Ecel kelimesi, Kur’an’daki kullanılışlarına benzer şekilde çeşitli hadislerde de yer almaktadır. Bazı hadislere göre eceli gelmeyen hastalar şifâ bulur; bu sebeple ziyâretçiler hastalar için şifâ dileğinde bulunmalıdır.[1] Bir kısım hadislerde ecelin insanın emellerine ulaşmasına engel olduğu, her insanın ecelinin önceden takdir edildiği bildirilirken[2], diğer bir kısmında, çok uzun ömürlü olmaktan (erzel-i umr’den) Allah’a sığınan Hz. Peygamber’in kendisine hizmet edenlere uzun ömürlü olmaları için duâ ettiği, akrabâyı ziyâret edip onları gözetmenin, komşulara karşı güzel davranmanın ve sadaka vermenin ömrü uzattığı ifade edilmiştir[3]
İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Hz. Peygamber (s.a.s.) bir gün yere çubukla, kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra, bunun ortasına bir hat çekti, onun dışında da bir hat çizdi. Sonra bu hattın ortasından itibaren bu ortadaki hatta istinat eden bir kısım küçük çizgiler attı. Rasûlullah (s.a.s.) bu çizdiklerini şöyle açıkladı: "Şu çizgi insandır. Şu onu saran kare çizgisi de eceldir. Şu dışarı uzanan çizgi de onun emelidir. (Bu emel çizgisini kesen) şu küçük çizgiler de musîbetlerdir. Bu musîbet oku yolunu şaşırarak insana değemese bile, diğer biri değer. Bu da değmezse ecel oku değer."[4]
“Dikkat ediniz! Emel ve arzularınız uzayıp size ecelinizi unutturmasın. Aksi takdirde kalpleriniz katılaşır.”[5]
Enes (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) yere bir çizgi çizdi ve: "Bu, insanı temsil eder" buyurdu. Sonra bunun yanına ikinci bir çizgi daha çizerek: "Bu da ecelini temsil eder" buyurdu. Ondan daha uzağa bir çizgi daha çizdikten sonra: "Bu da emeldir" dedi ve ilâve etti: "İşte insan daha böyle iken (yani emeline kavuşmadan) ona daha yakın olan (eceli) ansızın geliverir."[6].
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) omzumdan tuttu ve: "Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol" buyurdu. Tirmizî'nin rivayetinde, "yolcu gibi ol" sözünden sonra şu ziyâde var: "Kendini kabir ehlinden say."[7]
İbn Ömer (r.a.) şöyle diyordu: "Akşama erdinmi, sabahı bekleme, sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap."
1- Yukarıda kaydedilenler dışında başka kaynaklarda da rivâyet edilmiş olan hadiste Rasûlullah (s.a.s.) kendisini gerçek kulluğa veren kimseyi, önce evi, meskeni olmayan garibe (gurbette olan kimseye), sonra hareket hâlinde olan yolcuya benzetiyor. Çünkü yolcu bir yere haz almak için inmez, yolculuğuna devam edebilmek için dinlenmek ve yolculuğu sırasında lâzım olacak eksiklikleri tamamlamak üzere konaklar.
Ayrıca garîb, yabancı yerde tanıdığı ve güvenebileceği kimselerin azlığı sebebiyle emniyetsizlik duyar ve belli bir korku içerisindedir. Yolcu da öyle. Fazla olarak yolcu, taşıyabileceği zarurî eşyayı sırtına yükler. Zarurî olmayan, lüks ve güç getiremeyeceği yükü almaz. Şu halde âbide: "Garib ve yolcu gibi ol" şeklinde yapılan tavsiyenin içinde "Dünyaya bağlanma, ölümden sonrası için hazırlan, ebede giden yolculukta gerekli olan azığı yani ibâdeti hazırla", yani "zühd'ü elden bırakma" tavsiyesi mevcuttur. Nevevî merhum şöyle demiştir: "Hadisin mânâsı şudur: Dünyaya dayanma, ona sâbit kalacağın bir vatan gözüyle bakıp bağlanma, dünyada bâkî kalacağın içinden geçmesin, yolcunun vatanında olmadıkça bağlanmadığı şeylere sakın dünyada bağlanıp kalma."
Hadisi şöyle anlayan da olmuştur: "Yolcu, vatanına giden, onun peşinde olan kimsedir. Kul, dünyada, efendisi tarafından bir ihtiyacı görmek üzere yabancı bir yere gönderilmiş kimse gibidir. Ona düşen, verilen hizmeti bir an önce görüp dönmektir, kendisine verilen hizmet dışında bir şeye bağlanıp kalmaz. Öyle ise mü'min, vatan-ı aslîsi olan âhireti düşünmeli, ibâdet, kulluk hizmetiyle geldiği dünyada bu hizmetin dışına çıkarak dünyaya bağlanıp kalmamalı, gönlünden, fikrinden döneceği asıl yurdunu çıkarmamalıdır.
2- Rivâyetin ikinci kısmı İbn Ömer (r.a.)'in şahsî sözü, yani mevkuf hadis gözükmektedir. Ancak, aynı mânaya gelen merfû rivâyetler mevcuttur. Hâkim'in tahric ettiği bir rivâyet şöyledir: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Beş şey gelmeden evvel beş şeyin kıymetini bilin. İhtiyarlık gelmeden evvel gençliğin, hastalık gelmeden evvel sağlığın, fakirlik gelmeden evvel zenginliğin, sıkıntı gelmeden evvel rahatlığın, ölüm gelmeden evvel hayatın."
Bazı âlimler İbn Ömer (r.a.)'in yukarıdaki sözleri merfû hadisten aldığını söylemiştir. Nitekim onun nasihati tûl-i emeli kırmaya tazammum etmekte, ömrünü ibâdet cihetinden içinde bulunduğu gün bilmesini (yarına çıkamayabileceğini düşünmeyi) kişiye tavsiye etmektedir. Zira, akıllı kişi akşama erdimi yarını beklemez, (o günkü kulluk vazifelerini eksiksiz tamamlar). Sabaha erince de akşamı beklemez, her saatin işini saatinde yapar, ecelinin sabaha veya akşama ulaşmadan gelebileceğini düşünür.
3- "Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap" sözü "ölümden sonra sana faydası olacak amelde bulun, sıhhatli iken hayırlı işler yapmada acele et, böyle işleri başka zaman yaparım diye te'hir etme, mevcut fırsatı bu yoldan hemen değerlendir, zira âniden hastalık gelir ve sâlih amel yapmana mâni olur ve "sonra yaparım" kuruntusuyla, âhirete azıksız gidiverirsin..." demektir.
İbn Hacer der ki: Bu hadis "Kul hastalanır veya sefere çıkarsa sıhhatli ve mukim (evinde) iken yaptığı ibâdeti Cenâb-ı Hak aynen kendisi için yazar." hadisine muhâlefet etmez. Çünkü bu hadis, amel eden kul hakkında vârid olmuştur. Şu halde mü'min sağlığında ve normal şartlarda hangi amele ve hangi niyete kendini alıştırıp adapte etmişse, hastalık, yolculuk, yaşlılık gibi ibâdet ve sâlih amellerine mâni olan durumlar sebebiyle onları yapamaz hâle gelse Cenâb-ı Hak niyetine binâen sevabını eksiltmeksizin yazmaktadır. Musîbete, belâya gösterdiği sabır ve tahammülün derecesine göre kazanacağı sevaplar bundan hâriç.
İbn Ömer (r.a.)'in hadisindeki tahzîr (korkutma), hiçbir şey yapmayan kimse hakkındadır. Zira böyle birisi hastalandığı zaman, sağlık hâlinde hayırlı amelleri terk etmiş olmaktan pişman olur. Hastalık halinde de yapamayacak hale gelir ve pişmanlığı fayda vermez.
4- Hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Abdullah İbn Ömer (r.a.)'in omzundan tutması -söyleyeceklerine dikkatini çekmek için- uyarma ve aradaki muhabbet ve samimiyeti artırmaya yöneliktir. Rasûlullah (s.a.s.)'ın bu çeşit davranışları öğreticilere metod da vermiş olmaktadır. Tebliğde etkiyi artırmak için bunlara da riâyet edilmelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bütün ümmeti kastederek tek bir ferde hitap etmiştir. Bu rivâyette Rasûlullah (s.a.s.)'ın hayrın ümmete ulaşması, onların dünyayı terkederek, zarurî şeylerle yetinmeye teşvikleri hususunda büyük bir arzu içinde olduğu görülmektedir[8]
“Ana rahminde, Allah tarafından bir melek gönderilerek dört şey teszbit ettirilir: Kişinin rızkı, eceli, ameli ve şakî veya saîd mi olacağı.”[9]
“Nutfe ana rahminde kırk, yahut kırk beş gece kaldıktan sonra melek gelir ve: ‘Yâ Rabbi! Şakî mi, saîd mi olacak? Erkek mi, dişi mi olacak?’ der ve Allah’ın dediğini yazar. Bundan sonra, yapacağı işleri (amel), rızkı ve eceli de yazılır. Nihâyet sayfa, artık ona hiçbir şey ilâve ve eksiltme olmaksızın dürülür, kapanır.”[10]
Büreyde (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) elindeki iki çakıl(dan birini yakına, diğerini uzağa) atarak: "Şu ve şu neye delâlet ediyor biliyor musunuz?" dedi. Cemaat: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dediler. Buyurdu ki: "Şu (uzağa düşen) emeldir, bu (yakına düşen) de eceldir (Kişi emeline ulaşmak için gayret ederken ulaşmadan ölüverir)."[11]
"Ecelini altmış yaşına kadar uzattığı kimselerden Cenab-ı Hakk, her çeşit özür ve bahâneyi kaldırmıştır."[12] -Metin Buhârî'den alınmıştır.- Tirmizî'nin metni şu şekildedir: "Ümmetimin vasatî ömrü 60-70 yıldır. Bunu aşabilenler azınlıkta kalacaklardır."
Rezîn der ki: "Çoklukla ölümün cereyan ettiği dönem 60-70 yaş arasıdır. Allah, kime ömründe 40'ına kadar mühlet verdi ise, ondan özrü kaldırmıştır."[13] -Metin Buhâri'den alınmıştır.-
Müşâhedemiz de gösteriyor ki, altmış yaşına varmadan da ölenler var, 60-70 yaşlarını aşarak ölenler de var. Ancak, ümmetin, âlimlerden, sâlihlerden ve hatta halifelerden çoğunluğu 60-70 arasında vefat etmiştir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) de bu devrede vefat edenlerdendir. Bu sebeple hadisin şerhini yapan âlimler Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bu sözlerinde öncelikle ümmeti temsil durumunda bulunan bu ekâbir kısmını (halifeler, âlimler, ârifler, sâlihler...) kastetmiş olabileceğini belirtirler. "60-70 arasında kuvvetlerde noksanlık ve gerileme başlar. Bu yaşa gelenlerin tam olarak âhirete yönelmeleri gereklidir, tâ ki, bidâyette olduğu üzere kuvvet ve canlılığı yeniden bulsun." Âlimlerimiz böylece dünyevî meseleleri tahsîl faaliyetlerinde zaaf ve geriliğe düşen kimsenin, uhrevî maksatlarla yapacağı ibâdet ve zikir gibi faâliyetlerde -gençken dünyevî işlerdeki başarısına denk- bir başarıya erişeceğini, böylece, ağırlık verdiği bu yeni sahadaki başarılarını görerek kişinin yenileneceğini -ve bilhassa zamanımızda çok görülen- rûhî çöküntüden kendisini kurtararak daha dinç, daha mukavim bir yaşlılık geçireceğini ifade etmiş oluyorlar.
Nitekim, Nasr sûresi geldiği zaman Hz. Peygamber (s.a.s.) de ölümünün yaklaştığını anlayarak, ibâdet ve zikrini daha da artırmıştır. Şu halde yaşlılıkta, dindarlığını artırmak mü'min ihtiyarların âdâbıdır. Ancak şunu da belirtelim ki, dindarlığını artırmak, dünyevî faâliyetleri tamamen terketmek demek değildir. Belki gençlikteki aşırılıklarını terketmek demektir[14]
"Lezzetleri yok eden ölümü çok anın."[15]
Ensardan bir adam Peygamberimiz’e sordu: “Mü’minlerin hangisi en akıllıdır?” Peygamberimiz (s.a.s.): “Ölümü en çok hatırlayandır ve ölümden sonra en iyi hazırlığı yapandır. İşte bunlar en akıllı kimselerdir.” buyurdular.[16]
"Ölümü ve öldükten sonra kemiklerin ve cesedin çürümesini hatırlayın. Âhiret hayatını isteyen dünya hayatının süsünü terk eder."[17]
Berâ (r.a.) anlatıyor: “Biz Rasûlullah (s.a.s.)’la birlikte bir cenâzede beraberdik. Peygamberimiz, kabrin kenarına oturup ağladılar, öyle ki (gözyaşlarıyla) toprak ıslandı. Sonra da: “Ey kardeşlerim! İşte (başımıza gelecek) bu aynı (ölüm hâdisesi) için iyi hazırlanın!” buyurdular.[18]
“Ey insanlar! Ölmezden önce Allah’a tevbe edin. (Musîbet, hastalık, yaşlılık gibi) ağır meşgûliyetlere düşmezden önce sâlih ameller işlemede acele edin. Çok zikir ederek, gizli ve açık çok sadaka vererek Allah’a karşı üzerinizdeki borcu ödeyin ki bol rızka, İlâhî yardım ve zafere, halinizin ıslâhına mazhar olasınız...” [19]
"Allah bir kulunun bir memlekette ölmesini takdir ettimi, onu oraya -veya 'orada bulunan bir şeye' dedi- muhtaç kılar."[20]
"Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) 'lâ ilâhe illâllah' demeyi telkin edin."[21]
"Ölülerinize (ölmek üzere olanlara) Yâsîn sûresini okuyun."[22]
"Sakın hiçbiriniz ölümü temennî etmesin. Çünkü o, hayırlı ve ihsan sahibi ise, (yaşamak sûretiyle) hayır ve ihsânını artırması umulur. Kötü bir kimse ise, belki günahından tevbe eder de, azaptan kurtulur.”[23]
“Sizden biriniz, kendisine hastalık ve zarar isâbet ettiğinden dolayı sakın ölümü temenni etmesin! Eğer temenni etmek zorunda kalırsa şöyle desin: ‘Allah’ım! Yaşamak benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat; ölmek benim için hayırlı ise canımı al!”[24]
"Mü'min kişinin ömrü, onu hayırca ziyâdeleştirir."[25]
Mekke'li müşrikler tarafından ateş üzerine yatırılmak gibi çok ağır işkencelerden aldığı yaralar vücudunda hayat boyu devam eden eser bırakmış olan, zaman zaman bu yaraları tekrar iltihaplanan ve açılan yaralardan akan iltihapları gidermek için vücudunu arada sırada dağlatmak zorunda kalan Habbâb İbn Eret (r.a.), karnından yedi yeri dağlatmıştı. Ve şöyle diyordu: "Eğer Rasûlullah (s.a.s.) ölüm talep etmekten bizi men etmeseydi, mutlaka onu talep ederdim."[26]
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) hasta oğlu İbrâhim'i aldı, öptü ve kokladı. Daha sonra İbrâhim can çekişiyordu. Bu manzara karşısında Efendimiz'in gözlerinden yaş boşandı. Abdurrahman bin Avf (r.a.): 'Sen de mi (ağlıyorsun) ey Allah'ın Rasûlü?' dedi. Aleyhissalâtu ve'sselâm: "Ey İbn Avf! Bu merhamettir!" dedi ve ağlamasına devam etti. Sonra şöyle buyurdu: "Gözümüz yaş döker, kalbimiz hüzün çeker, fakat Rabbimizi râzı etmeyecek söz sarfetmeyiz. Ey İbrâhim! Senin ayrılmanda bizler üzgünüz!"[27] Tirmizî'nin bu konudaki rivâyetinde şu ilâve vardır: Abdurrahman bin Avf: "Yâ Rasûlallah! Ağlıyor musun? Ağlamaktan bizi sen men etmedin mi?" dedi. Peygamberimiz: "Hayır! (Ağlamaktan değil,) iki ahmak, fâcir sesten yasakladım: Musîbet sırasındaki (isyankâr) ses; yüzleri tırmalamak, cepleri yırtmak ve şeytan mâtemi. -Ağlamak ise rahmettir; merhamet etmeyene rahmet edilmez.-"[28]
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) mâtemci (ağıt yakan) kadına da, onu dinleyene de lânet etti."[29]
İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) Sa'd bin Ubâde'ye geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. (Yanına gelince) onu baygın buldu ve "ölmüş olmalı!" dedi. Yanındakiler: "Hayır" deyince, Aleyhissalâtu ve'sselâm ağladılar. Rasûlullah'ın ağladığını gören halk da ağladı. "İşitmiyor musunuz?" buyurdular. "Allah Teâlâ ne gözyaşı sebebiyle ne de kalbin hüznüyle azab vermez. Ancak şunun sebebiyle azab verir!" -dilini işaret ettiler.- yahut da merhamet eder."[30]
"(Istırap ve mâtemi sebebiyle) Yanaklarını yolan, üst başını yırtıp dövünen, câhiliyye duâsıyla duâ eden bizden değildir!"[31]
Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (a.s.) Ebû Seleme (r.a.)'nin (ölümü ânında) yanına girdi. Ebû Seleme'nin gözleri açık kalmıştı; onları kapattı. Sonra: "Ruh kabzedildimi göz onu tâkip eder." buyurdu. Ehlinden bazıları feryat koparmaya başlamıştı. "Kendinize kötü temennîde bulunmayın; hayır duâ edin! Çünkü melekler, söylediklerinize âmin derler." buyurdu. Sonra ilâve etti: "Allah'ım, Ebû Seleme'ye mağfiret buyur! Derecesini hidâyete erenler arasında yükselt. Arkasında kalanlar arasında ona Sen halef ol! Ey âlemlerin Rabbi! Ona da bize de mağfiret buyur! Ona kabrini geniş kıl, orada ona nur ver!"[32]
"Bir müslüman muhtazar olduğu (can çekişme ânına girdiği) zaman rahmet melekleri, beyaz bir ipekle gelirler ve şöyle derler:
'Sen râzı ve senden de (Rabbin) râzı olarak (şu bedenden) çık. Allah'ın rahmet ve reyhânına ve sana gazabı olmayan Rabbine kavuş!'
Bunun üzerine ruh, misk kokusunun en güzeli gibi çıkar. Öyle ki melekler onu birbirlerine verirler, tâ semânın kapısına kadar onu getirirler ve: 'size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel!' derler. Sonra onu mü'minlerin ruhlarının yanına getirirler. Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyinin kendisine geldiği zamanki sevincinden daha çok sevinirler. Ona:
'Falanca ne yaptı? Filânca ne yaptı?' diye (dünyadakilerden haber) sorarlar. Melekler:
'Bırakın onu, onda hâlâ dünyanın tasası var!' derler. Bu gelen (kendisine dünyadan soran ruhlara):
'Falan ölmüştü, yanınıza gelmedi mi?' der. Onlar:
'O, annesine, Hâviye cehennemine götürüldü!' derler. Aleyhissalâtu vesselâm devamla der ki:
"Kâfir, muhtazar olduğu (can çekişme ânına girdiği) vakit, azap melekleri mish (denen kıldan kaba bir elbise) ile gelirler ve şöyle derler: 'Bu cesetten kendin öfkeli, Allah'ın da öfkesini kazanmış olarak çık ve Allah'ın azâbına koş!'
Bunun üzerine ruh, cesetten, en kötü bir cîfe kokusuyla çıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada:
'Bu koku ne de pis!' derler. Sonunda onu kâfir ruhların yanına getirirler."[33]
"Âni ölüm, kâfir için gazab-ı İlâhî'nin bir yakalamasıdır; mü'min için de bir rahmettir."[34]
"Cennet ehli cennete, cehennem ehli cehenneme girince, bir münâdî (çağırıcı) aralarında: 'Ey ateş ehli ölüm yoktur; ey cennet ehli asla ölüm yoktur, hulûd (ebedîlik) vardır' diyecektir."[35]
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) ölüm ânına yaklaştığı zaman, sık sık ıstıraplar bürümeye başladı. Kerîmeleri Hz. Fâtıma (r.a.) 'Vay babacığım, ne çok ıstırap çekiyor!' diye yakınmaya başladı. Peygamberimiz, kızını şöyle teselli ediyordu: "Bugünden sonra baban ıstırap çekmeyecek!"[36]
Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.)’ı ölüme götüren hastalığı sırasında: “Namaza ve sağ ellerinizin mâlik olduğu şeylere dikkat edin!” diyordu. Öyle ki, mübârek lisanları bunu söyleyemeyecek hale gelinceye kadar tekrara devam ettiler.”[37]
Hz. Âişe (r.a.)’nin anlattığına göre: “Rasûlullah (s.a.s) bir gün yanına girdiği sırada, bir yakınımın nefesini ölüm kesmek üzere idi. Peygamberimiz, Hz. Âişe’nin üzüntüsünü görünce kendisine: “Şu akraban için üzülme. Zira onun şu ıstırabı, hasenâtındandır.” buyurdu.[38]
“Ölülerinizin yanında hazır bulunduğunuz takdirde (ölünce) gözlerini kapayıverin. Çünkü göz, ruhu takip eder (ve açık kalır). Ayrıca hakkında hayır söyleyin. Çünkü melekler ev halkının söylediklerine ‘âmin!’ derler.” [39]
"Sizden biri ölünce, kendisine akşam ve sabah (cennet ve cehennemdeki) yeri arzedilir. Cennet ehlinden ise, (yeri) cennet ehlinin (yeridir), ateş ehlinden ise (yeri) ateş ehlinin (yeridir). Kendisine: 'Allah seni kıyâmet günü diriltilinceye kadar senin yerin işte budur!'denilir."[40]
Enes (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bir kabirden bir ses işitmişti: "Bu ne zaman öldü? (Bileniniz var mı?)" diye sordu. "Câhiliye devrinde!" dediler. Bu cevaba sevindi ve şöyle buyurdular: "Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım kabir azabını size de işittirmesi için duâ ederdim."[41]
"Kul kabrine konulup yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup:
'Muhammed (s.a.s.) denen kimse hakkında ne diyorsun?' diye sorarlar. Mü'min kimse bu soruya:
'Şehâdet ederim ki O, Allah'ın kulu ve Rasûlüdür!" diye cevap verir. Ona:
'Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennette bir mekâna tebdil etti' denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür. Allah da ona, kabrinden cennete bakan bir pencere açar.
Eğer ölen kâfir ve münâfık ise (meleklerin sorusuna):
'(Sorduğunuz zâtı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!' diye cevap verir. Kendisine:
'Anlamadın ve uymadın!' denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden bir sopa ile vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibâret olan) iki ağırlık dışında ona yakın olan bütün (kulak sahipleri) işitir."[42]
"Cenâzede çabuk olun. Eğer sâlih biri ise, kendisine iyilik yapmış olursunuz. Böyle biri değilse, belâyı bir an önce sırtınızdan atmış olursunuz."[43]
"Ölüyü (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bâki kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır."[44]
"Ölüp de pişman olmayan yoktur; mutlaka herkes nedâmet duyar: Muhsin (İyi yolda) olan hayrını daha çok artırmadığı için pişman olur, nedâmet duyar. Kötü yolda olan da nefsini kötülükten çekip almadığına pişman olur, nedâmet duyar."[45]
"Bir insan ölünce üç kişi hariç herkesin ameli kesilir: Sadaka-i câriye (bırakan) veya istifade edilen bir ilim (bırakan) veya kendine duâ edecek sâlih evlât (bırakan)."[46]
"Mü'min kul (ölünce), dünyanın yorgunluk ve ağrılarından kurtulur. Fâcir (ölünce) ondan da kullar, memleket, ağaçlar ve hayvanlar kurtulur."[47]
"Mü'minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada beslenir."[48]
"Ölüm için bir korku vardır. Öyleyse cenâze gördünüzmü ayağa kalkın."[49]
"Kim cenâzeyi takip eder ve önce üç kere taşırsa (ölen kardeşine karşı olan) borcunu ödemiş olur."[50]
"Ölülere sövmeyin (sebbetmeyin). Çünkü onlar (sağken hayırdan ve şerden) gönderdiklerine kavuştular."[51]
"Ölülerinizin iyiliklerini zikredin; kötülüklerini zikretmeyin."[52]
Ebu'l-Heyâc el-Esedî anlatıyor: "Bana Hz. Ali (r.a.): 'Rasûlullah (s.a.s.)'ın beni göndermiş olduğu şeye ben de seni göndereyim mi?' diye sordu ve Rasûlullah'ın kendisine: "Haydi git, kırıp dökmedik put, düzlemedik yüksek kabir bırakma!" buyurduğunu söyledi."[53]
Hz. Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) kabrin kireçlenmesini, üzerine bina (kubbe, türbe) yapılmasını, üzerine oturulmasını, üzerine yazı yazılmasını ve ayakla basılmasını yasakladı."[54]
"Ben sizi kabirleri ziyâretten men etmiştim. Artık onları ziyâret edebilirsiniz. Çünkü onlar size âhireti hatırlatır."[55]
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.), Medine ehlinin mezarlarına uğramıştı. Mezarlara yüzünü çevirerek: "Esselâmu aleyküm (selâm üzerinize olsun) ey kabir halkı! Allah sizi de bizi de mağfiret buyursun. Sizler bizim seleflerimizsiziniz. Biz de arkadan geleceğiz." buyurdular."[56]
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.s.) bir mezarlığa uğramıştı. Mezarlara karşı şöyle buyurdu: "Selâm üzerinize olsun ey mü'minler cemaatinin mahalle halkı! İnşâallah biz de sizlere kavuşacağız!"[57] Müslim ve Nesâî'deki rivâyette şu ziyâde vardır: "Allah'tan bizim için de sizin için de âfiyet dilerim."[58]
"Allah kabirleri çok ziyâret eden kadınlara ve kabirlerin üzerine mescidler yapanlara, kandiller takanlara lânet etsin!"[59]
"Kim çocuğunu kaybeden bir anneye tâziyede bulunursa, cennette ona bir bürde (hırka, kaftan) giydirilir."[60]
[1] Ahmed bin Hanbel, I/239
[2] Ahmed bin Hanbel, V/197; Tirmizî, Tefsir 2
[3] Ahmed bin Hanbel, III/156, VI/159; Buhârî, Deavât 26; İbn Mâce, Mukaddime 10; Tirmizî, Deavât 113.
[4] Buhârî, Rikak 3; Tirmizî, Kıyâmet 23, h. no: 2456; İbn Mâce, Zühd 27, h. no: 4231.
İnsanın, ecel ve ölümün elinden kurtulamayacağı burada somut bir şema ile ifâde edilmiştir.
[5] İbn Mâce, Mukaddime 7
[6] Buhârî, Rikak 4; Tirmizî, Zühd 25, h. no: 2335; İbn Mâce, Zühd 27, h. no: 4232
[7] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 2/471
[8] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 2/471-473.
[9] Buhârî, Kader 1-2, Enbiyâ, 1, Bed’u’l-Halk 6, Tevhid 28; Müslim, Kader 1-5; Tirmizî, Kader 4; Ebû Dâvud, Sünne 16; İbn Mâce, Mukaddime 10; Ahmed bin Hanbel, I/382
[10] Müslim, Kader 1
[11] Tirmizî, Emsâl 7, h. no: 2874.
[12] Buhârî Rikak 4; Tirmizî, Deavât 113, h. no: 3545, Zühd 23 h. no: 2332; İbn Mâce, Zühd 27, h. no: 4236
[13] Buhârî, Rikak 4; Tirmizî, Deavât 113, h. no: 3545, Zühd 23, h. no: 2332; İbn Mâce, Zühd 27, h. no: 4236
[14] İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 2/474.
[15] Tirmizî, Zühd 4, Kıyâme 26; Nesâî, Cenâiz 3; İbn Mâce, Zühd 31
[16] Kütüb-i Sitte Terc. 17/598
[17] Tirmizî, Kıyâme 24; Ahmed bin Hanbel, I/387
[18] Kütüb-i Sitte Terc. 17/584
[19] Kütüb-i Sitte Terc. 17/49
[20] Tirmizî, Kader 11, hadis no: 2148
[21] Müslim, Cenâiz, 1, 2; Tirmizî, Cenâiz 7; Ebû Dâvud, Cenâiz 20; Nesâî, Cenâiz 4
[22] Ebû Dâvud, Cenâiz 24; İbn Mâce, Cenâiz 4; Kütüb-i Sitte Terc. 15/238
[23] Buhârî, Temennî 6
[24] Buhârî, Deavât 30, Merdâ 19; Müslim, Zikir 4, 10; Tirmizî, Cenâiz 3; Ebû Dâvud, Cenâiz 13; İbn Mâce, Zühd 31; Nesâî, Cenâiz 1
[25] Kütüb-i Sitte Terc. 5/7
[26] Buhârî, Merdâ 19, Deavât 30, Rikak 7, Temennî 6; Müslim, Zikr 12; Nesâî, Cenâiz 2
[27] Buhârî, Cenâiz 44; Müslim, Fezâil 62; Ebû Dâvud, Cenâiz 28
[28] Tirmizî, Cenâiz 25, hadis no: 1005
[29] Ebû Dâvud, Cenâiz 20; hadis no: 3128
[30] Buhârî, Cenâiz 45; Müslim, Cenâiz 12
[31] Buhârî, Cenâiz 36, 39, 40, Menâkıb 8; Müslim, İman 165; Tirmizî, Cenâiz 22; Nesâî, Cenâiz 19
[32] Müslim, Cenâiz 7; Tirmizî, Cenâiz 7; Ebû Dâvud, Cenâiz 19, 21; Nesâî, Cenâiz 3
[33] Nesâî, Cenâiz 9
[34] Ebû Dâvud, Cenâiz 14
[35] Buhârî, Rikak 50
[36] Buhârî, Megâzi 83; Nesâî, Cenâiz 13; İbn Mâce, Cenâiz 65
[37] Kütüb-i Sitte Terc. 17/152
[38] Kütüb-i Sitte Terc. 17/111
[39] Kütüb-i Sitte Terc. 17/112
[40] Buhârî, Cenâiz 90, Bed'ü'l-Halk 8, Rikak 42; Müslim, Cennet 65, Tirmizî, Cenâiz 70; Nesâî, Cenâiz 116
[41] Müslim, Cennet 68; Nesâî, Cenâiz 114
[42] Buhârî
[43] Buhârî, Cenâiz 52; Müslim, Cenâiz 51; Ebû Dâvud, Cenâiz 50; Tirmizî, Cenâiz 30; Nesâî, Cenâiz 44; Muvattâ, Cenâiz 56
[44] Buhârî, Rikak 42, Zühd 5; Tirmizî, Zühd 46
[45] Tirmizî, Zühd 59, hadis no: 2405
[46] Müslim, Vasıyyet 14; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vesâyâ 8
[47] Buhârî, Rikak 42; Cenâiz 61; Nesâî, Cenâiz 48, 49; Muvattâ, Cenâiz 54
[48] Nesâî, Cenâiz 117; İbn Mâce, Zühd 32; Muvattâ, Cenâiz 49
[49] Kütüb-i Sitte Terc. 15/275
[50] Tirmizî, Cenâiz 50, hadis no: 1041
[51] Buhârî, Cenâiz 97, Rikak 42; Ebû Dâvud, Edeb 50; Nesâî, Cenâiz 51
[52] Ebû Dâvud, Edeb 50; Tirmizî, Cenâiz 34
[53] Müslim, Cenâiz 93; Ebû Dâvud, Cenâiz 72; Nesâî, Cenâiz 99
[54] Müslim, Cenâiz 94; Ebû Dâvud, Cenâiz 76; Tirmizî, Cenâiz 58; Nesâî, Cenâiz 96
[55] Müslim, Cenâiz 106; Ebû Dâvud, Cenâiz 81; Tirmizî, Cenâiz 60; Nesâî, Cenâiz 100
[56] Tirmizî, Cenâiz 59, hadis no: 1053
[57] Ebû Dâvud, Cenâiz 83, hadis no: 3237.
[58] Kütüb-i Sitte Terc. 15/296
[59] Tirmizî, Cenâiz 61
[60] Tirmizî, Cenâiz 74, hadis no: 1076