Kur’ân-ı Kerim’de “ecel” kelimesi, toplam 52 yerde geçer. Ayrıca, iki âyet-i kerimede "ecel" kelimesi fiil halinde kullanılır (6/En'âm, 128; 77/Mürselât, 12); bir âyette de mef'ûl ismi olarak müeccel şeklinde kullanılır (3/Âl-i İmrân, 145). 

Yaşama süresi anlamında kullanılan ömür (“umr”) kelimesi ise 7 âyette geçer. Ayrıca 5 yerde de bu anlamdaki umr kelimesi, fiil halinde kullanılır. Kur'ân-ı Kerim'de ölüm anlamındaki  "mevt" kelimesi ve türevleri 165 yerde geçer. Vefat gibi değişik kelime ve ifadelerle ölümden 190 yerde söz edilen Kur’ân-ı Kerim’de, bütün âyetlerin yaklaşık üçte biri; ölümle, öldükten sonra dirilmeyle, âhiret ve oradaki ödül ve cezayla ilgilidir.

Âyet-i kerimelerde, insanların ve toplumların Allah tarafından takdir edilmiş ecelleri, yani yaşama süreleri olduğu ısrarla belirtilir. Bu ecel/süre, ne bir saat (an) öne alınır, ne de bir an geciktirilir. Kur’an’da; yaratan ve öldürenin Allah olduğu, O'nun insanları tekrar diriltip hesaba çekeceği, ölümden sonra insanların O'na döneceği belirtilir. Sahte tanrıların kimseyi öldürüp diriltemeyeceği, kendilerine bile fayda ve zarar veremeyecekleri vurgulanır. Yaşayanların ömürlerinin Allah katında belli bir eceli/süresi olduğu, o süre dolup ecelleri geldiğinde canlıların bir an bile geciktirilmeden veya öne alınmadan ölüm acısını tadacakları ifade edilir.

Bazı âyetlerde ay, güneş ve diğer gezegenlerin düzenli hareketlerinin süresinin belirlenmiş olduğu ifade edilirken (13/Ra’d, 2; 30/Rûm, 8; 31/Lokman, 29), bir kısmında göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin tâbi olduğu kozmik düzenin bozulacağı bir vaktin bulunduğu anlatılır (6/En’âm, 2, 128; 14/İbrâhim, 10; 29/Ankebût, 5, 53). Ecelle ilgili âyetlerde, Allah’ın her insan için bir yaşama süresi ve bir ölüm vakti belirlediği ifade edilmiş (6/En’âm, 2, 60), kendilerine uzun ömür verilenlerin de, ömrü kısaltılanların da mutlaka bir kitapta yazılı olduğu bildirilmiştir (35/Fâtır, 11). İlâhî emirlere uyanların tâyin edilmiş ölüm vaktine kadar güzel bir şekilde yaşatılacakları müjdelenirken (11/Hûd, 3), zâlimlerin de ecelleri gelinceye kadar cezâlandırılmayacağı, ancak zamanı gelince bir anlık öne alış veya erteleme yapılmayacağı belirtilmiştir (16/Nahl, 61; 29/Ankebût, 53). Bazı insanların hayatlarının ihtiyarlamadan önce sona erdirildiği, bazı kişilerin ise kendileri için belirlenen süreye kadar yaşatıldığı anlatılmıştır (40/Mü’min, 67).

Kur’ân-ı Kerim’e göre toplumlar da bireyler gibi birer organizmadırlar. Bireylerin belli bir ömrü, süresi olduğu gibi, toplumların da belli bir ömrü, süresi vardır. Hiçbir nefis, kendisi için belirlenen süreden az ya da çok yaşayamayacağı gibi (63/Münâfıkun, 11), hiçbir toplum ve ulus da sürelerinden fazla yaşayıp egemen olamaz. Toplumların eceli, yani yıkılış zamanı gelince bunun bir anlık süre için öne alınmayacağı gibi, geriye bırakılmayacağı da bildirilir (7/A’râf, 34; 10/Yûnus, 49; 14/İbrâhim, 10; 15/Hicr, 5; 16/Nahl, 61; 23/Mü’minûn, 43; 71/Nûh, 4).

"Ey kâfirler! Siz ölü (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Şunu bilin ki, sonra sizi (eceliniz gelince) O, öldürecek, tekrar sizi O diriltecek ve tekrar O'na döndürüleceksiniz (orada hesap vereceksiniz)."  (2/Bakara, 28)

“(Ey Muhammed, onlara:) ‘Şayet (iddiâ ettiğiniz gibi) âhiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz, haydi ölümü temenni edin (bakalım)’ de. Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları işler (günah ve isyanları) sebebiyle hiçbir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zâlimleri iyi bilir. “Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en düşkünü olarak bulursun. Şirk koşan müşriklerden/putperestlerden her biri de arzular ki, bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması hiç kimseyi azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür.” (2/Bakara, 94-96)

"Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) 'ölüler' demeyin. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız. Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile imtihan ederiz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: 'Biz Allah içiniz ve biz O'na döneceğiz' derler." (2/Bakara, 154-156)

"Bir zamanlar İbrahim de Rabbine 'Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster' dedi. Rabbi ona: 'Yoksa inanmadın mı?' deyince, 'Hayır! İnandım. Lâkin kalbimin mutmain olması için görmek istedim' dedi. Bunun üzerine 'Öyleyse kuşlardan dört tanesini yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra onları kendine çağır, koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir' buyurdu." (2/Bakara, 260)

"Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin." (3/Âl-i İmrân, 102)

"Allah'ın emir ve kazası (izni) olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur. O (ölüm), belli bir süreye/ecele göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de âhiret sevabını isterse ona da bundan veririz. Biz, şükredenleri mükâfatlandıracağız." (3/Âl-i İmrân, 145)

"...Şöyle de: 'Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi..." (3/Âl-i İmrân, 154) 

"Ey iman edenler! Siz, inkâr edenler gibi, yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında, 'eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi' diyenler gibi olmayın. Allah bu kanaati onların kalplerine (kaybettikleri yakınları için onulmaz) bir hasret (yarası) olarak koydu. Hayatı veren de, alan da Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür. Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah'ın rahmet ve mağfireti, onların elde edecekleri bütün şeylerden daha hayırlıdır. Andolsun, ölseniz de, öldürülseniz de Allah'ın huzurunda toplanacaksınız." (3/Âl-i İmrân, 156-158)

"(Evlerinde) Oturup da kardeşleri hakkında, 'bize uysalardı öldürülmezlerdi' diyenlere, 'eğer doğru sözlü insanlarsanız, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!' de. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın! Bilâkis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini vermenin sevincini duymaktadırlar." (3/Âl-i İmrân, 168-170)

"Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyâmet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise, aldanma metâından başka bir şey değildir." (3/Âl-i İmrân, 185)

"Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; burçlarda, sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!”  (4/Nisâ, 78)

"Sizi bir çamurdan yaratan, sonra eceli/ölüm zamanını takdir eden ancak O'dur. Bir de O'nun katında ecel-i müsemmâ/muayyen bir ecel (kıyâmet günü) vardır. Hal böyle iken siz hâlâ şüphe (mi) ediyorsunuz(?)" (6/En'âm, 2)

"Sizi geceleyin öldüren (öldürür gibi uyutan) ve gündüzün güç yetirip etkilemekte (yapıp işlemekte) olduklarınızı bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda (gündüzde) sizi dirilten (uykudan uyandıran) O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonra yapmakta olduklarınızı size O haber verecektir." (6/En'âm, 60)

"O, kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldimi elçilerimiz (can almakla görevli melekler) onun canını alırlar. Onlar (bu hususta verilen vazifeyi yapmakta) kusur etmezler." (6/En'âm, 61)

"De ki: 'Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm; hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana öyle emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim." (6/En'âm, 162-163)

"Her ümmetin (takdir edilmiş) bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geriye atabilirler, ne de bir an ileriye alabilirler (Allah'ın takdir ettiği vakitte yok olup giderler)." (7/A'râf, 34)

"Onlar, göklerin ve yerin ‘bağımlı olduğu egemenliğe ve sünnete' (melekûta), Allah'ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmıyorlar mı? Bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?" (7/A'râf, 185)

"Eğer Allah, onların hayra ulaşmak için çarçabuk davrandıkları gibi, insanlara şerri de çabuklaştırsaydı, mutlaka ecellerine hüküm verilirdi (ve hepsi de helâk olurlardı). İşte Bize kavuşmayı ummayanları Biz böylece taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda (kendi başlarına) bırakırız." (10/Yûnus, 11)

"De ki: 'Ben kendime bile Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim.' Her ümmetin (takdir edilmiş) bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler." (10/Yûnus, 49)

"Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da O'na tevbe etmeniz için (Bu Kitap indirildi. Eğer bu emrolunanları yaparsanız), Allah sizi, tâyin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır, faziletli olan/fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını kendi lütfundan verir. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım." (11/Hûd, 3)

"Biz onu (kıyâmet gününü) sadece sayılı bir müddetin sona ermesine kadar bekletir, erteleriz." (11/Hûd, 104)

"... Her ecel (tesbit edilmiş süre) için bir kitap (yazı, hüküm, son) vardır." (13/Ra'd, 38)

Her vakit ve müddetin Allah katında ayrı ayrı bir yazısı, hikmet gereği verilmiş özel bir hükmü vardır. Bu müddet içerisinde kurtuluşa ermek veya azâba müstahak olmak için insanlara mühlet ve müsâade verilmiştir.

"İnsanları, kendilerine azâbın geleceği gün (kıyâmet) hakkında uyar/korkut ki, sonra zâlimler; 'Ey Rabbimiz! Yakın bir ecele/müddete kadar bize süre ver de Senin dâvetine uyalım ve peygamberlere tâbi olalım' derler. (Onlara denilir ki:) 'Daha önce, sizin için bir zevâl olmadığına yemin etmemiş miydiniz?" (14/İbrâhim, 44)

"Helâk ettiğimiz hiçbir ülke yoktur ki, hakkında (Bizce) bilinen bir yazı/yazgı olmasın." (15/Hicr, 4)

Gerek arâzisini yere batırmak ve gerekse halkını yok etmek sûretiyle veya başka âfetlerle helâk edilen memleketlerin hiç biri, körü körüne, tesâdüfî olarak helâk edilmiş değildir. Allah tarafından tâyin ve takdir edilip Levh-i Mahfûz'da yazılmış şaşmaz, unutulmaz ve gaflet edilmez bir yazı gereğince helâk olmuşlardır. Demek ki, devlet ve toplumların da fertler gibi takdir edilmiş belli ömürleri vardır. Bireyler doğduğu, geliştiği, ihtiyarladığı ve nihâyet öldüğü gibi, devletler de kurulur, gelişir ve nihâyet Allah'ın takdir ettiği gün gelince, yıkılıp tarihe karışırlar. Fertler gibi bunların da bazıları uzun ömürlü, bazıları ise kısa ömürlü olur.

"Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez ve onu geciktiremez." (15/Hicr, 5)

"Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezâlandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları ecel-i müsemmâya/takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler." (16/Nahl, 61)

"Sizi Allah yarattı; sonra sizi vefat ettirecek. Daha önce bilgili iken hiçbir şeyi bilmez hale gelsin (bilgisizliğin ne demek olduğunu anlasın) diye sizden bazı kimseler erzel-i ömre/ömrün en kötü çağına kadar yaşatılır. Şüphesiz ki Allah alîmdir/bilgilidir, kadîrdir/kudretlidir." (16/Nahl, 70)

"Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür, ne dirilir." (20/Tâhâ, 74)

"Eğer Rabbinden, daha önce sâdır olmuş bir söz ve ecel-i müsemmâ/tâyin edilmiş bir vâde olmasaydı, (cezâ ve helâk onlar için de dünyada) gerekli ve kaçınılmaz olurdu." (20/Tâhâ, 129)

"Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar? Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak Bize döndürüleceksiniz." (21/Enbiyâ, 34-35)

"Evet, onları da, atalarını da barındırdık. Nihâyet ömür kendilerine (hiç bitmeyecek gibi) uzun geldi. Oysa onlar, bizim gelip (kâfirlere âit) arâziyi çevresinden eksilteceğimizi görmezler mi? Şu halde, üstün gelen onlar mı?" (21/Enbiyâ, 44)

"Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi, ecel-i müsemmâya/belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de erzel-i ömre/ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; tâ ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin. Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat Biz, üzerine yağmur indirdiğimizde o kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten (veya çiftten) iç açıcı bitkiler verir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O, ölüleri diriltir. Yine O, her şeye hakkıyla kaadirdir. Kendisinde şüphe olmayan kıyâmet vakti de gelecek; Allah, kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır. " (22/Hacc, 5-7)

"O, (önce) size hayat veren, sonra öldürecek, sonra yine diriltecek olandır. Gerçekten insan, çok nankördür!" (22/Hac, 66)

"Hiçbir ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir." (23/Mü'minûn, 43)

"(Kâfirler) O'nu bırakıp hiçbir şey yaratmayan, bilâkis kendileri yaratılmış olan, bizzat kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen tanrılar edindiler." (25/Furkan, 3)

"Sen, ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter." (25/Furkan, 58)

"Bil ki sen, ölülere işittiremezsin, arkasını dönüp kaçmakta olana sağırlara da dâveti duyuramazsın." (27/Neml, 80)

"Kim Allah'a kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki Allah'ın eceli/O'nun tâyin ettiği o vakit, elbet gelecektir. O, her şeyi işiten ve bilendir." (29/Ankebût, 5)

"Senden, azâbı çarçabuk (getirmeni) istiyorlar. Eğer ecel-i müsemmâ (adı konulmuş bir ecel, önceden tâyin edilmiş bir vakit/vâde) olmasaydı, elbette onlara azap gelip çatmış olurdu. Fakat kendileri şuurunda olmadan (hiç farkına varmadıkları bir sırada) o, onlara kuşkusuz âniden geliverecektir." (29/Ankebût, 53)

"Her nefis/can ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döndürüleceksiniz." (29/Ankebût, 57)

"Kendi kendilerine, Allah'ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve ecel-i müsemmâ (muayyen bir süre) için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr etmektedirler." (30/Rûm, 8)

"Allah (o yüce varlıktır) ki, sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır; sonra O, hayatınızı sona erdirecek, daha sonra da sizi (tekrar) diriltecektir. Peki, sizin (Allah'a eş tuttuğunuz) ortaklarınız içinde bunlardan birini yapabilecek var mı? Allah onların şirk/ortak koştuklarından münezzehtir ve yücedir." (30/Rûm, 40)

"Bilmez misin ki Allah, geceyi gündüze ve gündüzü geceye katmaktadır. Güneşi ve ayı da buyruğu altına almıştır. Bunların her biri ecel-i müsemmâya/belli bir vâdeye kadar hareketine devam eder. Ve Allah, yaptıklarınızdan tamamen haberdardır." (31/Lokman, 29)

 "Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır." (31/Lokman, 34)

"De ki: 'Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz."  (32/Secde, 11)

"(Rasûlüm!) De ki: 'Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise,) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir." (33/Ahzâb, 16)

"Allah sizi (önce) topraktan, sonra menîden yarattı. Sonra sizi çiftler (erkek-dişi) kıldı. O'nun bilgisi olmadan hiç bir dişi ne gebe kalır ne de doğurur. Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Şüphesiz bunlar, Allah'a kolaydır." (35/Fâtır, 11)

"Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar; güneş ve ayı emri altına almıştır. Her biri ecel-i müsemmâya/belirtilmiş bir süreye kadar akıp gider. İşte (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'nu bırakıp da kendilerine taptıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir." (35/Fâtır, 13) (bak. Benzer âyet: 39/Zümer, 5)

Gecenin gündüze, gündüzün geceye girdirilmesi, gecenin gündüzün yerini, gündüzün de gecenin yerini almasıdır. Başka bir ifâdeyle; birinin kısalmasıyla diğerinin uzamasıdır. Güneş ve ayın belirtilen süreye kadar akıp gitmesi, kendi yörüngeleri etrafında dönüşlerini kıyâmete kadar sürdürmeleri veya güneşin bir yılda, ayın da bir ayda dönüşünü tamamlamasıdır. Bütün bunlar Allah tarafından takdir edilip belirlenmiş bir süreye, yani müsemmâ bir ecele kadar böyle devam edecektir.

"İnkâr edenlere de cehennem ateşi vardır. Öldürülmelerine hükmedilmez ki ölsünler. Cehennem azâbı da biraz olsun hafifletilmez. İşte Biz, küfürde ileri giden her nankörü böyle cezâlandırırız. Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine sâlih ameller/iyi işler yapalım! diye feryat ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği, öğüt alabileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmemiş miydi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azâbı)! Zâlimlerin yardımcısı yoktur." (35/Fâtır, 36-37)

Gelen uyarıcıdan maksat, peygamberler ve kitaplardır. Bazıları; akıl, ihtiyarlık ve yakınların ölüm gibi özellikleri de uyarıcı olarak açıklar.

"Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile hemen) yakalayıverip cezâlandıracak olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı. Ancak, onları, ecel-i müsemmâya/adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman (gerekeni yapar). Zira şüphesiz Allah, kendi kullarını görmekte/gözetlemektedir." (35/Fâtır, 45)

"Kime uzun ömür verirsek Biz onun yaratılışını (gençliğini, güzelliğini, gelişmesini) bozar, tersine çevirir, beli bükük hale getiririz. Onlar bunu hiç düşünmezler mi?" (36/Yâsin, 68)

"Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra şüphesiz siz de, kıyâmet günü, Rabbinizin huzurunda muhâkeme olacaksınız." (39/Zümer, 30-31)

"Allah, ölenin ölüm zamanı gelince; ölmeyenin de uykusunda ruhları alır. Bu sûretle hakkında ölümle hükmettiği (rûhu) tutar, ötekini belirli bir vakte kadar (bedene) salıverir. Şüphe yok ki bunda, iyi düşünecek bir kavim için kesin ibretler vardır." (39/Zümer, 42)

"Sizi topraktan, sonra menîden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan) yaratan sonra bebek olarak çıkaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da yaşlanıp ihtiyar olmanız için yaşatandır. İçinizden kimi de daha önce vefat ettirilmektedir. Allah yaşatmayı ecel-i müsemmâya/belli bir vakte ulaşmanız ve olur ki aklınızı kullanıp düşünmeniz için yapar." (40/Mü'min, 67)

Âyette, ilk insan Âdem (a.s.)'in topraktan yaratıldığına işâret edildikten sonra, insanın ana rahminden ihtiyarlığına kadar çeşitli safhaları tasvir ediliyor. Erken çağlardaki ölümle gençlik ve yaşlılık devrelerindeki ölümün sebepleri, ecel ve hikmet kavramlarıyla izah ediliyor.

"Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele/belli bir süreye kadar erteleme sözü geçmiş (verilmiş) olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti..." (42/Şûrâ, 14)

"(Mü'minler) Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azâbından korumuştur." (44/Duhân, 56)

"(Müşrikler) dediler ki: 'Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız. Bizi ancak zaman helâk eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zannediyorlar." (45/Câsiye, 24)

"Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak ve adı konulmuş bir ecel (belli bir süre) için yarattık..." (46/Ahkaf, 3)

"Ölüm sarhoşluğu bir gün gerçekten gelir de, 'işte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir' denir." (50/Kaf, 19)

"Yeryüzünde bulunan her canlı fânîdir, yok olacaktır." (55/Rahmân, 26)

"Aranızda ölümü takdir eden Biziz. Ve Biz, önüne geçilebileceklerden değiliz. Böylece, sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye (ölümü takdir ettik)." (56/Vâkıa, 60-61)

"De ki: 'Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz, O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir." (62/Cum'a, 8)

"Herhangi birinize ölüm gelip de 'Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka/zekât verip iyilerden olsam!' demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan infak edin (Allah için harcayın). Allah, eceli gelince hiçbir nefsi geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır." (63/Münâfıkûn, 10-11)

"O (öyle Yüce Allah) ki, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak gâliptir, çok bağışlayıcıdır." (67/Mülk, 2)

"Ki günahlarınızı bağışlasın ve sizi ecel-i müsemmâya (adı konulmuş bir ecele, belli bir vâdeye) kadar ertelesin. Elbette Allah'ın eceli (tâyin ettiği vâde) geldiği zaman, artık o ertelenmez. Keşke bilseydiniz!" (71/Nûh, 4)    

"Allah'ın emir ve kazâsı (izni) olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur. O (ölüm), belli bir ecele/süreye göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de âhiret sevabını isterse ona da bundan veririz. Biz, şükredenleri mükâfatlandıracağız." (3/Âl-i İmrân, 145)

Belirlenmiş bir yazıya, tâyin edilmiş bir ecele göre, Allah’ın izni olmadan, eceli gelmeden hiçbir nefis için ölmek yoktur. Ölüm şekli nasıl olursa olsun, kişi öldüğü zaman ecelinin bittiği anlaşılır. Her kim dünya menfaatini isterse ona ondan veririz, her kim de âhiret nimetini isterse ona da ondan veririz. Müslüman olsun, kâfir olsun kişinin yiyeceği, içeceği, giyeceği herşey yazılmıştır. Kimse rızkını tamamlamadan ölmez. Rızkının bitmesi ecelinin gelmesi demektir. Cihada katılmak ölümü çabuklaştırmadığı gibi, cihaddan geri kalmak veya kaçmak da ölümü geciktirmez. Öyleyse neden hezimete uğradınız? Hezimet ölümü defedemez, sebat da hayatı kesemez. Elbette ki verdiğimiz nimetlerden dolayı nankörlük etmeyip şükredenleri, emir ve yasaklarımıza riâyet edenleri Cennet nimetleriyle mükâfatlandıracağız!..

Mevdûdi diyor ki: "Burada müslümanlara ölüm korkusundan kaçmanın anlamsız olduğu öğütleniyor. Çünkü hiç kimse Allah'ın belirlediği zamandan bir dakika bile önce veya belirlenen zamandan bir dakika bile fazla yaşayamaz. Bu nedenle insanın dikkat etmesi gereken konu, ölümden nasıl kaçılacağı değil, bu dünyada kendisine verilen zamanı nasıl en iyi bir şekilde değerlendirebileceği olmalıdır. Önemli olan nokta şudur: İnsan kendisine verilen zamanı bu dünya hayatı için mi, yoksa ölümden sonraki hayat için mi harcayacaktır?[1]

 


 

[1] Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an, Âl-i İmrân, 145. âyetin tefsiri.