﴿ اَلْعَظِيمُ ﴾

AZÎM

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O, pek yücedir, pek büyüktür.[1]

İbn Abbas anlatıyor. Hz. Peygamber sıkıntı anında şöyle dua ederdi: “Allah’tan başka ilâh yoktur; O, azim ve halim olandır. Allah’tan başka ilâh yoktur; O, büyük arşın sahibidir. Allah’tan başka ilâh yoktur; O, göklerin ve yerlerin Rabb’i’dir ve O, pek değerli arşın Rabb’i’dir.”[2]

el-Halîmî der ki: “Azîm, mutlak olarak kendisinden kaçınmak ve uzak durmak mümkün olmayandır. Çünkü bir toplumun büyüğü, o toplumun bütün işlerini üslenen, kendisine karşı çıkılamayan ve emirlerine aykırı davra­nılamayandır. Ancak gerçek mahiyeti böyle olmakla beraber bu kimse, çeşitli bela ve musibetler nedeniyle zayıf düşebilir ve gücü elinden gidebilir. Bu du­rumda kendisine karşı çıkılabilir, hatta mağlup edilip saltanatı yok edilebilir. Oysa Allah Teâlâ, mutlak güç sahibidir ve hiçbir şey O’nu güçsüz kılıp aciz düşüremez. Karşı çıkılıp mağlup edilemez. Emirlerine karşı konulamaz. O, gerçek büyüktür. Bu ismin başkaları için kullanılması mecazi anlamdadır.”[3]

el-Hattâbî de der ki: “Azîm, büyüklük ve yücelik sahibi olandır. Be­denlerin niteliği sayılan büyüklüğün dışında şanı yüce ve önemi büyük olan­dır.”[4]

Allah, varlığı ile her büyükten daha büyüktür. Zira O’nun varlığı ezeli (öncesiz) ve ebedi (sonsuz)dur. Başkasının varlığı böyle değildir. O, her bü­yükten daha büyüktür. Bu yüzden hiçbir akıl, O’nun büyüklüğünü kavraya­maz. Hiçbir göz, O’nun izzetini kuşatamaz. O’nun dışındaki her şey küçük, basit ve hakirdir. Yaratılan bütün varlıklar O’ndan birçok ilimler öğrenmiş olsa bile, bu bilgileri sınırlı ve sonludur. Bütün her şey Allah’ın yüceliğine, büyüklüğüne ve kemaline göre bir hiç gibidir. Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır: “O’nun yüzünden (zatından) başka her şey helak olucudur.[5]

Akılların, sonsuz nurunu kavramaktan aciz kaldığı, anlayışların izzetinin aydınlığında kaybolduğu Allah ne yücedir. O’nun azametinin başlangıcı, yü­celiğinin sonu yoktur.[6]


 

[1]     Bakara, 255.

[2]     Buhârî, 6345; Müslim, 2730.

[3]     Beyhakî, a.g.e., s. 33.

[4]     Beyhakî, a.g.e., s. 33.

[5]     Kasas, 88.

[6]     Râzî, a.g.e., s. 246-247.