﴿ اَلْعَدْلُ ﴾

ADL

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Rabb’inin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yok­tur.[1] Allah’ın sözleri doğru ve adaletli olduğuna göre kendisi de mutlak adalet sahibidir. Çünkü adil ve doğru sözler, O’nun sözleridir. Allah’ın her fiili, O’nun sözü ile gerçekleşir ve her sözü de doğrudur.[2]

Adalet, Allah’ın zatî sıfatları arasında yer alabileceği gibi O’nun fiilî sıfat­ları arasında da yer alabilir. Zatî sıfat olduğu zaman, selbî (olumsuz) anlamlar da içerir. Buna göre Allah, adildir. O’nun adalet sıfatı, haksızlık ve zulmetme sıfatlarını yok eder. Bu yüzden O, haksızlık yapan ve zulmeden değildir. Zatî bir sıfat olarak adalet, Allah’ın kulları hakkındaki ezeli hükmüne dayanır. Buna göre adalet, O’nun bu adil hükmünden kaynaklanan bir sıfat fiildir. Allah adalet sahibidir denildiğinde bu anlam kastedilir.

Allah bütün söz ve fiillerinde mutlak adalet sahibidir. O’nun kararı doğru, hükmü adildir. Nimet ve ihsanını dilediğine verir veya vermez, Azîz veya zelil kılar, yükseltir veya alçaltır, ikram eder veya etmez, hemen yapar veya erte­ler, yarar sağlar veya zarar verir, korur veya korumaz, zengin veya fakir ya­par, sağlık verir veya hastalandırır, bela verir veya beladan muaf tutar. Allah, bütün bunları mutlak iktidar sahibi olması nedeniyle dilediği şekilde, verdiği karara göre yapar. Eğer Allah, peygamber ve nebilerin, kendisine en yakın meleklerin ve salih kulların da aralarında bulunduğu bütün varlıklara, isyan­kar ve inkarcılara azap ettiği gibi azap etse bu O’nun adaletinden sayılır. Aynı şekilde inanan ve inanmayan ayırımı yapmaksızın bütün herkesi cennetine koyup onlara nimetler verse, bu da O’nun adaletinden ve fazlı kereminden sayılır. Ancak Allah’ın varlıkları iki gruba ayırması, bir grubu cennete diğer grubu da cehenneme koyması O’nun hikmetinin bir gereğidir. Allah’ın bütün herkese azap etmesi adaletinden, merhamet etmesi fazlından, onları iki gruba ayırması da hikmetindendir. Bu yüzden bazı âlimler şöyle söylemişlerdir: “Allah’ın adaletinden Allah’a sığınırız, O’ndan ihsan ve keremini isteriz, hik­metinin de iyi yönünü talep ederiz.”

Adalet ismi, hüküm ve hikmeti ve bunlarla ilgili bütün sıfatları kapsar. Adaletin zıddı olan zulüm sıfatı, hevâ sahibi olan ve bu hevâsına tabi olan veya başkasına ait olan hakkı sahibine vermeyen veya Mevlâ’sının emir ve yasaklarına aykırı hüküm veren kimselere verilir. Hevâ ve arzularıyla müca­dele eden, Mevlâ’sının kendisine belirlediği emir ve yasaklara tabi olan kim­seler adalet sıfatıyla nitelenirler. Haksızlık ve zulüm sıfatının, âlemlerin Rabb’i olan Allah’ta var olması imkansızdır.[3]

Mutlak adalet sahibi, dilediği her şeyi yapma hakkı olan ve kullar üze­rinde hükmü geçerli olandır.[4]

Kullar üzerinde dilediği şekilde tasarruf sahibi olan Allah, mutlak adalet sahibidir. O, bütün sözlerinde, fiillerinde, kulları için belirlediği kaza ve kade­rinde, emir ve yasaklarında, sevap veya azabında adildir ve dosdoğru yol üzerindedir. O’nun bütün iyilikleri doğrudur, bütün kaza ve kaderi adildir, her emri kullarının yararına, her yasağı da onların zararınadır. Allah’ın sevabı, merhamet ve ihsanının bir gereği olarak, azabı da adalet ve hikmetinin bir gereği olarak onu hak edenleredir.[5]

Allah’ın zulmetmeye ve haksızlık yapmaya gücü yeter. Ancak O, fazlı, ke­remi, cömertliği ve kullarına iyiliği nedeniyle asla kimseye haksızlık ve zulüm yapmaz.

Birçok âlim, zulmü şöyle tanımlar: “Zulüm, bir şeyi yerli yerine koyma­maktır. Bu durum Allah için imkansızdır ve kesinlikle O’nun şanına yakış­maz.”

Übey b. Ka’b der ki: “Eğer Allah yerdeki ve gökteki bütün varlıklara azap etmek isteseydi, onlara azap edebilir ve bundan dolayı zulmetmiş sayıl­mazdı. Aynı şekilde eğer onlara merhamet etmek isteseydi, bunu da yapabilir ve O’nun bu rahmeti, kulların amellerine karşılık değil onlara olan iyiliğinden sayılırdı. Bu durum İbn Mes’ûd’a sorulmuş, İbn Mes’ûd, aynı cevabı vermiş­tir. Yine bu durum Zeyd b. Sabit’e sorulmuş, O da Hz. Peygamber’in buna aynı cevabı verdiğini söylemiştir.”[6]


 

[1]     En’am, 115.

[2]     Kurtubî, a.g.e., 1/441.

[3]     Kurtubî, a.g.e., 1/443-444.

[4]     Râzî, a.g.e., s.  239.

[5]     İbn Kayyim, “el-Fevâid”, s. 32.

[6]     İbn Receb el-Hanbelî, “Câmiu’l-ulûm ve’l-hikem”, s. 323-324. Hadis metni için bkz. Ebû Davud, 4699.