﴿ اَلصَّادِقُ ﴾

SÂDIK

Bu isim Kur’an’da fiil ve isim olarak geçer. Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır:

Biz şüphesiz doğru olanlarız.[1]

Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?[2]

Allah’tan daha doğru sözlü kimdir?[3]

Dediler ki: “Bize olan vaadinde sâdık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah’a hamd olsun…[4]

Fakat bu âyetlere rağmen, aralarında Kuşeyrî ve İbnü’l-Hassâr’ın de bulunduğu bir grup İslâm âlimi bu ismi kitaplarında zikretmezler. Belki de bu ismi, Allah’ın kitabından çıkarmak akıllarına gelmedi. ez-Züccâcî der ki: “Al­lah’ın bu sıfatı “Şüphe yok, O’nun vaadi yerine gelecektir[5] âyetinden elde edilmektedir. Âyette geçen “me’tiyya” sözcüğü gerçekte ism-i meful (edilgen sıfat fiil) olup ism-i fail (etken sıfat fiil) anlamındadır. Dolaysıyla Allah’ın vaadi mutlak gerçekleşeceğine göre O, bu vaadinde Sâdık (doğru)’dır. Allah’ın kulla­rına vaat ettiği her şey, hiç şüphesiz mutlaka gerçekleşecektir.”[6]

Kâdî Ebû Bekir b. el-Arabî, “el-Emed” adlı eserinde şunları söyler: “Bu isim Kur’an-ı Kerîm’de değil hadis-i şeriflerde geçmektedir. Bu isim, Ebû Hüreyre’den rivayet edilen hadiste fiil olarak geçer.”

el-Aklîşî de der ki: “Bu sıfat, ne Kur’an’da ne de Tirmizî’nin hadis kita­bında bu şekliyle (Sâdık olarak) geçmez. Ancak Kur’an’da fiil olarak şu âyetlerde geçer: “Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?[7], “Allah’tan daha doğru sözlü kimdir?[8]

İbn Kayyim der ki: “Her biri Allah’ın kitabı konusunda birer umman ol­malarına rağmen ben bu imamlara şaşarım. Onlar, Kur’an’ın anlam ve tefsi­rini derin şekilde araştırdıkları ve gece-gündüz onu okudukları halde nasıl bu büyük isimden gafil kalabiliyor ve: “Bu isim, Kur’an’da isim olarak değil yalnız fiil olarak geçmektedir” diyebiliyorlar. Allah hepsine rahmet etsin. Sanki bunlar, En’am sûresindeki “Biz şüphesiz doğru olanlarız.[9] bu âyeti okumu­yorlardı? Fakat unutkanlık ve dikkatsizlik pek çok kez insanın başına gelebilir. Mükemmellik ve eksiksizlik yalnız celâl sahibi olan Allah’a mahsustur.”

Bu ismin nekre (belirsiz) olarak kullar için kullanılması ittifakla caizdir. Zira Yüce Allah, Kur’an’da bu şekilde kullanmıştır. Aşağıdaki âyetler bu gö­rüşü teyit etmektedir:

Mü’minlerden öyle erkek-adamlar vardır ki, Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler..[10]

İşte bunlar, doğru olanlardır.[11]

O, vaadinde doğruydu.[12]

Sözünde doğru olan kişiye “sâdık” derler. “Sadûk” sözcüğü de aynı an­lamdadır ancak bu, daha çok mübalağa için kullanılır. Allah bizlere, doğru­larla birlikte olmamızı şöyle emretmektedir: “Ey iman edenler, Allah’tan sakı­nın ve doğru (sadık) olanlarla birlikte olun.[13] Doğrulukta oldukça ileri olana “sıddîk” denilmiştir. Bu sözcük, mübalağa kipi olan “fa’îl” veznindedir. Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir’i bununla adlandırmıştır. Hz. Ali sıddîk sözcüğü için şöyle söyler: “Sıddîk, Allah’ın âyetlerini tasdik eden, âyetlerin işaret ettikle­riyle amel eden, düşüncesiyle melekut âleminde dolaşan, Allah’a verdiği söze sıkı sıkıya bağlı kalan kimsedir.”

Bazen doğruluğu çok olan kimseye de sıddîk denildiği olmuştur.

Doğruluk anlamında olan sıdk, yalanın zıddıdır. Sıdk, daha çok sözde doğruluk anlamında kullanılır. “Musaddık”, kişiyi doğrulayan demektir. Fakat koyunların zekat ve sadakasını toplayana da musaddık denilmiştir. Sıddîk, daima doğru söyleyen, doğruluktan ayrılmayan ve doğruluğu fazla olan de­mektir. Bu sözcük daha çok sözlerini ameliyle doğrulayanlar için kullanılır. Sen de Allah’ın âyetlerini, mucizelerini, delillerini, isimlerini, sıfatlarını, fiille­rini, hükümlerini ve sözlerini doğrula, bunları içtenlikle tasdik et ve inan. Yüce Allah, peygamberini şu sıfatı nedeniyle övmektedir: “O, Allah’a ve O’­nun sözlerine inanmaktadır.[14]

“Sâdık, Allah’ın zâtî sıfatlarından olup, sözlerinin anlamına dayanır. Yukarıda belirttiğimiz gibi sıdk (doğruluk), söz ve anlamlarıyla alakalı bir söz­cüktür. Allah’ın söylediği ve konuştuğu her söz mutlak doğrudur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun, Allah size verdiği sözünde sadık kaldı.[15] Dolaysıyla Allah, her sözüne sadıktır ve her sözü doğrudur. Allah’ın kullarına verdiği her vaadi gerçekleşecektir.  Bu yüzden kullarına hitap ederek onlara, hoşlandığı ve öfkelendiği amelleri haber vermiş, emir ve yasaklarına uyarak kendisini hoşnut ettiklerinde sevap ve ödül vereceğini, uymadıklarında ise cezalandıracağını onlara bildirmiştir. Böylece Yüce Allah, kullarına haksızlık etmeden, onları aldatmadan ve herhangi bir karışıklığa meydan vermeden kendilerine doğru ve net vaatlerde bulunmuştur.”[16]


 

[1]     En’am, 146.

[2]     Nisa, 122.

[3]     Nisa, 87.

[4]     Zümer, 74.

[5]     Meryem, 61.

[6]     ez-Züccâcî Ebü’l-Kasım, “İştikâku esmaillahi ve sıfâtihi fi’t-tenzîl”.

[7]     Nisa, 122.

[8]     Nisa, 87.

[9]     En’am, 146.

[10]    Ahzab, 23.

[11]    Bakara, 177.

[12]    Meryem, 54.

[13]    Tevbe, 119.

[14]    A’raf, 158.

[15]    Âl-i İmrân, 152.

[16]    el-Halîmî’den nakledilmiştir.