﴿ اَلشَّكُورُ - اَلشَّاكِرُ ﴾
ŞEKÛR
- ŞÂKİR
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Kim gönülden bir hayır yaparsa (karşılığını alır). Şüphesiz Allah, şükrün karşılığını verendir, bilendir.”[1]
“Allah Şekûr’dur, Halim’dir.”[2]
“Rabb’imiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir.”[3]
Şekûr, Kur’an’da birçok yerde geçmektedir. Bu ismin nekre (belirsiz) olarak kullar için kullanılması âlimlerin ittifakıyla caizdir. Şu âyet, buna işaret etmektedir: “Şüphesiz o, şükreden bir kuldu.”[4] Bu ismin “Kullarımdan şükretmekte olanlar ne de azdır.”[5] âyetinde marife (belirli) olarak gelmesi ise, burada bizzat bir kişi nitelenmemekte genel bir sıfat olarak zikredilmektedir. Yani burada maksat bir kişi değil, bir türdür.[6]
el-Halîmî der ki: “Şâkir, kendisine itaat edeni metheden, öven ve ona, nimetten çok sevap verendir. Şekûr ise, şükrü devam eden ve büyük-küçük ibadet ayırımı yapmaksızın şükrü bütün itaat edenleri kapsayandır.”[7]
Dilbilimciler hamd ve şükür sözcüklerinin aynı anlamda mı yoksa ayrı ayrı anlamlarda mı olduğu konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Taberî ve el-Müberrid, her iki sözcüğün aynı anlamda olduğunu söylemişlerdir. Ancak biz bunu kabul etmiyoruz. Çünkü doğru olan görüş, bunların farklı anlamlarda olduğudur. Buna göre hamd, bir iyilik karşılı olmaksızın methedileni sahip olduğu niteliklerle övmektir. Şükür ise, yaptığı bir iyiliğe karşılığı teşekkür edileni övmektir. Bu, ünlü dilbilimcilerden ez-Züccâcî, el-Kutbî ve diğerlerinin görüşüdür.
Allah, her türlü noksanlıktan beri olan zatı ile ve kendisi için zorunlu olan bütün celal ve kemâl sıfatları ile hamd edilmeye layıktır. O, kullarına yaptığı iyilikler nedeniyle de şükredilmeye layıktır. O halde şükür, nimet verenin fiiline karşılık olarak yapılan bir övgü, iyiliğini kabul ve itiraf etmedir. Bu anlama göre Şekûr, kendisine şükredilen (teşekkür yapılan) anlamındadır. Bazılarına göre de şükür, nimet verenin nimetini samimiyetle ve kendisine itaat etmekle kabul etmektir. Çünkü bazen insan nimeti kabul eder ancak bu kabulü, Hafîfe alma veya alay etme amaçlıdır. Böyle birine “şükrediyor” denmez. Bu yüzden “gerçek şükür, nimet verene şükretmekte eksikliğini itiraf etmektir” denilmiştir. Bu yüzden Yüce Allah, “Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın.”[8] deyince Hz. Davud: “Ey Rabb’im! Sana nasıl şükredeyim ki? Benim şükrüm bile senin bir nimetindir” demiş, Yüce Allah da şöyle cevap vermiştir: “İşte şimdi Beni tanıdın ve Bana şükrettin ey Davud! Çünkü şükretmenin de Benim bir nimetim olduğunu bildin”.
Nimete şükürle karşılık vermek, nimetlerin daha da artmasına vesile olur. Yüce Allah şöyle buyurur: “Rabb’iniz şöyle buyurmuştu: Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım…”[9]
Allah, kimsede bulunmayan sınırsız ihsan ve nimet sahibidir. O, hiçbir ihtiyacı olmadığı en basit ve küçük bir itaati bile kabul eder. Buna karşılık, kendisinin dışında herkesin faydalandığı büyük nimetler verir.[10]
Allah’ın Şekûr Adının Bazı Görünümleri
Yüce Allah, kendi uğrunda çalışanların, emek harcayanların çalışmalarını asla karşılıksız bırakmaz. Bu çalışmaları, kat kat sevaplar vererek ödüllendirir. Allah, güzel amel işleyenlerin çabalarını da boşa çıkarmaz. O, Azîz kitabında bir iyilik işleyene on ila yedi yüz hatta daha fazla misliyle sevap vereceğini belirtmiştir. Bu, Allah’ın iyi kullarına olan bir ödülü ve mükafatıdır. Kim Allah için bir şeyi terk eder ve ondan vazgeçerse Allah, o kişiye bundan daha hayırlısını verecektir. Mü’minleri kendi hoşnutluğunu kazanacak ameller işlemede başarılı kılan, sonrada bu amellerine karşılık onlara hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir aklın hayal bile edemediği nimetlerinden ve sevabından veren O’dur. Bütün bu nimetler ve sevaplar, O’nun üzerindeki bir hak değil, yalnız kedi fazlı, keremi ve cömertliğinin bir eseridir.
Kullara gelen nimetler ve başlarından defedilen bela ve musibetler, Allah’ın ihsan ve kereminin bir göstergesidir. Allah dilerse kendi ihsan ve kereminin gereği olarak onlara nimetler verir, dilerse adalet ve hikmetinin bir gereği olarak onlara azap eder, başlarına bela ve musibetler verir. O, her iki durumda da hamd edilmeyi hak eder.[11]
Allah Teâlâ kullarını bu dünyada ödüllendirebileceği gibi, ödüllerini âhirete de erteleyebilir. Kur’an-ı Kerîm’in birçok âyetinde Yüce Allah, iyiliklere kat kat sevap vereceğini ve kötülükleri affedip cezalandırmayacağını bize haber vermektedir. O, dilediğini yapandır. Kendisine itaat edenleri ödüllendiren ve şükredenlere nimetle karşılık veren tek varlıktır.[12] Azîz kitabında şöyle buyurmaktadır: “Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin.”[13]
Yüce Allah, hiçbir şeyine muhtaç olmadığı halde sana nimetler verendir. Sen ise her an O’na muhtaç olarak şükretmektesin. O halde ihtiyaç ve zaruret nedeniyle yapılan bir şükür, sadece ihsan ve keremin bir gereği olarak verilen nimetlere karşılık yeterli gelebilir mi?
Bunu bildiğine ve öğrendiğine göre, Allah’ın senin üzerindeki nimet çeşitlerini bir düşün. Seni yoktan var etti. Sonra seni güzel bir biçimde yarattı. Sana varlıkların en üstün sıfatı olan aklı vererek bütün varlıklardan üstün tuttu. Gerçekleri görmen ve duyman için sana göz ve kulak verdi. Sonra da sana kendini tanıma yolunu gösterdi. Yaptığın küçük iyiliklere bile büyük sevaplar verdi. Seni Azîz kitabında defalarca övdü. Dilini “Elhamdülillah” (Allah’a hamd olsun) cümlesiyle hareket ettirdiğinde, dilini bu kelimeleri zikrederek hareket ettirmenin sana verilen nimetlere şükretmeye yeterli geldiğine inanırsan bil ki, böyle bir insan kendisine verilen akıldan nasibini pek almamış demektir.[14] Zira Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler.”[15]
[1]
Bakara,
[2]
Teğabün,
[3]
Fatır,
[4]
İsrâ,
[5]
Sebe,
[6]
Kurtubî, a.g.e.,
[7]
Beyhakî, a.g.e., s.
[8]
Sebe,
[9]
İbrahim,
[10]
Kurtubî, a.g.e.,
[11]
el-Hakku’l-vâdihu’l-mübîn, s.
[12]
Kurtubî, a.g.e.,
[13]
Bakara,
[14]
Râzî, a.g.e., s.
[15]
Zümer,